kokak ağaç | * Aylandız (Ailanthus glandulosa). |
kokar ağaç | * Uzak doğuda yetişen, pis kokulu, büyük ağaç (Ailantthus). |
kokarca | * Et oburlardan, orta boyda, kendini korumak için düşmanına pis bir sıvıfışkırtan, ince uzun bir kürk hayvanı(Mustela putorius). |
kokart | * Asker şapkalarına takılan ve rengi uluslara göre değişen işaret. * Belli bir topluluğa özgü olan işaret. |
kokartlı | * Kokardı olan (kimse). |
kokbit | * 343 kokpit. |
koket | * Yosma. |
koketlik | * Koket olma durumu. |
koketri | * Sevimlilik, hoşluluk, süs düşkünü. |
kokimbit | * Hidratlıdoğal demir sulfat. |
koklama | * Koklamak işi. |
koklamak | * Kokusunu duymak için bir şeyi burnuna yaklaştırmak veya bir yerin havasını içine çekmek, koku almak. |
koklaşma | * Koklaşma işi. |
koklaşmak | * Birbirini koklamak. * Anlaşmak, birbirini sevmek. |
koklaştırma | * Koklaştırmak işi. |
koklaştırmak | * Koklaşmak işini yaptırmak. |
koklatma | * Koklatmak işi. |
koklatmak | * Koklamak işini yaptırmak. * Yararlandırmak, biraz vermek. * (olumsuz biçimiyle) Hiç vermemek. |
koklayış | * Koklamak işi veya biçimi. |
kokma | * Kokmak işi. |
kokmak | * Koku çıkarmak. * Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokuşmak. * Olacağıyla ilgili belirtiler göstermek, olacağıhissedilmek. * Koklamak. |
kokmuş | * Çürüyüp bozularak kötü kokan, kokuşuk. * Yerinden kımıldamaya üşenen, tembel, miskin. * Çok bilinen, değersiz, önemsiz anlamında küçümseme sözü. |
kokona | * Hristiyan kadınlarına verilen ad. * Süsüne düşkün kadın. |
kokona gibi | * çok süslü yaşlıkadına benzer biçimde. |
kokoreç | * Şişe sarılarak korda kızartılan, kekikli kuzu bağırsağı. |
kokoreççi | * Kokoreç yapan veya satan kimse. |
kokoreççilik | * Kokoreççinin işi veya mesleği. |
kokoroz | * Mısır. * Sivri uçlu uzun şey. * Çirkin kimse. |
kokorozlanma | * Kokorozlanmak işi veya durumu. |
kokorozlanmak | * Göz korkutmak, meydan okumak. |
kokot | * Aşüfte. |
kokoz | * Parası olmayan, züğürt. |
kokozlanma | * Kokozlanmak işi. |
kokozlanmak | * Parasınıtüketmek, parasız kalmak. |
kokozluk | * Parasız, züğürt olma durumu. |
kokpit | * Uçaklarda uçak mürettebatına ayrılan ve uçağın ön kısmında bulunan yer. |
kokteyl | * Türlü içkiler karıştırılarak yapılan içki. * İçkili toplantı. |
koku | * Nesnelerden yayılan küçücük zerrelerin burun zarıüzerindeki özel sinirlerde uyandırdığıduygu. * Güzel kokmak için sürülen esans. * Belirti, işaret. |
koku alma duyusu | * Koklama. |
koku alma organı | * Burun. |
kokucu | * Koku yapan veya satan (kimse). |
kokulandırma | * Kokulandırmak işi. * Özel bir koku vermek için bir ürüne kokulu bir madde katarak arıtma işlemi. |
kokulandırmak | * Özel bir koku kazandırmak. |
kokulanma | * Kokulanmak işi. |
kokulanmak | * Koku sürünmek. |
kokulu | * Kokusu olan. * Güzel kokan. |
kokulu çayır otu | * Buğdaygillerden, çayırlarda yetişen, hayvanlar için iyi bir yem olan ıtırlı bitki (Anthoxanthum odoratum). |
kokulu kiraz | * 343 idris ağacı. |
kokulu sabun | * Yapılırken içine koku maddesi katılmışsabun. |
kokurdan | * Kalkerli ve karstik özelliği ağır basan yerlerde çukurlukları bol, engebeli arazi. |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 119
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 120
kokusu çıkmak * (gizli tutulan bir iş) anlaşılmak. kokusu sinmek * (insan veya nesnede) bir kokunun etkisi kalmak. kokusunu (veya koku) almak (veya duymak) * bir nesnenin kokusunu algılamak.
* gizli tutulan bir şeyi sezmek.kokusuz * Kokusu olmayan. kokuş * Kokmak işi veya biçimi. kokuşma * Kokuşmak işi. kokuşmak * Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokmak, taaffün etmek.
* (kişi, toplum vb. için) Bozularak özelliğini yitirmek, tefessüh etmek.
* Koklaşmak.kokuşturma * Kokuşturmak işi veya durumu. kokuşturmak * Kokuşmasına sebep olmak. kokuşuk * Kokuşmuş, bozulmuşolan, müteaffin.
* Kokmuş.kokutma * Kokutmak işi. kokutmak * Hoşolmayan bir koku bırakmak.
* Bozulup kokmasına sebep olmak, kokuşturmak.
* Bir işi uzatarak çıkmaza sokmak.kol * İnsan vücudunda omuz başından parmak uçlarına kadar uzanan bölüm.
* (koyun, dana, kuzu vb. için) Ön ayağın üst bölümü.
* Giysinin kolu saran bölümü.
* Ağaçlarda gövdeden ayrılan kalın dal.
* Makinelerde tutup çevirmeye veya çekmeye yarayan ağaç veya metal parça.
* Bazıçalgıların elle tutulan sap bölümü.
* Bir koltukta, bir divanda kol dayamaya yarayan parça.
* Bir şeyin ayrıldığı bölümlerden her biri, dal, kısım, branş.
* Güvenliği sağlamak amacıyla dolaşan polis, jandarma veya asker topluluğu, karakol, devriye.
* İştakımı, ekip, grup.
* Kanat kol.
* Dizi, düzen.
* Bir halat oluşturan bükülmüşlif demetlerinden her biri.kol akımı * Bir elektrik akımına yol olan bir devrenin, iki noktasıarasına eklenen ikinci bir devre üzerindeki akım. kol atmak * (bitki için) gövdesinden ayrılan bir dal bir yöne uzanmak.
* çevreye yayılmak, genişlemek, ulaşmak, uzanmak.kol bağı * Kadın bileziği. kol böreği * Yufka bölünmeden uzunca sarılarak tepsiye döşenen bir börek türü. kol değirmeni * Bulgur, yarma, kahve gibi tahılların öğütülmesinde kullanılan, kol gücü ile çalışan taşdeğirmen. kol demiri * Bir kapıyıkapadıktan sonra. dışarıdan açılmaması için arkasına vurulan demir destek. kol gezmek * güvenlik amacıyla dolaşmak.
* (kötü durum ve davranışlar için) çokça olmak.
* dolaşmak.kol kanat olmak (veya germek) * yardım etmek, korumak, himaye etmek. kol kapağı * Giysi ve gömlek kolunun bileği örten bölümü. kol kemiği * Kolun omuz başından dirseğe kadar olan bölümündeki tek ve uzun kemik, pazıkemiği. kol kola * Yan yana ve kollarını birbirine geçirerek. kol nizamı * Mangaların yan yana değil de arka arkaya yürüme durumu. kol saati * Bileğe takılan saat. kol uzatmak * yayılmak, ulaşmak. kol vermek * destek olmak. kol vurmak * dolaşmak. kola * Çamaşır kolalamakta kullanılan özel nişasta.
* Kâğıt veya bez yapıştırmakta kullanılan kaynatılmışnişasta bulamacı.
* Kolalama.kola * Kolagillerden, Afrika’nın sıcak bölgelerinde yetişen ve kola cevizi adıyla anılan, çekirdekleri kahveden daha
uyarıcı olan bazı içeceklerde ve hekimlikte kullanılan bir bitki (Cola acuminata).
* Bu bitkinin yaprağından çıkarılan kokulu bir maddeyle kokulandırılan ve içine şeker, karbonat katılarak
yapılan içecek.kola cevizi * Kola bitkisinin çekirdeği. kola çıkma * Kamu düzeninin korunması için, kolluk kuvvetlerinin bir şehir çevresinde atla dolaşmaları. kola çıkmak * Kamu düzeninin korunması için, kolluk kuvvetleri bir şehir çevresinde atla dolaşmak. kolacı * Geçimini giysilere, bazıörtü, çarşaf gibi şeylere kola yaparak sağlayan kimse.
* Bu işlerin yapıldığıyer.kolacılık * Kolacının işi veya mesleği. kolaçan * Herhangi bir amaçla çevreyi dolaşıp pek belli etmeksizin gözden geçirme. kolaçan etmek * çevrede olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak.
* bir şeye öğrenmek amacıyla kısaca bakmak, göz atmak.kolagiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, büyük ve küçük kola ağaçları gibi birçok türü içine alan bir bitki
familyası.kolağası * Osmanlı ordusunda, yüzbaşı ile binbaşıarasında yer alan rütbe. kolağzı * Giysi kolunun uç bölümü. kolâj * Kumaş, tahta gibi malzemelerle yapılan, kâğıt veya kartona yapıştırılan resim veya kompozisyon. kolalama * Kolalamak işi, kola. kolalamak * Sert ve parlak olması için gömlek, örtü gibi şeyleri, içinde kola eritilmişsuya batırıp ütülemek. kolalanma * Kolalanmak işi. kolalanmak * Kolalamak işi yapılmak veya kolalamak işine konu olmak. kolalatma * Kolalatma işi. kolalatmak * Kolalamak işini yaptırmak. kolalayış * Kolalamak işi veya biçimi. kolalı * İçinde kola bulunan.
* Kolalanmış.
* Kolalanarak kullanılan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 111
kinestezi * Devin duyum. kinetik * Hareketle ilgili, hareket sebebiyle oluşan.
* Hareket olaylarını inceleyen bilim dalı.
* Kimyasal tepkimelerin hızlarını inceleyen bilim dalı.kinetik enerji * Hareket durumunda olan cismin enerjisi; bir cismin hareketini sağlayan veya hareket eden cisimlerde
bulunan enerji.kinik * Kinizm taraftarı(kimse veya görüş), sinik. kinin * Kınakınadan elde edilen ve sıtmanın tedavisinde kullanılan beyaz alkaloit. Halk arasında, tuzlarından biri
olan kinin sülfatısözünden kısaltılarak sülfata denir.kinin gibi * çok acı. kinin sülfatı * Kinin. kininli * İçinde kinin bulunmak. kiniş * Marangozlukta tahta üzerine boydan boya açılan, kesiti kare veya dikdörtgen biçiminde kanal. kinizm * İnsanın erdem ve mutluluğa, hiçbir değere bağlı olmadan, bütün gereksinmelerden sıyrılarak bağımsız
olarak erişebileceğini savunan Antisthenes’in öğretisi, sinizm.kinlenme * Kinlenmek işi. kinlenmek * Öç almak istemek, kin tutmak. kinli * Öç almak isteyen, kin tutan. kinsiz * Kini olmayan, kin taşımayan. kip * Örnek, kalıp.
* Değişebilen, geçici nitelik, san karşıtı.
* Fiillerde belirli bir zamanla birlikte konuşanın, dinleyenin ve hakkında konuşulanın, teklik veya çokluk
olarak belirtilmiş biçimi, sıyga.
* Uygun, tıpatıp gelen.kip gelmek * tıpatıp, uygun gelmek. kipe * Hızla bükülen kalçanın sert ve birden gerilişiyle, vücudun yatıştan ayak üstü duruşa veya asılmadan
dayanmaya geçmesi.kipkirli * Çok kirli, çamura ve pisliğe bulaşmış. kiplik * Önermelerin yalın, belkili veya mecburî olma nitelikleri. kir * Herhangi bir şeyin veya vücudun üzerinde oluşan, biriken pislik.
* Utanılacak durum, leke, şaibe.kir götürmek * kirini belli etmeyecek bir renkte olmak. kir götürmek * bir şey çok kirli olmak. kir pas * Kir. kir tutmak * kirini hemen belli edecek bir renkte olmak, çok kirlenmek. kira * Bir konutun, bir mülkün veya taşıt gibi herhangi bir şeyin belli bir bedel karşılığında, bir süre için sahibi
tarafından başkasına verilmesi, icar.
* Bu biçimde tutulan bir şey için karşılık olarak ödenen para.kira arabası * Kiralık kullanılan araba. kira bedeli * Kiralanan mal için ödenen karşılık. kira kontratı * Kiralamak işinde karşılıklıyükümlülükleri belirten resmî belge. kiracı * Bir şeyi, bir yeri kira ile tutan kimse, müstecir. kiracılık * Kiracı olma durumu. kirada olmak (veya oturmak) * kira karşılığında verilmişolmak.
* kira ile tutulmuş bir yerde oturmak.kiralama * Kiralamak işi. kiralamak * Kira ile vermek.
* Kira ile tutmak.kiralanma * Kiralanmak işi. kiralanmak * Kiraya verilmek.
* Kira ile tutulmak.kiralayan * Kiraya veren. kiralayıcı * Kiralayan kimse. kiralı * Kiralanmışolan. kiralık * Kiraya verilecek olan. kiralık adam * Bir işyaptırmak için tutulan adam. kiralık ev * Kiralanmak üzere hazırlanmışolan ev. kiralık kadın * Para veya başka bir çıkarıkarşılığında erkeklerle cinsel ilişki kuran kadın. kiralık kasa * Bankalarda müşterilerin değerli eşya, senet gibişeylerinin saklandığıkasa. kiralık katil * Bir kimseyi öldürmek için bir başkasıtarafından tutulan kimse. kiralık kız * 343 kiralık kadın. kiraya vermek * kira karşılığında vermek, icara vermek. kiraz * Gülgillerden bir meyve ağacı(Cerasus avium).
* Bu ağacın kırmızıve beyaz renkte, etli, sulu, tek çekirdekli meyvesi.kiraz elması * Kırmızı, küçük ve sert bir elma türü. kiraz reçeli * Kirazın şeker ile kaynatılmasısonucu elde edilen reçel. kiraz zamkı * Kiraz, badem, erik, kayısıve şeftali gibi ağaçların gövde ve dallarında meydana gelen zamk. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 112
kirazlık * Kiraz ağaçlarıçok olan yer, kiraz bahçesi. kirde * Genellikle mısır unuyla yapılan bir tür pide. kirdeci * Kirde yapan veya satan kimse. kirebolu * Arıların kovan deliğini kapamak için kullandıklarısarıve yumuşak madde. kireç * Mermer, tebeşir, kireç taşı, alçıtaşı gibi birçok taşın maddesini oluşturan kalsiyum oksit, (CaO).
* Kalsiyum hidroksit, Ca(OH).kireç fabrikası * Kireç üreten fabrika. kireç gibi (olmak) * yüzünde hiç renk kalmamak, rengi solmak. kireç kaymağı * Bazıeşya ve yerleri mikroplardan arıtmakta, çamaşırlarıağartmakta kullanılan, sarımsı beyaz renkte ve klor
kokusunda, toz veya sulandırılmışkireç klorürü.kireç kuyusu * İçinde kireç söndürülen genişçukur. kireç ocağı * Kireç yapmak için kireç taşlarının yakıldığıfırın. kireç söndürmek * kireci kullanmadan önce üzerine bolca su dökerek kalsiyum hidroksit durumuna getirmek. kireç suyu * İçinde erimiş bir durumda kireç bulunan su. kireç sütü * Badana için hazırlanmışsulu kireç. kireç taşı * Kireç elde etmekte kullanılan, kalsiyum karbon tuzundan bileşik kayaç, kalker, kireç. kireççi * Kireç taşından kireç elde eden veya satan kimse. kireççil * (bitki için) Kireçli topraktan hoşlanan, kireçli toprakta yetişen, kireçyeren karşıtı. kireçleme * Kireçlemek işi. kireçlemek * Kireç katmak veya kireç sürmek.
* Kireç kullanarak badana yapmak.kireçlenme * Kireçlenmek işi.
* Organik dokuların içinde kireç birikmesi durumu.kireçlenmek * Kireç dökülmek veya saçılmak.
* Kireç sürülmek.
* Kireç bulaşmak.
* Bitkilerin hücre zarlarında kalsiyum karbonat ve kalsiyum oksalat gibi kalsiyum tuzlarıtoplanmak.
* (kalsiyum tuzları için) Organik dokularda, dokunun görevine engel olacak derecede birikmek.kireçleşme * Kireçleşmek işi, kireçlenme. kireçleşmek * Kireç durumuna gelmek, kireçlenmek, kalkerleşmek. kireçli * Birleşiminde kireç olan veya kireci çok olan.
* Kirece sürülmüş, kireç bulaşmış.kireçlik * Kireç konulan yer.
* Kireci çok olan.kireçsileme * Kireçsilemek işi. kireçsilemek * Isıyardımıyla kirece çevirmek.
* Yüksek ısı ile kurutmak.kireçsiz * Birleşiminde kireç olmayan veya çok az olan.
* Birleşiminde karbon tuzlarının oranıdüşük olan (su).kireçsizlenme * Kayaçların içinde bulunan kalsiyum karbon tuzunun sularla eritilerek alınması. kireçsizleştirme * Kireçten arıtma. kireçsizleştirmek * Kireçsiz duruma getirmek. kireçyeren * Kireçli topraktan hoşlanmayan, kireçli toprakta yetişmeyen, kireççil karşıtı. kiremit * Yapıların çatılarınıörtmekte kullanılan, yan yana dizilerek, suyu aşağıya geçirmeden dışarıakıtacak biçimde
yapılmış, kızıl toprağın renginde, pişmiş balçık levha.kiremit fabrikası * Modern usullerle hazırlanmış balçığın kiremide dönüştürüldüğü işyeri. kiremit rengi * Kahverengine çalan kızıl kırmızırenk, kiremidin rengi.
* Bu renkte olan.kiremitçi * Kiremit yapan, satan veya döşeyen kimse. kiremitçilik * Kiremitçi olma durumu veya kiremitçinin yaptığı iş. kiremithane * Kiremit yapılan yer. kiremitli * Kiremiti olan. kiri kabarmak * nem, ısı gibi sebeplerle kir, üzerinde bulunduğu yüzeyden ayrılabilir duruma gelmek. kiril alfabesi * Yunan büyük harfi tipinde düzenlenmişSlav alfabe ve yazısı. kiriş * Bazıtelli müzik araçlarında kullanılan, hayvan bağırsaklarından yapılan tel.
* Ok atılan yayın iki ucu arasındaki esnek bağ.
* Dört köşe kalın keresteden, demirden veya betonarmeden yapılmışyatay destek parçası.
* Bir eğrinin iki noktasını birleştiren doğru parçası.
* Kasların uçlarında bulunan, kaslarıkemiklere ve başka organlara bağlayan beyazımsıkordon.kirişçi * Kirişyapan veya satan kimse. kirişhane * Kirişin yapıldığı işlik. kirişi kırmak * bulunduğu yerden ayrılmak, kaçıp gitmek. kirişleme * Kirişlemek işi.
* Ahşap döşemelerde yaklaşık 50 cm ara ile kirişler koyma.
* Çapraz olarak, kılıçlama.kirişlemek * (yay için) Kirişi çekip germek.
* Kiriş, olarak kullanılan keresteyi döşemek.kirişli * Kirişi olan.
* Kirişyapısında olan.kirişlik * Kirişolarak kullanılmaya uygun. kirişsiz * Kirişi olmayan. kirizma * Toprağıderince kazarak altınıüstüne getirme. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 113
kirizma yapmak (veya etmek) * toprağıderince kazarak altınıüstüne getirerek sürmek. kirizmalama * Kirizmalamak işi veya durumu. kirizmalamak * Kirizma yapmak. kirizme * 343 kirizma. kirkit * Dokumacılıkta atkı ipliğini sıkıştırmak için kullanılan, demirden veya ağaçtan yapılmışdişli araç. kirlenme * Kirlenmek işi. kirlenmek * Kirli duruma gelmek, pislenmek.
* Onuru lekelenmek.
* (kadın için) Irzına geçilmek, iffeti bozulmak, lekelenmek.
* (kadın) Ay başı olmak.kirletme * Kirletmek işi. kirletmek * Kirli duruma getirmek, pisletmek.
* Küçük veya büyük abdestini yapmak, pislemek.
* Namusuna, onuruna zarar verecek bir suç yüklemek, lekelemek.
* (kadın için) Irzına geçmek, namusuna zarar vermek.kirli * Leke, toz vb. ile kaplı, pis, murdar, mülevves.
* (kadın için) Aybaşıdurumunda bulunan.
* Toplumun değer yargılarına aykırı olan.kirli çamaşır * Yasal olmayan, saklı gizli iş. kirli çamaşırlarını ortaya dökmek * (birinin) ayıp, kusur veya suçlarınıaçıklamak, söylemek. kirli çıkı * Cimrilikle zengin olmuşkimseler için söylenir. kirli çıkın * Bkz. kirli çıkı. kirli kan * Toplardamarların kalbe götürdüğü kan. kirli sarı * Koyu ve donuk sarırenk. kirlihanım peyniri * Yumuşak ve yağlı bir tür peynir. kirlilik * Kirli olma durumu, pislik. kirliye atmak * yıkanmak için bir kenara koymak, bir yerde biriktirmek. kirloş * Kirli ve pasaklı. kirloz * Kirloş. kirmen * Elde yün eğirmeye yarayan tahtadan yapılmış araç. kirpi * Kirpigillerden, uzunluğu 25-30 cm olan, sırtıdikenlerle kaplımemeli hayvan (Erinaceus europaeus). kirpigiller * Böcekçiller takımının, örnek hayvanıkirpi olan, sırtlarıdikenlerle kaplımemeli hayvanlar familyası. kirpiği kirpiğine değmemek * hiç uyumamak. kirpik * Göz kapağının kenarındaki kıllar veya bu kıllardan her biri.
* Tüy gibi, küçük ve ince uzantıveya uzantılar.kirpik besleyici * Kirpiklerin dökülmesini önleyen ve besleyici nitelikleri olan şeffaf, sıvımadde. kirpikli * Herhangi bir nitelikte kirpiği olan.
* Üzerinde kirpik veya kirpiğe benzer uzantılar olan.kirpikliler * Bir hücreli hayvanlardan, üzerleri hareketlerini sağlayan kirpik biçimindeki uzantılarla kaplı organizmalar
sınıfı.kirpiksi * Kirpiğe benzer. kirpiksi cisim * gözde damar tabakanın ön dış bölümü. kirş * Kirazın mayalanmasıve damıtılmasıyla yapılan bir tür içki. kirtikli * Kenarları girintili çıkıntılı olan. kirtil * Büyük kabuklu deniz hayvanlarınıavlamakta kullanılan, ince dallardan örülmüşsepet. kirve * Sünnet olan çocuğun bütün masraflarınıüstlendikten sonra sünnet sırasında çocuğu kucağına alarak elini,
kolunu tutan ve bütün hayatı boyunca çocuk üzerinde babasına yakın hak taşıyan kimse.kirvelik * Kirve olma durumu. kirvelik etmek * kirve görevini yüklenmek. kisbî * 343 kispî. kisedar * Para hesabınıyapan, parayıtoplayan kimse, vekilharç. kispet * Yağlı güreşte pehlivanların giydikleri, belden baldıra kadar uzanan, dar paçalımeşin pantolon. kispet çıkarılması * Yağlı güreşte yenilginin en kötüsü sayılan, kispetin hasım tarafından çekilip çıkarılmasıveya boydan boya
yırtılması.kispî * Sonradan elde edinilmiş, sonradan kazanılmış. kist * İçi koloit veya yağgibi sıvıveya yarısıvı bir madde ile dolu patolojik torba.
* Tek hücrelilerin veya çok hücreli küçük hayvanların uygun olmayan şartlarda veya çoğalma sırasında
çevrelerine saldıklarıkendilerini korumaya yarayan dayanıklıkapsül.
* Sporlu bitkilerde, özellikle mantarlar veya su yosunlarında görülen, bir veya birkaç hücreden oluşmuş
organ.kistleşme * Kistleşmek işi. kistleşmek * Yabancı bir cisim veya patolojik bir urun çevresinde katılgan doku sertleşmek. kisve * Kılık.
* Hacıların Kâbe’de giydikleri beyaz üstlük.kisvesi altında * herhangi bir nitelikte veya biçimde. kişi * İnsan, kimse, şahıs.
* Eş, koca.
* Erkek.
* Bir eserde (oyun, roman, hikâye) yer alan kimse.
* Çekimli fiillerde ve zamirlerde konuşan, dinleyen, sözü edilen varlık, şahıs.kişi eki * Fiil çekimlerinde kullanılan ve kişiyi gösteren ek, şahıs eki: Geldi-m, gelmiş-sin gibi. kişi refikinden azar * kötü arkadaş, kişiyi kötü yola sürükler. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 114
kişi zamiri * Kişilerin yerine kullanılan zamir. kişiler arası * Bütün insanları göz önüne alan. kişiler arası ilişki * Bireyler arasındaki toplumsal etkileşim veya karşılaşma. kişileşme * Kişileşmek işi. kişileşmek * Kişilik kazanmak. kişileştirme * Cansız varlıklarıveya hayvanları insanmışgibi gösterme, canlandırma sanatı, teşhis. kişilik * Bir kimseye özgü belirgin özellik; manevî ve ruhî niteliklerinin bütünü, şahsiyet.
* İnsanlara yakışacak durum ve davranış.
* Bireyin toplumsal hayatı içinde edindiği alışkanlıkların ve davranışların bütünü.
* Herhangi bir kişi için, herhangi bir kişiye yetecek miktarda.
* Herhangi bir sayıda kişiden oluşan.
* Bayram gibi önemli günlerde veya konukların yanına çıkarken giyilen yeni giysi, yabanlık, adamlık.kişilik dışı * Kişisel olmayan, gayrişahsî. kişilik kazanmak * bir kişinin öz yapısı, kişiliği belirginleşmek. kişilikli * Kişiliği olan, şahsiyetli. kişiliksiz * Kişiliği olmayan, şahsiyetsiz. kişioğlu * İnsanoğlu, insan.
* Soylu kimse.kişisel * Kişi ile ilgili, kişiye ilişkin, kişinin kendi malı olan, şahsî, zatî. kişiye özel * Sadece o kişiye ait, o kişi tarafından kullanılabilen (şey). kişizade * Soylu. kişmirî * Çekici, albenili.
* Esmer.kişmiş * Küçük taneli bir tür çekirdeksiz siyah üzüm. kişneme * Kişnemek işi veya sesi. kişnemek * (at için) Bağırmak. kişneyiş * Kişnemek işi veya biçimi. kişniş * Maydanozgillerden yapraklarımaydanozu andıran, 20-60 cm yükseklikte, tüysüz, bir yıllık ve otsu bir bitki
(Coriandrum sativum), kara kimyon.
* Bu bitkinin baharat olarak kullanılan kurutulmuşmeyvesi veya tohumu.kişnişşekeri * İçinde bir kişniştanesi bulunan ufak şeker. kit * Macun. kitaba (veya kitabına) uydurmak * kanun olmayan bir işi hile, düzen vb. ile kanuna uygun gibi göstermek. kitaba el basmak * kutsal kitap üzerine elini koyarak ant içmek. kitabe * Taş, mermer vb.gibi sert cisim üzerindeki oyma veya kabartma yazı, tarih, yazıt. kitabet * Yazmanlık, kâtiplik.
* Kompozisyon, tahrir.kitabıkapamak * herhangi bir konu ile ilgiyi kesmek. kitabî * Kitapla ilgili; kitaba uygun.
* Kitaba bağlıkalan, özgür düşünemeyen (kimse).
* Düzgün, dil bilgisi kurallarına uygun (anlatım).kitap * Ciltli veya ciltsiz olarak bir araya getirilmiş, basılıveya yazılıkâğıt yaprakların bütünü.
* Herhangi bir konuda yazılmışeser.
* Kutsal kitap.kitap açacağı * Sayfalarının bir veya iki kenarıkatlı olan kitaplarıaçmak amacıyla kullanılan, tahta, fil dişi, gümüşgibi
maddelerden yapılan araç.kitap dolabı * Ön yüzü açık, yatay ve dikey bölümleri olan bazıtürlerinde çekmece de bulunan, kitap koymaya yarayan
mobilya.kitap ehli * Dört kutsal kitaptan birine inanan, iman eden, bağlanan kimse. kitap evi * Kitap satılan yer, kitapçıdükkânı. kitap kurdu * Kitaplarıyiyerek zarar veren bir böcek.
* Çok kitap okuyan kimse.kitap sarayı * Halkın yararlanması için kurulmuş büyük kitaplık. kitapça * Kitabın yazdığına göre. kitapçı * Kitap satan veya kitap bastırıp satan kimse. kitapçılık * Kitap bastırma veya satma işi. kitaplaştırma * Kitaplaştırmak işi. kitaplaştırmak * Kitap durumuna getirmek, kitap olarak yayımlamak. kitaplık * Kitapların yerleştirildiği raflardan oluşan mobilya, kütüphane.
* Kuruluşamaç ve görevine uygun kitap, film, plâk gibi her türlü düşünce ve sanat ürününü toplayan,
düzenleyen ve genel olarak ilgilenen okurlara sunan kuruluş, kütüphane.
* Kitap yapmaya elverişli.
* Herhangi bir sayıda veya kitap olabilecek kadar.
* Belli bir sayıda kitabı olan.
* Evlerde ve işyerlerinde içinde kitapların bulunduğu oda.kitaplık bilimci * Kitaplıklarda işlerin yürütülmesini sağlayan, kitaplık bilimi öğrenimi görmüşkimse, kütüphaneci. kitaplık bilimi * Kitap sayısınıçoğaltmanın, kataloglayıp sınıflandırmanın ve okuyucularıkitaptan yararlandırmanın
yollarını, kurallarını belirten bilim dalı, kütüphanecilik.kitaplık görevlisi * Kütüphanecilik öğrenimi görmemişolan ve bir kitaplıkta bilimsel işler dışında kalan işleri yürüten kimse,
hafızıkütüp.kitapsever * Öz ve biçim yönünden iyi nitelikli kitaplarıseçen, kitaba tutkuyla bağlıkimse, bibliyofil. kitapseverlik * Kitapsever olma durumu. kitapsız * Kitabı olmayan.
* Dört kutsal kitaptan (Kuran, İncil, Zebur, Tevrat) hiçbirine inanmayan, dinsiz.
* Zalim, insafsız.kitapta yeri olmak * din veya yasa kitaplarında bulunmak, konusu geçmek. kitara * Bkz. gitar. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 115
kitaracı * Kitara çalan kimse. kitin * Eklem bacaklıların ve kabukluların örteneğini oluşturan, dayanıklıve esnek organik madde; bazımantar ve
likenlerde de rastlanır.kitle * İnsan topluluğu.
* Kütle.kitle haberleşmesi * Kitle iletişimi. kitle iletişimi * Genişdağınık insan topluluklarının, aynızamanda, örgütlenmiş bir kaynaktan iletilen haberlere veya
uyarılara maruz kalması, birtakım kaynaklardan elde edilen bilgi ve haberlerin değişik araçlarla genişhalk
topluluklarına yaygın olarak duyurulması.kitlemek * Kilitlemek. kitli * Kilitli. kitre * Gevenden çıkarılan bir tür zamk, kestere. kivi * Kivigillerden, kanatlarıküt olduğu için uçamayan, bacakları güçlü, Yeni Zelanda’da yaşayan bir kuş,
apteriks (Apteryx australis).kivi * Kahverenkli tüylü kabuğu soyularak yenen yeşil renkli sulu, C vitamini bakımından zengin meyve. kivigiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya. kiyanus * Doğada serbest olarak bulunmayan, fakat birçok cismin birleşimine giren, karbon ve azottan oluşan bir
gaz.kiyaset * Akıllıca davranış, akıllılık. kizir * Köy muhtarıyardımcısı; köy kâhyası; köy bekçisi. klâkson * Korna. klâkson çalmak * korna çalmak. klân * Boy. klâpa * Yakanın göğüse doğru inen devrik bölümü. klâpe * Bir pompada, bir körükte, bir motorda, bazımüzik araçlarında vb. de bir akışkanın geçmesini sağlamak
veya engellemek üzere bir eksen etrafında yaptığı açval hareketle açılıp kapanan bir kapak.klârnet * Tahtadan, metal perdeli, orkestrada önemli yeri olan bir üflemeli çalgı. klârnetçi * Klârnet çalan kimse. klâs * Sınıf.
* Üstün nitelikli, üstün yetenekli.klâsik * Eski Yunan ve Roma çağıdili ve sanatı ile ilgili olan.
* XVll.yüzyıl Fransız dili, sanatıve yazarları ile ilgili olan.
* Üzerinde çok zaman geçtiği hâlde değerini yitirmeyen, türünde örnek olarak görülen (eser veya sanatçı).
* Sanatta kuralcı.
* Alışılmışolan, yenilik getirmeyen, geleneksel.
* Eski Yunan, Roma veya XVII. yüzyıl Fransız sanatıyla ilgili sanatçıveya eser.klâsikleşme * Klâsikleşmek işi. klâsikleşmek * (herhangi bir sanat, sanatçı, eser) Klâsik duruma gelmek, zamana karşıdeğerini yitirmemek.
* Alışılmışdurumda kalmak, bir yenilik, özellik getirmemek.klâsiklik * Klâsik olma durumu. klâsisizm * Eski Yunan, Roma sanatından, edebiyatından kaynaklanan, XVll. yüzyılda Fransa’dan yayılan sanat ve
edebiyat çığırı.klâsman * Bölümleme, sınıflama, tasnif. klâsör * İçinde belli bir sıraya göre kâğıtlar konacak bölmeleri olan dosya veya dolap, musannif, cilbent, sıralaç. klâvsen * Klâvyeli ve telli bir çalgı. klâvsenci * Klâvsen çalan kimse. klâvye * Parmaklarla hareket ettirilen piyano ve org gibi çalgılarda veya yazıve hesap makinelerinde değişmez bir
eksen çevresinde inip kalkabilen, istenilen işe göre düzenlenmiş bazımekanizmalarıçalıştıran kaldıraç kollarının, tuş
sıralarının bütünü.klâvyeli * Klâvyesi olan. kleptoman * Kleptomaniye yakalanmışkimse. kleptomani * Dayanılmaz bir ruhsal dürtüyle, kişinin hırsızlık yapma ihtiyacıduyması ile beliren hastalık. klerikalizm * Dinin ve din kurumlarının toplum hayatının çeşitli kesimlerindeki yerini güçlendirmeyi amaçlayan
toplumsal, ekonomik akım, din erkçilik.klik * Hizip. klikçi * Hizipçi. klikleşme * Hizipleşme. klikleşmek * Hizipleşmek. klima * Soğuk veya sıcak hava verme yoluyla kapalı bir mekânın havasınıdeğiştiren araç, iklimleme aracı. klimatolog * İklim bilimci. klimatoloji * İklim bilimi. klinik * Hasta bakılan yer.
* Hekim olacak öğrencilerin hasta başında uygulamalı olarak ders gördükleri hasta koğuşu.
* Vücut muayenesinde görülen (hastalık belirtisi).klinker * Çimento yapımında fırından ezilmeden çıkan pişirme ürünü. klinometre * Eğimölçer. klip * Görüntüleme. klips * Yaylı bir pensle tutturulmuşküpe, iğne vb. kliring * Dışticarette, iki ülke arasında yapılan alışverişin karşılıklı olarak malla ödenmesi, takas. klişe * Baskıda kullanılmak amacıyla, üzerine kabartma resim, şekil, yazıçıkarılmışmetal levha.
* Basma kalıp (söz, görüşvb.). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 109
kilit yeri * Kilidin yerleştiği yuva. kilitleme * Kilitlemek işi. kilitlemek * Anahtarla kilidi kapamak.
* Bir nesne veya bir kimseyi kilitli bir yere kapamak.
* (karşıklıçıkıntıve girintileri olan şeyleri) Birbirine geçirmek, kenetlemek.
* Sıkıca tutmak.kilitlenme * Kilitlenmek işi. kilitlenmek * Kilitlemek işi yapılmak.
* Fiziksel, ruhî vb. sebeplerle hareket edemez, kıpırdayamaz duruma gelmek.kilitletme * Kilitletmek işi. kilitletmek * Kilitlenmesini sağlamak. kilitleyici * Kilitleme işleri gören. kilitli * Kilidi olan.
* Kilitlenmiş.kilitsiz * Kilidi olmayan.
* Kilitlenmemiş.kilitsiz küreksiz * Açık, kilitlenmemiş. kiliz * Hasır otu, saz, kamış, kofa. kiliz balığı * Sazangillerden bir balık türü (Tinca tinca). kilizman * Sazlık, kamışlık. killeme * Killemek işi. killemek * Kirli çamaşırlarıkil kullanarak tokaçla yıkamak. killi * İçinde kil bulunan. kilo * Önüne getirildiği birimi binle çarpan ön ek.
* Kilogram kelimesinin kısa biçimi.kilo almak * beslenerek vücudun ağırlığı artmak, şişmanlamak. kilo vermek * vücudun ağırlığı azalmak, zayıflamak. kiloamper * Değeri 1000 amper olan akım şiddeti birimi. kilogram * Uluslar arası bin gramlık ağırlık birimi, kilo (kg). kilogramağırlık * Bir kilogramlık bir kütlenin Yer tarafından çekilmesini sağlayan güce eşit olan güç birimi, 9,81 newton’a
eşittir.kilogramkuvvet * Kilogramağırlık. kilogrammetre * Bir kilogram ağırlığındaki bir gücün, uygulandığımaddî bir noktayı güç doğrultusunda bir metre yer
değiştirmesiyle yapılan işe eşit iş birimi.kilohertz * Bir saniyede 1000 titreşimi olan elektromanyetik dalga boyu ölçüsü birimi. kilojul * Bin jul değerinde iş birimi. kilokalori * Büyük kalori. kilolu * Ağır.
* Şişman.kiloluk * Herhangi bir kilo ağırlığında.
* Bir kilo ağırlığında.kilometre * 1000 m lik uzunluk ölçü birimi (km). kilometre kare * Kenarları birer kilometre uzunluğunda olan bir karenin alanına eşit yüzey ölçü birimi, (km). kilometre taşı * Kara yollarında üzerinde kilometreleri gösteren dikili taş.
* Önemli bir durumu belirleyen, üzerinde durulması gereken nokta.kilometrelerce * Mesafece uzun süren. kilosikl * Saniyede bin devir olan elektrik akımının frekansınıölçmek için kullanılan birim. kiloton * Değeri bin ton olan kütle birimi. kilovat * Değeri bin vat olan güç birimi. kilovat saat * Bir kilovatlık bir gücün bir saatte verdiği işve enerji birimi. kilovolt * Değeri bin volt olan elektrik gerilimi veya potansiyel farkı birimi. kils * Kireç, sönmemişkireç. kilüs * Bağırsaktan gelen, içinde yağdamlacıkları bulunan ak kan, keylus. kim * Hangi kişi anlamında cümlede, özne, tümleç, nesne, yüklem görevinde kullanılır. kim * Ki. kim bilir * belirsizlik, bilinmezlik bildirir.
* olabilirlik bildirir.kim kime, dum duma * kimsenin kimseyle ilgilenmediği” kimseye önem vermediği, çok karışık bir durumu anlatır. kim oluyor? * “kendini ne sanıyor, ne hakkıvar?” anlamında kullanılır. kim vurduya gitmek * bir kalabalık arasında öldürülen veya vurulan kimsenin kimin tarafından öldürüldüğü veya vurulduğu
anlaşılamamak.kime ne * başkasını ilgilendirmez. kimesne * Kimse. kimi * Birtakımı, bazısı.
* Bazı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 110
kimi kimsesi olmamak * yakınları, koruyucusu bulunmamak. kimi köprü bulamaz geçmeye, kimi su bulamaz içmeye * insanların nasipleri arasındaki tutarsızlıkları belirtir. kimi zaman * Ara sıra, bazen. kimin arabasına binerse onun türküsünü çağırır * kimden bir çıkar sağlarsa, onun hoşuna gidecek biçimde davranan dönek ve dalkavuk kimseler için
kullanılır.kimin nesi? * “kimin yakını” anlamında kullanılır. kimine hay hay, kimine vay vay * kiminin talihinin iyi, kiminin de kötü gittiğini anlatır. kiminin parası, kiminin duası * bir işyapılırken veya yapıldıktan sonra kiminden para, kiminden dua alınabilir. kimisi * Bazısı, birtakımı, kimi. kimlik * Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını
sağlayan şartların bütünü.
* Kim olduğunu tanıtlayan belge, hüviyet.
* Herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünü.kimlik belgesi * Kimlik, hüviyet cüzdanı. kimlik kartı * 343 kimlik belgesi. kimono * Japonların önden çapraz olarak kavuşan uzun ve genişkollu ulusal giysisi.
* Genişkollu sabahlık.kimse * Herhangi bir kişi, kim olduğu bilinmeyen kişi, şahıs, nefer.
* (olumsuz cümlelerde) Hiçbir kişi.kimse kendi memleketinde peygamber olmaz * insanlar kendi çevrelerinde olan kimseyi değerlendiremezler. kimse yoğurdum ekşi demez * herkes sattığımalıherkes kendi işini, tutumunu ve davranışınıöver. kimsecik * (olumsuz cümlelerde) Hiç kimse. kimsecikler * (olumsuz cümlelerde) Hiçkimse. kimseden kimseye hayır yok (veya gelmez) * insan, yapacağı işte başkasının yardımına güvenirse, hayal kırıklığına uğrar. kimsesiz * Anası babası, yakını, koruyucusu olmayan (kimse).
* Hiç kimse bulunmayan, boş.kimsesizlik * Kimsesiz olma durumu, yalnızlık. kimüs * Yemeklerin mide öz suyuyla karıştıktan sonra aldığıdurum, keymus. kimya * Maddelerin temel yapılarını, birleşimlerini, dönüşümlerini; çözümleme, birleşim ve üretim yöntemlerini
inceleyen bilim.
* Üstün özellikler taşıyan çok değerli şey.kimya doğrulumu * Kimyasal maddelerin etkisi ile bitkilerde görülen, maddeye doğru veya ters yöne yönelme durumu,
şimiotropizm.kimya göçümü * Bir hücreli varlıklarda, kimyasal maddelerin etkisi altında yanaşma veya uzaklaşma biçiminde görülen yer
değiştirme durumu, şimiotaksi.kimya olmak * bulunmaz olmak. kimyacı * Kimya ile uğraşan kimse, kimyager.
* Kimya öğretmeni.kimyacılık * Kimyacı olma durumu veya mesleği, kimyagerlik. kimyager * Kimyacı. kimyagerlik * Kimyacılık. kimyasal * Kimyaya ait, kimya ile ilgili, kimyevî. kimyasal savaş * Kimyasal madde ve silâhların kullanıldığısavaş. kimyasal silâh * İnsan, hayvan ve bitkiler üzerinde zehirli maddelerle ölümcül olaylara sebep olan silâh. kimyevî * Kimyasal. kimyon * Maydanozgillerden, 50 cm kadar yükseklikte, beyaz veya pembe çiçekli, bir yıllık, ıtırlıve otsu bir bitki
(Cuminum cyminum).
* Bu bitkinin tohumundan elde edilen ve bahar olarak kullanılan toz.kimyonî * Kahverengiye çalan yeşil renkte olan. kimyonlu * İçinde kimyon bulunan. kin * Öç almayıamaçlayan gizli düşmanlık, garez. -kin * Bkz. -gın / -gin. kin bağlamak * birine karşıöç alma duygusu duymak. kin beslemek (veya tutmak) * birine karşıöç alma duygusunu sürdürmek. kin duymak * birine karşıöç alma duygusunu yaşatmak veya bu duyguyu hissetmek. kin gütmek * öcünü alıncaya kadar kininden vazgeçmemek. kinaye * Düşünüleni, dolaylı olarak anlatan söz.
* Üstü kapalı, sitemli, dokunaklısöz.
* Sözün gelişiyle, gerçek anlamların dışında bir kavrama değinme sanatı.kinayeli * İçinde kinaye bulunan (söz). kinayeli kinayeli * Dolaylı olarak, iğneli. kinci * Öç almak isteyen, kin tutan, kindar. kincilik * Kinci olma durumu, kin tutma. kindar * Kinci, kinli. kindarlık * Kindar olma durumu. kinematik * Cisimlerin hareketlerini yörünge, hız ve ivme gibi konular bakımından inceleyen mekanik kolu, sinematik. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 103
kıvrımlanmak * Kıvrımlıduruma gelmek. kıvrımlı * Kıvrımı olan. kıvrıntı * Kıvrım.
* Kıvrılan yer, dönemeç.kıya * Adam öldürme suçu, cinayet. kıyacı * Cinayet işleyen kimse, cani. kıyafet * Kılık.
* Resmî giysi.kıyafet balosu * Alışılmışgiysilerin dışında her çeşit özel giysilerin giyildiği balo. kıyafet düşkünü * Kötü giyimli kimse. kıyafetli * Herhangi bir kıyafette olan, kılıklı. kıyafetname * Bir ülkenin veya bir dönemin giyimlerini anlatan kitap.
* Yüze veya dışgörünüşe bakılarak ruhî durumu anlama bilgisinden söz eden kitap.kıyafetsiz * Kıyafeti düzgün olmayan, kılıksız. kıyafetsizlik * Kıyafetsiz olma durumu, kılıksızlık. kıyak * Kıyıcı, zalim, gaddar.
* Benzerlerinden üstün olan, çok güzel, mükemmel.
* Güzel, biçimli, yakışıklı, düzgün giyimli.
* Hoşgörü, ayrıcalık tanıma.kıyak kaçmak * çok uygun düşmek, yakışık almak. kıyak yapmak * maddî ve manevî destek olmak, yardım etmek. kıyakçı * Gözü pek oyuncu, cesur kumarbaz. kıyaklaşma * Kıyaklaşmak işi. kıyaklaşmak * Kıyak duruma gelmek. kıyaklık * Kıyak olma durumu.
* Kıyakçıya yakışır davranış.kıyam * Ayağa kalkma, ayakta durma.
* Bir işe girişme, kalkışma, teşebbüs etme.
* Ayaklanma, başkaldırma, karşı gelme.
* İslâm inancına göre, ölümden sonra, yeniden dirilip ayağa kalkma.
* (namazda) Ayakta durma.kıyamet * Tek tanrılıdinlerin inanışına göre dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacağızaman.
* Gürültülü karışıklık, gürültü, patırtı.kıyamet alâmeti * Kıyametin kopacağınıönceden gösteren belirtiler.
* İçinde yaşanılan zamanın durumunu beğenmeyenlerin kullandığı bir tamlama.kıyamet gibi (veya kıyamet kadar) * pek çok. kıyamet günü * Dünyanın yok olacağı, ölülerin dirilip ayağa kalkacağızaman. kıyamet kopmak * kıyamet günü gelmek.
* (bir yerde) çok gürültü ve telâşolmak.kıyamet mi kopar? * “ne olur, ne çıkar, ne önemi var” anlamlarında kullanılır. kıyamete kadar * dünya durdukça, uzun süre. kıyamete kalmak * bir sorunun çözülemeyeceğini anlatır. kıyametleri koparmak * bir şeye çok kızarak bağırıp çağırmak, feryat etmek; aşırı gürültülere, kargaşaya yol açmak. kıyas * Bir tutma, denk sayma.
* Karşılaştırma, oranlama.
* Benzetme yolu, örnekseme.
* Tasım.kıyas etmek * kıyas eylemek. kıyas eylemek * karşılaştırmak, mukayese etmek. kıyas kabul etmez * iki şey arasındaki ayrımın çok fazla olduğunu belirtmek için kullanılır. kıyasa muhalefet * Bkz. kurala aykırılık. kıyasen * Kıyas edilerek, kıyas yoluyla.
* Karşılaştırarak, oranlayarak.
* Benzeterek.kıyasımukassem * 343 ikilem. kıyasıya * Canınıyakmak, öldürmek amacıyla.
* Çok şiddetli, korkunç, muthiş.kıyasî * Uygulama ve benzetme ile elde edilen.
* Kurala göre yapılmış, kurallı.kıyaslama * Kıyaslamak işi, mukayese. kıyaslamak * Karşılaştırmak, oranlamak, örneksemek, mukayese etmek. kıyaslanma * Kıyaslanmak işi. kıyaslanmak * Kıyaslamak işi yapılmak, karşılaştırılmak. kıydırma * Kıydırmak işi. kıydırmak * Kıymak işini yaptırmak. kıygı * Haksızlık, gadir.
* Acımazlık, zulüm.kıygın * Haksızlığa uğramış, mağdur. kıygınlık * Haksızlığa uğramışolma durumu, mağdurluk, mağduriyet. kıyı * Kara ile suyun birleştiği yer.
* Kenar, uç.
* Karanın deniz boyunca uzanan bölümü, sahil.
* Issız, tenha yer.kıyı balıkçılığı * Kıyıdan fazla uzaklaşmadan bir gün içinde avlanıp limana dönülme şeklinde yapılan avcılık. kıyı bucak * Göze çarpmayan yer. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 104
kıyıdili * Bir körfezin önünü kapatan, denizle küçük bir bağlantısıkalabilen, kum ve çakıl karışımı birikinti, sahil
kordonu.kıyıkıyı * Kıyıya yakın bir biçimde, kıyıyıtakip ederek, kıyıdan. kıyıtırmığı * Buğdaygillerin hasadında yararlanılan tırmık benzeri, dişleri metal ve sapıdaha uzun olan, kayalar
üzerindeki kökü zayıf deniz yosunlarının kıyı boyunca yapılan hasadında kullanılan bir alet.kıyıcı * Kıymak işini yapan kimse.
* Acıma duygusu olmayan, başkalarına kıyasıya kötülük eden, gaddar, zalim.kıyıcı * Kıyılara vuran enkazıdevletten aldığı izinle toplayan kimse. kıyıcılık * Kıyıcı olma durumu.
* Gaddarlık, zulüm.kıyıcılık etmek * gaddarlık etmek, gaddarca davranmak. kıyıda bucakta * Bkz. kıyıda köşede. kıyıda köşede * Göze çarpmayan, umulmayan yerlerde. kıyıda köşede kalmak * göze çarpmayan bir yerde unutulmuşolmak. kıyık * Kıyılmışolan. kıyık * İğne, kalın yorgan iğnesi.
* Çuvaldız.kıyılama * Kıyılamak işi. kıyılamak * Kıyı boyunca gitmek. kıyılık * Sayanın kenarlarınısağlamlaştırmak ve güzelleştirmek için dikilen şerit hâlindeki parça. kıyılma * Kıyılmak işi. kıyılmak * Çok ince ve küçük parçalar hâlinde doğranmak.
* Kıymak işi yapılmak.
* Ezilir, kıyılır gibi olmak.kıyım * Kıymak işi.
* Kıyılma biçimi.
* Görev yönünden kötü bir duruma sokma, haksızlığa uğratma.kıyım kıyım * İnce imce. kıyımlı * Herhangi bir biçimde kıyılmışolan. kıyımlık * Bir defada kıyılacak miktarda olan. kıyın * Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasınıuğrattığıkötü durum, zulüm. kıyın kıyın * Kıyıdan, gizli gizli. kıyınma * Kıyınmak işi. kıyınmak * Ezilmişveya kırılmışgibi bir duygu duymak. kıyıntı * Açlık sebebiyle midede duyulan eziklik.
* Herhangi bir sebeple vücutta duyulan kırıklık.
* İnce ince doğranmışküçük parça.kıyış * Kıymak işi veya biçimi. kıyışma * Kıyışmak işi. kıyışmak * Karşılıklısözleşmek, anlaşıp karar vermek.
* Biriyle yarışmaya kalkmak.
* Yüreklilik göstermek, cesaret etmek.kıyıya atmak * karaya çıkartmak veya sürüklemek. kıyıya çıkmak * karaya çıkmak, gemiden karaya inmek. kıyma * Kıymak işi.
* Kıyılmışet.
* Küçük kuş başıetlerden kavrularak yapılmışkışlık kavurma.kıymak * Çok ince ve küçük parçalar durumunda doğramak.
* Acımadan vermek, esirgememek, feda etmek.
* Acımayıp öldürmek.
* Acımayarak büyük bir kötülük etmek, zulmetmek.
* Bkz. nikâh kıymak.kıymalı * (yemek için) İçinde kıyma bulunan. kıymalı börek * Soğan ve çeşitli baharatlar katılmasıyla hazırlanan kavrulmuşkıymanın iç olarak kullanıldığı börek türü. kıymalııspanak * İnce kıyılmışıspanak, soğan, kıyma ve tereyağı ile hazırlandıktan sonra pirinç, salça ve tuz eklenen bir
yemek türü.kıymalımakarna * İçinde kavrulmuşkıyma bulunan makarna yemeği. kıymalıpide * Etli pide. kıymalıyumurta * İçine kavrulmuşkıyma konularak hazırlanan yumurtalıyemek. kıymalık * Kıyma yapmaya elverişli. kıymasız * (yemek için) İçinde kıyma bulunmayan. kıymet * Değer. kıymetini bilmek * önemini, değerini bilmek. kıymetlendirme * Kıymetlendirmek işi. kıymetlendirmek * Değerlendirmek. kıymetlenme * Kıymetlenmek işi. kıymetlenmek * Değerlenmek. kıymetleşme * Kıymetleşmek işi. kıymetleşmek * Değerli duruma gelmek. kıymetleştirme * Kıymetleştirmek işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 105
kıymetleştirmek * Değerli duruma getirmek. kıymetli * Değerli. kıymetli evrak * Senet niteliğinde bir hak bildiren evrak, önemli yazı, belge. kıymetlilik * Değerlilik. kıymetsiz * Değersiz. kıymetsizlik * Değersizlik. kıymettar * Değerli. kıymık * Çok küçük ve sivri tahta, demir veya kemik parçası. kıymıklı * Üzerinde veya içinde kıymık bulunan. kıytırık * Değersiz, bayağı, basit. kıytırıklık * Kıytırık davranma. kıyye * Yaklaşık 1300 gr lık ağırlık ölçüsü birimi, okka. kız * Dişi çocuk.
* Cinsî ilişkide bulunmamışdişi, kız oğlan kız, erden, bakire.
* Dişi cinsten birine daha yaşlı biri tarafından seslenilirken kullanılır.
* İskambil kâğıtlarında kız resimli kâğıt.
* Dişi.kız almak * bir ailenin kızını gelin olarak bir başka aileye katmak. kız beşikte (veya kundakta), çeyiz sandıkta * kız daha beşikte (veya kundakta) iken çeyiz düzmeye başlamak gerekir. kız böceği * Eklem bacaklıların kız böcekleri takımından, başı büyük, vücudu narin, zar kanatlı bir böcek (Libellula
depressa).kız böcekleri * Örnek hayvanıkız böceği olan, kanatlarıeşit, camsı, uçuşlarısürekli ve hızlı, avcı böcekler takımı. kız evi naz evi * kız evi nazlı olur, kızınıağır satar. kız gibi * kıza benzeyen.
* utangaç.
* çok güzel ve yeni.kız istemek * bir kızıevlenmek için ana ve babasından veya yakınlarından istemek. kız kaçırmak * bir kızıkendinin veya ailesinin rızası olmadan alıp götürmek. kız kardeş * Bir kimsenin, kendinden küçük, kendisiyle yaşıt olan kadın veya kız kardeşi. Kendinden büyük olana daha
çok abla denir.kız kızan * Çoluk çocuk, ev halkı. kız kilimi * Göçebe kızların işledikleri süslü çeyizlik kilim. kız kurusu * Evlenmemişyaşlıkız. kız kuşu * Yağmur kuşugillerden, uzunluğu 34 cm olan, eti yenebilen, başısorguçlu, koyu yeşilimsi renkte esmer,
küçük bir kuş(Vanellus vanellus).kız oğlan * 343 kız oğlan kız. kız oğlan kız * Cinsel ilişkide bulunmamış, bakire, erden. kız vermek * bir ailenin kızını bir başka aileye gelin etmek. kızağa çekmek * gemiyi bakım, onarım için bir süre veya hiç kullanılmamak üzere kızağa almak.
* bir görevliyi etkin bir görevden alıp çalışmayı gerektirmeyen, pasif bir işe vermek.kızak * Kar veya buz üzerinde kaydırılan tekerleksiz taşıt.
* Üzerinde gemi yapılan, onarılan veya gemiyi suya indirip sudan çıkarmaya yarayan ızgara.
* Ağaç tablaların kamburlaşmaması için liflere dikey konumda açılan kanala geçirilen uzun parça.
* Ambalâjın dibine uzunluğuna çakılan, hem dip levhasıelemanlarının tutturulmasınıhem de ambalâjın
yerde kolayca kaymasınısağlayan kereste parçası.kızak yapmak * (taşıt için) fren görevini yerine getirdiği hâlde duramayıp kaymak. kızaklama * Kızaklamak işi. kızaklamak * (taşıt için) Fren görevini yerine getirdiği hâlde kaymak, kızak yapmak. kızaklık * Döşeme tahtalarının altına çaprazlama olarak konulan uzun ve yassıdireklerden her biri. kızamık * Genellikle küçük yaşlarda görülen, kuluçka dönemi bir iki hafta süren, bulaşıcı, ateşli, ufak kızıl lekeler
döktüren hastalık.kızamıkçık * Kızamığa benzeyen, ona göre hafif geçen döküntülü bir hastalık. kızamıklı * Kızamığa yakalanmış. kızan * Erkek çocuk.
* Delikanlı; silâhlıköy delikanlısı.
* Çoluk çocuk.kızan * Dişi köpek, kedi gibi hayvanların çiftleşme isteği gösterdikleri durum veya zaman. kızana gelmek * (dişi kedi ve köpek) erkek istemek. kızanlık * Kızan olma durumu. kızarık * Kızarmış. kızarıklık * Kızarık olma durumu. kızarıp bozarmak * utanç, öfke gibi duyguların etkisiyle yüzünün rengi değişmek. kızarış * Kızarmak işi veya biçimi. kızarma * Kızarmak işi. kızarmak * Kırmızıveya ona yakın bir renk almak.
* (bazısebze ve meyveler için) Olgunlaşmaya başlamak, olgunlaşmak.
* Utanç, öfke gibi duyguların etkisiyle, kanın yüze hücumu sonucu yüz kırmızı bir renk almak.
* (yiyecekler için) Tavada kızgın yağiçinde veya ateşte kırmızılaşarak pişmek.kızartı * Kızarmışyer. kızartıcı * Kızarmayısağlayan, kızarmaya sebep olan.
* Karalayıcı, kirletici.