Kategori: K

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 169

    kuzu kapama * Kemikli kuzu etinin, arpacık soğanı, yeşil soğan, havuç, dereotu ile birlikte ağır ateşte pişirilmesiyle yapılan
    bir yemek türü.
    kuzu kapısı * Büyük bir kapının içinde veya yanında bulunan küçük kapı, kuzuluk.
    kuzu kesilmek * uysallaşmak, sessizleşmek,sakin bir durum almak.
    kuzu kestanesi * Yabanî ağaçlardan elde edilen, küçük, lezzetli bir kestane türü.
    kuzu kuzu * Hiç ses çıkarmadan, karşı gelmeden, uysal bir biçimde.
    kuzu mantarı * Bazitli mantarlardan, çayırlarda, sulak yerlerde yetişen, şapkasıetli, kalın, koni biçiminde, pürüzlü, yenilir
    bir mantar (Boletus edulis).
    kuzu postuna bürünmek * karşısındakini aldatmak için gerçek kişiliğini saklamak, kendini zararsız ve uysal göstermek.
    kuzu sarmaşığı * Boyu 3 m kadar olabilen, tırmanıcı, beyaz sütlü, çok yıllık ve otsu bir bitki (Canvolvulus arvensis).
    kuzugöbeği * Sulak çayırlarda yetişen, şapkasıkalın ve etli, yenir bir mantar çeşidi (Agaricus campestris).
    kuzukulağı * Kara buğdaygillerden, sulak yerlerde yetişen, çiçekleri iki evcikli ve kırmızımtırak bir bitki, yapraklarısalata
    olarak kullanılır (Rumex acetosa).
    kuzukulağıasidi * Oksalik asit.
    kuzulama * (koyun) Yavrulama.
    * Kuzu yürüyüşü gibi emekleme.
    kuzulamak * (koyun) Yavrulamak.
    * (çocuk) Ellerini yere dayayarak dizleri üstünde emeklemek.
    kuzulaşma * Kuzulaşmak işi.
    kuzulaşmak * Kuzu gibi uysal ve zararsız duruma gelmek.
    kuzulu * (koyun için) Kuzusu olan.
    * (meyve ve sebze için) Kendisine bitişik olarak aynıcinsten küçük tanesi olan.
    kuzuluk * Kuzu barınağı, ağıl.
    * Yumuşak huyluluk.
    * Büyük kapıların ortasındaki küçük kapı, kuzu kapısı.
    kuzuluk kapısı * Hanlarda büyük kapıüzerindeki küçük kapı.
    kuzum! * okşamalık, yalvarma veya dikkat çekme anlamlarıtaşıyan bir ünlem.
    -kü * Bkz. -ki.
    Kübalı * Küba halkından olan.
    kübik * Küp ve kesme biçiminde olan.
    * Kübizm akımına uyularak yapılmışolan.
    * Küp (II) biçiminde olan.
    kübist * Kübizmle ilgili olan.
    * Kübizmi uygulayan, kübizm yanlısı(kimse).
    kübizm * Nesneleri geometrik biçimlerde gösteren bir sanat akımı.
    -küç * Bkz. -gıç / -giç.
    küçücük * Çok küçük.
    küçük * Boyutları, benzerlerininkinden daha ufak olan, büyük karşıtı.
    * Eni, boyu az.
    * Daha az yaşlı.
    * Niceliği az olan.
    * Niteliği aşağı olan, bayağı.
    * Geri aşamada.
    * Üstün yeteneği olmayan.
    * Büyümesini, gelişmesini henüz tamamlamışolan.
    * Çocuk.
    * (ses) Kısık, parlak olmayan.
    * Yaş, makam, rütbe, derece bakımından daha aşağı olan (kimse).
    * Küçük abdest.
    küçük abdest * İşeme ihtiyacı, çiş, idrar.
    küçük ad * İlk ad, soyadı olmayan ön ad.
    Küçük Asya * Anadolu.
    küçük ay * Şubat ayı, gücük ay.
    küçük bey * Evin küçük erkek çocuğu.
    * Çıtkırıldım, şımarık genç.
    küçük burjuva * Gelir düzeyi düşük şehirli halk.
    küçük çaplı * Değeri ve ağırlığı az.
    küçük çapta * Belirli bir ölçüde.
    * Yaygın olmayan.
    küçük dağları ben yarattım demek * çok böbürlenmek, kibirlenmek.
    küçük dalga * Orta dalga.
    küçük dil * Damak eteğinin ortasında bulunan küçük uzantı.
    küçük dil ünsüzü * Akciğerlerden gelen havanın art damakta küçük dilin çevresinden sızarak çıkmasıyla oluşan ünsüz: ğ.
    küçük dilini yutmak * şaşırmak, donakalmak.
    küçük düşmek * değeri veya onuru sarsılmak.
    küçük düşürmek * değerini veya şerefini sarsmak.
    küçük gezegen * Bilinen dokuz büyük gezegene göre çok küçük olan gezegen.
    küçük görmek * değer, önem vermemek.
    küçük hanım * Evin kızıveya genç gelini.
    küçük harf * Büyük harflerden ayrı biçimde yazılan harf, minüskül.
    küçük Hindistan cevizi * İki çeneklilerden, sıcak iklimlerde yetişen bir ağaç (Myristica frangrans).
    * Bu ağacın baharat olarak da kullanılan ceviz biçimindeki yemiş.
    küçük kan dolaşımı * Çeşitli organlardan gelen toplardamarların kanısağkulakçık ve sağkarıncığa taşıması, oradan da
    atardamarlarla kanın akciğerlere ulaştırılmasıve oradan sol kulakçığa taşınması düzeni.
    küçük karga * Karga cinsi bir tür kuş.
    küçük köprü * Vücudun, sırt yere dönük olarak avuçlar ve dizler üstünde dayalıve gergin bulunduğu durum, el diz
    köprüsü.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 161

    kurtluk * Kurt olma durumu.
    kurtpençesi * Kara buğdaygillerden 20-50 cm yükseklikte, pembe çiçekleri salkım biçiminde, sap ve kökünde bol tanen
    bulunan çok yıllık otsu bir bitki (Polygonum bistorta).
    kurtsuz * Kurdu olmayan.
    kurttırnağı * 343 kurtpençesi.
    kurtulma * Kurtulmak işi.
    kurtulmak * Tehlikeli veya kötü bir durumu atlatmak.
    * İstenmeyen, sıkıntıveren, hoşlanılmayan bir kimseden, bir yerden, bir durumdan uzaklaşmak.
    * Doğurmak.
    * (bir şey) Bulunduğu veya bağlı olduğu yerden ayrılmak.
    * Bağınıkoparıp kaçmak.
    kurtulmalık * Tutsak veya rehine olan birini kurtarmak için verilen para, fidye, fidyeinecat.
    kurtuluş * Bir şeyden, bir yerden kurtulma, halâs, necat.
    * Bir yerin düşman işgalinden kurtulma günü.
    kuru * Suyu, nemi olmayan, yaşve nemli karşıtı.
    * Yağışalmayan veya üzerinde bitki olmayan.
    * Daha sonra kullanılmak için kurutulmuş, taze ve yeşil karşıtı.
    * (bitki için) Canlılığınıyitirmiş.
    * Arık, sıska, lâgar, kaknem.
    * Salgısı olmayan.
    * Döşenmemiş, çıplak.
    * Katıksız, yanında başka şey olmayan (yiyecek).
    * Etkisi ve sonucu olmayan.
    * Bazıdeyimlerde “yoksunluk, yoksulluk, yalnızlık” bildirir.
    * Heyecanı, tadı olmayan, tekdüze.
    * Akıcı olmayan; duygudan yoksun.
    * Kuru olan şey.
    * Kuru fasulye yemeğinin kısa söylenişi.
    kuru başına kalmak * hayatında veya yanında kimsesi kalmamak, kimsesiz, yalnız kalmak.
    kuru çay * Yeşil çay yapraklarının çeşitli işlemlerden sonra satışa hazır durumu.
    kuru çayır * Yaz aylarında bitkilerinin çoğunun kuruduğu tabiî çayır.
    kuru çeşme * Suyu çekilmişçeşme.
    kuru dere * Suyu olmayan dere.
    kuru duvar * Taşların arasına harç konulmadan örülen duvar.
    kuru ekmek * Katıksız ekmek.
    kuru erik * Eriğin kurutulmuşu.
    kuru fasulye * Fasulye bitkisinin beyaz tohumu.
    * Fasulye tohumundan yapılan etli veya etsiz salçalı, sulu yemek.
    * Yeşil kabuklarından ayıklanıp kurutulmuşfasulye.
    kuru filtre * Hava içindeki kirleri, bezden torbalar yardımıyla ayıran süzgeç.
    kuru gürültü * Gereksiz, önemsiz, sonu alınamayacak söz veya davranış.
    kuru gürültüye pabuç bırakmamak * bir durum karşısında telâşsız, korkusuz, dilediğince davranmak.
    kuru hasır (veya kilim) üstünde kalmak * aç, parasız, evsiz kalmak.
    kuru hava * Nemi çok az olan hava.
    kuru iftira * Gerçekle hiçbir ilişiği, hiçbir dayanağı olmayan iftira.
    kuru incir * Özel olarak güneşte kurutulan incir.
    kuru kafa * Başiskeleti.
    * Akılsız kafa.
    * Tırtıllarıpatates yaprağıyiyen, alt kanatlarısarı, üstü kahverengi bir tür kelebek (Acherantia adrophos).
    kuru kahve * Dövülmüşveya çekilmişkahve.
    kuru kahveci * Kuru kahve hazırlayıp satan kimse.
    * Kuru kahve satılan yer.
    kuru kahvecilik * Kuru kahve yapma veya satma işi.
    kuru kalabalık * Hiçbir işyapmayan insan topluluğu.
    * Hiçbir işe yaramayan, kırık dökük eşya.
    kuru kayısı * Kayısının kurutulmuşu.
    kuru kemik * Çok zayıf kimse.
    kuru köfte * Kıyma ve ekmek içi ile yapılıp tavada kızartılan köfte.
    kuru kuruya * Boşuna, boşu boşuna, yararsız yere.
    * Kuru olarak, yanında başka bir içecek veya yiyecek olmaksızın.
    kuru kuyu * Pis suyun toprak altına sızdırılmasında kullanılan, duvarlarıharçsız kuyu.
    kuru lâf * Gerçekleşmeyeceği belli olan boşve anlamsız söz.
    kuru meyve * Yaşmeyvenin kurutulmuşu.
    * Olgunlaşınca dışkabuğu kuruyan meyve.
    kuru öksürük * Balgam çıkarılmayan öksürük.
    kuru pasta * Tuzlu veya tatlı, kremasız çörek.
    kuru pil * Akıntıyapmaması için elektroliti soğurucu bir maddeyle kaplıpil.
    kuru sebze * Yaşsebzelerin kurutulmuşu.
    kuru sıkı * Yalnız barutla sıkılanmıştüfek veya fişek dolgusu.
    * Korku vermek veya yıldırmak için söylenen söz, yapılan davranış, blöf.
    kuru soğan * Toprak altında kalan yumru soğanın kurutulmuşu.
    kuru soğuk * Yağışsız havadaki sert soğuk.
    kuru söz * Gerçekle ilgisi olmayan, değer taşımayan boşsöz.
    kuru tahtada kalmak * eşyasıelinden gitmek, çıplak evde oturma durumunda kalmak.
    kuru tarım * Kurak veya yarıkurak bölgelerde, sulama yapmadan tarladan ürün alınmasıyollarını gösteren tarımsal
    tekniklerin bütünü, kuru ziraat.
    kuru temizleme * Kimyasal maddelerle veya buharla giysi, eşya vb. yi temizleme, ütüleme.
    kuru temizleyici * Kuru temizleme yapan kimse.
    kuru üzüm * Haşlanıp ardından güneşte kurutulmak suretiyle hazırlanan iri veya küçük taneli üzüm.
    * Yaşüzümün kurutulmuşu.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 162

    kuru yemiş * Fındık, fıstık, leblebi gibi yemek dışında yenilen yiyecekler.
    kuru yemişçi * Kuru yemişsatan kimse veya kuru yemişsatılan yer.
    kuru yük * Kara ve deniz taşıtlarıyla nakledilen katımadde, ticarî eşya.
    kuru yük gemisi * Deniz taşımacılığında katımaddeleri taşıma özelliğine göre ima edilen gemi.
    kuru ziraat * Kuru tarım.
    kurucu * Bir kurumun, bir işin kurulmasınısağlayan, müessis.
    * Bir kuruluşu oluşturan kimse.
    kuruculuk * Kurma işini yapmak.
    kuruda kalmak * deniz alçaldığında (gemi) karaya oturmak.
    kurul * Bir işi yapmak veya yönetmek için görevlendirilmişkişilerden oluşmuştopluluk, heyet, konsey.
    kurulama * Kurulamak işi.
    kurulamak * Bir şeyin üzerindeki ıslaklığı gidermek.
    kurulanış * Kurulanma işi veya biçimi.
    kurulanma * Kurulanmak işi.
    kurulanmak * Kurulamak işi yapılmak veya kurulamak işine konu olmak.
    * Kendini kurulamak.
    kurulaşma * Kurulaşmak işi.
    kurulaşmak * Kuru duruma gelmek.
    * Yoksullaşmak, yozlaşmak, muhtevasızlaşmak.
    kurulayış * Kurulamak işi veya biçimi.
    kurulma * Kurulmak işi.
    kurulmak * Kurmak işine konu olmak veya kurmak işi yapılmak.
    * Övünür biçimde davranışlarda bulunmak, kasılmak.
    * Rahatça oturmak, yerleşmek.
    kurultay * Ulusal toplantı.
    * Bir kuruluşun, temel işleri konuşmak için belli sürelerle veya gerektikçe yaptığı genel toplantı, kongre.
    * Eski Türklerde devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığımeclis.
    kurulu * Kurulmuşolan, yerleşmiş, oturmuş.
    kurulu düzen * Yerleşmiş, içinde bulunan toplumsal düzen.
    kuruluk * Kuru olma durumu.
    kuruluş * Kurulma işi, yolu veya tarihi.
    * Topluma hizmet amaç ve göreviyle kurulan her şey, kurum, tesis, müessese.
    * Yapı, yapılış, bünye.
    * Bir sefer kuvvetini oluşturan birliklerin yapısı.
    kuruluşlar bütünü * Kompleks.
    kurum * Ocak bacalarında biriken veya çevrede savrulan kalın is.
    kurum * Kuruluş, müessese, tesis.
    * Evlilik, aile, ortaklık, mülkiyet gibi insanlar tarafından oluşturulan şey, müessese.
    kurum * Kendini büyük ve önemli gösterme davranışı, büyüklenme, tekebbür, azamet.
    kurum kurum kurumlanmak (veya kurulmak) * büyüklenmek, böbürlenmek.
    kurum satmak * böbürlenmek, büyüklenmek.
    kuruma * Kurumak işi.
    kurumak * Islaklığını, nemini yitirerek kuru duruma gelmek.
    * (bitki) Suyu çekilip cansız duruma gelmek.
    * Cılızlaşmak, sıskalaşmak, zayıflamak.
    * (akarsu, göl için) Susuz kalmak.
    * (bazınesneler için) Yumuşaklığınıyitirmek, sertleşmek.
    kurumlanış * Kurumlanmak işi veya biçimi.
    kurumlanma * Kurumlanmak işi.
    kurumlanmak * Gururlanarak kasılmak.
    * Kurum (I) tutmak.
    kurumlaşma * Kurum niteliği kazandırma, kurum niteliği verme.
    * Özellikle politik ve ekonomik alanlarda denetim örgütlerinin, kurumların çoğaltılmasıeğilimi.
    * Herhangi bir davranış, düşünüş, inanış biçiminin tarih olarak durağan ve toplumca değer verilen kalıplara
    dönüşmesi süreci, müesseseleşme.
    kurumlaşmak * Kurum durumuna gelmek, müesseseleşmek.
    kurumlaştırma * Kurumlaştırmak işi.
    kurumlaştırmak * Kurum durumuna getirmek.
    kurumlu * Kurum (II) tutmuşolan.
    kurumlu * Gururlanarak kasılan, mağrur.
    kurumsal * Kurumla ilgili.
    kurumsallaşmak * Kurumsal duruma gelmek.
    kurumsuz * Kurumu olmayan.
    kuruntu * Yanlışve yersiz düşünce.
    * Bir konuyla ilgili kötü ihtimalleri akla getirip tasalanma, işkil, evham, vesvese.
    * Olmayacak bir şeyin olacağınısanma, vehim.
    kuruntu etmek * kötü ihtimalleri düşünüp üzülmek.
    kuruntucu * Sürekli kuruntuya kapılan (kimse), işkilli, müvesvis.
    kuruntulu * Kuruntusu olan (kimse), evhamlı, mütevehhim.
    kuruntusuz * Kuruntusu olmayan.
    kuruntuya kapılmak * boşyere tasalanmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 163

    kurup takma * araç ve cihazların tesisata bağlanması işi, montaj.
    kuruş * Liranın yüzde biri değerinde Türk parası.
    kuruş * Kurmak işi veya biçimi.
    kuruşkuruş * Kuruşu bile hesap ederek.
    kuruşlandırma * Kuruşlandırmak işi.
    kuruşlandırmak * Bir listede yer alan her maddenin fiyat tutarınıhesap edip belirtmek.
    kuruşluk * Herhangi bir kuruşa karşılık olan.
    kuruşu kuruşuna * Hesap tam çıkartılarak.
    kurut * Kurutulmuşsüt ürünü.
    kurutaç * Kurutma kabı.
    kurutma * Kurutmak işi.
    kurutma kabı * İçinde nemçeker bir kimyasal madde bulunan ve bazımaddeleri kurutmak veya nemlenmelerini önlemek
    için kullanılan kapaklıcam kap, desikatör.
    kurutma kâğıdı * Yazıda mürekkebin ıslaklığını gidermek için kullanılan nem emici bir tür kâğıt.
    kurutma makinesi * Yıkanmışve sıkılmışçamaşırlarısıcak hava içinde döndürerek kurutan araç.
    kurutmaç * Mürekkebi kurutmak için kullanılan kurutma kâğıdıve bunun takılı bulunduğu araç.
    kurutmak * Suyunu ve ıslaklığını giderip kuru duruma getirmek.
    * (bitkiler için) Canlılığınıyitirmek.
    * Bazısebze ve meyvelerin buharlaştırılmasıyla kuru bir durum almasını sağlamak.
    * Cılız duruma getirmek, zayıflatmak.
    * Yiyecek ve içecekleri yiyip bitirmek.
    * Uğursuzluk getirmek, yok etmek.
    kurutmalı * Kurutma sistemi olan.
    kurutmalık * Kurutmaya yarar, kurutmak için ayrılmış.
    kurutucu * Nemi, ısıveya hava akımıyla uzaklaştırıp içine konulan maddeleri kurutan alet.
    * Boya ve parlatıcıların çabuk kurumalarını sağlamak amacıyla içlerine katılan madde.
    kurutulma * Kurutulmak işi.
    kurutulmak * Kurutmak işi yapılmak veya kurutmak işine konu olmak.
    kurutuş * Kurutma işi veya biçimi.
    kuruyasıca * İşe yaramaz, kötü anlamında bir ilenme sözü.
    kuruyuş * Kuruma işi veya biçimi.
    kurvaziyer * Belirli bir programa göre deniz yolu ile yapılan turistik nitelikte gezi.
    kurya * Vatikanıyöneten yürütme ve yargılama organlarının bütünü.
    kurye * Genellikle elçilik postasınıyerine ulaştırmakla görevli kimse.
    * Uçakla gönderilen mektup, koli veya havale.
    * Düzenli olarak ticarî bir hizmet gören taşıt aracı.
    kuryelik * Kuryenin görevi.
    kuskun * Hayvanın kuyruğu altından geçirilerek eyere bağlanan kayış.
    kuskunlu * Kuskunu olan.
    kuskunsuz * Kuskunu olmayan.
    * Perişan, derbeder.
    kuskunu düşük * Kuskun yeri sağrıdan aşağı olan at.
    * Gözden düşmüşkimse.
    kuskus * Un, süt, yumurta ile yapılan ufak ve yuvarlak taneler biçiminde kurutulmuşhamur.
    kuskus çorbası * Kuskus kullanılarak yapılan çorba.
    kuskus pilâvı * Kuskus kullanılarak yapılan pilâv.
    kusma * Kusmak işi, istifra.
    kusmak * Midesinin içindekilerini ağız yolu ile dışarıatmak, kay etmek, istifra etmek.
    * Reddetmek.
    * (boyanan veya temizlenen şeyler için) Yeniden ortaya çıkmak, dışarıya vermek.
    * Birikmişöfkesini söylemek.
    kusmuk * Kusulan şey.
    kusturma * Kusturmak işi.
    kusturmak * Kusmasına yol açmak.
    kusturucu * Kusturan, kusmaya yol açan.
    * Kısa süre içinde kusmaya sebep olan ilâç.
    kusturuş * Kusturma işi veya biçimi.
    kusuntu * Kusmuk.
    kusur * Eksiklik, noksan, nakısa.
    * Özür.
    * Bilerek veya bilmeyerek bir işi gereği gibi yapmamak.
    * Elverişsiz durum.
    * Bir şeyden artan kısım, üst, küsur.
    kusur aramak * yanlışını, eksikliğini, elverişsizliğini aramak.
    kusur bulmak * bir şeyin özrünü görmek.
    * gereğinden çok titiz ve hoşgörüsüz davranmak.
    kusur etmek (veya etmemek) * hoşkarşılanmayacak bir davranışta bulunmak (veya bulunmamak).
    kusur işlemek * yanlışdavranışta bulunmak.
    kusura bakmamak (veya kalmamak) * hoşgörmek.
    kusurlu * Kusuru olan.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 164

    kusurluluk * Kusurlu olma durumu.
    kusursuz * Kusuru olmayan, mükemmel.
    kusursuzluk * Kusursuz olma durumu.
    kuş * Yumurtlayan omurgalılardan, akciğerli, sıcak kanlı, vücudu tüylerle örtülü, gagalı, iki ayaklı, iki kanatlı
    uçucu hayvanların ortak adı.
    kuş bakışı * Yüksek bir yerden aşağıya doğru, bütün genişliği içine alacak biçimde bakma.
    * Genel olarak.
    kuş beyinli * Akılsız, aptal.
    kuş bilimci * Kuş bilimi uzmanı, ornitolog.
    kuş bilimi * Kuşları inceleyen bilim, ornitoloji.
    kuşdili * Daha çok çocukların, kelimelerin biçimlerini değiştirerek kelimelerin başına, hecelerin arasına başka kelime
    veya hece ekleyerek uydurdukları bir tür konuşma.
    kuşgibi * çok hafif.
    * çabuk işgören, eline ayağına çabuk.
    kuşgibi (veya kadar) yemek * çok az yemek.
    kuşgibi çırpınmak * çaresizlik içinde telâşlıdavranmak.
    kuşgibi uçup gitmek * çok kısa süren bir hastalıkla ölmek.
    * çok kısa sürmek, geçmek.
    kuşkadar canı olmak * küçük, cılız, güçsüz bir yaratık olmak.
    kuşkafesi * Kuşun içinde barındırıldığıyuva.
    kuşkafesi gibi * ufak ve güzel (yapı).
    kuşkanadıyla gitmek * çok hızlı gitmek.
    kuşkirazı * Gülgillerden, yaprak açmadan önce beyaz çiçek veren, kaplamacılıkta kullanılan yabanî ağaç, ılgıncar,
    gelinfeneri (Cerasus padus).
    * Bu ağacın reçeli ve likörü yapılan meyvesi.
    kuşmu konduracak? * “yapacağışey görülmemiş bir sanat eseri mi olacak?” anlamında kullanılır.
    kuşotu * Yol kenarları, duvar dipleri ve bahçelerde yetişen bir yıllık ve otsu bir bitki (Stellaria media).
    kuşsütü * “Bulunmayan şey” anlamında bazıdeyimlerde geçer.
    kuşsütü ile beslemek * hiç eksiksiz, özenle beslemek.
    kuşsütünden başka her şey var * her türlü yiyecek var.
    kuştüyü * Yatak, yorgan, yastık doldurmaya yarayan bazıkuşların tüyü.
    * Bu tüylerle doldurulmuşolan.
    kuştüyü gibi * çok yumuşak (oturacak, yatacak yer).
    kuşuçmaz, kervan geçmez * kimsenin uğramadığııssız ve sapa kır yeri.
    kuşuçurmamak * hiçbir şeyin veya kimsenin kaçmasına, geçmesine imkân vermemek.
    kuşuçuşu * İki nokta arasında doğrultu yönünde alınan mesafe.
    kuşuykusu * Hafif uyku, tavşan uykusu.
    kuşüzümü * Siyah, çok ufak taneli çekirdeksiz bir üzüm çeşidi.
    kuşyuvası * Kuşun içinde barındığıyer.
    kuşa benzemek (veya dönmek) * bir şey düzeltilmek istenirken komik veya biçimsiz bir duruma gelmek.
    kuşak * Bele sarılan uzun ve enli kumaş.
    * Sağlamlığınıartırmak için, bir şeyin çevresine geçirilen ağaçtan veya metalden bağ.
    * Yaklaşık olarak yirmi beş, otuz yıllık yaşkümelerini oluşturan bireyler öbeği, göbek, nesil, batın.
    * Yaklaşık olarak aynıyıllarda doğmuş, aynıçağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri
    paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuşkişilerin topluluğu.
    * Bir küre yüzeyi, paralel iki düzlemle kesildiğinde iki kesitin arasında kalan bölüm.
    * Yeryüzünün kutuplar, kutup daireleri ve dönencelerle belirlenen beş bölümünden her biri.
    * Yer yüzünde veya herhangi bir gök cisminde belli şartlarısağlayan bölge.
    * Henüz birleştirilmemişses ve görüntü taşıyan filmler.
    kuşak bağlama * Düğün sırasında geline koltuğa verilmesi töreninden önce baba veya başka bir büyük tarafından gelinin şal
    kuşak dolama, bağlama, kemer.
    * Tarikatlarda, medreselerde belli bir düzeye gelen öğrencilere kuşak takma töreni, kemer bağlama.
    * Karate, judo gibi Uzak Doğu oyunlarında aşama kaydetme.
    kuşaklama * Kuşaklamak işi veya biçimi.
    * Kuşak durumunda olan.
    kuşaklamak * Kuşaklarla sağlamlaştırmak.
    kuşaklı * Kuşağı olan.
    kuşaksız * Kuşağı olmayan.
    kuşam * Bkz. giyim kuşam.
    kuşamlı * Bkz. giyimli kuşamlı.
    kuşane * Yayvan küçük tencere.
    kuşanılma * Kuşanılmak işi.
    kuşanılmak * Kuşanmak işi yapılmak.
    kuşanış * Kuşanmak işi veya biçimi.
    kuşanma * Kuşanmak işi.
    kuşanmak * Beline kuşak, kılıç, kemer gibi şeyler bağlamak.
    * Giyinmek.
    kuşantı * Giyecek, kuşanılacak şey.
    kuşatılma * Kuşatılmak işi.
    kuşatılmak * Kuşatmak işi yapılmak, çevresi sarılmak.
    kuşatış * Kuşatmak işi veya biçimi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 157

    kupon * Piyango biçiminde düzenlenmiş, çekilişlerde kesilerek kullanılan basılıparça.
    * Değerli kâğıtların (devlet tahvili veya hisse senetleri) üzerinde bulunan ve belirli zamanlarda sahibine faiz
    veya kazanç payı olarak belirli bir gelir sağlayan kesilmişparça.
    * Yalnız bir giysilik dokunmuş, üstün nitelikte (kumaşparçası).
    kupür * Kesik.
    kur * Yabancıparaların ulusal para cinsinden değeri.
    * Kurs değeri (II).
    kur * Karşıcinsten birine ilgi göstererek onun hoşuna gitme, gönlünü kazanmaya çalışma.
    * Birinin duygularını okşayacak biçimde davranarak onu elde etmeye çalışma.
    kur yapmak * karşıcinsten birine ilgi göstererek onun hoşuna gitmek, gönlünü kazanmaya çalışmak.
    * birinin duygularını okşayacak biçimde davranarak onu elde etmeye çalışmak.
    kur’a * Ad çekme.
    kur’a çekmek * ad çekmek.
    kur’a efradı * Kur’a çekerek yeni asker olan erler.
    kurabiye * Un, yağveya badem, fıstık gibi şeylerle yapılan, şekerli küçük çörek.
    kurabiye gibi * çok gevrek, ağızda dağılıveren (yiyecek).
    kurabiyeci * Kurabiye yapan veya satan kimse.
    kurabiyecilik * Kurabiye yapma veya satma işi.
    kur’acı * Askere alınacak gençlerin belli olması için onlara kur’a çektiren subay.
    kurada * İşe yaramaz, yıpranmış, eskimiş, bozulmuş(eşya).
    * Gelişmemiş, cılız (insan ve hayvan).
    kurak * (hava, mevsim, yıl için) Yağışsız.
    * (toprak için) Nem tutmayan, çabuk kuruyuveren, çorak.
    kurakçıl * (bitki için) Kurak yerde yetişen, kurak yerden hoşlanan.
    kuraklık * Kurak olma durumu, kurak hava, yağışsızlık.
    kural * Bir sanata, bir bilime, bir düşünce ve davranışsistemine temel olan, yön veren ilke.
    * Davranışlarımıza yön veren, uyulması gereken ilke.
    kural dışı * Bkz. kural dışı.
    kural dışı * Kurala uymayan, kurala aykırı olan, ayrık, müstesna, şaz.
    kurala aykırı * Bkz. kural dışı.
    kurala aykırılık * Dil kurallarına aykırı olarak kelime kullanma, kıyasa muhalefet.
    kuralcı * Kurala, kurallara bağlı olan, kaideci.
    kuralcılık * Kuralcı olma durumu.
    kurallaşma * Kurallaşmak işi.
    kurallaşmak * Kural durumuna gelmek.
    kurallaştırma * Kurallaştırmak işi.
    kurallaştırmak * Kural durumuna getirmek.
    kurallı * Kuralı olan, kurala uygun olan, kaideli, kıyasî.
    kurallıcümle * Yüklemi sonda yer alan cümle.
    kuralsız * Kuralı olmayan, kurala uygun olmayan, kaidesiz, gayri kıyasî.
    kuram * Uygulamalardan bağımsız olarak ele alınan soyut bilgi.
    * Belirli bir konuda düşüncelerin, görüşlerin bütünü.
    * Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayıaçıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü,
    nazariye, teori.
    Kurama * Türkistan’da yaşayan bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse.
    kuramcı * Kuram ortaya koyan kimse, kurama bağlı olan kimse, teorisyen.
    kuramcılık * Kuram ortaya koyma, kurama bağlı olma durumu.
    kuramlaştırma * Kuramlaştırmak işi.
    kuramlaştırmak * Kuram durumuna getirmek.
    kuramsal * Kuramla ilgili, kuram durumunda bulunan, kuram niteliğinde olan, nazarî, teorik.
    Kur’an * İslâm dininin temel ilkelerini, Hz. Muhammed’e gönderilen Tanrı buyruklarını içeren, Müslümanlığın
    temel kitabı, Kur’anıkerim, Kelâmıkadim, Mushaf.
    Kur’an (veya ekmek) çarpsın! * karşısındakini dediği şeye inandırmak için edilen yemin.
    kurander * Hava akımı, cereyan.
    Kur’anıkerim * Kur’an.
    kur’ası olmak * o yıl askerlik çağına girenlerden olmak.
    kurbağa * Kurbağalardan, yumurta ile üreyen, yavruları gelişimlerini durgun sularda tamamladıktan sonra kuyruğu ve
    solungacıkörelerek karada yaşayabilen, sıçrayarak yurüyen ve suda iyi yüzen küçük hayvan.
    kurbağa adam * Balık adam.
    kurbağa balığı * Sıcak ve ılık denizlerde yaşayan kemikli balık (Uranoscopus scaber).
    kurbağa balığı giller * Sıcak ve ılık denizlerde yaşayan kemikli balıklar familyası.
    kurbağa otu * Düğün çiçeğigillerden bir bitki (Bufonia).
    kurbağa testi * Kadının gebe olup olmadığınıanlamak için, idrarının kurbağa karnına şırınga edilmesi yoluyla yapılan test.
    kurbağa zehiri * Kurbağa zehirigillerden, tatlısularda yaşayan, beyaz çiçekli, yürek biçimi yapraklı bir süs bitkisi
    (Hydrocharis).
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 158

    kurbağa zehirigiller * Bir çeneklilerden, bütünü veya bir kesimi su içinde yaşayan, kurbağa zehri ve benzeri su bitkilerini içine
    alan bir familya.
    kurbağacık * Kurbağa yavrusu, küçük kurbağa.
    * Ağız tabanında çıkan bir çeşit küçük ur.
    * Küçük İngiliz anahtarı.
    * Ayarlanabilir somun anahtarı.
    * Pencere çerçevesi gibi yukarıya sürülen şeylerin alt kenarlarına yerleştirilen tutacak.
    kurbağalama * Kurbağanın yüzmesine benzer yatay hareketler yaparak yüzme.
    * Birbirine parelel iki tırmanma sırığına baldırlarıve ayak sırtlarınıkenetleyerek veya dışarıdan diz altına
    sıkıştırarak tırmanma.
    kurbağalar * Omurgalıhayvanlardan, amfibyumlar sınıfına giren bir takım.
    kurban * Dinin bir buyruğunu veya bir adağıyerine getirmek için kesilen hayvan.
    * Müslümanlarda kurban bayramı.
    * Bir ülkü uğrunda feda edilen veya kendini feda eden kimse.
    * Bir kazada veya felâkette ölen kimse.
    * Maddî ve manevî bakımdan felâkete sürüklenmişveya insanî değerlerini yitirmek zorunda kalmışveya
    bırakılmışkimse.
    * Bazı bölgelerde seslenme sözü olarak kullanılır.
    Kurban Bayramı * Arabî takvime göre Zilhicce ayının onunda başlayıp dört gün süren ve bu süre içinde yoksullara dağıtılmak
    için kurban kesilen dinî bayram.
    kurban eti * Kesilen kurbanın dağıtılan parçaları.
    kurban etmek * Bkz. kurban kesmek.
    * kendi çıkarı için birini veya bir şeyi feda etmek.
    kurban gitmek * suçsuz yere ölmek, zarara uğramak.
    kurban kesmek * din buyruğunu yerine getirmek için bir hayvanıkeserek etini dağıtmak.
    kurban olayım! * aşırısevgi ve hayranlık anlatır.
    * yalvarmak için söylenir.
    kurban olmak * bir kimse veya bir şey için kendini feda etmek.
    kurban vermek * can kaybına uğramak.
    kurbanı olmak * uğruna ıstırap veya büyük üzüntü, sıkıntıçekmek, zarara girmek, ölmek.
    kurbanlık * Kurban edilmek için ayrılmış, kurban edilmeye uygun.
    kurbanlık koyun * Kurban olmaya elverişli koyun.
    * Başına geleceklerden habersiz.
    kurca * Karıştırma, kaşıma.
    kurca çı banı * Kaşıyıp kurcalamaktan azan çı ban.
    kurcalama * Kurcalamak işi.
    kurcalamak * Ellemek, karıştırarak bakmak.
    * Sivri bir şey sokup karıştırarak zorlamak.
    * Karıştırıp azdırmak, tahrişetmek.
    * Meşgul ve rahatsız etmek.
    * Bir konuyu araştırmak, üstünde durmak, eşelemek.
    kurcalanış * Kurcalanma işi veya biçimi.
    kurcalanma * Kurcalanmak işi.
    kurcalanmak * Kurcalamak işi yapılmak.
    kurcalayış * Kurcalamak işi veya biçimi.
    kurçatovyum * Atom numarası104, atom ağırlığı260 olan yapay element. KısaltmasıKu.
    kurdele * Genişipekli şerit.
    kurdele balığı * Kurdele balığı gillerden, uzun, yassıvücutlu, pullarıçok küçük, kuyruk yüzgeci ipliğe benzeyen, kemikli bir
    Akdeniz balığı, flândra balığı(Cepola rubescens).
    kurdele balığı giller * Örnek hayvanıkurdele balığı olan balıklar familyası.
    kurdeleli * Kurdelesi olan.
    kurdelesiz * Kurdelesi olmayan.
    kurdeşen * Ciltte çeşitli sebeplerle oluşan kaşıntılıdöküntüler, ürtiker.
    kurdun oğlu akı bet kurt olur * sonunda kendi karakterini, aslını, düşüncesini atalarına benzer şekilde ortaya koyar.
    kurdunu kırmak * hevesini almak, isteğini yerine getirmek.
    kurdurma * Kurdurmak işi.
    kurdurmak * Kurmak işini yaptırmak.
    kurdurtma * Kurdurtmak işi veya durumu.
    kurdurtmak * Kurmak işini yaptırmak.
    kurgan * İlk Çağda mezar üzerine toprak yığılarak yapılan küçük tepe.
    * Kale.
    * (arkeolojide) Tepe biçiminde mezar, höyük.
    kurgu * Bir şeyin zembereğini kurmak için kullanılan araç, anahtar.
    * Zembereğin kurulmuşolma durumu.
    * Bir bütün oluşturmak için parçalarıtakıp birleştirme işi, montaj.
    * Bir filmin değişik süre ve yerlerde çekilen bölümlerini, bir anlam ve uyum bütünlüğü sağlayarak
    birleştirme, montaj.
    * İşalanına geçmeyip yalnız bilmek ve açıklamak amacını güden düşünce, kuramsal araştırma, spekülâsyon.
    * Bir işe hazırlamak için yapılan telkin.
    kurgu bilimi * Teknolojideki gelişmelere göre ileri düzeyde sayılabilecek buluşlara bağlıkalarak düşünülen veya yapılan iş.
    kurgucu * Kurgu işini yapan kimse, montajcı.
    kurguculuk * Kurgu işini yapma, montajcılık.
    kurgulama * Kurgulamak işi veya durumu.
    kurgulamak * Bir filmin değişik yerlerde çekilen bölümlerini bir bütün oluşturmak için birleştirmek.
    kurgulanma * Kurgulanmak işi.
    kurgulanmak * Kurgu durumuna gelmek.
    kurgulu * Kurgusu olan.
    kurgusal * Kurgu ile ilgili, spekülâtif.
    kurgusuz * Kurgusu olmayan.
    kurk * Kuluçka, gurk.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 159

    kurlağan * Etyaran.
    kurma * Kurmak işi.
    * Kurularak, parçaları birleştirilerek oluşturulan, prefabrike.
    kurmaca * Tasarlanıp üretilen, tasarlayarak.
    kurmacılık * Resim ve heykelde, eseri geometrik ögeleri ile kurmayıtemel alan anlayış, konstrüktivizm.
    kurmak * Bir şeyin oluşmasına yardım eden parçaları birleştirerek bütün durumuna getirmek, monte etmek.
    * Hazırlamak.
    * (yaylı, zemberekli şeylerde) Yayıveya zembereği germek.
    * Gereken şartlarıhazırlayıp kendi kendine olmaya bırakmak.
    * (etkisi ve önemi geniş, sürekli şeyler için): Meydana getirmek, tesis etmek.
    * Yapmak, inşa etmek.
    * Yapmak, oluşturmak.
    * Ortaklık sağlamak.
    * Belli bir işte beraber çalışacak kimseleri belirlemek.
    * Bir araya getirmek, toplamak.
    * Gizlice hazırlamak, tasarlamak.
    * Düşünmek.
    * Aklına koymak.
    * Zihinde büyütmek.
    * Bir kimseyi dedikodu veya telkinlerle başkasına karşıöfkelendirmek.
    * Sağlamak, oluşturmak.
    kurmay * Harp akademilerine girerek eğitimlerini başarıyla bitirmişsubay, erkânıharp.
    * Kurmaylık yetkisi ve niteliği olan (subay).
    kurmay başkanı * Ordu, tümen, tugay gibi birliklerde ve askerî akademilerde karargâh subayı.
    kurmaylık * Kurmay olma durumu.
    kurna * Hamamlarda, musluk altında, içinde su biriktirilen, yuvarlak ve çoğunlukla mermer veya taştekne.
    kurnalı * Kurnası olan.
    kurnasız * Kurnası olmayan.
    kurnaz * Kolay kanmayan, başkalarınıkandırmasınıve ufak tefek oyunlarla amacına erişmesini beceren, açıkgöz.
    kurnazca * Kurnaz bir biçimde, kandırarak, aldatarak.
    kurnazlaşma * Kurnazlaşmak işi.
    kurnazlaşmak * Kurnaz duruma girmek.
    kurnazlık * Kurnaz olma durumu veya kurnazca iş.
    kuron * Korumak için dişüzerine dişçi tarafından geçirilen metal kaplama.
    kurs * Yuvarlak ve yassı biçimli nesne, ağırşak.
    * Bir gök cisminin teker biçimde görülen yüzü, çörek.
    kurs * Resmî ve özel kuruluşlarca ilgililere belirli bir konuda bilgi, beceri ve davranışlar kazandırmak amacıyla
    düzenlenen ve kısa süreli derslere dayanan eğitim etkinliği, kur.
    kursağında kalmak * istenilen bir şey gerçekleşememek, yarım kalmak.
    kursak * Kuşların yemek borusu üzerinde bulunan, yiyeceklerin toplandığıtorba biçiminde şişkin organ.
    * Kuşkursağışişirilip kurutularak yapılan veya ona benzetilen şişkin şey.
    * Mide.
    * Kursak zarı ile yapılmış.
    * Böceklerin ve solucanların sindirim kanallarında bulunan, kuşların kursağına benzeyen yapı.
    kursaklı * Kursağı olan.
    * Guatr hastalığı olan (kimse).
    kursaksız * Kursağı olmayan.
    kursiyer * Kurs öğrencisi.
    kurşun * Atom numarası82, atom ağırlığı207,21, yoğunluğu 11,3 olan, 327,4°C de eriyen, yumuşak ve bükülgen,
    mavimtırak esmer renkte bir element. KısaltmasıPb.
    * Tüfek, tabanca gibi hafif ateşli silâhlarda kullanılan mermi.
    * Kurşundan yapılmış.
    kurşun atmak * silâhla mermi atmak.
    * düşmanlık etmek.
    kurşun dokunmak * mermi isabet etmek.
    kurşun dökmek * halk inanışına göre erimişkurşunu, hastanın üstünde, içinde su bulunan bir kaba dökerek ortaya çıkan
    şekillerin yorumuyla nazar, büyü, hastalık vb. şeyleri önlemek, iyileştirmek.
    kurşun erimi * Merminin en çok ulaşabildiği uzaklık.
    kurşun gibi * çok ağır.
    kurşun grisi * Koyu gri renk.
    kurşun kalem * Dışıtahta, içi grafitli kalem.
    kurşun otu * Bkz. dişotu.
    kurşun rengi * Kurşunun rengi, koyu kül rengi.
    * Bu renkte olan.
    kurşun sıkmak * silâhıateşlemek, mermi yakmak.
    kurşun tutmak * kurşuna hedef olmak, kurşun değecek gibi olmak.
    kurşun yağdırmak * çok sayıda kurşun atmak.
    kurşun yağmuruna tutmak * çok sayıda ve sürekli kurşun atmak.
    kurşun yemek * vurulmak.
    kurşuna dizmek * verilen ölüm cezasınıaskerî bir kıtanın attığıkurşunlarla yerine getirmek.
    kurşuncu * Kurşun satan veya işleyen kimse.
    * Kurşun döken kimse.
    kurşunculuk * Kurşun satma veya işleme.
    * Kurşuncunun işi.
    kurşungeçirmez * Ateşli silâhlardan atılan mermilerin girmesini engelleyecek yapıda ve özellikte olan (yelek, cam vb.).
    kurşunî * Koyu kül rengi, kurşun rengi.
    * Bu renkte olan.
    kurşunîleşme * Kurşunîleşmek işi.
    kurşunîleşmek * Kurşunî bir duruma girmek.
    kurşunlama * Kurşunlamak işi.
    kurşunlamak * Kurşunla kaplamak.
    * Kurşunla mühürlemek.
    * Kurşun ile ateşetmek, vurmak.
    kurşunlanma * Kurşunlanmak işi.
    kurşunlanmak * Kurşunlamak işi yapılmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 160

    kurşunlaşma * Kurşunlaşmak işi.
    kurşunlaşmak * Kurşun gibi ağırlaşmak.
    kurşunlu * İçinde kurşun bulunan.
    * Kurşunlanmışolan.
    * Kubbesi kurşunla örtülü.
    kurşunsuz * Kurşunu olmayan.
    kurt * Köpekgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’da yaşayan, gri sarırenkli, yırtıcı, etçil memeli hayvan
    (Canis lupus).
    * Bir yeri, bir şeyi iyi bilen.
    * İşini iyi bilen, aldanmaz, kurnaz.
    kurt * Yumuşak vücutlu, uzun gövdeli, omurgasız, bacaksız, ayaksız veya çok ilkel ayaklıküçük hayvan.
    * Bazı böceklere veya bazı böcek lârvalarına verilen ad.
    kurt baklası * Acı bakla.
    kurt bilimci * Kurt (II) bilimi ile uğraşan kimse.
    kurt bilimi * Solucanların yapılarını, yaşayışlarınıve yaptıklarıhastalıklarla, bu hastalıklara karşımücadeleyi anlatan
    asalak bilimi dalı, helmintoloji.
    kurt dumanlıhavayısever * kötü niyetli kimselerin ortalıktaki karışıklıklardan yararlandıklarınıanlatır.
    kurt gibi * işini bilir, girişken (kimse).
    kurt gibi kemirmek (veya yemek) * aşırıderecede kuşku ve tedirginlige düşürmek.
    kurt kapanı * Güreşte hasmıalta düşürdükten sonra üstüne oturarak uyluklarıarasında ayak bağlama, bir yandan da iki
    kolu altından el geçirerek ağırlığı bel üzerine verme.
    kurt kocayınca çakallara (köpeklere) maskara olur * güç ve yeteneğini yitiren insanlar, basit ve kendini bilmezlerce aşağılanırlar.
    kurt köpeği * Çoban köpeği, koyun köpeği.
    kurt kuş * Bütün yaratıklar, bütün canlılar.
    kurt kuyusu * Dibine ucu sivri bir kazık çakılmışve koni biçiminde kazılmış, tuzak olarak kullanılan derin çukur.
    kurt mantarı * Tazeyken yenebilen, olgunlaştığında basılınca sporlar saçan, beyaz renkli, yuvarlak biçimli, bazitli bir
    mantar (Lycoperdon).
    kurt masalı * Birini oyalamak, kendini suçsuz göstermek için ileri sürülen gereksiz, inandırıcı olmayan sözler.
    kurt sineği * Kurtlara dayanan bir sinek türü.
    kurt yeniği * Kurt tarafından yenilen yer.
    * Bkz. bit yeniği.
    kurtağzı * Gemi ve sandallarda halatın geçmesi için teknenin kenarına tutturulmuş, açık ağız biçiminde metal
    parçalara verilen ad.
    * Doğramanın birbirine geçen dişleri.
    kurtarıcı * Kurtaran, halâskâr.
    * Kendi hayatınıtehlikeye atarak bir kimseyi, bir topluluğu güç bir durumdan veya yok olmaktan kurtaran
    kimse.
    kurtarıcılık * Kurtarma işi veya biçimi.
    kurtarılma * Kurtarılmak işi.
    kurtarılmak * Kurtarmak işi yapılmak veya kurtarmak işine konu olmak.
    kurtarım * Kurtarmak işi.
    kurtarış * Kurtarmak işi veya biçimi.
    kurtarma * Kurtarmak işi.
    kurtarma aracı * Trafikte arızalanan, kaza geçiren aracıyerinden kaldırıp istenen yere götüren özel donanımlımotorlu araç,
    kurtarıcı.
    kurtarma gemisi * Deniz trafiğinde arızalanan, kaza geçiren gemi, şilep vb. araçlarıuygun bir yere çekip götüren özel
    donanımlıdeniz aracı.
    kurtarma kazısı * Yeni kurulacak olan baraj, göl ve yerleşim yerleri gibi yapıların arazileri içinde bulunan arkeolojik eserlerin
    çıkarılması.
    kurtarmak * Bir canlıyı bir felâketten tehlikeden veya zor durumdan uzaklaştırmak.
    * Kurtulmasını sağlamak; uzaklaştırmak.
    * Kazandırmak, yeniden ele geçirmek.
    * Bir şeye zarar gelmesini önlemek.
    * Birinin cezalandırılmasına engel olmak.
    * (olumsuz olarak): Bir şeyin değerini karşılamamak.
    kurtayağı * Damarlıçiçeksizlerden, küçük yapraklarla örtülü ince bir sap görünüşünde olan bir bitki (Lycopodium
    clavatum).
    kurtayağıtozu * Kurtayağının sporlu başaklarından elde edilen, hekimlikte kullanılan sarı bir toz.
    kurtbağrı * Zeytingillerden, yapraklarımızrağa benzer, çiçekleri beyaz, kokulu ve salkım durumunda olan, çit
    yapmakta kullanılan bir süs bitkisi (Ligustrum vulgare).
    kurtboğan * Çok yıllık otsu bir bitki, boğan otunun bir türü (Aconitum napellus).
    kurtçuk * Bazıhayvanların, özellikle böceklerin yumurtadan çıktıktan sonra, krizalit veya ergin karakterlerini
    kazanmadan önceki evresi, sürfe, lârva.
    kurtçul * Kurtçuklarla beslenen (hayvan).
    kurtkıyan * Afrika’da yaşayan sığırcıkgiller familyasının genel adı.
    kurtlandırma * Kurtlandırmak işi veya durumu.
    kurtlandırmak * Kurtlanmasına sebep olmak.
    kurtlanış * Kurtlanmak işi veya biçimi.
    kurtlanma * Kurtlanmak işi.
    kurtlanmak * İçinde veya üzerinde kurt üremek.
    * Rahat oturmayıp telâşve sabırsızlık göstermek veya sürekli kımıldanmak.
    * Bir yerde çok oturmaktan bıkarak gezme gereği duymak.
    kurtlarınıdökmek * çoktan beri özlediği bir şeyi bol bol yapıp hevesini almak.
    kurtlaşma * Kurtlaşmak işi.
    kurtlaşmak * Kurt durumuna gelmek, kurt gibi olmak.
    kurtlu * İçinde kurt bulunan, kurtlanmış.
    * Yerinde rahat duramayan, sürekli kıpırdanan (kimse).
    kurtluca * Ballı babagillerden, tırmanıcısarıçiçekleri olan, kokusu sarımsağıandıran, göl ve akarsu kıyıları gibi nemli
    yerlerde yetişen bir bitki, meşecik, yer meşesi, yer palamudu, su sarımsağı.
    * Loğusa otu, zeravent.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 156

    kumkazan * Kemirgenlerden, Afrika’nın güneyinde yaşayan bir memeli türü (Bathyergus maritimus).
    kumkuma * Küçük testi, çömlek.
    * Kötü, olumsuz bir özelliği kendinde fazlasıyla toplayan kimse, olay, olgu veya yer.
    kumla * Kumluk yer, genişkumsal, plâj.
    * Güneş banyosu yapmak için düzenlenmişkumsal.
    kumlama * Çam türü ağaçlarda yıl halkalarıarasındaki görüntü ayrımınıdaha da belirtmek için yüzeye, hava
    basıncından yararlanarak kum püskürtme.
    * Oyma işlerinde, çukurda kalan yüzeyleri özel dişli araçlarla pütürlendirme.
    kumlamak * Kumla kaplamak veya kum dökmek.
    kumlu * İçinde kum bulunan.
    * Çok ufak ve sık benekli.
    kumluk * Kumu çok olan.
    * Kumsal.
    * Kumluk yer.
    kumpanya * Daha çok yabancısınaî, ticarî ortaklık.
    * Tiyatro topluluğu.
    * Aynı görüşü paylaşan, aynıeylemi yapan kimseler topluluğu.
    kumpas * Dizicilerin harfleri satır durumuna getirirken içine yerleştirdikleri ayarlanabilir demir yuva.
    kumpas kurmak * gizli bir iş, düzen hazırlamak.
    kumpir * Kaynamışve kabuğu soyulmadan özel fırında pişirilmişiri patates.
    kumral * (saç, bıyık, sakal için) Koyu sarıveya açık kestane rengi.
    * Bu renkte olan (kimse veya şey).
    kumru * Güvercinler takımından, güvercinden küçük, boz, gri renkli bir kuş(Streptopelia).
    kumru gibi * kendi dünyalarına çekilmiş, sevecen.
    kumsal * Su kıyılarında oluşan kumlu yer, plâj.
    * Kumlu.
    kumsallık * Kumsal olma durumu.
    kumsuz * Kumu olmayan.
    kumuç * Sivrisineğe benzer çok küçük bir tür sinek.
    * İçine et veya peynir konarak yapılan bir çeşit sigara böreği.
    Kumuk * Dağıstan’da yaşayan bir Türk boyu ve bu boydan olan kimse.
    Kumukça * Kumuk dili.
    kumul * Çöllerde veya deniz kıyılarında rüzgârların yığdığıkum tepesi.
    -kun * 343 -gın / -gin.
    kunda * Bir çeşit büyük ve zehirli örümcek.
    kundak * Yeni doğmuşçocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez.
    * Kundağa sarılmış bebek.
    * Yangın çıkarmak için bir yere konulan tutuşmuşyağlı bez parçasıvb.
    * Saçlarıyemeninin içine alıp bağlama.
    * Tüfek gibi bazıateşli silâhlarda bunlarıçeşitli yönlere çevirmeye yarayan, namlunun altında bulunan ağaç
    veya metal bölüm.
    * Ara bozma, fitne, fesat.
    * Arabalarda dingil yatağı.
    * Korunmak için sıkısıkıya sarılmışşey.
    kundak sokmak (veya koymak) * yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuşyağlı bez parçasıkoymak.
    * ara bozacak bir söz söylemek veya böyle bir davranışta bulunmak.
    kundakçı * Yangın çıkarmak için kundak koyan kimse.
    * Tüfek kundaklarıyapan kimse.
    * Ara bozucu.
    kundakçılık * Yangın çıkarmak için kundak koyma işi.
    * Ara bozuculuk.
    kundaklama * Kundaklamak işi.
    kundaklamak * Bebeği kundağa sarmak.
    * (bir yeri) Kundakla yakmak.
    * Saçlarıyemeninin içine toplayarak bağlamak.
    * Tüfek namlusunu kundağa bağlamak.
    * Ara bozmak, aldatmak.
    kundaklanış * Kundaklanma işi veya biçimi.
    kundaklanma * Kundaklanmak işi.
    kundaklanmak * Kundaklama işi yapılmak veya kundaklamak işine konu olmak.
    kundaklayış * Kundaklama işi veya biçimi.
    kundaklı * Kundağı olan, kundağa sarılmışolan.
    kundaksız * Kundağı olmayan.
    kundura * Kaba işlenmiş, bağsız, konçsuz ayakkabı.
    kunduracı * Kundura yapan veya satan kimse.
    kunduracılık * Kunduracının işi.
    kunduru * Başağıdört sıradan oluşan, bir tür sert, sarı, iyi buğday.
    kunduz * Kemirgenlerden, kuyruğu genişve yassı, art ayak parmaklarının arasıperdeli, ağaçlarıkemirerek beslenen,
    su kıyılarında yaşayan, yuvalar ve su setleri kuran, postu değerli bir hayvan (Castor fiber).
    kunduz böceği * 343 kuduz böceği.
    kungfu * Kendini savunma temeline dayalı, karateye benzeyen Çin kökenli spor.
    kunt * Ağır, kalın, dayanıklıve sağlam.
    kup * Giysi kesimi, kesimle verilen biçim.
    kupa * Genellikle genişliği derinliğinden çok olan, altın, gümüş, bronz veya kristalden yapılmışayaklıkap.
    * Bardak.
    * Yarışma ödülü olarak verilen herhangi bir sanat eseri.
    * İskambil kâğıtlarının dört grubundan benekleri kırmızı, kalp biçiminde olanı.
    * Bir kupanın alabileceği miktarda olan.
    kupa * Kapalıve yalnız arkada oturulacak yeri olan, dört tekerlekli araba.
    kupes * İzmaritgillerden, ılıman denizlerde yaşayan bir balık (Boops boops).
    kupkuru * Çok kuru.
    * Belirgin, net.
    kupkuru etmek * çok kurutmak.
    kupkuru kesilmek * çok kurumak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 153

    kulak asma! * “önemseme, dimleme!” anlamında uyarısözü.
    kulak asmak (veya asmamak) * önem vermek (vermemek), dinlemek (dinlememek).
    kulak çivisi * Kağnıda tekerleğin çıkmaması için mazının ucuna takılan çivi.
    kulak davulu * Kulak zarı.
    kulak demiri * Pulluklarda, uç demirinin kaldırdığıtoprağıters çeviren demir.
    kulak dolgunluğu * İşiterek elde edilen bilgi.
    kulak erimi * Sesin işitilebileceğıuzaklık.
    kulak kabartmak * belli etmemeye çalışarak dinlemek.
    kulak kepçesi * Sesi toplayarak orta kulağa göndermeye yarayan, kulağın, yarım daire biçimindeki bölümü.
    kulak kesilmek * büyük bir dikkatle dinlemek.
    kulak kıvırmak * tarımda domatesin olgunlaşmasısırasında yapılan bir işlem.
    kulak kulağa * Gizlice, başkasıduymaksızın.
    kulak memesi * Kulağın yumuşak ve kıkırdaksız olan alt ucu.
    kulak misafiri * Yanında konuşulan bir şeyi, konuşmaya katılmadan dinleyen kimse.
    kulak misafiri olmak * yanında konuşulan bir şeyi konuşmaya katılmadan dinlemek.
    kulak tıkacı * Çok şiddetli sesleri, gürültüleri hafifletmek için, kulağın içine veya üzerine konulan araç.
    kulak tıkamak * bir şeyi duymazlıktan gelmek.
    kulak tırmalamak * (ses için) kulağırahatsız etmek.
    kulak tırmalayıcı * Kulağırahatsız eden.
    kulak tozu * Kulağın arkasındaki tümseklik.
    kulak tozuna vurmak * tam kulağın üstüne vurmak.
    kulak tutmak * dinlemek, işitmek istemek.
    kulak vermek * merak edip dinlemek, işitmeye çalışmak.
    kulak zarı * Dışkulakla orta kulağı birbirine bağlayan zar, kulak davulu.
    kulakçı * Kulak, burun, boğaz hekimi.
    kulakçık * Kalbin üst bölümünde bulunan ve biri (sağdaki) anatoplar damarlardan, öbürü (soldaki) akciğer
    toplardamarlarından kanıalıp karıncıklara veren iki boşluğun adı, kulacık.
    kulaklarıdolmak * aynışeyi dinlemekten usanmak.
    kulaklarıpaslanmak * çoktan beri müzik dinlememişolmak.
    kulaklarına kadar kızarmak * çok utanmak.
    kulaklarınıdikmek * (hayvan) dikkat kesilmek.
    kulaklarınıtıkamak * dinlemek, istememek.
    kulaklarının pasını gidermek * çoktan beri dinlememişken müzik dinlemek.
    kulaklı * Kulağıherhangi bir biçimde olan.
    * Kulağa benzer çıkıntısı olan.
    * Sapının ucunda kulak biçiminde iki genişçatalı bulunan bir çeşit yatağan.
    * İki tarafında tutulacak yeri olan yayvan tencere, kazan.
    kulaklısomun * Yanlarında kanat gibi çıkıntıları olan bir somun türü.
    kulaklık * Kulaklarısoğuk, rüzgâr gibi dışetkilerden korumak için kulak kepçesini örtecek biçimde yapılmışkılıf.
    * Radyo, telefon veya telsizde kulak ile verici arasında ses bağlantısıkurmaya yarayan alıcı.
    * Ağır işitenlerin kullandıklarıpilli araç.
    kulaksız * Kulak kepçesi olmayan.
    kulaktan * Sadece duyarak, dinleyerek.
    kulaktan dolma * Başkalarından işitilerek edinilen bilgi.
    kulaktan kulağa * Bir kimseden bir başkasına, gizlice söyleyerek.
    kulampara * Oğlancı.
    kulamparalık * Oğlancılık.
    kule * Çoğunlukla kare veya silindir biçimindeki yüksek yapı.
    * Cihannüma.
    kulis * Tiyatroda, sahnenin gerisinde ve yanlarında bulunan bölüm.
    * Bir işin, bir hareketin iç yüzü, bilinmeyen yönleri.
    * Borsa dışında alışverişyeri.
    kulis çalışması * Kulis faaliyeti.
    kulis faaliyeti * Toplantıyerlerinde, oturum dışında çeşitli grupların yaptığı gizli girişim veya çalışma.
    kulis yapmak * herhangi bir toplulukta oturumlar dışında gizli çalışmalar yapmak.
    kullandırma * Kullandırmak iş.
    kullandırmak * Kullanmak işini yaptırmak.
    kullanılma * Kullanılmak işi.
    kullanılmak * Kullanmak işine konu olmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 154

    kullanılmış * Az veya çok bir zaman için başkasının malı olmuş, yeni olmayan, müstamel.
    kullanım * Kullanma, yararlanma, tasarruf.
    kullanış * Kullanmak işi veya biçimi.
    kullanışlı * Rahatça kullanılabilen.
    kullanışsız * Kullanılması güç, kullanılmaya elverişli olmayan.
    kullanma * Kullanmak işi, istimal.
    kullanmak * Bir şeyden belli bir amaçla yararlanmak.
    * Bir kimseyi bir hizmette bulundurmak, çalıştırmak.
    * İşletmek, değerlendirmek.
    * Giymek, takmak.
    * Bir şeye alışmışolmak, içmek.
    * (kelime için) Yazmak, söylemek.
    * Harcamak, sarf etmek.
    * (birinden veya bir şeyden) Amacına ulaşmak için yararlanmak, onu amacına alet etmek, sömürmek,
    istismar etmek.
    * Araç veya aleti işletmek, yönetmek.
    kullap * İplik üzerine sırma sarmaya yarar bir dolap.
    * Bir tür menteşe.
    kullaşma * Kullaşmak işi veya durumu.
    kullaşmak * Kul durumuna gelmek.
    kulluk * Kul olma durumu, kölelik.
    * Kulun yaptığı iş.
    * Kamu düzenini korumakla görevli daire, karakol.
    kulluk etmek * kul olmak.
    kulluk kölelik * Birinin buyruklarına boyun eğerek yaşama durumu.
    kullukçu * Kullukta görevli yeniçeri.
    kuloğlu * Ölen evli yeniçerilerin, babaları gibi, ocakta askerlik yapan çocukları.
    kulp * Kapların, sap gibi halka biçiminde olan tutulacak yeri.
    * Uydurma sebep, bahane.
    kulp takmak * bir kimseyi, bir şeyi kusurlu göstermek için bahane, kusur bulmak.
    kulplu * Kulpu olan, kulpu bulunan.
    kulplu beygir * Jimnastik alıştırmalarında destek olarak kullanılan, gövdesinin ortasında gereğinde sökülüp takılabilen
    yarım halka biçiminde aralıklı iki kulpu olan araç.
    kulpsuz * Kulpu olmayan.
    kulpunu bulmak * yapılacak uygunsuz bir işiçin, yasallığıtartışılabilecek bir çözüm yolu bulmak.
    kuluçka * Civciv çıkarmış, yumurtaya yatmışveya yatmak üzere kızmışdurumda olan dişi kuşveya dişi kümes
    hayvanı, gurk.
    kuluçka devri * 343 kuluçka dönemi.
    kuluçka dönemi * Civciv, yavru çıkarmak için, her tür kuşun yumurtalarıüstüne yatması gereken süre.
    * Döllenmeden sonra canlı bir organizma oluncaya kadar geçen süre.
    * Bir mikrobun vücuda girmesiyle hastalığın belirmesi arasında geçen süre.
    kuluçka makinesi * Gereken sıcaklığısağlayacak düzeni bulunan ve çok sayıda civciv çıkarmaya yarayan araç.
    kuluçka olmak * (dişi kuş) yumurtaya yatma zamanı gelmek.
    kuluçkahane * Kuluçkalık.
    kuluçkalık * Kuluçka olma durumu.
    * Kuluçkada kullanılmaya elverişli.
    kuluçkaya oturmak (veya yatmak) * dişi kuş civciv çıkarmak icin yumurtaların üzerine yatmak.
    kulun * Doğumdan altıay sonra kadar olan erkek veya dişi at veya eşek yavrusu.
    kulun atmak * (kısrak veya eşek) yavru düşürmek.
    kulunç * Şiddetli ağrıve özellikle omuz ağrısı.
    kulunç girmek * (bir organda veya vücut bölgesinde) birdenbire veya şiddetli sancı oluşmak, tutulmak.
    kulunç kırmak * ağrıyan yeri ovmak.
    kulunlama * Kulunlamak işi.
    kulunlamak * Kısrak veya eşek yavrulamak.
    kulunluk * Kısrak veya eşek gibi hayvanlarda döl yatağı.
    kulunuz * alçak gönüllülük göstermişolmak için ben zamiri yerine kullanılırdı.
    kulübe * Kerpiç, saman veya ağaçtan yapılmışküçük, basit, ilkel ev.
    * Bir yeri beklemekle görevli kimsenin içinde bulunduğu küçük barınak.
    * Hayvanlar için yapılmış barınak.
    * Alçak gönüllülük göstermek amacıyla “ev” anlamında kullanılır.
    kulüp * Görüşmek, konuşmak, okumak, spor yapmak gibi amaçlarla yalnız üye olanların toplandıklarıyer.
    * Spor derneği.
    kulüpçü * Kulüp işleten kimse.
    kulüpçülük * Kulüp yanlısıve kulüp işleriyle uğraşan kimse.
    kulüpler arası * Birçok kulübün takımlarınıkarşıkarşıya getiren sportif faaliyetler için kullanılır.
    kulvar * Bazıyarışlarda koşucu veya yüzücünün koştuğu, yüzdüğü yarışşeridi.
    kulyuç * Genişve derin ağızlımağara.
    kum * Silisli kütlelerin, kayaların, doğal etkenlerle parçalanarak ufalanmasından oluşan ufak, sert taneciklerin
    bütünü.
    * Armut, ayva gibi bazımeyvelerin etli bölümlerindeki sert tanecikler.
    * Vücuttaki bezlerin, özellikle böbreğin ürettiği ince ve katıtanecikler.
    kum balığı * Kum balığı gillerden, dişleri ve karın yüzgeçleri olmayan küçük bir balık (Ammodytes).
    kum balığı giller * Kemikli balıklar takımının, kefallar alt takımına giren bir familya.
    kum çölü * İnce kumla örtülü çöl.
    kum engereği * Özellikle Balkanlarda görülen üçgen kafalı iri engerek (Vipera ammodytes).