kuzu kapama | * Kemikli kuzu etinin, arpacık soğanı, yeşil soğan, havuç, dereotu ile birlikte ağır ateşte pişirilmesiyle yapılan bir yemek türü. |
kuzu kapısı | * Büyük bir kapının içinde veya yanında bulunan küçük kapı, kuzuluk. |
kuzu kesilmek | * uysallaşmak, sessizleşmek,sakin bir durum almak. |
kuzu kestanesi | * Yabanî ağaçlardan elde edilen, küçük, lezzetli bir kestane türü. |
kuzu kuzu | * Hiç ses çıkarmadan, karşı gelmeden, uysal bir biçimde. |
kuzu mantarı | * Bazitli mantarlardan, çayırlarda, sulak yerlerde yetişen, şapkasıetli, kalın, koni biçiminde, pürüzlü, yenilir bir mantar (Boletus edulis). |
kuzu postuna bürünmek | * karşısındakini aldatmak için gerçek kişiliğini saklamak, kendini zararsız ve uysal göstermek. |
kuzu sarmaşığı | * Boyu 3 m kadar olabilen, tırmanıcı, beyaz sütlü, çok yıllık ve otsu bir bitki (Canvolvulus arvensis). |
kuzugöbeği | * Sulak çayırlarda yetişen, şapkasıkalın ve etli, yenir bir mantar çeşidi (Agaricus campestris). |
kuzukulağı | * Kara buğdaygillerden, sulak yerlerde yetişen, çiçekleri iki evcikli ve kırmızımtırak bir bitki, yapraklarısalata olarak kullanılır (Rumex acetosa). |
kuzukulağıasidi | * Oksalik asit. |
kuzulama | * (koyun) Yavrulama. * Kuzu yürüyüşü gibi emekleme. |
kuzulamak | * (koyun) Yavrulamak. * (çocuk) Ellerini yere dayayarak dizleri üstünde emeklemek. |
kuzulaşma | * Kuzulaşmak işi. |
kuzulaşmak | * Kuzu gibi uysal ve zararsız duruma gelmek. |
kuzulu | * (koyun için) Kuzusu olan. * (meyve ve sebze için) Kendisine bitişik olarak aynıcinsten küçük tanesi olan. |
kuzuluk | * Kuzu barınağı, ağıl. * Yumuşak huyluluk. * Büyük kapıların ortasındaki küçük kapı, kuzu kapısı. |
kuzuluk kapısı | * Hanlarda büyük kapıüzerindeki küçük kapı. |
kuzum! | * okşamalık, yalvarma veya dikkat çekme anlamlarıtaşıyan bir ünlem. |
-kü | * Bkz. -ki. |
Kübalı | * Küba halkından olan. |
kübik | * Küp ve kesme biçiminde olan. * Kübizm akımına uyularak yapılmışolan. * Küp (II) biçiminde olan. |
kübist | * Kübizmle ilgili olan. * Kübizmi uygulayan, kübizm yanlısı(kimse). |
kübizm | * Nesneleri geometrik biçimlerde gösteren bir sanat akımı. |
-küç | * Bkz. -gıç / -giç. |
küçücük | * Çok küçük. |
küçük | * Boyutları, benzerlerininkinden daha ufak olan, büyük karşıtı. * Eni, boyu az. * Daha az yaşlı. * Niceliği az olan. * Niteliği aşağı olan, bayağı. * Geri aşamada. * Üstün yeteneği olmayan. * Büyümesini, gelişmesini henüz tamamlamışolan. * Çocuk. * (ses) Kısık, parlak olmayan. * Yaş, makam, rütbe, derece bakımından daha aşağı olan (kimse). * Küçük abdest. |
küçük abdest | * İşeme ihtiyacı, çiş, idrar. |
küçük ad | * İlk ad, soyadı olmayan ön ad. |
Küçük Asya | * Anadolu. |
küçük ay | * Şubat ayı, gücük ay. |
küçük bey | * Evin küçük erkek çocuğu. * Çıtkırıldım, şımarık genç. |
küçük burjuva | * Gelir düzeyi düşük şehirli halk. |
küçük çaplı | * Değeri ve ağırlığı az. |
küçük çapta | * Belirli bir ölçüde. * Yaygın olmayan. |
küçük dağları ben yarattım demek | * çok böbürlenmek, kibirlenmek. |
küçük dalga | * Orta dalga. |
küçük dil | * Damak eteğinin ortasında bulunan küçük uzantı. |
küçük dil ünsüzü | * Akciğerlerden gelen havanın art damakta küçük dilin çevresinden sızarak çıkmasıyla oluşan ünsüz: ğ. |
küçük dilini yutmak | * şaşırmak, donakalmak. |
küçük düşmek | * değeri veya onuru sarsılmak. |
küçük düşürmek | * değerini veya şerefini sarsmak. |
küçük gezegen | * Bilinen dokuz büyük gezegene göre çok küçük olan gezegen. |
küçük görmek | * değer, önem vermemek. |
küçük hanım | * Evin kızıveya genç gelini. |
küçük harf | * Büyük harflerden ayrı biçimde yazılan harf, minüskül. |
küçük Hindistan cevizi | * İki çeneklilerden, sıcak iklimlerde yetişen bir ağaç (Myristica frangrans). * Bu ağacın baharat olarak da kullanılan ceviz biçimindeki yemiş. |
küçük kan dolaşımı | * Çeşitli organlardan gelen toplardamarların kanısağkulakçık ve sağkarıncığa taşıması, oradan da atardamarlarla kanın akciğerlere ulaştırılmasıve oradan sol kulakçığa taşınması düzeni. |
küçük karga | * Karga cinsi bir tür kuş. |
küçük köprü | * Vücudun, sırt yere dönük olarak avuçlar ve dizler üstünde dayalıve gergin bulunduğu durum, el diz köprüsü. |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 169
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 161
kurtluk * Kurt olma durumu. kurtpençesi * Kara buğdaygillerden 20-50 cm yükseklikte, pembe çiçekleri salkım biçiminde, sap ve kökünde bol tanen
bulunan çok yıllık otsu bir bitki (Polygonum bistorta).kurtsuz * Kurdu olmayan. kurttırnağı * 343 kurtpençesi. kurtulma * Kurtulmak işi. kurtulmak * Tehlikeli veya kötü bir durumu atlatmak.
* İstenmeyen, sıkıntıveren, hoşlanılmayan bir kimseden, bir yerden, bir durumdan uzaklaşmak.
* Doğurmak.
* (bir şey) Bulunduğu veya bağlı olduğu yerden ayrılmak.
* Bağınıkoparıp kaçmak.kurtulmalık * Tutsak veya rehine olan birini kurtarmak için verilen para, fidye, fidyeinecat. kurtuluş * Bir şeyden, bir yerden kurtulma, halâs, necat.
* Bir yerin düşman işgalinden kurtulma günü.kuru * Suyu, nemi olmayan, yaşve nemli karşıtı.
* Yağışalmayan veya üzerinde bitki olmayan.
* Daha sonra kullanılmak için kurutulmuş, taze ve yeşil karşıtı.
* (bitki için) Canlılığınıyitirmiş.
* Arık, sıska, lâgar, kaknem.
* Salgısı olmayan.
* Döşenmemiş, çıplak.
* Katıksız, yanında başka şey olmayan (yiyecek).
* Etkisi ve sonucu olmayan.
* Bazıdeyimlerde “yoksunluk, yoksulluk, yalnızlık” bildirir.
* Heyecanı, tadı olmayan, tekdüze.
* Akıcı olmayan; duygudan yoksun.
* Kuru olan şey.
* Kuru fasulye yemeğinin kısa söylenişi.kuru başına kalmak * hayatında veya yanında kimsesi kalmamak, kimsesiz, yalnız kalmak. kuru çay * Yeşil çay yapraklarının çeşitli işlemlerden sonra satışa hazır durumu. kuru çayır * Yaz aylarında bitkilerinin çoğunun kuruduğu tabiî çayır. kuru çeşme * Suyu çekilmişçeşme. kuru dere * Suyu olmayan dere. kuru duvar * Taşların arasına harç konulmadan örülen duvar. kuru ekmek * Katıksız ekmek. kuru erik * Eriğin kurutulmuşu. kuru fasulye * Fasulye bitkisinin beyaz tohumu.
* Fasulye tohumundan yapılan etli veya etsiz salçalı, sulu yemek.
* Yeşil kabuklarından ayıklanıp kurutulmuşfasulye.kuru filtre * Hava içindeki kirleri, bezden torbalar yardımıyla ayıran süzgeç. kuru gürültü * Gereksiz, önemsiz, sonu alınamayacak söz veya davranış. kuru gürültüye pabuç bırakmamak * bir durum karşısında telâşsız, korkusuz, dilediğince davranmak. kuru hasır (veya kilim) üstünde kalmak * aç, parasız, evsiz kalmak. kuru hava * Nemi çok az olan hava. kuru iftira * Gerçekle hiçbir ilişiği, hiçbir dayanağı olmayan iftira. kuru incir * Özel olarak güneşte kurutulan incir. kuru kafa * Başiskeleti.
* Akılsız kafa.
* Tırtıllarıpatates yaprağıyiyen, alt kanatlarısarı, üstü kahverengi bir tür kelebek (Acherantia adrophos).kuru kahve * Dövülmüşveya çekilmişkahve. kuru kahveci * Kuru kahve hazırlayıp satan kimse.
* Kuru kahve satılan yer.kuru kahvecilik * Kuru kahve yapma veya satma işi. kuru kalabalık * Hiçbir işyapmayan insan topluluğu.
* Hiçbir işe yaramayan, kırık dökük eşya.kuru kayısı * Kayısının kurutulmuşu. kuru kemik * Çok zayıf kimse. kuru köfte * Kıyma ve ekmek içi ile yapılıp tavada kızartılan köfte. kuru kuruya * Boşuna, boşu boşuna, yararsız yere.
* Kuru olarak, yanında başka bir içecek veya yiyecek olmaksızın.kuru kuyu * Pis suyun toprak altına sızdırılmasında kullanılan, duvarlarıharçsız kuyu. kuru lâf * Gerçekleşmeyeceği belli olan boşve anlamsız söz. kuru meyve * Yaşmeyvenin kurutulmuşu.
* Olgunlaşınca dışkabuğu kuruyan meyve.kuru öksürük * Balgam çıkarılmayan öksürük. kuru pasta * Tuzlu veya tatlı, kremasız çörek. kuru pil * Akıntıyapmaması için elektroliti soğurucu bir maddeyle kaplıpil. kuru sebze * Yaşsebzelerin kurutulmuşu. kuru sıkı * Yalnız barutla sıkılanmıştüfek veya fişek dolgusu.
* Korku vermek veya yıldırmak için söylenen söz, yapılan davranış, blöf.kuru soğan * Toprak altında kalan yumru soğanın kurutulmuşu. kuru soğuk * Yağışsız havadaki sert soğuk. kuru söz * Gerçekle ilgisi olmayan, değer taşımayan boşsöz. kuru tahtada kalmak * eşyasıelinden gitmek, çıplak evde oturma durumunda kalmak. kuru tarım * Kurak veya yarıkurak bölgelerde, sulama yapmadan tarladan ürün alınmasıyollarını gösteren tarımsal
tekniklerin bütünü, kuru ziraat.kuru temizleme * Kimyasal maddelerle veya buharla giysi, eşya vb. yi temizleme, ütüleme. kuru temizleyici * Kuru temizleme yapan kimse. kuru üzüm * Haşlanıp ardından güneşte kurutulmak suretiyle hazırlanan iri veya küçük taneli üzüm.
* Yaşüzümün kurutulmuşu. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 162
kuru yemiş * Fındık, fıstık, leblebi gibi yemek dışında yenilen yiyecekler. kuru yemişçi * Kuru yemişsatan kimse veya kuru yemişsatılan yer. kuru yük * Kara ve deniz taşıtlarıyla nakledilen katımadde, ticarî eşya. kuru yük gemisi * Deniz taşımacılığında katımaddeleri taşıma özelliğine göre ima edilen gemi. kuru ziraat * Kuru tarım. kurucu * Bir kurumun, bir işin kurulmasınısağlayan, müessis.
* Bir kuruluşu oluşturan kimse.kuruculuk * Kurma işini yapmak. kuruda kalmak * deniz alçaldığında (gemi) karaya oturmak. kurul * Bir işi yapmak veya yönetmek için görevlendirilmişkişilerden oluşmuştopluluk, heyet, konsey. kurulama * Kurulamak işi. kurulamak * Bir şeyin üzerindeki ıslaklığı gidermek. kurulanış * Kurulanma işi veya biçimi. kurulanma * Kurulanmak işi. kurulanmak * Kurulamak işi yapılmak veya kurulamak işine konu olmak.
* Kendini kurulamak.kurulaşma * Kurulaşmak işi. kurulaşmak * Kuru duruma gelmek.
* Yoksullaşmak, yozlaşmak, muhtevasızlaşmak.kurulayış * Kurulamak işi veya biçimi. kurulma * Kurulmak işi. kurulmak * Kurmak işine konu olmak veya kurmak işi yapılmak.
* Övünür biçimde davranışlarda bulunmak, kasılmak.
* Rahatça oturmak, yerleşmek.kurultay * Ulusal toplantı.
* Bir kuruluşun, temel işleri konuşmak için belli sürelerle veya gerektikçe yaptığı genel toplantı, kongre.
* Eski Türklerde devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığımeclis.kurulu * Kurulmuşolan, yerleşmiş, oturmuş. kurulu düzen * Yerleşmiş, içinde bulunan toplumsal düzen. kuruluk * Kuru olma durumu. kuruluş * Kurulma işi, yolu veya tarihi.
* Topluma hizmet amaç ve göreviyle kurulan her şey, kurum, tesis, müessese.
* Yapı, yapılış, bünye.
* Bir sefer kuvvetini oluşturan birliklerin yapısı.kuruluşlar bütünü * Kompleks. kurum * Ocak bacalarında biriken veya çevrede savrulan kalın is. kurum * Kuruluş, müessese, tesis.
* Evlilik, aile, ortaklık, mülkiyet gibi insanlar tarafından oluşturulan şey, müessese.kurum * Kendini büyük ve önemli gösterme davranışı, büyüklenme, tekebbür, azamet. kurum kurum kurumlanmak (veya kurulmak) * büyüklenmek, böbürlenmek. kurum satmak * böbürlenmek, büyüklenmek. kuruma * Kurumak işi. kurumak * Islaklığını, nemini yitirerek kuru duruma gelmek.
* (bitki) Suyu çekilip cansız duruma gelmek.
* Cılızlaşmak, sıskalaşmak, zayıflamak.
* (akarsu, göl için) Susuz kalmak.
* (bazınesneler için) Yumuşaklığınıyitirmek, sertleşmek.kurumlanış * Kurumlanmak işi veya biçimi. kurumlanma * Kurumlanmak işi. kurumlanmak * Gururlanarak kasılmak.
* Kurum (I) tutmak.kurumlaşma * Kurum niteliği kazandırma, kurum niteliği verme.
* Özellikle politik ve ekonomik alanlarda denetim örgütlerinin, kurumların çoğaltılmasıeğilimi.
* Herhangi bir davranış, düşünüş, inanış biçiminin tarih olarak durağan ve toplumca değer verilen kalıplara
dönüşmesi süreci, müesseseleşme.kurumlaşmak * Kurum durumuna gelmek, müesseseleşmek. kurumlaştırma * Kurumlaştırmak işi. kurumlaştırmak * Kurum durumuna getirmek. kurumlu * Kurum (II) tutmuşolan. kurumlu * Gururlanarak kasılan, mağrur. kurumsal * Kurumla ilgili. kurumsallaşmak * Kurumsal duruma gelmek. kurumsuz * Kurumu olmayan. kuruntu * Yanlışve yersiz düşünce.
* Bir konuyla ilgili kötü ihtimalleri akla getirip tasalanma, işkil, evham, vesvese.
* Olmayacak bir şeyin olacağınısanma, vehim.kuruntu etmek * kötü ihtimalleri düşünüp üzülmek. kuruntucu * Sürekli kuruntuya kapılan (kimse), işkilli, müvesvis. kuruntulu * Kuruntusu olan (kimse), evhamlı, mütevehhim. kuruntusuz * Kuruntusu olmayan. kuruntuya kapılmak * boşyere tasalanmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 163
kurup takma * araç ve cihazların tesisata bağlanması işi, montaj. kuruş * Liranın yüzde biri değerinde Türk parası. kuruş * Kurmak işi veya biçimi. kuruşkuruş * Kuruşu bile hesap ederek. kuruşlandırma * Kuruşlandırmak işi. kuruşlandırmak * Bir listede yer alan her maddenin fiyat tutarınıhesap edip belirtmek. kuruşluk * Herhangi bir kuruşa karşılık olan. kuruşu kuruşuna * Hesap tam çıkartılarak. kurut * Kurutulmuşsüt ürünü. kurutaç * Kurutma kabı. kurutma * Kurutmak işi. kurutma kabı * İçinde nemçeker bir kimyasal madde bulunan ve bazımaddeleri kurutmak veya nemlenmelerini önlemek
için kullanılan kapaklıcam kap, desikatör.kurutma kâğıdı * Yazıda mürekkebin ıslaklığını gidermek için kullanılan nem emici bir tür kâğıt. kurutma makinesi * Yıkanmışve sıkılmışçamaşırlarısıcak hava içinde döndürerek kurutan araç. kurutmaç * Mürekkebi kurutmak için kullanılan kurutma kâğıdıve bunun takılı bulunduğu araç. kurutmak * Suyunu ve ıslaklığını giderip kuru duruma getirmek.
* (bitkiler için) Canlılığınıyitirmek.
* Bazısebze ve meyvelerin buharlaştırılmasıyla kuru bir durum almasını sağlamak.
* Cılız duruma getirmek, zayıflatmak.
* Yiyecek ve içecekleri yiyip bitirmek.
* Uğursuzluk getirmek, yok etmek.kurutmalı * Kurutma sistemi olan. kurutmalık * Kurutmaya yarar, kurutmak için ayrılmış. kurutucu * Nemi, ısıveya hava akımıyla uzaklaştırıp içine konulan maddeleri kurutan alet.
* Boya ve parlatıcıların çabuk kurumalarını sağlamak amacıyla içlerine katılan madde.kurutulma * Kurutulmak işi. kurutulmak * Kurutmak işi yapılmak veya kurutmak işine konu olmak. kurutuş * Kurutma işi veya biçimi. kuruyasıca * İşe yaramaz, kötü anlamında bir ilenme sözü. kuruyuş * Kuruma işi veya biçimi. kurvaziyer * Belirli bir programa göre deniz yolu ile yapılan turistik nitelikte gezi. kurya * Vatikanıyöneten yürütme ve yargılama organlarının bütünü. kurye * Genellikle elçilik postasınıyerine ulaştırmakla görevli kimse.
* Uçakla gönderilen mektup, koli veya havale.
* Düzenli olarak ticarî bir hizmet gören taşıt aracı.kuryelik * Kuryenin görevi. kuskun * Hayvanın kuyruğu altından geçirilerek eyere bağlanan kayış. kuskunlu * Kuskunu olan. kuskunsuz * Kuskunu olmayan.
* Perişan, derbeder.kuskunu düşük * Kuskun yeri sağrıdan aşağı olan at.
* Gözden düşmüşkimse.kuskus * Un, süt, yumurta ile yapılan ufak ve yuvarlak taneler biçiminde kurutulmuşhamur. kuskus çorbası * Kuskus kullanılarak yapılan çorba. kuskus pilâvı * Kuskus kullanılarak yapılan pilâv. kusma * Kusmak işi, istifra. kusmak * Midesinin içindekilerini ağız yolu ile dışarıatmak, kay etmek, istifra etmek.
* Reddetmek.
* (boyanan veya temizlenen şeyler için) Yeniden ortaya çıkmak, dışarıya vermek.
* Birikmişöfkesini söylemek.kusmuk * Kusulan şey. kusturma * Kusturmak işi. kusturmak * Kusmasına yol açmak. kusturucu * Kusturan, kusmaya yol açan.
* Kısa süre içinde kusmaya sebep olan ilâç.kusturuş * Kusturma işi veya biçimi. kusuntu * Kusmuk. kusur * Eksiklik, noksan, nakısa.
* Özür.
* Bilerek veya bilmeyerek bir işi gereği gibi yapmamak.
* Elverişsiz durum.
* Bir şeyden artan kısım, üst, küsur.kusur aramak * yanlışını, eksikliğini, elverişsizliğini aramak. kusur bulmak * bir şeyin özrünü görmek.
* gereğinden çok titiz ve hoşgörüsüz davranmak.kusur etmek (veya etmemek) * hoşkarşılanmayacak bir davranışta bulunmak (veya bulunmamak). kusur işlemek * yanlışdavranışta bulunmak. kusura bakmamak (veya kalmamak) * hoşgörmek. kusurlu * Kusuru olan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 164
kusurluluk * Kusurlu olma durumu. kusursuz * Kusuru olmayan, mükemmel. kusursuzluk * Kusursuz olma durumu. kuş * Yumurtlayan omurgalılardan, akciğerli, sıcak kanlı, vücudu tüylerle örtülü, gagalı, iki ayaklı, iki kanatlı
uçucu hayvanların ortak adı.kuş bakışı * Yüksek bir yerden aşağıya doğru, bütün genişliği içine alacak biçimde bakma.
* Genel olarak.kuş beyinli * Akılsız, aptal. kuş bilimci * Kuş bilimi uzmanı, ornitolog. kuş bilimi * Kuşları inceleyen bilim, ornitoloji. kuşdili * Daha çok çocukların, kelimelerin biçimlerini değiştirerek kelimelerin başına, hecelerin arasına başka kelime
veya hece ekleyerek uydurdukları bir tür konuşma.kuşgibi * çok hafif.
* çabuk işgören, eline ayağına çabuk.kuşgibi (veya kadar) yemek * çok az yemek. kuşgibi çırpınmak * çaresizlik içinde telâşlıdavranmak. kuşgibi uçup gitmek * çok kısa süren bir hastalıkla ölmek.
* çok kısa sürmek, geçmek.kuşkadar canı olmak * küçük, cılız, güçsüz bir yaratık olmak. kuşkafesi * Kuşun içinde barındırıldığıyuva. kuşkafesi gibi * ufak ve güzel (yapı). kuşkanadıyla gitmek * çok hızlı gitmek. kuşkirazı * Gülgillerden, yaprak açmadan önce beyaz çiçek veren, kaplamacılıkta kullanılan yabanî ağaç, ılgıncar,
gelinfeneri (Cerasus padus).
* Bu ağacın reçeli ve likörü yapılan meyvesi.kuşmu konduracak? * “yapacağışey görülmemiş bir sanat eseri mi olacak?” anlamında kullanılır. kuşotu * Yol kenarları, duvar dipleri ve bahçelerde yetişen bir yıllık ve otsu bir bitki (Stellaria media). kuşsütü * “Bulunmayan şey” anlamında bazıdeyimlerde geçer. kuşsütü ile beslemek * hiç eksiksiz, özenle beslemek. kuşsütünden başka her şey var * her türlü yiyecek var. kuştüyü * Yatak, yorgan, yastık doldurmaya yarayan bazıkuşların tüyü.
* Bu tüylerle doldurulmuşolan.kuştüyü gibi * çok yumuşak (oturacak, yatacak yer). kuşuçmaz, kervan geçmez * kimsenin uğramadığııssız ve sapa kır yeri. kuşuçurmamak * hiçbir şeyin veya kimsenin kaçmasına, geçmesine imkân vermemek. kuşuçuşu * İki nokta arasında doğrultu yönünde alınan mesafe. kuşuykusu * Hafif uyku, tavşan uykusu. kuşüzümü * Siyah, çok ufak taneli çekirdeksiz bir üzüm çeşidi. kuşyuvası * Kuşun içinde barındığıyer. kuşa benzemek (veya dönmek) * bir şey düzeltilmek istenirken komik veya biçimsiz bir duruma gelmek. kuşak * Bele sarılan uzun ve enli kumaş.
* Sağlamlığınıartırmak için, bir şeyin çevresine geçirilen ağaçtan veya metalden bağ.
* Yaklaşık olarak yirmi beş, otuz yıllık yaşkümelerini oluşturan bireyler öbeği, göbek, nesil, batın.
* Yaklaşık olarak aynıyıllarda doğmuş, aynıçağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri
paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuşkişilerin topluluğu.
* Bir küre yüzeyi, paralel iki düzlemle kesildiğinde iki kesitin arasında kalan bölüm.
* Yeryüzünün kutuplar, kutup daireleri ve dönencelerle belirlenen beş bölümünden her biri.
* Yer yüzünde veya herhangi bir gök cisminde belli şartlarısağlayan bölge.
* Henüz birleştirilmemişses ve görüntü taşıyan filmler.kuşak bağlama * Düğün sırasında geline koltuğa verilmesi töreninden önce baba veya başka bir büyük tarafından gelinin şal
kuşak dolama, bağlama, kemer.
* Tarikatlarda, medreselerde belli bir düzeye gelen öğrencilere kuşak takma töreni, kemer bağlama.
* Karate, judo gibi Uzak Doğu oyunlarında aşama kaydetme.kuşaklama * Kuşaklamak işi veya biçimi.
* Kuşak durumunda olan.kuşaklamak * Kuşaklarla sağlamlaştırmak. kuşaklı * Kuşağı olan. kuşaksız * Kuşağı olmayan. kuşam * Bkz. giyim kuşam. kuşamlı * Bkz. giyimli kuşamlı. kuşane * Yayvan küçük tencere. kuşanılma * Kuşanılmak işi. kuşanılmak * Kuşanmak işi yapılmak. kuşanış * Kuşanmak işi veya biçimi. kuşanma * Kuşanmak işi. kuşanmak * Beline kuşak, kılıç, kemer gibi şeyler bağlamak.
* Giyinmek.kuşantı * Giyecek, kuşanılacak şey. kuşatılma * Kuşatılmak işi. kuşatılmak * Kuşatmak işi yapılmak, çevresi sarılmak. kuşatış * Kuşatmak işi veya biçimi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 157
kupon * Piyango biçiminde düzenlenmiş, çekilişlerde kesilerek kullanılan basılıparça.
* Değerli kâğıtların (devlet tahvili veya hisse senetleri) üzerinde bulunan ve belirli zamanlarda sahibine faiz
veya kazanç payı olarak belirli bir gelir sağlayan kesilmişparça.
* Yalnız bir giysilik dokunmuş, üstün nitelikte (kumaşparçası).kupür * Kesik. kur * Yabancıparaların ulusal para cinsinden değeri.
* Kurs değeri (II).kur * Karşıcinsten birine ilgi göstererek onun hoşuna gitme, gönlünü kazanmaya çalışma.
* Birinin duygularını okşayacak biçimde davranarak onu elde etmeye çalışma.kur yapmak * karşıcinsten birine ilgi göstererek onun hoşuna gitmek, gönlünü kazanmaya çalışmak.
* birinin duygularını okşayacak biçimde davranarak onu elde etmeye çalışmak.kur’a * Ad çekme. kur’a çekmek * ad çekmek. kur’a efradı * Kur’a çekerek yeni asker olan erler. kurabiye * Un, yağveya badem, fıstık gibi şeylerle yapılan, şekerli küçük çörek. kurabiye gibi * çok gevrek, ağızda dağılıveren (yiyecek). kurabiyeci * Kurabiye yapan veya satan kimse. kurabiyecilik * Kurabiye yapma veya satma işi. kur’acı * Askere alınacak gençlerin belli olması için onlara kur’a çektiren subay. kurada * İşe yaramaz, yıpranmış, eskimiş, bozulmuş(eşya).
* Gelişmemiş, cılız (insan ve hayvan).kurak * (hava, mevsim, yıl için) Yağışsız.
* (toprak için) Nem tutmayan, çabuk kuruyuveren, çorak.kurakçıl * (bitki için) Kurak yerde yetişen, kurak yerden hoşlanan. kuraklık * Kurak olma durumu, kurak hava, yağışsızlık. kural * Bir sanata, bir bilime, bir düşünce ve davranışsistemine temel olan, yön veren ilke.
* Davranışlarımıza yön veren, uyulması gereken ilke.kural dışı * Bkz. kural dışı. kural dışı * Kurala uymayan, kurala aykırı olan, ayrık, müstesna, şaz. kurala aykırı * Bkz. kural dışı. kurala aykırılık * Dil kurallarına aykırı olarak kelime kullanma, kıyasa muhalefet. kuralcı * Kurala, kurallara bağlı olan, kaideci. kuralcılık * Kuralcı olma durumu. kurallaşma * Kurallaşmak işi. kurallaşmak * Kural durumuna gelmek. kurallaştırma * Kurallaştırmak işi. kurallaştırmak * Kural durumuna getirmek. kurallı * Kuralı olan, kurala uygun olan, kaideli, kıyasî. kurallıcümle * Yüklemi sonda yer alan cümle. kuralsız * Kuralı olmayan, kurala uygun olmayan, kaidesiz, gayri kıyasî. kuram * Uygulamalardan bağımsız olarak ele alınan soyut bilgi.
* Belirli bir konuda düşüncelerin, görüşlerin bütünü.
* Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayıaçıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü,
nazariye, teori.Kurama * Türkistan’da yaşayan bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse. kuramcı * Kuram ortaya koyan kimse, kurama bağlı olan kimse, teorisyen. kuramcılık * Kuram ortaya koyma, kurama bağlı olma durumu. kuramlaştırma * Kuramlaştırmak işi. kuramlaştırmak * Kuram durumuna getirmek. kuramsal * Kuramla ilgili, kuram durumunda bulunan, kuram niteliğinde olan, nazarî, teorik. Kur’an * İslâm dininin temel ilkelerini, Hz. Muhammed’e gönderilen Tanrı buyruklarını içeren, Müslümanlığın
temel kitabı, Kur’anıkerim, Kelâmıkadim, Mushaf.Kur’an (veya ekmek) çarpsın! * karşısındakini dediği şeye inandırmak için edilen yemin. kurander * Hava akımı, cereyan. Kur’anıkerim * Kur’an. kur’ası olmak * o yıl askerlik çağına girenlerden olmak. kurbağa * Kurbağalardan, yumurta ile üreyen, yavruları gelişimlerini durgun sularda tamamladıktan sonra kuyruğu ve
solungacıkörelerek karada yaşayabilen, sıçrayarak yurüyen ve suda iyi yüzen küçük hayvan.kurbağa adam * Balık adam. kurbağa balığı * Sıcak ve ılık denizlerde yaşayan kemikli balık (Uranoscopus scaber). kurbağa balığı giller * Sıcak ve ılık denizlerde yaşayan kemikli balıklar familyası. kurbağa otu * Düğün çiçeğigillerden bir bitki (Bufonia). kurbağa testi * Kadının gebe olup olmadığınıanlamak için, idrarının kurbağa karnına şırınga edilmesi yoluyla yapılan test. kurbağa zehiri * Kurbağa zehirigillerden, tatlısularda yaşayan, beyaz çiçekli, yürek biçimi yapraklı bir süs bitkisi
(Hydrocharis). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 158
kurbağa zehirigiller * Bir çeneklilerden, bütünü veya bir kesimi su içinde yaşayan, kurbağa zehri ve benzeri su bitkilerini içine
alan bir familya.kurbağacık * Kurbağa yavrusu, küçük kurbağa.
* Ağız tabanında çıkan bir çeşit küçük ur.
* Küçük İngiliz anahtarı.
* Ayarlanabilir somun anahtarı.
* Pencere çerçevesi gibi yukarıya sürülen şeylerin alt kenarlarına yerleştirilen tutacak.kurbağalama * Kurbağanın yüzmesine benzer yatay hareketler yaparak yüzme.
* Birbirine parelel iki tırmanma sırığına baldırlarıve ayak sırtlarınıkenetleyerek veya dışarıdan diz altına
sıkıştırarak tırmanma.kurbağalar * Omurgalıhayvanlardan, amfibyumlar sınıfına giren bir takım. kurban * Dinin bir buyruğunu veya bir adağıyerine getirmek için kesilen hayvan.
* Müslümanlarda kurban bayramı.
* Bir ülkü uğrunda feda edilen veya kendini feda eden kimse.
* Bir kazada veya felâkette ölen kimse.
* Maddî ve manevî bakımdan felâkete sürüklenmişveya insanî değerlerini yitirmek zorunda kalmışveya
bırakılmışkimse.
* Bazı bölgelerde seslenme sözü olarak kullanılır.Kurban Bayramı * Arabî takvime göre Zilhicce ayının onunda başlayıp dört gün süren ve bu süre içinde yoksullara dağıtılmak
için kurban kesilen dinî bayram.kurban eti * Kesilen kurbanın dağıtılan parçaları. kurban etmek * Bkz. kurban kesmek.
* kendi çıkarı için birini veya bir şeyi feda etmek.kurban gitmek * suçsuz yere ölmek, zarara uğramak. kurban kesmek * din buyruğunu yerine getirmek için bir hayvanıkeserek etini dağıtmak. kurban olayım! * aşırısevgi ve hayranlık anlatır.
* yalvarmak için söylenir.kurban olmak * bir kimse veya bir şey için kendini feda etmek. kurban vermek * can kaybına uğramak. kurbanı olmak * uğruna ıstırap veya büyük üzüntü, sıkıntıçekmek, zarara girmek, ölmek. kurbanlık * Kurban edilmek için ayrılmış, kurban edilmeye uygun. kurbanlık koyun * Kurban olmaya elverişli koyun.
* Başına geleceklerden habersiz.kurca * Karıştırma, kaşıma. kurca çı banı * Kaşıyıp kurcalamaktan azan çı ban. kurcalama * Kurcalamak işi. kurcalamak * Ellemek, karıştırarak bakmak.
* Sivri bir şey sokup karıştırarak zorlamak.
* Karıştırıp azdırmak, tahrişetmek.
* Meşgul ve rahatsız etmek.
* Bir konuyu araştırmak, üstünde durmak, eşelemek.kurcalanış * Kurcalanma işi veya biçimi. kurcalanma * Kurcalanmak işi. kurcalanmak * Kurcalamak işi yapılmak. kurcalayış * Kurcalamak işi veya biçimi. kurçatovyum * Atom numarası104, atom ağırlığı260 olan yapay element. KısaltmasıKu. kurdele * Genişipekli şerit. kurdele balığı * Kurdele balığı gillerden, uzun, yassıvücutlu, pullarıçok küçük, kuyruk yüzgeci ipliğe benzeyen, kemikli bir
Akdeniz balığı, flândra balığı(Cepola rubescens).kurdele balığı giller * Örnek hayvanıkurdele balığı olan balıklar familyası. kurdeleli * Kurdelesi olan. kurdelesiz * Kurdelesi olmayan. kurdeşen * Ciltte çeşitli sebeplerle oluşan kaşıntılıdöküntüler, ürtiker. kurdun oğlu akı bet kurt olur * sonunda kendi karakterini, aslını, düşüncesini atalarına benzer şekilde ortaya koyar. kurdunu kırmak * hevesini almak, isteğini yerine getirmek. kurdurma * Kurdurmak işi. kurdurmak * Kurmak işini yaptırmak. kurdurtma * Kurdurtmak işi veya durumu. kurdurtmak * Kurmak işini yaptırmak. kurgan * İlk Çağda mezar üzerine toprak yığılarak yapılan küçük tepe.
* Kale.
* (arkeolojide) Tepe biçiminde mezar, höyük.kurgu * Bir şeyin zembereğini kurmak için kullanılan araç, anahtar.
* Zembereğin kurulmuşolma durumu.
* Bir bütün oluşturmak için parçalarıtakıp birleştirme işi, montaj.
* Bir filmin değişik süre ve yerlerde çekilen bölümlerini, bir anlam ve uyum bütünlüğü sağlayarak
birleştirme, montaj.
* İşalanına geçmeyip yalnız bilmek ve açıklamak amacını güden düşünce, kuramsal araştırma, spekülâsyon.
* Bir işe hazırlamak için yapılan telkin.kurgu bilimi * Teknolojideki gelişmelere göre ileri düzeyde sayılabilecek buluşlara bağlıkalarak düşünülen veya yapılan iş. kurgucu * Kurgu işini yapan kimse, montajcı. kurguculuk * Kurgu işini yapma, montajcılık. kurgulama * Kurgulamak işi veya durumu. kurgulamak * Bir filmin değişik yerlerde çekilen bölümlerini bir bütün oluşturmak için birleştirmek. kurgulanma * Kurgulanmak işi. kurgulanmak * Kurgu durumuna gelmek. kurgulu * Kurgusu olan. kurgusal * Kurgu ile ilgili, spekülâtif. kurgusuz * Kurgusu olmayan. kurk * Kuluçka, gurk. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 159
kurlağan * Etyaran. kurma * Kurmak işi.
* Kurularak, parçaları birleştirilerek oluşturulan, prefabrike.kurmaca * Tasarlanıp üretilen, tasarlayarak. kurmacılık * Resim ve heykelde, eseri geometrik ögeleri ile kurmayıtemel alan anlayış, konstrüktivizm. kurmak * Bir şeyin oluşmasına yardım eden parçaları birleştirerek bütün durumuna getirmek, monte etmek.
* Hazırlamak.
* (yaylı, zemberekli şeylerde) Yayıveya zembereği germek.
* Gereken şartlarıhazırlayıp kendi kendine olmaya bırakmak.
* (etkisi ve önemi geniş, sürekli şeyler için): Meydana getirmek, tesis etmek.
* Yapmak, inşa etmek.
* Yapmak, oluşturmak.
* Ortaklık sağlamak.
* Belli bir işte beraber çalışacak kimseleri belirlemek.
* Bir araya getirmek, toplamak.
* Gizlice hazırlamak, tasarlamak.
* Düşünmek.
* Aklına koymak.
* Zihinde büyütmek.
* Bir kimseyi dedikodu veya telkinlerle başkasına karşıöfkelendirmek.
* Sağlamak, oluşturmak.kurmay * Harp akademilerine girerek eğitimlerini başarıyla bitirmişsubay, erkânıharp.
* Kurmaylık yetkisi ve niteliği olan (subay).kurmay başkanı * Ordu, tümen, tugay gibi birliklerde ve askerî akademilerde karargâh subayı. kurmaylık * Kurmay olma durumu. kurna * Hamamlarda, musluk altında, içinde su biriktirilen, yuvarlak ve çoğunlukla mermer veya taştekne. kurnalı * Kurnası olan. kurnasız * Kurnası olmayan. kurnaz * Kolay kanmayan, başkalarınıkandırmasınıve ufak tefek oyunlarla amacına erişmesini beceren, açıkgöz. kurnazca * Kurnaz bir biçimde, kandırarak, aldatarak. kurnazlaşma * Kurnazlaşmak işi. kurnazlaşmak * Kurnaz duruma girmek. kurnazlık * Kurnaz olma durumu veya kurnazca iş. kuron * Korumak için dişüzerine dişçi tarafından geçirilen metal kaplama. kurs * Yuvarlak ve yassı biçimli nesne, ağırşak.
* Bir gök cisminin teker biçimde görülen yüzü, çörek.kurs * Resmî ve özel kuruluşlarca ilgililere belirli bir konuda bilgi, beceri ve davranışlar kazandırmak amacıyla
düzenlenen ve kısa süreli derslere dayanan eğitim etkinliği, kur.kursağında kalmak * istenilen bir şey gerçekleşememek, yarım kalmak. kursak * Kuşların yemek borusu üzerinde bulunan, yiyeceklerin toplandığıtorba biçiminde şişkin organ.
* Kuşkursağışişirilip kurutularak yapılan veya ona benzetilen şişkin şey.
* Mide.
* Kursak zarı ile yapılmış.
* Böceklerin ve solucanların sindirim kanallarında bulunan, kuşların kursağına benzeyen yapı.kursaklı * Kursağı olan.
* Guatr hastalığı olan (kimse).kursaksız * Kursağı olmayan. kursiyer * Kurs öğrencisi. kurşun * Atom numarası82, atom ağırlığı207,21, yoğunluğu 11,3 olan, 327,4°C de eriyen, yumuşak ve bükülgen,
mavimtırak esmer renkte bir element. KısaltmasıPb.
* Tüfek, tabanca gibi hafif ateşli silâhlarda kullanılan mermi.
* Kurşundan yapılmış.kurşun atmak * silâhla mermi atmak.
* düşmanlık etmek.kurşun dokunmak * mermi isabet etmek. kurşun dökmek * halk inanışına göre erimişkurşunu, hastanın üstünde, içinde su bulunan bir kaba dökerek ortaya çıkan
şekillerin yorumuyla nazar, büyü, hastalık vb. şeyleri önlemek, iyileştirmek.kurşun erimi * Merminin en çok ulaşabildiği uzaklık. kurşun gibi * çok ağır. kurşun grisi * Koyu gri renk. kurşun kalem * Dışıtahta, içi grafitli kalem. kurşun otu * Bkz. dişotu. kurşun rengi * Kurşunun rengi, koyu kül rengi.
* Bu renkte olan.kurşun sıkmak * silâhıateşlemek, mermi yakmak. kurşun tutmak * kurşuna hedef olmak, kurşun değecek gibi olmak. kurşun yağdırmak * çok sayıda kurşun atmak. kurşun yağmuruna tutmak * çok sayıda ve sürekli kurşun atmak. kurşun yemek * vurulmak. kurşuna dizmek * verilen ölüm cezasınıaskerî bir kıtanın attığıkurşunlarla yerine getirmek. kurşuncu * Kurşun satan veya işleyen kimse.
* Kurşun döken kimse.kurşunculuk * Kurşun satma veya işleme.
* Kurşuncunun işi.kurşungeçirmez * Ateşli silâhlardan atılan mermilerin girmesini engelleyecek yapıda ve özellikte olan (yelek, cam vb.). kurşunî * Koyu kül rengi, kurşun rengi.
* Bu renkte olan.kurşunîleşme * Kurşunîleşmek işi. kurşunîleşmek * Kurşunî bir duruma girmek. kurşunlama * Kurşunlamak işi. kurşunlamak * Kurşunla kaplamak.
* Kurşunla mühürlemek.
* Kurşun ile ateşetmek, vurmak.kurşunlanma * Kurşunlanmak işi. kurşunlanmak * Kurşunlamak işi yapılmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 160
kurşunlaşma * Kurşunlaşmak işi. kurşunlaşmak * Kurşun gibi ağırlaşmak. kurşunlu * İçinde kurşun bulunan.
* Kurşunlanmışolan.
* Kubbesi kurşunla örtülü.kurşunsuz * Kurşunu olmayan. kurt * Köpekgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’da yaşayan, gri sarırenkli, yırtıcı, etçil memeli hayvan
(Canis lupus).
* Bir yeri, bir şeyi iyi bilen.
* İşini iyi bilen, aldanmaz, kurnaz.kurt * Yumuşak vücutlu, uzun gövdeli, omurgasız, bacaksız, ayaksız veya çok ilkel ayaklıküçük hayvan.
* Bazı böceklere veya bazı böcek lârvalarına verilen ad.kurt baklası * Acı bakla. kurt bilimci * Kurt (II) bilimi ile uğraşan kimse. kurt bilimi * Solucanların yapılarını, yaşayışlarınıve yaptıklarıhastalıklarla, bu hastalıklara karşımücadeleyi anlatan
asalak bilimi dalı, helmintoloji.kurt dumanlıhavayısever * kötü niyetli kimselerin ortalıktaki karışıklıklardan yararlandıklarınıanlatır. kurt gibi * işini bilir, girişken (kimse). kurt gibi kemirmek (veya yemek) * aşırıderecede kuşku ve tedirginlige düşürmek. kurt kapanı * Güreşte hasmıalta düşürdükten sonra üstüne oturarak uyluklarıarasında ayak bağlama, bir yandan da iki
kolu altından el geçirerek ağırlığı bel üzerine verme.kurt kocayınca çakallara (köpeklere) maskara olur * güç ve yeteneğini yitiren insanlar, basit ve kendini bilmezlerce aşağılanırlar. kurt köpeği * Çoban köpeği, koyun köpeği. kurt kuş * Bütün yaratıklar, bütün canlılar. kurt kuyusu * Dibine ucu sivri bir kazık çakılmışve koni biçiminde kazılmış, tuzak olarak kullanılan derin çukur. kurt mantarı * Tazeyken yenebilen, olgunlaştığında basılınca sporlar saçan, beyaz renkli, yuvarlak biçimli, bazitli bir
mantar (Lycoperdon).kurt masalı * Birini oyalamak, kendini suçsuz göstermek için ileri sürülen gereksiz, inandırıcı olmayan sözler. kurt sineği * Kurtlara dayanan bir sinek türü. kurt yeniği * Kurt tarafından yenilen yer.
* Bkz. bit yeniği.kurtağzı * Gemi ve sandallarda halatın geçmesi için teknenin kenarına tutturulmuş, açık ağız biçiminde metal
parçalara verilen ad.
* Doğramanın birbirine geçen dişleri.kurtarıcı * Kurtaran, halâskâr.
* Kendi hayatınıtehlikeye atarak bir kimseyi, bir topluluğu güç bir durumdan veya yok olmaktan kurtaran
kimse.kurtarıcılık * Kurtarma işi veya biçimi. kurtarılma * Kurtarılmak işi. kurtarılmak * Kurtarmak işi yapılmak veya kurtarmak işine konu olmak. kurtarım * Kurtarmak işi. kurtarış * Kurtarmak işi veya biçimi. kurtarma * Kurtarmak işi. kurtarma aracı * Trafikte arızalanan, kaza geçiren aracıyerinden kaldırıp istenen yere götüren özel donanımlımotorlu araç,
kurtarıcı.kurtarma gemisi * Deniz trafiğinde arızalanan, kaza geçiren gemi, şilep vb. araçlarıuygun bir yere çekip götüren özel
donanımlıdeniz aracı.kurtarma kazısı * Yeni kurulacak olan baraj, göl ve yerleşim yerleri gibi yapıların arazileri içinde bulunan arkeolojik eserlerin
çıkarılması.kurtarmak * Bir canlıyı bir felâketten tehlikeden veya zor durumdan uzaklaştırmak.
* Kurtulmasını sağlamak; uzaklaştırmak.
* Kazandırmak, yeniden ele geçirmek.
* Bir şeye zarar gelmesini önlemek.
* Birinin cezalandırılmasına engel olmak.
* (olumsuz olarak): Bir şeyin değerini karşılamamak.kurtayağı * Damarlıçiçeksizlerden, küçük yapraklarla örtülü ince bir sap görünüşünde olan bir bitki (Lycopodium
clavatum).kurtayağıtozu * Kurtayağının sporlu başaklarından elde edilen, hekimlikte kullanılan sarı bir toz. kurtbağrı * Zeytingillerden, yapraklarımızrağa benzer, çiçekleri beyaz, kokulu ve salkım durumunda olan, çit
yapmakta kullanılan bir süs bitkisi (Ligustrum vulgare).kurtboğan * Çok yıllık otsu bir bitki, boğan otunun bir türü (Aconitum napellus). kurtçuk * Bazıhayvanların, özellikle böceklerin yumurtadan çıktıktan sonra, krizalit veya ergin karakterlerini
kazanmadan önceki evresi, sürfe, lârva.kurtçul * Kurtçuklarla beslenen (hayvan). kurtkıyan * Afrika’da yaşayan sığırcıkgiller familyasının genel adı. kurtlandırma * Kurtlandırmak işi veya durumu. kurtlandırmak * Kurtlanmasına sebep olmak. kurtlanış * Kurtlanmak işi veya biçimi. kurtlanma * Kurtlanmak işi. kurtlanmak * İçinde veya üzerinde kurt üremek.
* Rahat oturmayıp telâşve sabırsızlık göstermek veya sürekli kımıldanmak.
* Bir yerde çok oturmaktan bıkarak gezme gereği duymak.kurtlarınıdökmek * çoktan beri özlediği bir şeyi bol bol yapıp hevesini almak. kurtlaşma * Kurtlaşmak işi. kurtlaşmak * Kurt durumuna gelmek, kurt gibi olmak. kurtlu * İçinde kurt bulunan, kurtlanmış.
* Yerinde rahat duramayan, sürekli kıpırdanan (kimse).kurtluca * Ballı babagillerden, tırmanıcısarıçiçekleri olan, kokusu sarımsağıandıran, göl ve akarsu kıyıları gibi nemli
yerlerde yetişen bir bitki, meşecik, yer meşesi, yer palamudu, su sarımsağı.
* Loğusa otu, zeravent. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 156
kumkazan * Kemirgenlerden, Afrika’nın güneyinde yaşayan bir memeli türü (Bathyergus maritimus). kumkuma * Küçük testi, çömlek.
* Kötü, olumsuz bir özelliği kendinde fazlasıyla toplayan kimse, olay, olgu veya yer.kumla * Kumluk yer, genişkumsal, plâj.
* Güneş banyosu yapmak için düzenlenmişkumsal.kumlama * Çam türü ağaçlarda yıl halkalarıarasındaki görüntü ayrımınıdaha da belirtmek için yüzeye, hava
basıncından yararlanarak kum püskürtme.
* Oyma işlerinde, çukurda kalan yüzeyleri özel dişli araçlarla pütürlendirme.kumlamak * Kumla kaplamak veya kum dökmek. kumlu * İçinde kum bulunan.
* Çok ufak ve sık benekli.kumluk * Kumu çok olan.
* Kumsal.
* Kumluk yer.kumpanya * Daha çok yabancısınaî, ticarî ortaklık.
* Tiyatro topluluğu.
* Aynı görüşü paylaşan, aynıeylemi yapan kimseler topluluğu.kumpas * Dizicilerin harfleri satır durumuna getirirken içine yerleştirdikleri ayarlanabilir demir yuva. kumpas kurmak * gizli bir iş, düzen hazırlamak. kumpir * Kaynamışve kabuğu soyulmadan özel fırında pişirilmişiri patates. kumral * (saç, bıyık, sakal için) Koyu sarıveya açık kestane rengi.
* Bu renkte olan (kimse veya şey).kumru * Güvercinler takımından, güvercinden küçük, boz, gri renkli bir kuş(Streptopelia). kumru gibi * kendi dünyalarına çekilmiş, sevecen. kumsal * Su kıyılarında oluşan kumlu yer, plâj.
* Kumlu.kumsallık * Kumsal olma durumu. kumsuz * Kumu olmayan. kumuç * Sivrisineğe benzer çok küçük bir tür sinek.
* İçine et veya peynir konarak yapılan bir çeşit sigara böreği.Kumuk * Dağıstan’da yaşayan bir Türk boyu ve bu boydan olan kimse. Kumukça * Kumuk dili. kumul * Çöllerde veya deniz kıyılarında rüzgârların yığdığıkum tepesi. -kun * 343 -gın / -gin. kunda * Bir çeşit büyük ve zehirli örümcek. kundak * Yeni doğmuşçocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez.
* Kundağa sarılmış bebek.
* Yangın çıkarmak için bir yere konulan tutuşmuşyağlı bez parçasıvb.
* Saçlarıyemeninin içine alıp bağlama.
* Tüfek gibi bazıateşli silâhlarda bunlarıçeşitli yönlere çevirmeye yarayan, namlunun altında bulunan ağaç
veya metal bölüm.
* Ara bozma, fitne, fesat.
* Arabalarda dingil yatağı.
* Korunmak için sıkısıkıya sarılmışşey.kundak sokmak (veya koymak) * yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuşyağlı bez parçasıkoymak.
* ara bozacak bir söz söylemek veya böyle bir davranışta bulunmak.kundakçı * Yangın çıkarmak için kundak koyan kimse.
* Tüfek kundaklarıyapan kimse.
* Ara bozucu.kundakçılık * Yangın çıkarmak için kundak koyma işi.
* Ara bozuculuk.kundaklama * Kundaklamak işi. kundaklamak * Bebeği kundağa sarmak.
* (bir yeri) Kundakla yakmak.
* Saçlarıyemeninin içine toplayarak bağlamak.
* Tüfek namlusunu kundağa bağlamak.
* Ara bozmak, aldatmak.kundaklanış * Kundaklanma işi veya biçimi. kundaklanma * Kundaklanmak işi. kundaklanmak * Kundaklama işi yapılmak veya kundaklamak işine konu olmak. kundaklayış * Kundaklama işi veya biçimi. kundaklı * Kundağı olan, kundağa sarılmışolan. kundaksız * Kundağı olmayan. kundura * Kaba işlenmiş, bağsız, konçsuz ayakkabı. kunduracı * Kundura yapan veya satan kimse. kunduracılık * Kunduracının işi. kunduru * Başağıdört sıradan oluşan, bir tür sert, sarı, iyi buğday. kunduz * Kemirgenlerden, kuyruğu genişve yassı, art ayak parmaklarının arasıperdeli, ağaçlarıkemirerek beslenen,
su kıyılarında yaşayan, yuvalar ve su setleri kuran, postu değerli bir hayvan (Castor fiber).kunduz böceği * 343 kuduz böceği. kungfu * Kendini savunma temeline dayalı, karateye benzeyen Çin kökenli spor. kunt * Ağır, kalın, dayanıklıve sağlam. kup * Giysi kesimi, kesimle verilen biçim. kupa * Genellikle genişliği derinliğinden çok olan, altın, gümüş, bronz veya kristalden yapılmışayaklıkap.
* Bardak.
* Yarışma ödülü olarak verilen herhangi bir sanat eseri.
* İskambil kâğıtlarının dört grubundan benekleri kırmızı, kalp biçiminde olanı.
* Bir kupanın alabileceği miktarda olan.kupa * Kapalıve yalnız arkada oturulacak yeri olan, dört tekerlekli araba. kupes * İzmaritgillerden, ılıman denizlerde yaşayan bir balık (Boops boops). kupkuru * Çok kuru.
* Belirgin, net.kupkuru etmek * çok kurutmak. kupkuru kesilmek * çok kurumak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 153
kulak asma! * “önemseme, dimleme!” anlamında uyarısözü. kulak asmak (veya asmamak) * önem vermek (vermemek), dinlemek (dinlememek). kulak çivisi * Kağnıda tekerleğin çıkmaması için mazının ucuna takılan çivi. kulak davulu * Kulak zarı. kulak demiri * Pulluklarda, uç demirinin kaldırdığıtoprağıters çeviren demir. kulak dolgunluğu * İşiterek elde edilen bilgi. kulak erimi * Sesin işitilebileceğıuzaklık. kulak kabartmak * belli etmemeye çalışarak dinlemek. kulak kepçesi * Sesi toplayarak orta kulağa göndermeye yarayan, kulağın, yarım daire biçimindeki bölümü. kulak kesilmek * büyük bir dikkatle dinlemek. kulak kıvırmak * tarımda domatesin olgunlaşmasısırasında yapılan bir işlem. kulak kulağa * Gizlice, başkasıduymaksızın. kulak memesi * Kulağın yumuşak ve kıkırdaksız olan alt ucu. kulak misafiri * Yanında konuşulan bir şeyi, konuşmaya katılmadan dinleyen kimse. kulak misafiri olmak * yanında konuşulan bir şeyi konuşmaya katılmadan dinlemek. kulak tıkacı * Çok şiddetli sesleri, gürültüleri hafifletmek için, kulağın içine veya üzerine konulan araç. kulak tıkamak * bir şeyi duymazlıktan gelmek. kulak tırmalamak * (ses için) kulağırahatsız etmek. kulak tırmalayıcı * Kulağırahatsız eden. kulak tozu * Kulağın arkasındaki tümseklik. kulak tozuna vurmak * tam kulağın üstüne vurmak. kulak tutmak * dinlemek, işitmek istemek. kulak vermek * merak edip dinlemek, işitmeye çalışmak. kulak zarı * Dışkulakla orta kulağı birbirine bağlayan zar, kulak davulu. kulakçı * Kulak, burun, boğaz hekimi. kulakçık * Kalbin üst bölümünde bulunan ve biri (sağdaki) anatoplar damarlardan, öbürü (soldaki) akciğer
toplardamarlarından kanıalıp karıncıklara veren iki boşluğun adı, kulacık.kulaklarıdolmak * aynışeyi dinlemekten usanmak. kulaklarıpaslanmak * çoktan beri müzik dinlememişolmak. kulaklarına kadar kızarmak * çok utanmak. kulaklarınıdikmek * (hayvan) dikkat kesilmek. kulaklarınıtıkamak * dinlemek, istememek. kulaklarının pasını gidermek * çoktan beri dinlememişken müzik dinlemek. kulaklı * Kulağıherhangi bir biçimde olan.
* Kulağa benzer çıkıntısı olan.
* Sapının ucunda kulak biçiminde iki genişçatalı bulunan bir çeşit yatağan.
* İki tarafında tutulacak yeri olan yayvan tencere, kazan.kulaklısomun * Yanlarında kanat gibi çıkıntıları olan bir somun türü. kulaklık * Kulaklarısoğuk, rüzgâr gibi dışetkilerden korumak için kulak kepçesini örtecek biçimde yapılmışkılıf.
* Radyo, telefon veya telsizde kulak ile verici arasında ses bağlantısıkurmaya yarayan alıcı.
* Ağır işitenlerin kullandıklarıpilli araç.kulaksız * Kulak kepçesi olmayan. kulaktan * Sadece duyarak, dinleyerek. kulaktan dolma * Başkalarından işitilerek edinilen bilgi. kulaktan kulağa * Bir kimseden bir başkasına, gizlice söyleyerek. kulampara * Oğlancı. kulamparalık * Oğlancılık. kule * Çoğunlukla kare veya silindir biçimindeki yüksek yapı.
* Cihannüma.kulis * Tiyatroda, sahnenin gerisinde ve yanlarında bulunan bölüm.
* Bir işin, bir hareketin iç yüzü, bilinmeyen yönleri.
* Borsa dışında alışverişyeri.kulis çalışması * Kulis faaliyeti. kulis faaliyeti * Toplantıyerlerinde, oturum dışında çeşitli grupların yaptığı gizli girişim veya çalışma. kulis yapmak * herhangi bir toplulukta oturumlar dışında gizli çalışmalar yapmak. kullandırma * Kullandırmak iş. kullandırmak * Kullanmak işini yaptırmak. kullanılma * Kullanılmak işi. kullanılmak * Kullanmak işine konu olmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 154
kullanılmış * Az veya çok bir zaman için başkasının malı olmuş, yeni olmayan, müstamel. kullanım * Kullanma, yararlanma, tasarruf. kullanış * Kullanmak işi veya biçimi. kullanışlı * Rahatça kullanılabilen. kullanışsız * Kullanılması güç, kullanılmaya elverişli olmayan. kullanma * Kullanmak işi, istimal. kullanmak * Bir şeyden belli bir amaçla yararlanmak.
* Bir kimseyi bir hizmette bulundurmak, çalıştırmak.
* İşletmek, değerlendirmek.
* Giymek, takmak.
* Bir şeye alışmışolmak, içmek.
* (kelime için) Yazmak, söylemek.
* Harcamak, sarf etmek.
* (birinden veya bir şeyden) Amacına ulaşmak için yararlanmak, onu amacına alet etmek, sömürmek,
istismar etmek.
* Araç veya aleti işletmek, yönetmek.kullap * İplik üzerine sırma sarmaya yarar bir dolap.
* Bir tür menteşe.kullaşma * Kullaşmak işi veya durumu. kullaşmak * Kul durumuna gelmek. kulluk * Kul olma durumu, kölelik.
* Kulun yaptığı iş.
* Kamu düzenini korumakla görevli daire, karakol.kulluk etmek * kul olmak. kulluk kölelik * Birinin buyruklarına boyun eğerek yaşama durumu. kullukçu * Kullukta görevli yeniçeri. kuloğlu * Ölen evli yeniçerilerin, babaları gibi, ocakta askerlik yapan çocukları. kulp * Kapların, sap gibi halka biçiminde olan tutulacak yeri.
* Uydurma sebep, bahane.kulp takmak * bir kimseyi, bir şeyi kusurlu göstermek için bahane, kusur bulmak. kulplu * Kulpu olan, kulpu bulunan. kulplu beygir * Jimnastik alıştırmalarında destek olarak kullanılan, gövdesinin ortasında gereğinde sökülüp takılabilen
yarım halka biçiminde aralıklı iki kulpu olan araç.kulpsuz * Kulpu olmayan. kulpunu bulmak * yapılacak uygunsuz bir işiçin, yasallığıtartışılabilecek bir çözüm yolu bulmak. kuluçka * Civciv çıkarmış, yumurtaya yatmışveya yatmak üzere kızmışdurumda olan dişi kuşveya dişi kümes
hayvanı, gurk.kuluçka devri * 343 kuluçka dönemi. kuluçka dönemi * Civciv, yavru çıkarmak için, her tür kuşun yumurtalarıüstüne yatması gereken süre.
* Döllenmeden sonra canlı bir organizma oluncaya kadar geçen süre.
* Bir mikrobun vücuda girmesiyle hastalığın belirmesi arasında geçen süre.kuluçka makinesi * Gereken sıcaklığısağlayacak düzeni bulunan ve çok sayıda civciv çıkarmaya yarayan araç. kuluçka olmak * (dişi kuş) yumurtaya yatma zamanı gelmek. kuluçkahane * Kuluçkalık. kuluçkalık * Kuluçka olma durumu.
* Kuluçkada kullanılmaya elverişli.kuluçkaya oturmak (veya yatmak) * dişi kuş civciv çıkarmak icin yumurtaların üzerine yatmak. kulun * Doğumdan altıay sonra kadar olan erkek veya dişi at veya eşek yavrusu. kulun atmak * (kısrak veya eşek) yavru düşürmek. kulunç * Şiddetli ağrıve özellikle omuz ağrısı. kulunç girmek * (bir organda veya vücut bölgesinde) birdenbire veya şiddetli sancı oluşmak, tutulmak. kulunç kırmak * ağrıyan yeri ovmak. kulunlama * Kulunlamak işi. kulunlamak * Kısrak veya eşek yavrulamak. kulunluk * Kısrak veya eşek gibi hayvanlarda döl yatağı. kulunuz * alçak gönüllülük göstermişolmak için ben zamiri yerine kullanılırdı. kulübe * Kerpiç, saman veya ağaçtan yapılmışküçük, basit, ilkel ev.
* Bir yeri beklemekle görevli kimsenin içinde bulunduğu küçük barınak.
* Hayvanlar için yapılmış barınak.
* Alçak gönüllülük göstermek amacıyla “ev” anlamında kullanılır.kulüp * Görüşmek, konuşmak, okumak, spor yapmak gibi amaçlarla yalnız üye olanların toplandıklarıyer.
* Spor derneği.kulüpçü * Kulüp işleten kimse. kulüpçülük * Kulüp yanlısıve kulüp işleriyle uğraşan kimse. kulüpler arası * Birçok kulübün takımlarınıkarşıkarşıya getiren sportif faaliyetler için kullanılır. kulvar * Bazıyarışlarda koşucu veya yüzücünün koştuğu, yüzdüğü yarışşeridi. kulyuç * Genişve derin ağızlımağara. kum * Silisli kütlelerin, kayaların, doğal etkenlerle parçalanarak ufalanmasından oluşan ufak, sert taneciklerin
bütünü.
* Armut, ayva gibi bazımeyvelerin etli bölümlerindeki sert tanecikler.
* Vücuttaki bezlerin, özellikle böbreğin ürettiği ince ve katıtanecikler.kum balığı * Kum balığı gillerden, dişleri ve karın yüzgeçleri olmayan küçük bir balık (Ammodytes). kum balığı giller * Kemikli balıklar takımının, kefallar alt takımına giren bir familya. kum çölü * İnce kumla örtülü çöl. kum engereği * Özellikle Balkanlarda görülen üçgen kafalı iri engerek (Vipera ammodytes).