kütüğe geçirmek | * ana deftere yazmak. |
kütük | * Kalın ağaç gövdesi. * Kesilmişağaç gövdesi. * Kesimden sonra ağaç gövdesinin toprakta kalan bölümü. * Asma fidanı. * Resmî kayıt defteri, ana defter. * Görgüsüz, kaba (kimse). |
kütük gibi | * çok şişmiş. * çok sarhoş. |
kütükleşme | * Kütükleşmek işi. |
kütükleşmek | * Sert ve duygusuz bir duruma gelmek. |
kütüklük | * İçine şarjöre geçirilmiştüfek fişeği konulan ve palaska kayışına geçirilen kösele çanta, fişeklik. |
kütüphane | * Kuruluşamaç ve görevine uygun kitap, film, plâk gibi her türlü düşünce ve sanat ürününü toplayan, düzenleyen ve genel olarak ilgilenen okurlara sunan kuruluş. * Kitap satılan dükkân, kitap evi. |
kütüphaneci | * Kitaplıkta görevli kimse. * Kitaplık bilimci. * Kitap evi sahibi, kitapçı. |
kütüphanecilik | * Kitaplık görevlisinin işi. * Kitaplık bilimi. |
kütür kütür | * Elma, ayva, karpuz gibi gevrek meyveler kesilir veya ısırılırken çıkan sesi anlatır. * Bu türlü ses çıkaran, taze. |
kütürdeme | * Kütürdemek işi. |
kütürdemek | * Kütür kütür diye ses çıkarmak. |
kütürdetme | * Kütürdetmek işi. |
kütürdetmek | * Kütür kütür diye ses çıkartmak. |
kütürtü | * Kütür kütür diye çıkan ses. |
küvet | * İçinde bazışeyler veya el yıkanan kap. * Banyoda içinde yıkanılan tekne. |
Küveytli | * Küveyt halkından olan. |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 177
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 176
küskütük * Çok sarhoş, körkütük. küslük * Küs olma durumu, dargınlık. küsme * Küsmek işi. küsmek * Darılmak.
* Gelişememek, büyüyememek.
* Görevini yerine getirememek.
* Bir madde, herhangi bir sebeple istenilen niteliğini yitirmek.küspe * Hayvan yemi, yakacak ve gübre olarak kullanılan, yağıveya suyu çıkarılmışher türlü yağlıtohum ve bitki
artığı.
* Özü alınmışmeyvelerin kalan bölümü.küstah * Sıra, saygıtanımadan davranan (kimse). küstahça * Küstah, saygısız (bir biçimde). küstahlaşma * Küstahlaşmak işi. küstahlaşmak * Küstah duruma gelmek. küstahlık * Küstah olma durumu veya küstahça davranış. küstahlık etmek * küstahça davranışlarda bulunmak. küstere * Bir çeşit uzun rende.
* Değirmen taşıyapılan taş.
* Bileği çarkı.küstüm otu * Baklagillerden, dokunulduğunda yapraklarıpörsüyen bir bitki, küseğen (Mimosa pudica). küstürme * Küstürmek işi. küstürmek * Küsmesine yol açmak. küsuf * Güneştutulması. küsur * Artan bölümler, geriye kalan bölümler, kesirler.
* Tam sayıdan sonra gelen kesirli sayı.küsurat * Artan, geriye kalan parçalar, kesirler, küsur. küsurlu * Küsuru olan. küsursuz * Küsuru olmayan. küsü * Küskünlük. küsülü * Aralarında dargınlık, küskünlük bulunan. küsüşme * Küsüşmek işi. küsüşmek * Birbirine küsmek, karşılıklıdarılmak. küşade * Açık, açılmış. küşat * Açma, açılış.
* Güzellik, hoşluk.
* Tavlada bir çeşit oyun.küşayiş * Açıklık, ferahlık. küşne * Kara burçak. küşüm * Kuşku.
* Kaygı.küşümlenme * Küşümlenmek işi. küşümlenmek * Kuşkulanmak.
* Kaygılanmak.küt * Kısa ve kalınca; sivri ve uzun olmayan.
* Keskin olmayan.küt * Tahta gibi katışeylere vurulduğunda çıkan sesi anlatır. küt küt * Üst üste küt sesi çıkararak. kütikül * Yaprakların her iki yüzünde bulunan ve suyu sızdırmadığı için bitkinin kurumasına engel olan ince zar.
* Kabukluların ve böceklerin örteneğinin koruyucu, kitinli katmanı.kütin * Bitkilerin kutiküllerini oluşturan, geçirgen olmayan bal mumu yapısında madde. kütinleşme * Selülozun kütin biçimine dönüşmesi. kütle * (katımaddeler için) Büyük parça, küme, yığın.
* Bir yerde toplanmış, bir araya gelmişinsan topluluğu, kitle.
* Belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan topluluğu.
* İnsanların büyük çoğunluğu.
* Bir nesneye uygulanan kuvvetle, oluşan ivme arasındaki orantıyıveren kat sayıveya nesne niceliği.kütleme * Kütlemek işi. kütlemek * Bir yere çarpıp küt diye ses çıkarmak. kütlesel * Kütle ile ilgili olan. kütleşme * Kütleşmek işi. kütleşmek * Küt duruma gelmek. kütleştirme * Kütleştirmek işi veya durumu. kütleştirmek * Küt duruma getirmek. kütletme * Kütletmek işi. kütletmek * Küt diye ses çıkartmak. kütlü * Çekirdekli, çiğitli (pamuk). kütlük * Küt olma durumu. küttedek * Birdenbire ve küt diye ses çıkararak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 170
küçük köyün büyük ağası * büyüklük taslayanlar için söylenir. küçük kumru * Kumru cinsi bir tür kuş. küçük martı * Martıcinsi bir tür kuş. küçük mevlit ayı * Kamer takviminin dördüncü ayı, rebiyülâhır. küçük oynamak * kumarda az para ile oynamak. küçük önerme * Bir tasımda, küçük terimi taşıyan öncül, minor. küçük parmak * Bkz. serçe parmak. küçük sakarca * Sakarya cinsi bir tür kuş. küçük sesli uyumu * Bkz. küçük ünlü uyumu. küçük şalgam * Turpgillerden, çiçekleri kokulu, tohumlarından ışık araçlarında ve sabun yapımında kullanılan bir yağ
çıkarılan, kolzaya benzeyen bir bitki, yağşalgamı(Brassica rapa).küçük tansiyon * Kanın beyin içindeki basıncı. küçük terim * Bir tasımda, vargının konusu olan terim. küçük tövbe ayı * Kamer takviminin altıncıayı, cemaziyülâhır. küçük ünlü uyumu * Türkçe bir kelimede düz ünlülerden (a, e, ı, i) sonra düz ünlülerin, yuvarlak ünlülerden (o,ö,u,ü) sonra dar
yuvarlak (u,ü) veya düz geniş(a,e) ünlülerin gelmesi: Evler. Etek. Salkımlar. Ördek, Okul, Sucuların gibi.Küçükayı * Göğün kuzey kutup bölgesinde, Büyük Ayı’nın tersi durumda, bir takım yıldız, Dübbüasgar. küçükbaş * Kasaplık hayvanlardan koyun ve keçiye verilen ortak ad. küçükçe * Biraz küçük. küçükle küçük, büyükle büyük olmak * her yaştaki kişilere karşıdostça, arkadaşça davranmak.
* her makam ve durumdaki kişilere karşıdostça ve anlayışgösterek davranmak.küçükleşme * Küçükleşmek işi. küçükleşmek * Değerini yitirmek. küçüklü büyüklü * “Küçüğü de büyüğü de birlikte” anlamında kulanılır. küçüklük * Küçük olma durumu.
* İnsana yakışmayacak, insanın değerini azaltacak davranış.küçüksemek * Küçümsemek. küçülme * Küçülmek işi. küçülmek * Büyükken herhangi bir sebeple ufak duruma gelmek.
* Büzülmek, hacimce ufalmak.
* Değer ve onurunu azaltacak davranışta bulunmak.küçültme * Küçültmek işi, tasgir.
* Bir şeyin küçüğünü gösteren söz biçimi.küçültme eki * Kelimelerin anlamına küçüklük, azlık, sevgi, acıma kavramlarıkatan ekler. Türkçede bu kavramlar şu
eklerle sağlanır.küçültmek * Büyükken daha küçük duruma getirmek.
* Değerini ve onurunu azaltmak.
* Yaşını gizleyerek küçük göstermek.küçülüş * Küçülmek işi veya biçimi. küçümen * Benzerlerinden daha küçük olan, pek küçük. küçümencik * İyi ve küçük. küçümseme * Küçümsemek işi. küçümsemek * Değer ve önem vermemek, küçük görmek, küçümsemek. küçümsenme * Küçümsenmek işi. küçümsenmek * Küçümsemek işi yapılmak. küçümseyiş * Küçümsemek işi veya biçimi. küçürek * Biraz küçük. küf * Ekmek, peynir gibi organik maddelerin üzerinde, nem ve ısının etkisiyle oluşan, çoğu yeşil renkli mantar.
* Pas.küf bağlamak (veya tutmak) * küflenmek.
* unutulmak.
* bitmek, kalmamak.küf kokmak * kapalı, nemli yerler gibi ağır kokmak. küf kokusu * Ağır, pis ve bunaltıcıkoku. küf yeşili * (renk için) Açık yeşil. küfe * Genellikle söğüt veya başka ağaç dallarından örülen, yük taşımaya yarayan, kaba ve dayanıklısepet.
* Kaba et, kıç.
* Bir küfenin alabildiği miktar.küfeci * Küfe yapan veya satan kimse.
* Küfe ile sırtında öte beri taşıyan hamal.küfecilik * Küfecinin işi. küfelik * Bir küfeyi dolduracak miktarda.
* Kendi kendine yürüyemeyecek derecede sarhoş(kimse).küfelik olmak * çok sarhoşolmak. küffar * Müslüman olmayanlar, kâfirler. küflendirme * Küflendirmek işi. küflendirmek * Küf bağlamasına yol açmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 171
küflenme * Küflenmek işi. küflenmek * Küf oluşmak.
* Zamanı geçmek, köhneleşmek.
* Çalışma fırsatı bulamayarak özelliklerini veya yeteneğini yitirmek.küfletme * Küflendirme. küfletmek * Küflendirmek. küflü * Küflenmişolan.
* Zamanı geçmiş, köhne.
* Saklanmışaltın para.küflüce * Bkz. mantar hastalığı. küfran * Nankörlük. küfretme * Küfretmek işi, sövme. küfretmek * Sövmek. küfür * Sövme, sövmek için söylenen söz, sövgü.
* Tanrı’nın varlığıve birliği gibi dinin temellerinden sayılan inançları inkâr etme ve bu yolda söylenen söz.
* Olumlu işleri kötü gösterme, varlıkları inkâr etme.küfür küfür * (rüzgâr için) Tatlı, serin ve hafif bir biçimde eserek. küfür savurmak * küfretmek. küfür yemek * kendisine küfredilmek. küfürbaz * Kaba sövgüleri çok kullanan, ağzı bozuk. küfürbazlık * Küfürbaz olma durumu. küfürü basmak * küfretmek. küfüv * Birbirine benzeyen veya yakışan, denk. küheylân * Soylu Arap atı. kükre * Öfke veya cinsel istek yüzünden saldırıcı bir durum alan (hayvan). kükreme * Kükremek işi. kükremek * (aslan) Bağırmak.
* Coşmak, taşkınlık göstermek.
* (deniz, nehir için) Kabarmak, taşmak.
* Kızgınlık ve öfke ile yüksek sesle bağırmak.
* Coşkuyla saldırmak.
* Mayalanıp kabarmak.
* Gür bir biçimde yetişmek.kükreyiş * Kükremek işi veya biçimi. kükürt * Atom numarası16, atom ağırlığı32,06 olan, doğada saf veya başka cisimlerle birleşik olarak bulunan, sarı
renkli, 119 C° de eriyen ve 444 C° de kaynayan element, sulf. KısaltmasıS.kükürt çiçeği * Kükürt buharının birdenbire soğutulmasıyla elde edilen kükürt. kükürtatar * Kükürtlü buhar çıkaran ve üzerinde kükürt biriken alan. kükürtleme * Kükürtlemek işi. kükürtlemek * Toz kükürt serpmek. kükürtlenme * Kükürtlenmek işi. kükürtlenmek * Kükürtlemek işine konu olmak veya kükürtlemek işi yapılmak. kükürtlü * İçinde kükürt bulunan. kükürtsüz * İçinde kükürt bulunmayan. kül * Yanan şeylerden arta kalan toz madde.
* Yanmış bir yapının kalıntısı.kül * Bütün, tüm. kül bağlamak * (ateşiçin) sönmek.
* gücünü, etkisini yitirmek.kül çöreği * Külde pişirilen çörek. kül etmek * yakmak, kavurmak.
* birinin varınıyoğunu yok etmek.kül gibi * (bet beniz için) soluk, renksiz. kül kesilmek * heyacandan rengi solmak. kül olmak * bütünüyle yanmak.
* varınıyoğunu yitirmek.kül rengi * Odunun yanmasıyla oluşan, külün akla kara arasındaki rengi, gri.
* Bu renkte olan.kül rengi et sineği * Eklem bacaklıların böcekler sınıfından, larvalarınıhayvan ölüsü veya et üzerine bırakan bir tür sinek
(Sartophaga carnaria).kül tablası * Sigara külünün, içine dökülüp biriktirildiği cam veya metal kap. kül ufak olmak * çok küçük parçalara ayrılmak. kül yemek (veya yutmak) * kurnazca yapılan bir oyuna düşmek, aldatılmak. külâh * Erkeklerin giydiği genellikle keçeden, ucu sivri veya yüksek başlık.
* İçine bazışeyler koymak için huni biçiminde bükülmüşkâğıt kap.
* Bu kabın alabileceği miktar.
* Oyun, hile.külâh giydirmek * hile ile, oyunla aldatmak. külâh kapmak * düzen, dalavere ile bir işin başına geçmek. külâh peşinde olmak * yalan ve dolanla bir işin başına geçmeye çalışmak. külâh takmak * hile ile, oyunla kandırıp parasınıalmak. külâhçı * Külâh yapan veya satan kimse. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 172
külâhıma anlat! * söylediklerine hiç inanamıyorum, beni kandıramazsın. külâhımsı * Külâha benzer, külâhıandıran. külâhınıhavaya atmak * pek çok sevinmek. külâhınıters giydirmek * çok kurnaz olmak. külâhlarıdeğiştirmek (veya değişmek) * “bozuşmak” anlamıyla ve tehdit olarak kullanılır. külâhlı * Külâhı olan.
* Koni biçiminde tavanı olan.külâhsız * Külâhı olmayan. külbastı * Izgarada pişirilen kemiksiz et. külbastılık * Külbastıyapmaya elverişli olan (et). külçe * Eritilerek kalı ba dökülmüşmaden veya alaşım.
* Yığın durumundaki nesnelerin oluşturduğu küme.
* Külçe durumunda olan.külçe gibi oturmak * yorgun veya bitkin bir durumda çöküvermek. külçeleşme * Külçeleşmek işi. külçeleşmek * Külçe durumuna gelmek.
* Çok yorulmak.küldöken * Kadın, eş. küldür * Bkz. paldır küldür. külek * Bal, yağ, yoğurt gibi şeyler koymaya yarar tahta kova. külfet * Sıkıntılızorluk, yorgunluk.
* Büyük masraf.külfete katlanmak * sıkıntıya, zorluğa önem vermemek. külfetli * Sıkıcı, zor, yorucu, özen isteyen.
* Büyük masraf gerektiren.külfetsiz * Sıkıntısız, kolay, özen istemeyen.
* Az masrafla yapılan.külfetsizce * Külfet altına girmeden, külfete katlanmadan. külhan * Hamamlarıısıtan, hamamın altında bulunan kapalıve genişocak, cehennemlik. külhan makinesi * Enerji üreten makinelerde yanmayısağlayan ana bölüm, yanma hücresi. külhanbeyce * Külhanbeye benzer biçimde, külhanbey gibi. külhanbeyi * Kendilerine özgü giyinişve konuşma biçimleri olan, argo kullanan, başı boş, haylaz delikanlı, kabadayı,
serseri, hayta, külhanî, apaş.külhanbeyi ağzı * Külhanbeye yakışır biçimde konuşma. külhanbeylik * Külhanbeyi olma durumu, kabadayılık.
* Külhanbeyine yakışır davranış.külhancı * Hamam ocağınıyakan kimse. külhanî * Külhanbeyi, kabadayı, serseri, hayta, apaş.
* Hafif sövgü anlamıtaşıyan bir okşama sözü.külkedisi * Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse).
* Uyuşuk, miskin (kimse).
* Pasaklı, görgüsüz (kadın).külleme * Küllemek işi.
* Bir mantarın yaptığı bağhastalığı.küllemek * Genellikle ateşin üzerini külle örtmek. külleniş * Küllenmek işi veya biçimi. küllenme * Küllenmek işi. küllenmek * Genellikle ateşin üzerinde kül oluşmak.
* Bir acı, bir sıkıntıunutulur gibi olmak.küllî * Bütüne ve genele ilişkin.
* Tümel.külliyat * Bir yazarın bütün eserlerini içeren dizi. külliye * Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuşmedrese, imaret, sebil, kitaplık, hastahane gibi çeşitli
yapıların bütünü.külliyen * Bütünüyle, tamamıyla, tamamen. külliyet * Bütünlük, tümlük.
* Çokluk, bolluk.külliyetli * Pek çok, bir hayli. küllü * İçinde veya üzerinde kül bulunan. küllü su * İçinde kül eritilip süzülerek elde edilen su. küllük * Kül ve süprüntü atılan yer, çöplük.
* Sigara tablası.
* Kazan ve sobada küllerin döküldüğü yer.küllük ağzı * Külhanbeylerinin kullandığıdil, argo. külot * Kısa, beli lâstikli iç çamaşırı, don.
* Daha çok binicilerin giydikleri, paçasıdar, üst bölümü genişpantolon.külot pantolon * Bkz. külot. külotlu çorap * Kalçalarıda içine alabilecek biçimde üretilmişçorap. kült * Tapma, tapınma.
* Din.
* Dinî tören, ibadet, âyin.külte * Külçe.
* Kayaç.
* Demet, bağlam. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 173
kültivatör * Toprağıyüzeyden işlemeye yarayan dişli alet. kültür * Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunlarıyaratmada,
sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların
bütünü, hars, ekin.
* Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü.
* Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmişolan biçimi.
* Bireyin kazandığı bilgi.
* Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme.
* Tarım.kültür akımı * Bir toplumun kültüründen bazıöğelerin başka bir topluma geçişi. kültür balıkçılığı * Belli merkezlerde özel olarak hazırlanmışhavuzlarda bilimsel yöntemlerle balık üretme işi. kültür bitkileri * İnsanlarca yetiştirilen bitkilerin bütünü. kültür çevresi * Bir ulusun kültürünü, başka ulusların kültürleriyle ilişki içinde gelişerek katmanlaşmışve bağlılaşmış bir
özellikler bütünü olarak tanımlayan kuram.kültür göçü * Bir kültür motifinin veya kültürel bir uygulamanın bir başka kültüre geçmesi. kültür ortamı * Canlıveya uyku durumunda olan belirli mikroorganizmaların yetiştirmek ve geliştirmek üzere aşılandığı
besin maddeleri ortamı.kültür sarayı * İçinde çeşitli kültür çalışmaları için ayrılmışsalon, işlik, kitaplık vb. yerler bulunan büyük bina. kültür sitesi * Kültüre ve kültürün gelişimine hizmet etmek amacıyla kurulmuşopera, tiyatro, sergi sarayıvb. binalar
topluluğu.kültür varlıkları * Bir bölgede bulunan maddî kültür ürünleri veya eserleri. kültüre alma * Küf mantarıçeşitleri ve bakteri gibi mikroorganizmaların bir kültür ortamında üretilmesi işlemi. kültürel * Kültüre ilişkin, kültürle ilgili. kültürel antropoloji * Bkz. sosyal antropoloji. kültürfizik * Jimnastik. kültürlenme * Kültürlenmek işi veya durumu. kültürlenmek * Bir arada bulunan iki bireyin veya etnik grubun değer yargıları ile kültürel birikiminin özellikleri birbirinden
etkilenerek değişikliğe uğramak.kültürlü * Kültürü gelişmişolan. kültürlülük * Kültürlü olma durumu. kültürsüz * Kültürü olmayan. kültürsüzlük * Kültürsüz olma durumu. külünk * Taşları, kayalarıparçalamakta kullanılan sivri kazma. külünü savurmak * bir şeyi bütünüyle bitirip yok etmek. külüstür * Yıpranmış, eski görünüşlü olan.
* Bakımsız.külüstürlük * Külüstür olma durumu. külyutmaz * Aldanmaz, kolay inanmaz. kümbet * Kubbe.
* Damıkubbe biçiminde olan yapı.
* Kubbe biçiminde toparlak kabartı.küme * Tümsek biçimindeki yığın.
* Birçok canlının veya nesnenin oluşturduğu topluluk, grup.
* Küme biçiminde olan, kümeyi andıran.
* Takımların durum ve nitelikleri göz önünde bulundurularak belli sayıdaki takımdan oluşturulan topluluk,
lig.
* Koşularda, kendiliğinden oluşan yarışçı gruplarının her birine verilen ad.
* Bir dershanede öğrencilerin, belli bir eğitim veya öğretim amacıyla bir süre için oluşturduklarıtakım veya
öbek.küme bulut * Üst bölümleri bembeyaz ve küme durumunda, tabanıda çoğu kez yatay ve esmer bulut, kümülüs. küme çalışması * Öğrencilerin, aralarında seçtikleri bir başkanın kılavuzluğu altında iş birliği yaparak ortak amaçlar
doğrultusunda çalışmalarına imkân sağlayan eğitim yöntemi.küme küme * Kümeler durumunda. kümeden düşme * Bulunduğu kümedeki takımlardan en az puan alarak veya puan eşitliğinde daha kötü averaja sahip olması
yüzünden bir alt kümeye inme, ligden düşme.kümeleme * Kümelemek işi.
* Film yapımınıkolaylaştırmak amacıyla aynıdekor içindeki çekimleri bir araya toplama, oyuncuların çalışma
durumlarını düzenleme.kümelemek * Küme durumuna getirmek, yığmak, biriktirmek. kümeleniş * Kümelenmek işi veya biçimi. kümelenme * Kümelenmek işi. kümelenmek * Bir yere toplanmak, yığılmak. kümeleşim * Bir hastalığa karşıaşılanmışolan veya hastalık geçirmiş bir canlının kanında bulunan maddenin, hastalığın
mikroplarınıküme durumuna getirme olayı, aglütinasyon.kümeleşme * Kümeleşmek işi. kümeleşmek * Küme durumunda toplanmak. kümeli * Kümesi olan. kümes * Tavuk, hindi gibi evcil hayvanların barınmasına yarayan kapalıyer.
* Ufak ev.kümülâtif * Katlanmış, birikmiş, yoğun, kümeli. kümültü * Kırlarda, ormanlarda eğreti olarak yapılmış bekçi veya avcıkulübesi. kümülüs * Küme bulut. -kün * Bkz. -gın/-gin. küncü * Susam (taneleri). künde * Suçluların ayağına bağlanan demir halka, köstek.
* Güreşçinin, hasmınıaltına alıp bir elini önden, ötekini arkadan geçirerek kilitlemesi.
* Düzen, tuzak, oyun, hile.kündeden atmak * aldatarak tuzağa düşürmek. kündeleme * Künde oyununu yapma. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 174
kündelemek * Künde oyununu yapmak. kündeye gelmek * aldanmak, tuzağa düşmek. kündeye getirilmek * aldatılmak, tuzağa düşürülmek. kündeye getirmek * künde de durumuna girmesini sağlamak.
* oyuna getirmek, tuzağa düşürmek.künefe * Sıcak yenilen bir çeşit peynirli tel kadayıf. küney * Güneşe bakan yan, güney, kuzey karşıtı. küngüldeme * Küngüldemek işi. küngüldemek * Uyuklamak.
* Elden ayaktan düşmek.küngürdemek * Küngüldemek. künh * Öz, kök, iç yüz. künhüne varmak * bir şeyin özünü, aslınıanlamak. künk * Pişmiştoprak veya çimentodan yapılmışkalın su borusu. künye * Bir kimsenin adı, soyadı, ülkesi, doğumu, mesleği gibi özelliklerini gösteren kayıt.
* Bu özelliklerin yazılı olduğu bilezik, kolye gibi metalden eşya.
* Soyu sopu ile ilgili kimlik bilgileri.künyesi bozuk * Kötü durumları görülmüşolan, sabıkalı. künyesi gelmek * (savaşta) Bir askerin ölüm haberi kendi evine bildirilmek. künyesini okumak * ayıplarınıyüzüne vurarak bir kimseye sövmek. küp * Su, pekmez, yağgibi sıvılarıveya un, buğday gibi tahıllarısaklamaya yarayan, genişkarınlı, dibi dar toprak
kap.
* Sarhoş.
* Bazıdeyimlerde çokluk, fazlalık bildirir.küp * Birbirine eşit karelerden oluşan altıyüzlü dikdörtgen, mikâp.
* Bir cismin hacminin ölçü birimi.
* Bir sayının üçüncü kuvveti: (43)=4x4x4=64.
* Küp biçiminde nesne.küp gibi * pek şişman. küp şeker * Küp biçiminde altıyüzü olan şeker, kesme şeker. küpe * Kadınların kulak memelerine taktıklarısüs takısı.
* Bazıhayvanların boyunlarının iki yanından sarkan deri uzantıları.küpe çiçeği * Küpe çiçeğigillerin örneği olan süs bitkisi (Fuchsia).
* Bu bitkinin kırmızı, pembe, mor veya beyaz renkli çiçeği.küpe çiçeğigiller * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, küpe çiçeği, yakı otu, göl kestanesi gibi bitkileri içine alan bir familya. küpe dönmek * çok şişmanlamak. küpeli * Küpe takmışolan.
* Küpeye benzer bir deri uzantısı olan.küpelik * Dalyan direklerini dikerken alt ucun batmasını sağlamak için bağlanan taşveya zincir. küpeşte * Gemilerde güverte hizasında ıskarmoz bağlarına tutturulan dikmelerin dışyüzlerine kaplanan kaplamaların
oluşturduğu siperler, borda kaplamalarının en üstü, güverteden yukarıkalan bölümler, parapet.
* Duvarların üzerine, balkon veya pencerelerin içine çimento ve mozayik karışımı ile yapılan dolgu set.küpleği * Küreğin, baltanın sap takılan yeri. küpleme * Karında su birikmesi sebebiyle olan, şişmeyle beliren hastalık. küplere binmek * çok öfkelenmek. küplü * Küpü olan.
* Rakısı bol, ucuz meyhane.
* Çok rakı içen, ayyaş.küpünü doldurmak * eline fırsat geçmişken çokça para biriktirmek. kür * İyi bakım ve ilâç tedavisi.
* Özel tedavi yöntemi.kür yapmak * sağlığıkorumak amacıyla herhangi bir yöntemi bir süre uygulamak. kürar * Güney Amerika yerlilerinin oklarına sürdükleri bitkisel zehir. küraso * Acıportakal kabuğundan yapılan bir içki. kürdan * Dişleri temizlemek için kullanılan küçük araç. kürdan gibi * çok zayıf, incecik, çelimsiz. kürdanlık * Kürdan koymaya yarayan kap. kürdî * Klâsik Türk müziğinde si bemol notasınıandıran perde.
* Dügâh perdesindeki bir makam.kürdîlihicazkâr * Klâsik Türk müziğinde, rast perdesinde bir makam. küre * Bütün noktalarımerkezden aynıuzaklıkta bulunan bir yüzeyle sınırlıcisim.
* Yeryüzü, dünya.küre * Madenci ocağı, maden fırını. küre kuşağı * Bkz. kuşak. kürek * Toprak, kömür gibi şeyleri bir yerden bir yere alıp atmaya, taşımaya yarayan ve yayvan bir bölümü, buna
bağlıuzun bir sapı bulunan araç.
* Küçük deniz teknelerini yürütmeye yarayan, bir ucu yassı, uzun ağaç.
* Kürek cezası.kürek ayaklılar * Pelikanları, kara batakgilleri içine alan kuşlar takımı. kürek cezası * Gemilerde kürek çekme yoluyla uygulanan ceza.
* (daha sonra) Ağır hapis cezası.kürek çekmek * deniz teknesini yürütmek için küreği kullanmak. kürek kadar (veya papuç kadar) dili olmak * saygısızca davrananlar için söylenir. kürek kemiği * Omzun art bölümünde bulunan, üçgen biçiminde genişve ince kemik. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 175
kürek kürek * Kürekler dolusu, pek çok. kürekçi * Kürek yapan veya satan kimse.
* Sandal vb. de kürek çeken kimse.
* Fırın, tren, vapur gibi yerlerde ocağa kürekle kömür atan kimse.kürekçilik * Kürek yapma veya satma işi.
* Sandal vb. de kürek çekme işi.
* Fırın, tren, vapur gibi yerlerde kürekle ocağa kömür atma işi.küreleme * Kürelemek işi. kürelemek * Kürekle atıp temizlemek. kürelenme * Kürelenmek işi. kürelenmek * Kürekle atılmak, kürekle yığılmak. küreme * Küremek işi. küremek * Kürekle atıp temizlemek, kürelemek. küremsi * Küreye benzeyen.
* Eğriliği azar azar değişen ve biçimi küreye yakın olan katıcisim.küresel * Küre ile ilgili olan.
* Küre biçiminde olan, kürevî.küresel gök bilimi * Gök küresindeki cisimlerin yerlerinden söz eden bilim. küresel üçgen * Bir küre yüzeyi üzerine çizilen ve kenarlarıüç büyük çember yayı olan üçgen. küresel valf * Doğal gaz sisteminde gaz akışınıkesmeye yarayan âlet. küreselleşme * Küreselleşmek durumu, globalleşme. küreselleşmek * Dünya milletleri, ekonomi, siyaset ve iletişim bakımlarından birbirine yaklaşma ve bir bütün olmaya
götürmek, globalleşmek.kürevî * Küresel, toparlak. küreyici * Cevher veya posayı, sabit bir makara üzerinden dönüşyapan sonsuz halat aracılığıyla arkaya doğru küreyen
mekanik düzen.küreyve * Yuvar. kürit * Atom numaraları96 ile103 arasında bulunan elementlerin genel adı. küriyum * Aktinitlerden, plütonyum 239 ‘un helyum çekirdekleriyle bombardımanından elde edilen, atom numarası
96 atom ağırlığı248 olan, radyoaktif bir element. KısaltmasıCm.kürk * Bazıhayvanların, giyecek yapmak için işlenmişpostu.
* Kürkten yapılmış.kürk böceği * Kın kanatlılardan, esmer uzun kıllı, kürk, halı, keçe ve yünlüleri kemiren bir böcek (Attegenus pellio). kürkas * Sütleğengillerden, meyve çekirdekleri zehirli bir bitki, Hint fıstığı(Jatropha curcas). kürkçü * Hayvan postlarından kürk hazırlayan veya bu işin ticaretini yapan kimse. kürkçülük * Kürk hazırlama sanatı.
* Kürk ticareti.kürklü * Kürkü olan, kürk giymiş.
* Kürkle süslenmiş.
* Postu kürk olarak kullanılan (hayvan).kürneme * Kürnemek işi. kürnemek * (hayvanlar için) Sıcağın veya soğuğun etkisiyle birbirine sokulup toplanmak. kürsü * Kalabalığa karşısöz söyleyenlerin üzerine çıktıklarıyüksekçe yer.
* Bir fakültede araştırma ve öğretim birimi.
* Sandalye.kürsü başkanı * Üniversitede bir bölümün idarî işlerinden ve eğitim, öğretim, araştırma görevlerinden sorumlu öğretim
üyesi.kürsü hocası * Camilerde kürsiden vaaz veren hoca.
* Üniversitede bir kürsüde görevli olan öğretim üyesi.kürsü şeyhi * Bkz. kürsü hocası. Kürt * Ön Asya’da yaşayan bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse. kürtaj * Vücutta boşluklar içinde bulunan yabancıcisimleri, hasta veya zararlısayılan dokularıkazıyarak alma,
kazıma.
* Döl yatağının içini kazıyıp dölütü alma işi.kürtajcı * Kürtaj yapan (kimse). kürtün * Yük hayvanlarına vurulan semer, palan. kürtün * Rüzgârın etkisiyle kuytu yerlere toplanmışkar yığını. kürüme * Kürümek işi. kürümek * Küremek. küs * Küsmüş, dargın. küs küs * Sessizce ve büzülmüş bir durumda. küseğen * Çabuk ve sık sık küsen (kimse).
* Küstüm otu.küskü * Taşa veya duvara delik açmak için kullanılan uzun, ağır ve bir ucu sivri demir.
* Taşkaldırmakta kullanılan, uzun demir çubuk veya basit, ağaçtan kaldıraç.küskün * Küsmüşolan, gücenik, muğber.
* Gelişmemiş, küçük kalmış.
* Küstüm otu.küskün küskün * Gücenik, dargın bir biçimde. küskünleşme * Küskünleşmek işi. küskünleşmek * Küskün duruma gelmek. küskünlük * Küskün olma durumu, küsü. küsküt * Çit sarmaşığı gillerden, ince uzun ipliksi saplarıyla, asma, baklagiller ve bazımeyve ağaçlarına sarılarak
onlarısömüren, klorofilsiz bir asalak bitki, şeytan saçı(Cuscuta). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 165
kuşatma * Kuşatmak işi, çevirme, çevreleme, sarma, abluka, ihata. kuşatmak * Çevresini sarmak, çevrelemek, çevirmek, ablukaya almak, ihata etmek, muhasara etmek.
* Çevrelemek, çokça bulunmak.
* Kaplamak.
* Bele sarılıp bağlanan şeyleri başkasının beline bağlamak.kuş başı * Küçük bir kuşun başı büyüklüğünde olan (parça). kuş başılı * İçinde kuş başı olan. kuş baz * Süs kuşlarıyetiştiren kuşmeraklısı.
* Padişahların av kuşlarınıyetiştiren görevli.kuş burnu * Yaban gülü ağacıve meyvesi (Rosa canina). kuşçu * Süs kuşlarıyetiştirip satan kimse.
* Saraylarda şahin, doğan gibi avcıkuşların bakımıyla görevli kimse.
* Suç işleyen saray hasekilerini cezalandırmak ve yola getirmekle görevli haseki subayı.kuşçubaşı * Kuşçulardan sorumlu olan üst görevli. kuşçuluk * Kuşyetiştirme merakıveya kuşyetiştirip satma işi. kuşdili * Bir tür diş budak. kuşe * Kaymak kâğıdı. kuşe kâğıdı * Kuşe. kuşekmeği * Turpgillerden, çorak yerlerde yetişen, beyaz veya mor çiçekli, eskiden hekimlikte kullanılmışolan otçul bir
bitki, çoban dağarcığı(Thlaspi).kuşet * Gemi veya tren yatağı. kuşetli * Kuşeti olan. kuşetsiz * Kuşeti olmayan. kuşgömü * Pastırmanın fileto bölümü. kuşhane * İçinde süs kuşları beslenilen ve üretilen küçük oda veya büyük kafes. kuşkanadı * Göz akızarının göz bebeğine doğru bir ok ucu biçiminde ilerlemesi. kuşkonmaz * Zambakgillerden, uç dallarıyapraksı görünüşte, toprak altıkök saplarından çıkan taze sürgünleri yenen bir
bitki (Asparagus officinalis).
* Aynıfamilyadan, saksılarda yetiştirilen, uzun saplı, ince ve küçük yapraklı bir süs bitkisi (Asparagus
plumosus).kuşku * Bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu kestirmemekten doğan kararsızlık, işkil, şüphe.
* Başkalarının iyi niyet ve amaçlarınıkötüye yorarak işkillenme duygusu.kuşku beslemek (veya kuşku duymak) * kuşkulanmak. kuşku uyanmak * işkillenmek, kuşkulanmak, şüphe uyanmak. kuşkucu * Açık bir biçimde kanıtlanmamışher şeyden kuşkuya düşen, şüpheci, septik.
* Kuşkuculuk yanlısı olan, septik.kuşkuculuk * Özellikle doğa ötesi konularda olumlu veya olumsuz yargıda bulunmaktan çekinme temeline dayanan
öğreti, şüphecilik, septisizm.kuşkulandırma * Kuşkulandırmak işi. kuşkulandırmak * Kuşkuya düşürmek, kuşkulanmasına yol açmak, şüphelendirmek. kuşkulanma * Kuşkulanmak işi. kuşkulanmak * Kuşku içinde bulunmak, kuşku duymak, şüphelenmek. kuşkulu * Kuşku belirten, kuşku anlatan, şüpheli.
* Kuşku içinde olan, şüpheli.
* Kuşkucu.kuşkulu kuşkulu * Kuşku içinde olarak, şüphelenerek. kuşkusu kalmamak * bir konuda her şeyi bilmek, şüphe duymamak. kuşkusuz * Kuşkusu olmayan, işkilsiz.
* Elbette, şüphesiz.kuşkuya düşmek * kuşkulanmak, kuşku beslemek, kuşku duymak, şüpheye düşmek. kuşlak * Av kuşları bol olan yer. kuşlar * Çok hücreli hayvanlardan, omurgalıların geniş bir sınıfı. kuşlokumu * Yumurta, un ve şekerle yapılan bir tür kurabiye. kuşluk * Günün sabahla öğle arasındaki bölümü. kuşluk namazı * Vaktinde kılınmayan sabah namazı için güneş bir mızrak boyu yükseldikten sonra kaza edilen namaz. kuşluk vakti * Günün ilk ışıkları ile güneşin bir mızrak boyu yükselmesi arasında kalan süresi. kuşluk yemeği * Kuşluk vakti yenilen yemek. kuşmar * Kuşavlamak için hazırlanmıştuzak, kuştuzağı. kuşpalazı * Difteri. kuşyemi * Buğdaygillerden, durgun sularda yetişen bir bitki (Phalaris canariensis).
* Bu bitkinin taneleri.
* Kuşlara yedirilen çişitli tahıl taneleri, dane.kut * Uğur, baht, talih.
* Mutluluk.kutan * Saka kuşu. kutlama * Kutlamak işi, tebrik.
* Kutlama töreni.kutlamak * Mutlu bir olay sebebiyle buna sevinildiğini birine söz, yazıveya armağanla anlatmak, tebrik etmek.
* Önemli bir olayın gerçekleşmesi yıl dönümü dolayısıyla tören yapmak, tes’it etmek.kutlanış * Kutlanmak işi veya biçimi. kutlanma * Kutlanmak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 166
kutlanmak * Kutlamak işi yapılmak, tebrik edilmek. kutlayış * Kutlamak işi veya biçimi. kutlu * Uğur getirdiğine inanılan, uğurlu, ongun, mübarek. kutlu olsun * “uğurlu olsun, bolluk ve iyilik getirsin” anlamında bir kutlama sözü. kutlulamak * Kutlamak. kutluluk * Kutlu olma durumu. kutnu * Pamuk veya ipekle karışık pamuktan dokunmuşkalın, ensiz kumaşçeşidi. kutsal * Güçlü bir dinî saygıuyandıran veya uyandırması gereken, kutsî, mukaddes.
* Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsî, mukaddes.
* Bozulmaması, dokunulmaması, karşıçıkılmaması gereken, üstüne titrenilen.
* Tanrı’ya adanmışolan, tanrısal olan.kutsallaşma * Kutsallaşmak işi. kutsallaşmak * Kutsal duruma gelmek. kutsallaştırış * Kutsallaştırmak işi veya biçimi. kutsallaştırma * Kutsallaştırmak işi, kutsama. kutsallaştırmak * Kutsal duruma getirmek, kutsamak. kutsallık * Kutsal olma durumu, kutsiyet. kutsama * Kutsamak işi, takdis. kutsamak * Kutsallaştırmak.
* Kutluluk dilemek, takdis etmek.kutsî * Kutsal. kutsîleşme * Kutsîleşmek işi veya durumu. kutsîleşmek * Kutsal duruma gelmek. kutsiyet * Kutsallık. kutsuz * Uğursuz, kötü, menhus.
* Mutsuz, zavallı.kutsuzluk * Kutsuz olma durumu. kutu * İnce tahta, mukavva, teneke, plâstik vb. den yapılmış, genellikle kapaklıkap.
* Elektrik akımıdevrelerinde birleştirme yapmak veya akımı bir veya daha fazla kollara ayırmak için
kullanılan araç, buat.
* Elektrik veya telefon tellerinin toplanıp bağlandığıkap.
* (bir kimsede, bir yerde veya şeyde) İyi veya kötü bir özelliğin fazlalığını belirtir.
* Kutunun alabildiği kadar olan.kutu gibi * küçük fakat kullanışlıve şirin. kutu kutu * 1’den 10’a kadar sayıların gizlice yazılması, tahmin edilmesine dayanan ve iki çocuk arasında oynanan bir
oyun.kutucu * Kutu yapan veya satan kimse. kutuculuk * Kutu yapmak veya satmak işi. kutulama * Kutulamak işi. kutulamak * Kutuya yerleştirmek, kutuya koymak. kutulanış * Kutulanmak işi veya biçimi. kutulanma * Kutulanmak işi. kutulanmak * Kutulamak işi yapılmak. kutulayış * Kutulamak işi veya biçimi. kutulu * Kutusu olan. kutulu telefon * Halkın kullanımına sunulan, para, jeton veya manyetik özelliği olan kartla çalışan telefon, ankesörlü
telefon.kutup * Yer yuvarlağının, ekvatordan en uzak olan yer ekseninin geçtiği var sayılan iki noktasından her biri.
* Birbiriyle karşıt olan şeylerden her biri.
* Bir konuda yüksek bilgisi ve yetkisi olan kimse.
* Gök küresinin, dolayında döndüğü var sayılan eksenin iki ucundan her biri.
* Elektrik akımını oluşturan gerilim ayrılığının en yüksek dereceyi bulduğu iki noktadan her biri.
* Bir mıknatıs demirinin iki ucundan her biri.kutup engel * Bir pilde elektromotor kuvveti düşüren polorma olayına karşı gelmek ve elektirk akımının durmasını
önlemek için kullanılan (kimyasal maddelerden her biri).Kutup Yıldızı * Gök küresinin kutbuna en yakın olan küçükayıdenilen takım yıldızın en ucunda bulunan, kuzeyi
belirleyen, durağan yıldız, Demirkazık, Kuzey Yıldızı.kutuplanma * Kutuplanmak işi, polârizasyon. kutuplanmak * İki kutupta toplanmak.
* (pusula ibresi için) Kutba doğru yönelmek.kutuplaşma * Kutuplaşmak işi. kutuplaşmak * (bir topluluk) Birbirine karşıt gruplara ayrılmak. kutupsal * Kutupla ilgili. kutur * (daire ve kürede) Çap.
* (bazı geometrik şekillerde) Köşegen.kuvars * Billûrlaşmışsilisin doğada çok yaygın bir türü. kuvarsit * Yalnız kuvars tanelerinden birleşik bir kayaç, kum taşı. kuvertür * Örtü. kuvöz * Özellikle erken veya yeni doğmuş bebeklerin, bulaşıcıhastalıklardan korunmasıamacıyla içine
yerleştirildiği, belirli sıcaklığı olan araç.kuvve * Düşünce, niyet.
* Bir devletin silâhlıkuvvetlerinin durumu veya gücü.
* Yeti.kuvveden fiile çıkarmak * düşünülen, tasarlanan şeyi gerçekleştirmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 167
kuvvet * Fiziksel güç, takat.
* Güç.
* Şiddet, zor, cebir.
* Yetke, erk, nüfuz.
* Dayanıklı olma durumu, tahammül, mukavemet.
* Bir niceliğin kendisi ile çarpılarak yükseltildiği derecelerden her biri: 2x2x2=23 denkleminde, 3 sayısı2’nin
kuvvetini gösterir.
* Bir ülkenin savaşçısilâhlıkuruluşlarıveya gücü.
* Durgunluğu harekete veya hareketi durgun bir duruma çeviren etken, direnci kıran veya direnç doğuran
özellik.kuvvet almak * herhangi bir yardımla gücü artmak, kuvvetlenmek. kuvvet bulamamak * cesaret edememek. kuvvet çifti * Birbirine paralel ters yönde ve eşit ağırlıkta iki kuvvetin oluşturduğu kuvvet takımı. kuvvet komutanları * Kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanlarına toplu olarak verilen ad. kuvvet vermek * bir konuya çok önem vermek. kuvvetini toplamak * gücünü artırmak, kuvvetlenmek. kuvvetle * güçlü ve sağlam bir biçimde.
* üzerinde durarak, direnerek.kuvvetlendirici * Gücü artıran, güçlendirici.
* (fotoğrafçılıkta) Negatiflerin güçlendirilmesini sağlayan banyo.kuvvetlendiriş * Kuvvetlendirmek işi veya biçimi. kuvvetlendirme * Kuvvetlendirmek işi. kuvvetlendirmek * Güçlenmesini sağlamak, gücünü artırmak. kuvvetleniş * Kuvvetlenmek işi veya biçimi. kuvvetlenme * Kuvvetlenmek işi. kuvvetlenmek * Güç kazanmak, direnci veya gücü artmak. kuvvetli * Gücü çok olan, zorlu, şiddetli.
* Sağlam, dayanıklı olan.
* Görevini iyi yapan, keskin.
* Çok etkileyici, inandırıcı, önemli.
* Saygın, nüfuzlu.
* Üstün.
* Etkili.kuvvetlice * Oldukça güçlü, kuvvetli.
* Biraz güçlü, biraz kuvvetli.kuvvetölçer * Kuvvetleri ölçmeye yarayan cihaz, dinamometre. kuvvetsiz * Gücü, kuvveti olmayan, güçsüz.
* Etkisiz.kuvvetsizlik * Kuvvetsiz olma durumu, güçsüzlük. kuvvetten düşmek * gücü azalmak. kuymak * Mısır ununun erimişteryağıyla kavrulması, su ilâve edilmesi, bir miktar peynir katılmasıve bir süre
kaynatılmasıyla elde edilen yemek.
* Karadeniz bölgesinde ve özellikle Trabzon’da yapılan bir tür yemek.kuyruğa girmek * ayakta arka arkaya durulan diziye girmek. kuyruğu dikmek * (hayvan) koşmaya, başlamak.
* (insan) bulunduğu yerden uzaklaşmaya başlamak.kuyruğu kapana kısılmak (veya sıkışmak) * çok zor duruma düşmek. kuyruğu titretmek * ölmek. kuyruğuna basmak * birini incitip saldırıda bulunmasına yol açmak, tahrik etmek. kuyruğuna teneke bağlamak * biriyle aşırıderecede alay etmek.
* birini, herkesin alay edeceği biçimde kovmak.kuyruğunu kısmak * korkup sinmek. kuyruğunu kıstırmak * birini güç bir duruma düşürmek. kuyruğunu tava sapına çevirmek * haddini bildirmek, gereken dersi vermek. kuyruk * Hayvanların çoğunda, gövdenin art yanında bulunan, omurganın uzantısı olan uzun ve esnek organ.
* Kuşlarda gövdenin art yanında bulunan tüy demeti.
* Koyunun bazıtürlerinde eritilerek yağıalınan bir uzantısı.
* Bazışeylerde kuyruğa benzeyen uzantıveya baştarafın aksi yönünde kalan bölüm.
* Birisinin arkasına takılıp hiç ayrılmayan kimse.
* İnsanların sıra beklemek için, art arda durarak oluşturduğu dizi.
* Başın arkasına toplanmışsaç demeti.
* Bir harfin bitişçizgisine yakın yerde, birden bir dönüşyapan kısa çizgi.kuyruk acısı * Hınç, alınacak öç. kuyruk çekmek * gözün çevresine kalem veya sürme ile çizgi çekmek. kuyruk kemiği * Omurganın alt ucunda bulunan, kuyruk sokumu kemiği ile eklemlenen, önden arkaya doğru yassı, üçgen
biçiminde kemik.kuyruk olmak * arka arkaya dizilmek, sıralanmak. kuyruk sallamak * yaltaklanmak. kuyruk sokumu * İnsanda omurganın alt ucunun bitim yeri. kuyruk sokumu kemiği * Omurganın bitiminde, beşkuyruk omurunun kaynaşmasından oluşan, üçgen biçiminde kemik. kuyruk yağı * Koyun kuyruğunun eritilmesinden elde edilen yağ. kuyruk yapmak * uzun ve peşpeşe bir sıra oluşturmak. kuyrukkakan * Kara tavukgillerden, böcek ve meyve ile beslenen küçük ötücü bir kuş(Saxicola). kuyruklu * Kuyruğu olan.
* Akrep.kuyruklu kelebek * Kanatlarısiyah benekli sarırenkte bir Avrupa kelebeği (Papillio machaon). kuyruklu kurbağa * Yumurtadan yeni çıkmışve evrim geçirmemişyavru kurbağa. kuyruklu piyano * Duvar piyanosu gibi dik olmayan, gövdesi üç ayak üstünde yatık bir durumda bulunan piyano. kuyruklu yalan * Çok büyük yalan. kuyruklu yıldız * Güneşçevresinde büyük yuvarlak bir elips veya bir parabol çizen, kuyruk denilen ışıklı bir uzantısı olan
gök cismi.kuyruklu yıldız başı * kuyruklu yıldızın önde giden yuvarlak parçası. kuyruklu yıldız çekirdeği * kuyruklu yıldız başının ortasında yıldıza benzeyen parlak nokta. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 168
kuyruklu yıldız saçı * kuyruklu yıldız çekirdeğini saran ışıklı gaz yuvarı. kuyruklular * Omurgalıhayvanlardan, amfibyumlar sınıfının, vücut ve kuyruklarıuzun, bacaklarızayıf, birçok semender
türlerini içine alan bir alt takımı, urodel.kuyruksallayan * Kuyruksallayangillerden, kanatlarıve vücudunun üst bölümü kül rengi, alt bölümü değişik sarı olan, uzun
kuyruklu, küçük, ötücü kuş, yont kuşu (Motacilla).kuyruksallayangiller * Kuyruksallayan, incir kuşu gibi ötücü kuşları içine alan familya. kuyruksuz * Kuyruğu olmayan. kuyruksuzlar * Kurbağalar. kuyruksüren * Bir kuş. kuytu * Issız, sessiz ve göze çarpmayan (yer).
* Uğrak olmayan, içerlek, sapa (yer).
* Sessiz, ıssız, tenha yer.
* Gün ışığı almayan.kuytuluk * Kuytu, sessiz yer. kuyu * Su katmanına varıncaya kadar derinliğine kazılan, genellikle silindir biçiminde, çevresine duvar örülen,
suyundan yararlanılan çukur.
* Toprağa kazılan derince çukur.
* İçinden çıkılamayan durum veya yer.
* Yer altındaki işyerlerine ulaşmak için açılmışve kesit boyutlarıderinliğine oranla sınırlı, düşey veya düşeye
yakın bağlantıyolu.kuyu açmak * kuyu yapmak. kuyu bileziği * Su kuyusunun ağzına oturtulan tek parça yontma taş. kuyu fındığı * Yeşilken toprağa gömülerek ayrı bir çeşni verilen fındık. kuyu gibi * çok derin.
* basık ve karanlık yer.kuyu kebabı * Toprak altında özel olarak kazılıp hazırlanmışkuyuda pişirilen çebiç veya kuzu kebabı. kuyu suyu * Kuyudan çıkarılan içme ve sulamada kullanılan su. kuyu topuğu * Kuyunun yapısınıveya kuyu başındaki tesisleri, çökme sırasında oluşabilecek hasara veya zarara karşı
korumak amacıyla kuyu çevresinde bırakılan güvenlik topuğu.kuyucu * Kuyu kazmayı işedinmişkimse. kuyuculuk * Kuyucunun işi veya kuyu kazma işi. kuyudan adam çıkarmak * olumsuz, uygunsuz veya yasal olmayan bir durumda son vererek birini haklarına kavuşturmak.
* unutulmaktan kurtarmak.kuyudat * (resmî defterdeki) Kayıtlar. kuyum * Değerli metal ve taşlardan yapılan süs eşyası. kuyumcu * Değerli metal ve taşlardan bilezik, küpe gibi süs eşyasıyapan veya satan kimse, mücevherci. kuyumcu terazisi * Hassas terazi. kuyumculuk * Kuyumcunun işi ve zanaatı, mücevhercilik. kuyusunu kazmak * birinin yıkımına çalışmak, kötü duruma düşmesini istemek. kuz * Gölgede kalan (yan). kuzen * Teyze, dayı, hala veya amcanın erkek çocuğu, erkek yeğen. kuzey * Sağınıdoğuya, solunu batıya veren kimsenin tam karşısına düşen yön, dört ana yönden biri, şimal, güney
karşıtı.
* Bulunduğu noktaya göre kuzeyde kalan yer.
* Bu yöne düşen, bu yönle ilgili olan, şimalî.Kuzey Kutbu * İki kutuptan ekvatorun kuzey tarafında yer alan kutup bölgesi. kuzey noktası * Ufukta kuzey doğrultusunun gök küresini deldiği nokta. Kuzey Yıldızı * Kutup Yıldızı. kuzeybatı * Ufkun kuzeye ve batıya eşit uzaklıkta olan noktası.
* Bu yönle ilgili olan.kuzeydoğu * Ufkun kuzeye ve doğuya eşit uzaklıkta olan noktası.
* Bu yönle ilgili olan.kuzeyli * Kuzey ülkeleri halkından olan (kimse). kuzgun * Birçok karga türüne, özellikle kara kargaya verilen ad (Corvus corone). kuzgun gibi * çok kara, çok koyu. kuzguna yavrusu şahin (veya anka) görünür * herkesin kendi yarattığışey çirkin de olsa, gözüne güzel görünür. kuzguncuk * Hapishane kapılarındaki demir kafesli pencere. kuzgunî * Çok koyu, kara. kuzgunî siyah * Çok koyu, kara renkli. kuzgunkılıcı * Süsengillerden, uzun, ensiz ve sivri yapraklı bir süs bitkisi, glayöl (Gladiolus illyricus). kuzin * Teyze, dayı, hala veya amcanın kız çocuğu, kız yeğen. kuzine * Hem ısıtmaya, hem de üzerinde yemek pişirmeye yarayan büyük mutfak sobası.
* Gemilerde yemek pişirilen yer, mutfak.kuzu * Koyun yavrusu.
* Bir meyve veya sebzeye bitişik olan küçük meyve veya sebze.
* Kuzu etinden yapılmışolan (yiyecek).kuzu çevirmek * kuzunun gövdesini şişe geçirip ateşkorunun üzerinde çevirerek pişirmek. kuzu dişi * Süt dişi.
* İleri yaşlarda çıkan diş, peynir dişi.kuzu eti * Kesilmişkuzunun parçalanıp satılan eti. kuzu gibi * çok uysal. kuzu gibi olmak * uslanmak, sessizleşmek, sakinleşmek.