kaynatılma | * Kaynatılmak işi. |
kaynatılmak | * Kaynatmak işi yapılmak. |
kaynatma | * Kaynatmak işi. |
kaynatmak | * Kaynamasını sağlamak. * Kaynak yapmak. * Konuşmak, sohbet etmek. * Belli etmeden almak; unutturmak. |
kaynayan kazan kapak tutmaz | * için için gelişen olaylar veya duygular bir yerde patlak verir. |
kaynayış | * Kaynamak işi veya biçimi. |
kaypak | * Kayagan, kaygan. * Sözünde durmaz, dönek. |
kaypakça | * Biraz kaypak. * Sözünde durmayarak, döneklik ederek. |
kaypaklaşma | * Kaypaklaşmak işi. |
kaypaklaşmak | * Kaypak bir duruma gelmek. |
kaypaklık | * Kaypak olma durumu. * Sözünde durmazlık, döneklik. |
kaypama | * Kaypamak işi. |
kaypamak | * Ayağıkaymak. |
kayra | * Yüksek tutulan veya sayılan birinden gelen iyilik, lütuf, ihsan, atıfet, inayet. * Bkz. Tanrıkayrası. |
kayracılık | * Evrendeki bütün olaylarıtanrısal sebebe dayandıran, insanların ancak Tanrıkayrasıyla, bağışıyla kurtulabileceğini ileri süren öğreti, providansiyalizm. |
kayrak | * Ekime elverişli olmayan, taşlı, kumlu toprak. * Yassı, düz taş. * Bileği taşı. |
kayran | * Orman içinde genişve çıplak alan, düzlük. |
kayrılma | * Kayrılmak işi. |
kayrılmak | * Kayırmak işi yapılmak. |
kayser | * Roma, Bizans ve Alman imparatorlarına verilen unvan. |
kayşa | * Kayşamak olayı, kayma, göçü, heyelân. |
kayşama | * Kayşamak işi. |
kayşamak | * Kaya, toprak vb.yerinden koparak aşağıya kaymak. |
kayşat | * Kayşama sonucu yerinden kopmuşparça. |
kaytaban | * Sürü, deve sürüsü. * Başı boş, düzensiz. |
kaytak | * Kuytu. * Sözünde durmayan. * Yağcı, dalkavuk, numaracı. |
kaytaklık | * Kaytak olma durumu. |
kaytan | * Pamuk veya ipekten sicim. * Yelkeni yarıkapatmak için kullanılan örgü halat. |
kaytan bıyıklı | * İnce ve uzun bıyıklı. |
kaytanlı | * Kaytanı olan, kaytanla dikilmiş. |
kaytarıcı | * İşten kaçan kimse. |
kaytarış | * Kaytarmak işi veya biçimi. |
kaytarma | * Kaytarmak işi. |
kaytarmacı | * Kaytaran (kimse). |
kaytarmacılık | * Kaytarmacının işi. |
kaytarmak | * Geri çevirmek, iade etmek. * İşten kaçmak. |
kayyım | * Bkz. kayyum. |
kayyum | * Cami hademesi. * Belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse. |
kayyumluk | * Kayyum olma durumu. * Kayyumun görevi. |
kaz | * Perde ayaklılardan, uzun, beyaz veya gri boyunlu, suda ve karada yaşayan, uçan, yabanî veya evcil kuş (Anser). * Budala. |
kaz ayağı | * Bkz. kazayağı. |
kaz gelen yerden tavuk esirgenmez | * büyük çıkarlar beklenen yerde küçük fedakârlıklar yapılmalıdır. |
kaz kafalı | * Anlayışsız, kavrayışsız, kafasız. |
kaza | * Can veya mal kaybına veya zararına sebep olan kötü olay. * Vaktinde kılınmayan namazıveya tutulmayan orucu sonradan dinî kurallara uygun olarak yerine getirme. * Yargı, yargılama. * Kadının görevi. * İlçe, kaymakamlık. |
kaza dairesi | * Yargıçevresi. |
kaza etmek | * vaktinde kılınmayan namazı, tutulmayan orucu dinî kurallara uygun olarak yerine getirmek. |
kaza ile | * kazara. |
kaza kurşunu | * Yanlışlıkla gelen mermi. |
kaza ve kader | * alın yazısı. |
kazaen | * Kazara. |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 68
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 69
kazağı * Kazımakta veya temizlemekte kullanılan demir araç. Kazak * Kazakistan Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse.
* Güney Rusya’da yaşayan Slavlaşmış bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse.
* Kazaklara özgü olan, Kazaklarla ilgili olan.kazak * Genellikle kollu, baştan geçirilerek giyilen, örme üst giysisi.
* Cokeylerin giydiği, göz alıcırenklerde bir tür ceket.kazak * Rusya’da ve İran’da ayrı bir sınıf oluşturan atlıasker.
* Karısına söz geçirebilen, dediğini yaptırabilen erkek, kılı bık karşıtı.Kazak çömelmesi * Bir bacak üzerinde çömelip dizi iyice bükerken, öteki bacağıönde tutma biçiminde yapılan bir güç
alıştırması.Kazakça * Kazak Türkçesi. kazaklık * Karısına söz geçirme, dediğini yaptırma durumu. kazalı * Kazaya yol açan, sakıncalı, tehlikeli.
* Kaza geçirmişolan.
* İlçesi olan.kazamat * Obüslerden, bombalardan korunmak için yerin altına kazılmışsiper. kazan * Çok miktarda yemek pişirmeye veya bir şey kaynatmaya yarar büyük, derin ve kulplu kap.
* Buhar makinelerinde, kalorifer tesisatında, suyun kaynatıldığıkapalıkap.kazan (biri) kepçe * bir kimsenin, bir yeri iyice araştırdığınıanlatır. kazan dairesi * Çok katlıyapılarda ısıtma sisteminin yer aldığı bölüm. kazan kaldırmak (veya devirmek) * (yeniçeriler) yemek pişirilen kazanıkaldırarak ayaklanmak, isyan etmek.
* yöneticinin bir tutumuna karşıhep birden ayaklanmak, isyan etmek.kazan kaynamayan yerde maymun oynamaz * hiçbir işkarşılıksız yapılmaz. kazan taşı * Kalsiyum tuzlarıkapsayan suyun ısıtıldığıkabın iç yüzeyinde oluşturduğu katman. kazancı * Kazan yapan, satan veya onaran usta.
* Kazanıateşleyen kimse, ateşçi.kazancılık * Kazancının işi veya mesleği. kazanç * Satılan bir mal, yapılan bir işveya harcanan bir emek karşılığında elde edilen para, temettü.
* Yarar, çıkar, kâr.kazançlı * Kazanmışolan.
* Kazanç getiren, kazanç sağlayan.kazançsız * Kazancı olmayan. kazandırma * Kazandırmak işi. kazandırmak * Kazanmasını sağlamak. kazandibi * Dibi tutturularak hafif yanık kokusu verilmişmuhallebi. kazanıkapalıkaynamak) * iç yüzü bilinmemek. kazanılma * Kazanılmak işi. kazanılmak * Kazanmak işi yapılmak. kazanım * Kazanmak işi.
* Bir işyerinde işçilere sağlanan hukuk, sosyal ve malî her tür hak.kazanış * Kazanmak işi veya biçimi. kazanma * Kazanmak işi, edinme. kazanmak * Kazanç sağlamak.
* Olumlu, iyi bir sonuç elde etmek.
* Çıkmak, isabet etmek.
* Edinmek, sahip olmak.
* Uğramak, yakalanmak.
* Kendinden yana çekmek.
* Ele geçirmek, fethetmek.
* Yenmek, galip gelmek.kazara * Kaza sonucu, yanlışlıkla, bilmeden, kazaen.
* Rastgele, tesadüfen.kazaratar * Eklemli bir kol üzerinde hareket eden kepçeli bir çark veya zincirle donatılmışkazımakinesi, kazmaç,
ekskavatör.kazasız * Kazaya uğramadan yapılan.
* Kazasız bir biçimde.kazasız belâsız * Kazaya veya güçlüğe, sıkıntıta uğramadan. kazaska * KaynağıKafkasya olan ve hızlı oynanan bir halk dansı. kazasker * İlmiye sınıfının yüksek derecesinde bulunan devlet görevlisi. kazaskerlik * Kazaskerin yaptığı iş, kazaskerin rütbesi ve makamı. kazaya bırakmak * (namaz için) vaktinde kılınamayanıdaha sonra kılmak. kazaya kalmak * (namaz için) vaktinde kılınamamak. kazaya rıza göstermek * yargıya, verilen hükümlere boyun eğmek. kazayağı * Ispanakgillerden, yapraklarıkaz ayağına benzeyen bir bitki (Chenopodium).
* Çok kollu çengel.
* Çaprazlama yapılan teyel, Hristo teyeli.
* Bir ucuna, ortasından bir ikincisi bağlanarak yapılan üç uçlu halat.
* Açık turuncu renk.
* Bu renkte olan.kazaz * Ham ipeği iplik ve ibrişim durumuna getiren kimse. kazazede * Kazaya uğramış, kaza geçirmişolan (kimse). kazboku * Kirli sarı(renk).
* Bu renkte olan.kazdığıçukura (veya kuyuya) kendisi düşmek * başkası için hazırladığıkötülüğe kendi uğramak. kazdırma * Kazdırmak işi. kazdırmak * Kazmak işini yaptırmak. kazein * Sütte bulunan protein maddesi.
* Bkz. bitkisel kazein.kazein tutkalı * Ekşi sütten kireç yardımı ile üretilen ve soğuk olarak kullanılan ağaç yapıştırıcısı. kazevi * Saz veya kamıştan örülmüş büyük sepet, zembil. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 65
kaydırma * Kaydırmak işi.
* Alıcının herhangi bir araç üzerinde çeşitli yönlere hareket ettirilmesi.
* Savunmanın belirli bir anında, oyunun güç noktasını birdenbire değiştirme.kaydırmak * Kaymasını sağlamak, kaymasına yol açmak. kaydırtma * Kaydırtmak işi. kaydırtmak * Kaymasınısağlatmak, kaymasına sebep olmak. kaydiye * Kayıt için alınan para. kaydolma * Kaydolmak işi, yazılma. kaydolmak * Yazılmak. kaygan * Islak veya düz olduğundan, kendisi kayan veya üzerinde kayılan, kaygın. kaygana * Omlet.
* Yumurta çalkanarak yapılan bir çeşit tatlı.kayganalık * Kaygana için gereken malzeme. kayganlık * Kaygan olma durumu. kaygı * Üzüntü, endişe duyulan düşünce, tasa. kaygıçekmek * üzüntü, tasa duymak. kaygılandırma * Kaygılandırmak işi. kaygılandırmak * Kaygılanmasına sebep olmak. kaygılanış * Kaygılanmak işi veya biçimi. kaygılanma * Kaygılanmak işi, üzülme. kaygılanmak * Kaygıduymak, üzülmek. kaygılı * Kaygısı olan, üzüntülü. kaygın * Kaygan.
* Gebe deve.kaygısız * Kaygısı olmayan, kaygıduymayan, aldırmaz. kaygısızca * Kaygısız, aldırmaz (bir biçimde). kaygısızlık * Kaygısız olma durumu veya kaygısızca davranış. Kayı * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. kayık * Kürek veya yelkenle yürütülen ufak tekne.
* Bir yana kaymış.kayık gibi * kayığa benzer biçimde, kayığın durumuna uygun olarak. kayık salıncak * Bayram yerlerinde kurulan kayık biçiminde salıncak. kayık tabak * Kayık biçiminde uzun ve düz tabak. kayık yaka * Açıklığı omuzlara doğru olan oval yaka. kayık yanaştırmak * bir konuya veya soruna yavaşyavaşgirmek. kayıkçı * Kayıkla insan veya yük taşıyan kimse. kayıkçıkavgası * Sonucu olmayan, bıktırıcımünakaşa. kayıkçılık * Kayık yapma ve satma işi.
* Kayık işletme işi.kayıkhane * Kayıkların çekildiği, korunduğu üstü örtülü yer. kayın * Kayıngillerin örnek bitkisi olan, kerestesi beyaz bir orman ağacı(Fagus orientalis). kayın * Karıveya kocaya göre birbirlerinin erkek kardeşi, kayın birader. kayın baba * Kaynata. kayın birader * Kayın (II). kayın peder * Kaynata. kayın valide * Kaynana. kayınço * Kayın biraderlere sevgi yollu söylenen söz. kayıngiller * İki çeneklilerden, palamut diye adlandırılan meyveleri yüksüksü bir kadehçik içinde duran, kayın, meşe,
kestane gibi çoğu kerestelik orman ağaçlarını içine alan bir familya, palamutlular.kayınlık * Kayın ağaçlarıçok olan yer. kayınlık * Kayın (II) olma durumu. kayıntı * Açlık bastırmaya yarar yiyecek, atıştırılmaya yarar yiyecek. kayıp * Yitme, yitim.
* Yitik, zayi.kayıp vermek * (ulus, toplum, kuruluşvb. için) değerli bireylerini yitirmek. kayıplara karışmak * bulunduğu yerden ayrılıp gitmek, gittiği yeri bildirmemek, görünmez olmak. kayır * Kalın kum.
* İnce kum.kayırıcı * Kayıran, koruyan, iltimasçı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 66
kayırıcılık * Kayırma işi, iltimasçılık. kayırılma * Kayırılmak işi. kayırılmak * Kayırmak işi yapılmak veya kayırmak işine konu olmak. kayırış * Kayırmak işi veya biçimi. kayırma * Kayırmak işi, koruma, himmet, iltimas. kayırmak * Koruyarak başarısını sağlamak, elinden tutmak, himmet etmek.
* Birini, başkalarının veya işin zararıpahasına tutmak, haksız yere kolaylıklar sağlamak” iltimas etmek.kayırtma * Kayırtmak işi. kayırtmak * Kayırmak işini yaptırmak. kayısı * Gülgillerden bir ağaç (Prunus armeniaca).
* Bu ağacın açık turuncu renkte, eti sulu, güzel kokulu, tek ve sert çekirdekli tatlımeyvesi.
* Beyazıpişmiş, sarısıyarıpişmiş(yumurta).kayısıhoşafı * Kayısının kaynatılması ile yapılan hoşaf. kayısıkompostosu * Kayısının şekerle kaynatılması ile yapılan komposto. kayısıkurusu * Kurutulmuşkayısı. kayış * Bağlamak, tutmak veya sıkmak amacıyla kullanılan, dar ve uzun kösele dilimi.
* Ustura bilenen cilâlıkösele.kayış * Kaymak işi veya biçimi. kayış balığı * Kâğıt balığı gillerden, Kuzey Avrupa denizleriyle Akdeniz’in derinliklerinde yaşayan kemikli bir balık
(Regalecus glesne).kayışdili * Kaba ve çirkin sözler kullanılarak konuşulan dil. kayışgibi * sert, koparılmayan.
* kara, çok kirli.kayışa çekmek * aldatmak, kandırmak. kayışa çekmek * usturanın kılağısınıalmak için berber kayışına sürtmek. kayışçı * Kayışyapan veya satan kimse.
* Aldatıcı, hileci.kayışkıran * Baklagillerden, kökleri toprağa derince girerek, tarlalar sürülürken sabanıtutan, çiçekleri kırmızı bir bitki,
sabankıran (Onosisspinosa).kayıt * Bir yere mal ederek deftere geçirme.
* Bir yazının, bir hesabın tarih, numara vb. nin veya kopyasının bir yerde yazılı bulunması.
* Sınırlama, davranışlarını çerçeveleme.
* Şart.
* Önem verme, gözetme.
* Resmî belge.
* Ses veya resmi, manyetik bant üzerine geçirme işlemi.kayıt * Pencere çerçevesi.
* Araç, eşya.kayıt altına girmek * davranışlarısınırlandırılmak; bir şey yapmaya zorlanmak. kayıt defteri * Kayıt yapılan defter. kayıt koymak * engellemek, sınırlamak, takyit etmek. kayıt kuyut * Sınırlandırmalar. kayıtım * Bir olayın kendi sebepleri üzerindeki tepkisi, rücu. kayıtımla uslamlama * Geriye dönerek sonuç çıkarma. kayıtlama * Kayıtlamak işi, takyit. kayıtlamak * Bir takım şartlarla bağlamak, sınırlandırmak, takyit etmek. kayıtlı * Kaydıyapılmış, kayda geçirilmişolan.
* Şarta bağlı.kayıtma * Kayıtmak işi. kayıtmak * Bir şeyi yapmaktan vazgeçmek, bir karardan dönmek, nükul etmek, rücu etmek. kayıtsız * Kaydıyapılmamış, deftere veya yazıya geçirilmemişolan.
* Bir şarta bağlı olmayan.
* Aldırmaz, ilgisiz, umursamaz, lâkayt.kayıtsız kalmak * önem vermemek, umursamamak. kayıtsız olmak * kayıt edilmemişveya yazıya geçirilmemişolmak.
* ilgisiz, umursamaz, önem vermeyen durumda bulunmak.kayıtsız şartsız * Hiçbir şart ve bağı olmaksızın. kayıtsızca * İlgisiz, aldırmaz (bir biçimde). kayıtsızlık * Aldırmazlık, ilgisizlik, umursamazlık, lâkaydî. kayıttan düşmek (veya birinin kaydınısilmek) * bir yere mal olmaktan çıkararak defterde bu durumu belirtmek. kaykay * Tahtadan yapılmış, altında tekerlekler bulunan üzerinde kayılan alet. kaykılma * Kaykılmak işi. kaykılmak * Arkaya doğru eğilerek, yaslanarak oturmak. kaykıltma * Kaykıltmak işi. kaykıltmak * Kaykılmasını sağlamak, kaykılmasına sebep olmak. kayma * Kaymak (II) işi.
* Herhangi bir sebeple filmin atlamasıveya görüntünün perdeye tam olarak gelmemesi.kaymağınıalmak * bir şeyin en büyük payını, kârınıele geçirmek. kaymak * Sütün yüzünde zar durumunda toplanan, açık sarırenkli, koyu yağlıkatman.
* Sütü yayvan kaplar içinde ve hafif ateşte tutarak elde edilen koyu, yağlıöz.
* Yağmur ve selden sonra toprağın üzerinde kalan özlü tabaka.
* Bir şeyin en iyi ve seçkin bölümü.kaymak * Düz, ıslak veya kaygan bir yüzey üzerinde sürtünerek kolayca yer değiştirmek.
* Kaygan bir yüzey üzerinde birdenbire dengesini yitirmek.
* Yerini değiştirmek.
* Yer, durum değiştirmek.
* Görüş, düşünce veya tutumunu değiştirmek.
* “İstemeden bir şey yapmak” anlamıyla bazıdeyimlerde geçer.
* Anlamıdeğişmek.
* Kurtulmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 67
kaymak bağlamak (veya tutmak) * sütün veya bir sıvıının üzerinde kaymak oluşmak, kaymaklanmak. kaymak gibi * bembeyaz ve pürüzsüz.
* tadı güzel ve yumuşak.kaymak kâğıdı * Özen isteyen baskılarda kullanılan, düzgün, parlak, pürüzsüz kâğıt, kuşe kâğıdı, papyekuşe. kaymak tabakası * Bir toplumun seçkin ve zengin kesimi. kaymak takımı * 343 kaymak tabakası. kaymak taşı * Parlatılmaya elverişli, yumuşak, beyaz, yarısaydam bir tür mermer, su mermeri, albatr. kaymakaltı * Yağıalınmışsüt. kaymakam * Bir ilçenin en büyük yönetim görevlisi, ilçebay.
* Yarbay.kaymakamlık * Kaymakam olma durumu.
* Kaymakamın görevi.
* Kaymakamın makamıve bu makama bağlıresmî dairelerin bütünü.
* İlçe, kaza.kaymakçı * Kaymak yapan veya satan kimse. kaymaklanma * Kaymaklanmak işi. kaymaklanmak * Kaymak bağlamak, kaymak tutmak. kaymaklı * Kaymağı olan.
* Üzerine veya içine kaymak konulmuşolan.kaymaklıdondurma * Sütten yapılmışdondurma. kayme * Kâğıt para, kaime. kaymelik * Herhangi bir kayme değerinde olan. kaynaç * Volkan bölgelerinde, belli aralıklarla su ve buhar fışkırtan sıcak kaynak, gayzer. kaynaç taşı * Kaynaçlarda oluşan silisli çökelti, gayzerit. kaynağınıalmak * (bir yerden) esas almak, bir esasa veya desteğe dayandırmak. kaynak * Bir suyun çıktığıyer, kaynarca, pınar, memba.
* Bir şeyin çıktığıyer, menşe.
* Bir haberin çıktığıyer.
* Araştırma ve incelemede yararlanılan belge.
* Herhangi bir enerjinin oluşup çevreye yayıldığıyer.
* İki metal veya yapay parçayıısıl yolla birleştirme yöntemi, kaynaştırıp yapıştırma işi.kaynak kişi * Sağlam, güvenilir, doğru bilgiler edinilen kimse. kaynak makinesi * Kaynak yapımında kullanılan makine. kaynak suyu * Kaynağın veya gözemin başında alınan su. kaynak yapmak * iki metal veya yapay parçayıısıyoluyla birleştirmek. kaynakça * Belli bir konu, yer veya dönemle ilgili yayınlarıkapsayan veya en iyilerini seçen eser, bibliyografya,
bibliyografi.kaynakçacı * Kaynakça hazırlayan kimse. kaynakçı * Kaynak yapan kimse. kaynakçılık * Kaynak yapma işi. kaynakhane * Kaynak işleri yapılan yer. kaynaklanma * Kaynaklanmak işi veya durumu. kaynaklanmak * Kaynak hâlini almak. kaynama * Kaynamak işi. kaynama noktası * Saf bir sıvının belirli bir basınçta kaynamaya başladığısıcaklık. kaynamak * Bir sıvı, sıcaklığı belli bir dereceyi bulunca, buhar durumuna geçerek fokurdamak.
* (böyle bir sıvının içinde bulunan şey) Fokurdamak.
* (yemek için) Pişmek, haşlanmak.
* Yerden çıkmak.
* (kırık, çatlak kemik veya metal parçaları için) Eski durumunu almak, birbirine yapışmak.
* (yara için) Kapanmak, iyileşmek.
* (mayalı bir şey için) Kabarıp köpürmek.
* (mide için) Ekşimek.
* Çalkantıdurumunda olmak, dalgalanmak.
* Çok miktarda bulunmak.
* Gizli bir işçevirmek, için için hazırlanmak.
* (bir yerde) Huzursuzluk, tedirginlik olmak.
* İstenildiği gibi olmamak, gerçekleşmemek.
* Arada kaybolmak.
* Artmak, çoğalmak, yoğunlaşmak.kaynana * Kadına göre kocasının, kocaya göre karısının annesi, kayın valide. kaynana ağzı * İleri geri veya yersiz konuşma, gereksiz dedikodu yapma. kaynana zırıltısı * Bir sap çevresinde çevrilen, çevrildikçe takırtılı bir ses çıkaran çocuk oyuncağı. kaynanadili * Dil biçiminde yassıve dikenli dalları olan bir kaktüs türüne halkın verdiği ad.
* Bir iğne oyasıörneği.kaynanalık * Kaynana olma durumu.
* Kaynanaya yakışır davranış.kaynanalık etmek * (kaynana) geline veya damada kötü davranmak.
* bir yakınına gereğinden çok karışmak.kaynar * Kaynamakta olan.
* Çok sıcak.
* Kaynak, pınar.kaynarca * Kaynak.
* Sıcak su kaynağı.
* Hastalara kaynatılarak içirilen pekmez, yağve baharat karışımı.kaynaşık * Birbirine kaynamış, kaynaşmış.
* Kıpırdak, oynak (kadın).kaynaşma * Kaynaşmak işi.
* Kalabalığın çok olduğu bir yerde kıpırdanma, hareketlilik.
* Huzursuzluk.kaynaşmak * Ayrılmayacak bir biçimde birleşmek.
* Çok kalabalık ve kıpırdak olmak, hareket etmek.
* Birbirine iyice uymak.
* Uyuşmak, yakın ilişki kurmak, derinleştirmek.
* Birleşmek.
* Huzursuzluk olmak.kaynaştırma * Kaynaştırmak işi.
* Kelime veya birleşik kelime içerisinde bir araya gelen seslerin birbirlerini etkileyerek kısalmaya yol açması
olayı: Kayın ana > kaynana, kayın ata > kaynata, sütlü aş> sütlaç gibi.kaynaştırma sesi * Ünlü ile sona eren bir kelimeye ünlü ile başlayan bir ek geldiğinde araya giren y sesi: İki-y-i, oda-y-a, soruy-u vb. kaynaştırmak * Kaynaşmasını sağlamak. kaynata * Kadına göre kocasının, kocaya göre karısının babası, kayın baba, kayın peder. kaynatalık * Kaynata olma durumu. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 63
kavrayış * Kavrama, anlama, algılama yetisi.
* Bir algının doğrudan doğruya kavranması.kavrayışlı * Kolayca anlama, algılama yetisi olan. kavrayışsız * Kavrayıcı olmayan. kavruk * Kavrulmuşolan.
* Yaşının ilerlemesine karşılık iyi gelişmemişolan.
* Kurumaya yüz tutmuş.kavrukluk * Kavruk olma durumu. kavrulma * Kavrulmak işi. kavrulmak * Kavurmak işi yapılmak.
* İyi gelişmemek, ufak, zayıf, cılız kalmak.kavruluş * Kavrulmak işi veya biçimi. kavşak * Akarsu, yol gibi uzayıp giden şeylerin kesiştikleri veya birleştikleri yer. kavşak adası * Kavşak içindeki hareketleri tanzim eden, üçgen, daire, dörtgen, damla vb. şekillerde olabilen ve dış
kenarları bordür taşı ile sınırlandırılmışyapı.kavuk * İçi boşşey.
* Sarık sarılan başlık.
* İdrar torbası, mesane.kavuk sallamak * bir kimseye yaranmak için onun söz veya davranışlarınıuygun bulmak, onaylamak. kavukçu * Kavuk yapan veya satan kimse.
* Birine yaranmak için onun söz veya davranışlarınıuygun bulan, onaylayan kimse.kavuklu * Kavuk giymiş.
* (ilk harf büyük) Orta oyununda hikâyeyi anlatıp asıl görevi üstlenen, espri ve komiklik yapan kişi.kavukluk * Kavuk koymaya yarayan küçük raf. kavun * Kabakgillerden, sürüngen gövdeli, iri meyveli bir bitki (Cucum).
* Bu bitkinin genellikle güzel kokulu, sulu ve etli meyvesi.kavuncu * Kavun satan kimse. kavuniçi * Pembeye çalan sarırenk.
* Bu renkte olan.kavunsu * Kavuna benzeyen, kavunu andıran. kavurga * Buğday, mısır gibi tahılların kuru yemişgibi yenilmek için ateşte kavrulmuşu. kavurma * Kavurmak işi.
* Tencerede pişirilip kendi yağıyla kızartıldıktan sonra dondurulup saklanan et.
* Kavrulmuşolan.kavurmacı * Kavurma yapan veya satan kimse. kavurmaç * Kavrulmuş buğday. kavurmak * Bir şeyi bir kabın içinde su katmadan kızartarak pişirmek.
* (rüzgâr, soğuk, sıcak vb. için) Kurutmak; yakmak.
* Çok üzmek, yakmak, mahvetmek.kavurmalı * İçinde kavurma bulunan. kavurmalık * Kavurma yapmaya elverişli yiyecek.
* Kavurma için ayrılmış.kavurtma * Kavurtmak işi. kavurtmak * Kavurmak işini yaptırmak. kavuruş * Kavurmak işi veya biçimi. kavuşma * Kavuşmak işi, buluşma, telâki.
* Erişme, elde etme.
* (güneşiçin) Batma.
* Mantar ve yosun sınıfından bazıaşağı bitkilerde, yeni bir birey oluşturmak için iki ayrıhücrenin birleşmesi.kavuşmak * Ayrıkalınan, sevilen bir kimseyle bir araya gelmek, onu yeniden görmek.
* Yokluğu çekilen veya çok istenen bir şeye erişmek, onu elde etmek.
* Katılmak.
* Bir araya gelmek, birleşmek.
* (güneşiçin) Batmak.
* Varmak, ulaşmak.kavuştak * Şarkıve türküde tekrarlanan dize, nakarat. kavuşturma * Kavuşturmak işi. kavuşturmak * Kavuşmasınıveya kavuşmalarını sağlamak. kavuşulma * Kavuşulmak işi. kavuşulmak * Bir araya gelinmek, birleşilmek. kavuşum * Yer yuvarlağı bir uçta kalmak üzere, yerin, güneşin ve herhangi bir gezegenin bir doğru üzerine gelmeleri,
içtima.kavuşum devri * Bir gezegenin iki kavuşumu arasında geçen zaman aralığı. kavuşur su yosunları * Üremeleri kavuşma yoluyla olan su yosunları. kavut * Kavrulmuşve dövülmüştahıl ununa şeker veya tatlıyemişkatılarak yapılan yiyecek. kavuz * Buğdaygillerin başağında, başakçıklarıveya çiçeğisaran kabuk.
* İçi boş, kabuklu yemiş.kavuzlular * Bir çeneklilerden, çiçeklerinde renkli taç yaprağıyerine, kavuz denilen yeşil renkte yapracıklar bulunan bitki
takımı.kavzama * Kavzamak işi. kavzamak * Sıkıtutmak, kavramak.
* Korumak, muhafaza etmek.kay * Yağmur, yaz yağmuru. kay * Kusma. kay etmek * kusmak. kaya * Büyük ve sert taşkütlesi.
* Kayaç.kaya balığı * Kaya balığı gillerden, kayalık yerlerde yaşayan, çoğu koyu renkli küçük balık (Gobius gobius). kaya balığı giller * Kemikli balıklardan, küçük boyda iri başlı, yüzgeçleri karın üzerinde tekerlek biçiminde olan bir familya. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 64
kaya gibi * çok sağlam. kaya güvercini * Güvercingillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’nın kayalık yerlerinde yaşayan bir kuş(Columbo livia). kaya hanisi * Lahos. kaya horozu * Güney Amerika’da yaşayan, erkekleri portakal renginde, başında tepeliği olan kuş(Rupicola). kaya keleri * Bukalemun. kaya lifi * Taşpamuğu, asbest. kaya örümceği * Taşlar arasında yaşayan bir örümcek türü. kaya sansarı * Dağlık yerlerde yaşayan bir tür sansar. kaya sarımsağı * Genç yapraklarısarımsak yerine kullanılan bir tür yaban sarımsağı(Allium ampeloprasum). kaya sarmaşığı * Kayalıklarda biten sarmısak. kaya suyu * Kayadan sızan su. kaya tuzu * Doğada billûr durumunda bulunan tuz. kaya uçmazsa dere dolmaz * büyük ihtiyaçlarda büyük fedakarlık yapmak gerekir. kayabaşı * Bir Anadolu ezgisi ve bu ezgiyle söylenen koşma.
* Türk halk edebiyatında çoban türküsü.kayaç * Doğada büyük yer tutan, yer kabuğunun yapı gereci olan bir veya birkaç mineralden oluşan kütle. kayağan * Üzerinde kolaylıkla kayılan, kaypak. kayağan taş * Killerin başkalaşımı ile oluşmuş, yaprak biçiminde ayrılabilen, mavimsi bir taş, arduvaz. kayağanlık * Kayağan olma durumu. kayak * Kar veya su üzerinde kaymak için ayağa takılan araç, ski.
* Bu aracıkullanarak yapılan spor.kayak evi * Kayak bölgesinde yapılan küçük ev. kayakçı * Kayak yapan sporcu. kayakçılık * Kayakçı olma durumu.
* Kayak sporculuğu.kayalık * Kayasıçok olan yer. kayan * Kayarak yer değiştiren.
* Yassı, düz, kat kat oluşmuştaş.
* Dağdan inen sel.kayar * Hayvanların eskiyen nallarının çivilerini değiştirme işlemi.
* Pay.kayarlama * Kayarlamak işi. kayarlamak * Hayvanın eskiyen nallarını onarmak, eskiyen nalın çivilerini yenilemek.
* At nalınıveya düven taşlarınıyeniden koymak veya onarmak.
* Sövmek, küfretmek.kayarto * Ahlâksız kimse, mel’un. kaybedilme * Kaybedilmek işi. kaybedilmek * Kaybetmek işi yapılmak. kaybetme * Kaybetmek işi, yitirme. kaybetmek * Yitirmek.
* Yenik düşmek, yenilmek.
* Para bakımından zarara girmek.
* Ölüm dolayısıyla ayrılmak.kaybolma * Kaybolmak işi. kaybolmak * Yitmek.
* Görünür olmaktan çıkmak, görünmez olmak.kayboluş * Kaybolmak işi veya biçimi. kayda değer * Önemli, dikkati çeken. kayda geçirmek * ilişkili bulunduğu deftere yazmak. kaydedici * İmleç. kaydedilme * Kaydedilmek işi. kaydedilmek * Kaydetmek işi yapılmak, yazılmak. kaydetme * Kaydetmek işi. kaydetmek * Yazmak, bazıönemli noktalarıtespit etmek.
* Herhangi bir şeyi bir yere mal etmek, bir şeyin tarih, numara veya adını bir deftere geçirmek.
* Hatırlamak için yazmak, not etmek.
* Belirtmek, söylemek.
* Sesi veya resmi manyetik bant üzerine geçirmek.
* Olumlu sonuç almak.
* Sıcaklık, basınç gibi bir niceliğin değişkenliğini tespit etmek.kaydettirme * Kaydettirmek işi. kaydettirmek * Kaydetmek işini yaptırmak, yazdırmak. kaydıhayat * Kaydıhayatla ve kaydıhayat şartıyla sözlerinde “yaşadığıkadar”, “yaşadığısürece” anlamında kullanılır. kaydı ihtiyat * Temkinli davranma, ihtiyatlı olma. kaydırak * Yassı, kaygan çakıl.
* Çocukların böyle bir taşıayakla kaydırarak oynadıkları oyun.
* Çocukların oturup kayarak eğlenmeleri için, çocuk bahçelerinde bulundurulan oyun aracı.
* Tomrukların kolay taşınması için dağdan kaydırıldığıyer.kaydırılma * Kaydırılmak işi. kaydırılmak * Kaymasısağlanmak, kaymasına yol açılmak. kaydırış * Kaydırmak işi veya biçimi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 62
kavilleşme * Kavilleşme işi. kavilleşmek * Sözleşmek, söz birliği etmek, anlaşmak. kavilya * Yelkenin kasa ve halat dikişlerinde, kollar arasınıaçmak için kullanılan, sivri ağaç veya demirden yapılmış
sert parça.kavim * Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu,
budun.kavim kardaş * Bütün akrabalar, tanıdıklar. kavis * Eğmeç, yay. kavis çizmek * yay biçiminde yol izlemek. kavisli * Kavisi olan. kavkı * Bkz. kabuk. kavkılı * Kavkısı olan (hayvan). kavlağan * Çınar ağacı. kavlak * Kabuğu dökülmüş.
* Güneşten derisi soyulan (kimse).
* Yer altı boşluklarının tavan ve yan duvarlarında bulunan gevşemişveya düşebilir kaya parçası.kavlama * Kavlamak işi. kavlamak * Kabarıp dökülmek, soyulmak. kavlanma * Kavlanmak işi. kavlanmak * Kavlamak işine uğramak. kavlaşma * Kavlaşmak işi. kavlaşmak * Kav durumuna gelmek. kavlatma * Kavlatmak işi. kavlatmak * Kavlamasına yol açmak. kavletme * Kavletmek işi. kavletmek * Sözleşmek, anlaşmak, söz kesmek. kavlıç * Fıtık.
* Fıtıklı.kavlık * İçine genellikle kav konulan torba veya kap. kavlince * Kavline göre, sözüne bakarak. kavlükarar * Söz, sözleşme. kavlükarar etmek * karar vermek, plânlamak. kavmî * Kavimle ilgili, etnik. kavmiyat * Etnografya. kavmiyet * Bir kavmin kendine özgü özellikleri.
* Bir kimsenin bağlı olduğu kavme göre durumu.
* Kavme bağlılık.kavmiyetçi * Kavmiyetten yana olan kimse. kavmiyetçilik * Kavmiyetçinin işi. kavraç * Ağır taşlarıtutup kaldırmaya yarayan, iki tutaklıdemir araç. kavrak * Ateşyakmak için kullanılan kuru yaprak vb. kavram * Bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, nosyon.
* Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım,
mefhum, nosyon.
* Karın zarı, periton.
* Tutam, avuç dolusu.kavram karmaşası * Anlaşılmazlık, anlam yetersizliğine düşmek. kavrama * Kavramak işi, anlama, algılama.
* Ağaç kuşak.
* Küçük orak.
* Otomobilde motor ile vites kutusunu birbirine bağlayıp ayıran, motordan gelen hareketi sarsıntısız olarak
öteki aktarma öğelerine ileten düzen, debriyaj.
* Bu düzeni işletmeye yarayan ayaklık.kavrama noktası * Arabanın harekete geçtiği an ve durum. kavramak * Elle sıkıca tutmak.
* Her yönünü anlamak, iyice anlamak, tam anlamak.kavramcılık * Kavramın, onu bildiren sözden farklı bir varlık olduğunu ve gerçeğin zihinde bulunmadığını ileri süren
öğreti, konseptüalizm.kavramlaşma * Kavram durumuna gelme. kavramlaşmak * Kavram durumuna gelmek. kavramsal * Kavramla ilgili, kavram niteliğinde olan. kavranılma * Kavranılmak işi. kavranılmak * Kavranmak. kavranılmaz * Zihinde oluşturulamayan veya oluşturulabildiği hâlde gerçekten böyle bir şeyin var olmasıakla sığmayan. kavranma * Kavranmak işi. kavranmak * Kavranmak işi yapılmak. kavratma * Kavratmak işi. kavratmak * Kavramasını sağlamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 61
kavaf işi * Özensiz ve gelişigüzel yapılmışolan. kavaflık * Kavaf olma durumu.
* Kavafın işi.kavait * Kurallar, kaideler. kavak * Söğütgillerden, sulak bölgelerde yetişen, boyu bazıtürlerinde otuz veya kırk m ye değin çıkan,
kerestesinden yararlanılan bir ağaç (Populus).kavak inciri * Açık mor renkli bir tür incir. kavakçılık * Kavak yetiştirme işi. kavaklık * Kavaklarıçok olan veya kavak ağacıyetiştirilen yer. kaval * Kamıştan yapılan, genellikle çobanların çaldığı, yumuşak sesli, perdeli büyük düdük. kaval kemiği * Baldırda olan iki kemikten kalını. kaval tüfek * Namlusu yivsiz tüfek. kavalcı * Kaval yapan, satan veya çalan kimse. kavalye * Kadına, dansta eşolan veya bir yerde, toplantıda arkadaşlık eden erkek.
* Kibar erkek.kavalyelik * Kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etme. kavalyelik etmek * kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etmek. kavanço * Yelkeni bir bordadan öbür bordaya geçirme.
* Değiştirme, aynıtürden bir şeyin yerine bir başkasınıkoyma.
* Bir işi başka birine yükleme, başına sarma.kavanoz * Topraktan veya camdan, ağzı geniş, orta veya ufak boyda kap.
* … kavanoz dolusu.kavanoz dipli dünya * “boşdünya, yalan dünya, fani dünya” anlamında üzülmemeyi, biraz boşvermeyi, acınmamayıanlatan söz. kavara * Balıalınmışpetek.
* Kovanda özellikle kışaylarında arıların yemesi için bırakılan bal.kavara * Yel, gaz.
* Gürültü, patırtı.kavara çekmek * yellenmek. kavaracı * Gürültücü. kavas * Elçilik veya konsolosluklarda görev yapan hizmetli.
* Elçilik ve konsolosluklarda koruma görevlisi.
* Banka, patrikhane ve otel gibi yerlerde hizmetli veya koruma görevlisi.kavaslık * Kavas olma durumu veya kavasın görevi. kavasya * Acıağaç. kavat * Yolsuz, yasa dışıveya gizli, cinsî birleşmelerde aracılık eden erkek, pezevenk. kavata * Oyma ağaç kap.
* Sert ve fazla kızarmayan bir domates türü (Solanum capsicum grossum).kavelâ * Halatların dikişlerinde kullanılan demir veya ağaç kama. kavga * Düşmanca davranışveya sözlerle ortaya çıkan çekişme veya dövüş, münazaa.
* Savaş.
* Herhangi bir amaca erişmek, bir şeyi elde etmek veya bir şeye karşıkoyabilmek için harcanan çaba, verilen
mücadele.kavga adamı * Düşünce ve inançlarınıson kerteye kadar hararetle savunan (kimse). kavga bizim yorganın başına imiş * başkalarıyüzünden zarar gören kimsenin söylediği söz. kavga çıkarmak * kavgaya sebep olmak. kavga çıkmak * dövüşmeydana gelmek. kavga etmek * birbiriyle atışmak, dövüşmek. kavga kaşağısı * Ara bozup kavga çıkartan, kavga arayan kimse. kavga kopmak * dövüş başlamak. kavgacı * Kavga etmeyi seven, kavga çıkaran (kimse).
* Bir amaç uğruna çaba harcayan, mücadele veren (kimse).kavgacılık * Kavgacının tutumu veya alışkanlığı. kavgada yumruk sayılmamak * kavga sırasında dayak da yenir, dayak da atılır. kavgalaşma * Kavgalaşmak işi. kavgalaşmak * İki veya daha çok kimse birbiriyle kavga etmek. kavgalı * Kavgayla yapılan veya içine kavga karışan.
* Birisiyle kavga ederek darılmışolan, dargın.kavgasız * Kavgası olmayan.
* Çatışma, kavga olmadan.kavgasızlık * Kavgasız olma durumu. kavgaya girişmek (veya tutuşmak) * kavgaya başlamak. kavi * Dayanıklı, güçlü, zorlu.
* Sıkı.kavil * Söz.
* Sözleşme, anlaşma.kavileşme * Kavileşmek işi. kavileşmek * Sağlamlaşmak, pekişmek. kavileştirme * Kavileştirmek işi. kavileştirmek * Sağlamlaştırmak, pekitmek, pekiştirmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 58
katık * Ekmekle karın doyurmak gerektiğinde, ekmeğe katılan peynir, zeytin, helva gibi yiyecek.
* Yağıalınmışyoğurt, ayran.katık etmek * ekmeğin çok, yemeğin az olduğu durumlarda yemeği ölçülü yemek. katıklama * Katıklamak işi. katıklamak * Katık etmek.
* Çorbayıyoğurtlamak.katıklı * İçinde katık bulunan. katıklıaş * Bulgur veya yarmadan yapılan yoğurtlu çorba. katıksız * Katığı olmayan.
* Yabancı bir şeyle karışmamış.
* Belli bir yerden, belli bir soydan gelen.
* Niteliği başka hiçbir etkiyle bozulmamışolan, tam.katıla katıla * Katılacak kadar, katılacak derecede. katıla katıla gülmek * aşırıderece gülmek. katılaşma * Katılaşmak işi.
* Bir maddenin sıvıdurumundan katıduruma geçmesi, tasallüp.katılaşmak * Katıduruma gelmek. katılaştırma * Katılaştırmak işi. katılaştırmak * Katıduruma getirmek. katılgan doku * Hücreleri şekilsiz bir ara madde içinde bulunan, organların asıl dokularının aralarınıdolduran doku. katılık * Katı(I) olma durumu.
* Bir nesnenin, boyut değişikliklerine sebep olan etki ortadan kalktıktan sonra da bu boyutlarıkoruma
özelliği.
* Acımasız, duygusuz olma durumu.katılım * Katılmak işi, iştirak. katılış * Katılmak işi veya biçimi. katılma * Katılmak işi.
* İletişim veya ortak davranışta bulunma yoluyla belirli bir toplumsal duruma girme süreci, iştirak.katılmak * Katmak işi yapılmak.
* Bir topluluğa girmek, iştirak etmek.
* Ortak olmak, benimsemek.katılmak * Aşırıderecede gülmek, ağlamak, gıdıklanmak, korkmak gibi tepkiler sırasında, solunum kaslarının kasılması
üzerine soluk kesilmek.katıltma * Katıltmak işi. katıltmak * Katılmasına yol açmak; katılacak kadar güldürmek veya ağlatmak. katım * Katmak işi veya zamanı. katımlık * Bir defada katılacak (miktar). katıntı * Birbirine katılmışkarışık şeylerin her biri.
* Hayvan sürüsüne dışarıdan gelip katılan (hayvan).katır * Atgillerden, kısrak ile erkek eşeğin çiftleşmesinden doğan melez hayvan.
* İnatçıve huysuz.
* Kaba, bayağı, görgüsüz (kimse).katır boncuğu * Çoğu binek hayvanlarının boynuna süs olarak takılan, mavi camdan iri boncuk.
* Bu boncuklarla birlikte dizilen küçük deniz kabukları.katır gibi * inatçı(kimse). katır karı * Çocuğu olmayan evli kadın.
* Kaba, görgüsüz (kadın).katır kutur * Sert ve kaba ses çıkararak.
* Sert duruma gelmiş, sertleşmiş.katır kuyruğu gibi kalmak * bir işte ilerlemeden kalmak. katır tepmişe dönmek * çok hırpalanmak, perişan duruma düşmek, felâketin nereden geldiğini anlayamamak. katır yılanı * Bir tür engerek. katırcı * Katırlarınıkira ile işleten veya katırlarla eşya taşıyan kimse. katırcılık * Katır kiraya verme veya katırla yük taşıma işi. katırkuyruğu * Baklagillerden, çiçekleri sarıve şemsiye durumunda olan acı bir bitki (Anagyris foetida). katırlaşma * Katırlaşmak işi veya durumu. katırlaşmak * Huysuzluk etmek, inatlaşmak, katır gibi davranmak. katırlık * İnatçı, huysuz olma durumu. katırtırnağı * Baklagillerden, dallarıçok ince, çiçekleri sarı, bazıtürleri hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan bir
bitki (Genista scoparia).katışık * İçine başka şeyler karışmışolan, karışık, karma, mahlût. katışıklık * Katışık olma durumu. katışıksız * İçine başka şeyler karışmamışolan, arı, saf. katışma * Katışmak işi. katışmaç * Benzer olmayan maddelerden oluşmuş bütün. katışmak * Bir topluluğa karışmak, katılmak. katıştırma * Katıştırmak işi. katıştırmak * Bir şeyin içine başka bir şey katarak karıştırmak. kat’î * Kesin. kat’î olarak * kesinlikle. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 59
kâtibe * Kadın yazman, kadın sekreter. kâtibiadil * Noter. katil * İnsan öldüren kimse, cani.
* Öldürücü, ölüme sebep olan.katil * Öldürme. katil etmek * Bkz. katletmek. kat’îleşme * Kesinleşme. kat’îleşmek * Kesinleşmek. katillik * Katil olma durumu. kâtip * Sekreter, yazman. kâtiplik * Sekreterlik, yazmanlık. kat’iyen * Hiçbir zaman, asla.
* Kesin olarak, kesinlikle.kat’iyet * Kesinlik. katkı * Bir işin yapılmasına, gerçekleşmesine emek, bilgi, para vb. ile katılma, yardım.
* Bir şeye katılan başka bir madde, ek.
* Metal ve alaşımların hazırlanmasısırasında içlerine katılan değişik nitelikteki maddeler.
* Düğün günü davetlilerin öğleye kadar gönderdikleri armağan.katkımaddesi * Petrol ürünlerine katıldığızaman, bunlara istenilen özellikleri sağlayan veya doğal özelliklerini
kuvvetlendiren uygun bir madde.katkıpayı * Bir işe, bir ortaklığa girişte ödenen ücret. katkıda bulunmak * bir şeyin oluşmasına, gelişmesine veya gerçekleşmesine emek, bilgi, para vb. ile yardım etmek. katkılanma * Katkılanmak işi. katkılanmak * İçine bir katkıkarışmak. katkılı * İçine yabancımadde katılmışolan, karışık, saf olmayan. katkısız * Üzerine veya içine hiçbir şey katılmamış, katışıksız, saf.
* Niteliği hiçbir etki ile değişmeyen, tam, bozulmamış.katlama * Katlamak işi.
* Mayasız hamurdan yapılan, peynirli veya peynirsiz pide; yufka.katlamak * Kâğıt, kumaşgibi nesneleri üst üste kat oluşturacak biçimde bükmek. katlandırma * Katlandırmak işi. katlandırmak * Katlanmasını sağlamak. katlanılma * Katlanılmak işi. katlanılmak * Katlanmak işi yapılmak. katlanış * Katlanmak işi veya biçimi. katlanma * Katlanmak işi. katlanmak * Katlamak işi yapılmak.
* Hoşolmayan bir duruma, güç şartlara dayanmak, tahammül etmek.katlatma * Katlatmak işi. katlatmak * Katlatmak işini başkasına yaptırmak. katlayış * Katlamak işi veya biçimi. katletme * Katletmek işi. katletmek * İnsan öldürmek. katlı * Katlanmış, bükülmüş.
* Katıveya katları olan.katlıkur * Az gelişmişülke ekonomilerine özgü birden çok döviz kuru uygulama yöntemi. katliam * Topluca öldürme, kırım, soy kırımı. katma * Katmak işi, ilhak.
* Katılmış, eklenmiş, ulanmış, munzam.
* Kıldan veya yünden yapılmışip, sicim.katma bütçe * Özel gelirleri olan ve genel bütçe dışında kalan bütçe, mülhak bütçe. katma değer vergisi * Satın alınan mal ve yiyecekten alınan peşin vergi. katmak * Bir şeyin içine, üstüne veya yanına, niteliğini değiştirmek veya niceliğini artırmak için başka bir şey
eklemek, karıştırmak, ilâve etmek.
* Birlikte göndermek.
* Döllenmeyi sağlamak için erkek hayvanıdişinin yanına salmak.katmak * birbirine düşürmek, aralarını bozmak. katmalı * Cismin üç ana renkteki görüntüsünün tek bir film üzerinde yer aldığı, bir renkli film işlemi. katman * Birbiri üzerinde bulunan yassıca maddelerin her biri, tabaka.
* Altında veya üstünde olan kayaçlardan gözle veya fiziksel olarak az çok ayrılabilen, kalınlığı bir cm den az
olmayan tortul kayaç birimi.
* Bir topluluğu oluşturan kümelerden her biri, tabaka.katman bulut * Gri renkli, sise benzeyen fakat yere kadar inmeyen bulut tabakası, stratus. katmanlaşma * Katmanlaşmak işi. katmanlaşmak * Üst üste gelmişkatmanlar durumunda yerleşmek. katmanlı * Katmanları olan, katmanlardan olucan, tabakalı. katmer * Bir şeyi oluşturan katlardan her biri.
* Arasına yağveya kaymak sürülerek katlanmışhafif ateşte, kızartıldıktan sonra üzerine fıstık tozu serpilmiş
ince yufka ekmeği.katmer kaldırmak * karışıklık çıkarmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 60
katmer katmer * Kat kat, üst üste. katmerci * Katmer yapıp satan kimse. katmercilik * Katmercinin işi veya mesleği. katmerleşme * Katmerleşmek işi. katmerleşmek * Katmerli duruma gelmek.
* Çoğalmak, artmak.katmerli * Arasına yağve kaymak sürülerek katlanmışyufka ekmeği.
* Katmeri olan, kat kat olan.
* (bir durum, bir tutum için) Çok fazla olan, aşırı.katmerli badem * Çiçekleri güzel bir tür süs çalısı. katmerli birleşik zaman * Yalın zamanlı bir fiille ek fiilin iki zamanının birlikte kullanılması: Gelir idiysem gibi. katmerli iyelik * Üst üste kullanılmışiki iyelik eki. katmerli katmerli gülmek * üst üste ve ara vermeden aşırıderecede gülmek. katmerli yalan * Yalan üstüne söylenmişyalan. katmersiz * Katmeri olmayan. Katolik * Roma kilisesinin kendine verdiği ad.
* Katoliklik mezhebinden olan kimse.Katoliklik * İsa peygamberin Aziz Petrus’a aktardığıyetkilerin mirasçısı olan papayıdinî başkan olarak tanıyan
Hristiyan mezhebi.katolunma * Katolunmak durumu. katolunmak * Kesilmek. katot * Eksi uç. katra * Bkz. katre. katrak * Marangozlukta tomrukları biçmeye yarayan ve birden çok testeresi olan biçme makinesi. katran * Organik maddelerden kuru damıtma yoluyla elde edilen, sıvıyağkıvamında, kara renkte, ağır, is kokulu,
suda erimeyen bir madde.Bitkilerden çıkarılanına bitki katranı, maden kömüründen elde edilenine de maden katranı
adıverilir.katran ağacı * Lübnan ve Toroslarda yetişen bir sedir türü (Cedrus libani). katran çamı * Gemilerde kullanılan katranın çıkarıldığıçam türü (Pinus rigida). katran gibi * karaya yakın koyu renkte. katran ruhu * Kayın katranının damıtılmasıyla elde edilen ve hekimlikte kullanılan renksiz, keskin kokulu ve yakıcı bir
sıvı.katran suyu * Hekimlikte kullanılan katranlısu. katran taşı * Birleşimindeki su miktarıçok olan bir çeşit yanardağcamı. katran yağı * Katrandan elde edilen ve hekimlikte ilâç olarak kullanılan sıvı. katrancı * Katran satan veya bir yeri, bir şeyi katranlayan kimse. katrancılık * Katrancının işi veya mesleği. katranıkaynatsan olur mu şeker? * kişi, kendi özünü veya asıl özelliklerini değiştirmişgibi görünse de, asla değişmez. katranköpüğü * Çayır mantarlarından, şapkasının alt yüzü dilim dilim ve bir halka ile çevrili bulunan bir cins mantar
(Polyporus igniarius).katranlama * Katranlamak işi. katranlamak * Bir yere, bir şeye katran sürerek katranla kaplamak. katranlanma * Katranlanmak işi. katranlanmak * Katranlamak işi yapılmak. katranlı * Üzerine katran sürülmüşolan.
* İçine katran karışmışveya karıştırılmışolan.
* Birleşiminde katran olan.katre * Damla, damlayan şey. katre katre * Damla damla, azar azar. katresi kalmadı(veya katresi yok) * hiç kalmadı, hiç yok. katrilyon * Trilyon kere bir milyon (1024). katur kutur * Sert maddeleri yerken çıkan ses. katyon * Bir çözeltinin elektrolizi sırasında katotta toplanan iyon, artın. kauçuk * Gövdesi odunsu, öz suyu yapışkan, süt kıvamında, yaprakları oval biçimli, parlak ve kalın, sıcak ülke
bitkisi, lâstik ağacı(Ficus elastica).
* Amerika, Asya ve Afrika’nın çeşitli ağaçlarından, özellikle lâstik ağacından veya bazıpetrol artıklarının
birleşimiyle elde edilen, dayanıklıve esnek madde.
* Bu maddeden yapılmış.kauçuklu * Kauçukla kaplanmışveya birleşiminde kauçuk olan (nesne). kaurit tutkalı * Üre. kav * Kav mantarlarından kurutularak elde edilen, çabuk tutuşan, süngerimsi madde.
* Yılanın deri değiştirirken attığıderi.kav * İçki mahzeni. kav gibi * kolaylıkla tutuşacak durumda olan veya kuru ve gevrek. kav mantarı * Bazitli mantarlardan, ağaçların gövdesinde veya dallarında yetişen ve kurusu kav olarak kullanılan bitki
(Fomes fomentarius).kavaf * Ucuz, özenmeden ve bayağıcins ayakkabıyapan veya satan esnaf.