Kategori: K

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 68

    kaynatılma * Kaynatılmak işi.
    kaynatılmak * Kaynatmak işi yapılmak.
    kaynatma * Kaynatmak işi.
    kaynatmak * Kaynamasını sağlamak.
    * Kaynak yapmak.
    * Konuşmak, sohbet etmek.
    * Belli etmeden almak; unutturmak.
    kaynayan kazan kapak tutmaz * için için gelişen olaylar veya duygular bir yerde patlak verir.
    kaynayış * Kaynamak işi veya biçimi.
    kaypak * Kayagan, kaygan.
    * Sözünde durmaz, dönek.
    kaypakça * Biraz kaypak.
    * Sözünde durmayarak, döneklik ederek.
    kaypaklaşma * Kaypaklaşmak işi.
    kaypaklaşmak * Kaypak bir duruma gelmek.
    kaypaklık * Kaypak olma durumu.
    * Sözünde durmazlık, döneklik.
    kaypama * Kaypamak işi.
    kaypamak * Ayağıkaymak.
    kayra * Yüksek tutulan veya sayılan birinden gelen iyilik, lütuf, ihsan, atıfet, inayet.
    * Bkz. Tanrıkayrası.
    kayracılık * Evrendeki bütün olaylarıtanrısal sebebe dayandıran, insanların ancak Tanrıkayrasıyla, bağışıyla
    kurtulabileceğini ileri süren öğreti, providansiyalizm.
    kayrak * Ekime elverişli olmayan, taşlı, kumlu toprak.
    * Yassı, düz taş.
    * Bileği taşı.
    kayran * Orman içinde genişve çıplak alan, düzlük.
    kayrılma * Kayrılmak işi.
    kayrılmak * Kayırmak işi yapılmak.
    kayser * Roma, Bizans ve Alman imparatorlarına verilen unvan.
    kayşa * Kayşamak olayı, kayma, göçü, heyelân.
    kayşama * Kayşamak işi.
    kayşamak * Kaya, toprak vb.yerinden koparak aşağıya kaymak.
    kayşat * Kayşama sonucu yerinden kopmuşparça.
    kaytaban * Sürü, deve sürüsü.
    * Başı boş, düzensiz.
    kaytak * Kuytu.
    * Sözünde durmayan.
    * Yağcı, dalkavuk, numaracı.
    kaytaklık * Kaytak olma durumu.
    kaytan * Pamuk veya ipekten sicim.
    * Yelkeni yarıkapatmak için kullanılan örgü halat.
    kaytan bıyıklı * İnce ve uzun bıyıklı.
    kaytanlı * Kaytanı olan, kaytanla dikilmiş.
    kaytarıcı * İşten kaçan kimse.
    kaytarış * Kaytarmak işi veya biçimi.
    kaytarma * Kaytarmak işi.
    kaytarmacı * Kaytaran (kimse).
    kaytarmacılık * Kaytarmacının işi.
    kaytarmak * Geri çevirmek, iade etmek.
    * İşten kaçmak.
    kayyım * Bkz. kayyum.
    kayyum * Cami hademesi.
    * Belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse.
    kayyumluk * Kayyum olma durumu.
    * Kayyumun görevi.
    kaz * Perde ayaklılardan, uzun, beyaz veya gri boyunlu, suda ve karada yaşayan, uçan, yabanî veya evcil kuş
    (Anser).
    * Budala.
    kaz ayağı * Bkz. kazayağı.
    kaz gelen yerden tavuk esirgenmez * büyük çıkarlar beklenen yerde küçük fedakârlıklar yapılmalıdır.
    kaz kafalı * Anlayışsız, kavrayışsız, kafasız.
    kaza * Can veya mal kaybına veya zararına sebep olan kötü olay.
    * Vaktinde kılınmayan namazıveya tutulmayan orucu sonradan dinî kurallara uygun olarak yerine getirme.
    * Yargı, yargılama.
    * Kadının görevi.
    * İlçe, kaymakamlık.
    kaza dairesi * Yargıçevresi.
    kaza etmek * vaktinde kılınmayan namazı, tutulmayan orucu dinî kurallara uygun olarak yerine getirmek.
    kaza ile * kazara.
    kaza kurşunu * Yanlışlıkla gelen mermi.
    kaza ve kader * alın yazısı.
    kazaen * Kazara.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 69

    kazağı * Kazımakta veya temizlemekte kullanılan demir araç.
    Kazak * Kazakistan Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse.
    * Güney Rusya’da yaşayan Slavlaşmış bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse.
    * Kazaklara özgü olan, Kazaklarla ilgili olan.
    kazak * Genellikle kollu, baştan geçirilerek giyilen, örme üst giysisi.
    * Cokeylerin giydiği, göz alıcırenklerde bir tür ceket.
    kazak * Rusya’da ve İran’da ayrı bir sınıf oluşturan atlıasker.
    * Karısına söz geçirebilen, dediğini yaptırabilen erkek, kılı bık karşıtı.
    Kazak çömelmesi * Bir bacak üzerinde çömelip dizi iyice bükerken, öteki bacağıönde tutma biçiminde yapılan bir güç
    alıştırması.
    Kazakça * Kazak Türkçesi.
    kazaklık * Karısına söz geçirme, dediğini yaptırma durumu.
    kazalı * Kazaya yol açan, sakıncalı, tehlikeli.
    * Kaza geçirmişolan.
    * İlçesi olan.
    kazamat * Obüslerden, bombalardan korunmak için yerin altına kazılmışsiper.
    kazan * Çok miktarda yemek pişirmeye veya bir şey kaynatmaya yarar büyük, derin ve kulplu kap.
    * Buhar makinelerinde, kalorifer tesisatında, suyun kaynatıldığıkapalıkap.
    kazan (biri) kepçe * bir kimsenin, bir yeri iyice araştırdığınıanlatır.
    kazan dairesi * Çok katlıyapılarda ısıtma sisteminin yer aldığı bölüm.
    kazan kaldırmak (veya devirmek) * (yeniçeriler) yemek pişirilen kazanıkaldırarak ayaklanmak, isyan etmek.
    * yöneticinin bir tutumuna karşıhep birden ayaklanmak, isyan etmek.
    kazan kaynamayan yerde maymun oynamaz * hiçbir işkarşılıksız yapılmaz.
    kazan taşı * Kalsiyum tuzlarıkapsayan suyun ısıtıldığıkabın iç yüzeyinde oluşturduğu katman.
    kazancı * Kazan yapan, satan veya onaran usta.
    * Kazanıateşleyen kimse, ateşçi.
    kazancılık * Kazancının işi veya mesleği.
    kazanç * Satılan bir mal, yapılan bir işveya harcanan bir emek karşılığında elde edilen para, temettü.
    * Yarar, çıkar, kâr.
    kazançlı * Kazanmışolan.
    * Kazanç getiren, kazanç sağlayan.
    kazançsız * Kazancı olmayan.
    kazandırma * Kazandırmak işi.
    kazandırmak * Kazanmasını sağlamak.
    kazandibi * Dibi tutturularak hafif yanık kokusu verilmişmuhallebi.
    kazanıkapalıkaynamak) * iç yüzü bilinmemek.
    kazanılma * Kazanılmak işi.
    kazanılmak * Kazanmak işi yapılmak.
    kazanım * Kazanmak işi.
    * Bir işyerinde işçilere sağlanan hukuk, sosyal ve malî her tür hak.
    kazanış * Kazanmak işi veya biçimi.
    kazanma * Kazanmak işi, edinme.
    kazanmak * Kazanç sağlamak.
    * Olumlu, iyi bir sonuç elde etmek.
    * Çıkmak, isabet etmek.
    * Edinmek, sahip olmak.
    * Uğramak, yakalanmak.
    * Kendinden yana çekmek.
    * Ele geçirmek, fethetmek.
    * Yenmek, galip gelmek.
    kazara * Kaza sonucu, yanlışlıkla, bilmeden, kazaen.
    * Rastgele, tesadüfen.
    kazaratar * Eklemli bir kol üzerinde hareket eden kepçeli bir çark veya zincirle donatılmışkazımakinesi, kazmaç,
    ekskavatör.
    kazasız * Kazaya uğramadan yapılan.
    * Kazasız bir biçimde.
    kazasız belâsız * Kazaya veya güçlüğe, sıkıntıta uğramadan.
    kazaska * KaynağıKafkasya olan ve hızlı oynanan bir halk dansı.
    kazasker * İlmiye sınıfının yüksek derecesinde bulunan devlet görevlisi.
    kazaskerlik * Kazaskerin yaptığı iş, kazaskerin rütbesi ve makamı.
    kazaya bırakmak * (namaz için) vaktinde kılınamayanıdaha sonra kılmak.
    kazaya kalmak * (namaz için) vaktinde kılınamamak.
    kazaya rıza göstermek * yargıya, verilen hükümlere boyun eğmek.
    kazayağı * Ispanakgillerden, yapraklarıkaz ayağına benzeyen bir bitki (Chenopodium).
    * Çok kollu çengel.
    * Çaprazlama yapılan teyel, Hristo teyeli.
    * Bir ucuna, ortasından bir ikincisi bağlanarak yapılan üç uçlu halat.
    * Açık turuncu renk.
    * Bu renkte olan.
    kazaz * Ham ipeği iplik ve ibrişim durumuna getiren kimse.
    kazazede * Kazaya uğramış, kaza geçirmişolan (kimse).
    kazboku * Kirli sarı(renk).
    * Bu renkte olan.
    kazdığıçukura (veya kuyuya) kendisi düşmek * başkası için hazırladığıkötülüğe kendi uğramak.
    kazdırma * Kazdırmak işi.
    kazdırmak * Kazmak işini yaptırmak.
    kazein * Sütte bulunan protein maddesi.
    * Bkz. bitkisel kazein.
    kazein tutkalı * Ekşi sütten kireç yardımı ile üretilen ve soğuk olarak kullanılan ağaç yapıştırıcısı.
    kazevi * Saz veya kamıştan örülmüş büyük sepet, zembil.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 65

    kaydırma * Kaydırmak işi.
    * Alıcının herhangi bir araç üzerinde çeşitli yönlere hareket ettirilmesi.
    * Savunmanın belirli bir anında, oyunun güç noktasını birdenbire değiştirme.
    kaydırmak * Kaymasını sağlamak, kaymasına yol açmak.
    kaydırtma * Kaydırtmak işi.
    kaydırtmak * Kaymasınısağlatmak, kaymasına sebep olmak.
    kaydiye * Kayıt için alınan para.
    kaydolma * Kaydolmak işi, yazılma.
    kaydolmak * Yazılmak.
    kaygan * Islak veya düz olduğundan, kendisi kayan veya üzerinde kayılan, kaygın.
    kaygana * Omlet.
    * Yumurta çalkanarak yapılan bir çeşit tatlı.
    kayganalık * Kaygana için gereken malzeme.
    kayganlık * Kaygan olma durumu.
    kaygı * Üzüntü, endişe duyulan düşünce, tasa.
    kaygıçekmek * üzüntü, tasa duymak.
    kaygılandırma * Kaygılandırmak işi.
    kaygılandırmak * Kaygılanmasına sebep olmak.
    kaygılanış * Kaygılanmak işi veya biçimi.
    kaygılanma * Kaygılanmak işi, üzülme.
    kaygılanmak * Kaygıduymak, üzülmek.
    kaygılı * Kaygısı olan, üzüntülü.
    kaygın * Kaygan.
    * Gebe deve.
    kaygısız * Kaygısı olmayan, kaygıduymayan, aldırmaz.
    kaygısızca * Kaygısız, aldırmaz (bir biçimde).
    kaygısızlık * Kaygısız olma durumu veya kaygısızca davranış.
    Kayı * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    kayık * Kürek veya yelkenle yürütülen ufak tekne.
    * Bir yana kaymış.
    kayık gibi * kayığa benzer biçimde, kayığın durumuna uygun olarak.
    kayık salıncak * Bayram yerlerinde kurulan kayık biçiminde salıncak.
    kayık tabak * Kayık biçiminde uzun ve düz tabak.
    kayık yaka * Açıklığı omuzlara doğru olan oval yaka.
    kayık yanaştırmak * bir konuya veya soruna yavaşyavaşgirmek.
    kayıkçı * Kayıkla insan veya yük taşıyan kimse.
    kayıkçıkavgası * Sonucu olmayan, bıktırıcımünakaşa.
    kayıkçılık * Kayık yapma ve satma işi.
    * Kayık işletme işi.
    kayıkhane * Kayıkların çekildiği, korunduğu üstü örtülü yer.
    kayın * Kayıngillerin örnek bitkisi olan, kerestesi beyaz bir orman ağacı(Fagus orientalis).
    kayın * Karıveya kocaya göre birbirlerinin erkek kardeşi, kayın birader.
    kayın baba * Kaynata.
    kayın birader * Kayın (II).
    kayın peder * Kaynata.
    kayın valide * Kaynana.
    kayınço * Kayın biraderlere sevgi yollu söylenen söz.
    kayıngiller * İki çeneklilerden, palamut diye adlandırılan meyveleri yüksüksü bir kadehçik içinde duran, kayın, meşe,
    kestane gibi çoğu kerestelik orman ağaçlarını içine alan bir familya, palamutlular.
    kayınlık * Kayın ağaçlarıçok olan yer.
    kayınlık * Kayın (II) olma durumu.
    kayıntı * Açlık bastırmaya yarar yiyecek, atıştırılmaya yarar yiyecek.
    kayıp * Yitme, yitim.
    * Yitik, zayi.
    kayıp vermek * (ulus, toplum, kuruluşvb. için) değerli bireylerini yitirmek.
    kayıplara karışmak * bulunduğu yerden ayrılıp gitmek, gittiği yeri bildirmemek, görünmez olmak.
    kayır * Kalın kum.
    * İnce kum.
    kayırıcı * Kayıran, koruyan, iltimasçı.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 66

    kayırıcılık * Kayırma işi, iltimasçılık.
    kayırılma * Kayırılmak işi.
    kayırılmak * Kayırmak işi yapılmak veya kayırmak işine konu olmak.
    kayırış * Kayırmak işi veya biçimi.
    kayırma * Kayırmak işi, koruma, himmet, iltimas.
    kayırmak * Koruyarak başarısını sağlamak, elinden tutmak, himmet etmek.
    * Birini, başkalarının veya işin zararıpahasına tutmak, haksız yere kolaylıklar sağlamak” iltimas etmek.
    kayırtma * Kayırtmak işi.
    kayırtmak * Kayırmak işini yaptırmak.
    kayısı * Gülgillerden bir ağaç (Prunus armeniaca).
    * Bu ağacın açık turuncu renkte, eti sulu, güzel kokulu, tek ve sert çekirdekli tatlımeyvesi.
    * Beyazıpişmiş, sarısıyarıpişmiş(yumurta).
    kayısıhoşafı * Kayısının kaynatılması ile yapılan hoşaf.
    kayısıkompostosu * Kayısının şekerle kaynatılması ile yapılan komposto.
    kayısıkurusu * Kurutulmuşkayısı.
    kayış * Bağlamak, tutmak veya sıkmak amacıyla kullanılan, dar ve uzun kösele dilimi.
    * Ustura bilenen cilâlıkösele.
    kayış * Kaymak işi veya biçimi.
    kayış balığı * Kâğıt balığı gillerden, Kuzey Avrupa denizleriyle Akdeniz’in derinliklerinde yaşayan kemikli bir balık
    (Regalecus glesne).
    kayışdili * Kaba ve çirkin sözler kullanılarak konuşulan dil.
    kayışgibi * sert, koparılmayan.
    * kara, çok kirli.
    kayışa çekmek * aldatmak, kandırmak.
    kayışa çekmek * usturanın kılağısınıalmak için berber kayışına sürtmek.
    kayışçı * Kayışyapan veya satan kimse.
    * Aldatıcı, hileci.
    kayışkıran * Baklagillerden, kökleri toprağa derince girerek, tarlalar sürülürken sabanıtutan, çiçekleri kırmızı bir bitki,
    sabankıran (Onosisspinosa).
    kayıt * Bir yere mal ederek deftere geçirme.
    * Bir yazının, bir hesabın tarih, numara vb. nin veya kopyasının bir yerde yazılı bulunması.
    * Sınırlama, davranışlarını çerçeveleme.
    * Şart.
    * Önem verme, gözetme.
    * Resmî belge.
    * Ses veya resmi, manyetik bant üzerine geçirme işlemi.
    kayıt * Pencere çerçevesi.
    * Araç, eşya.
    kayıt altına girmek * davranışlarısınırlandırılmak; bir şey yapmaya zorlanmak.
    kayıt defteri * Kayıt yapılan defter.
    kayıt koymak * engellemek, sınırlamak, takyit etmek.
    kayıt kuyut * Sınırlandırmalar.
    kayıtım * Bir olayın kendi sebepleri üzerindeki tepkisi, rücu.
    kayıtımla uslamlama * Geriye dönerek sonuç çıkarma.
    kayıtlama * Kayıtlamak işi, takyit.
    kayıtlamak * Bir takım şartlarla bağlamak, sınırlandırmak, takyit etmek.
    kayıtlı * Kaydıyapılmış, kayda geçirilmişolan.
    * Şarta bağlı.
    kayıtma * Kayıtmak işi.
    kayıtmak * Bir şeyi yapmaktan vazgeçmek, bir karardan dönmek, nükul etmek, rücu etmek.
    kayıtsız * Kaydıyapılmamış, deftere veya yazıya geçirilmemişolan.
    * Bir şarta bağlı olmayan.
    * Aldırmaz, ilgisiz, umursamaz, lâkayt.
    kayıtsız kalmak * önem vermemek, umursamamak.
    kayıtsız olmak * kayıt edilmemişveya yazıya geçirilmemişolmak.
    * ilgisiz, umursamaz, önem vermeyen durumda bulunmak.
    kayıtsız şartsız * Hiçbir şart ve bağı olmaksızın.
    kayıtsızca * İlgisiz, aldırmaz (bir biçimde).
    kayıtsızlık * Aldırmazlık, ilgisizlik, umursamazlık, lâkaydî.
    kayıttan düşmek (veya birinin kaydınısilmek) * bir yere mal olmaktan çıkararak defterde bu durumu belirtmek.
    kaykay * Tahtadan yapılmış, altında tekerlekler bulunan üzerinde kayılan alet.
    kaykılma * Kaykılmak işi.
    kaykılmak * Arkaya doğru eğilerek, yaslanarak oturmak.
    kaykıltma * Kaykıltmak işi.
    kaykıltmak * Kaykılmasını sağlamak, kaykılmasına sebep olmak.
    kayma * Kaymak (II) işi.
    * Herhangi bir sebeple filmin atlamasıveya görüntünün perdeye tam olarak gelmemesi.
    kaymağınıalmak * bir şeyin en büyük payını, kârınıele geçirmek.
    kaymak * Sütün yüzünde zar durumunda toplanan, açık sarırenkli, koyu yağlıkatman.
    * Sütü yayvan kaplar içinde ve hafif ateşte tutarak elde edilen koyu, yağlıöz.
    * Yağmur ve selden sonra toprağın üzerinde kalan özlü tabaka.
    * Bir şeyin en iyi ve seçkin bölümü.
    kaymak * Düz, ıslak veya kaygan bir yüzey üzerinde sürtünerek kolayca yer değiştirmek.
    * Kaygan bir yüzey üzerinde birdenbire dengesini yitirmek.
    * Yerini değiştirmek.
    * Yer, durum değiştirmek.
    * Görüş, düşünce veya tutumunu değiştirmek.
    * “İstemeden bir şey yapmak” anlamıyla bazıdeyimlerde geçer.
    * Anlamıdeğişmek.
    * Kurtulmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 67

    kaymak bağlamak (veya tutmak) * sütün veya bir sıvıının üzerinde kaymak oluşmak, kaymaklanmak.
    kaymak gibi * bembeyaz ve pürüzsüz.
    * tadı güzel ve yumuşak.
    kaymak kâğıdı * Özen isteyen baskılarda kullanılan, düzgün, parlak, pürüzsüz kâğıt, kuşe kâğıdı, papyekuşe.
    kaymak tabakası * Bir toplumun seçkin ve zengin kesimi.
    kaymak takımı * 343 kaymak tabakası.
    kaymak taşı * Parlatılmaya elverişli, yumuşak, beyaz, yarısaydam bir tür mermer, su mermeri, albatr.
    kaymakaltı * Yağıalınmışsüt.
    kaymakam * Bir ilçenin en büyük yönetim görevlisi, ilçebay.
    * Yarbay.
    kaymakamlık * Kaymakam olma durumu.
    * Kaymakamın görevi.
    * Kaymakamın makamıve bu makama bağlıresmî dairelerin bütünü.
    * İlçe, kaza.
    kaymakçı * Kaymak yapan veya satan kimse.
    kaymaklanma * Kaymaklanmak işi.
    kaymaklanmak * Kaymak bağlamak, kaymak tutmak.
    kaymaklı * Kaymağı olan.
    * Üzerine veya içine kaymak konulmuşolan.
    kaymaklıdondurma * Sütten yapılmışdondurma.
    kayme * Kâğıt para, kaime.
    kaymelik * Herhangi bir kayme değerinde olan.
    kaynaç * Volkan bölgelerinde, belli aralıklarla su ve buhar fışkırtan sıcak kaynak, gayzer.
    kaynaç taşı * Kaynaçlarda oluşan silisli çökelti, gayzerit.
    kaynağınıalmak * (bir yerden) esas almak, bir esasa veya desteğe dayandırmak.
    kaynak * Bir suyun çıktığıyer, kaynarca, pınar, memba.
    * Bir şeyin çıktığıyer, menşe.
    * Bir haberin çıktığıyer.
    * Araştırma ve incelemede yararlanılan belge.
    * Herhangi bir enerjinin oluşup çevreye yayıldığıyer.
    * İki metal veya yapay parçayıısıl yolla birleştirme yöntemi, kaynaştırıp yapıştırma işi.
    kaynak kişi * Sağlam, güvenilir, doğru bilgiler edinilen kimse.
    kaynak makinesi * Kaynak yapımında kullanılan makine.
    kaynak suyu * Kaynağın veya gözemin başında alınan su.
    kaynak yapmak * iki metal veya yapay parçayıısıyoluyla birleştirmek.
    kaynakça * Belli bir konu, yer veya dönemle ilgili yayınlarıkapsayan veya en iyilerini seçen eser, bibliyografya,
    bibliyografi.
    kaynakçacı * Kaynakça hazırlayan kimse.
    kaynakçı * Kaynak yapan kimse.
    kaynakçılık * Kaynak yapma işi.
    kaynakhane * Kaynak işleri yapılan yer.
    kaynaklanma * Kaynaklanmak işi veya durumu.
    kaynaklanmak * Kaynak hâlini almak.
    kaynama * Kaynamak işi.
    kaynama noktası * Saf bir sıvının belirli bir basınçta kaynamaya başladığısıcaklık.
    kaynamak * Bir sıvı, sıcaklığı belli bir dereceyi bulunca, buhar durumuna geçerek fokurdamak.
    * (böyle bir sıvının içinde bulunan şey) Fokurdamak.
    * (yemek için) Pişmek, haşlanmak.
    * Yerden çıkmak.
    * (kırık, çatlak kemik veya metal parçaları için) Eski durumunu almak, birbirine yapışmak.
    * (yara için) Kapanmak, iyileşmek.
    * (mayalı bir şey için) Kabarıp köpürmek.
    * (mide için) Ekşimek.
    * Çalkantıdurumunda olmak, dalgalanmak.
    * Çok miktarda bulunmak.
    * Gizli bir işçevirmek, için için hazırlanmak.
    * (bir yerde) Huzursuzluk, tedirginlik olmak.
    * İstenildiği gibi olmamak, gerçekleşmemek.
    * Arada kaybolmak.
    * Artmak, çoğalmak, yoğunlaşmak.
    kaynana * Kadına göre kocasının, kocaya göre karısının annesi, kayın valide.
    kaynana ağzı * İleri geri veya yersiz konuşma, gereksiz dedikodu yapma.
    kaynana zırıltısı * Bir sap çevresinde çevrilen, çevrildikçe takırtılı bir ses çıkaran çocuk oyuncağı.
    kaynanadili * Dil biçiminde yassıve dikenli dalları olan bir kaktüs türüne halkın verdiği ad.
    * Bir iğne oyasıörneği.
    kaynanalık * Kaynana olma durumu.
    * Kaynanaya yakışır davranış.
    kaynanalık etmek * (kaynana) geline veya damada kötü davranmak.
    * bir yakınına gereğinden çok karışmak.
    kaynar * Kaynamakta olan.
    * Çok sıcak.
    * Kaynak, pınar.
    kaynarca * Kaynak.
    * Sıcak su kaynağı.
    * Hastalara kaynatılarak içirilen pekmez, yağve baharat karışımı.
    kaynaşık * Birbirine kaynamış, kaynaşmış.
    * Kıpırdak, oynak (kadın).
    kaynaşma * Kaynaşmak işi.
    * Kalabalığın çok olduğu bir yerde kıpırdanma, hareketlilik.
    * Huzursuzluk.
    kaynaşmak * Ayrılmayacak bir biçimde birleşmek.
    * Çok kalabalık ve kıpırdak olmak, hareket etmek.
    * Birbirine iyice uymak.
    * Uyuşmak, yakın ilişki kurmak, derinleştirmek.
    * Birleşmek.
    * Huzursuzluk olmak.
    kaynaştırma * Kaynaştırmak işi.
    * Kelime veya birleşik kelime içerisinde bir araya gelen seslerin birbirlerini etkileyerek kısalmaya yol açması
    olayı: Kayın ana > kaynana, kayın ata > kaynata, sütlü aş> sütlaç gibi.
    kaynaştırma sesi * Ünlü ile sona eren bir kelimeye ünlü ile başlayan bir ek geldiğinde araya giren y sesi: İki-y-i, oda-y-a, soruy-u vb.
    kaynaştırmak * Kaynaşmasını sağlamak.
    kaynata * Kadına göre kocasının, kocaya göre karısının babası, kayın baba, kayın peder.
    kaynatalık * Kaynata olma durumu.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 63

    kavrayış * Kavrama, anlama, algılama yetisi.
    * Bir algının doğrudan doğruya kavranması.
    kavrayışlı * Kolayca anlama, algılama yetisi olan.
    kavrayışsız * Kavrayıcı olmayan.
    kavruk * Kavrulmuşolan.
    * Yaşının ilerlemesine karşılık iyi gelişmemişolan.
    * Kurumaya yüz tutmuş.
    kavrukluk * Kavruk olma durumu.
    kavrulma * Kavrulmak işi.
    kavrulmak * Kavurmak işi yapılmak.
    * İyi gelişmemek, ufak, zayıf, cılız kalmak.
    kavruluş * Kavrulmak işi veya biçimi.
    kavşak * Akarsu, yol gibi uzayıp giden şeylerin kesiştikleri veya birleştikleri yer.
    kavşak adası * Kavşak içindeki hareketleri tanzim eden, üçgen, daire, dörtgen, damla vb. şekillerde olabilen ve dış
    kenarları bordür taşı ile sınırlandırılmışyapı.
    kavuk * İçi boşşey.
    * Sarık sarılan başlık.
    * İdrar torbası, mesane.
    kavuk sallamak * bir kimseye yaranmak için onun söz veya davranışlarınıuygun bulmak, onaylamak.
    kavukçu * Kavuk yapan veya satan kimse.
    * Birine yaranmak için onun söz veya davranışlarınıuygun bulan, onaylayan kimse.
    kavuklu * Kavuk giymiş.
    * (ilk harf büyük) Orta oyununda hikâyeyi anlatıp asıl görevi üstlenen, espri ve komiklik yapan kişi.
    kavukluk * Kavuk koymaya yarayan küçük raf.
    kavun * Kabakgillerden, sürüngen gövdeli, iri meyveli bir bitki (Cucum).
    * Bu bitkinin genellikle güzel kokulu, sulu ve etli meyvesi.
    kavuncu * Kavun satan kimse.
    kavuniçi * Pembeye çalan sarırenk.
    * Bu renkte olan.
    kavunsu * Kavuna benzeyen, kavunu andıran.
    kavurga * Buğday, mısır gibi tahılların kuru yemişgibi yenilmek için ateşte kavrulmuşu.
    kavurma * Kavurmak işi.
    * Tencerede pişirilip kendi yağıyla kızartıldıktan sonra dondurulup saklanan et.
    * Kavrulmuşolan.
    kavurmacı * Kavurma yapan veya satan kimse.
    kavurmaç * Kavrulmuş buğday.
    kavurmak * Bir şeyi bir kabın içinde su katmadan kızartarak pişirmek.
    * (rüzgâr, soğuk, sıcak vb. için) Kurutmak; yakmak.
    * Çok üzmek, yakmak, mahvetmek.
    kavurmalı * İçinde kavurma bulunan.
    kavurmalık * Kavurma yapmaya elverişli yiyecek.
    * Kavurma için ayrılmış.
    kavurtma * Kavurtmak işi.
    kavurtmak * Kavurmak işini yaptırmak.
    kavuruş * Kavurmak işi veya biçimi.
    kavuşma * Kavuşmak işi, buluşma, telâki.
    * Erişme, elde etme.
    * (güneşiçin) Batma.
    * Mantar ve yosun sınıfından bazıaşağı bitkilerde, yeni bir birey oluşturmak için iki ayrıhücrenin birleşmesi.
    kavuşmak * Ayrıkalınan, sevilen bir kimseyle bir araya gelmek, onu yeniden görmek.
    * Yokluğu çekilen veya çok istenen bir şeye erişmek, onu elde etmek.
    * Katılmak.
    * Bir araya gelmek, birleşmek.
    * (güneşiçin) Batmak.
    * Varmak, ulaşmak.
    kavuştak * Şarkıve türküde tekrarlanan dize, nakarat.
    kavuşturma * Kavuşturmak işi.
    kavuşturmak * Kavuşmasınıveya kavuşmalarını sağlamak.
    kavuşulma * Kavuşulmak işi.
    kavuşulmak * Bir araya gelinmek, birleşilmek.
    kavuşum * Yer yuvarlağı bir uçta kalmak üzere, yerin, güneşin ve herhangi bir gezegenin bir doğru üzerine gelmeleri,
    içtima.
    kavuşum devri * Bir gezegenin iki kavuşumu arasında geçen zaman aralığı.
    kavuşur su yosunları * Üremeleri kavuşma yoluyla olan su yosunları.
    kavut * Kavrulmuşve dövülmüştahıl ununa şeker veya tatlıyemişkatılarak yapılan yiyecek.
    kavuz * Buğdaygillerin başağında, başakçıklarıveya çiçeğisaran kabuk.
    * İçi boş, kabuklu yemiş.
    kavuzlular * Bir çeneklilerden, çiçeklerinde renkli taç yaprağıyerine, kavuz denilen yeşil renkte yapracıklar bulunan bitki
    takımı.
    kavzama * Kavzamak işi.
    kavzamak * Sıkıtutmak, kavramak.
    * Korumak, muhafaza etmek.
    kay * Yağmur, yaz yağmuru.
    kay * Kusma.
    kay etmek * kusmak.
    kaya * Büyük ve sert taşkütlesi.
    * Kayaç.
    kaya balığı * Kaya balığı gillerden, kayalık yerlerde yaşayan, çoğu koyu renkli küçük balık (Gobius gobius).
    kaya balığı giller * Kemikli balıklardan, küçük boyda iri başlı, yüzgeçleri karın üzerinde tekerlek biçiminde olan bir familya.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 64

    kaya gibi * çok sağlam.
    kaya güvercini * Güvercingillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’nın kayalık yerlerinde yaşayan bir kuş(Columbo livia).
    kaya hanisi * Lahos.
    kaya horozu * Güney Amerika’da yaşayan, erkekleri portakal renginde, başında tepeliği olan kuş(Rupicola).
    kaya keleri * Bukalemun.
    kaya lifi * Taşpamuğu, asbest.
    kaya örümceği * Taşlar arasında yaşayan bir örümcek türü.
    kaya sansarı * Dağlık yerlerde yaşayan bir tür sansar.
    kaya sarımsağı * Genç yapraklarısarımsak yerine kullanılan bir tür yaban sarımsağı(Allium ampeloprasum).
    kaya sarmaşığı * Kayalıklarda biten sarmısak.
    kaya suyu * Kayadan sızan su.
    kaya tuzu * Doğada billûr durumunda bulunan tuz.
    kaya uçmazsa dere dolmaz * büyük ihtiyaçlarda büyük fedakarlık yapmak gerekir.
    kayabaşı * Bir Anadolu ezgisi ve bu ezgiyle söylenen koşma.
    * Türk halk edebiyatında çoban türküsü.
    kayaç * Doğada büyük yer tutan, yer kabuğunun yapı gereci olan bir veya birkaç mineralden oluşan kütle.
    kayağan * Üzerinde kolaylıkla kayılan, kaypak.
    kayağan taş * Killerin başkalaşımı ile oluşmuş, yaprak biçiminde ayrılabilen, mavimsi bir taş, arduvaz.
    kayağanlık * Kayağan olma durumu.
    kayak * Kar veya su üzerinde kaymak için ayağa takılan araç, ski.
    * Bu aracıkullanarak yapılan spor.
    kayak evi * Kayak bölgesinde yapılan küçük ev.
    kayakçı * Kayak yapan sporcu.
    kayakçılık * Kayakçı olma durumu.
    * Kayak sporculuğu.
    kayalık * Kayasıçok olan yer.
    kayan * Kayarak yer değiştiren.
    * Yassı, düz, kat kat oluşmuştaş.
    * Dağdan inen sel.
    kayar * Hayvanların eskiyen nallarının çivilerini değiştirme işlemi.
    * Pay.
    kayarlama * Kayarlamak işi.
    kayarlamak * Hayvanın eskiyen nallarını onarmak, eskiyen nalın çivilerini yenilemek.
    * At nalınıveya düven taşlarınıyeniden koymak veya onarmak.
    * Sövmek, küfretmek.
    kayarto * Ahlâksız kimse, mel’un.
    kaybedilme * Kaybedilmek işi.
    kaybedilmek * Kaybetmek işi yapılmak.
    kaybetme * Kaybetmek işi, yitirme.
    kaybetmek * Yitirmek.
    * Yenik düşmek, yenilmek.
    * Para bakımından zarara girmek.
    * Ölüm dolayısıyla ayrılmak.
    kaybolma * Kaybolmak işi.
    kaybolmak * Yitmek.
    * Görünür olmaktan çıkmak, görünmez olmak.
    kayboluş * Kaybolmak işi veya biçimi.
    kayda değer * Önemli, dikkati çeken.
    kayda geçirmek * ilişkili bulunduğu deftere yazmak.
    kaydedici * İmleç.
    kaydedilme * Kaydedilmek işi.
    kaydedilmek * Kaydetmek işi yapılmak, yazılmak.
    kaydetme * Kaydetmek işi.
    kaydetmek * Yazmak, bazıönemli noktalarıtespit etmek.
    * Herhangi bir şeyi bir yere mal etmek, bir şeyin tarih, numara veya adını bir deftere geçirmek.
    * Hatırlamak için yazmak, not etmek.
    * Belirtmek, söylemek.
    * Sesi veya resmi manyetik bant üzerine geçirmek.
    * Olumlu sonuç almak.
    * Sıcaklık, basınç gibi bir niceliğin değişkenliğini tespit etmek.
    kaydettirme * Kaydettirmek işi.
    kaydettirmek * Kaydetmek işini yaptırmak, yazdırmak.
    kaydıhayat * Kaydıhayatla ve kaydıhayat şartıyla sözlerinde “yaşadığıkadar”, “yaşadığısürece” anlamında kullanılır.
    kaydı ihtiyat * Temkinli davranma, ihtiyatlı olma.
    kaydırak * Yassı, kaygan çakıl.
    * Çocukların böyle bir taşıayakla kaydırarak oynadıkları oyun.
    * Çocukların oturup kayarak eğlenmeleri için, çocuk bahçelerinde bulundurulan oyun aracı.
    * Tomrukların kolay taşınması için dağdan kaydırıldığıyer.
    kaydırılma * Kaydırılmak işi.
    kaydırılmak * Kaymasısağlanmak, kaymasına yol açılmak.
    kaydırış * Kaydırmak işi veya biçimi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 62

    kavilleşme * Kavilleşme işi.
    kavilleşmek * Sözleşmek, söz birliği etmek, anlaşmak.
    kavilya * Yelkenin kasa ve halat dikişlerinde, kollar arasınıaçmak için kullanılan, sivri ağaç veya demirden yapılmış
    sert parça.
    kavim * Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu,
    budun.
    kavim kardaş * Bütün akrabalar, tanıdıklar.
    kavis * Eğmeç, yay.
    kavis çizmek * yay biçiminde yol izlemek.
    kavisli * Kavisi olan.
    kavkı * Bkz. kabuk.
    kavkılı * Kavkısı olan (hayvan).
    kavlağan * Çınar ağacı.
    kavlak * Kabuğu dökülmüş.
    * Güneşten derisi soyulan (kimse).
    * Yer altı boşluklarının tavan ve yan duvarlarında bulunan gevşemişveya düşebilir kaya parçası.
    kavlama * Kavlamak işi.
    kavlamak * Kabarıp dökülmek, soyulmak.
    kavlanma * Kavlanmak işi.
    kavlanmak * Kavlamak işine uğramak.
    kavlaşma * Kavlaşmak işi.
    kavlaşmak * Kav durumuna gelmek.
    kavlatma * Kavlatmak işi.
    kavlatmak * Kavlamasına yol açmak.
    kavletme * Kavletmek işi.
    kavletmek * Sözleşmek, anlaşmak, söz kesmek.
    kavlıç * Fıtık.
    * Fıtıklı.
    kavlık * İçine genellikle kav konulan torba veya kap.
    kavlince * Kavline göre, sözüne bakarak.
    kavlükarar * Söz, sözleşme.
    kavlükarar etmek * karar vermek, plânlamak.
    kavmî * Kavimle ilgili, etnik.
    kavmiyat * Etnografya.
    kavmiyet * Bir kavmin kendine özgü özellikleri.
    * Bir kimsenin bağlı olduğu kavme göre durumu.
    * Kavme bağlılık.
    kavmiyetçi * Kavmiyetten yana olan kimse.
    kavmiyetçilik * Kavmiyetçinin işi.
    kavraç * Ağır taşlarıtutup kaldırmaya yarayan, iki tutaklıdemir araç.
    kavrak * Ateşyakmak için kullanılan kuru yaprak vb.
    kavram * Bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, nosyon.
    * Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım,
    mefhum, nosyon.
    * Karın zarı, periton.
    * Tutam, avuç dolusu.
    kavram karmaşası * Anlaşılmazlık, anlam yetersizliğine düşmek.
    kavrama * Kavramak işi, anlama, algılama.
    * Ağaç kuşak.
    * Küçük orak.
    * Otomobilde motor ile vites kutusunu birbirine bağlayıp ayıran, motordan gelen hareketi sarsıntısız olarak
    öteki aktarma öğelerine ileten düzen, debriyaj.
    * Bu düzeni işletmeye yarayan ayaklık.
    kavrama noktası * Arabanın harekete geçtiği an ve durum.
    kavramak * Elle sıkıca tutmak.
    * Her yönünü anlamak, iyice anlamak, tam anlamak.
    kavramcılık * Kavramın, onu bildiren sözden farklı bir varlık olduğunu ve gerçeğin zihinde bulunmadığını ileri süren
    öğreti, konseptüalizm.
    kavramlaşma * Kavram durumuna gelme.
    kavramlaşmak * Kavram durumuna gelmek.
    kavramsal * Kavramla ilgili, kavram niteliğinde olan.
    kavranılma * Kavranılmak işi.
    kavranılmak * Kavranmak.
    kavranılmaz * Zihinde oluşturulamayan veya oluşturulabildiği hâlde gerçekten böyle bir şeyin var olmasıakla sığmayan.
    kavranma * Kavranmak işi.
    kavranmak * Kavranmak işi yapılmak.
    kavratma * Kavratmak işi.
    kavratmak * Kavramasını sağlamak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 61

    kavaf işi * Özensiz ve gelişigüzel yapılmışolan.
    kavaflık * Kavaf olma durumu.
    * Kavafın işi.
    kavait * Kurallar, kaideler.
    kavak * Söğütgillerden, sulak bölgelerde yetişen, boyu bazıtürlerinde otuz veya kırk m ye değin çıkan,
    kerestesinden yararlanılan bir ağaç (Populus).
    kavak inciri * Açık mor renkli bir tür incir.
    kavakçılık * Kavak yetiştirme işi.
    kavaklık * Kavaklarıçok olan veya kavak ağacıyetiştirilen yer.
    kaval * Kamıştan yapılan, genellikle çobanların çaldığı, yumuşak sesli, perdeli büyük düdük.
    kaval kemiği * Baldırda olan iki kemikten kalını.
    kaval tüfek * Namlusu yivsiz tüfek.
    kavalcı * Kaval yapan, satan veya çalan kimse.
    kavalye * Kadına, dansta eşolan veya bir yerde, toplantıda arkadaşlık eden erkek.
    * Kibar erkek.
    kavalyelik * Kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etme.
    kavalyelik etmek * kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etmek.
    kavanço * Yelkeni bir bordadan öbür bordaya geçirme.
    * Değiştirme, aynıtürden bir şeyin yerine bir başkasınıkoyma.
    * Bir işi başka birine yükleme, başına sarma.
    kavanoz * Topraktan veya camdan, ağzı geniş, orta veya ufak boyda kap.
    * … kavanoz dolusu.
    kavanoz dipli dünya * “boşdünya, yalan dünya, fani dünya” anlamında üzülmemeyi, biraz boşvermeyi, acınmamayıanlatan söz.
    kavara * Balıalınmışpetek.
    * Kovanda özellikle kışaylarında arıların yemesi için bırakılan bal.
    kavara * Yel, gaz.
    * Gürültü, patırtı.
    kavara çekmek * yellenmek.
    kavaracı * Gürültücü.
    kavas * Elçilik veya konsolosluklarda görev yapan hizmetli.
    * Elçilik ve konsolosluklarda koruma görevlisi.
    * Banka, patrikhane ve otel gibi yerlerde hizmetli veya koruma görevlisi.
    kavaslık * Kavas olma durumu veya kavasın görevi.
    kavasya * Acıağaç.
    kavat * Yolsuz, yasa dışıveya gizli, cinsî birleşmelerde aracılık eden erkek, pezevenk.
    kavata * Oyma ağaç kap.
    * Sert ve fazla kızarmayan bir domates türü (Solanum capsicum grossum).
    kavelâ * Halatların dikişlerinde kullanılan demir veya ağaç kama.
    kavga * Düşmanca davranışveya sözlerle ortaya çıkan çekişme veya dövüş, münazaa.
    * Savaş.
    * Herhangi bir amaca erişmek, bir şeyi elde etmek veya bir şeye karşıkoyabilmek için harcanan çaba, verilen
    mücadele.
    kavga adamı * Düşünce ve inançlarınıson kerteye kadar hararetle savunan (kimse).
    kavga bizim yorganın başına imiş * başkalarıyüzünden zarar gören kimsenin söylediği söz.
    kavga çıkarmak * kavgaya sebep olmak.
    kavga çıkmak * dövüşmeydana gelmek.
    kavga etmek * birbiriyle atışmak, dövüşmek.
    kavga kaşağısı * Ara bozup kavga çıkartan, kavga arayan kimse.
    kavga kopmak * dövüş başlamak.
    kavgacı * Kavga etmeyi seven, kavga çıkaran (kimse).
    * Bir amaç uğruna çaba harcayan, mücadele veren (kimse).
    kavgacılık * Kavgacının tutumu veya alışkanlığı.
    kavgada yumruk sayılmamak * kavga sırasında dayak da yenir, dayak da atılır.
    kavgalaşma * Kavgalaşmak işi.
    kavgalaşmak * İki veya daha çok kimse birbiriyle kavga etmek.
    kavgalı * Kavgayla yapılan veya içine kavga karışan.
    * Birisiyle kavga ederek darılmışolan, dargın.
    kavgasız * Kavgası olmayan.
    * Çatışma, kavga olmadan.
    kavgasızlık * Kavgasız olma durumu.
    kavgaya girişmek (veya tutuşmak) * kavgaya başlamak.
    kavi * Dayanıklı, güçlü, zorlu.
    * Sıkı.
    kavil * Söz.
    * Sözleşme, anlaşma.
    kavileşme * Kavileşmek işi.
    kavileşmek * Sağlamlaşmak, pekişmek.
    kavileştirme * Kavileştirmek işi.
    kavileştirmek * Sağlamlaştırmak, pekitmek, pekiştirmek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 58

    katık * Ekmekle karın doyurmak gerektiğinde, ekmeğe katılan peynir, zeytin, helva gibi yiyecek.
    * Yağıalınmışyoğurt, ayran.
    katık etmek * ekmeğin çok, yemeğin az olduğu durumlarda yemeği ölçülü yemek.
    katıklama * Katıklamak işi.
    katıklamak * Katık etmek.
    * Çorbayıyoğurtlamak.
    katıklı * İçinde katık bulunan.
    katıklıaş * Bulgur veya yarmadan yapılan yoğurtlu çorba.
    katıksız * Katığı olmayan.
    * Yabancı bir şeyle karışmamış.
    * Belli bir yerden, belli bir soydan gelen.
    * Niteliği başka hiçbir etkiyle bozulmamışolan, tam.
    katıla katıla * Katılacak kadar, katılacak derecede.
    katıla katıla gülmek * aşırıderece gülmek.
    katılaşma * Katılaşmak işi.
    * Bir maddenin sıvıdurumundan katıduruma geçmesi, tasallüp.
    katılaşmak * Katıduruma gelmek.
    katılaştırma * Katılaştırmak işi.
    katılaştırmak * Katıduruma getirmek.
    katılgan doku * Hücreleri şekilsiz bir ara madde içinde bulunan, organların asıl dokularının aralarınıdolduran doku.
    katılık * Katı(I) olma durumu.
    * Bir nesnenin, boyut değişikliklerine sebep olan etki ortadan kalktıktan sonra da bu boyutlarıkoruma
    özelliği.
    * Acımasız, duygusuz olma durumu.
    katılım * Katılmak işi, iştirak.
    katılış * Katılmak işi veya biçimi.
    katılma * Katılmak işi.
    * İletişim veya ortak davranışta bulunma yoluyla belirli bir toplumsal duruma girme süreci, iştirak.
    katılmak * Katmak işi yapılmak.
    * Bir topluluğa girmek, iştirak etmek.
    * Ortak olmak, benimsemek.
    katılmak * Aşırıderecede gülmek, ağlamak, gıdıklanmak, korkmak gibi tepkiler sırasında, solunum kaslarının kasılması
    üzerine soluk kesilmek.
    katıltma * Katıltmak işi.
    katıltmak * Katılmasına yol açmak; katılacak kadar güldürmek veya ağlatmak.
    katım * Katmak işi veya zamanı.
    katımlık * Bir defada katılacak (miktar).
    katıntı * Birbirine katılmışkarışık şeylerin her biri.
    * Hayvan sürüsüne dışarıdan gelip katılan (hayvan).
    katır * Atgillerden, kısrak ile erkek eşeğin çiftleşmesinden doğan melez hayvan.
    * İnatçıve huysuz.
    * Kaba, bayağı, görgüsüz (kimse).
    katır boncuğu * Çoğu binek hayvanlarının boynuna süs olarak takılan, mavi camdan iri boncuk.
    * Bu boncuklarla birlikte dizilen küçük deniz kabukları.
    katır gibi * inatçı(kimse).
    katır karı * Çocuğu olmayan evli kadın.
    * Kaba, görgüsüz (kadın).
    katır kutur * Sert ve kaba ses çıkararak.
    * Sert duruma gelmiş, sertleşmiş.
    katır kuyruğu gibi kalmak * bir işte ilerlemeden kalmak.
    katır tepmişe dönmek * çok hırpalanmak, perişan duruma düşmek, felâketin nereden geldiğini anlayamamak.
    katır yılanı * Bir tür engerek.
    katırcı * Katırlarınıkira ile işleten veya katırlarla eşya taşıyan kimse.
    katırcılık * Katır kiraya verme veya katırla yük taşıma işi.
    katırkuyruğu * Baklagillerden, çiçekleri sarıve şemsiye durumunda olan acı bir bitki (Anagyris foetida).
    katırlaşma * Katırlaşmak işi veya durumu.
    katırlaşmak * Huysuzluk etmek, inatlaşmak, katır gibi davranmak.
    katırlık * İnatçı, huysuz olma durumu.
    katırtırnağı * Baklagillerden, dallarıçok ince, çiçekleri sarı, bazıtürleri hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan bir
    bitki (Genista scoparia).
    katışık * İçine başka şeyler karışmışolan, karışık, karma, mahlût.
    katışıklık * Katışık olma durumu.
    katışıksız * İçine başka şeyler karışmamışolan, arı, saf.
    katışma * Katışmak işi.
    katışmaç * Benzer olmayan maddelerden oluşmuş bütün.
    katışmak * Bir topluluğa karışmak, katılmak.
    katıştırma * Katıştırmak işi.
    katıştırmak * Bir şeyin içine başka bir şey katarak karıştırmak.
    kat’î * Kesin.
    kat’î olarak * kesinlikle.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 59

    kâtibe * Kadın yazman, kadın sekreter.
    kâtibiadil * Noter.
    katil * İnsan öldüren kimse, cani.
    * Öldürücü, ölüme sebep olan.
    katil * Öldürme.
    katil etmek * Bkz. katletmek.
    kat’îleşme * Kesinleşme.
    kat’îleşmek * Kesinleşmek.
    katillik * Katil olma durumu.
    kâtip * Sekreter, yazman.
    kâtiplik * Sekreterlik, yazmanlık.
    kat’iyen * Hiçbir zaman, asla.
    * Kesin olarak, kesinlikle.
    kat’iyet * Kesinlik.
    katkı * Bir işin yapılmasına, gerçekleşmesine emek, bilgi, para vb. ile katılma, yardım.
    * Bir şeye katılan başka bir madde, ek.
    * Metal ve alaşımların hazırlanmasısırasında içlerine katılan değişik nitelikteki maddeler.
    * Düğün günü davetlilerin öğleye kadar gönderdikleri armağan.
    katkımaddesi * Petrol ürünlerine katıldığızaman, bunlara istenilen özellikleri sağlayan veya doğal özelliklerini
    kuvvetlendiren uygun bir madde.
    katkıpayı * Bir işe, bir ortaklığa girişte ödenen ücret.
    katkıda bulunmak * bir şeyin oluşmasına, gelişmesine veya gerçekleşmesine emek, bilgi, para vb. ile yardım etmek.
    katkılanma * Katkılanmak işi.
    katkılanmak * İçine bir katkıkarışmak.
    katkılı * İçine yabancımadde katılmışolan, karışık, saf olmayan.
    katkısız * Üzerine veya içine hiçbir şey katılmamış, katışıksız, saf.
    * Niteliği hiçbir etki ile değişmeyen, tam, bozulmamış.
    katlama * Katlamak işi.
    * Mayasız hamurdan yapılan, peynirli veya peynirsiz pide; yufka.
    katlamak * Kâğıt, kumaşgibi nesneleri üst üste kat oluşturacak biçimde bükmek.
    katlandırma * Katlandırmak işi.
    katlandırmak * Katlanmasını sağlamak.
    katlanılma * Katlanılmak işi.
    katlanılmak * Katlanmak işi yapılmak.
    katlanış * Katlanmak işi veya biçimi.
    katlanma * Katlanmak işi.
    katlanmak * Katlamak işi yapılmak.
    * Hoşolmayan bir duruma, güç şartlara dayanmak, tahammül etmek.
    katlatma * Katlatmak işi.
    katlatmak * Katlatmak işini başkasına yaptırmak.
    katlayış * Katlamak işi veya biçimi.
    katletme * Katletmek işi.
    katletmek * İnsan öldürmek.
    katlı * Katlanmış, bükülmüş.
    * Katıveya katları olan.
    katlıkur * Az gelişmişülke ekonomilerine özgü birden çok döviz kuru uygulama yöntemi.
    katliam * Topluca öldürme, kırım, soy kırımı.
    katma * Katmak işi, ilhak.
    * Katılmış, eklenmiş, ulanmış, munzam.
    * Kıldan veya yünden yapılmışip, sicim.
    katma bütçe * Özel gelirleri olan ve genel bütçe dışında kalan bütçe, mülhak bütçe.
    katma değer vergisi * Satın alınan mal ve yiyecekten alınan peşin vergi.
    katmak * Bir şeyin içine, üstüne veya yanına, niteliğini değiştirmek veya niceliğini artırmak için başka bir şey
    eklemek, karıştırmak, ilâve etmek.
    * Birlikte göndermek.
    * Döllenmeyi sağlamak için erkek hayvanıdişinin yanına salmak.
    katmak * birbirine düşürmek, aralarını bozmak.
    katmalı * Cismin üç ana renkteki görüntüsünün tek bir film üzerinde yer aldığı, bir renkli film işlemi.
    katman * Birbiri üzerinde bulunan yassıca maddelerin her biri, tabaka.
    * Altında veya üstünde olan kayaçlardan gözle veya fiziksel olarak az çok ayrılabilen, kalınlığı bir cm den az
    olmayan tortul kayaç birimi.
    * Bir topluluğu oluşturan kümelerden her biri, tabaka.
    katman bulut * Gri renkli, sise benzeyen fakat yere kadar inmeyen bulut tabakası, stratus.
    katmanlaşma * Katmanlaşmak işi.
    katmanlaşmak * Üst üste gelmişkatmanlar durumunda yerleşmek.
    katmanlı * Katmanları olan, katmanlardan olucan, tabakalı.
    katmer * Bir şeyi oluşturan katlardan her biri.
    * Arasına yağveya kaymak sürülerek katlanmışhafif ateşte, kızartıldıktan sonra üzerine fıstık tozu serpilmiş
    ince yufka ekmeği.
    katmer kaldırmak * karışıklık çıkarmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 60

    katmer katmer * Kat kat, üst üste.
    katmerci * Katmer yapıp satan kimse.
    katmercilik * Katmercinin işi veya mesleği.
    katmerleşme * Katmerleşmek işi.
    katmerleşmek * Katmerli duruma gelmek.
    * Çoğalmak, artmak.
    katmerli * Arasına yağve kaymak sürülerek katlanmışyufka ekmeği.
    * Katmeri olan, kat kat olan.
    * (bir durum, bir tutum için) Çok fazla olan, aşırı.
    katmerli badem * Çiçekleri güzel bir tür süs çalısı.
    katmerli birleşik zaman * Yalın zamanlı bir fiille ek fiilin iki zamanının birlikte kullanılması: Gelir idiysem gibi.
    katmerli iyelik * Üst üste kullanılmışiki iyelik eki.
    katmerli katmerli gülmek * üst üste ve ara vermeden aşırıderecede gülmek.
    katmerli yalan * Yalan üstüne söylenmişyalan.
    katmersiz * Katmeri olmayan.
    Katolik * Roma kilisesinin kendine verdiği ad.
    * Katoliklik mezhebinden olan kimse.
    Katoliklik * İsa peygamberin Aziz Petrus’a aktardığıyetkilerin mirasçısı olan papayıdinî başkan olarak tanıyan
    Hristiyan mezhebi.
    katolunma * Katolunmak durumu.
    katolunmak * Kesilmek.
    katot * Eksi uç.
    katra * Bkz. katre.
    katrak * Marangozlukta tomrukları biçmeye yarayan ve birden çok testeresi olan biçme makinesi.
    katran * Organik maddelerden kuru damıtma yoluyla elde edilen, sıvıyağkıvamında, kara renkte, ağır, is kokulu,
    suda erimeyen bir madde.Bitkilerden çıkarılanına bitki katranı, maden kömüründen elde edilenine de maden katranı
    adıverilir.
    katran ağacı * Lübnan ve Toroslarda yetişen bir sedir türü (Cedrus libani).
    katran çamı * Gemilerde kullanılan katranın çıkarıldığıçam türü (Pinus rigida).
    katran gibi * karaya yakın koyu renkte.
    katran ruhu * Kayın katranının damıtılmasıyla elde edilen ve hekimlikte kullanılan renksiz, keskin kokulu ve yakıcı bir
    sıvı.
    katran suyu * Hekimlikte kullanılan katranlısu.
    katran taşı * Birleşimindeki su miktarıçok olan bir çeşit yanardağcamı.
    katran yağı * Katrandan elde edilen ve hekimlikte ilâç olarak kullanılan sıvı.
    katrancı * Katran satan veya bir yeri, bir şeyi katranlayan kimse.
    katrancılık * Katrancının işi veya mesleği.
    katranıkaynatsan olur mu şeker? * kişi, kendi özünü veya asıl özelliklerini değiştirmişgibi görünse de, asla değişmez.
    katranköpüğü * Çayır mantarlarından, şapkasının alt yüzü dilim dilim ve bir halka ile çevrili bulunan bir cins mantar
    (Polyporus igniarius).
    katranlama * Katranlamak işi.
    katranlamak * Bir yere, bir şeye katran sürerek katranla kaplamak.
    katranlanma * Katranlanmak işi.
    katranlanmak * Katranlamak işi yapılmak.
    katranlı * Üzerine katran sürülmüşolan.
    * İçine katran karışmışveya karıştırılmışolan.
    * Birleşiminde katran olan.
    katre * Damla, damlayan şey.
    katre katre * Damla damla, azar azar.
    katresi kalmadı(veya katresi yok) * hiç kalmadı, hiç yok.
    katrilyon * Trilyon kere bir milyon (1024).
    katur kutur * Sert maddeleri yerken çıkan ses.
    katyon * Bir çözeltinin elektrolizi sırasında katotta toplanan iyon, artın.
    kauçuk * Gövdesi odunsu, öz suyu yapışkan, süt kıvamında, yaprakları oval biçimli, parlak ve kalın, sıcak ülke
    bitkisi, lâstik ağacı(Ficus elastica).
    * Amerika, Asya ve Afrika’nın çeşitli ağaçlarından, özellikle lâstik ağacından veya bazıpetrol artıklarının
    birleşimiyle elde edilen, dayanıklıve esnek madde.
    * Bu maddeden yapılmış.
    kauçuklu * Kauçukla kaplanmışveya birleşiminde kauçuk olan (nesne).
    kaurit tutkalı * Üre.
    kav * Kav mantarlarından kurutularak elde edilen, çabuk tutuşan, süngerimsi madde.
    * Yılanın deri değiştirirken attığıderi.
    kav * İçki mahzeni.
    kav gibi * kolaylıkla tutuşacak durumda olan veya kuru ve gevrek.
    kav mantarı * Bazitli mantarlardan, ağaçların gövdesinde veya dallarında yetişen ve kurusu kav olarak kullanılan bitki
    (Fomes fomentarius).
    kavaf * Ucuz, özenmeden ve bayağıcins ayakkabıyapan veya satan esnaf.