köprücük | * Bkz. köprücük kemiği. |
köprücük kemiği | * Omuz başıyla göğüs kemiğinin üst ucu arasında bulunan ve derinin altında belli olan uzunca kemik. |
köprücülük | * Köprü yapma işi. |
köprüden (veya köprüyü) geçinceye kadar ayıya dayıderler | * kişi işini gördürünceye kadar yardım beklediği kimseye dil döker. |
köprüleniş | * Köprülenmek işi veya biçimi. |
köprülenme | * Köprülenmek işi. |
köprülenmek | * Köprülü duruma gelmek, köprüsü olmak. |
köprüleri atmak | * bir işten vazgeçme veya geri dönme imkânıkalmayacak biçimde kesin bir davranışta bulunmak. |
köprülü | * Köprüsü olan. * İki bölümü bir köprü ile birbirine bağlanmış(yapı). |
köprünün (veya köprülerin) altından çok su (veya sular) aktı(veya geçti) | * “zamanla şartlar çok değişti, eski durum kalmadı” anlamında kullanılır. |
köpük | * Çalkanan, kaynatılan, mayalanan, yukarıdan dökülen sıvıların üzerinde oluşan hava kabarcıklarıyığını. * Yapay olarak elde edilen, yumuşak ve esnek dolgu gereci. * Gaz ve buharların sıvıkatmanları ile kuşatılmasından oluşan yığın. * Hayvanların, bazıkez de insanların ağzında görülen salyamsıkabarcıklar. |
köpük gibi | * beyaz, hafif ve köpük görünüşündeki şeyler için kullanılır. |
köpükleniş | * Köpüklenmek işi veya biçimi. |
köpüklenme | * Köpüklenmek işi. |
köpüklenmek | * Üstü köpük bağlamak. |
köpüklü | * Köpüğü olan, köpüklenen. |
köpüksüz | * Köpüğü olmayan, köpüklenmemiş. |
köpüleme | * Köpülemek işi. |
köpülemek | * Şilte, yastık, yorgan gibi şeyleri kalın ve aralıklı, sıkıca dikmek. |
köpüre köpüre | * Köpürerek. |
köpürme | * Köpürmek işi. * Sinirlenme, öfkelenme. |
köpürmek | * Köpük yapmak, köpük oluşmak, köpük çıkararak kabarmak. * Ekşiyip köpüklenmek. * Çok kızmak, birdenbire öfkelenip taşmak, feveran etmek. |
köpürtme | * Köpürtmek işi. |
köpürtmek | * Köpürmesini sağlamak. |
köpürtücü | * Köpürtme özelliği taşıyan. |
köpürtüş | * Köpürtmek işi veya biçimi. |
köpürüş | * Köpürmek işi veya biçimi. |
kör | * Görme duygusu olmayan, görmez. * Keskinliği yeterli olmayan. * Az aydınlık veren. * Arkasıtıkalı olan veya işlek olmayan. * Olgularısezme ve kavrama yetisi, dikkati olmayan. * Duyarlığınıyitirmiş. * Bu kelime bazıdeyimlerde kötüleyici bir sıfat gibi kullanılır. |
kör ağaç | * Kontratablada orta katı oluşturan ve genellikle yumuşak ağaçlardan hazırlanan bölüm. * Kontratablanın orta kısmında tabla kalınlığının en az yarısını oluşturan, yumuşak ağaçlardan değişik yöntemlerle elde edilen masif ağaç tabakası. |
kör alan | * Trafikte sürücünün geriden gelenleri aynasında göremediği bölge. |
kör baca | * Herhangi bir çıkışı bulunmayan baca. |
kör bağırsak | * Kalın bağırsağın ilk parçası. * Kalın bağırsağın ince bağırsakla birleştiği yerde bulunan çıkıntı bölümü. |
kör boğaz | * Yemek ihtiyacı, yemeğe düşkün, boğaza düşkün. * Mide. * Pis boğaz, obur (kimse). |
kör çapa | * Toprak topaklarınıdağıtmakta kullanılan, ucu küt çapa. |
kör değneğini beller gibi | * hep aynı biçimde davranıp hiçbir yenilik veya değişiklik yapmayıdüşünmeyenlerin tutumunu niteler. |
kör dövüşü | * Aynışeyi gerçekleştirecek kimselerin birbirinden habersiz ve birbirini engelleyecek biçimdeki düzensiz çabaları. |
kör duman | * Çok yoğun sis. |
kör düğüm | * kördüğüm. |
kör fare | * Kör faregillerden, toprak altında yuva yapan bir memeli hayvan (Spalax typhlus). |
kör faregiller | * Kemiriciler sınıfına giren, gözleri küçük bir deri ile örtülü, kuyruksuz, örnek hayvanıkör fare olan bir familya. |
kör hat | * Demir yollarında arkasıkesik hat. |
kör kadı | * Hatıra gönüle bakmadan doğru bildiğini herkesin yüzüne söyleyen, sözünü esirgemeyen. |
kör kandil | * Işığıçok az olan kandil. * Aşırıderecede sarhoş, gök kandil. |
kör kaya | * Deniz yüzüne çok yakın olan tehlikeli kaya veya sığlık. |
kör kör parmağım gözüne | * çok belli, göze batacak kadar ortada. |
kör köstebek | * Kör faregillerden kemirici bir memeli hayvan. |
kör kurşun | * Bir başkasına veya amaçsız atıldığıhâlde bir kimsenin ölmesine veya yaralanmasına sebep olan kurşun, serseri kurşun. |
kör kurttan bile vazgeçmemek | * en küçük varlığı bile hor görmeden korumak. |
kör kuyu | * Suyu kurumuş, su çıkmayan, susuz kuyu. |
kör nişancı | * Hedefi rastlantı ile vuran kimse. |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 142
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 140
köknar sakızı * Köknar kozalaklarından elde edilen sakız, köknar reçinesi. köksel * Kökle ilgili. köksü * Ciğer otlarında ve yosunlarda kökü andıran, bitkinin tutunmasına yarayan bölüm. köksüz * Kökü olmayan.
* Temeli, dayanağıveya gerçekliği olmayan.köksüzlük * Köksüz olma durumu. kökten * Yüzeyde kalmayıp derine inen, asıl konuyu da içine alan, köklü, cezrî, radikal. kökten çiçekli * Çiçekleri kök saptan veya kök yanından süren bitki çeşitlerine denir. kökten dinci * Kökten dincilik yanlısı olan kimse. kökten dincilik * Kurulu düzenin temellerini dinî kural ve inançlar doğrultusunda değiştirip uygulamadan yana olan tutum
veya öğreti.kökten sürme * Niteliğini soydan almış, türedi olmayan, soylu. köktenci * Köktencilikten yana olan, köktencilik yanlısı, radikal. köktencilik * Bilimde, dinde, siyasette kökten yenilikler yapma eğilimi, radikalizm.
* Ele alınan konunun temel sebeplerine, köklerine kadar inen düşünce biçimi, radikalizm.
* Yaşama biçimlerini, yaşama ilişkilerini eleştirip kökten değiştirme eğiliminde sonuna kadar giden görüş.
* Kurulu düzenin temellerine yönelik toplumsal ve ekonomik değiştirmelerden yana olan tutum veya öğreti,
radikalizm.kökteş * Aynıkökten gelen çeşitli yapıve görevdeki kelimeler: Sevgi, sevinç, sevme; vergi, verim, veri; başlık,
başlangıç, başarı gibi.kökteştümleç * Fiille aynıkökten olan tümleç: Çalgıçalmak. Ekin ekmek gibi. Köktürkçe * Göktürkçe. kökü kazınmak * bir daha ortaya çıkamayacak biçimde yok edilmek. kökünden halletmek * herhangi bir konuyu veya sorunu temelden çözümlemek. köküne kibrit suyu * “yerin dibine batsın!”, “ölsün, kahrolsun!” anlamlarında ilenme sözü. köküne kibrit suyu dökmek (veya kökünü kurutmak) * bir daha ortaya çıkamayacak biçimde yok etmek. kökünü (veya kökünden) kazımak * bir daha üreyemez duruma getirmek, hiçbir kalıntısını bırakmamak, yok etmek. kölçer * Tanelere zarar veren bir buğday hastalığı. köle * Savaşta tutsak alınan, yabancıülkelerden zorla kaçırılıp özgürlükten mahrum bırakılan veya başkasından
satın alınan erkek, kul, esir I.
* Birinin emri altında bulunan, özgür olmayan kimse.
* Herhangi bir şeye aşırıderecede bağlı olan kimse.köleci * Karıncaların başka türlerin yuvalarınıtalan etmesi durumu. köleleşme * Köleleşmek işi. köleleşmek * Köle durumuna gelmek. köleleştiriş * Köleleştirmek işi veya biçimi. köleleştirme * Köleleştirmek işi. köleleştirmek * Köle durumuna getirmek. köleli * Kölesi olan. kölelik * Köle olma durumu, esirlik, kulluk, esaret. kölelik düzeni * Eski çağlarda kölelerin başüretim gücü olarak kullanıldığırejim. kölemen * Kölelerden kurulan bir asker sınıfı.
* Birinin sahip olduğu köle veya karavaş.kölen olayım! * yalvarma anlatır. köleniz (veya köleleri) * söz söyleyen erkek tarafından söz söylenen kimseye aşırı bir saygı gösterilmişolmak için ben zamiri yerine
kullanılırdı.
* saygıamacıyla, biri, yakınlarından söz ederken onlarıanlatan kelimelere de bu söz katılır.kölesiz * Kölesi olmayan. kölük * İşve yük hayvanı. kömbe * Un, tuz ve yağile yoğurulan hamurun kızgın küle gömülmesi yoluyla elde edilen ekmek. kömeç * Papatya ve ay çiçeğinde olduğu gibi, sapın yassılaşmışve genişlemişucu üzerinde çiçeklerin yan yana
toplanması biçimindeki çiçek durumu.kömür * Karbonlu maddelerin kapalıve havasız yerlerde için için yanmasından veya çok uzun süre derin toprak
katmanlarıaltında kalıp birtakım kimyasal değişmelere uğramasından oluşan, siyah renkli, bitkisel kaynaklı, içinde
yüksek oranda karbon bulunan katıyakıt.
* Koyu kara rengi belirtmek için kullanılır.kömür başa vurmak * kömürün iyi yanmamasından çıkan karbon oksidiyle zehirlenmekten başağrımak. kömür gibi * simsiyah. kömür kalem * 343 füzen. kömür kayası * Kaya balığıcinsinden kara renkli bir balık. kömürcü * Kömür alıp satan veya odun kömürü yapan kimse.
* Vapurda, fabrikada vb.de ocağa kömür taşıyan işçi.kömürcü çırağına dönmek * yüzü, üstü başısiyah lekeler içinde kalmak. kömürcülük * Kömürcü olma durumu veya kömürcünün yaptığı iş. kömüren * Sarımsağa benzer bir yaban otu, yaban sarımsağı(Allium rotuntum). kömürleşme * Kömürleşmek işi.
* Bitki kalıntılarının kömüre dönüşmesine yol açan doğal olay.kömürleşmek * Kömür durumuna gelmek. kömürleştirilme * Kömürleştirilmek işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 138
koyverme * Koyuvermek. koyvermek * Koyuvermek. koz * Ceviz.
* İskambil oyunlarında diğer kâğıtlarıalabilen, onlara üstün tutulan belirli renk ve işaretteki kâğıt.
* Başarıfırsatı olan elverişli durum, saldırışve savunma fırsatı.koz helva * Ceviz ve şekerle yapılan ağdalı bir tür helva. koz helvacı * Koz helvasıyapan veya satan kimse. koz helvası * Koz helva. koz kırmak * oyunda elindeki kozlardan birini kullanmak. koz vermek * imkân tanımak, elverişli durum sağlamak. koza * İçinde tohum veya krizalit bulunan koruncak. koza çekmek * kozayıtemizleyip ayıklamak. kozacı * İpek kozasıalıp satan kimse. kozacılık * Koza işleme işi.
* İpek kozasıalıp satma işi.kozak * Kozalak.
* Metalden yapılmışiçine antlaşma ve padişah mektuplarının konulduğu kutu.kozalak * Koza.
* Kozalaklıların çoğu dibi yuvarlak, tepesi koni biçiminde ve odunsu dokulu meyvesi.
* Bal mumu üzerine basılmışmührün bozulmaması için üzerine yapıştırılan fil dişinden kapakçık.
* Olmamış, kuru, ham meyve.kozalaklılar * Açık tohumlulardan, yaprakları iğnemsi, yemişleri kozalak biçiminde, porsukgilleri, servigilleri, çamgilleri
içine alan bir bitki takımı, iğne yapraklılar.kozalaksı * Kozalağa benzeyen, kozalak görünüşünde olan. kozalaksı bez * Beynin altında bulunan küçük bir bez. kozalı * Kozası olan. kozasına çekilmek * çevreyle ilişkisini kesmek, hiçbir şeye karışmamak. kozasız * Kozası olmayan. kozmetik * Cildi ve saçları güzelleştirmeye, diri tutmaya yarayan her türlü kokulu madde. kozmik * Evrenle ve onun genel düzeniyle ilgili.
* Haber alma ile ilgili.kozmik ışınlar * Yıldızlar arasıuzaylardan gelerek atmosfere giren, kaynaklarıkesinlikle bilinmeyen ışınlar. kozmik madde * Evreni oluşturan madde. kozmogoni * Evren doğumu. kozmogonik * Evrenin doğumuyla ilgili. kozmografya * Gök biliminin, matematik ve fiziğin yalnız temel kavramlarından yararlanarak en bellibaşlı olaylarıele alan
dalı.kozmoloji * Evren bilimi. kozmolojik * Evren bilimsel. kozmonot * Uzay adamı, astronot. kozmopolit * Çeşitli uluslardan kimseleri barındıran, içinde bulunduran.
* Kozmopolite özgü olan.
* Ulusal özelliklerini yitirmişkimse.kozmos * Evren. kozu kaybetmek * istediğini yapabilme imkânınıyitirmek. kozunu oynamak * elindeki en üstün ve son imkânıkullanmak. kozunu paylaşmak (veya pay etmek) * aralarındaki anlaşmazlığızora başvurarak çözümlemek, sona erdirmek. köçek * Kadın kılığına girip çengi gibi oynayan erkeklere verilen ad.
* Ağır başlıdavranışları olmayan kimse.köçekçe * Çoğu karcığar veya ağırlama makamında, kıvrak ve şen oyun havası. köçeklik * Köçek olma durumu veya köçeğin yaptığı iş.
* Köçek gibi davranma durumu.köfte * Genellikle kıyılmışetten, bazen de tavuk, balık veya patatesten yapılan, türlü biçimlerde pişirilen yemek. köfteci * Köfte yapıp satan kimse.
* Köfte satılan veya yenilen yer.köftecilik * Köfte pişirip satma işi. köftehor * Sevgiyle söylenen paylama sözü. köftelik * Köfte yapmaya elverişli (kıyma). köfter * Üzüm şırasıyla nişasta kaynatılarak ve tepsilere dökülüp kesildikten sonra kurutulan bir çeşit pestil. köfterlik * Köfter yapmak için özel olarak ayrılan üzüm veya şıra. köftün * Sığırlara yedirilen susam veya keten küspesi. köhne * Eskiyip yıpranmış, bakımsız kalmış.
* İçinde yaşanılan zamana göre geride kalmış, eskimiş, çağdışı.köhneleşme * Köhneme. köhneleşmek * Köhnemek. köhnelik * Köhne olma durumu. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 139
köhneme * Köhnemek işi. köhnemek * Eskimek, modası geçmek.
* Geçersiz bir duruma gelmek, çağdışıkalmak.kök * Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm.
* (bazışeylerde) Dip bölüm.
* (köküyle ve sapıyla çıkarılan bitkilerde) Tane.
* Dip, temel, esas.
* Kaynak, köken.
* Bir kimseyi bir yere bağlayan manevî temel güçlerin bütünü.
* Kelimenin her türlü ekler çıkarıldıktan sonra kalan anlamlı bölümü: Yaptırmak kelimesinde kök, yapbölümüdür.
* Olağan şartlarda çevresinden yalıtılamayan, ancak birçok tepkimede nitelik değiştirmeden geçebilen atom
kümesi.
* (denklemde) Bilinmeyenin yerine konulduğunda uygun düşen gerçek veya birleşik değer.kök * Sazıkurmaya yarayan burgu, kulak.
* Sap.
* Süsende olduğu gibi, her yıl kök süren ve yer üstüne sap çıkaran çok yıllık yer altı gövdesi.kök bacaklılar * Kök biçiminde, yalancıayak denilen protoplâzma uzantılarıyla hareketlenen, besinlerini bulan, amipleri,
günsüleri, deliklileri ve ışınlıları içine alan tek hücrelilerden bir sınıf.kök bilgisi * Köken bilimi. kök boyası * Kök boyası gillerden, 1-2 m uzunluğunda, çalı görünüşünde, gövdesi sert dikenli, çok yıllık bir bitki, kızıl
boya, kızıl kök (Flubia tinctorum). Bu bitkinin sürüngen ve kırmızırenkteki kök sapları boyacılıkta kullanılır.
* Bu bitkinin köklerinden elde edilen kırmızımsısarı bir boya, kök kırmızısı, alizarin.kök boyası giller * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, yapraklarıkarşılıklı, meyveleri zeytinsi olan ve kahve ağacı, kök boyası,
kınakına, yoğurt otu, altın kökü gibi birçok cinsleri ve bunlara bağlıdört bin kadar türü içine alan bir familya.kök doğrayıcısı * Yedek besin maddelerini köklerinde toplayan, pancar, şalgam gibi kök yemlerin doğranması için kullanılan,
bazen temizleme kafesi de bulunan özel bir alet.kök işareti * Herhangi bir kuvvete üçüncü kuvvet diyelim, yükseltildiğinde örneğin “8 sayısınıveren 2 sayısı8’in üçüncü
kuvvetten köküdür” denir; böylece, 4•81 gibi bir ifadede 81 in dördüncü kuvvetten kökünü, yani 3 sayısınıanlatır.
Bir a sayısıverildiğinde a=b2 eşitliğini sağlayan b sayısına, “a’nın kare kökü” veya “ikinci kuvvetten kökü”, bu eşitlik
a=b3 biçiminde olursa “a’nın küp kökü” veya “üçüncü kuvvetten kökü” denir ve bunlar şöyle gösterilir: 2•a , 3•a
bu ifadelerde kullanılan kırık çizgi biçimindeki işarete kök işareti denir.kök kaplama * Ağacın köklerinden elde edilen, güzel desenli bir kaplama çeşidi. kök kırmızısı * Kök boyası, alizarin. kök kurdu * Danaburnu. kök mantar * Meşe, çam ve fındık gibi ağaçların köklerinde yerleşen, iplik görünüşünde bir mantarın emeciyle, kökün
ortak yaşama biçimindeki birleşmesinden oluşan mantar.kök salmak * iyice tutunmak, sağlamlaşmak, yayılmak, köklenmek.
* bir yere iyice yerleşmek.kök sap * Süsende olduğu gibi, her yıl kök süren ve yer üstüne sap çıkaran çok yıllık yer altı gövdesi. kök saplı * İnci çiçeği beya eğrelti gibi çok yıllık kök sapı bulunan bitki. kök sökmek * çok çetin işgörmek. kök söktürmek * uğraştırmak, güçlük çıkarmak. kökçü * İlâç yapımında kullanılan türlü kök, kabuk, çiçek, yaprak gibi şeyleri satan kimse. kökçük * Ana kökün dallanmasıyla oluşan ikincil kök. köken * Kavun, karpuz, kabak gibi bitkilerin toprak üstünde yayılan dalları.
* Bir şeyin çıktığı, dayandığıtemel, biçim, sebep veya yer, menşe.
* Soy, asıl.
* Bir malın üretildiği veya yapıldığı, alındığı, getirildiği yer, menşe, orijin.
* Tulumbacıhortumlarının uç kısmındaki sarımaden sap.köken belgesi * Bir malın hangi ülkeden getirildiğini gösteren belge, menşe şahadetnamesi. köken bilimci * Köken bilimi ile uğraşan dil bilimi, etimolog. köken bilimi * Bir dildeki kelimelerin kaynağını gösteren, ne zaman ortaya çıktıklarını, nereden geldiklerini, hangi
evrelerden geçtiklerini araştıran; kelimelerin hem biçim hem anlam tarihini ele alan dil bilimi dalı, etimoloji.köken bilimsel * Köken bilimi ile ilgili, etimolojik. kökenlenme * Kökenlenmek işi. kökenlenmek * Kökeni olmak, kökene sahip bulunmak. kökenli * Kökeni olan.
* Belli bir kaynaktan çıkmışolan, bir kaynağa dayanan.kökensel * Kökenle ilgili olan. kökensiz * Kökeni olmayan. kökertme * Kökertmek işi veya durumu. kökertmek * Köklemek.
* Fide, sebze veya asma çubuğunun ufaklarınıköküyle çıkararak başka yere dikmek.kökleme * Köklemek işi.
* Tarla yapmak için ormanda açılan yer.köklemek * Ağaç veya bitkiyi kökü ile birlikte topraktan çıkarmak, kökertmek.
* Toprakta kalan bitki köklerini ayıklamak.
* Bağçubuklarınıveya fidanlarıköklendirip dikmek.
* Minder, şilte gibi şeylerin iki yüzünü yer yer dikişlerle tutturmak.
* İnce saç örgülerinden birkaçınıyeniden bir arada örmek.köklemek * (sazı) Kurmak. köklendiriş * Köklendirmek işi veya biçimi. köklendirme * Köklendirmek işi. köklendirmek * Bir ağacın aşıyerini, aşıfilizinin kök salması için toprağa gömmek.
* Kök vermesini sağlamak.kökleniş * Köklenmek işi veya biçimi. köklenme * Köklenmek işi. köklenmek * (bitki için) Kök oluşmak; kök salmak, kök tutmak.
* Köklü, temelli bir biçimde yerleşmek.kökleşme * Kökleşmek işi. kökleşmek * Güçlü bir biçimde yerleşmek, yer etmek, kök salmak. kökleştiriş * Kökleştirmek işi veya biçimi. kökleştirme * Kökleştirmek işi. kökleştirmek * Kökleşmesini sağlamak. köklü * Kökü olan.
* Kökleşmiş, iyi yerleşmiş, kalıcı olan, esaslı.
* Soylu, soyu sopu belli, iyi tanınan.köklü aile * Eskiden beri bilinen ve iyi tanınan aile. köknar * Çamgillerden, yüksek bölgelerde yetişen, iğne yapraklarıkısa, yassı olan, reçineli ve kozalaklı bir orman
ağacı(Abies). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 136
kotonperle * İbrişim gibi parlak ve kalınca, bir cins pamuk iplik. kotra * Çoğunlukla bir direkli, randası olan, ince gövdeli yelkenli. kotra * Irmak ve göl ağızlarında kurulan ve ince kazıklarla kamışlardan yapılma dalyan. kov * Yerip çekiştirme, gıybet. kov etmek * yerip çekiştirmek. Kova * Zodyakta Oğlak ile Balık burçlarıarasında bulunan bir burç. Zodyak. kova * Genellikle su veya sulu şeyleri içine koyup taşımaya, kuyudan veya denizden su çekmeye yarayan üstünden
kulplu kap.
* Futbolda çok gol yiyen kaleci veya takım.kova * Bataklıklarda yetişen bir çeşit saz, hasır otu. kova kova * Kovalar dolusu, kova üstüne kova dolusu. kova olmak * çok gol yemek. kovalama * Kovalamak işi. kovalamaca * Ebenin, yanına gizlice sokulup koluna vuranıkovalayıp yakalamaya çalışması biçiminde oynanan bir çocuk
oyunu.kovalamak * Kovmak.
* Kaçanın arkasından koşmak, yakalamaya çalışmak.
* Bir şeyin arkasına düşüp elde etmeye veya bir sonuca bağlamaya çalışmak, izlemek, takip etmek.
* Yarışta, kaçmakta olan koşucu veya koşucularıyakalamaya çalışmak.kovalanış * Kovalanmak işi veya biçimi. kovalanma * Kovalanmak işi. kovalanmak * Kovalamak işine konu olmak. kovalayış * Kovalanmak işi veya biçimi. kovalık * Sazlık yer. kovan * Fişeğin kapsül, barut ve kurşun taşıyan yuva bölümü, kapçık.
* Arılara barınak olarak yapılan, türlü biçimdeki tahta, sepet veya sandık.
* Yayık.kovan anahtar * Altıve sekiz köşe cıvatalarısıkmak ve sökmek için kullanılan anahtar. kovan otu * Oğul otu. kovanlık * Bkz. arılık (II). kovboy * Amerika’da sığır çobanlarına verilen ad. kovboyculuk * Kovboyculara özenme durumu. kovcu * Söz getirip götüren, arkadan çekiştiren, fitneci, fitçi, gammaz. kovculuk * Kovcu olma durumu, fitnecilik, fitçilik, gammazlık. kovdurma * Kovdurmak işi. kovdurmak * Kovmak işini yaptırmak. kovlama * Kovlamak işi. kovlamak * Birinin yaptığı işi, söylediği sözü yermek, kötülemek, birisini yerip çekiştirmek, fitlemek, gammazlamak. kovma * Kovmak işi. kovmak * Sert veya küçük düşürücü sözlerle gitmesini söylemek, savmak.
* Bir yerden sürüp çıkarmak, kovalamak.
* İşine son vermek, görevinden atmak, uzaklaştırmak.
* Varlığına son vermek, ortadan kaldırmak.
* İzlemek.kovucuk * Bitkilerde, mantar tabakasıüzerinde, sünger dokunun kalınlaşmadığıyerlerde oluşan ve bitkinin
solunumuna yardım eden küçük deliklere verilen ad, adese.kovuk * Bir şeyin oyuk durumunda bulunan iç bölümü. kovulma * Kovulmak işi veya biçimi. kovulmak * Kovmak işine konu olmak veya kovmak işi yapılmak. kovuluş * Kovulmak işi veya biçimi. kovuntu * Kovulmuşkimse, matrut. kovuş * Kovmak işi veya biçimi. kovuşturma * Kovuşturmak işi.
* Suçlu sanılan biri için yapılan soruşturma ve araştırma, takibat, takip.kovuşturma açmak * kovuşturmak işlemine başlamak. kovuşturma yapmak * kovuşturma işlemini yürütmek. kovuşturmak * Suçlu olduğu ileri sürülen biri için gerekli araştırma ve soruşturmayıyapmak, takip etmek. koy * Denizin, gölün küçük girintiler biçiminde karaya doğru sokulduğu yer, küçük körfez. koyacak * İçine öte beri koymaya yarayan şey. koyak * İki dağın arasında kalan büyük çukur, vadi.
* Dağlar ve kayalıklarda oluşmuşdoğal çukur.
* Karalarda akarsu aşındırmasıyla oluşmuş, bir yöne doğru eğimli, uzunluğuna çukurluk.koyar * İki akarsuyun birleştiği yer. koycuk * Küçük koy. koyduğum yerde otluyor * uzun süredir hiçbir ilerleme göstermeyenler için söylenir. koydunsa bul! * arandığıhâlde bulunamayan şeyler veya bulunması gereken yerde bulunmayan kimseler için kullanılır. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 137
koydurma * Koydurmak işi. koydurmak * Birinin bir şeyi bir yere koymasını sağlamak. koygun * Dokunaklı, etkili, içli, acıklı. koyma * Koymak işi. koyma akıl * Tecrübe edilmemiş, etkisi kısa süren, o an için ortaya atılmış bir tür nasihat. koymak * Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek.
* Bir kimseyi işe yerleştirmek, birine işsağlamak.
* Bırakmak.
* Katmak, eklemek.
* Yazmak (imza, tarih, adres).
* Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak.
* Etkilemek, dokunmak.
* (bütçede) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak.
* Bırakmak, terk etmek.koynuna almak * biriyle beraber yatmak.
* biriyle sevişmek için yatmak.koynuna girmek * biriyle yatıp sevişmek. koynunda yılan beslemek * bir yakınından ihanet görmek. koyu * Yoğunluğundan dolayı güç akan, sulu karşıtı.
* Karaya kaçan (renk), açık karşıtı.
* (bazınitelikler için) Aşırı.
* Derin, hareketli.koyu gri * Açık siyaha yakın gri, grinin bir ton koyusu. koyu kahverengi * Karaya yakın kahverengi, kahverengini bir ton koyusu. koyu kır * Kırlaşmanın ilk devresinde meydana gelen koyu renkli at donu. koyu kırmızı * Bordoya yakın kırmızı, kırmızının bir ton koyusu. koyu koyu * (renk için) İyice koyu. koyu koyu düşünmek * uzun uzun veya derin derin düşünmek. koyu lâcivert * Karaya yakın lâcivert, lâcivertin bir ton koyusu. koyu mavi * Mavinin bir ton koyusu. koyu pembe * Pembenin bir ton koyusu. koyu sarı * Sarının bir ton koyusu. koyu yeşil * Karaya yakın yeşil, yeşilin birkaç ton koyusu. koyulaşma * Koyulaşmak işi. koyulaşmak * Koyu duruma gelmek.
* Derinleşmek, hararetlenmek, aşırıduruma gelmek.koyulaştırma * Koyulaştırmak işi.
* İyi bir görüntü veremeyecek kadar zayıf olan bir film parçasının kimyasal işlemlerle güçlendirilmesi işi.koyulaştırmak * Koyu duruma getirmek. koyulma * Koyulmak işi. koyulmak * Koymak işine konu olmak.
* Koyulaşmak.
* Girişmek, başlamak, teşebbüs etmek.koyultma * Koyultmak işi. koyultmak * Koyu duruma getirmek.
* Bir konuşmayıtat alınır biçimde uzatmak.koyuluk * Koyu olma durumu. koyun * Gevişgetirenlerden, eti, sütü, yapağısıve derisi için yetiştirilen evcil hayvan (Ovis aries).
* Verilen buyruklara uyan, kendi kişiliğini gösteremeyen kimse.koyun * Göğüsle giysi arası.
* (yatmakta iken) Kollar arası, kucak.
* Koruyucu, şefkatli çevre.koyun bakışlı * Bön bakışlı, budala, şaşkın. koyun can derdinde, kasap yağderdinde * Bkz. keçiye can kaygısı, kasaba et (veya yağ) kaygısı. koyun dede * Alık, aptal. koyun eti * Kesilmişkoyunun parçalanıp satılan eti. koyun gibi * budala, şaşkın.
* karar ve davranışlarında başkasına bağımlı olan, başkasına uyan.koyun kaval dinler gibi dinlemek * hiçbir şey anlamadan dinlemek. koyun koyuna * (yatmakta iken) Birbirine sarılmış bir durumda. koyun mantarı * Bir çeşit mantar, koyun göbeği. koyuncu * Koyun besleyen veya alıp satan kimse. koyunculuk * Koyun beslemek veya alıp satmak işi. koyungöbeği * Bir çeşit mantar, koyun mantarı. koyungözü * Birleşikgillerden, beyaz ve iri bir papatya türü (Matricaria parthenium). koyuntu * Sıkıntı, üzüntü, keder.
* Sopa, baston koymaya yarayan yer.koyunun bulunmadığıyerde keçiye Abdurrahman çelebi derler * istenilen nitelikteki şey bulunamayınca onun daha düşük nitelikte olanına da razı olunur. koyunyünü * Bir tür sünger, bal peteği. koyut * Konut (II). koyuverme * Koyuvermek, koyvermek işi. koyuvermek * Salmak, serbest bırakmak.
* Oluruna bırakmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 133
korner direği * Futbolda köşe atışının yapılacağıyeri belirleyen bayraklıdirek. kornet * Pistonlu orkestra çalgısı. kornetçi * Kornet çalan kimse. korniş * Perdeleri asmaya yarayan tahta veya metalden araç.
* Çerçeve biçiminde oymalıçıkıntı.
* Sarp, kayalık çıkıntı.kornişçi * Kornişyapan veya satan kişi. kornişçilik * Kornişçinin işi veya mesleği. kornişon * Kabuğunun üzeri pürtüklü, lezzetli bir tür turşuluk hıyar. korno * Savaşlarda çağrıaracı olarak kullanılan, boynuz veya fil dişi boru.
* Bir ağızlık, kendi üzerine dolanmışkoni biçiminde uzun bir boru ve ağzı genişçe açılan bir kulaklıktan
oluşan üflemeli bakır çalgı.koro * Tek veya çok sesli olarak yazılmış bir müzik eserini uygulamak için bir araya gelen topluluk.
* Böyle bir topluluğun söylediği söz veya şarkı.koro hâlinde * toplu bir durumda, hep birlikte; gürültülü bir biçimde. koroner * Kalbi taç şeklinde kuşatıp besleyen (damarlar). korporasyon * Lonca. korporatif * Korporasyonla ilgili. korsan * Düşman veya kendi ulusunun gemilerine saldıran deniz haydudu.
* Başkalarının hakkınızor kullanarak alan kimse.
* Bir hakkı izinsiz olarak kullanan.korsanlık * Korsan olma durumu.
* Bir hakkı izinsiz olarak kullanma.korse * Güzellik veya sağlık gayesiyle kullanılan esnek iç giysisi. korseci * Korse yapan veya satan kimse. korsecilik * Korse yapma veya satma işi. korseli * Korsesi olan. korsesiz * Korsesi olmayan. kort * Tenis oynanan alan. korte * Âşıktaşlık, flört. korte etmek * âşıktaşlık etmek. kortej * Bir devlet büyüğünün yanında bulunan kimseler, maiyet, maiyet alayı.
* Bayram, cenaze gibi törenlerde sıra hâlinde giden insan topluluğu, alay.korteks * Beyin zarı. kortizon * Böbrek üstü bezi kabuğunun salgıladığıhormonlardan biri. kortizonlu * Birleşiminde kortizon olan. kortizonlu ilâç * İltihaplanmada, alerjilerde ve bazıkan hastalıklarının tedavisinde kullanılan, birleşiminde kortizon olan ilâç. koru * Bakımlıküçük orman. korucu * Orman veya kır bekçisi.
* Kırsal bölgede güvenlik güçlerine yardımcı olan sivil görevli.korucuk * Küçük koru. koruculuk * Korucu olma durumu veya korucunun işi. korugan * Ağaç gövdeleriyle yapılmışve çevresinde kazılıçukuru bulunan, korunmaya elverişli, kare biçimindeki ev.
* Ateşetmeye imkân verecek şekilde hazırlanmışdelik ve mazgalları bulunan yer.koruk * Henüz olgunlaşmamışekşi üzüm. koruk lüferi * Ağustosta avlanan turfanda lüfer. koruk suyu * Koruğun ezilmesiyle elde edilen sıvı. koruk şerbeti * Koruktan yapılmış bazen nane veya oğul otu katılan şerbet. koruluk * Koru durumunda olan sık ağaçlıyer. koruma * Can güvenliğinin tehlikede olduğu düşünülen bir kimseyi saldırılardan korumak üzere görevlendirilmişkişi. koruma polisi * Can güvenliği tehlikede olduğu düşünülen bir kimseyi korumak üzere eğitilmişve bazıözel aletlerle
donatılmışemniyet görevlisi.koruma ünsüzü * Bağlantıünsüzü. korumak * Bir kimseyi veya bir şeyi dışetkilerden, tehlikeden veya zor bir durumdan uzak tutmak, muhafaza etmek,
vikaye etmek, sıyanet etmek.
* Güçlü bir kimse veya kuruluş, güçsüz birini veya bir şeyi her türlü tehlikeden esirgemek, onu desteklemek,
himaye etmek.
* Tehlikeye karşıdenetimi altında bulundurmak, savunmak, müdafaa etmek.
* Tehlikeli, zararlıdurumlarıönlemek.
* Bir şeyin eskimesini, yıpranmasınıönlemek için gereken dikkat ve özeni göstermek.
* Süregelen bir durumun değişikliğe uğramasınıönlemek.
* Karşılamak, denk gelmek.korumalık * Koruma sağlayan şey. korun * Üst derinin en dıştabakası. korun dokusu * Korun tabakasınıve bu tabakanın değişimiyle oluşan tırnak, boynuz vb. yi yapan doku. korunak * Korunmak için yapılmışyer; sığınılan, saklanılan yapı, mağara gibi yer.
* Koruyan, esirgeyen, saklayan yer veya kimse.korunaklı * Korunağı olan. korunaksız * Korunağı olmayan. koruncak * Ambalâjlanan malıdışetkilere karşıkorumak için ambalâj çatısına çakılan tahta, kontrplâk vb. malzeme,
mahfaza.korunga * Yabanî yonca, tirfil. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 134
korungalık * Tirfil tarlası. korunma * Korunmak işi. korunma görmek * anlayışveya hoşgörü ile karşılanmak. korunmak * Kendini korumak, sığınmak, sakınmak.
* Korumak işine konu olmak.korunum * Korunmak işi, muhafaza. korunumlu * Mekanik enerjisini değişmez kalan (sistem). koruyucu * Korumak işini yapan, gözetici, hami.
* Koruyan kimse, muhafız.
* Asalağıdışortamda yok eden, onun konakçıya ulaşmasına engel olan (ilâç veya işlem).koruyucu hekimlik * Hastalık ortaya çıkmadan önce alınacak önlemlerle ilgilenen hekimlik dalı. koruyucu ünsüz * Türkçede ünlü ile biten bir kelimeye ünlüyle başlayan bir ek getirilince araya giren -y- ünsüzü: Anne-y-e,
evde-y-iz gibi.koruyuculuk * Korumak işi, himaye. koruyuş * Korumak işi veya biçimi. korvet * Denizaltılara karşıözel olarak silâhlandırılan bir çeşit küçük savaşgemisi. korza * Denizin içinde iki zincirin biribirine dolaşması. kosa * Bir çeşit uzun saplı orak. kosinüs * Tümler açının sinüsü, (cos). koskoca * Çok büyük, muazzam.
* Boyca uzun.koskocaman * Çok büyük, çok iri, muazzam.
* Geniş, büyük, kalabalık.kosmos * 343 kozmos. kostak * Zarif, kibar, çalımlı, güzel giyinmiş, yakışıklı.
* Yiğit, kabadayı, yürekli.kostaklanma * Kostaklanmak işi. kostaklanmak * Zarif, kibar görünmeye çalışmak, çalım satmak, gösterişyapmak. koster * Kıyılimanlarıarasında seferler yapmak üzere inşa edilmişve donatılmışküçük yük gemisi. kostik * Hayvan ve bitki dokularınıyakan, aşındıran. kostüm * Ceket, pantolon ve bazen de yelekten oluşan erkek takım giysisi.
* Çoğunlukla sokakta giyilmek için dikilmişkadın giysisi.kostümcü * Kostüm diken, hazırlayan veya satan (kimse). kostümlü * Kostüm giymişolan.
* Alışılmışve günlük giysilerin dışında bazıözel giysiler giyilen.kostümlük * Kostüm yapmaya elverişli. koşa * Çift, eş, ikiz.
* Hep birlikte.koşa karımak * birlikte yaşlanmak (yeni evlenenlere dilek olarak söylenir). koşa koşa * koşarak. koşaç * İsim cümlelerinde özne ile yüklemi birleştiren, yükleme olumluluk veya olumsuzluk, süreklilik, kesinlik,
güçlü ihtimal kavramlarıveren -dır/-dir eki veya değil kelimesi.koşalık * Koşa olma durumu. koşaltı * İki hayvanı birbirine koşma veya bağlama. koşam * Avuç.
* İki avuç dolusu.koşamlama * Koşamlamak işi. koşamlamak * İki elle avuçlamak. koşar adım * Toplu jimnastikte yapılan hafif tempolu koşu.
* Hızlıadımlarla, koşarcasına.koşin * Ağır, hareketsiz, bol ve kabarık tüylü bir tavuk ırkı. koşma * Koşmak işi.
* Sazla okunmak için hece ölçüsü ile yazılmış, ilk parçasının birinci, ikinci ve dördüncü dizeleriyle öteki
parçaların dördüncü dizeleri birbiriyle, kalan dizeler de kendi aralarında uyaklı, konularısevgi ve doğa olayları olan bir
halk şiiri.
* Bir halatı, ağacıpekiştirmek için yanına konulan halat veya ağaç.koşmaca * Birbirini kovalayarak oynanan bir çocuk oyunu. koşmak * Adım atışlarınıartırarak ileri doğru hızla gitmek.
* Bir yere ivedilikle gitmek.
* Bir işle çok ilgilenmek, koşuşturmak.
* Koşuya çıkmak.
* (ardından veya peşinden zarflarıyla ) Kovalamak, üstüne düşmek, izlemek.koşmak * Birlikte işgörmesi için bir şeyi başka birinin yanına katmak, arkadaşolarak vermek.
* Hayvanı çekeceği şeye bağlamak.
* Şart ileri sürmek.
* Birini, bir işte görevlendirmek.koşnil * Kırmız böceğinin güzel lâl boya çıkarılan bir türü, kabuklu bit (Coccus coeti). koşturma * Koşturmak işi. koşturmak * Koşmak işini yaptırmak.
* Çabucak göndermek.
* Çabalamak, uğraşmak.koşturulma * Koşturulmak işi veya durumu. koşturulmak * Koşmak işi yaptırılmak. koşu * Koşarak yapılan yarış.
* At yarışı.koşu atı * Koşu için yetiştirilmişat. koşu koparmak * hızla koşuvermek, çabucak atılıp gitmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 135
koşu yolu * Sağlıklıyaşam için orman içlerinde veya yol kenarlarında özel olarak düzenlenmişşerit hâlinde toprak yol. koşucu * Koşuya katılan yarışçı. koşuk * Nazım, manzume.
* Koşma, türkü.koşul * Şart.
* Bir antlaşmada belirlenen hükümlerden her biri.
* Bir şeyin kendi özelliğini kazanması için, bulunması gereken durum, gerekli olan özellik.koşullama * Şartlamak işi. koşullamak * Şartlıduruma getirmek. koşullandırma * Şartlandırmak işi, şartlandırma. koşullandırmak * Şartlandırmasına sebep olmak, şartlandırmak. koşullanma * Şartlanmak işi. koşullanmak * Şartlara bağlıkalmak, şartlanmak. koşullu * Şartlı, meşrut.
* Şartlanmışolan (şey).koşullu tepke * Doğal olmayan, sonradan kazandırılan tepkenin bir uyaran karşısında ortaya çıkması biçiminde beliren
tepke, şartlırefleks.koşullu yan cümle * Şartlıyan cümle. koşulma * Koşulmak işi. koşulmak * Koşmak (II) işi yapılmak.
* Sürülmek, gönderilmek.
* Herhangi biri koşmak (I).koşulsuz * Şartsız. koşulsuz tepke * Herhangi bir şartlandırma sürecinin başında belirli bir uyaranla sağlanan doğal tepke, şartsız refleks. koşum * Araba hayvanının kayıştakımı.
* Hayvanın arabaya koşulması.koşum atı * Arabaya koşulan at veya hayvan. koşum hayvanı * 343 koşum atı. koşum takımı * 343 koşum. koşumcu * Araba hayvanlarının kayış bölümünü yapan kimse. koşumlu * Koşum geçirilmiş, koşulmuş(hayvan). koşun * Asker, yan yana durmuşasker dizisi, saf.
* Yan yana dizilmişinsanların oluşturduğu dizi.
* Koşu, yarış.koşun bağlamak * koşun durumuna girmek, saf tutmak. koşun koşun * Dizi dizi, sıra sıra. koşuntu * Bir adamın yanında bulunanlar, yardakçılar, tayfa. koşuşa koşuşa * Koşuşarak. koşuşma * Koşuşmak işi. koşuşmak * Birlikte ve birden koşmak.
* Koşuşturmak.koşuşturma * Koşuşturmak işi. koşuşturmak * Bir işi izlemek veya birçok işi yapmak amacıyla sürekli olarak gidip gelmek, koşuşmak. koşut * (iki veya daha çok doğru için) İkişer ikişer aynıdüzlem içinde bulunan ve kesişmeyen, muvazi, paralel.
* Aynızaman içinde gelişen, aynıözellikleri gösteren (olay, düşünce vb.), paralel.koşutçuluk * Kişide, ruhsal olaylarla, bedensel olaylar arasında koşutluk bulunduğunu ileri süren öğreti, paralelizm. koşutlaştırma * Koşutlaştırmak işi. koşutlaştırmak * Birine koşut duruma getirmek, paralelleştirmek. koşutluk * İki çizginin koşut olması, paralellik, muvazat.
* (olay, düşünce vb. için) Aralarında benzerlik bulunmasıdurumu.kot * Giysi yapılan bir tür pamuklu kumaş.
* Bu kumaştan yapılan (giysi).kot * Temel ile zemin arasındaki yükseklik. kota * Bir ülkede kontenjan sisteminden ithal edilecek malların çeşitlerini ve çeşit oranlarınıveya miktarlarını
gösteren liste.
* Bazıülkelerde, sinemalarda belirli bir süre oynatılmasızorunlu olan yerli film sayısının yabancıfilmlere
oranı.kotan * Pulluk, büyük saban. kotarılma * Kotarılmak işi. kotarılmak * Kotarmak işi yapılmak. kotarma * Kotarmak işi. kotarmak * Pişen yemeği başka kaba boşaltmak.
* Bir işi tamamlamak, bitirmek.
* Yemek için hazırlık yapmak.kotlama * Kotlamak işi. kotlamak * Kotlarla göstermek.
* Bir harita veya taslaktaki miktarın kotlarınıkoymak, rakamlamak.kotlet * Pirzola. kotletpane * Galeta ununa bulanarak yağda kızartılmışpirzola. koton * Pamuktan yapılmışolan (kumaşvb.). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 131
kopolimer * Kopolimerleşme ile elde edilen madde. kopolimerleşme * Doymamış birleşikler karışımının büyük moleküller vererek polimerleşmesi. kopoy * Orta boylu, düşük kulaklı, tüyleri kısa bir tür av köpeği. kopuk * Kopmuş.
* Toplum kurallarına aldırmayan erkek, işsiz, güçsüz, serseri.kopukluk * Kopuk olma durumu.
* Kopuğa yaraşır davranış.kopuksuz * Ara vermeden, durmaksızın. kopuntu * Kopmuşparça, diaspora. kopup gelmek * uzak bir yerden ayrılarak gelmek. kopuz * Ozanların çaldığıtelli Türk sazı. kopuzcu * Kopuz çalan kimse. kopya * Bir sanat eserinin veya yazılı bir metnin taklidi.
* Suret çıkarma işi.
* Bir sınavda sorularıcevaplamak için başka birinden veya yerden gizli yoldan yararlanma.
* Yazılısınavda gizlice bakmak için hazırlanmışkâğıt.
* Taklit edilmişolan.kopya çekmek (veya yapmak) * (genellikle yazılısınavlarda) sorularıcevaplamak için gizlice bir kaynağa bakmak. kopya defteri * Mektup kopyalarının çıkarıldığı ince yapraklıdefter. kopya etmek (yapmak veya kopyasınıçıkarmak) * (bir yazıveya eser için) aslına bakarak aynınıveya benzerini oluşturmak. kopya kâğıdı * Birkaç kopya çıkarmak için beyaz kâğıtların arasına konulan karbonlu kâğıt. kopya kalemi * Yazısıkopya kâğıdıyla birkaç kâğıda birden çıkan sert, mor renkli bir tür kalem. kopya mürekkebi * Yazısı, üzerine konulan kâğıda ancak ıslatılınca çıkan mürekkep. kopya vermek * sınavda sorulara cevap vermesi için bir kimseye gizlice yardımda bulunmak. kopyacı * Yazılısınavlarda kopya yapan öğrenci.
* Özgün eser vermeyip başkalarının eserlerini kopya eden kimse.kopyacılık * Kopya yapma işi. kopyalama * Kopyalamak işi.
* Geliştirilmişözel yöntemlerle bir canlının ikizini, tıpkısınıyapma.
* Basılı bir malzemeyi tıpkı basım yöntemiyle aynen çoğaltma.kopyalamak * Aynısınıveya benzerini çoğaltmak.
* Bir canlının geliştirilmişözel yöntemlerle ikizini veya benzerini yapmak.kopyalanmak * Özdeşleşmek, bütünleşmek. kopye * Bkz. kopya. kor * İyice yanarak ateşdurumuna gelmişkömür veya odun parçası.
* Kırmızı.
* Büyük acı, üzüntü, sıkıntı.kor * Kolordu kelimesinin kısaltması: Korgeneral. kor dökmek * yanınca dayanıklıkor durumuna girmek. kor gibi * kıpkırmızı, ateşgibi. kor gibi yanmak * çok parlamak. kora * Başlıca belirtisi kısa, çabuk, değişken güçte irade dışı hareketler olan bir hastalık. koral * Dinî ezgi veya kaynağıdinî ezgi olan orkestra parçası. koramiral * Deniz kuvvetlerinde, tümamiral ile oramiral arasındaki, kara kuvvetlerindeki korgeneralin deniz
ordusundaki dengi olan amiral rütbesi.koramirallik * Koramiralin rütbesi.
* Koramiralin makamıve görevi.kordalılar * Sölomları iyi gelişmişçok hücreli hayvanlar topluluğu. kordiplomatik * Bir yerde bulunan elçi ve elçilik görevlilerinin topluluğu, elçiler topluluğu. kordon * Çoğu ipekten yapılmışkalın ip.
* Saat veya madalyon gibi şeyleri asmaya yarayan çoğunlukla ince zincir.
* İnce tellerden örülen ve özellikle ev araçlarında kullanılan elektrik iletkeni.
* İnce uzun sıralar durumunda yapılmışoymalıduvar veya mobilya süsü.
* Teneke ve çinkodan yapılan eşyaların üstüne süs yapmak için kullanılan araç.
* Bir yere girip çıkmayıdenetim altına almak için görevlilerden oluşturulan dizi.
* Kabaran denizin kumsalda bıraktığıdöküntü katmanı.kordon altına almak * bir yere girişçıkışıönlemek için o yeri görevlilerce, korumak. kordon boyu * Denize kıyısı olan şehirlerde kıyı boyunca uzanan imarlıyol. kordone * Sim, gümüşveya ipek ipliklerin bükülmesiyle hazırlanan ve el işlemelerinde kullanılan ince kordon.
* Üç katlı bükülmüşipek ipliği.Korece * Kore dili. koregraf * Baleyi oluşturan adım ve figürleri düzenleyen sanatçı.
* Koreografi eserleri yazarı.koregrafi * Dans adımlarının kâğıda geçirilmesi.
* Bir baleyi oluşturan adım, figür ve anlatımların bütünü.korekt * Doğru. korelâsyon * Bağlılaşım. Koreli * Kore halkından olan (kimse). koreograf * Koregraf. koreografi * Koregrafi. korgeneral * Kara ve hava kuvvetlerinde görevi kolordu komutanlığı olan, tümgeneralle orgeneral arasındaki rütbe. korgenerallik * Korgeneral rütbesi.
* Korgeneralin makamıve görevi.korida * Boğa güreşi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 132
koridor * Bir yapıya girmeyi sağlayan veya odaları birleştiren genellikle dar geçit, geçenek.
* Geçmeye yarayan dar ve uzun aralık, dehliz.
* İki devlet arasındaki dar toprak parçası.korindon * Birleşimi alüminyum oksit olan, cam parlaklığında, saydam ve türlü renklerde, elmastan sonra en sert
mineral.kork aprilin beşinden, öküzü ayırır eşinden * eskiden halk arasında nisan ayı için kullanılan april ayının beşinde çift süren iki öküzü birbirinden ayıracak
kadar hava soğuk olur.korka korka * Korkarak. korkak * Çok çabuk ve olmayacak şeylerden korkan (kimse, hayvan). korkak bezirgan ne kâr eder ne zarar (veya ziyan) * işyapmaya korkan tüccar, kendisini zarardan korumuşolur, ama kazanç da sağlayamaz. korkakça * Korkak bir biçimde. korkaklık * Korkak olma durumu.
* Korkakça davranış.korkaklık etmek * korkak davranmak. korkalama * Korkalamak işi. korkalamak * Korkar gibi olmak, biraz korkmak. korkma * Korkmak işi. korkmak * Korku duymak, ürkmek, dehşete kapılmak.
* Kaygıduymak, endişe etmek.
* Çekinmek, sakınmak, saygıduymak.
* Yapamamak, cesaret edememek.korktuğu başına gelmek (veya korktuğuna uğramak) * düşünülen kötü durum gerçekleşmek. korku * Bir tehlike veya bir tehlike düşüncesi karşısında uyanan kaygıduygusu.
* Kaygı, üzüntü.
* Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara.
* Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acıkarşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız
kuruması, kalp ve solunum hızlanması gibi belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren
duygu.korku dağları bekler (veya aşırır) * korku her yerde varlığınıduyurur. korku damarı * Kasıklarda olduğu sanılan, korkuyu atlatmak için sıkılması gerektiğine inanılan damar. korku düşmek (veya korkuya kapılmak) * endişelenmek, korkmak. korku saçmak * herkesi korkutmak. korku vermek * korkutmak. korkudan çıldırmak * aşırıkorku yüzünden aklınıyitirmek, delirmek. korkulma * Korkulmak işi. korkulmak * (herhangi biri) Korkmak.
* Kaygıduyulmak.korkulu * Korku veren, korkutan.
* Kendisinden kötülük gelebilen, tehlikeli.korkulu rüya (veya düş) görmektense uyanık yatmak evlâdır (veya yeğdir) * tehlikeli bir işe girişmektense o işin sağlayacağıkazançtan vazgeçmek daha iyidir. korkuluk * Tarlalarda, bağ, bahçe ve bostanlarda kuşların zarar vermesini önlemek için konulan, insana benzeyen
kukla.
* Düşme tehlikesi olan yerlere çekilen duvar veya parmaklık.
* Kendisine verilen işi yapmayan veya ancak yer doldurmaya yarayan kimse veya topluluk.korkunç * Çok korkulu, korku veren, dehşete düşüren, müthiş.
* (herhangi bir özelliğiyle) şaşkınlık veren.
* Çok aşırı, pek çok, güçlü, şiddetli.korkunçlaşma * Korkunçlaşmak işi. korkunçlaşmak * Korkunç bir duruma gelmek, korkunç bir durum almak. korkunçlaştırma * Korkunçlaştırmak işi. korkunçlaştırmak * Korkunç bir duruma getirmek. korkunçluk * Korkunç olma durumu. korkunun ecele faydasıyoktur * kişi korkmakla kendisine gelecek bir kötülüğü önleyemez. korkusuz * Korkusu olmayan, yürekli, pervasız.
* Korku vermeyen, tehlikesiz.korkusuzca * Korkusuz olarak, korkmadan. korkusuzluk * Korkusuz olma durumu. korkutma * Korkutmak işi. korkutmaca * Korkutma amacıyla yapılan (şey veya davranış). korkutmak * Korkmasına yol açmak.
* Kaygıya düşürmek.
* Gözdağıvermek.korkutucu * Korku veren. korkuya kesmek * korkmak. korlanma * Korlanmak işi. korlanmak * Kor durumuna gelmek. korlaşma * Korlaşmak durumu veya biçimi. korlaşmak * Kor hâline gelmek. korluk * Kor olma durumu.
* Mangal.korna * Motorlu taşıtlarda, bisikletlerde sesle işaret vermek için kullanılan ve içinden hava geçirilerek çalınan boru,
klâkson.
* Bu borudan çıkan ses.kornea * Gözde saydam tabaka. korner * Köşe. korner atışı * 343 köşe atışı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 129
konuklamak * Konuk almak.
* Yemeğe çağırmak.konukluk * Konuk olma durumu, misafirlik. konuksever * Konuklarına iyi davranan, onları iyi ağırlayan ve kendisine konuk gelmesinden hoşlanan, misafirperver,
mükrim.konukseverlik * Konuksever olma durumu, misafirperverlik. konulma * Konulmak işi. konulmak * Koymak veya konmak işi yapılmak. konulu * Konusu olan, mevzulu. konum * Bir kimsenin veya bir şeyin bir yerdeki durumu veya duruş biçimi, pozisyon.
* Durum, yer, vaziyet, pozisyon.
* Yeryüzünde bir noktanın, enlem ve boylamların yardımıyla bulunan yeri.
* Bir şehrin uzak ve yakın çevresiyle her türlü ilişkisini sağlayan ve şehrin gelişmesini etkileyen coğrafî
şartlarının bütünü.konumlama * Konumlamak işi. konumlamak * Konum durumunu kazanmak. konumlandırma * Konumlandırmak işi. konumlandırmak * Bir ürünü veya hizmeti rakiplerinden ayırmak için pazarlama çalışmasıyapmak. konumlanma * Konumlanmak işi. konumlanmak * Yerleşmek, yer almak. konur * Esmer, açık kestane renginde olan. konur al * Kumral. konusuz * Konusu olmayan, mevzusuz. konuş * Konmak işi veya biçimi.
* Konum.
* Bütün imkânlar göz önünde tutularak kara, hava ve deniz birliklerinin yerleştirilmesi biçimi.konuşkan * Konuşmayı, lâkırdıyıseven, çok konuşan. konuşkanlık * Konuşkan olma özelliği. konuşlandırma * Konuşlandırmak işi veya durumu. konuşlandırmak * Savaş araç ve gereçlerini stratejik bir bölgede toplamak. konuşlanma * Konuşlanmak işi veya durumu. konuşlanmak * Belli bir yere veya bölgeye mevzilenmek. konuşma * Konuşmak işi.
* Görüşme, danışma, müzakere.
* Dinleyicilere bilim, sanat, edebiyat gibi bir konuda bilgi vermek için yapılan konuşma, konferans.konuşma bozukluğu * Bazısesleri gereği gibi çıkaramamaktan ileri gelen söyleyiş, kötü telâffuz etme. konuşma dili * Günlük yaşayışta kullanılan ve yazıdilinden az çok farklarla ayrılmış bulunan dil. konuşma güçlüğü * Bazıkonuşma organlarının gereği gibi çalışmamasısebebiyle rahat ifade edememe. konuşma korkusu * Tutukluk. konuşma merkezi * Beynin, konuşma işlevini denetleyen bölümü. konuşma yapmak * topluluk karşısında bir konuda konuşmak. konuşma yetersizliği * Beklenen düzeyde veya yeterli ölçüde konuşamama. konuşmacı * Bir toplulukta konuşan kimse, hatip, konferansçı. konuşmak * Bir dilin kelimeleriyle düşüncesini anlatmak.
* Belli bir konudan söz etmek.
* Bir konuda karşılıklısöz etmek, sohbet etmek.
* Söylev vermek, konuşma yapmak.
* Konuşma dili olarak kullanmak.
* Düşüncesini herhangi bir araç kullanarak anlatmak.
* İlişki kurmak veya ilişkiyi sürdürmek.
* Belli bir biçimde söylemek.
* Geçerli olmak, etkin olmak.
* Şık ve zarif görünmek.
* Flört etmek.
* Becermek, uzman gibi yapabilmek.
* Dargın bulunmamak.konuşmama hakkı * Adlî makamlarda suçluya tanınan ifade vermeme hakkı. konuşmaya dalmak * başka şeylerle ilişkiyi keserek belli bir konudan söz etmek. konuşturma * Konuşturmak işi. konuşturmak * Konuşmasını sağlamak, konuşmasına yol açmak.
* Bir müzik aracınıçok güzel çalmak.konuşu * Kolokyum. konuşucu * Kusursuz, düzgün, güzel, tatlısöz söylemesini bilen. konuşulma * Konuşulmak işi. konuşulmak * Konuşmak işine konu olmak.
* Herhangi biri konuşmak.konuşumluk * Bir konuşma süresi miktarı. konut * Bir insanın yatıp kalktığı, işzamanıdışında kaldığıveya tüzel kişiliği olan bir kuruluşun bulunduğu ev,
apartman gibi yer, mesken, ikametgâh.konut * Bir bilimin kuruluşunda temel görevi görmekle birlikte belik’ten daha az olma ve tanımlanmayan ilkel
gerçek, koyut, postulat: Eukleides’in “bir noktadan bir doğruya ancak bir parelel çizilebilir” yolundaki konutu gibi.konut belgesi * Yurttaşların bazıresmî işlerini yürütürken gerekli olan, oturduklarıyerin muhtarından aldıkları belge,
ikametgâh ilmühaberi.konut dokunulmazlığı * Belli hukukî şartların dışında, kişilere ait konutlara girilmemesi, arama yapılmamasıve eşyaya el
konulmamasıdurumu.konut fonu * Toplu konut yapımı için devletçe oluşturulan fon. konut kredisi * Konut almak için banka vb. kurumlardan belli bir vadeye yayılmışolarak ödünç alınan para. konutlanmak * Konut olarak kullanmak.