kerpeten | * Bazınesneleri sıkmak veya çekmekte kullanılan, hareketli bir eksen çevresinde çapraz iki parçadan oluşmuş, kıskaç biçimimdeki araç. * Bu biçimde olan ve dişçekmekte kullanılan araç. |
kerpiç | * Duvar örmekte kullanılmak için kalıplara dökülüp güneşte kurutulmuşsaman ve balçık karışımı ilkel tuğla. * Kerpiçten yapılmış. |
kerpiç dökmek | * saman ve balçık karışımınıkalıplara boşaltmak. |
kerpiç gibi | * çok sert ve kuru. |
kerpiççi | * Kerpiç yapan veya satan kimse. |
kerpiçleşme | * Kerpiçleşmek işi. |
kerpiçleşmek | * Çok sert ve kuru bir duruma gelmek. |
kerrake | * İnce softan hafif ve dar bir üstlük. |
kerrakeli | * Kerrakesi olan. |
kerrat | * Birçok kez. |
kerrat cetveli | * Çarpım tablosu. |
kerte | * İşaret için yapılmışçentik veya iz, kerti. |
kerte | * Derece, radde. |
kerte kerte | * Azar azar, yavaşyavaş, tedrici. |
kerteleme | * Kerte kerte, azar azar ilerleme durumu, tedriç. |
kerteles | * Teke ile iki hörgüçlü erkek devenin geriye melezlenmesiyle elde edilen bir deve türü. |
kertenkele | * Kertenkelelerden, uzun vücutlu, sivri kuyruklu, çevik, böcekçil, küçük sürüngen hayvan (Lacertus). |
kertenkeleler | * Kertenkeleleri, bukalemun ve iguanaları içine alan dört ayaklısürüngenler takımı. |
kerteriz | * Bir yerin pusula kertelerine (II) göre bulunduğu yön. * Balıkçıların denizde sığlıkları belirlemek için kullandıkları işaretlerin bütünü. |
kerteriz almak (veya etmek) | * bir yerin hangi yönde veya geminin nerede bulunduğunu pusula ile ölçmek. |
kerteriz noktası | * Geminin bulunduğu yeri anlamak için kerteriz almaya yarayan, fener kulesi, duba, şamandıra gibi şeylerin harita üzerindeki yeri. |
kertesine gelmek | * tam yerini ve zamanını bulmak. |
kertesine getirmek | * tam sırasını, en uygun zamanınıseçmek. |
kerti | * Kerte (I). * (ekmek, et için) Bayat. |
kertik | * Kertilmişolan. * Kertilmişyer, gedik, çentik. |
kertik kertik | * Üzeri kertiklerle dolu. |
kertikleme | * Kertiklemek işi. |
kertiklemek | * Kertik açmak. |
kertikli | * Kertiği olan. |
kertilme | * Kertilmek işi. |
kertilmek | * Kertmek işi yapılmak. |
kertme | * Kertmek işi. * Çentik. |
kertmek | * Bir şeyin kenarında kertik açmak, çentmek. * Sertçe sürtünmek. |
kervan | * Uzak yerlere yolcu ve ticaret eşyasıtaşıyan yük hayvanıkatarı. * Toplu olarak birbiri ardınca gelen şeyler. |
kervan çulluğu | * Uzun ayaklı, uzun ve eğri gagalıkuşlar sınıfı. |
Kervan Yıldızı | * Çulpan yıldızı. |
kervana katılmak | * bir topluluğa karışmak. |
kervanbaşı | * Kervanıyöneten kimse. |
kervancı | * Kervan sahibi veya kervan güden kimse. |
Kervankıran | * Çulpan yıldızı. |
kervansaray | * Ana yollarda kervanların konaklaması için yapılan büyük han. |
kes | * Genellikle yakmak için kullanılan iri saman. |
kes | * Ayak bileklerini de içine alan kapalıjimnastik ayakkabısı. |
kesafet | * Çokluk, sıklık. * Yoğunluk. * Saydam olmama durumu, bulanıklık. |
kesat | * Alışverişte durgunluk. * Yokluk, kıtlık. |
kesatlık | * Kesat olma durumu. * Kıtlık zamanı. |
kese | * Cepte taşınan, içine para, tütün gibi şeyler konulan, kumaştan veya örgüden küçük torba. * Bazışeylerin üzerine geçirilen, kumaştan çanta biçiminde kap. * Yıkanırken kir çıkartmak için ele geçirilen, vücudu ovmaya yarayan, bürümcükten, cep biçiminde bez. * Bir kimsenin kendisine ait parasıveya serveti. * Su bitkilerinde içi hava ile dolu olan ve bitkinin suda yüzer durumda kalmasınısağlayan şişkinlik. * Herhangi bir kese miktarında olan. * Organizmanın bazı boşluklarına verilen ad. * Beşyüz kuruşluk para birimi. |
kese | * Kısa, kestirme (yol). |
kese çiçeği | * Süs için yetiştirilen ve demet olarak çiçek açan bitki (Ceanothus). |
kese kâğıdı | * İçine bazışeyler konulmak için kâğıttan yapılmışkese biçiminde torba. |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 82
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 78
kendi göbeğini kendi kesmek * ihtiyaç duyduğu yardım, başkalarınca esirgendiğinde işini kendi görmek. kendi hâlinde * Hiçbir şeye karışmayan, sessiz. kendi hâlinde bırakmak * üzerinde çalışmayarak geliştirmemek veya bakımsız bırakmak; işlememek. kendi hâline bırakmak * ilgilenmemek, karışmamak. kendi havasında gitmek (veya havasında olmak) * yalnız başına, istediği gibi davranmak. kendi hesabına * (para, düşünce, davranışvb. için) kendine göre, kendince. kendi içine çekilmek * başkasıyla ilişki kurmamak, kendi yalnız başına kalmak, inzivaya çekilmek. kendi kabuğuna çekilmek * Bkz. kabuğuna çekilmek. kendi kanatlarıyla uçmak * hiç kimsenin desteği veya yardımı olmaksızın yaşamak veya bir işi olumlu sonuca ulaştırmak. kendi kendine * Kimseye danışmaksızın; kimseyle ilgisi, ilişkisi olmadan.
* Yalnız başına.
* Başkasının yardımıve ortaklığı olmadan.
* Kendiliğinden.kendi kendine gelin güvey olmak * ilgilinin nasıl karşılayacağınıdüşünmeden bir işi olmuş bitmişsayarak sevinmek. kendi kendini yemek (veya kendini yemek) * açığa vurmadan, gizli gizli üzülmek. kendi köşesinde yaşamak * yalnız başına yaşamak. kendi kuyusunu kendi kazmak * kendine zarar verecek davranışta bulunmak. kendi payıma * kendi adıma, bana göre, bana gelince. kendi söyler kendi dinler * ne söylediği anlaşılmaz veya söylediği şeylere önem verilmez. kendi yağıyla kavrulmak * olanıyla geçinip kimseye muhtaç olmamak. kendigelen * Umulmadık bir zamanda gelen ve gelişinden sevinç duyulan kimse veya şeyler için söylenir. kendiliğinden * Başka şeylerin etkisi olmaksızın kendi kendine ortaya çıkan, bizatihi.
* İradesiz olarak gerçekleşen (hareket).
* İnsan eliyle ekilmeden yetişen, hudayinabit.
* Dışetkilerin zorlaması olmadan, iç sebeplerle oluşan süreçlerin gerçekleşme niteliği.kendiliğinden üreme * Her türlü bilimsel üreme olaylarının dışında, yoktan var olmayıanlatan bilim dışıkuram. kendiliğindenlik * Dıştan bir belirleme ile değil, kendi kendine gerçekleşen etkinlik. kendilik * Bir nesnenin varlığınıveya tözünü oluşturan şey. kendince * Kendine göre, kendi bakımından. kendinde * Nesnenin doğal varlığı, durumu. kendinde olmamak * bilinci, aklıyerinde olmamak. kendinde toplamak * kendi üzerinde bulundurmak, kendi varlığı içinde yer almasını sağlamak. kendinde toplamak * kendi üzerinde bulundurmak, kendi varlığı içinde yer almasını sağlamak. kendinden * Kendi aklından, kendi kendine. kendinden geçmek * bilinci işlemez olmak, kendini kaybetmek, bayılmak.
* bir şey karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak.
* uykuya dalmak, uyuya kalmak.kendine … süsü vermek * kendini … gibi göstermek. kendine gel! * aklını başına topla” anlamında bir uyarma sözü. kendine gelmek * ayılmak.
* aklı başına gelmek.
* durumu düzelmek.kendine has * 343 kendine özgü. kendine kıymak * kendini öldürmek. kendine mahsus * 343 kendine has. kendine mal etmek * benimsemek veya saymak. kendine özgü * Bir kimse veya şeye özgü olan kendine mahsus, kendine has. kendine yedirememek (veya onuruna yedirememek) * başkasının kendisine yaptığı işi, onur kırıcısayarak tepki ile karşılamak; kendisinin başkasına yapmasısöz
konusu olan işi, kişiliği için onur kırıcısaydığından yapmamak.kendine yontmak * çıkan bir fırsattan yararlanarak, başkalarınıhiç düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlamak. kendini (kapıp) koyuvermek * kendine özen göstermemek, kötümser olmak. kendini alamamak * istemeyerek bir işi yapma duruma girmek, kendini tutamamak. kendini aşağı görmek * kendini başkalarından değersiz görmek. kendini ateşe atmak * bile bile tehlikeli bir işe girmek. kendini atmak * vakit geçirmeden hemen gitmek. kendini avutmak * oyalamak. kendini beğendirmek * başkalarına hoş, iyi, yetenekli görünmek. kendini beğenmek * başkalarınıküçümseyerek kendini üstün görmek. kendini bırakmak * kendine özen göstermemek.
* çevre ile ilgisini keserek yalnız bir konuyla uğraşmak.
* gevşek, rahat bir biçimde kalmak.kendini bilen (veya bilir) * ağırbaşlıve onuru olan. kendini bilmek * aklıve muhakemesi yerinde olmak.
* baliğolmak.
* kendinin ve çevresinin bilincine varmak.
* durum ve onuruna yakışacak biçimde davranmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 79
kendini bir şey sanmak * kendini olduğundan çok değerli görmek. kendini bir yerde bulmak * farkında olmadan bir yere ulaşmışolamak. kendini bulmak * kişilik kazanmak.
* maddî ve ruhî konularda durumunu düzeltmek.
* Bkz. kendine gelmek.kendini dar etmek * sıkıntıveren bir yer veya durumdan güçlükle kurtulmak. kendini dev aynasında görmek * kendini olduğundan çok üstün görmek. kendini dinlemek * hastalık kuruntusu içinde bulunmak.
* yalnız, sakin kalmak.kendini dirhem dirhem satmak * çok nazlıdavranmak, ağırdan almak. kendini düşünmek * daima kendi çıkarınıkollamak, egoistçe davranmak. kendini ele vermek * yaptığı bir davranışveya söylediği bir sözle kendi suçunu ortaya çıkarmak. kendini fasulye gibi nimetten saymak * kendini çok önemli biri gibi görmek. kendini göstermek * beğenilecek niteliklerini ortaya koymak.
* ortaya çıkmak, belirmek.
* pas alabilmek için boşalana kaçmak.kendini harap etmek * sıkıntıveya üzüntüden perişan olmak. kendini hissettirmek * varlığını belli etmek. kendini kapıdışında bulmak * kovulmak, işten atılmak, bir yerden istenmeden uzaklaştırılmak. kendini kaptırmak * bir şeyin etkisinden kurtulamayacak duruma düşmek.
* uğraşmaya başladığı bir işten kendini kurtaramamak.kendini kaybetmek * bayılmak.
* aşırıduygulanma dolayısıyla çevrede olup bitenin farkına varamamak.kendini matah sanmak * kendini olduğundan daha fazla değerli kabul etmek. kendini naza çekmek * nazlanmak. kendini paralamak * çok çaba ve özen göstermek. kendini satmak * kendisinde olmayan iyi nitelikleri varmışgibi göstermek. kendini sıkmak * kendini zorlamak, çaba göstermek. kendini tartmak * ne durumda olduğunu öğrenmek için kendini yoklamak. kendini toparlamak (veya toplamak) * herhangi bir konuda eskiden kötü olan durumunu düzeltmek.
* bir konuda dikkatini yoğunlaştırmak.
* şişmanlamak, sağlığına kavuşmak.kendini tutamamak * bir durum karşısında sessiz ve heyecansız kalamamak; kendine hâkim olamamak. kendini tutmak * kendine hâkim olmak; dayanmak, sabretmek. kendini vermek (vurmak veya çalmak) * bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka her şeyle ilgisini kesip, tek şeyle aşırıölçüde ilgilenmek. kendini yiyip bitirmek * Bkz. kendi kendini yemek. kendini yoklamak * duygu, düşünce ve beden bakımından kontrol etmek. kendir * Kenevir.
* Kenevirden yapılmış.kendircilik * Kendir yetiştirme işi. kendirgiller * İki çeneklilerden, kendir, şerbetçi otu, Hint keneviri gibi bitkileri içine alan bir familya. kendirik * Deriden veya çadır bezinden yapılan ve hamur tahtasının altına serilen yaygı. kendisince * Bkz. kendince. kene * Koyun, köpek, at gibi hayvanların veya insanların derisinde asalak olarak yaşayan, bulaşıcıhastalıklara
sebep olan böceklerin genel adı, sakırga.kene ağacı * Kene otu. kene gibi yapışmak * istenmediği hâlde birinin peşini bırakmamak, yakasını bırakmamak. kene göz * Çok küçük gözlü (kimse). kene otu * Sütleğengillerden, tropik bölgelerde yetişen, ağaç veya ağaççık durumunu alabilen, tohumlarından koyu bir
bitkisel yağelde edilen, bir yıllık otsu bitki (Ricinus communis).kenef * Ayak yolu.
* Pis, berbat.keneler * Eklem bacaklıhayvanlardan, örümceğimsiler sınıfına giren bir takım. kenet * İki sert cismi birbirine bağlamaya yarayan, iki ucu sivri ve kıvrık metal parça. kenet etmek * kenetle birbirine bağlamak. kenet gibi yapışmak * çok yakın dost olmak, sıkıfıkı olmak. kenet mili * Çatıve öteki parçaların birleştirilmesinde kullanılan metal perçinler. kenetleme * Kenetlemek işi. kenetlemek * Kenetle tutturmak veya kenetle birbirine bağlamak.
* Birbirine geçirerek bağlamak.
* Sıkıca birbirinin üzerine kapamak.kenetleniş * Kenetlenmek işi veya biçimi. kenetlenme * Kenetlenmek işi. kenetlenmek * Kenetlemek işi yapılmak.
* Bir konuda aynıtutum ve davranışı göstermek.
* Açılamayacak biçimde sıkıca birbirinin üzerine kapanmak.kenetli * Kenedi olan.
* Kenetle birbirine bağlanmış bulunan, kenetlenmişolan.
* Birbirinin içine geçerek sıkıca kapanmış. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 80
kenevir * Kendirgillerden, sapındaki liflerden halat, çuval gibi kaba örgüler yapılan, iki evcikli bir bitki, kendir
(Cannabis sativa).kenevir helvası * Kenevir ve şeker karışımıyapılan bir tür helva. kenevir yağı * Kenevir ağacından yapılan yağ. kenevircilik * Kenevir yetiştirme işi. kengel * Kenger. kengel sakızı * Kenger sakızı. kenger * Birleşikgillerden, yapraklarıdikenli yaban bir bitki, eşek dikeni (Cynara cardunculus). kenger sakızı * Kengel sütünden yapılan bir tür sakız, çengel sakızı. kent * Şehir.
* Site.kent soylu * Burjuva. kent soyluluk * Burjuvazi. kental * 100 kg ağırlığında kütle birimi. kentçi * Kentçilik uzmanı, kentçilikle uğraşan kimse, şehirci. kentçilik * Şehircilik. kentet * Beşli. kentilyon * Katrilyon kere bin. kentler arası * Şehirler arası. kentleşme * Kentleşmek işi. kentleşmek * Şehirleşmek. kentli * Şehirli. kentlileşme * Kentlileşmek işi. kentlileşmek * Kentli olmak durumu. kentsel * Kentle ilgili, şehirle ilgili. kenttaş * Aynıkentten olan kimse. Kenyalı * Kenya halkından olan kimse. kep * Başlık, sipersiz şapka.
* Hemşirelerin giydiği başlık.
* Bazıtörenlerde profesör ve öğrencilerin giydikleri özel başlık.kepaze * (nesneler için) Niteliği iyi olmayan.
* Utanmaz, rezil.
* Gülünç, değersiz.
* Talim yaparken kullanılan gevşek ok yayı.kepaze etmek * utanılacak bir duruma düşürmek. kepaze olmak * gülünç veya utanılacak duruma düşmek. kepazelik * Kepaze olma durumu veya kepazece davranış, maskaralık, rezalet. kepbastı * Çift katlı büyük dalyan ağı. kepçe * Sulu yiyecekleri karıştırmaya, dağıtmaya yarayan, uzun saplı, yuvarlak ve derince kaşık.
* Erimişmadeni kalı ba dökmek için kullanılan büyük kaşık.
* Saplı bir çembere geçirilmişolan, balık veya kelebek tutmada kullanılan ağ.
* Bir kepçenin alabildiği miktarda olan.
* Tahıl, kömür, kum gibi dökme yüklerin yüklenip boşaltılmasında kullanılan, iki veya daha çok çeneden
oluşmuşmotorlu araç.
* Gemilerde, ortasında dümen evi bulunan yuvarlak kıç çıkıntısı.
* Güreşte hasmın arkasından bacaklarıarasına el sokma oyunu.kepçe gibi * kanat gibi öne doğru açılmış(kulak). kepçe kulak * Kocaman ve öne doğru kulakları olan. kepçe kuyruk * Başkalarının sırtından bedava geçinen. kepçe surat * Çok küçük yüzü olan. kepçeburun * Bir çeşit yaban ördeği. kepçeleme * Kepçelemek işi. kepçelemek * İki eli kepçe biçimine getirerek, yere düşmekte olan topu eğilerek yere değmeden kurtarmak. kepçeli * Kepçesi olan. kepek * Un elendikten sonra, elek üstünde kalan kabuk kırıntıları.
* Saçlıderide oluşan pulcuklar.
* Bazıderi hastalıklarında deriden dökülen parçacıklar.kepekçi * Kepek satan kimse. kepeklenme * Kepeklenmek işi. kepeklenmek * Başta kepek oluşmak.
* (elma) Susuz ve tatsız duruma gelmek.kepekli * İçinde kepeği olan.
* Üzerinde kepek oluşmuşolan.
* (elma için) Un gibi, susuz ve tatsız.kepenek * Çobanların omuzlarına aldıklarıdikişsiz, kolsuz, keçeden üstlük. kepenek * Pervane. kepenek altında er yatar * insanları giydiğine bakarak değerlendirmek yanlışlara yol açar; bazen değerli kişiler eski giymişolabilir. kepenk * Genellikle dükkânlarıkapamak için kullanılan, saç levha veya türlü biçimlerde demir veya tahta kanat. kepenkleri indirmek * işi tatil etmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 77
kemikleştirmek * Kemiğe donüştürmek. kemikli * Kemiği olan veya çok kemiği olan.
* Kemikleri iyi gelişmiş.
* Çok zayıf, sıska.kemikli balıklar * Balıklar sınıfından, iskeletleri kıkırdak durumunda kalmayıp kemikleşmişolan balıklar takımı. kemiksi * Kemiğe benzeyen. kemiksi bölge * Kıkırdağın kemiğe dönüşmekte olduğu kemik tabakası. kemiksiz * Kemiği olmayan, kemiği ayrılmış. kemircik * Burun, kulak vb. de bulunan küçük kıkırdak. kemirdek * Kuyruğun iskeleti. kemirgen * Kesici dişleri çok iyi gelişmişolan (hayvan). kemirgenler * Tavşan, kobay, kirpi, sıçan ve kunduz gibi köpek dişleri olmayan ve kesici dişleri iyi gelişmişmemeliler
takımı.kemirici * Kemiren. kemiriciler * Kemirgenler. kemirilme * Kemirilmek işi. kemirilmek * Kemirmek işi yapılmak veya kemirmek işine konu olmak. kemiriş * Kemirmek işi veya biçimi. kemirme * Kemirmek işi. kemirmek * Sert bir şeyi dişleriyle azar azar koparmak.
* Aşındırmak, yemek.
* Bir şeyin içine işleyerek onu harap etmek.kemiyet * Nicelik. kemlik * Kötülük. kemlik etmek * kötü davranışlarda bulunmak. kemoterapi * Hastalıkların kimyasal maddelerle tedavi yöntemi. kemre * Gübre, tezek. kemreleme * Gübrelemek işi. kemrelemek * Gübrelemek. kemrelik * Gübrelik. -ken * Bkz. -gan / -gen. kenar * Bir şeyin, bir yerin bitişkısmıveya yakını, kıyı.
* Bir şeyi çevreleyen çizgi.
* Pervaz, çizgi, antika, baskı gibi çevre süsleri.
* Bir biçimi sınırlayan çizgilerden her biri.
* Merkezden uzak olan, kuytu, ıssız, sapa, tenha.kenar bobini * (kâğıtçılıkta) Üretim maksimum makine genişliğinde olmasınısağlayabilmek için ana bobinlerin yanında
üretilen dar, tekrar hamurlaştırmanın dışında kullanıma imkân sağlayacak genişlikteki bobin.kenar gezmek * bir şeyden uzaklaşmışolmak. kenar mahalle * Şehrin merkezinden uzak ve çoğu kültürsüz, görgüsüz ve fakir halkın oturduğu semt. kenar semt * Bkz. kenar mahalle. kenar suyu * Kenar süslemesi. kenara atmak * bir şeyin üstünde durmamak, önemsememek. kenara çekilmek * artık hiçbir şeye karışmamak. kenarcı * Deniz kıyılarında avlanan balıkçı. kenarda kalmak * kendine yakışan yeri tutamayarak önemsiz bir duruma düşmek. kenarda köşede * Dikkati çekmeyen veya umulmayan yerlerde. kenarı bastırmak * bir kumaşın kenarlarınıkıvırıp elle veya makine ile dikmek. kenarın dilberi * Kibarlığa özenen görgüsü az kadın. kenarlı * Herhangi bir biçimde kenarı olan.
* Kenarısüslü, kenarı işlenmiş.kenarlık * Kenar bölümünü oluşturan şey. kenarortay * Bir üçgende her tepeden karşıkenarın ortasına indirilen doğru parçası.
* Bir dikdörtgenin karşılıklı iki kenar ortasını birleştiren doğru parçası.kenarsız * Kenarı olmayan. kendi * İyelik ekleri alarak kişilerin öz varlığınıanlatmaya yarar.
* Kişiler üzerinde direnilerek durulduğunu anlatır.
* Bir işte başkalarının etkisi bulunmadığını belirtir.
* “Kendisi, kendileri” biçiminde bazen saygıduygusuyla veya söz konusu olanlarıamaçlayarak o ve onlar
yerine kullanılır.
* İyelik eki almış bulunan isimlerden önce eksiz olarak iyelik düşüncesini pekiştirir, kişisel.kendi adına * salt kendi için, kendisi hesabına. kendi ağzıyla tutulmak * suçu, yalanıveya iddiasının yanlışlığıkendi sözüyle ortaya çıkmak. kendi başına * Kimseye sormadan.
* Başkasının payıveya yardımı olmaksızın.kendi beslek * Öz beslenen. kendi derdine düşmek * kendi sorunu sebebiyle başka şeyle ilgilenememek. kendi düşen ağlamaz * kendi zararına kendi sebep olanın yakınmaya hakkı olmaz. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 74
kekik * Ballı babagillerden, karşılıklıküçük yapraklı, beyaz, pembe, kırmızı başak durumunda çiçekleri olan ve
çiçeği bahar gibi kullanılan, odunsu saplı, kokulu bir bitki (Thymus vulgaris).kekik yağı * Kekikten elde edilen ve genellikle geleneksel halk tedavisinde kullanılan kokulu yağ. kekikli * Üzerine veya içine kekik konulmuşolan. keklik * Sülüngillerden, güvercin büyüklüğünde, eti için avlanan, tüyü boz, ayaklarıve gagasıkırmızırenkte bir kuş
(Perdrix).
* Alımlı, güzel kadın.keklik etmek * aptallık etmek. keklik gibi * güzel, alımlı, hareketli. kekre * Tadıacımtırak, ekşimsi ve buruk olan. kekrelik * Kekre olma durumu. kekremsi * Tadıaz kekre olan.
* (koku için) Genzi yakan, buruk.
* Suratıasık, yüzü gülmeyen (kimse).kekremsilik * (tat ve koku için) Kekremsi olma durumu.
* Asık suratlı olma, yüzü gülmeme.kekresi * Tadıkekreye benzeyen. kel * Vücudun kıllıyerlerinde üreyen bir tür mantarın, kılların dökülmesine yol açtığı bulaşıcı bir hastalık.
* Bu hastalığa tutularak saçıdökülmüşolan (kimse).
* Kalıtıma bağlı olarak veya yaşlılık sebebiyle saçlarıdökülmüşolan.
* (doğa için) Çıplak.
* (bitki için) Gelişmemiş, cılız.
* İçinde az eşya bulunan.kel kâhya * ilgisi olsun olmasın her şeye karışan. kel kâhya * Kendisini ağa gibi göstermek isteyen zavallıkimse. kel ölür, sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur * Bkz. kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur. kelâm * Söz.
* Söyleyiş biçimi, söyleme.
* Tanrı’nın varlığınıve İslâm dininin doğruluğunu konu edinen bilim.Kelâmıkadim * Kur’anıkerim, Kur’an. kelâmıkibar * Özdeyiş. kelaynak * Leylekgillerden, yeryüzünde yalnız Birecik’te, Fırat vadisini çeviren kayalarda yaşayan uzun gagalı bir kuş
(Geronticus eremita).kelbaşa şimşir tarak * birçok ihtiyaç varken gereksiz özenti ve gösterişi belirtir. kele * Boğa, tosun. kelebek * Pul kanatlılardan, vücudu, kanatları ince pullarla ve türlü renklerle örtülü, dört kanatlı, çok sayıda türleri
olan böceklere verilen genel ad.
* Gevişgetiren hayvanların karaciğerlerinde yerleşip en çok öd yollarınıtıkayan bir cins asalak hayvan ve bu
hayvanın sebep olduğu hastalık.
* Vida, somun gibi nesnelerde kolayca çevrilmeye yarayan kelebek biçimindeki bölüm.
* Kelebek biçiminde olan.kelebek camı * Otomobilde ön kapıpenceresinde ekseni çevresinde dönerek açılabilen veya sabit bulunan küçük cam. kelebek çiçeği * İki çeneklilerden, aydınlık oda ve salonlarda zengin renkli ve çok dallı bir süs birkisi. kelebek gözlük * Burundan tutturularak kullanılan sapsız gözlük. kelebek otu * Bir cins yaban yoncası. kelebekler * Pul kanatlılar. keleci * Öz veya kusursuz, düzgün söz. kelek * Olgunlaşmamışham kavun.
* Irmaklarda işleyen ve şişirilmiştulumlar üzerine kurulan bir çeşit sal.
* Yer yer çıplaklığıveya boşluğu olan.
* Kılsız.
* Aptal.keleklik * Kelek olma durumu.
* Aptallık.kelem * Lâhana. keleme * Sürülmeden bırakılmıştarla.
* Bakımsız bırakılmış bağveya bahçe.kelep * Büyük iplik çilesi.
* Bağlam, demet.kelepçe * Tutukluların kaçmasınıönlemek için bileklerine takılan, bir zincirle tutturulmuşdemir halka.
* Kablo, boru gibi şeyleri bir yere bağlıtutmak için kullanılan halka.kelepçe vurmak (takmak veya kelepçeye vurmak) * bileklere demir halka geçirmek. kelepçeleme * Kelepçelemek işi. kelepçelemek * Kelepçe takmak. kelepçelenme * Kelepçelenmek işi. kelepçelenmek * Kelepçelemek işi yapılmak. kelepçeli * Kelepçesi olan.
* Bileklerine kelepçe takılmışolan.kelepir * Değerinden çok aşağı bir fiyatla alınan veya alınabilecek olan (şey). kelepirci * Her şeyi kelepir olarak ele geçirmek isteyen (kimse). kelepircilik * Kelepircinin işi. kelepire konmak (veya yakalamak) * bir şeyi çok ucuza almak. kelepleme * Keleplemek işi. keleplemek * İpi çile yapmak. kelepser * Atın başvurmasınıengelleyen kayış. keler * Sürüngenler sınıfının kelerler takımından olan hayvanların genel adı. keler balığı * Kelergillerden, 1,5m uzunluğunda bir cins köpek balığı(Squalus squatina). kelergiller * Asıl köpek balıklarıyla vatozlar arasında geçit sayılabilecek balıklarıkapsayan kemikli balıklar familyası. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 75
keleş * Yiğit, cesur, bahadır.
* Çok yakışıklı, çok güzel.
* Vücut yapısı gösterişsiz.
* Çirkin, kötü.
* Kel.keleşlik * Keleşolma durumu. keleye çekmek * (inek) boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak, boğaya çekmek. keli görünmek * kusuru ortaya çıkmak. keli kızmak * (seyrek öfkelenenler için) öfkelenmek. keli körü toplamak * işe yaramaz kimseleri toplamak. kelifit * Hidratlıdoğal magnezyum silikat. kelik * Eski ayakkabı. kelime * Anlamı olan ses veya ses birliği, söz, sözcük. kelime cambazı * Kelime cambazlığıyapan kimse. kelime cambazlığı * Sözlerle oyun yapma. kelime hazinesi * Bkz. söz dağarcığı, söz varlığı, vokabüler, kelime kadrosu. kelime kadrosu * Söz varlığı. kelime karışıklığı * 343 söz karışıklığı. kelime oyunu * Sözlerin çok anlamlı olmasından veya benzerliklerinden yararlanarak yapılan nükte veya aykırı
anlamlandırma.
* İki veya daha çok kişinin her defasında bir harf ekleyerek anlamlıkelime oluşturma oyunu.kelime sıklığı * Dilde bir sözün kullanılma oranı, frekans. kelime türü * Yapı, kavram, görev bakımından aralarındaki benzerliğe göre ayrılmış bulunan kelime türlerinden her biri.
Türkçede sekiz kelime türü vardır: isim, sıfat, zamir, zarf, edat, bağlaç, ünlem, fiil.kelime vurgusu * Bir kelimede bir hecenin öteki hecelerden daha baskılısöylenişi. kelimecik * Küçük kelime. kelimeişahadet * “Tanrı’dan başka Tanrıyoktur ve Muhammed onun kulu ve peygamberidir” sözü; İslâmın beşşartından
biri.kelimeleri tartarak konuşmak * sonucu hesaplayarak konuşmak. kelimeleşmek * Kelime durumuna, söz varlığıhâline gelmek, söze dönüşmek. kelimenin tam anlamıyla * bir durumu anlatmak için kullanılan sözün kapsadığıtam kavramla. kelimesi kelimesine * Hiçbir kelimesini atlamadan, olduğu gibi, tıpkı, harfiyen, aynen, motamot. kelimesiz * Sessiz, kelimeleri kullanmadan. kelin merhemi olsa başına sürer (veya kelin medarı olsa kendi başında olur) * kendi işini halledemeyen kişiden aynıdurum için yardım istendiğinde söylenir. kelle * Baş, kafa.
* (bazıpeynir cinsleri ve külçe durumundaki şeker gibi şeyler için) İri tane.
* Ekinlerde başak.kelle götürmek * gereksiz bir aceleyle gitmek, koşturmak, acele davranmak. kelle koltukta (gezmek) * gözünü budaktan esirgememek. kelle koparmak * olumsuz ve başarısız bir durum sonunda işe, göreve son vermek. kelle koşturmak * gereğinden çok acele etmek. kelle kulak yerinde (olmak) * kanlıcanlıve iri yapılı olan.
* gösterişli, itibarlısayılan.kellesinden olmak * can vermek, ölmek. kellesini koltuğuna almak * ölümü göze almak. kellesini uçurmak * kafasınıkeserek koparmak. kellesini vurdurmak * öldürmek. kelleşme * Kelleşmek işi. kelleşmek * Kel durumuna gelmek. kelleyi vermek * canınıfeda etmek. kelli * “Sonra” edatı gibi, çıkma durumundaki sözlerin ardısıra geldiğinde birbirine bağladığı iki yargıdan
birincisini zorlayıcı bir sebep olarak gösterir.kelli felli * Kılığıkıyafeti düzgün, olgun ve gösterişli (kimse), kerli ferli, gün görmüş. kellik * Kel olma durumu.
* Çıplak, bitkisiz yer.Keloğlan * Türk masallarının çoğunda geçen, sonunda zekâsıve yiğitliğiyle amacına eren bir kahramanın adı.
* (küçük k ile) Bir ailenin koruyuculuğuna veya bir yere çıraklığa alınan öksüz çocuklarıanlatmak için bir
okşama sözü gibi de kullanılır.keloğlan * Hindi. kem * Noksan, eksik.
* Kötü, fena.kem göz * Kötü, baktığışeye nazar değdiren göz. kem gözle bakmak * kötü niyetle bakmak.
* nazar değdiren bir bakışla bakmak.kem küm * Verecek cevap bulamayıp açık bir anlamı olmayan gelişigüzel sözler söylemek” demek olan kem küm
etmek deyiminde geçer.kem söz kem akçe sahibinindir * kötü söz söyleyenindir. kemakân * Önceden olduğu gibi, eskisi gibi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 76
kemal * Bilgi ve erdem bakımından olgunluk, yetkinlik, erginlik, eksiksizlik.
* En yüksek değer.kemale ermek (gelmek veya kemal bulmak) * (kema:le) olgunlaşmak. Kemalist * Atatürkçü. Kemalizm * Atatürkçülük. Kemalpaşa tatlısı * Un, yağve yumurta karışımıkurabiyelerin sıcak şeker şerbetine atılarak yapılan tatlı. keman * Yay.
* Dört telli, çenenin altına dayayarak çalınan yaylıçalgı.keman gibi * ince, düzgün (kaş). keman yayı * Kemana takılan ses vermeyi sağlayan tel. kemancı * Keman yapan veya çalan kimse. kemancılık * Kemancının işi. kemane * Keman ve kemençe yayı.
* Ağaç gemilerde talimarın üst ucundaki kıvrım.
* Bir tür halk çalgısı.
* Delgi veya küçük torna çevirmek için kullanılan ok yayı biçimindeki araç.kemane çekme * Yağlı güreşte, elleri hasmının arkasından göğsü üzerinde kilitledikten sonra midesi ve karnıüzerinde
kuvvetli bir biçimde ve bastıra bastıra gezdirme.kemanî * Alaturka müzikte keman çalan kimse. kemankeş * Ok atıcı, okçu. keme * Büyük sıçan.
* Domalan.kemençe * Yayla, diz üzerinde çalınan, kemana benzer üç telli küçük bir çalgı. kemençeci * Kemençe çalan veya yapan kimse. kement * Hayvanlarıyakalamak için kullanılan, ucu ilmikli, kaygan uzun ip.
* İdam için kullanılan yağlıkayış.kement atmak * kemendi bir ucu elde kalacak biçimde ileri doğru fırlatmak. kementlemek * Kement geçirmek. kemer * Bele dolayarak toka ile tutturulan, kumaş, deri veya metalden yapılan bel bağı.
* Etek, pantolon gibi giysilerin bele gelen bölümü.
* Özellikle yolculukta kullanılan, üzerinde altın para yerleştirmeye yarar gözleri olan meşin kuşak.
* İki sütun veya ayağı birbirine üstten yarım çember, basık eğri, yonca yaprağı gibi biçimlerde bağlayan ve
üzerine gelen duvar ağırlıklarını, iki yanındaki ayaklara bindiren tonos bağlantı.
* Bkz. emniyet kemeri.
* Kemiklerden oluşmuşkemer biçiminde tavan.
* Katmanlıkayaçlarda bir kıvrımın kabarık tepe yeri, tekne karşıtı.
* Tümsekli.kemer bağlama * Aile büyüğünün, gelinin beline altın veya gümüşkemer bağlamasıtöreni, kuşak bağlama. kemer gözü * Kemerle ayaklarıarasındaki boşluk. kemer patlıcanı * Bir çeşit ince uzun patlıcan. kemere * Gemi güvertesinin enine konmuşkirişlerinden her biri. kemeri dolu olmak * çok zengin olmak. kemerini sıkmak * açlığa veya tutumlu davranmaya katlanmak. kemerleme * Kemerlemek işi. kemerlemek * Ciltçilikte dikişten sonra kitabın sırtına yuvarlak bir biçim vermek. kemerli * Üzerinde kemeri olan veya kemer takılmışolan.
* Kemer biçiminde olan.
* Kavisli olan.kemerlik * Bazı işçi ve satıcıların araç veya gereçlerini koymak için bellerine taktıkları, gözlere ayrılmış, tahta, meşin
veya metal kemer.
* Kemer yapımında kullanılan.kemersiz * Kemeri olmayan. kemha * Bir çeşit ipek kumaş. kemiğine (kemiklerine) kadar * iyice, en son sınıra dek. kemik * İnsanın ve omurgalıhayvanların çatısını oluşturan türlü biçimdeki sert organların genel adı.
* Kemikten yapılmış.kemik atmak * susturmak, oyalamak için birini küçük bir şeyle avutmak. kemik bilimci * Kemik bilimi uzmanı, osteolog. kemik bilimi * Anatominin kemiklerle ilgili bölümü, osteoloji. kemik doku * Omurgalıhayvanlarda iskeleti oluşturan bir bağdokusu türü. kemik gibi * pek kuru, katı, sert; sağlam. kemik rengi * Beyaz ile krem rengi arasında olan renk. kemik yalayıcı * Dalkavuk. kemik zarı * Kemikleri kapsayan beyazımsıve sedef renginde zar. kemikçik * Küçük kemik. kemikleri sayılmak * çok zayıflamak. kemikleri sızlamak * (ölü) huzursuz. rahatsız olmak. kemiklerini kırmak * birini çok dövmek, aşırıdayak atmak. kemikleşme * Kemikleşmek işi. kemikleşmek * Kemik durumuna gelmek.
* Sert, değişmez bir durum almak.
* Dokusu kemik doku durumuna gelmek.kemikleştirme * Kemikleştirmek işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 72
keçimemesi * Sert kabuklu, iri taneli, uzunca, beyaz veya kırmızımsı bir çeşit üzüm. keçisağan * Çobanaldatan, dağkırlangıcı. keçisakalı * Lâdengillerden, çayırlarda, nemli yerlerde yetişen, topraklarımızraksıve çizgili çiçekleri mavimtırak veya
mor renkte lâden bitkisinin bir türü (Cistus creticus).
* Gülgillerden, beyaz veya penbe çiçekli, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen bir ağaççık, erkeçsakalı,
çayırmelikesi (Spiraea aruncus).keçisedefi * Keçisakalı. keçitırnağı * Kesici ağzıüçgen biçiminde olan oyma kalemi. keçiye can kaygısı, kasaba et (veya yağ) kaygısı * başkasının büyük zararıkarşısında kendi küçük yararınıdüşünenler için sitem olarak söylenir. keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur * gözü doymayan hırslı insanlar küçük bir çıkar için bütün varlığınıtehlikeye atar. keder * Acı, üzüntü, dert, sıkıntı, ıstırap, tasa. keder çekmek * acıduymak, ıstırap çekmek. keder vermek * üzüntü vermek, kederlendirmek, tasalandırmak. kederlendirme * Kederlendirmek işi. kederlendirmek * Keder, üzüntü duymasına yol açmak, acıvermek. kederleniş * Kederlenme durumu. kederlenme * Kederlenmek işi. kederlenmek * Kederli olmak, üzülmek, tasalanmak, mükedder olmak. kederli * Acılı, üzüntülü, mukedder. kedersiz * Acısız, üzüntüsüz. kedi * Kedigillerden, köpek dişleri iyi gelişmiş, kaslarıçevik ve kuvvetli evcil veya yabanî, küçük memeli hayvan
(Felis domesticus).kedi (veya eti) ne, budu ne? * yaşıküçük.
* imkânları, gücü sınırlı, parasıaz.kedi balı * Erik, kayısı gibi ağaçlardan sızan bir çeşit zamk. kedi balığı * Kedi balığı gillerden, dişleri ve solungaç yarıklarıküçük bir balık (Scyiliorhinus canicula). kedi balığı giller * Balıklar sınıfının köpek balıklarıtakımını içine alan bir familya. kedi ciğere bakar gibi bakmak (veya süzmek, seyretmek) * imrenerek bakmak. kedi gibi * uysal ve sokulgan. kedi gibi dört ayak üzerine düşmek * en güç durumdan zarar görmeden kurtulmak. kedi ile harara girmek * geçimsiz biri ile iş birliği yapmak. kedi ile köpek gibi * birbirleriyle geçinemeyen, anlaşamayan kimseler için söylenir. kedi nanesi * Ballı babagillerden, kırlarda yetişen, kedilerin kokusundan çok hoşlandığı bir bitki, yaban sümbülü (Nepeta
cataria).kedi olalı bir fare tuttu * şimdiye kadar bir tek başarılı işyapabildi. kedi otu * İki çeneklilerden, kök sapıhekimlikte kullanılan bir bitki (Valeriana). kedi otugiller * Yapraklarısapsız olan otsu bitkileri, seyrek olarak da çalıdurumundaki bitkileri kapsayan bitişik taç
yapraklı, iki çenekli bitkiler familyası.kedi yavrusunu yerken sıçana benzetir * yolsuz olduğunu bildiği bir işi yaparken kendini mazur göstermek için bahane uydurur. kedi yetişemediği (veya uzanamadığı) ciğere pis (veya murdar) dermiş * elde edemeyecekleri şeyi hor göstermeye kalkışanlar için söylenir. kediayağı * Birleşikgillereden, süs bitkisi olarak da yetiştirilen, beyazımsı, yumuşak, sık tüylü bir bitki (Antennaria
dioica).kedibastı * Bütün yüzeye tutkal sürmeyi gerektirmeyen işlerde, fırçayıaralıklı bastırarak tutkal sürme işi. kedidili * Genellikle dondurmanın yanında yenilen bir tür tatlı bisküvi. kedigiller * Kedi, aslan, kaplan, pars gibi hayvanları içine alan etçil memeli hayvanlar sınıfı. kedigözü * Taşıtların arkasındaki kırmızırenkli işaret lâmbası.
* Yollarda ışık vurduğu zaman parlayan trafik işareti.kedinin boynuna ciğer asılmaz * bir kimseye, kullanıp zarar vereceği, kendine mal edip ortadan kaldıracağışey emanet edilmez. kediyaladı * Kadife veya tiftikten yapılmış bir ürünün yüzeyine verilen şekil. kediye peynir ( veya ciğer) ısmarlamak * güvenilmeyecek birine saklaması için bir şey bırakmak. kefal * Kefalgillerden, orta büyüklükte, çok pullu, küt başlı, gümüşrenkte, beyaz etli bir balık (Mugil cephalus). kefalet * Birinin borcunu ödememesi veya verdiği sözü yerine getirmemesi durumunda bütün sorumluluğu üzerine
alma durumu, kefillik.kefaleten * Kefalet yoluyla. kefaletname * Bir kimsenin kefil olduğunu gösteren belge, kefillik kâğıdı. kefalgiller * Kefallarla onlara yakın türleri kapsayan kemikli balıklar familyası. kefaller * Kefalgiller, kum balığı giller, cennet balığı giller, uskumrugiller familyalarını içine alan kemikli balıklar
takımı.kefaret * Bir günahıTanrı’ya bağışlatmak umuduyla verilen sadaka veya tutulan oruç. kefaretini ödemek * cezasını çekmek. kefe * Terazi gözlerinden her biri. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 73
kefe * Semercilerin kullandığı bir tür araç. kefek * Kefeki. kefeki * Yapılarda kullanılan açık renkli, delikli, hafif, işlenmesi kolay, ateşe dayanıklı bir tür taş.
* Dişlerin diplerinde ve kaplarda oluşan kireç tabakası.kefeki tutmak * küflenmek. kefekiye dönmek * delik deşik olmak. kefeleme * Kefelemek işi. kefelemek * (atı) Kefe (II) ile silip tüylerini parlatmak. kefeli * Kefesi olan. kefen * Gömülmeden önce ölünün sarıldığı beyaz bez, kefin. kefenci * Cenaze gereçleri satan kimse.
* Zorba.kefeni boynunda olmak * her an ölümü göze almak. kefeni yırtmak * ağır bir hastalıkta ölüm tehlikesini atlatmak. kefenin cebi yok * mal veya para “ölürken götürülmez” anlamında cimriler için söylenir. kefenleme * Kefenlemek işi veya durumu. kefenlemek * Ölüye kefen sarmak, tekfin etmek. kefenleyiş * Kefenlemek işi veya biçimi. kefenli * Kefene sarılmış.
* Kefene sarılarak.kefenlik * Kefen olarak kullanılmaya elverişli (bez). kefenlik para * Ölüm durumunda gerekli masrafların görülmesi için ayrılmışpara. kefensiz * Kefene sarılmamış.
* Kefene sarılmadan.kefere * Müslüman olmayanlar, kâfirler. kefil * Borçlu borcunu ödemediğinde veya bir kimse verdiği sözü yerine getirmediğinde bütün sorumluluğu
üzerine alan kimse.kefil göstermek * bir işiçin gerekli olan kefili bulmak. kefil olmak * borçlu borcunu ödemediğinde veya bir kimse verdiği sözü yerine getirmediğinde bütün sorumluluğu
üzerine almak.kefillik * Kefil olma durumu, kefalet. kefin * 343 kefen. kefir * Özel bir maya mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek. kefiye * Arapların kullandığıve omuzlarıda örten, püsküllü erkek başörtüsü. kefne * Çuvaldız veya kalın iğne ile işişleyen kimsenin eline geçirdiği demirli kayış. kehanet * Bir olayın gerçekleşeceğini önceden bilme, kâhinlik. kehanette bulunmak * kâhinlik yapmak. Kehkeşan * Samanuğrusu, Samanyolu. kehle * Bit. kehribar * Süs eşyasıyapımında kullanılan, açık sarıdan kızıla kadar türlü renklerde, yarısaydam, kolay kırılır ve bir
yere hızlıca sürtüldüğünde hafif cisimleri kendine çeken, fosilleşmişreçine, samankapan.
* Bu maddeden yapılmış.kehribar balı * Sarıve saydam bal. kehribar gibi * sapsarı, koyu sarı. kehribarcı * Kehribardan tespih, ağızlık gibi şeyler yapan veya satan kimse. kek * Yumurta, un ve şekerden, genellikle içine çekirdeksiz kuru üzüm veya kakao vb. konularak yapılan, fırında
pişirilen tatlıçörek.
* Tane ve tohumların, etin veya balığın yağınıveya diğer sıvılarınıçıkarmak için mekanik sıkılmalarıyla
oluşan fiziksel form.kekâ * Keyifli bir durum anlatılırken “ne güzel, ne iyi” anlamında söylenir. kekâh * Bkz. kekâ. keke * Kekeme. kekeç * Kekeme. kekeleme * Kekelemek işi. kekelemek * Damak sesleriyle başlayan kelimeleri ve heceleri tekrarlayarak ve keserek konuşmak.
* Ne söyleyeceğini şaşırıp kelimeleri birbirine karıştırmak.kekeleyiş * Kekelemek işi veya biçimi. kekelik * Kekemelik. kekeme * Damak sesleriyle başlayan kelimeleri ve heceleri tekrarlayarak birdenbire söyleyen ve keserek konuşan,
keke.kekemeleşme * Kekemeleşmek işi. kekemeleşmek * Kekeme durumuna gelmek. kekemelik * Kekeme olma durumu, rekâket. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 70
kazgıç * Tandırdan ekmeği çıkarmaya yarayan bir araç.
* Bitki kökü çıkarmağa yarayan ucu sivriltilmişsopa.kazı * Bir yeri kazma işi, hafriyat.
* Yer altındaki tarihî değeri olan şeyleri, yapıları ortaya çıkarmak amacıyla arkeologlarca toprağın belli
kurallara ve yöntemlere göre kazılması, araştırılması.
* Tahta, maden gibi şeyler üzerine yazıveya resim oyma işi, hak (II).kazı bilimci * Arkeoloji ile uğraşan kimse, arkeoloji uzmanı, arkeolog. kazı bilimi * Arkeoloji. kazı bilimsel * Arkeoloji ile ilgili, arkeolojik. kazıkoz anlamak * söylenen şeyi çok yanlışanlamak. kazıcı * Kazıveya oyma işi yapan. kazığa vurmak * bir kimseyi yere dikilmişucu sivri bir kazığa oturtarak öldürmek. kazık * Toprağa çakılmak için hazırlanmış, ucu sivri çubuk.
* Direk, sopa.
* Yapıların temelinde kullanılan, toprağa çakılan veya toprak içine giren tahta, maden veya betonarmeden
silindir, prizma vb.biçimindeki uzun parça.
* İnsanıüzerine oturtarak öldürdükleri, yere dik çakılmışsivri uçlu odun veya şiş.
* Kazığa oturtarak uygulanan öldürme cezası.
* Genellikle yağlı güreşte, güreşçinin, elini hasmının kispeti içine sokarak yaptığı oyun.
* Alışverişte aldatılma.kazık atmak * aldatmak, kazıklamak. kazık dikmek * devamlıkalmak, ebediyen yaşamak. kazık gibi * dimdik ve sert. kazık kadar * kocaman (kimse). kazık kakmak * umulduğundan pek çok yaşamak. kazık kök * Havuçta olduğu gibi toprağa dikine giren koni biçiminde kök.
* Toprağın içinde derinlere doğru dik bir şekilde gelişen, üzerinden çıkan ikincil yan kökleri çoğunlukla az
olan kök.kazık marka * Çok pahalı. kazık yemek * aldatılmak, kazıklanmak. kazık yutmuşgibi * Bkz. baston yutmuşgibi. kazıkazan * Kazındığında, aynıtutardan üçünü bir arada bulma esasına dayalı bir tür talih oyunu. kazıkçı * Alışverişte aldatan, pahalımal satan (kimse). kazıklama * Kazıklamak işi. kazıklamak * Bir tarla veya arsanın sınırını belirtmek için kazık çakmak.
* Kazık cezasına çarptırmak.
* Bir malı, bir kimseye değerinden çok pahalıya satmak, alışverişte aldatmak.kazıklanma * Kazıklanmak işi. kazıklanmak * Kazığa oturtulmak.
* Bir malıdeğerinden çok pahalıya almak, alışverişte aldatılmak.kazıklayış * Kazıklamak işi veya biçimi. kazıklı * Kazığı olan, kazıkla desteklenmişolan. kazıklıhumma * Tetanos. kazıl * Kıldan bükülmüşçuval dikmekte kullanılan ip, sicim. kazılış * Kazılmak işi veya biçimi. kazılma * Kazılmak işi. kazılmak * Kazmak işi yapılmak. kazım * Kazma işi. kazıma * Kazımak işi.
* Vücutta boşluklar içinde bulunan yabancıcisimleri, hasta veya zararlısayılan dokularıkazıyarak almak,
kürtaj.kazıma resim * Ağaç, metal veya taş bir yüzeye ayrıkatlar hâlinde değişik renkli boyalar sürüldükten sonra, üstteki katları
yer yer kazıyarak alttaki renklerden yararlanma tekniği, gravür.
* Bu teknikle yapılan resim, gravür.kazımak * Kesici bir aracısürterek bir şeyin yüzündeki tabakayıkaldırmak.
* Kesici bir araç kullanarak silmek, çıkarmak.
* Sertçe ovmak.
* Vücuttaki yabancı bir cismi hasta, zararlıveya istenmeyen bir organıalmak, temizlemek, yok etmek.
* Tıraşetmek.
* Metal bir yüzey üstüne sert bir araçla şekil çizmek, yazıyazmak, nakşetmek.
* Aslını, kökünü çok detaylıaraştırmak.kazımık * Süt, muhallebi ve yemek pişerken tencerenin dibinde yanan yapışkan bölüm. kazın ayağıöyle değil * bir sorun, bir durum sanıldığı gibi değildir. kazınma * Kazınmak işi. kazınmak * Kendi kendini kazımak.
* Kazımak işi yapılmak.
* Derisini kazır gibi kaşımak.
* Derisini yüzercesine tıraşolmak.
* Her tarafı iyice temizlemek.
* Varıyoğu, elindeki bütün parasıalınmak veya çalınmak.kazıntı * Kazıyarak çıkarılan parça.
* Kâğıtta kazıma izi.kazıntılı * Kazıntısı olan (kâğıt, yazı). kazıtma * Kazıtmak işi. kazıtmak * Kazımak işini yaptırmak. kazıyış * Kazımak işi veya biçimi. kaziye * Önerme. kazkanadı * Güreşte hasmının başınıkoltuk altına alarak hasmıarkadan, yandan sararak, elleri koltuklarıaltından
geçirdikten sonra sırtında veya ensesinde birleştirme biçimindeki oyun.kazma * Kazmak işi.
* Toprağıkazıp kaldırmak, düzeltmek gibi işlerde kullanılan ağaç saplıdemir araç.
* Kazılarak yapılmış.kazma diş * Ön dişleri uzun ve dışarıdoğru çıkık olan (kimse). kazma gibi * büyük, kocaman (diş). kazmacı * Kömür ocaklarında kazma ile kömür çıkaran işçi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 71
kazmaç * Bkz. kazaratar. kazmak * Herhangi bir araçla toprağıaçmak, oymak.
* Bu yolla çukur, kuyu, yol vb. oluşturmak.
* Hakketmek.kazmir * Bkz. kaşmir. kazolit * Hidratlıdoğal kurşun ve uranyum silikat. kazulet * Kocaman. kazurat * Dışkı. ke * Türk alfabesinin on dördüncü harfinin adı. kebap * Doğrudan doğruya ateşte veya kap içinde susuz olarak pişirilmişet.
* Kızartma, çevirme veya kavurma yoluyla hazırlanan her türlü yiyecek.
* Kavrulmuş, kızarmış.
* Yanmış, yanık.kebapçı * Kebap yapıp satan kimse.
* Kebap yenilen veya satılan yer.kebapçılık * Kebapçı olma durumu. kebaplı * Kebabı olan, içine kebap konulmuşolan. kebaplık * Kebap yapılmaya elverişli, kebap yapılmak için ayrılmış. kebe * Kısa kepenek. kebere * Gebre otu. kebir * Büyük, ulu.
* Yaşça büyük, yaşlı.kebze * Kürek kemiği. kebzeci * Koyunların kebzesine bakarak gelecekten haber verdiğini ileri süren kimse. keçe * Yapağıveya keçi kılının dokunmadan, yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan.
* Yere serilen halı, kilim gibi yünlü döşemelik.keçe külâh etmek * aldatmak, kandırmak. keçe külâh olmak * ordudan veya resmî görevden çıkarılmak. keçeci * Keçe yapan veya satan kimse. keçecilik * Keçe yapma veya satma işi. keçeleme * Keçelemek işi.
* Keçeleşmek işi.keçelemek * Bir nesneye keçe geçirmek.
* Metal bir yüzeyi keçeyle parlatmak.keçelenme * Keçelenmek işi. keçelenmek * Keçeleşmek. keçeleşme * Keçeleşmek işi. keçeleşmek * Telleri birbirinin içine girip karışarak ayrılmaz olmak.
* (deri) Pürüzlü duruma gelmek, keçe gibi olmak.
* Vücudun bir yeri uyuşup duyarlığı azalmak.keçeleştirme * Keçeleştirmek işi. keçeleştirmek * Keçeleşmesine yol açmak. keçeli * Keçesi olan. keçesini sudan çıkarmak * güç olan bir işi, durumu yoluna koyarak rahatlamak. keçeyi suya atmak * ar ve namusu hiçe saymak. keçi * Gevişgetirenlerden, eti, sütü, derisi ve kılı için yetiştirilen, memeli evcil hayvan (Capra hircus).
* Bu hayvanın dişisi.
* İnatçı.keçi inadı * Bir türlü yumuşamayan vazgeçilmeden sürdürülen inat. keçi kömüreni * Yapraklarısoğan terine kullanılan bir tür yaban sarımsağı. keçi mantarı * Bkz. ak mantar. keçi postu * Keçinin derisinin terbiye edilmesi ile yapılan post. keçi sakal * Sakalıyalnız çenede sivri ve seyrek olarak bulunan. keçi söğüdü * Bataklıklarda ve nemli ormanlarda çok bulunan bir söğüt türü (Salix caprea). keçi yemişi * Yaban mersini. keçi yolu * Engebeli yerlerden gelip geçenlerin ayak izlerinden oluşan, tekerlekli araç işlemeyen dar yol, çığır, patika. keçiboynuzu * Baklagillerden, kerestesi marangozlukta, kabuklarıtabaklıkta kullanılan bir ağaç, harnup (Ceratonia siliqua).
* Bu ağacın baklamsı, şekerli olan yemişi, harnup.keçiboynuzu gibi * işi çok, verimi az olan şeyler için söylenir. keçiler * Keçileri ve çeşitli koyun türlerini içine alan, dağlık, kayalık yerlerde yaşayan, hafif yapılı, çevik geviş, getiren
hayvanlar sınıfı.keçileri kaçırmak * delirmek veya bir bunalım içinde bulunmak. keçileşme * Keçileşmek işi. keçileşmek * İnadıtutmak. keçilik * İnatçılık. keçilik etmek * inat etmek.