Kategori: K

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 44

    karartılma * Karartılmak işi veya durumu.
    karartılmak * Karanlık duruma getirilmesini sağlamak.
    karartma * Kararmak işi.
    * Savaşdurumunda düşman uçaklarından korunma amacıyla ışıklarıörtme veya söndürme biçiminde alınan
    önlemlerin bütünü.
    karartmak * Rengini karaya çevirmek, esmerleştirmek, siyahlaştırmak.
    * Karanlık duruma getirmek.
    * (ışığı) Kısmak veya örtmek.
    * Kötü bir duruma getirmek.
    karasakız * Zift.
    karasal * Kara (I) ile ilgili, berrî.
    karasal iklim * Bkz. kara iklimi.
    karasal kumul * Deniz kıyısından uzak, çöllerde oluşan kumul.
    karasal oluşuk * Yer kabuğunun kara bölümündeki katmanlarında olan oluşuk.
    karasığır * Orta Anadolu’da yetişen, sert ve kurak iklime dayanıklı, küçük yapılı bir sığır türü.
    karasinek * Böcekler sınıfının çift kanatlılar takımından, insan ve evcil hayvanların kanınıemen, görünüşü ev sineğine
    benzeyen bir eklem bacaklıtürü (Stomoxys calcitrans).
    karasu * Çoğunlukla gözün iç basıncın çoğalmasıyla kendini gösteren, körlüğe sebep olabilen bir göz hastalığı,
    glokum.
    karaşın * Esmer, sarışın karşımı.
    karataban * İpek böceklerinde genişçapta ölüme yol açan kelebek hastalığı.
    karatavuk * Karatavukgillerden, tüyleri kara, meyve ve böceklerle beslenen ötücü kuş(Turdus merula).
    karatavukgiller * Omurgalıhayvanların kuşlar sınıfından, ardıç kuşlarınıve kızılkuyrukları içine alan bir familya.
    karate * Ayak ve yumruk vuruşlarıüzerine kurulu, Japon kökenli bir dövüşyöntemi.
    karateci * Karate yapan kimse.
    karaturp * Turpgillerden, etli, iri beyaz köklü çok yıllık bir bitki (Raphanus sativusvar niger).
    karavan * Bir otomobilin arkasına takılan, insan taşımaya yarayan, tekerlekli, üstü kapalıaraç.
    karavana * En çok orduda erlerin yemeğini dağıtmada kullanılan, çok miktarda yiyecek alan, kenarlarıdik, derince
    metal kap.
    * (genellikle orduda veya yatılı okul ve ceza evlerinde) Yemek.
    * İnce, yassıelmas.
    * Atıştaliminde hedef tahtasını bile vuramama.
    karavana borusu * Yemek vaktinin geldiğini bildiren boru sesi.
    karavana çıkmak * yemek hazırlanmak veya gelmek.
    karavanacı * Karavanayıtaşıyan (asker).
    * Hedef tahtasınıvuramayan kimse.
    karavanadan yemek * toplu durumda aynıkaptan yemek.
    karavaş * Savaşta tutsak edilen veya satın alınan ve sahibinin üzerinde tam bir kullanma hakkı bulunan kadın.
    karavaşlık * Karavaşolma durumu.
    karavel * Çift motorlu bir uçak türü.
    karavelâ * Büyük deniz teknesi.
    * Gemilerde denizcilik kurallarına aykırıdurum.
    karavide * Bkz. kerevit.
    karaya * Eczacılıkta kullanılan ve çürümeyen bir bitki.
    karaya ayak basmak * deniz, göl vb. den karaya çıkmak.
    * deniz taşıtından karaya çıkmak.
    karaya çıkarmak * göl veya denizden karaya çıkmasını sağlamak.
    karaya düşmek * (deniz içinde bulunan bir şey) akıntıveya dalga ile kıyıya atılmak.
    karaya oturmak * (gemi) denizin sığbölümüne saplanıp kalmak.
    karaya vurmak * denizden karaya atılmak.
    karayaka * Doğu Karadeniz kıyı bölgesinde yetişen, uzun kuyruklu, beyaz renkli koyun türü.
    karayandık * Deve dikeni.
    karayanık * Karakabarcık, yanıkara, şarbon.
    Karayca * 343 Karaimce.
    karayılan * Boyu uzun, başı iri pullarla örtülü, zararıhayvanlarıyediği için tarıma yararlı, tehlikesiz bir yılan (Coluber).
    karbojen * Bileşiminde yüzde 95 oksijen ve yüzde 5 karbondioksit bulunan gaz karışımı.
    karboksil * Organik asit grubunda bulunan -COOH formülündeki tek değerli köklere verilen ad.
    karboksilik * Korboksilli.
    karboksilli * Yapısında bir veya birçok karboksil koku bulunan (maddeler), karboksilik.
    karbon * Atom numarası6, atom ağırlığı12 olan, doğada elmas, grafit gibi billûrlaşmışveya maden kömürü, linyit,
    antrasit gibi şekilsiz olarak bulunan element. KısaltmasıC.
    karbon dönemi * Birinci çağın dördüncü dönemi ve bu dönemde oluşmuşyer katmanları, karbonifer.
    karbon kâğıdı * Aynızamanda hem yazmak hem de kopya çıkarmak için yazıkâğıtlarının arasına konulan bir yüzü boyalı
    kâğıt.
    karbonado * Kara elmas.
    karbonat * Karbonik asidin bazlarla birleşerek oluşturduğu tuzların genel adı.
    * Sodyum bikarbonat.
    * Genellikle sindirimi kolaylaştırmak için suya katılan kimyasal birleşim.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 45

    karbonatlama * Karbonik asit alabilen maddelere bu gazıvererek onlarıkarbonat durumuna dönüştürme.
    karbonatlamak * Karbonat durumuna dönüştürmek.
    karbonatlı * İçinde karbonat olan.
    karbondioksit * Renksiz, kokusuz, yoğunluğu 152,0°C de ve 36 atmosfer basıncında kolayca sıvılaşan ekşimsi tatta bir gaz
    (CO2).
    karbonhidrat * Yağlar ve yumurta akımaddeleri yanısıra, insan ve hayvanların organik besinlerinden en önemlisi olan
    organik kimya birleşiklerinin genel adı.
    karbonifer * Karbon dönemi.
    karbonik * Karbonla ilgili olan.
    karbonik asit * Bir karbonla iki oksijenin birleşmesiyle oluşan bir gazın suda erimişdurumuna verilen ad. Bu gaz, organik
    veya başka karbonlu maddelerin çürümesinden, yanmasından, bitkilerin ve canlıların solunumundan oluşur.
    karbonil * Birleşme değeri 2 olan karbonmonokside verilen ad.
    karbonit * Karbon grubundan basit madde.
    karbonizasyon * Hayvansal lifler içinde bulunan bitkisel kısımların veya selülozik liflerin giderilmesi için asitlerle sıcaklık
    etkisi altında işlem görmesi.
    karbonlama * (metalürjide) Çeliğe karbon verme işlemi.
    karbonlamak * Bir maden veya alaşımıkarbon bakımından zenginleştirmek.
    karbonlaşma * Karbonlaşmak işi.
    karbonlaşmak * Karbon durumuna gelmek, kömürleşmek.
    karbonlu * Birleşiminde karbon bulunan.
    karbonmonoksit * 0,97 yoğunluğunda, renksiz, kokusuz bir gaz. Bol miktarda ısıaçığa çıkararak mavi bir alevle yanar ve hava
    ile birleşerek bir çok uygulama alanı olan patlayıcı bir karışım oluşturur (CO).
    karborundum * Aşındırıcımadde olarak kullanılan silisyum karbürün ticaretteki adı.
    karbür * Karbonun başka bir elementle birleşmesinden oluşan madde.
    karbüratör * Patlamalımotorlarda akaryakıtı buharlaştırıp hava ile karışmasınısağlayan cihaz.
    karbürleme * (metalürjide) Madenî bir ürünün karbon bakımından zenginleştirilmesi.
    karcığar * Klâsik Türk müziğinde hareketli bir makam.
    karda yürüyüp (gezip) izini belli etmemek * kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli işçevirmek.
    kardaş * Kardeş.
    kardelen * Nergisgillerden, baharda çok erken çiçek açan ve eczacılıkta kullanılan soğanlı bir bitki (Galanthus nivalis).
    kardeş * Aynıana babadan doğmuş, veya ana babalarından biri aynı olan çocukların birbirine göre adı.
    * Yaşça küçük olan kardeş.
    * Aralarında çok değer verilen ortak bir bağbulunanlardan her biri.
    * Seslenme sözü olarak kullanılır.
    kardeşkanı * Soy ve ırk bakımından aralarında yakınlık bulunma, kan bağı.
    kardeşkardeş * Dostlukla, dostça, sevgiyle.
    kardeşkardeşi atmış, yar başında tutmuş * kardeşler ne kadar geçimsiz olsa, kötü bir durumda birbirlerine yardım ederler.
    kardeşkavgası * Bir ülkede yurttaşların birbirlerine karşıt düşüncelerinden doğan silâhlıçatışma.
    kardeşokul * Bir okulun, toplumsal ve kültürel bakımdan yardıma ihtiyaç duyduğu için seçtiği ve türlü yardımlarda
    bulunduğu okul.
    kardeşparti * Belli bir ortak amaca yönelen siyasî toplulukların her biri.
    kardeşpayı * Yarıyarıya bölüşme; eşit paylarla bölüşme.
    kardeşşehir * Ülkemizdeki bir şehirle yabancı bir ülkedeki bir şehir arasında ilişkileri özel olarak geliştirmeyi ve
    yakınlaştırmayıkabul eden şehirlere verilen genel ad.
    kardeşçe * Kardeşe yaraşır (biçimde), dostça, içtenlikle.
    kardeşkanı * Kardeşkanıağacından alınan, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan, koyu renkte bir sakız.
    kardeşkanıağacı * Baklagillerden, en çok Asya’nın sıcak bölgelerinde yetişen bir ağaç (Draceane draco).
    kardeşlenme * Kardeşlenmek işi.
    kardeşlenmek * (ekin için) Bir kökten birkaç sap birden üremek.
    kardeşlik * Kardeşolma durumu, uhuvvet.
    * Kardeşkadar yakın sayılan kimse, yakın dost.
    * Seslenme sözü olarak kullanılır.
    * Birlik, beraberlik.
    kardeşlik etmek * kardeşgibi hareket etmek, kardeşçe davranmak.
    kardırma * Kardırmak işi.
    kardırmak * Karmak işini yaptırmak.
    kardinal * Papayıseçen, danışmanlığınıyapan başpapazlardan her biri.
    kardinal kuşu * İspinozgillerden parlak, kırmızırenkli, iri gagalı, tepelikli, ötücü bir kuştürü (Cardinalis cardinalis).
    kardinallik * Kardinal olma durumu.
    * Kardinalin görevi veya makamı.
    kardiyak * Kalple ilgili.
    * Kalp hastalığı olan kimse.
    kardiyograf * Kalbin hareketlerini, grafik biçiminde kaydeden cihaz, elektrokardiyograf.
    kardiyografi * Kalp hareketlerini kaydetme yöntemi, elektrokardiyografi.
    kardiyogram * Kardiyografın kaydettiği kalp hareketlerinin çizgilerle gösterilmişgrafiği, elektrokardiyogram.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 42

    karakoncolos * Çocuklarıkorkutmak için kendisinden söz edilen, gerçek dışı bir yaratık, umacı, hayalet.
    * Çok çirkin kimse.
    karakter * Bir nesnenin, bir bireyin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti ve bireyin davranış
    biçimlerini belirleyen ana özellik, öz yapı, seciye.
    * Bir kimsenin veya bir insan grubunun tutumu; duygulanma ve davranış biçimi.
    * Üstün, manevî özellik.
    * Basımda harf türü.
    * Bireyin kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüşve
    hareketlerinde tutarlı, sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü.
    * Bir eserde duygu, tutku ve düşünce yönlerinden ele alınan kimse.
    karakteristik * Bir kimse veya nesneye özgü olan (ayırıcınitelik), tipik.
    * Bir logaritmanın tam birimler anlatan bölümü.
    karakterize * Ayırıcıniteliği ortaya konulmuş, ayırt edilmiş.
    karakterize etmek * ayırıcıniteliğini ortaya koymak, ayırt etmek.
    karakterli * Herhangi bir karakteri olan.
    * Karakteri sağlam olan.
    karakteroloji * İnsanlarda karakterin gelişmesini ve özelliklerini inceleyen bilim dalı.
    karaktersiz * Karakteri kötü olan.
    karaktersizlik * Güvenilir karakteri olmama durumu.
    karakucak * Kökeni Orta Asya’ya kadar uzanan, en eski, yağsürülmeden, serbest biçimindeki geleneksel Türk güreşi.
    karakul * Asıl yurdu Buhara’da Karakul bölgesi olan ve yurdumuzda da yetiştirilen, tüyleri uzun ve kıvırcık bir cins
    koyun.
    karakulak * Kedigillerden, çakala benzer vahşî bir hayvan (Caracal melanotis).
    karakulak * Osmanlıİmparatorluğunda emir çavuşu, haberci.
    karakuş * Kartal türünden karakuşlara verilen ad.
    karakuş * Atların ayaklarında şişyapan bir hastalık.
    karakuşî * Kanun, kural, mantık ölçülerine dayanmayan.
    karalâhana * Yapraklarıkoyu yeşil olan bir tür lâhana.
    karalâhana çorbası * Karalâhana yapraklarının ince ince kıyılmasından sonra tere yağı, kuru fasulye, mısır yarmasıve baharat ile
    pişirilmesiyle hazırlanan sulu bir yemek.
    karalama * Karalamak işi.
    * El alıştırmak için çok tekrarlanarak yazılan yazı.
    * Üstünde düzeltmeler yapılan, temize çekilmemişyazıtaslağı, müsvedde.
    * Leke sürme, kötülük yükleme.
    karalama defteri * Karalamaların yapıldığıdefter, müsvedde defteri.
    karalamak * Boya veya kalemle birtakım şekiller çizerek bir yeri kirletmek.
    * Bir yazının üzerini çizerek onu geçersiz kılmak.
    * Taslak olarak yazmak veya çizmek.
    * Leke sürmek, kötülük yüklemek, iftira etmek.
    * Hızlıve acele olarak yazmak.
    karalanma * Karalanmak işi.
    karalanmak * Karalamak işi yapılmak.
    * Kara duruma gelmek.
    * Leke sürülmek, kötülük yüklenmek.
    karalar bağlamak (veya giymek) * yas tutmak.
    karalatma * Karalatmak işi.
    karalatmak * Karalamak işini yaptırmak.
    karalayış * Karalamak işi veya biçimi.
    karaleylek * Leylekgillerden, gagasıaşağıdoğru kıvrık, tüyleri kara, uzun bacaklı bir kuş, çeltik gagası(Ciconia nigra).
    karalı * Karası(II) olan.
    * Üzeri kalemle karalanmış.
    karalı beyazlı * Üzerinde hem kara hem beyaz bulunan.
    karalık * Kara olma durumu.
    * Karaya çalan leke.
    karaltı * Uzaklık veya karanlık sebebiyle kim veya ne olduğu seçilemeyen, belli belirsiz, koyu renkli biçim.
    * Hafif karanlık, leke.
    karama * Karamak işi.
    karamak * Hor görmek.
    * Karalamak, kara çalmak, lekelemek.
    * Kötülemek, yermek.
    karaman * Orta Anadolu’da yetiştirilen, kuyruğu iri ve yağlı bir tür koyun.
    karamandola * Daha çok ayakkabıyüzü yapılan bir çeşit sağlam ve parlak kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmış.
    Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu * bir şeye tam güvenmeyip ileride nasıl olacağını beklemek gerekir.
    karambol * Bilârdo oyununda istaka ile vurulan bilyenin öbürlerine dokunması.
    * Çarpışma, birbirine çarpma, karışıklık, karmaşa.
    karambole getirmek * karışıklıktan yararlanarak birini aldatmak.
    * bir işi aşırı bir çabuklukla yaparak gereken özeni göstermemek.
    karamelâ * Eritilmişve birazıyakılmışşekerle yapılan şekerleme.
    karamsar * Kötümser, bedbin, meyus, pesimist.
    karamsar olmak * kötümserliğe kapılmak, bedbin olmak.
    karamsarlaşma * Kötümserleşme.
    karamsarlaşmak * Kötümserleşmek.
    karamsarlaştırma * Karamsarlaştırma işi.
    karamsarlaştırmak * Karamsar etmek.
    karamsarlık * Kötümserlik, meyusiyet, bedbinlik, pesimizm.
    karamuk * Karanfilgillerden, ekin tarlalarında biten, yapraklarıkarşılıklı, çiçeği pembe mor renkte, zararlı bir bitki
    (Agrostemmagithago).
    * Vücutta kara renkli kabarcıklara sebep olan bir hastalık.
    * Koyunlarda görülen bir tür hastalık.
    karamusal * Çifte demir atıldığında geminin dönmesiyle zincirlerin karışmasınıönlemek için kullanılan x biçiminde ve
    fırdondüye bağlızincir düzeni.
    Karamusal (veya Karamürsel) sepeti * önemsiz kimse veya şey.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 43

    Karamusal (veya Karamürsel) sepeti sanmak * bir kimse veya şeyi ufak, önemsiz saymak.
    karanfil * Karanfilgillerden, güzel renkli çiçekler açan bir süs bitkisi (Dianthus caryophyllus).
    * Mersingillerden, Molük adalarında, Filipinler’de ve Hindistan’da yetişen bir ağaç (Caryophyllus
    aromaticus).
    * Bu ağacın karanfil yağıelde edilen ve baharat olarak kullanılan, ağız kokusunu gideren, acımsı, koyu renkli,
    küçük çivi biçimindeki tomurcuğu.
    karanfil yağı * Karanfilin tomurcuklarından elde edilen uçucu yağ.
    karanfilci * Karanfil yetiştiricisi.
    karanfilgiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi karanfil olan, çöven, karamuk, sabun otu ve benzeri cinsleri içine alan bir
    familya.
    karanfili sıkmak * tehlikelere ve güçlüklere göğüs gerebilmek.
    karanlığa gömülmek * koyu karanlık içinde kalmak.
    * büyük sıkıntıve keder içinde kalmak.
    karanlığa kalmak * varılacak yere varmadan akşam olmak.
    karanlığıdeşmek (veya yırtmak) * karanlıkta görmeye çalışmak, aydınlığa çıkmak için çaba harcamak.
    * Büyük sıkıntıve üzüntüden kurtulmak için çabalamak.
    karanlık * Işığı olmayan, bütünü veya bir parçasıışıktan yoksun olan.
    * Işık olmama durumu.
    * Gereğince anlaşılıp bilinemeyen, ne olacağı, sonu belli olmayan (durum).
    * Yasalara, töreye uygun olmayan; karışık.
    * Üzüntü, sıkıntı, perişanlık.
    karanlık basmak (veya çökmek) * (hava) kararmak.
    karanlık etmek * bir şeyin önünde durarak görünmesine engel olmak.
    karanlık oda * Fotoğraf camı banyosu, röntgen muayenesi gibi işlerin yapıldığıışıksız oda.
    karanlıkta göz kırpmak * bir şeyi anlatmak isterken karşısındakinin anlayamayacağı bir işarette bulunmak veya bir söz söylemek.
    karantina * Bulaşıcı bir hastalığın yaygın olduğu bir yerden gelen kişileri, gemileri ve malları geçici olarak ayırma
    biçiminde alınan önlem.
    * Hastahanelerde, yatacak hastaların kayıt ve kabul edildikleri yer.
    karantina müddeti * 343 karantina süresi.
    karantina süresi * Karantina için gerekli olan ve öngörülen süre.
    karar * Bir işveya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı.
    * (herhangi bir durum için) Tartışılarak verilen kesin yargı.
    * Bu yargıyı bildiren belge.
    * Değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik.
    * Türk müziğinde, taksim yaparken ana makama dönüş.
    * (hava için) Değişmez olma.
    * Tam ölçüsünde, ne az ne çok.
    karar almak * bir davayı, bir sorunu sonuca bağlamak.
    karar altına almak * karar vermek, kararlaştırmak.
    karar bulmak * kararlı bir durum almak; yatışmak.
    karar kılmak * birçok şeyi deneyip birini seçmek.
    karar vermek * bir sorunu karara bağlamak, kararlaştırmak.
    karara bağlamak * bir davayı, bir sorunu çözümlemek, sonuçlandırmak.
    karara kalmak * (dava için) görüşülmesi bitip yargıcın kararını beklemek.
    karara varmak * bir konuda anlaşmak, bir şeyi kararlaştırmak.
    karargâh * Bir birlik veya kurumun, kumandan ile yardımcışube ve bölümlerinden oluşan kuruluş.
    * Ordunun uzun bir süre veya geçici olarak konakladığıyer.
    * Durulan veya kalınan yer.
    kararınca * Gerektiği ölçüde.
    kararında bırakmak * ölçüyü aşmamak.
    kararış * Kararmak işi veya biçimi.
    kararlama * Kararlamak işi.
    * Kararlayarak (yapılan), tahminî.
    kararlamadan * Kararlama yoluyla, görmeden.
    kararlamak * Ölçü ve tartıya dayanmaksızın, gözle oranlayarak hesaplamak, tahmin etmek.
    kararlaşma * Kararlaşmak işi.
    kararlaşmak * Bir şey için karar verilmek.
    kararlaştırılma * Kararlaştırılmak işi.
    kararlaştırılmak * Kararlaştırmak işi yapılmak.
    kararlaştırma * Kararlaştırmak işi.
    kararlaştırmak * Bir konunun, bir işin herhangi bir yolda yapılmasıyla ilgili kesin düşünce belirtmek, tayin etmek.
    kararlı * Kararında direnen, kararınıdeğiştirmeyen, kesin karar vermişolan.
    * Düzenli, dengeli, ölçülü, istikrarlı.
    kararlıdalga * 343 duraklıdalga.
    kararlıdenge * Bir güç etkisiyle hareket ettikten sonra gene aynıduruma gelen cisimlerin konumunu anlatır.
    kararlılık * Kararlı olma durumu, istikrar.
    kararma * Kararmak işi.
    * Görüntülerin gittikçe kararıp görünmez duruma geçmesine dayanan bir noktalama çeşidi.
    kararmak * Rengi karaya dönmek, siyahlaşmak.
    * (ışık) Sönmek, kısılmak veya gücü azalmak.
    * (ateş) Sönmeye yüz tutmak.
    * (iç, ruh gibi sözlerle) Kederlenmek, canısıkılmak.
    * Niteliğini yitirmek.
    kararname * Cumhurbaşkanının onayladığıhükûmet kararı.
    * Bakanlar Kuruluna verilen yetkilere dayanarak alınan karar.
    * Bu kararı bildiren resmî yazı.
    kararsız * Kararı olmayan, karar vermekte güçlük çeken, bir kararda durmayan; duruksun, mütereddit.
    * Düzensiz, istikrarsız.
    kararsız denge * Denge durumundaki cismin küçük bir yer değiştirmesiyle bozulan denge.
    kararsızlık * Kararsız olma durumu, tereddüt.
    * Düzensizlik, istikrarsızlık.
    karartı * Karaltı.
    * Kararmışyer, siyahlık.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 41

    karacılık * Karacı olma durumu, müfterilik, iftira.
    karaciğer * Karın boşluğunun sağında bulunan, öd salgılayan, şeker depolayan, iri, açık kahve rengi organ.
    karaçalı * Hünnapgillerden, kurak yerlerde yetişen, çiçekleri altın sarısırenginde, dikenli bir bitki, çalıdikeni (Paliurus
    spinosa).
    * İki kişinin arasına girerek ilişkileri bozan kimse.
    karaçalılık * Kara çalısıçok olan yer.
    karaçam * Bir tür çam (Pinus nigra).
    Karaçayca * Karacaylıların konuştuğu Türk dilinin bir kolu.
    karaçayır * Buğdaygillerden, çimen biçiminde veya genişçayır olarak yetiştirilen bir park bitkisi (Lolium).
    Karaçaylı * Karaçay halkından olan (kimse).
    karada ölüm yok * bundan sonra herhangi bir sıkıntı ile karşılaşma ihtimali yok.
    Karadağlı * Karadağhalkından olan (kimse).
    karadağlı * Bir tür toplu tabanca.
    Karadeniz’de gemilerin mi battı? * çok düşünceli ve durgun görünen kimselere söylenir.
    karadul * Sokması büyük acıveren, iri, esmer, zehirli örümcek (Latrodectus mactans).
    karadut * Siyah renkte olan dut.
    karafa * Uzun boyunlu, kulpsuz küçük rakısürahisi.
    karafaki * Bkz. karafa.
    karafatma * Kın kanatlılardan, böcek, kurt ve sümüklü böceklerle beslenen, tarıma yararlı, parla siyah renkli bir böcek
    (Carabus).
    karagevrek * Bir çeşit üzüm.
    karagöz * Deve derisinden veya mukavvadan kesilip boyanmışinsan biçimlerini beyaz bir perde üzerine arkadan ışık
    vererek yansıtma yoluyla oynatılan oyun.
    * (ilk harf büyük) Bu oyunda halk görüşünü ve duyuşunu veren kimse.
    karagöz * İzmaritgillerden, 25-30 cm uzunluğunda, enli, boz renkli, beyaz etli bir balık (Sargus sargus).
    karagöz oynatmak * komik bir durum yaratmak.
    karagözcü * Karagöz oyunu oynatan kimse, hayalî.
    * Karagöz oyununda kullanılan boyanmışinsan biçimlerini yapıp satan kimse.
    karagözcülük * Karagözcünün mesleği.
    karagözlük * Güldürüp eğlendirecek davranış.
    karagözlük etmek * güldürüp eğlendirecek davranışlarda bulunmak.
    karagül * Karakul.
    karağı * Ateşkarıştırmaya yarayan, eğri uçlu demir çubuk.
    karağı * Tavukkarası.
    karahalile * Doğu Hindistanda yetişen bir bitkinin olgunlaşmasında önce toplanan ve kurutulan 1-3 cm uzunuluğunda,
    iğbiçiminde siyah renkli, sert, kokusuz taneleri (Fructus Myrobalani).
    Karahanlı * Orta Asya’da kurulmuşeski bir Türk devleti ve bu devleti kuran soy.
    karahindiba * Birleşikgillerden, uzun ve dişli yapraklı, çiçekleri sarıve kömeç biçiminde bir bitki (Taraxacum).
    karaiğne * Bir çeşit iğneli karınca.
    Karaim * Çoğunluğu Türk soyundan olan ve çoğu Polonya ve Litvanya topraklarında oturan bir Musevî topluluğu,
    Karay.
    Karaimce * Karaim Türkçesi, Karayca.
    karakabarcık * Kara yanık, yanıkara şarbon.
    karakaçan * Eşek.
    karakafes * Sığır diligillerden, çiçekleri beyaz ve menekşeye çalar kırmızırenkte, eczacılıkta kullanılan bir bitki, eşek
    kulağı(Symphytum).
    Karakalpakça * Karakalpakların konuştuğu Türk dilinin bir kolu.
    karakarga * Kuzgun.
    karakaş * Vücudu beyaz, ağız, burun, göz etrafı, kulak ve tırnaklarısiyah, bazen vücutlarında da siyah lekeler
    bulunan, yağlıkuyruğunun uç kısmıakkaramanlara göre fazla sarkık ve daha ziyade Güney Doğu Anadolu bölgesinde
    yetiştirlen bir tür koyun.
    karakavak * 35 m ye kadar yükselebilen, kabuğu koyu renkli bir kavak türü (Populus nigra).
    karakavuk * Hindiba.
    karakavza * Yaban havucu.
    karakeçi * Sazana benzer bir tatlısu balığı(Barbus fluviatilis).
    * Kıl keçisi.
    karakılçık * Kılçıklarısiyah olan, kırmızıveya beyaz, sert taneli buğday.
    karakol * Güvenliği sağlamakla görevli kimselerin bulunduğu konut.
    * Huzuru ve güvenliği sağlamak için hükûmete bağlıher türlü silâhlıkuvvet, kol, devriye.
    karakol gemisi * Kara sularında güvenliği sağlamak ve gözcülük yapmak için dolaşan küçük gemi.
    karakol gezmek * karakol göreviyle dolaşmak, devriye gezmek.
    karakolluk * Karakolla ilgili.
    karakolluk olmak * kavga sonucu karakola gitmek zorunda kalmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 35

    kapatılış * Kapatılmak işi veya biçimi.
    kapatılma * Kapatılmak işi.
    kapatılmak * Kapatmak işine konu olmak veya kapatmak işi yapılmak.
    * Ortadan kaldırılmak, feshedilmek.
    * Bir yerde tutulmak, hapsedilmek.
    kapatış * Kapatmak işi veya biçimi.
    kapatma * Kapatmak işi.
    * Bir erkekle nikâhsız yaşayan kadın, kapama, metres.
    * Yolsuz olarak değerinden aşağıelde edilmiş(mal).
    * Basketbolda, elinde top olmayan bir oyuncunun pas almasına veya ilerlemesine engel olma.
    kapatmak * Kapamak.
    * Yolsuz olarak bir malıdeğerinden aşağı bir karşılıkla elde etmek.
    * Bir kadınla nikâhsız yaşamak.
    * Yayımınıyasak etmek, yayımına son vermek.
    * Bütün masraflarıüzerine alıp isteği doğrultusunda ve başkalarını içeri almadan eğlenmek.
    * Bitirmek, unutturmak, söz edilmesini engellemek.
    kapattırma * Kapattırmak işi.
    kapattırmak * Kapatmak işini birine yaptırmak.
    kapçak * Uzun saplı büyük kanca.
    kapçık * Küçük kap.
    * Kovan.
    * Tahıl tanelerinde çanak.
    kapçık meyve * Meşe palamudu, ceviz gibi açılmayan, tek taneli kuru meyve.
    kapçıklı * Kapçığı olan.
    kapelâ * Şapka.
    kapı * Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı.
    * Bu açıklıktaki açılıp kapanan kanat.
    * Gelir, geçim, kısmet sağlayan yer, kaynak veya imkân.
    * Gidere yol açan ihtiyaç.
    * (tavla oyununda) İki pul üst üste getirilerek karşı oyuncunun o haneyi kullanmasına engel olan yer.
    * Ev gezmesi için gidilen yer.
    * Devlet dairesi.
    * Çok yakın zaman.
    * Resmî daire.
    kapı(bir) komşu * bitişikte oturan komşu.
    kapıaçmak * bir şeyin sözünü etmek veya bir işe başlamak.
    * pazarlığa çok yüksek bir fiyatla başlamak.
    kapıağası * Av dışında padişahın yanında bulunan iç ağaların en büyüğü olan görevli.
    * Sadrazam kapısının iç düzenini sağlamakla yükümlü görevli.
    kapıağzı * Kapının hemen yanı.
    kapıalmak (veya yapmak) * tavla oyununda bir haneye üst üste iki pul getirmek ve o hanenin karşı oyuncu tarafından kullanılmasını
    engellemek.
    kapıaralamak * bir konuya girişyapmak, karşısındakini hazırlamak.
    kapıaramak * ev ziyareti yapmak istemek.
    kapı baca açık (veya kilitli) * korunmasız veya korunmuş(yer).
    kapıçuhadarı * Osmanlıdevlet teşkilâtında ayak işlerinde, özellikle postacılık görevinde kullanılan kimse.
    kapıdışarıetmek * kovmak, dışarıatmak.
    kapıduvar * Çalındığında açılmayan kapı; ses seda çıkmayan yer.
    kapı gibi * iri vücutlu (kimse).
    kapıhalkı * Sadrazam, vezir, eyalet valileri, beylerbeyleri gibi devlet büyükleri yanında hizmet gören kimselere verilen
    genel ad.
    * Zengin ve büyük bir evde çalışanların bütünü.
    kapıkadar * eni ve uzunluğu çok olan.
    kapıkâhyası * 343 kapıkethüdası.
    kapıkapamaca * Tamamıyla, toptan, hepsi, hep birden.
    kapıkapıaramak * her yeri aramak.
    kapıkapıdolaşmak (veya gezmek) * ev ev gezmek.
    * her devlet dairesine başvurmak.
    kapıkarşı * birbirine çok yakın iki komşu durumu.
    kapıkethüdası * Osmanlıegemenliği altındaki beyliklerin, yabancıdevletlerin, eyalet valilerinin, vezir ve beylerbeylerinin
    devletle ilgili işlerine bakan görevli.
    kapıkolu * Kapıyıaçmaya veya kapamaya yarayan, genellikle metalden yapılmışnesne.
    kapıkomşu * Biribirine çok yakın veya aynısokak içinde evi olan komşu.
    kapıkulu * Osmanlılarda, devletten ödenek alan, sürekli görev yapan atlıve yaya askerlerden oluşan teşkilât.
    kapımandalı * Kapının kapalıtutulmasına yarayan demir veya tahtadan araç.
    * İşe karıştırılmayan, kendisine önem verilmeyen kimse.
    kapı oğlanı * Kapıçuhadarıyamağı.
    * Elçiliklerde çevirmen yardımcısı.
    kapıperdesi * Rüzgâr ve soğuktan korunmak için, kalın kumaştan veya deriden yapılmışörtü, perde.
    kapıtokmağı * Kapıyıçalmakta kullanılan metal parça.
    kapıyapmak * bir şey istemek veya söylemek için karşısındakini önceden başka sözlerle hazırlamak.
    * ev gezmesi yapmak.
    * (tavla oyununda) bir haneye üst üste iki pul getirerek karşı oyuncunun pullarının ilerlemesine engel olmak.
    kapıyoldaşı * Aynıyerde ve görevde çalışanlardan her biri.
    kapıcı * Daire, otel, apartman gibi büyük yapılarda bekçilik, temizlik, alışverişgibi işlerle görevli kimse.
    * Osmanlıdevlet teşkilâtında saray kapılarını bekleyen görevli sınıfı.
    kapıcık * Yumurtacığın tepesinde bulunan ve yumurtacık zarlarının iyice bitişmemesinden oluşan ağız.
    kapıcılık * Kapıcının işi.
    kapıda kalmak * içeri girememek.
    kapıdan çevirmek * geri döndürmek, kabul etmemek.
    kapıdan kovsan bacadan düşer * yüzsüz, arsız kimseler için söylenir.
    kapıkule * Eski kale ve saraylarda iki yanında korunma kuleleri bulunan anıtsal kapı.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 36

    kapılandırma * Kapılandırmak işi veya durumu.
    kapılandırmak * Kapılanmasını sağlamak.
    kapılanma * Kapılanmak işi.
    kapılanmak * Bir işe girmek; o işte uzun süre kalmak.
    kapılar yüzüne (üzerine, üstüne) kapanmak * istenilen şeye ulaşma imkânıverilmemek.
    kapılarıaçık tutmak * herhangi bir konuda ilişkiyi kesmeden anlaşma ortamınısürdürmeye çalışmak.
    kapılarıkapamak * bütün ilişkileri kesmek veya anlaşma ortamını ortadan kaldırmak.
    kapılgan * Kolayca etkilenen, her şeye çabuk kapılan.
    kapılganlık * Kapılgan olma durumu.
    kapılı * Kapısı olan.
    * Bir işte çalışan; özellikle resmî bir işte çalışan.
    kapılış * Kapılmak işi veya biçimi.
    kapılma * Kapılmak işi.
    kapılmak * Kapmak işine konu olmak.
    * Sürüklenmek.
    * Birine güvenip boş bulunarak aldanmak.
    * Tutulmak, bağlanmak.
    * Bir şeyin veya kimsenin güçlü etkisinde kalmak.
    kapının ipini çekmek * Bkz. kırk kapının ipini çekmek.
    kapıp koyuvermek * ihmal etmek.
    kapısıaçık * konuksever.
    kapısıaçık * Her isteyenin geldiği, konuk olduğu yer.
    kapısına kilit vurmak * girilip çıkılmasınıönlemek için bir yeri kapamak.
    * bir yerin çalışmasına son vermek.
    kapısınıaşındırmak * yanına çok sık gitmek.
    kapısınıçalmak * (birine) başvurmak.
    kapısınıyapmak * Bkz. kapıyapmak.
    kapısız * Kapısı olmayan.
    * Bir işi olmayan.
    kapış * Kapmak işi veya biçimi.
    * Kapışma.
    kapışkapış * Büyük bir istek göstererek.
    kapışkapışgitmek * çok çabuk satılmak, çok istenir olmak.
    kapışkapışyapmak * üstüne atılmak, rağbet göstermek.
    kapışılma * Kapışılmak işi.
    kapışılmak * Kapışmak işi yapılmak.
    * Çok istenilmek.
    kapışma * Kapışmak işi.
    kapışmak * Birlikte bir şeyin üzerine üşüşüp aceleyle almak, kapmak.
    * Kavgaya tutuşmak.
    * Kavgaya girmek.
    * (güreşte) Hırsla güreşe girmek.
    kapıştırma * Kapıştırmak işi.
    kapıştırmak * Kapışmak işini yaptırmak veya bu işin yapılmasına sebep olmak.
    kapıya dayanmak * gelip çatmak.
    * bir şey elde etmek için bir yeri, bir kimseyi zorlamak, göz korkutmak.
    kapıyıaçmak * bir işe veya bir konuya öncelikli olarak başlamak.
    * bir işte başkalarına örnek olmak.
    kapıyı büyük açmak * çok masraflı bir işe girişmek veya hesapsız harcamak.
    kapıyı göstermek * kovmak, uzaklaştırmak.
    kapik * Rublenin yüzde biri değerindeki para.
    kapital * Sermaye, ana mal.
    kapitalist * Sermayedar, ana malcı.
    kapitalistleşme * Kapitalistleşmek durumu.
    kapitalistleşmek * Kapitalist duruma gelmek.
    kapitalistleştirme * Kapitalistleştirmek işi.
    kapitalistleştirmek * Kapitalist duruma getirmek.
    kapitalizasyon * Anaparaya dönüştürmek işi.
    kapitalizm * Anamalcılık.
    kapitone * İçi pamuk veya yün vatka ile doldurularak dikilmiş, döşemelik veya giyim eşyasıyapımında kullanılan
    kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışveya bu biçimde dikilmiş.
    kapitülâsyon * Bir ülkede yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen ayrıcalık hakları.
    kapkaç * Kapıp kaçmak yoluyla yapılan bir çeşit hırsızlık.
    kapkaççı * Belli etmeden para vb. şeyleri çalıp kaçan (kimse).
    * Üstünkörü işgören, işe gereken önemi vermeyen, baştansavma, alelâde.
    kapkaççılık * Kapkaççı olma durumu.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 37

    kapkara * Her yanıkara.
    * Kömür gibi kara, simsiyah.
    kapkaranlık * Çok karanlık.
    kaplam * Bir kavramın ve o kavramıdile getiren terimin içerdiği varlıkların ve bireysel olayların bütünü, kapsam,
    şümul.
    kaplama * Kaplamak işi.
    * Bir şeyin dışına süsleme veya koruma amacıyla geçirilen başka maddeden kat.
    * Üstü herhangi bir başka maddeyle kaplanmışolan.
    * Kalınlığı5 mm den az, ince ağaç levha.
    kaplamacı * Gümüş, altın gibi değerli madenlerle kaplama işi yapan kimse.
    kaplamacılık * Kaplamacı olma durumu.
    * Kaplamacının işi veya mesleği.
    kaplamak * Her yanınıörtmek, istilâ etmek.
    * Çepeçevre sarmak.
    * Bir kabın, bir kılıfın, bir örtünün içine almak.
    * Yayılıp doldurmak, etkisinde bırakmak.
    * Bastırmak.
    * Bir yüzeyi döşemek, başka bir nesne ile örtmek.
    * Kaplama adıverilen ince ağaç levhaları, değişik yöntemlerle hazırlanan tablalara yapıştırmak.
    * Bir madeni bir başka madenle kimyasal bir yöntemle örtmek.
    * Bir kimsenin veya bir şeyin nitelikleri herkesçe bilinir olmak.
    * (duygular için) Doldurmak.
    kaplamalı * Bir şeyle kaplanmış.
    kaplamalımobilya * Yüzeyleri ağaç, plâstik ve benzeri levhalarla kaplanmışmobilya.
    kaplamlı * Birçok şeyleri kaplamı içine alan.
    kaplamsal * Kavramla ilgili bütün özellikleri bir arada bulunduran.
    kaplamsallık * Kaplamsal olma özelliği.
    kaplan * Kedigillerden, enine siyah çizgili, koyu sarıpostu olan, Asya’da yaşayan çevik ve yırtıcıhayvan (Felis tigris).
    kaplan atlaması * Çift ayakla sıçrayıp kazanılan uçma hızıyla araç veya canlıengeller üzerinden aştıktan sonra, karşıdaki
    yardımcının omuzlarına dayanıp, hız keserek ayak üstü düşme.
    kaplan böcek * Başka böceklerle beslenerek tarım için çok yararlı olan kaplan böcekler familyasının örnek türü (Cicindela
    campestris).
    kaplan böcekler * Çok zararlı böcekleri oburca avlayarak, bitki, hayvan ve insan sağlığına yardımcı olan, güzel renkli, kın
    kanatlı böcekler familyası.
    kaplan derisi * Deri sanayiinde çok tutulan ve kadın giysisi yapımında kullanılan deri.
    kaplanboğan * Boğan otunun bir türü, itboğan (Aconitum napellus).
    kaplanış * Kaplanmak işi veya biçimi.
    kaplanma * Kaplanmak işi.
    kaplanmak * Kaplamak işi yapılmak.
    kaplatış * Kaplatmak işi veya biçimi.
    kaplatma * Kaplatmak işi.
    kaplatmak * Kaplamak işini yaptırmak.
    kaplayış * Kaplamak işi veya biçimi.
    kaplı * Kaplanmışolan.
    * Altındakini göstermeyecek kadar çok olan.
    * Kabı olan.
    kaplıca * Ilıca.
    kaplıca * Taneleri ufak bir cins buğday (Triticum monococcum).
    kaplıcalık * Kaplıcaya uygun, kaplıcada kullanmaya yarayan (şey).
    kaplık * Kap kacak koymaya yarayan yer.
    * Defter, kitap gibi şeyleri kaplamaya yarayan.
    * Herhangi bir kap dolduracak kadar olan.
    kaplumbağa * Kaplumbağalardan, çok sert ve kemiksi bir kabuk içinde yaşayan, ağır yürüyüşlü, dört ayaklı, sürüngen
    hayvan (Testudo).
    kaplumbağa gibi * soğukkanlıve yavaşhareket eden kimseler için kullanılır.
    kaplumbağa yürüyüşü * Çok ağır yürüyüş.
    kaplumbağalar * Sürüngenlerden, kara ve deniz kaplumbağalarının türlü cinslerini içine alan takım.
    kapma * Kapmak işi.
    * Hile ile elde edilen.
    kapmaca * Kapma.
    * Bkz. köşe kapmaca.
    kapmak * Birdenbire yakalayarak, çekerek almak.
    * Isırıp parçalamak.
    * Koparmak, kıstırmak.
    * İşitir işitmez veya görür görmez bellemek ve öğrenmek.
    * (yer için) Ayırmak, tutmak.
    * Bulaşmışolmak, geçmek.
    kapnisit * Hidratlıdoğal alüminyum fosfat.
    kaporta * Kaput veya ön kapak (otomobilde).
    * Motorlu taşıtlarda bütün taşıtıörten, genellikle sacdan yapılmışörtü.
    * Gemi içinin aydınlanmasıve hava almasıamacıyla güvertede açılmış bulunan camekânlıyer.
    kaportacı * Otomobil kaportalarını onaran usta.
    kaportacılık * Kaporta yapma veya onarma işi.
    kapriçyo * Çalgıveya ses için bestelenmiş, serbest biçimde parça.
    kapris * Geçici, düşüncesizce, değişken istek.
    kapris yapmak * değişken, geçici isteklerde bulunarak huysuzca davranmak.
    kaprisli * Kaprisi olan.
    kaprissiz * Kaprisi olmayan.
    kapsam * Sınırları içine başka konularıveya anlamlarıalma durumu, şumul.
    kapsama * Kapsamak işi.
    kapsama alanı * Telsiz telefonlarda konuşmanın yapılabileceği alan.
    kapsamak * İçine almak, sınırları içine almak, şamil olmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 38

    kapsamına alma (veya alınma) * içine alma (alınma), şümullendirme (şümullendirilme).
    kapsamını genişletmek * (bir şeyin) sınırları içine giren öğeleri genişletmek, şümullendirmek.
    kapsamlı * Kapsamı olan.
    * Kapsamı genişolan, şümullü.
    kapsayıcı * Bütün özelikleri ve incelikleri içine alan tanım, kısır döngü karşıtı.
    kapsız * Kabı olmayan.
    * Kaplanmamışolan.
    kapsül * Şişe kapağı.
    * Ateşli silâhlarda horozun veya iğnenin çarpmasıyla ateşalan, bir tür özel barutla dolu, küçük, yuvarlak
    metal parça.
    * Oyuncak tabancalarda kullanılan, şerit biçiminde iki kâğıt tabaka arasına konmuşpatlayıcımadde.
    * Lâboratuvarlarda kullanılan yarım küre biçimindeki kap.
    * Bazı bitkilerde tohumları içinde taşıyan kuru kabuk.
    * Bir organıveya yapıyıçevreleyen kese biçiminde zar.
    * Bazı ilâçların, kolay yutulmak üzere içine konulduğu, ilâcın yapısınıetkilemeyen jelâtinden kap.
    * Raflımobilyalarda raflarıtaşımak için yan tablalara açılan deliklere çakılan ortasıdelik ve silindir biçimli
    metal veya plâstik araç.
    * Oturma mobilyalarının, masa, sehpa gibi eşyaların ayaklarının altına çakılan, genellikle üç tırnaklıveya
    ortadan çivili, tepesi bombeli, kalın sacdan pres yapılarak elde edilen araç.
    kaptan * Gemi yönetimiyle ilgili en yüksek görevli.
    * (spor oyunlarında) Takım başı.
    * Kaptan pilot.
    * Balkanlarda çete savaşıyapan milis gücünde çarpışan kimse, efe.
    kaptan köprüsü * Kaptanın gemiyi yönettiği, geminin üst katında bulunan bölüm.
    kaptan köşkü * Kaptan köprüsü.
    kaptan paşa * Bkz. kaptanıderya.
    kaptan pilot * Uçak komutanı.
    * Şehirler arasıyolcu otobüslerinde sürücü.
    kaptanıderya * Osmanlıdevletinde deniz kuvvetlerinin en büyük askerî ve idarî âmiri.
    kaptanlık * Kaptan olma durumu.
    * Kaptan mesleği ve aşaması.
    kaptıkaçtı * Yolcu taşımakta kullanılan motorlu küçük taşıt.
    * İskambil kâğıtlarıyla oynanan bir tür oyun.
    * Kapıp kaçarak yapılan hırsızlık.
    kaptırma * Kaptırmak işi.
    * Marangozlukta kullanılan küçük el testeresi.
    kaptırmak * Ele geçirmesine, kapmasına yol açmak.
    * Vücudun herhangi bir organı, bir kaza sonucunda makine tarafından ezilmek veya koparılmak.
    * Yanlış bir davranışsonucu birine uygun imkânı sağlamak, fırsat vermek.
    * Elinden kaçırmak.
    kapuçin * Lâtin çiçeği.
    kapuska * Etli lâhana yemeği.
    kaput * Asker paltosu.
    * Otomobil, kamyon gibi motorlu taşıtlarda motoru örten açılır kapanır biçimde yapılan kapak, kaporta.
    * Cinsî ilişkilerle geçebilecek hastalıklardan korunmak veya kadının gebe kalmasınıönlemek için erkeklerin
    kullandığı ince, saydam bir çeşit kılıf, prezervatif, kondom.
    kaput * İskambilde hiç el vermeden yenme.
    * Kötü, bozuk.
    kaput bezi * Pamuktan düz dokuma, Amerikan bezi.
    kaput etmek * kâğıt oyununda karşısındakini tek sayıalmak imkânından yoksun bırakmak.
    kaput gitmek (veya olmak) * kâğıt oyununda hiçbir sayıalamamak.
    * hiçbir sınavıverememek.
    kaputluk * Kaput yapmak için kullanılacak (kumaş).
    * Kaputların konulduğu yer.
    kapuz * Dar ve derin boğaz, geçit.
    * İçine girilmeyen sık orman.
    kapüşon * Başlık.
    kar * Havada beyaz ve hafif billûrlar biçiminde donarak yağan su buharı.
    kâr * Alışverişişlerinin sağladığıpara kazancı.
    * Yarar, fayda.
    * Maliyet fiyatıyla satışfiyatıarasındaki fark.
    kar baykuşu * İskandinavya ve kuzey kürede yaşayan koyu renk benekli büyük baykuş(Nyctes scandica).
    kâr bırakmak * kazanç getirmek.
    kar çiçeği * Süsengillerden, beyaz ve pembe çiçekler açan soğanlı bitki (Leuconium).
    kar dikeni * Dişotugillerden, pembe çiçekli bir tür çalı(Acantholimon echinus).
    kâr etmek * kazanç elde etmek, yarar sağlamak.
    * etki yapmak.
    * iyi gelmek, etkisi iyi olmak.
    kâr etmemek * yararı olmamak, etki yapmamak.
    kâr getirmek * bir şey para kazandırmak.
    kar gibi * temiz, beyaz.
    kâr haddi * Kazanç sınırı.
    kar helvası * Pekmez karıştırılmışkar.
    * İcat edenlerin bile beğenmedikleri şey.
    kar ispinozu * Asya ve Avrupa’nın yüksek yerlerinde, karlık bölgelerde yaşayan serçeye benzer küçük ötücü kuş
    (Montifringilla nivalis).
    kâr koymak * bir şeyin maliyet fiyatıüzerine kâr payınıkatmak, kazanç koymak.
    kar kuşu * Serçegillerden, karlıdağların doruklarında yaşayan, bacaklarıve parmaklarıtüylü bir kuş(Plectrophenax
    nivalis).
    kar kuyusu * Yazın kullanılmak üzere içinde kar saklanan kuyu, karlık.
    kâr merkezi * Bir işletmenin veya şirketin kendi kâr veya zararlarından sorumlu olarak çalışan, yerine göre tamamen
    bağımsız davranabilen birimi.
    kâr payı * Herhangi bir malın maliyet fiyatıüzerine konulan ve satıcıya kalan kazanç.
    * Bir işletmenin maliyet giderleri ve zararlarıçıkarıldıktan sonra kalan net kârın pay senedi başına düşen
    bölümü, temettü hissesi.
    kâr paylaşımı * Bir işletmenin ve şirketin yıl sonu kârlarından çalışanlarına, bir teşvik yöntemi olarak, pay verilmesi.
    kar sapanı * Kayarken kayak uçlarını birbirine yaklaştırma, arka uçlarını ise birbirinden uzaklaştırmayla sağlanan
    frenleme durumu.
    kar yağmak * kar yere düşmek.
    kâr zararın kardeşidir * ticarette sadece kâr etmek düşünülmez, zarar da edilebilir.
    kara * Yeryüzünün denizle örtülü olmayan bölümü, toprak.
    kara * En koyu renk, siyah, ak, beyaz karşıtı.
    * Bu renkte olan.
    * Esmer.
    * Çoğu kez tür belirtmeye yarar.
    * Kötü, uğursuz, sıkıntılı.
    * Yüz kızartıcıdurum, leke.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 39

    kara ağızlı * Kara çalıcı, iftira eden.
    kara baht * Kara yazı.
    kara borsa * Piyasada olmayan malın gizlice yüksek fiyatla alınıp satılması işi.
    kara borsacı * Kara borsacılık yapan kimse.
    kara borsacılık * Kara borsacı olma durumu.
    kara borsaya düşmek * bir mal gizlice alınıp satılır olmak.
    kara boya * Zaç yağı, sülfürik asit.
    kara bulut * Koyu esmer renkte büyük yağmur bulutu, nimbus.
    kara cahil * Çok cahil.
    kara cümle * Aritmetikte dört işlem.
    kara çalmak * birine iftira etmek.
    kara çavuş * Bir tür üzüm.
    kara damaklı * İnatçı, aksi.
    kara davar * Her yaştaki kıl keçi veya kıl keçi sürüsü.
    kara düzen * Halk müziğinde bağlama çalıştürlerinden biri.
    kara elmas * Kayalarıdelmekte kullanılan siyah elmas, karbonado.
    * Maden kömürü.
    kara et * Kastan oluşan yağsız et.
    Kara Evli * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    kara fırın * İçinde odun yakılmak suretiyle ekmek pişirilen, yüksek ateşe dayanıklıtuğlalardan yapılmışve pişirme
    süresi modern fırınlardan daha uzun olan fırın, taşfırın.
    kara gün * Üzüntülü, sıkıntılızaman.
    kara gün dostu * Sıkıntılı günlerde de dostluğunu sürdüren ve yardımcı olan kimse.
    kara haber * Ölüm veya felâket haberi.
    * Kötü, üzücü veya sıkıntıyaratan haber, bilgi.
    kara haber tez duyulur * kötü haber çabuk duyulur.
    kara humma * Tifo.
    kara iklimi * Gece ile gündüz, yaz ile kışarasındali sıcaklık farkıçok, yağışıaz iklim.
    kara kafalı * BatıAvrupa ülkelerindeki insanların oralarda çalışan Türk işçilerine taktıklarıad.
    kara kalem * Resim yapmada kullanılan kömür kalem.
    * Kömür kalemiyle yapılan (resim).
    kara kaplıkitap * Tanık olarak alınan kitap.
    kara kara düşünmek * çok üzüntülü olmak, düşünceye dalmak.
    kara kaş * Kaşlarıkara ve gür olan.
    kara kedi geçmek * birbirinden soğumak, aralarına soğukluk girmek.
    kara kehribar * Süs eşyasıyapımında kullanılan parlak, siyah linyit, oksidiyon taşı.
    kara keme * Yer mantarı.
    kara kış * Kışortası, kışın en şiddetli zamanı, zemheri.
    * Çok sıkıntılıdurum veya zaman.
    kara koca * Saçıağarmamışyaşlıkimse.
    kara kovan * Arıların fennî kovan yerine içine petek oluşturduklarısazdan, çamurdan veya sepetten kovan.
    kara kullukçu * Yeniçeri ocağı bölüklerinde odalarıve odaya gelen konukların ayakkabılarınıtemizlemek, yemek kaplarını
    yıkamak gibi işlerle görevli er.
    kara kurbağası * Kurbağalardan, karalarda yaşayan, yumurtalarınısuya bırakan amfibyum.
    kara kuru * Esmer ve zayıf.
    kara kusmuk * İçinde bol kara kan bulunan kusmuk.
    kara kutu * Uçaklarda pilotların konuşmalarınıve kuleden gelen mesajlarıalıp saklayan bir araç.
    kara kuvvet * Din bağnazlığının oluşturduğu gerici ve tehlikeli güç.
    kara kuvvetleri * Bir ülkeyi karadan gelecek saldırıve tehlikeye karşıkorumak amacı ile kurulan askerî teşkilât.
    * Silâhlıkuvvetler içinde yer alan kara ordularının tümü.
    kara liste * Zararlıveya sakıncalıdiye belirlenen veya cezalandırılmalarıdüşünülen kimselerin listesi.
    kara maşa * Zayıf, esmer, ufak tefek kadın.
    kara mili * 1609 m uzunluğundaki ölçü.
    kara mizah * Yalnız güldürmeyi değil, daha çok düşündürmeyi ve yergiyi amaçlayan mizah.
    kara para * Yasa dışıyollardan sağlanan kazanç.
    kara pazar * Piyasada olmayan malların gizli olarak yüksek fiyatla satıldığıyer.
    kara saban * Derine inemediği için toprağın altını gereği kadar üstüne getiremeyen ilkel bir saban.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 40

    kara sarı * Sarıya çalan siyah.
    kara sevda * Umutsuz ve güçlü aşk.
    * Kişinin belirli bir sebep olmadan çöküntü durumuna girip çevreden gelen uyaranlara kapanması, güçlü suç
    ve günah duyguları içine düşmesi durumu, malihulya, melânkoli.
    kara sevdalı * Kara sevdaya tutulmuş, melânkolik.
    kara su * Ağır akan su.
    kara suları * Bir devletin deniz kıyıları boyunca egemenliği altında tuttuğu belli genişlikte su şeridi.
    kara sürmek * Bkz. kara çalmak.
    kara tahta * Okullarda tebeşirle üzerine yazıyazılan, çoğu tahtadan, siyah ve genişlevha.
    kara tren * Tren.
    kara vapuru * Demir yolu taşıtı.
    kara yağız * Sağlıklı, gürbüz, güçlü.
    kara yazı * Kötü talih, kara baht.
    kara yel * Kuzeybatıdan esen, genellikle soğuk, bazen fırtına niteliğinde yel, keşişleme karşıtı.
    kara yeli * Yaz geceleri karadan denize doğru esen yel.
    kara yer * Mezar, sin, gömüt.
    kara yolu * Yerleşim merkezlerini karadan birbirine bağlayan yol.
    kara yosunları * Çiçeksiz bitkiler sınıfından, nemli yerlerde yetişen, birleşim veya spor verme yoluyla üreyen, pek çok türleri
    bulunan bir bitki familyası.
    kara yosunu * Çayır ve ormanlarda yumuşak bir bitki oluşturan çiçeksiz bitki, temriye.
    kara yüz * Utanç verici, yüz kızartıcıdurum.
    kara yüzlü * Suçlu, lekeli, günahkâr.
    karaağaç * Kara ağaçgillerin örnek bitkisi olan, kerestesi değerli bir ağaç (Ulmus).
    karaağaçgiller * İki çeneklilerden, yapraklarıdişli, çiçekleri demet durumunda ve meyveleri kapçık meyve olan, kara ağaç,
    çitlembik gibi cinsleri içine alan bitki familyası.
    karaardıç * Güney Avrupa’da yetişen bir ardıç türü (Juniperus sabina).
    karaasma * Loğusa otu, zeravent.
    karabacak * Pancar fidelerinde gelişerek, fidenin ölümüne veya cılız kalmasına yol açan ve yerleştiği bölgeleri kara
    beneklerle örten asklımantar.
    * Bu mantarın sebep olduğu hastalık.
    karabakal * Karatavukgillerden, kara renkli ardıç kuşu (Tutrdus pilaris).
    karabaldır * Baldırıkara.
    karabalık * Tatlısu kayası.
    karaballık * Birtakım böceklerin çıkardıklarışekerli sıvıya yapışarak yaprak, filiz ve meyvelerin kurum karası bir renkte
    kaplanmasına yol açan ilkel mantar.
    * Bu mantarın sebep olduğu hastalık.
    karabasan * Sıkıntılıve korkulu düş, kâbus.
    * Bir kimsenin içinde bulunduğu karmakarışık, sıkıntılıruh durumu.
    karabaş * Rahip, keşiş.
    * Evlenmemiş, evlenmek istemeyen erkek.
    * Çoban köpeği.
    * Kışa dayanıklısert buğday.
    * Ballı babagillerden, çiçekleri mavi veya menekşe renginde başakçıklar durumunda olan ıtırlı bir bitki
    (Lvendula staechas).
    * Bir hücreli özel bir asalağın, hindinin karaciğerine yerleşerek yaptığı, büyük ölçüde ölümlere yol açan
    kümes hastalığı.
    karabatak * Karabatakgillerden, balıkla beslenen, gagasıuzun ve sivri, kara tüylü bir deniz kuşu (Phalacrocorax).
    karabatak gibi * bir görünüp bir ortadan kaybolan (kimse).
    karabatakgiller * Leyleksiler takımının, örnek hayvanıkarabatak olan bir familyası.
    karabet * Yakınlık.
    * Hısımlık.
    karabiber * Karabibergillerin örnek bitkisi olan, zeytinsi, meyvelerin taneleri yuvarlak, yapraklarıkalp biçiminde,
    tırmanıcı bir bitki (Piper nigrum).
    * Bu bitkinin baharat olarak kullanılan kuru ve siyah tanesi.
    * Sevimli ve ufak tefek esmer güzeli.
    karabibergiller * Taçsız iki çeneklilerden, karabiberle türlerini içine alan bir bitki familyası.
    karabina * Namlusu genellikle yivli, kısa ve hafif bir tüfek.
    karabinyer * İtalyan jandarmalarına verilen ad.
    karabuğday * Karabuğdaygillerden, tohumları için yetiştirilen, bir yıllık bitki (Fagopyrum).
    karabuğdaygiller * Taçsız iki çeneklilerden, ravent, kuzukulağı, kurtpençesi, çobandeğneği ve karabuğday gibi sapları
    boğumlu, çiçekleri başak veya salkım durumunda bazıtürleri hekimlikte kullanılan bitkileri içinde toplayan bir
    familya.
    karaburçak * Baklagillerden, hayvan yemi ve gübre olarak kullanılan bir tür, küşne (Ervum ervilla).
    karaca * Rengi karaya yakın olan, esmer.
    karaca * Geyikgillerden, boynuzlarıküçük ve çatallı bir av hayvanı(Capreolus).
    karaca * Üst kol.
    karaca darısı * Buğdaygillerden, hayvanlara yedirilmek için ekilen bir bitki (Panicum milliaceum).
    karaca kemiği * Bkz. kol kemiği.
    karaca kuruca * Esmer, zayıf ve çelimsiz bir biçimde.
    karaca ot * Bir çöpleme türü (Helloborus niger).
    * Çörek otu.
    karacı * Kara kuvvetlerine bağlı(subay, astsubay veya er).
    karacı * Birine işlemediği bir suçu veya kendisinde bulunmayan bir ayı bıyükleyen, kara çalan, iftiracı, müfteri.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 31

    kanıt * Bir şeyin doğruluğu, gerçekliği konusunda kanıverici belge, delil.
    * Sonurguya ulaşan bir uslamlamanın dayandığı gerçek, delil.
    * Kanıverici öğe; anlaşmazlık konusu olan şeyde, yargıcın kanılarını oluşturan şey.
    kanıtlama * Kanıtlamak işi.
    kanıtlamak * Bir şeyin gerçek yönünü kanıtla ortaya koymak, ispat etmek.
    kanıtlandırma * Kanıtlandırmak işi.
    kanıtlandırmak * Bir düşünceyi, bir savıyeterli delillerle doğrulamak, belgelemek ve açıklamak.
    kanıtlanış * Kanıtlanmak işi veya biçimi.
    kanıtlanma * Kanıtlanmak işi.
    kanıtlanmak * Kanıtlamak işi yapılmak, ispat edilmek.
    kanıtlı * Kanıtla gösterilmiş, müdellel.
    kanıtsama * Kanıtsamak işi.
    kanıtsamak * Kanıt, belge veya delil olarak kabul etmek.
    kanıya varmak * belli bir kanıedinmişolmak.
    kanıyla ödemek * yaptığının cezasınıhayatıyla ödemek.
    kani * Kanmış, inanmış.
    kani olmak * inanmak, kanmak.
    kaniş * Uzun, kıvırcık tüylü bir cins köpek.
    kankan * Kadınların oynadığı hareketli bir Fransız dansı.
    kankurutan * Adam otu.
    kanlama * Kanlamak işi.
    kanlamak * Kana bulamak.
    kanlandırma * Kanlandırmak işi.
    kanlandırmak * Kanlanmasını sağlamak.
    kanlanma * Kanlanmak işi.
    kanlanmak * Kan bulaşmak.
    * Kanıçoğalmak.
    * Bir organda kan birikmek.
    kanlı * Kan bulaşmış.
    * Kanı olan.
    * Kan dökülmesine sebep olan.
    * İsteyerek kan dökmüşolan (kimse), hunriz, katil.
    * Kanlanmışolan.
    * Kanıyoğun olan, demevi.
    * Kan davasında taraf olan.
    kanlı basur * Dizanteri.
    kanlı bıçaklı * Birbirlerini öldürecek kadar düşman olma.
    kanlı bıçaklı olmak * aralarında herhangi bir sebepten dolayı birbirini öldürecek kadar düşmanlık bulunmak.
    kanlıcanlı * Sağlıklı, sapasağlam, vücut sağlığıyüzünden belli olan.
    kanlıkatil * Çok insan öldürmüşveya birini vahşice öldürmüşkatil.
    kanlıyaş(lar) dökmek * büyük üzüntüyle ağlamak.
    kanlılık * Kanlı olma durumu.
    kanlısı olmak * birinin katili olmak.
    kanma * Kanmak işi.
    kanmak * Söylenilen sözün, anlatılan konunun doğruluğuna inanmak.
    * (tatlısözlere) Aldanmak.
    * (soyut veya somut olarak) Bir ihtiyacını, bir isteğini yeteri kadar karşılamışolmak, doymak.
    * Yetinmek, iktifa etmek.
    kanmazlık * İhtiyacınıveya isteğini yeteri kadar karşıladığıhâlde yeterli bulmamak.
    kano * Kürekle yürütülen dar, uzun, hafif tekne.
    kanon * Belirgin aralıklarla ilerleyen iki veya daha çok sesin taklidiyle oluşan bütün.
    kanotiye * Düz kenarlışapka.
    kansa * Bkz. konsa.
    kanser * Bir organ veya dokudaki hücrelerin düzensiz olarak bölünüp çoğalmasıyla beliren kötü ur, incitmebeni.
    kanser bilimi * Kanser hastalıklarını inceleyen tıp dalı, kanseroloji.
    kanserleşme * Kansere dönüşme.
    kanserleşmek * Kansere dönüşmek, kanser durumunu almak.
    kanserleştirme * Kanser yapıcı, kanser üretici.
    kanserli * Kanser niteliğinde olan.
    * Kansere yakalanmış.
    kanserojen * Kanserleştirici.
    kanseroloji * Kanser bilimi.
    kansız * Kanı olmayan.
    * Kan dökmeden yapılan.
    * Kanıaz olan, çok kan kaybetmişolan, anemik.
    * Duygusuz ve korkak.
    kansız ameliyat * Kanama olmayacak derecede kan dolaşımıdondurularak gerçekleştirilen ameliyat.