kızartılı | * Kızartısı olan, kızarmış. |
kızartılma | * Kızartılmak işi. |
kızartılmak | * Kızartmak işi yapılmak. |
kızartma | * Kızartmak işi. * Kızartılarak hazırlanmışyemek. * Kızartılarak pişirilmiş. |
kızartmak | * Kızarmasına sebep olmak. * Kızgın yağda pişirmek. |
kızcağız | * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan kız. |
kızdırılma | * Kızdırılmak işi. |
kızdırılmak | * Kızdırmak işine konu olmak veya kızdırmak işi yapılmak. |
kızdırma | * Kızdırmak işi. * Yüksek vücut ısısı, ateş. * Üzüm çubuklarınıköklendirmek için yere gömme, daldırma. |
kızdırmak | * Kızmasına sebep olmak, kızmasını sağlamak. * Isıtmak. * Öfkelenmesine sebep olmak, öfkelendirmek, sinirlendirmek. |
kızgın | * Çok ısınmış, ısıtılmışveya kızdırılmış. * Kızmışolan, öfkeli, mütehevvir. * Kızışık, zorlu, sert, şiddetli. * Eşarayan (hayvan). |
kızgın bulut | * Yanardağlardan fışkırıp yüksek ısıda su buharıve başka gazlardan oluşmuş, içine kül ve lâv karışmış bulut görünüşünde yığın. |
kızgınlaşma | * Kızgınlaşmak işi. |
kızgınlaşmak | * Kızgın duruma gelmek. |
kızgınlık | * Kızgın, ısınmışolma durumu. * Öfkeli olma durumu. * Hayvanların çiftleşme isteği. |
kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya kaçar (veya varır) ya zurnacıya | * evlenme çağındaki kızı büyükleri uyarmazlarsa uygun olmayan birisiyle evlenir. |
kızıkısrağı | * birinin ailesindeki kızlar ve kadınlar. |
Kızık | * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. |
kızıl | * Parlak kırmızırenk. * Bu renkte olan. * Aşırıderecede olan. * Komünist. * Daha çok küçük yaşlarda görülen, bulaşıcı, yüksek ateşli, kırmızırenkte genişlekeler döktüren, kuluçka dönemi üç dört gün süren tehlikeli hastalık. * Altın. |
kızıl boya | * Kök boyası. |
kızıl ısı | * Temmuzun çok sıcak olan ikinci yarısı. |
kızıl iblis | * Çok kötü ruhlu (kimse). |
kızıl kıyamet | * Büyük ve aşırı gürültü, kavga, kızılca kıyamet. |
kızıl ötesi | * Işık tayfında kırmızıalanın ötesindeki alanda yayılmışısıışınlarından oluşan, gözle görülmeyen ışınım, enfraruj. |
kızıl su yosunları | * Denizlerin yaklaşık 200 m derinliklerinde yaşayan kırmızırenkli su yosunları. |
kızıl yara | * Şirpence. |
kızıl yel | * Güneyden esen rüzgâr. |
kızılağaç | * Gürgengillerden, dişi çiçekleri küçük ve sarımtırak, erkek çiçekleri püskül biçiminde olan, kerestesi kolay işlenebilir bir ağaç (Alnus). |
Kızılbaş | * Şiî mezhebinin bir kolundan olanlara verilen ad. |
Kızılbaşlık | * Kızılbaşolma durumu. |
kızılca | * Kızıla çalar, az kızıl. * Kızıla çalan bir çeşit buğday. * Aşırıderecede, kızıl. |
kızılca kıyamet | * Aşırı bir biçimde gürültülü, çekişme, kavga. |
kızılca kıyamet kopmak | * kavga, gürültü olmak. |
kızılcadişi | * 4-5 m yükseklikte, beyaz çiçekli bir ağaçcık (Cornus senguinea). |
kızılcık | * Kızılcıkgillerden bir ağaç (Cornus mas). * Bu ağacın güzün olgunlaşan, kırmızı, tek çekirdekli, reçeli ve şerbeti yapılan, buruk bir tadı olan yemişi. |
kızılcık reçeli | * Kızılcık meyvesinden şeker katılarak yapılan ve genellikle ishale iyi gelen reçel. |
kızılcık şerbeti | * Kızılcık meyvesinden yapılan bir tür şerbet. Bu söz kan kusup kızılcık şerbeti içmişgörünmek deyiminde geçer. |
kızılcık şurubu | * Kızılcık özü ile hazırlanan içecek. |
kızılcık tarhanası | * Kızılcık suyu ile yoğrularak yapılan tarhana. |
kızılcıkgiller | * İki çeneklilerden, çoğu iri gövdeli, yaklaşık on cinste toplanan yüz kadar türü olan bir bitki familyası. |
kızılçam | * Uzun boylu bir çam türü. * Bir tür orman ağacı. |
Kızılderili | * Amerika yerlilerine verilen ad. |
Kızılelma | * Osmanlılarca Roma ve Viyana şehirleri için kullanılan sembolik ad. * Yeryüzündeki bütün Türkleri birleştirip büyük bir imparatorluk kurmayıamaç olarak alan ülkü. |
kızılış | * Kızılmak işi veya biçimi. |
kızılkanat | * Sazangilleredn, yüzgeçleri kırmızı, 25-30 cm boyunda, eti kılçıklı bir tatlısu balığı(Scardinus eryhrophthalmus). |
kızılkantaron | * Kızılkantarongillerin örnek bitkisi olan, 10-50 cm yükseklikte, kırmızıçiçekli, karşılıklıyapraklı, sap ve yapraklarıhekimlikte kullanılan, iki yıllık otsu bir bitki (Eryhraea centaurium). |
kızılkantarongiller | * İki çeneklilerden, kızılkantaron, acıyonca gibi cinsleri içine alan bir bitki familyası. |
kızılkök | * Bkz. kök boyası. |
kızılkurt | * At ve eşeklerin kalın bağırsaklarında yerleşip kanlarınıemen kırmızı bir kurt. |
kızılkuyruk | * Karatavukgillereden, kışın göçen, küçük, güzel bir kuş(Phoenicurus). |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 106
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 107
kızıllaşma * Kızıllaşmak işi. kızıllaşmak * Kızıl duruma gelmek. kızıllık * Kızıl olma durumu veya kızıl renkte yer.
* Pudra, allık, düzgün.kızılma * Kızılmak işi. kızılmak * Kızmak işi yapılmak, kızgın, öfkeli duruma gelmek. kızılşap * Açık, eflâtun renk.
* Bu renkte olan.kızıltı * Bir yerden yansıyan hafif kızıl renk, solgun kızıl. kızılyaprak * Gülgillerden, yol kenarlarında biten, sarıçiçek açan bir bitki (Agrimonia eupatorium). kızılyörük * Yılancık. kızım sana söylüyorum (veya dedim) gelinim sen işit * doğrudan doğruya kendisine söylenemeyen düşünce ve uyarıların, o kimsenin çok yakınına söylendiğinde
kullanılır.
* herhangi birine dolaylı olarak söylenecek uyarısöz konusu olduğunda kullanılır.kızını(veya evlâdını) dövmeyen dizini döver * kızını, çocuğunu gerektiği gibi eğitmeyen, ileride çok pişman olur. kızıp durmak * sürekli olarak kızmak ve söylenmek. kızış * Kızmak işi veya biçimi. kızışık * Kızışmışolan, şiddetli. kızışma * Kızışmak işi. kızışmak * Yüksek bir dereceyi bulmak, çok ısınmak.
* (bitkiler için) Islaklık ve mikropların etkisi altında çürürkenısınmak.
* Zorlu, sert, kızışık bir durum almak, şiddetlenmek.
* Hızlanmak, hareketlenmek.
* (hayvan için) Eşisteme zamanı gelmek, kösnümek.kızıştırış * Kızıştırmak işi veya biçimi. kızıştırma * Kızıştırmak işi. kızıştırmak * Kızışmasını sağlamak.
* İsteklendirmek, gayret vermek.kızkalbi * Şahteregillerden, kalp biçiminde pembe çiçekli bir süs bitkisi (Dicentra). kızlar ağası * Osmanlısarayındaki harem ağalarının başı. kızlık * Kız olma durumu, erdenlik, bekâret.
* Bir kadının evlenmeden önceki yaşantısıyla ilgili, o döneme özgü.
* Üvey kız.kızlık zarı * Cinsel ilişkide bulunmamışkızların döl yolunu kısmen kapayan zar, himen. kızma * Kızmak işi. kızmabirader * Zarla oynanan, karelerde taşyürütüp çeşitli engellerle dolu karelerden oluşan yolu bir an önce bitirmeye
dayanan bir tür oyun.kızmaca * Kızmaya, öfkelenmeye dayanan davranış. kızmak * Isıtılan veya ısınan bir nesnenin sıcaklığıçok artmak.
* Öfkelenmek, sinirlenmek.
* (at, eşek gibi hayvanlar için) Çiftleşmek istemek, kösnümek.
* (dişi kuşlar için) Zamanı gelip kuluçkaya yatma isteği göstermek.kızmemesi * Altıntop, greypfurt.
* Bir tür şeftali.ki * Anlam bakımından birbirleriyle ilgili cümleleri birbirine bağlar.
* Özneyi, tümleci güçlendirerek cümlenin temel bölümüne bağlar.
* “Öyle, o kadar, o denli” gibi öğelerden sonra, kullanıldığıcümleye güç katar.
* İkinci cümledeki yargının birincideki hareketin yapılışısırasında görülerek şaşıldığını bildirir.
* İki cümlede anlatılan durumların uyuşmazlığını bildirir.
* Yakınma veya kınama gibi duygular anlatmak için bir cümlenin sonuna getirilir.
* Bir soru cümlesinin sonuna getirildiğinde şüphe veya endişe anlatır.
* Bazıkelimelerin sonuna bir ek gibi eklenerek birtakım zarflar, yeni edatlar oluşturur: Belki, çünkü, halbuki,
mademki, sanki gibi.-ki * Bkz. -gı/ -gi. -ki * İsim soyundan kelimelere getirilerek o ismin kimle, neyle ilişkili olduğunu belirtir ve eklendiği ismi sıfat ve
zamir durumuna getirir, ilgi eki: Benim giysim kırmızı, ya seninki? Evde-ki, odada-ki, bahçede-ki, akşam-ki, sabah-ki.
Bu ek birkaç kelimeye -kü biçiminde eklenir: bugün-kü, dün-kü, çün-kü.kibar * Davranış, düşünce, duygu bakımından ince, nazik olan (kimse).
* Şık, seçkin, değerli.
* Zengin, soylu, köklü (kimse, aile).
* Büyükler, ulular.kibar düşkünü * Varlığını, saygınlığınıyitirmişkimse. kibar lokması * Gösterişli, görkemli durum veya ortam. kibarca * Kibar bir insana yakışacak biçimde. kibarlar âlemi * Yüksek sosyete. kibarlaşma * Kibarlaşmak işi. kibarlaşmak * Kibar duruma gelmek, kibarlık kazanmak. kibarlığıtutmak * bir olay karşısında genel davranışlarıdışında incelik göstermek. kibarlık * Kibar olma durumu, incelik.
* Kibar bir insana yakışacak biçimdeki söz veya davranış.kibarlık akmak * aşırıderecede kibar davranmak. kibarlık budalası * Kibar biri gibi görünmeye çalışırken gülünç duruma düşen kimse için kullanılır. kibarlık düşkünü * Kibarlığa aşırıderecede önem veren kimse. kibarlık etmek * kibarca davranmak. kibarlık taslamak * kibar olmadığıhâlde kibar gibi görünmeye çalışmak. kibarzade * Soylu bir aileden gelme, kibar çocuğu. kibernetik * Güdüm bilimi, sibernetik. kibir * Büyüklük, ululuk.
* Kendini büyük görme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme.
* Onur, gurur.kibirleniş * Kibirlenmek işi veya biçimi. kibirlenme * Kibirlenmek işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 108
kibirlenmek * Kendini büyük görmek, büyüklenmek. kibirli * Kendini büyük gören, büyüklenen. kibirsiz * Kendini büyük görmeyen, büyüklenmeyen. kibrine dokunmak * gururu zedelenmek. kibrine yedirememek * büyüklenmesini, gururlanmasınıuygun görmemek. kibrit * Eczalı bir ucu sürtünme sonucu yanabilecek birleşimde olan, küçük tahta veya karton parçası.
* İçinde kibrit çöplerini bulunduran küçük kutu.
* Kükürt.kibrit çakmak * kibriti yakmak için bir yere sürtmek. kibrit suyu * Zehir. kibritçi * Kibrit satan kimse.
* Cimri.kibritlik * Kibrit koymaya yarar yer veya kap. kibutz * İsrail’de ortak çalışma esaslarına göre oluşturulmuştarımsal topluluk. kifaf * Ancak yetecek kadar azıcık. kifafınefs * Doyuracak miktarda. kifafınefs etmek * ancak yaşayacak kadar yemek. kifaflanma * Kifaflanmak işi. kifaflanmak * Elde ne varsa onunla, çok az yiyecekle karın doyurmak, çok az şeyle yetinmek. kifayet * Yetişir miktarda olma, yetme, kâfi gelme.
* Bir işi yapabilecek yetenekte olma, yeterlik, liyakat, iktidar.kifayet etmek * yetmek, yeterli olmak. kifayetli * Yeterli. kifayetsiz * Yetersiz. kifayetsizlik * Yetersizlik. kik * Dar, uzun ve hafif bir yarışkayığı, futa (II). kikirik * Zayıf, ince uzun boylu kimse. kiklâ * Lâpinagillerden, güzel renkli, 50 cm uzunluğunda bir balık (Labrus berggylta). kiklon * Siklon. kiklotron * Atom araştırmalarında, elektriklenmiş cisimlere yüksek hız veren bir aygıt. kil * Islandığızaman kolayca biçimlendirilebilen yumuşak ve yağlıtoprak. kile * Genellikle tahıl ölçmede kullanılan bir ölçek. kiler * Yiyecek, içecek ve erzakın saklandığı oda, ambar veya dolap.
* Ambar.kilerci * Saraylarda, büyük konaklarda kiler işlerini yöneten kimse. kilermeni * Eczacılıkta kullanılmışolan kırmızırenkli kil. kilidi küreği olmamak * (her şeyi) açıkta bulunmak, kilitli yere saklanmamışolmak. kilim * Döşeme, divan gibi yerlere serilen, genellikle desenli, havsız, kalın, kıl veya yün dokuma. kilimci * Kilim dokuyan veya satan kimse. kilimci ile kör hacı * herhangi bir kimse. kilimcilik * Kilim dokuma veya satma işi. kilise * Hristiyan tapınağı.
* Hristiyan mezheplerinden her biri.
* Hristiyanlıkla ilgili dinî kuruluş.
* Hristiyanlığın öğretilmesi, dinî işlerin yönetimi vb.ile ilgili papa ve piskoposlar topluluğu.kilise çanı * Kiliselerde bulunan, saat başlarında ve dinî törenlerde çalınan büyük çan. kilise direği gibi * çok kalın (ense). kilise hukuku * Kilisenin kuruluşunu ve iç düzenini sağlayan kurallar. kilit * Anahtar, düğme gibi takılıp çıkarılabilen bir parça yardımıyla çalışan kapatma aleti.
* Bir yanıdeğirmi, öbür yanına demir çubuk geçirilmişolan yarım halka.
* Atların alnından alt çenesine uzanan beyazlık.kilit (kürek) altına almak * bir şeyi kilitli bir yere koyarak saklamak. kilit dili * Kilidin anahtarla sürülen parçası. kilit gibi olmak * birbirine çok bağlıve dayanışmalı olmak. kilit kürek olmak * (bir yeri) korumak, o yerin güvenilir, sağlam adamı olmak. kilit mevkii * 343 kilit noktası. kilit noktası * Bütün işlerin bağlı olduğu önemli nokta, makam veya yer. kilit sarma * İki veya daha çok bağboyunduruklarıaltına karşılıklı olarak atılmışve biribirine fırçalarla bağlanmışolan
bir çift sarma.kilit taşı * 343 anahtar taşı. kilit vurmak * Bkz. kapısına kilit vurmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 101
kışla * Askerlerin toplu olarak barındıkları büyük yapı.
* Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği veya kışın barındığıkapalıağıl.kışlak * Kışın barınılan yer.
* Kışın orduların, göçebe oymakların hayvanlarıyla birlikte yayladan inip konakladıklarıyer.kışlama * Kışlamak işi. kışlamak * Kışolmak.
* Kışı(bir yerde) geçirmek.kışlamak * Kuşve kümes hayvanlarınıürkütmek. kışlatma * Kışlatmak işi veya durumu. kışlatmak * Kışı(bir yerde) geçirtmek.
* Musallat etmek.kışlık * Kışa özgü, kışiçin.
* Kışın oturulan yapı.kıt * İhtiyaca yetmeyecek kadar az, bol karşıtı.
* (duygu, söz vb. için) Az.kıt kanaat * Yoksulluk içinde ve güçlükle (geçinmek). kıt’a * Yeryüzündeki beş büyük kara parçasından her biri, ana kara.
* Silâhlıveya silâhsız erlerin, bir komutanın emrinde bir araya gelmesinden oluşan birlik.
* Dörtlük.
* Parça, tane.kıt’a sahanlığı * Karalarıçevreleyen ve karalardan sayılan -iki yüz m derinliğe kadar olan sığdeniz dipleri.
* Ülke kıyılarına bitişik olan ve 200 m derinliğe veya bu sınırın ötesindeki su derinliğinin doğal kaynaklarının
işletilmesine elverişli olduğu noktaya kadar, kara sularının dışında kalan deniz altı bölgelerinin deniz yatağıve toprak
altıkesiminin bütünü.kıtaat * Kıtalar, ana karalar.
* Asker birlikleri.kıtal * Vuruşma, birbirini öldürme.
* Savaş.kıt’alar arası * Bütün kıt’aları birbirine bağlayan, kıt’alarla ilgili olan durum. kıtıkıtına * İhtiyaca zor yetecek kadar. kıtık * Minder, yastık gibi şeyleri doldurmak için kullanılan ve bazen de sıvanın içine katılan keten ve kendir lifleri. kıtıklama * Kıtıklamak işi. kıtıklamak * Kıtıkla doldurmak. kıtıklı * İçine kıtık konmuşolan. kıtıpiyos * Değersiz, bayağı, kötü. kıtıpiyozluk * Kıtıpiyoz olma durumu. kıtır * Uydurma söz, yalan.
* Patlamışmısır.
* Kuru ve gevrek ses.kıtır atmak * yalan uydurup söylemek. kıtır kıtır * Çok pişirilmekten veya kızartılmaktan kuru ve gevrek bir duruma gelmişolan.
* Yemek, kesmek, doğramak gibi fiillerle kullanıldığında o fiilin gevrek bir ses çıkararak yapıldığını belirtir.kıtıra almak * alay etmek. kıtırcı * Çok yalan söyleyen kimse. kıtırdama * Kıtırdamak işi. kıtırdamak * Kuru bir şey kıtır sesi çıkarmak. kıtırdatma * Kıtırdatmak işi. kıtırdatmak * Kıtır diye gevrek ses çıkarmak. kıtırtı * Kıtırdama sesi. kıtlama * Şekeri ağızda dişle küçük küçük ısırarak çay içmek için kullanılır. kıtlaşma * Kıtlaşmak işi. kıtlaşmak * İhtiyacıkarşılayamamak, kıt duruma gelmek. kıtlığına kıran girmek * bir şey hiç bulunmaz olmak. kıtlık * İhtiyaca yetmeyecek derecede azlık.
* Kuraklık, savaşgibi sebeplerle ürünün yetişmemesi ve bundan doğan açlık.
* Yiyecek maddelerinde görülen darlık.
* (duygu, söz vb. için) Azlık.kıtlıktan çıkmışgibi (yemek) * doymak bilmezcesine (yemek). kıvam * (sıvılar için) Koyuluk; koyuluk derecesi.
* Bir şeyin en uygun zaman veya durumu.
* Spor çalışmalarında başarılı olabilmek için, fizik ve moral yönünden istenilen iyi durum.kıvamını bulmak (veya kıvamına gelmek) * gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek, en uygun anında olmak. kıvamlanma * Kıvamlanmak işi. kıvamlanmak * (sıvılar için) Kıvamına gelmek, koyulaşmak.
* Olgunlaşmak, uygun duruma gelmek.kıvamlaştırıcı * Sıvı bir maddeyi kıvamına getirmeyi sağlayan alet. kıvamlaştırma * Kıvamlaştırmak işi. kıvamlaştırmak * Bir maddeyi sıvıdan ayırarak kıvamlıduruma getirmek. kıvamlı * Gereken kıvamı bulmuşolan. kıvamsız * Kıvamlı olmayan. kıvanç * Övünç, iftihar.
* Sevinç.kıvanç duymak * övünmek.
* sevinmeki mutlu olmak.kıvançlanma * Kıvançlanmak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 102
kıvançlanmak * Kıvanç duymak, övünmek. kıvançlı * Övünç duyan, iftihar eden, övünç veren, iftihar edilecek.
* Sevinç duyan, mutlu.kıvanış * Kıvanmak işi veya biçimi. kıvanma * Kıvanmak işi, iftihar. kıvanmak * Övünülecek bir olaydan dolayısevinmek, iftihar etmek, memnun olmak. kıvıl * Kıvılcım. kıvıl kıvıl * Toplu olarak hareket etmeyi, kaynaşmayıanlatır. kıvılcım * Yanmakta olan bir maddeden sıçrayan küçük ateşparçası, kıvıl.
* Demir ve taşgibi maddelerin güçlü çarpışmasında sıçrayan ateşdurumundaki küçük parça.
* Harekete geçiren etken.
* Güneşyüzeyinde görülen kesikli ışımalara verilen ad.kıvılcımlanma * Kıvılcımlanmak işi. kıvılcımlanmak * Kıvılcım saçarak yanmak, kıvılcımlıduruma gelmek. kıvılcımlı * Kıvılcımı olan, kıvılcım saçan. kıvılcımsız * Kıvılcımı olmayan, kıvılcım saçmayan. kıvır kıvır * Büklümleri olan, kıvrımlı.
* Kıvrılmışdurumda sürekli hareket hâlinde olarak.kıvır zıvır * Önemsiz, değersiz, derme çatma.
* Önemsiz ayrıntı.kıvırcık * Küçük küçük kıvrımları olan.
* Daha çok Trakya ve Marmara’da yetiştirilen, beyaz tüylü, ince kuyruklu bir tür koyun.
* Bu koyunun eti.
* Kıvırcık salata.kıvırcık koyun * 343 kıvırcık. kıvırcık salata * Yeşil salata, yapraklarıkıvırcık bir tür marul, kıvırcık. kıvırcıklaşma * Kıvırcıklaşmak işi. kıvırcıklaşmak * Kıvırcık duruma gelmek. kıvırış * Kıvırmak işi veya biçimi. kıvırma * Kıvırmak işi. kıvırmak * Bükmek.
* Kenarından katlamak, bükmek.
* Bir giysinin veya kumaşın kenarını bükerek tersinden dikmek.
* Kalçalarını iki yana sallayarak oynamak veya yürümek.
* Başarmak, başa çıkmak, becermek, hakkından gelmek.
* Uydurup söylemek.
* Sapmak.
* Yapmak istememek, yan çizmek.kıvırtma * Kıvırtmak işi. kıvırtmak * Kıvırmak işini yaptırmak. kıvracık * Derli toplu ve işi kolay.
* Ayağına çabuk, hamarat.kıvrak * Canlı, hareketli, atik.
* Akıcı, işlek.
* Yerli dokumasıkara bezden yapılmışköylü kadın yeldirmesi.
* İnce tülbent veya ipekli başörtüsü.
* Aceleci.
* Güzel, şık, yakışıklı.kıvrak kıvrak * Kıvrak olarak, kıvrakça. kıvrakça * Kıvrak bir biçimde. kıvraklaşma * Kıvraklaşmak işi veya durumu. kıvraklaşmak * Kıvrak duruma gelmek. kıvraklık * Kıvrak olma durumu veya kıvrakça davranış. kıvrama * Kıvramak işi veya durumu. kıvramak * Buruşup toplanmak, kıvırcık duruma gelmek.
* Hızlıyürümek.
* Harekete geçmek.kıvrandırma * Kıvrandırmak işi. kıvrandırmak * Kıvranmasına sebep olmak.
* Çok üzmek, acıçektirmek.kıvranış * Kıvranmak işi veya biçimi. kıvranma * Kıvranmak işi. kıvranmak * Ağrı, sancı gibi fiziksel veya korku, heyecan gibi ruhî sebeplerle vücut eğilip bükülmek.
* Acıçekmek, üzülmek.
* Bir şeye çok ihtiyaç duymak.kıvrantı * Kararsızlık. kıvratma * Kıvratmak işi veya durumu. kıvratmak * İpi katladıktan sonra iyice bükmek veya tel gibi şeyleri burmak. kıvrık * Eğrilip bükülmüş; yuvarlak bir biçim verilmiş. kıvrıklık * Kıvrık olma durumu. kıvrılış * Kıvrılmak işi veya biçimi. kıvrılma * Kıvrılmak işi, bükülme.
* Dağların oluşumuna sebep olan, yer kabuğunun genişölçüde dalgalı bir biçim alması.kıvrılmak * Eğrilip bükülmek.
* Kıvırcık bir duruma gelmek.
* Yuvarlak bir biçim almak.
* (dar bir yere) Büzülerek yatmak.
* Dönmek, sapmak.kıvrım * Bir şeyin kıvrılan yeri, büklüm.
* Kıvrılma sonunda oluşan toprak dalgası.
* Bir tür tatlı.kıvrım kıvrım * Kıvrımları olan, dalgalanmış bir yüzey veya dalgalı bir çizgi biçiminde olan. kıvrım kıvrım kıvranmak * çok acıçekerek kıvranmak.
* yalvarma veya sıkıntı gibi bir sebeple çok kıvranmak.kıvrımlanma * Kıvrımlanmak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 99
kısırganmak * Esirgeyip bir şeyi vermekten çekinmek. kısırlaşma * Kısırlaşmak işi. kısırlaşmak * Kısır duruma gelmek. kısırlaştırma * Kısırlaştırmak işi. kısırlaştırmak * Üreme organlarınıameliyatla döl veremez duruma getirmek. kısırlık * Kısır olma durumu.
* Verimsizlik, akamet.kısış * Kısma işi. kısıt * Kişinin yurttaşlık haklarınıkullanma yetkisinin yargıkuruluşlarınca kaldırılması.
* Bunama, mahkûm olma gibi sebeplerden dolayıkanunun, bir kimsenin malını, parasını istediği gibi
kullanmasına ve harcamasına engel olması, hacir.kısıt altına almak * kısıtlamak. kısıtlama * Kısıtlamak işi, hacir. kısıtlamak * Önceden verilmişolan hak ve hürriyetlerin sınırlarınıdaraltmak, tahdit etmek.
* Birini yasal yoldan mallarınıkullanmaktan yoksun bırakmak, kısıt altına almak, hacir altına almak.
* Sınırlamak, daraltmak.kısıtlanış * Kısıtlanmak işi veya biçimi. kısıtlanma * Kısıtlanmak işi. kısıtlanmak * Kısıtlamak işi yapılmak. kısıtlayıcı * Kısıtlayan, kısıt altına alan.
* Sınırlayan, daraltan.kısıtlayış * Kısıtlamak işi veya biçimi. kısıtlı * Kısıtlanmış, kısıt altına alınmış, mahcur.
* Sınırlanmış.kısıtlılık * Kısıtlı olma durumu, hacir. kıska * Arpacık soğanı. kıskacı * Soğan tohumundan arpacık soğanıyetiştiren kimse. kıskacılık * Soğan tohumundan arpacık soğanıyetiştirme işi. kıskaç * Bir şeyi tutup sıkıştırmaya yarayan kerpeten, pense gibi araç.
* Açılıp kapanan eğreti merdiven.
* Böceklerde besin maddelerini parçalamaya ve kendilerini savunmaya yarayan organ.
* Demircilerin kızgın demiri tuttuklarımaşa gibi araç.
* Kıskaç biçiminde olan.kıskaç gözlük * Kelebek gözlük. kıskaçlama * Kıskaçlamak işi. kıskaçlamak * Kıskaç duruma gelmek. kıskanç * Kıskanma huyunda olan. kıskançlık * Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında
takınılan olumsuz tutum veya acıduyma.kıskançlık etmek * kıskanmak. kıskandırma * Kıskandırmak işi. kıskandırmak * Kıskanmasına yol açmak. kıskanılma * Kıskanılmak işi. kıskanılmak * Kıskanmak işi yapılmak veya kıskanmak işine konu olmak. kıskanış * Kıskanmak işi veya biçimi. kıskanma * Kıskanmak işi. kıskanmak * Sevgide veya kendisiyle ilişkili şeylerde bir başkasının ortaklığına veya üstün durumda görünmesine
dayanamamak.
* Herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü birinin bu üstünlüğünden acıduymak, günülemek, haset
etmek.
* Esirgemek, çok görmek.
* Bir şeye, en küçük saygısızlık gösterilmesine bile dayanamamak.
* Yerinde olmayı istemek, imrenmek.kıskı * Türlü maksatlarla iki şeyin arasına sokuşturulan, kıstırılan parça, kama, takoz. kıskıvrak * Çözülemeyecek veya kurtulamayacak bir biçimde. kıskıvrak yakalamak (veya bağlamak) * kurtulamayacak veya çözülemeyecek biçimde tutmak, sımsıkıtutmak.
* tamamen etkisi altında kalmak, bir şeyle sürekli meşgul olmak.kısma * Kısmak işi. kısmak * Azaltmak, alçaltmak.
* (göz için) Biraz kapamak.
* Boyunu kısaltmak veya daraltmak.
* (lâmba için) Işığınıazaltmak.
* Sıkıştırmak.
* (para, masraf vb. için) Azaltmak.
* Pintilik etmek.
* Verilen hak ve özgürlüklerin sınırınıdaraltmak.kısmen * Bütün değil, bir bölüm olarak veya bazı bakımdan, bazıyönden. kısmet * Tanrı’nın her kişiye uygun gördüğü yaşama durumu, nasip.
* (kız veya kadın için) Evlenme talihi.
* Olayların kötü sonuçlarınıtevekkülle karşılama durumu.
* Şimdiden belli değil, ya olur ya olmaz anlamında.kısmet (veya kısmeti) çıkmak * (kız, kadın için) evlenme teklifi almak. kısmet ağacı * Bütün sıcak ülkelerde sık rastlanan tırmanıcıve iri gövdeli ağaç (Clerodendron). kısmet beklemek * evlenmeyi, evleneceği kimseyi beklemek. kısmet kapısı * Gelir, geçim yeri sağlayan yer. kısmet olmak * talih yardım etmek. kısmeti açılmak * kazancıartmak, bolluğa ermek.
* kendisiyle evlenmek isteyen biri çıkmak.kısmeti ayağına (kadar) gelmek * beklenmeyen bir sebeple kazançlı bir durumla karşılaşmak. kısmeti bağlanmak * istediği hâlde evlenememek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 100
kısmeti çıkmak * olumlu bir duruma kavuşmak. kısmetinde ne varsa kaşığında o çıkar * kişi ne kadar çabalarsa çabalasın alın yazısındaki şeye ulaşır. kısmetine mani olmak * kazancına veya evlenmesine engel olmak. kısmetini ayağıyla tepmek * kavuşacağı iyi bir durumu, değerini bilmeyerek istememek. kısmetini bağlamak * (büyü ile) evlenmesine engel olmak. kısmetli * Kısmeti iyi olan. kısmetsiz * Kısmeti iyi olmayan. kısmetsizlik * Kısmetsiz olma durumu. kısmık * Cimri, pinti, hasis. kısmî * Bir şeyin yalnız bir bölümünü içine alan, tikel, cüz’î. kısmî felç * Vücudun bir bölümünün felçli duruma gelmesi. kısmî seçim * 1961 Anayasasına göre Cumhuriyet Senatosu üyelerinden süresi dolanların yenilenmesi için yapılan seçim. kısrak * Dişi at. kıssa * Hikâye, fıkra. kıssadan hisse * anlatılan bir olaydan alınacak ders. kıssadan hisse almak (veya çıkarmak) * anlatılan bir olaydan ders almak. kıstak * Bir yarımadayıkaraya bağlayan, iki yanısu, dar kara parçası, berzah, dil. kıstas * Ölçüt. kıstas tutmak * ölçü olarak almak. kıstelyevm * Görev başına gelinmediği günlerde kesilip ödenmeyen para. kıstırılma * Kıstırılmak işi. kıstırılmak * Kıstırmak işi yapılmak. kıstırma * Kıstırmak işi.
* İçerisine peynir, kıyılmışet vb. konularak sac üzerinde pişirilen börek.
* Karnıyarık yemeği.kıstırmak * İki şey arasında bırakarak sıkıştırmak.
* Kaçamayacak bir duruma getirmek.kış * (kuzey yarım küre için) Aralık ayının yirmi ikisinde başlayıp martın yirmi birine kadar süren, yılın en soğuk
mevsimi.
* Çok soğuk hava.kış * Tavuk gibi kümes hayvanlarınıkovalamak için çıkarılan ses. kış basmak * kışın, şiddetli soğukları başlamak. kışdönemi * Kışsüresine rastlayan, kışın yapılanşey. kışdönencesi * Bkz. Oğlak dönencesi. kışgünü * Kışın. kışkayıtı * Kışiçin saklanan yiyecekler. kışkıyamet * Çok zorlu kış; yağmurlu, fırtınalısoğuk hava. kışuykusu * Soğuk ve kurak mevsimlere karşıkoyabilmek için canlıvarlıkların yapısında görülen olayların bütünü.
* Ilıman ve soğuk bölgelerde, özellikle yapraklarınıdöken ağaçlarda ham ve ongun besi suyu dolaşımının
tamamen veya kısmen durması.
* Durgunluk, hareketsizlik dönemi.kışyapmak * (hava) çok soğuk ve karlı geçmek. kışı geçirmek * kışmevsimini bir yerde geçirmek. kışın * Kışmevsiminde, kışsüresince. kışır * Kabuk. kışkırtı * Kışkırtmak işi, tahrikât. kışkırtıcı * Kışkırtmak işini yapan, muharrik.
* Kışkırtma yapan, provokatör.kışkırtıcıajan * İnsanları, bazısuçları işlemeye sürüklemekle görevli kimse. kışkırtıcılık * Kışkırtıcı olma durumu.
* Kışkırtıcıajana özgü davranış.kışkırtılma * Kışkırtılmak işi. kışkırtılmak * Kışkırtmak işi yapılmak. kışkırtış * Kışkırtmak işi veya biçimi. kışkırtma * Kışkırtmak işi, tahrik, tahrikât.
* Herhangi bir kişiye, gruba, kuruluşa veya devlete karşı girişilen ve onlarısonradan ağır sonuçlar verecek bir
karşıeylemde bulunmaya zorlayan, önceden tasarlanmışgirişim, provokasyon.kışkırtmacı * Kışkırtmak işini yapan (kimse). kışkırtmacılık * Kışkırtmacının işi. kışkırtmak * (kümes hayvanlarını) Ürkütüp kaçırmak.
* Bir kimseyi kötü bir işyapması için harekete geçirmek, tahrik etmek.kışkışlama * Kışkışlamak işi. kışkışlamak * Genellikle kümes hayvanlarınıkovalamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 98
kısa mesafe * Uzaklığı az olan. kısa ömürlü * Ömrü az olan veya uzun süre yaşamayan. kısa tutmak * bir şeyi gerektiği kadar uzun yapmamak.
* bir konuyu genişve ayrıntılı bir biçimde vermemek.kısa ünlü * Boğumlanma süresi uzun olmayan ünlü: At, al, kır gibi kelimelerindeki ünlülerde olduğu gibi. kısa vadeli * Süresi az olan. kısa yoldan * Uzatmadan, süreyi geçirmeden.
* Kesin bir biçimde.kısaca * Oldukça kısa, biraz kısa.
* Kısa olarak, özetle.kısacası * kısa söylemek gerekirse. kısacık * Çok kısa. kısalık * Kısa olma durumu. kısalış * Kısalmak işi veya biçimi. kısalma * Kısalmak işi. kısalmak * Kısa duruma gelmek.
* Süresi azalmak.kısaltılma * Kısaltılmak işi. kısaltılmak * Kısa duruma getirilmek. kısaltım * Kısaltmak işi, taksir.
* (güzel sanatlarda) Perspektif sebebiyle bazı boyutlarıküçük görülen nesneleri, bu görünüşe uygun bir
biçimde çizme yöntemi.kısaltış * Kısaltmak işi veya biçimi. kısaltma * Kısaltmak işi, taksir.
* Kısaltılmışad veya söz, ihtisar.kısaltmak * Kısa duruma getirmek.
* Kısa gibi göstermek.kısaltmalı * Kısaltılmışolan. kısaltmalıkelime * Birden çok kelimenin başharfiyle kurulmuşkelime. kısalttırma * Kısalttırmak işi. kısalttırmak * Kısaltmak işini yaptırmak. kısarak * Biraz kısa, kısaca.
* Kısa süreli.kısas * Bir suçluyu, başkasına yaptığıkötülüğü aynı biçimde uygulayarak cezalandırma. kısas * Kıssalar, hikâyeler, öyküler: Kısas-ıenbiya. kısas etmek * bir suçluya başkasına yaptığıkötülüğü aynı biçimde uygulamak. kısasa kısas * Yapılan kötülüğü aynı biçimde, yapan kimseye yapma, uygulama. kısık * Kısılmışolan.
* (ses için) Boğuk, güçlükle çıkan.
* (göz kapakları için) Hafifçe aralanmış, yumulmuşolan.
* Bir kıvrımıkeserek iki yandaki çukurlukları birleştiren, dar ve boğaz biçimindeki koyak, dar boğaz, klüz.kısıkça * Biraz kısılmışolarak. kısıklık * Kısık olma durumu. kısılış * Kısılmak işi veya biçimi. kısılma * Kısılmak işi.
* Kalbin, içindeki kanıdamarlara vermek için açılıp kapanması.kısılmak * Hacmi, niceliği, gücü azalmak.
* (göz kapakları için) Hafifçe kapanmak.
* Kaçıp kurtulma yolu kalmamak.kısım * Avuç. kısım * Parçalara ayrılmış bir şeyin her bölümü, bölük, kesim.
* Bir cinsten veya meslekten olanların tümü.
* Bölüm, kol, dal.kısım kısım * Ayrıayrı, bölük bölük. kısımlama * Kısımlamak işi. kısımlamak * Tek elle avuçlamak. kısınma * Kısınmak işi. kısınmak * Kendi ihtiyaçlarınıkarşılamakta tutumlu davranmak, imsak etmek. kısıntı * Her türlü ihtiyacıkarşılamada tutumlu davranma, kısma, azaltma. kısıntıyapmak * tutumlu davranmak. kısıntılı * Kısıntıya dayanan, kısıntısı olan. kısıntısız * Kısıntıya dayanmayan, kısıntısı olmayan. kısır * (insan ve hayvan için) Üreme imkânı olmayan, döl vermeyen.
* (toprak için) Ürün vermeyen.
* Verimsiz, yararsız, sonuçsuz.
* İçinde hiçbir üreme olayı geçmeyen (canlıhücre, çekirdek vb.).kısır * Haşlanmış bulgur, taze soğan, maydanoz ve baharatla yapılan bir tür yemek. kısır döngü * Bir önermeyi ikinci bir önerme ile, bunu da birincisiyle tanıtlama.
* Aynı olumsuz sonucu veren, çözüm getirmeyen durumların tekrarlanması, sürdürülmesi.kısırgan * Esirgeyip vermeyen. kısırganma * Esirgeme. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 96
kırkıncı * Kırk sayısının sıra sıfatı, sırada otuz dokuzuncudan sonra gelen. kırkından sonra at olup da kuyruk mu sallayacak * “vakti geçmiş, artık işe yaramayacak durumda olmak” anlamında kullanılan bir söz. kırkından sonra azmak * yaşlandıktan sonra yaşına uymayan davranışlarda bulunmak. kırkından sonra saz çalmak * yaşlandıktan sonra uzun ve güç bir işe girişmek. kırkıntı * Kırpıntı. kırkikilik * Bir tabanca türü. kırklama * Kırklamak işi. kırklamak * Loğusa veya yeni doğmuş bebek için kırk günü doldurmak.
* Bir şeyi kırk defa yapmak ve özellikle birçok defa sudan geçirmek, çok yıkamak.kırklanma * Kırklanmak işi. kırklanmak * Kırklamak işi yapılmak. kırklar * Kırk kişilik bir evliya topluluğuna verilen ad. kırklara karışmak * bir kimse artık ortalarda görünmez olmak. kırklarıkarışmışolmak * (çocuklar için) aynıkırk günlük süre içinde doğmuşolmak. kırklı * Kırk parçadan oluşmuş.
* Kırk gününü doldurmamış.
* Birinin kırkıçıkmadan, öbürü doğan iki çocuktan her biri.kırklık * İçinde kırk sayısı bulunan.
* Kırk yaşdolaylarında bulunan (kimse).
* Kırk para.
* Doğacak çocuk için hazırlanan bez veya giysi.kırkma * Kırkmak işi.
* Ucu kesilip alnın üstüne bırakılan saç.kırkmak * Bir şeyi uçlarından kesmek.
* (saç sakal, tüy için) Kesmek.
* Bir hayvanın tüylerini kesmek.kırkmerdiven * 343 kırk merdiveni. kırkmerdiveni * Dik yokuş. kırktırma * Kırktırmak işi. kırktırmak * Kırkmak işini yaptırmak. kırlangıç * Kırlangıçgillerden, genişgagalı, çatal kuyruklu, ince uzun kanatlı, küçük göçebe kuş(Hirundo).
* Öküz arabasında arka dingil ve tekerlekleri özeğe bağlayan çatal ağaç.
* Köyleri dolaşarak göz hastalıklarınıve özellikle ak basmayı iyi ettiğini öne süren sahte hekim.
* Osmanlıdonanmasında yer alan, karakol ve keşif işlerinde kullanılan, yelkenli ve kürekli küçük bir tür
savaşgemisi.kırlangıç balığı * Kırlangıç balığı gillerden, yüzgeçleri genişve uzun, eti beyaz, kırmızırenkli bir balık (Trigla hirundo). kırlangıç balığı giller * Kemikli balıklar takımının dikenli yüzgeçlikler alt takımına giren bir familya. kırlangıç dönümü * Ekim ayının ilk günleri. kırlangıç fırtınası * Nisan ayının ilk günlerinde görülen fırtına. kırlangıç otu * Gelincikgillerden, çiçekleri altın ve limon sarısırenginde olan, tanelerinden asitsiz bir yağelde edilen çok
yıllık ve otsu bir bitki (Chelidonium majus).kırlangıçgiller * Omurgalıhayvanlardan, kuşlar sınıfının ötücü kuşlar takımının bir familyası. kırlangıçkuyruğu * Hayvanın kulağınıdelerek yapılan işaret. kırlaşma * Kırlaşmak işi. kırlaşmak * Rengi kır olmak. kırlaşmak * Kır durumuna gelmek. kırlent * Çiçek veya yaprak işlemeli süs.
* İşlemeli veya işlemesiz olarak yatak üzerine konulan yastık.kırlık * Kır olan yer, şehir dışında açıklık yer. kırma * Kırmak işi.
* Kumaşıkatlayarak yapılan giysi süsü, pli.
* Kırılmışveya dövülmüştahıl.
* Basılıkâğıtlarıforma durumuna getirmek için belli yerlerinden bükme ve katlama işi.
* Ortasından kırılarak doldurulan (çifte veya tüfek).
* (hayvan için) Soyu karışmış, azma, melez, metis.
* Yabancıetkilerle özgün niteliğini yitirmişolan.kırmacı * Giysilere pli yapan kimse.
* Kırılmıştahıl satıcısı.
* Değirmen işleten kimse, değirmenci.
* Basılmışformalarıkatlayan kimse.kırmak * Vurarak veya ezerek parçalamak.
* İri parçalara ayırmak.
* Belirli bir biçimde katlamak.
* Öldürmek, yok olmasına sebep olmak.
* Azaltmak, indirmek.
* Gücünü, etkisini azaltmak.
* Yok etmek.
* İndirimle almak.
* Dileğini kabul etmeyerek veya beklenmeyen bir davranışkarşısında bırakarak gücendirmek, incitmek.
* (tavla gibi oyunlarda) Karşı oyuncunun pulunu oyun dışında bırakmak.
* Vücut kemiklerinden birini parçalamak.
* (tahıl için) İri ve kaba öğütmek.
* Hareket durumundaki canlının veya taşıtın yönünü değiştirmek, çevirmek, döndürmek.
* Kaçmak, uzaklaşmak.
* Daha iyi bir sonuç elde etmek.kırmalı * Üstünde kırmaları bulunan (giysi). kırmasız * Kırması bulunmayan. kırmız * Kırmız böceğinden çıkarılan parlak al boya, çiçek boyası. kırmız böceği * Zar kanatlılardan, küçük bir böcek (Coccus ilicis). kırmız madeni * 343 madenkırmız. kırmızı * Al, kızıl.
* Bu renkte olan.kırmızıçizgi * Özellikle çam türü ağaçlarda görülen, uygunsuz koşullarda kurutulan ağacın çatlayan göze zarından giren
mantarların yaptığı bir tür hastalık.kırmızıçürük * Zararlımantarların etkisi sonucu çam türü ağaçlardaki göbek odunun kırmızıkahverengi olması. kırmızıdipli mumla davet etmek * birine bir yere gelmesi için çok yalvarmak, ısrar etmek. kırmızıet * Büyükbaşhayvanların yağıve proteini yüksek, besleyici eti. kırmızıfener * Genel ev. kırmızı gömlek * Saklanmaya ne kadar çalışılırsa çalışılsın gizlenemeyen şey. kırmızıkart * Kurallara aykırıdavranan ve daha önce hakemler tarafından sarıkart gösterilerek ikaz edilmişoyuncuyu
oyundan çıkartma cezası. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 97
kırmızıkart görmek * oyundan çıkarılma cezasına çarptırılmak. kırmızılâhana * Rengi kırmızı olan bir tür lâhana. kırmızı oy * Bir oylamada, karşıdurum alındığını gösteren oy. kırmızı biber * Patlıcangillerden bir biber türü (Capsicum annuum).
* Bu bitkinin olgunlaşınca kızarıp yakıcı bir acılık kazanan, yemeklerde bahar olarak kullanılan tozu.kırmızılaşma * Kırmızılaşmak işi. kırmızılaşmak * Kırmızı bir renk almak, kızarmak. kırmızılık * Kırmızı olma durumu, kızıllık. kırmızımsı * Kırmızıyıandıran, kırmızıya çalan. kırmızımtırak * Kırmızımsı. kırmızıturp * Turpgillerden, kökü kırmızı olan bir turp tütü (Raphanus sativus varradicula). kırnak * Cariye.
* Çalımlı, süslü (kimse).
* Güzel, titiz.
* Cilveli, oynak (kadın).
* Boylu boslu; çevik.kırnav * Çiftleşmek isteyen dişi kedi. kırpık * Kırpılmışolan.
* Bölük pörçük.kırpılma * Kırpılmak işi. kırpılmak * Kırpmak işi yapılmak. kırpıntı * Kırpılan şeyden kalan küçük parça.
* Kırpıntı biçiminde olan.kırpıntı bohçası * İçine kumaşkırpıntılarıkonulan bohça. kırpışma * Kırpışmak işi. kırpışmak * (göz kapakları) Çok ışıktan sık sık kırpılmak.
* (ışık) Yanıp söner gibi olmak.kırpıştıra kırpıştıra * Kırpıştırarak, sürekli ve hızlıkırparak. kırpıştırma * Kırpıştırmak işi. kırpıştırmak * (göz kapaklarını) Çabuk çabuk açıp kapamak, kıpmak, kırpmak. kırpma * Kırpmak işi. kırpmak * Parçalara ayırmak, kesmek, kırkmak.
* (göz kapaklarını) Açıp kapamak, kıpmak.
* Kesinti yapmak, tutumlu davranmak.kırptırma * Kırptırmak işi. kırptırmak * Kırpmak işini yaptırmak. kırsal * Kır ile ilgili.
* Az insanın barındığı, daha çok kır durumunda olan (yer).kırsal alan * Üretim etkinlikleri tarıma dayalı olan, kırsal nüfusun yaşadığıve çalıştığı alan. kırsal bölge * Genellikle tarım veya hayvancılık yapılan ve az insanın yaşadığıyer. kırsal nüfus * Tarımla uğraşan, genellikle şehir sınırlarıdışında, köy ve kasabalarda yaşayan nüfus. kırt kırt * Kırt sesi çıkararak. kırtasiye * Defter, kâğıt, kalem, mürekkep gibi yazıaraç ve gereçlerinin bütünü.
* Kâğıtla yapılan işlemler.kırtasiyeci * Kırtasiye satan kimse.
* Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde, şekle gereğinden çok önem veren, bürokrat, şekilci, formalist.kırtasiyecilik * Kırtasiyecinin yaptığı iş.
* Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde şekle gereğinden çok önem verme, bürokrasi.kırtıklı * Kirtikli. kırtıpil * Değersiz, bayağı, yarım yamalak. kırtıpilleşme * Kırtıpilleşmek işi veya durumu. kırtıpilleşmek * Kırtıpil durumunda olmak. kıs kıs * Gülmenin sessiz ve alaylı olduğunu anlatır. kıs kıs gülmek * sessiz ve alaylı gülmek. kısa * Boyu, uzunluğu az olan, uzun karşıtı.
* Az süren, uzun olmayan.
* Ayrıntısıçok olmayan.
* Kısaca, kısaltarak.
* Kısa olan şey.kısa çizgi * Satır sonuna sığmayan kelimelere, hecelere bölerken kullanılan noktalama işareti ( – ), tire. kısa dalga * (radyo yayını için) Dalga boyu on ile yüz m arasında değişen dalga. kısa devre * Aralarında potansiyel farkı bulunan iki nokta, direnci çok küçük olan bir iletkenle birleştirildiğinde oluşan
elektrik olayı.kısa far * Otomobilde farın verdiği ışığın daha yakın görmesi, karşıdan geleni rahatsız etmemesi için getirdiği
konum, uzun far karşıtı.kısa görüşlü * Dar görüşlü. kısa günün kârı * “hiç olmamaktansa bu kadarıda iyidir” anlamında kullanılır. kısa kafalı * Kafatasının ön-art ekseni yan eksenine göre kısa olan (kimse), brakisefal. kısa kesmek * sözü uzatmamak. kısa kısa * Uzun olmayan bir biçimde, azar azar. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 94
kırçıllaşmak * Krıçıl duruma gelmek. kırçıllık * Krıçıl olma durumu.
* Koyu at donlarıüzerine ak kılların tek tek dağılması.kırdığıkoz (veya ceviz) kırkı(veya bini) aşmak * sürekli yakışıksız davranışlarda bulunmak. kırdırma * Kırdırmak işi, ıskonta. kırdırmak * Kırmak işini yaptırmak. kırdırtma * Kırdırtmak işi. kırdırtmak * Kırdırmak işini yaptırmak.
* Düşük fiyat verdirtmek.
* Ticarî bir senedi, süresi gelmeden düşük fiyatla birine devretmek veya satmak.kırgın * Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmışolan.
* Toplu ölümlere yol açan bulaşıcıhastalık.kırgınlık * Kırgın olma durumu.
* Kırıklık.Kırgız * Kırgızistan Cumhuriyeti’nde yaşayan, Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse.
* Kırgızlara özgü olan.Kırgızca * Kırgız Türkçesi. kırıcı * Kırmak işini yapan.
* Kaba, sert, çevresindekileri inciten.
* Senet, tahvil, bono ve süresi gelmemişalacaklarla ilgili alışverişveya işler yapan kimse veya kuruluş.
* Bir şeyin gerektiği gibi gelişmesini, oluşmasınıönleyici, engelleyici.
* Kırınım oluşturan.kırıcılık * Kırıcı olma durumu, huşunet.
* Işığıkırma özelliği.kırığı olmak * dönem sonu alınan karnede ders notu zayıf bulunmak. kırığı olmak * yasa ve törelere aykırı olarak karşıcinsten biriyle sürekli ilişki içinde bulunmak. kırık * Kırılmışolan.
* Melez.
* Tam nota göre düşük olan (not).
* Gücenmiş, üzgün.
* Kırılmış bir şeyden ayrılan parça.
* Kemiğin bir etki ile kırılması.
* Bir şeyin kırılan yeri.
* Kırılmış bir şeyin parçası.
* Tavla oyununda oyun dışı bırakılan pul.kırık * Kadının veya erkeğin yasalara ve törelere aykırı olarak ilişki kurduğu erkek veya kadın. kırık * Kayaç kütlelerinin bir kırılma düzlemi boyunca yerlerinden kayması, fay. kırık çizgi * Bir veya birkaç noktada doğrultu değiştiren çizgi. kırık dökük * Eski, sağlam olmayan, çürük, değersiz (şey).
* Düzgün olmayan, parça parça (söz).kırık dölü * Evlilik dışı ilişkiden doğan çocuk. kırık hava * Hareketli ve canlı oyun melodisi ve türküsü. kırık plâk gibi * Durmaksızın, aynıtonda tekrarlayarak. kırıkçı * Kırık kemikleri ve çıkıklarıtedavi eden kimse, sınıkçı, çıkıkçı. kırıkçılık * Kırıkçının işi. kırıklama * Kırıklamak işi. kırıklamak * Kırık duruma getirmek, ufalamak. kırıklık * Kırık olma durumu.
* Vücutta duyulan ağrı, yorgunluk, rahatsızlık, kırgınlık.
* İsteksizlik, güceniklik, kırgınlık.kırılgan * Kolay ve çabuk kırılan.
* Kolay ve çabuk gücenen.kırılganlık * Kırılgan olma durumu. kırılıp bükülmek * kırıtarak, kibarlığa özenerek konuşmak. kırılıp dökülmek * kibar görünmeye çalışmak.
* çok eskimek.
* kırıklık duymak.kırılış * Kırılmak işi veya biçimi. kırılma * Kırılmak işi.
* Yürürken salınma, nazlıyürüyüş.
* Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama (örneğin havadan cama) geçen bir ışının doğrultusunu
değiştirmesi.kırılmak * Kırmak işine konu olmak, bir veya birçok parçaya ayrılmak.
* Bükülerek kat yeri oluşturmak.
* (savaş, bulaşıcıhastalık sebebiyle) Çok sayıda insan ölmek.
* (soğuk, rüzgâr vb. için) Eski gücü kalmamak, azalmak, yatışmak.
* (cesaret, umut, onur için) Azalmak, yok olmak.
* Birine karşıkırgın duruma gelmek, gücenmek, incinmek.
* Kırıklık duymak.
* Ağaç, dal üzerinde meyve, çiçek, yaprak çok olmak.
* Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama geçen bir ışın, doğrultu değiştirmek.kırım * Savunmasız insanların veya tutsakların toplu olarak öldürülmesi, katliam.
* Hayvanların hastalık, soğuk gibi sebeplerle ölmesi.kırım kırım * Kırıtarak, kırıta kırıta. Kırımlı * Kırım halkından olan (kimse). kırınım * Işık, ses ve radyoelektrik dalgalarının karşılaştığı bazıengelleri dolanarak geçmesi olayı, difraksiyon. kırınma * Kırınmak işi. kırınmak * Yürürken salınmak.
* Oynamak, raksetmek.kırıntı * Bir şeyden ayrılan küçük parça.
* Küçük kalıntı.
* Kurumak için kesilip yerde bırakılan odun.kırıntıkülte * Kırıntılardan oluşmuşkülte. kırıntılı * Kırıntısı olan, kırıntılardan oluşmuş. kırıp dökmek * dikkatsizlik veya öfkeyle bir çok şeyin kırılmasına sebep olmak. kırıp geçirmek * yakıp yıkarak, öldürerek baskıveya etki yaparak büyük zarar vermek.
* çok sert davranarak darıltmak.
* tuhaf söz ve davranışlarıyla herkesi gülmekten katıltmak.
* hayran etmek.kırıp sarmak * bir şeyi yapmak için, güçlükle her türlü imkândan yararlanmak. kırışkırış * Kırışıkları olan, çok kırışık; kırışık bir biçimde. kırışık * Kırışmışolan.
* Deride esnekliğin kaybolmasından oluşan kıvrım.
* Kırışmışyer, kırışıklık.kırışıklı * Kırışığı olan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 95
kırışıklık * Kırışık olma durumu.
* Kırışık olan yüzeyin durumu.
* Kırışmışolan yer, kırışık.kırışıksız * Kırışığı olmayan. kırışma * Kırışmak işi. kırışmak * Bir yüzeyin düzgünlüğü bozulmak, kırışıklık oluşmak.
* Birbirini kırmak, yok etmek, öldürmek.
* Karşılıklıkırmak.
* Pazarlık etmek.
* Bahse tutuşmak.
* Bir şeyi yarıyarıya paylaşmak.kırıştırma * Kırıştırmak işi. kırıştırmak * Kırışmasına sebep olmak.
* Karşıcinsten biriyle yakın ilişkide bulunmak, flört etmek.kırıta kırıta * Kırıtarak, cilve yaparak. kırıtım * Kırıtmak işi. kırıtım kırıtım * Kırıtarak. kırıtış * Kırıtmak işi veya biçimi. kırıtkan * Her zaman kırıtan. kırıtkanlık * Kırıtkan olma durumu. kırıtma * Kırıtmak işi, cilve, işve. kırıtmak * Hoşgörünmek çabasıyla cilveli jest ve mimikli davranışlarda bulunmak. kırk * Otuz dokuzdan sonra gelen sayının adı, 40, XL.
* Dört kere on, otuz dokuzdan bir artık.
* Pek çok.kırk (veya bin) dereden su getirmek * birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek. kırk basmak * kırk gün dolmadan, doğum yapmışannenin ve bebeğin dışarıçıkarılmasının tehlikeli olacağını geleneksel
olarak kabul etmek.kırk basması * Doğumdan sonra kırk gün içinde anne veya çocuğun ruhsal sebeplerle bağlanan ateşli bir hastalığa
yakalanması.kırk bir (buçuk) maşallah * (ciddî veya alaylı) “nazar değmesin” anlamında kullanılır. kırk bir buçuk * “Allah nazardan korusun” anlamındaki kırk bir buçuk kere maşallah” sözünde geçer. kırk bir kere maşallah! * pek çok, binlerce kez nazar değmesin!. kırk budak * Bektaşîlikte erenler meydanına konulan kırk kollu büyük şamdan. kırk evin kedisi * birçok eve girip çıkan (kimse). kırk hamamı * Doğumdan kırk gün sonra annenin hamama götürülmesi ve bu amaçla yapılan tören.
* Kadının loğusallıkta ilk kırk günü doldurduktan sonra bebeği ile birlikte temizlenmesi için hamamda
yapılan toplantı.kırk ikindi * Genellikle Orta Anadolu’da ikindi zamanıyağan sürekli yağmurlara verilen ad. kırk kapının ipini çekmek * bir çok yere uğramak. kırk merak * Çok meraklı, herşeyi anlamak isteyen. kırk para * bir kuruş.
* (para için) çok az.kırk para * Para biriminin kırkta birlik değerine verilen ad. kırk tarakta bezi olmak * bir çok işi veya ilişkisi olmak. kırk yıl * Çok uzun bir süre. kırk yıl kıran olmuş, eceli gelen ölmüş * ecel gelmedikçe ölünmeyeceği inancınıanlatır. kırk yılda bir * çok seyrek olarak. kırk yılın başı(veya başında) * çok uzun süre içinde bir kez. kırk yıllık * Çok eski, köklü. kırk yıllık yani, olur mu kâni * eskimiş bir alışkanlık kolay kolay değişmez. Kırkağaç kavunu * Kabuğu alacalısarırenkte olan bir tür kavun. kırkambar * İçinde değişik türden şeyler bulunan kap veya yer.
* Bir çok konuda bilgisi olan kimse.
* Çerçi.kırkar * Kırk sayısının üleştirme biçimi, her birine kırk, her defasında kırkı bir arada olan. kırkayak * Eklem bacaklıların çok ayaklılar sınıfına giren, taşların altında yaşayan, vücudu yuvarlak ve uzun bir böcek
(Julus terrestris).
* Kasık biti.kırkbayır * Gevişgetiren hayvanların dört gözlü olan midelerinin üçüncü gözü. kırkbeşlik * Bir tabanca türü.
* Dönme hızıdakikada kırk beşdevir olan plâk.kırkgeçit * Üzerinden birçek kez geçilmesi gereken veya birçok geçidi bulunan ırmak. kırkı * Kırkmak işi.
* Davarların yün veya kıllarınıkırkmaya yarayan makasa benzer araç.kırkıçıkmak * (loğusa, yeni doğan bebek veya ölü için) doğumdan veya ölümden sonra kırk gün geçmek. kırkıcı * Davarların yün veya kıllarınıkırkan kimse. kırkılma * Kırkılmak işi. kırkılmak * Kırkmak işi yapılmak. kırkım * Davarların kırkılması işi.
* Davarların kırkıldıklarımevsim.kırkımcı * Kırkıcı.