Kategori: K

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 177

    kütüğe geçirmek * ana deftere yazmak.
    kütük * Kalın ağaç gövdesi.
    * Kesilmişağaç gövdesi.
    * Kesimden sonra ağaç gövdesinin toprakta kalan bölümü.
    * Asma fidanı.
    * Resmî kayıt defteri, ana defter.
    * Görgüsüz, kaba (kimse).
    kütük gibi * çok şişmiş.
    * çok sarhoş.
    kütükleşme * Kütükleşmek işi.
    kütükleşmek * Sert ve duygusuz bir duruma gelmek.
    kütüklük * İçine şarjöre geçirilmiştüfek fişeği konulan ve palaska kayışına geçirilen kösele çanta, fişeklik.
    kütüphane * Kuruluşamaç ve görevine uygun kitap, film, plâk gibi her türlü düşünce ve sanat ürününü toplayan,
    düzenleyen ve genel olarak ilgilenen okurlara sunan kuruluş.
    * Kitap satılan dükkân, kitap evi.
    kütüphaneci * Kitaplıkta görevli kimse.
    * Kitaplık bilimci.
    * Kitap evi sahibi, kitapçı.
    kütüphanecilik * Kitaplık görevlisinin işi.
    * Kitaplık bilimi.
    kütür kütür * Elma, ayva, karpuz gibi gevrek meyveler kesilir veya ısırılırken çıkan sesi anlatır.
    * Bu türlü ses çıkaran, taze.
    kütürdeme * Kütürdemek işi.
    kütürdemek * Kütür kütür diye ses çıkarmak.
    kütürdetme * Kütürdetmek işi.
    kütürdetmek * Kütür kütür diye ses çıkartmak.
    kütürtü * Kütür kütür diye çıkan ses.
    küvet * İçinde bazışeyler veya el yıkanan kap.
    * Banyoda içinde yıkanılan tekne.
    Küveytli * Küveyt halkından olan.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 176

    küskütük * Çok sarhoş, körkütük.
    küslük * Küs olma durumu, dargınlık.
    küsme * Küsmek işi.
    küsmek * Darılmak.
    * Gelişememek, büyüyememek.
    * Görevini yerine getirememek.
    * Bir madde, herhangi bir sebeple istenilen niteliğini yitirmek.
    küspe * Hayvan yemi, yakacak ve gübre olarak kullanılan, yağıveya suyu çıkarılmışher türlü yağlıtohum ve bitki
    artığı.
    * Özü alınmışmeyvelerin kalan bölümü.
    küstah * Sıra, saygıtanımadan davranan (kimse).
    küstahça * Küstah, saygısız (bir biçimde).
    küstahlaşma * Küstahlaşmak işi.
    küstahlaşmak * Küstah duruma gelmek.
    küstahlık * Küstah olma durumu veya küstahça davranış.
    küstahlık etmek * küstahça davranışlarda bulunmak.
    küstere * Bir çeşit uzun rende.
    * Değirmen taşıyapılan taş.
    * Bileği çarkı.
    küstüm otu * Baklagillerden, dokunulduğunda yapraklarıpörsüyen bir bitki, küseğen (Mimosa pudica).
    küstürme * Küstürmek işi.
    küstürmek * Küsmesine yol açmak.
    küsuf * Güneştutulması.
    küsur * Artan bölümler, geriye kalan bölümler, kesirler.
    * Tam sayıdan sonra gelen kesirli sayı.
    küsurat * Artan, geriye kalan parçalar, kesirler, küsur.
    küsurlu * Küsuru olan.
    küsursuz * Küsuru olmayan.
    küsü * Küskünlük.
    küsülü * Aralarında dargınlık, küskünlük bulunan.
    küsüşme * Küsüşmek işi.
    küsüşmek * Birbirine küsmek, karşılıklıdarılmak.
    küşade * Açık, açılmış.
    küşat * Açma, açılış.
    * Güzellik, hoşluk.
    * Tavlada bir çeşit oyun.
    küşayiş * Açıklık, ferahlık.
    küşne * Kara burçak.
    küşüm * Kuşku.
    * Kaygı.
    küşümlenme * Küşümlenmek işi.
    küşümlenmek * Kuşkulanmak.
    * Kaygılanmak.
    küt * Kısa ve kalınca; sivri ve uzun olmayan.
    * Keskin olmayan.
    küt * Tahta gibi katışeylere vurulduğunda çıkan sesi anlatır.
    küt küt * Üst üste küt sesi çıkararak.
    kütikül * Yaprakların her iki yüzünde bulunan ve suyu sızdırmadığı için bitkinin kurumasına engel olan ince zar.
    * Kabukluların ve böceklerin örteneğinin koruyucu, kitinli katmanı.
    kütin * Bitkilerin kutiküllerini oluşturan, geçirgen olmayan bal mumu yapısında madde.
    kütinleşme * Selülozun kütin biçimine dönüşmesi.
    kütle * (katımaddeler için) Büyük parça, küme, yığın.
    * Bir yerde toplanmış, bir araya gelmişinsan topluluğu, kitle.
    * Belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan topluluğu.
    * İnsanların büyük çoğunluğu.
    * Bir nesneye uygulanan kuvvetle, oluşan ivme arasındaki orantıyıveren kat sayıveya nesne niceliği.
    kütleme * Kütlemek işi.
    kütlemek * Bir yere çarpıp küt diye ses çıkarmak.
    kütlesel * Kütle ile ilgili olan.
    kütleşme * Kütleşmek işi.
    kütleşmek * Küt duruma gelmek.
    kütleştirme * Kütleştirmek işi veya durumu.
    kütleştirmek * Küt duruma getirmek.
    kütletme * Kütletmek işi.
    kütletmek * Küt diye ses çıkartmak.
    kütlü * Çekirdekli, çiğitli (pamuk).
    kütlük * Küt olma durumu.
    küttedek * Birdenbire ve küt diye ses çıkararak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 170

    küçük köyün büyük ağası * büyüklük taslayanlar için söylenir.
    küçük kumru * Kumru cinsi bir tür kuş.
    küçük martı * Martıcinsi bir tür kuş.
    küçük mevlit ayı * Kamer takviminin dördüncü ayı, rebiyülâhır.
    küçük oynamak * kumarda az para ile oynamak.
    küçük önerme * Bir tasımda, küçük terimi taşıyan öncül, minor.
    küçük parmak * Bkz. serçe parmak.
    küçük sakarca * Sakarya cinsi bir tür kuş.
    küçük sesli uyumu * Bkz. küçük ünlü uyumu.
    küçük şalgam * Turpgillerden, çiçekleri kokulu, tohumlarından ışık araçlarında ve sabun yapımında kullanılan bir yağ
    çıkarılan, kolzaya benzeyen bir bitki, yağşalgamı(Brassica rapa).
    küçük tansiyon * Kanın beyin içindeki basıncı.
    küçük terim * Bir tasımda, vargının konusu olan terim.
    küçük tövbe ayı * Kamer takviminin altıncıayı, cemaziyülâhır.
    küçük ünlü uyumu * Türkçe bir kelimede düz ünlülerden (a, e, ı, i) sonra düz ünlülerin, yuvarlak ünlülerden (o,ö,u,ü) sonra dar
    yuvarlak (u,ü) veya düz geniş(a,e) ünlülerin gelmesi: Evler. Etek. Salkımlar. Ördek, Okul, Sucuların gibi.
    Küçükayı * Göğün kuzey kutup bölgesinde, Büyük Ayı’nın tersi durumda, bir takım yıldız, Dübbüasgar.
    küçükbaş * Kasaplık hayvanlardan koyun ve keçiye verilen ortak ad.
    küçükçe * Biraz küçük.
    küçükle küçük, büyükle büyük olmak * her yaştaki kişilere karşıdostça, arkadaşça davranmak.
    * her makam ve durumdaki kişilere karşıdostça ve anlayışgösterek davranmak.
    küçükleşme * Küçükleşmek işi.
    küçükleşmek * Değerini yitirmek.
    küçüklü büyüklü * “Küçüğü de büyüğü de birlikte” anlamında kulanılır.
    küçüklük * Küçük olma durumu.
    * İnsana yakışmayacak, insanın değerini azaltacak davranış.
    küçüksemek * Küçümsemek.
    küçülme * Küçülmek işi.
    küçülmek * Büyükken herhangi bir sebeple ufak duruma gelmek.
    * Büzülmek, hacimce ufalmak.
    * Değer ve onurunu azaltacak davranışta bulunmak.
    küçültme * Küçültmek işi, tasgir.
    * Bir şeyin küçüğünü gösteren söz biçimi.
    küçültme eki * Kelimelerin anlamına küçüklük, azlık, sevgi, acıma kavramlarıkatan ekler. Türkçede bu kavramlar şu
    eklerle sağlanır.
    küçültmek * Büyükken daha küçük duruma getirmek.
    * Değerini ve onurunu azaltmak.
    * Yaşını gizleyerek küçük göstermek.
    küçülüş * Küçülmek işi veya biçimi.
    küçümen * Benzerlerinden daha küçük olan, pek küçük.
    küçümencik * İyi ve küçük.
    küçümseme * Küçümsemek işi.
    küçümsemek * Değer ve önem vermemek, küçük görmek, küçümsemek.
    küçümsenme * Küçümsenmek işi.
    küçümsenmek * Küçümsemek işi yapılmak.
    küçümseyiş * Küçümsemek işi veya biçimi.
    küçürek * Biraz küçük.
    küf * Ekmek, peynir gibi organik maddelerin üzerinde, nem ve ısının etkisiyle oluşan, çoğu yeşil renkli mantar.
    * Pas.
    küf bağlamak (veya tutmak) * küflenmek.
    * unutulmak.
    * bitmek, kalmamak.
    küf kokmak * kapalı, nemli yerler gibi ağır kokmak.
    küf kokusu * Ağır, pis ve bunaltıcıkoku.
    küf yeşili * (renk için) Açık yeşil.
    küfe * Genellikle söğüt veya başka ağaç dallarından örülen, yük taşımaya yarayan, kaba ve dayanıklısepet.
    * Kaba et, kıç.
    * Bir küfenin alabildiği miktar.
    küfeci * Küfe yapan veya satan kimse.
    * Küfe ile sırtında öte beri taşıyan hamal.
    küfecilik * Küfecinin işi.
    küfelik * Bir küfeyi dolduracak miktarda.
    * Kendi kendine yürüyemeyecek derecede sarhoş(kimse).
    küfelik olmak * çok sarhoşolmak.
    küffar * Müslüman olmayanlar, kâfirler.
    küflendirme * Küflendirmek işi.
    küflendirmek * Küf bağlamasına yol açmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 171

    küflenme * Küflenmek işi.
    küflenmek * Küf oluşmak.
    * Zamanı geçmek, köhneleşmek.
    * Çalışma fırsatı bulamayarak özelliklerini veya yeteneğini yitirmek.
    küfletme * Küflendirme.
    küfletmek * Küflendirmek.
    küflü * Küflenmişolan.
    * Zamanı geçmiş, köhne.
    * Saklanmışaltın para.
    küflüce * Bkz. mantar hastalığı.
    küfran * Nankörlük.
    küfretme * Küfretmek işi, sövme.
    küfretmek * Sövmek.
    küfür * Sövme, sövmek için söylenen söz, sövgü.
    * Tanrı’nın varlığıve birliği gibi dinin temellerinden sayılan inançları inkâr etme ve bu yolda söylenen söz.
    * Olumlu işleri kötü gösterme, varlıkları inkâr etme.
    küfür küfür * (rüzgâr için) Tatlı, serin ve hafif bir biçimde eserek.
    küfür savurmak * küfretmek.
    küfür yemek * kendisine küfredilmek.
    küfürbaz * Kaba sövgüleri çok kullanan, ağzı bozuk.
    küfürbazlık * Küfürbaz olma durumu.
    küfürü basmak * küfretmek.
    küfüv * Birbirine benzeyen veya yakışan, denk.
    küheylân * Soylu Arap atı.
    kükre * Öfke veya cinsel istek yüzünden saldırıcı bir durum alan (hayvan).
    kükreme * Kükremek işi.
    kükremek * (aslan) Bağırmak.
    * Coşmak, taşkınlık göstermek.
    * (deniz, nehir için) Kabarmak, taşmak.
    * Kızgınlık ve öfke ile yüksek sesle bağırmak.
    * Coşkuyla saldırmak.
    * Mayalanıp kabarmak.
    * Gür bir biçimde yetişmek.
    kükreyiş * Kükremek işi veya biçimi.
    kükürt * Atom numarası16, atom ağırlığı32,06 olan, doğada saf veya başka cisimlerle birleşik olarak bulunan, sarı
    renkli, 119 C° de eriyen ve 444 C° de kaynayan element, sulf. KısaltmasıS.
    kükürt çiçeği * Kükürt buharının birdenbire soğutulmasıyla elde edilen kükürt.
    kükürtatar * Kükürtlü buhar çıkaran ve üzerinde kükürt biriken alan.
    kükürtleme * Kükürtlemek işi.
    kükürtlemek * Toz kükürt serpmek.
    kükürtlenme * Kükürtlenmek işi.
    kükürtlenmek * Kükürtlemek işine konu olmak veya kükürtlemek işi yapılmak.
    kükürtlü * İçinde kükürt bulunan.
    kükürtsüz * İçinde kükürt bulunmayan.
    kül * Yanan şeylerden arta kalan toz madde.
    * Yanmış bir yapının kalıntısı.
    kül * Bütün, tüm.
    kül bağlamak * (ateşiçin) sönmek.
    * gücünü, etkisini yitirmek.
    kül çöreği * Külde pişirilen çörek.
    kül etmek * yakmak, kavurmak.
    * birinin varınıyoğunu yok etmek.
    kül gibi * (bet beniz için) soluk, renksiz.
    kül kesilmek * heyacandan rengi solmak.
    kül olmak * bütünüyle yanmak.
    * varınıyoğunu yitirmek.
    kül rengi * Odunun yanmasıyla oluşan, külün akla kara arasındaki rengi, gri.
    * Bu renkte olan.
    kül rengi et sineği * Eklem bacaklıların böcekler sınıfından, larvalarınıhayvan ölüsü veya et üzerine bırakan bir tür sinek
    (Sartophaga carnaria).
    kül tablası * Sigara külünün, içine dökülüp biriktirildiği cam veya metal kap.
    kül ufak olmak * çok küçük parçalara ayrılmak.
    kül yemek (veya yutmak) * kurnazca yapılan bir oyuna düşmek, aldatılmak.
    külâh * Erkeklerin giydiği genellikle keçeden, ucu sivri veya yüksek başlık.
    * İçine bazışeyler koymak için huni biçiminde bükülmüşkâğıt kap.
    * Bu kabın alabileceği miktar.
    * Oyun, hile.
    külâh giydirmek * hile ile, oyunla aldatmak.
    külâh kapmak * düzen, dalavere ile bir işin başına geçmek.
    külâh peşinde olmak * yalan ve dolanla bir işin başına geçmeye çalışmak.
    külâh takmak * hile ile, oyunla kandırıp parasınıalmak.
    külâhçı * Külâh yapan veya satan kimse.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 172

    külâhıma anlat! * söylediklerine hiç inanamıyorum, beni kandıramazsın.
    külâhımsı * Külâha benzer, külâhıandıran.
    külâhınıhavaya atmak * pek çok sevinmek.
    külâhınıters giydirmek * çok kurnaz olmak.
    külâhlarıdeğiştirmek (veya değişmek) * “bozuşmak” anlamıyla ve tehdit olarak kullanılır.
    külâhlı * Külâhı olan.
    * Koni biçiminde tavanı olan.
    külâhsız * Külâhı olmayan.
    külbastı * Izgarada pişirilen kemiksiz et.
    külbastılık * Külbastıyapmaya elverişli olan (et).
    külçe * Eritilerek kalı ba dökülmüşmaden veya alaşım.
    * Yığın durumundaki nesnelerin oluşturduğu küme.
    * Külçe durumunda olan.
    külçe gibi oturmak * yorgun veya bitkin bir durumda çöküvermek.
    külçeleşme * Külçeleşmek işi.
    külçeleşmek * Külçe durumuna gelmek.
    * Çok yorulmak.
    küldöken * Kadın, eş.
    küldür * Bkz. paldır küldür.
    külek * Bal, yağ, yoğurt gibi şeyler koymaya yarar tahta kova.
    külfet * Sıkıntılızorluk, yorgunluk.
    * Büyük masraf.
    külfete katlanmak * sıkıntıya, zorluğa önem vermemek.
    külfetli * Sıkıcı, zor, yorucu, özen isteyen.
    * Büyük masraf gerektiren.
    külfetsiz * Sıkıntısız, kolay, özen istemeyen.
    * Az masrafla yapılan.
    külfetsizce * Külfet altına girmeden, külfete katlanmadan.
    külhan * Hamamlarıısıtan, hamamın altında bulunan kapalıve genişocak, cehennemlik.
    külhan makinesi * Enerji üreten makinelerde yanmayısağlayan ana bölüm, yanma hücresi.
    külhanbeyce * Külhanbeye benzer biçimde, külhanbey gibi.
    külhanbeyi * Kendilerine özgü giyinişve konuşma biçimleri olan, argo kullanan, başı boş, haylaz delikanlı, kabadayı,
    serseri, hayta, külhanî, apaş.
    külhanbeyi ağzı * Külhanbeye yakışır biçimde konuşma.
    külhanbeylik * Külhanbeyi olma durumu, kabadayılık.
    * Külhanbeyine yakışır davranış.
    külhancı * Hamam ocağınıyakan kimse.
    külhanî * Külhanbeyi, kabadayı, serseri, hayta, apaş.
    * Hafif sövgü anlamıtaşıyan bir okşama sözü.
    külkedisi * Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse).
    * Uyuşuk, miskin (kimse).
    * Pasaklı, görgüsüz (kadın).
    külleme * Küllemek işi.
    * Bir mantarın yaptığı bağhastalığı.
    küllemek * Genellikle ateşin üzerini külle örtmek.
    külleniş * Küllenmek işi veya biçimi.
    küllenme * Küllenmek işi.
    küllenmek * Genellikle ateşin üzerinde kül oluşmak.
    * Bir acı, bir sıkıntıunutulur gibi olmak.
    küllî * Bütüne ve genele ilişkin.
    * Tümel.
    külliyat * Bir yazarın bütün eserlerini içeren dizi.
    külliye * Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuşmedrese, imaret, sebil, kitaplık, hastahane gibi çeşitli
    yapıların bütünü.
    külliyen * Bütünüyle, tamamıyla, tamamen.
    külliyet * Bütünlük, tümlük.
    * Çokluk, bolluk.
    külliyetli * Pek çok, bir hayli.
    küllü * İçinde veya üzerinde kül bulunan.
    küllü su * İçinde kül eritilip süzülerek elde edilen su.
    küllük * Kül ve süprüntü atılan yer, çöplük.
    * Sigara tablası.
    * Kazan ve sobada küllerin döküldüğü yer.
    küllük ağzı * Külhanbeylerinin kullandığıdil, argo.
    külot * Kısa, beli lâstikli iç çamaşırı, don.
    * Daha çok binicilerin giydikleri, paçasıdar, üst bölümü genişpantolon.
    külot pantolon * Bkz. külot.
    külotlu çorap * Kalçalarıda içine alabilecek biçimde üretilmişçorap.
    kült * Tapma, tapınma.
    * Din.
    * Dinî tören, ibadet, âyin.
    külte * Külçe.
    * Kayaç.
    * Demet, bağlam.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 173

    kültivatör * Toprağıyüzeyden işlemeye yarayan dişli alet.
    kültür * Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunlarıyaratmada,
    sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların
    bütünü, hars, ekin.
    * Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü.
    * Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmişolan biçimi.
    * Bireyin kazandığı bilgi.
    * Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme.
    * Tarım.
    kültür akımı * Bir toplumun kültüründen bazıöğelerin başka bir topluma geçişi.
    kültür balıkçılığı * Belli merkezlerde özel olarak hazırlanmışhavuzlarda bilimsel yöntemlerle balık üretme işi.
    kültür bitkileri * İnsanlarca yetiştirilen bitkilerin bütünü.
    kültür çevresi * Bir ulusun kültürünü, başka ulusların kültürleriyle ilişki içinde gelişerek katmanlaşmışve bağlılaşmış bir
    özellikler bütünü olarak tanımlayan kuram.
    kültür göçü * Bir kültür motifinin veya kültürel bir uygulamanın bir başka kültüre geçmesi.
    kültür ortamı * Canlıveya uyku durumunda olan belirli mikroorganizmaların yetiştirmek ve geliştirmek üzere aşılandığı
    besin maddeleri ortamı.
    kültür sarayı * İçinde çeşitli kültür çalışmaları için ayrılmışsalon, işlik, kitaplık vb. yerler bulunan büyük bina.
    kültür sitesi * Kültüre ve kültürün gelişimine hizmet etmek amacıyla kurulmuşopera, tiyatro, sergi sarayıvb. binalar
    topluluğu.
    kültür varlıkları * Bir bölgede bulunan maddî kültür ürünleri veya eserleri.
    kültüre alma * Küf mantarıçeşitleri ve bakteri gibi mikroorganizmaların bir kültür ortamında üretilmesi işlemi.
    kültürel * Kültüre ilişkin, kültürle ilgili.
    kültürel antropoloji * Bkz. sosyal antropoloji.
    kültürfizik * Jimnastik.
    kültürlenme * Kültürlenmek işi veya durumu.
    kültürlenmek * Bir arada bulunan iki bireyin veya etnik grubun değer yargıları ile kültürel birikiminin özellikleri birbirinden
    etkilenerek değişikliğe uğramak.
    kültürlü * Kültürü gelişmişolan.
    kültürlülük * Kültürlü olma durumu.
    kültürsüz * Kültürü olmayan.
    kültürsüzlük * Kültürsüz olma durumu.
    külünk * Taşları, kayalarıparçalamakta kullanılan sivri kazma.
    külünü savurmak * bir şeyi bütünüyle bitirip yok etmek.
    külüstür * Yıpranmış, eski görünüşlü olan.
    * Bakımsız.
    külüstürlük * Külüstür olma durumu.
    külyutmaz * Aldanmaz, kolay inanmaz.
    kümbet * Kubbe.
    * Damıkubbe biçiminde olan yapı.
    * Kubbe biçiminde toparlak kabartı.
    küme * Tümsek biçimindeki yığın.
    * Birçok canlının veya nesnenin oluşturduğu topluluk, grup.
    * Küme biçiminde olan, kümeyi andıran.
    * Takımların durum ve nitelikleri göz önünde bulundurularak belli sayıdaki takımdan oluşturulan topluluk,
    lig.
    * Koşularda, kendiliğinden oluşan yarışçı gruplarının her birine verilen ad.
    * Bir dershanede öğrencilerin, belli bir eğitim veya öğretim amacıyla bir süre için oluşturduklarıtakım veya
    öbek.
    küme bulut * Üst bölümleri bembeyaz ve küme durumunda, tabanıda çoğu kez yatay ve esmer bulut, kümülüs.
    küme çalışması * Öğrencilerin, aralarında seçtikleri bir başkanın kılavuzluğu altında iş birliği yaparak ortak amaçlar
    doğrultusunda çalışmalarına imkân sağlayan eğitim yöntemi.
    küme küme * Kümeler durumunda.
    kümeden düşme * Bulunduğu kümedeki takımlardan en az puan alarak veya puan eşitliğinde daha kötü averaja sahip olması
    yüzünden bir alt kümeye inme, ligden düşme.
    kümeleme * Kümelemek işi.
    * Film yapımınıkolaylaştırmak amacıyla aynıdekor içindeki çekimleri bir araya toplama, oyuncuların çalışma
    durumlarını düzenleme.
    kümelemek * Küme durumuna getirmek, yığmak, biriktirmek.
    kümeleniş * Kümelenmek işi veya biçimi.
    kümelenme * Kümelenmek işi.
    kümelenmek * Bir yere toplanmak, yığılmak.
    kümeleşim * Bir hastalığa karşıaşılanmışolan veya hastalık geçirmiş bir canlının kanında bulunan maddenin, hastalığın
    mikroplarınıküme durumuna getirme olayı, aglütinasyon.
    kümeleşme * Kümeleşmek işi.
    kümeleşmek * Küme durumunda toplanmak.
    kümeli * Kümesi olan.
    kümes * Tavuk, hindi gibi evcil hayvanların barınmasına yarayan kapalıyer.
    * Ufak ev.
    kümülâtif * Katlanmış, birikmiş, yoğun, kümeli.
    kümültü * Kırlarda, ormanlarda eğreti olarak yapılmış bekçi veya avcıkulübesi.
    kümülüs * Küme bulut.
    -kün * Bkz. -gın/-gin.
    küncü * Susam (taneleri).
    künde * Suçluların ayağına bağlanan demir halka, köstek.
    * Güreşçinin, hasmınıaltına alıp bir elini önden, ötekini arkadan geçirerek kilitlemesi.
    * Düzen, tuzak, oyun, hile.
    kündeden atmak * aldatarak tuzağa düşürmek.
    kündeleme * Künde oyununu yapma.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 174

    kündelemek * Künde oyununu yapmak.
    kündeye gelmek * aldanmak, tuzağa düşmek.
    kündeye getirilmek * aldatılmak, tuzağa düşürülmek.
    kündeye getirmek * künde de durumuna girmesini sağlamak.
    * oyuna getirmek, tuzağa düşürmek.
    künefe * Sıcak yenilen bir çeşit peynirli tel kadayıf.
    küney * Güneşe bakan yan, güney, kuzey karşıtı.
    küngüldeme * Küngüldemek işi.
    küngüldemek * Uyuklamak.
    * Elden ayaktan düşmek.
    küngürdemek * Küngüldemek.
    künh * Öz, kök, iç yüz.
    künhüne varmak * bir şeyin özünü, aslınıanlamak.
    künk * Pişmiştoprak veya çimentodan yapılmışkalın su borusu.
    künye * Bir kimsenin adı, soyadı, ülkesi, doğumu, mesleği gibi özelliklerini gösteren kayıt.
    * Bu özelliklerin yazılı olduğu bilezik, kolye gibi metalden eşya.
    * Soyu sopu ile ilgili kimlik bilgileri.
    künyesi bozuk * Kötü durumları görülmüşolan, sabıkalı.
    künyesi gelmek * (savaşta) Bir askerin ölüm haberi kendi evine bildirilmek.
    künyesini okumak * ayıplarınıyüzüne vurarak bir kimseye sövmek.
    küp * Su, pekmez, yağgibi sıvılarıveya un, buğday gibi tahıllarısaklamaya yarayan, genişkarınlı, dibi dar toprak
    kap.
    * Sarhoş.
    * Bazıdeyimlerde çokluk, fazlalık bildirir.
    küp * Birbirine eşit karelerden oluşan altıyüzlü dikdörtgen, mikâp.
    * Bir cismin hacminin ölçü birimi.
    * Bir sayının üçüncü kuvveti: (43)=4x4x4=64.
    * Küp biçiminde nesne.
    küp gibi * pek şişman.
    küp şeker * Küp biçiminde altıyüzü olan şeker, kesme şeker.
    küpe * Kadınların kulak memelerine taktıklarısüs takısı.
    * Bazıhayvanların boyunlarının iki yanından sarkan deri uzantıları.
    küpe çiçeği * Küpe çiçeğigillerin örneği olan süs bitkisi (Fuchsia).
    * Bu bitkinin kırmızı, pembe, mor veya beyaz renkli çiçeği.
    küpe çiçeğigiller * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, küpe çiçeği, yakı otu, göl kestanesi gibi bitkileri içine alan bir familya.
    küpe dönmek * çok şişmanlamak.
    küpeli * Küpe takmışolan.
    * Küpeye benzer bir deri uzantısı olan.
    küpelik * Dalyan direklerini dikerken alt ucun batmasını sağlamak için bağlanan taşveya zincir.
    küpeşte * Gemilerde güverte hizasında ıskarmoz bağlarına tutturulan dikmelerin dışyüzlerine kaplanan kaplamaların
    oluşturduğu siperler, borda kaplamalarının en üstü, güverteden yukarıkalan bölümler, parapet.
    * Duvarların üzerine, balkon veya pencerelerin içine çimento ve mozayik karışımı ile yapılan dolgu set.
    küpleği * Küreğin, baltanın sap takılan yeri.
    küpleme * Karında su birikmesi sebebiyle olan, şişmeyle beliren hastalık.
    küplere binmek * çok öfkelenmek.
    küplü * Küpü olan.
    * Rakısı bol, ucuz meyhane.
    * Çok rakı içen, ayyaş.
    küpünü doldurmak * eline fırsat geçmişken çokça para biriktirmek.
    kür * İyi bakım ve ilâç tedavisi.
    * Özel tedavi yöntemi.
    kür yapmak * sağlığıkorumak amacıyla herhangi bir yöntemi bir süre uygulamak.
    kürar * Güney Amerika yerlilerinin oklarına sürdükleri bitkisel zehir.
    küraso * Acıportakal kabuğundan yapılan bir içki.
    kürdan * Dişleri temizlemek için kullanılan küçük araç.
    kürdan gibi * çok zayıf, incecik, çelimsiz.
    kürdanlık * Kürdan koymaya yarayan kap.
    kürdî * Klâsik Türk müziğinde si bemol notasınıandıran perde.
    * Dügâh perdesindeki bir makam.
    kürdîlihicazkâr * Klâsik Türk müziğinde, rast perdesinde bir makam.
    küre * Bütün noktalarımerkezden aynıuzaklıkta bulunan bir yüzeyle sınırlıcisim.
    * Yeryüzü, dünya.
    küre * Madenci ocağı, maden fırını.
    küre kuşağı * Bkz. kuşak.
    kürek * Toprak, kömür gibi şeyleri bir yerden bir yere alıp atmaya, taşımaya yarayan ve yayvan bir bölümü, buna
    bağlıuzun bir sapı bulunan araç.
    * Küçük deniz teknelerini yürütmeye yarayan, bir ucu yassı, uzun ağaç.
    * Kürek cezası.
    kürek ayaklılar * Pelikanları, kara batakgilleri içine alan kuşlar takımı.
    kürek cezası * Gemilerde kürek çekme yoluyla uygulanan ceza.
    * (daha sonra) Ağır hapis cezası.
    kürek çekmek * deniz teknesini yürütmek için küreği kullanmak.
    kürek kadar (veya papuç kadar) dili olmak * saygısızca davrananlar için söylenir.
    kürek kemiği * Omzun art bölümünde bulunan, üçgen biçiminde genişve ince kemik.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 175

    kürek kürek * Kürekler dolusu, pek çok.
    kürekçi * Kürek yapan veya satan kimse.
    * Sandal vb. de kürek çeken kimse.
    * Fırın, tren, vapur gibi yerlerde ocağa kürekle kömür atan kimse.
    kürekçilik * Kürek yapma veya satma işi.
    * Sandal vb. de kürek çekme işi.
    * Fırın, tren, vapur gibi yerlerde kürekle ocağa kömür atma işi.
    küreleme * Kürelemek işi.
    kürelemek * Kürekle atıp temizlemek.
    kürelenme * Kürelenmek işi.
    kürelenmek * Kürekle atılmak, kürekle yığılmak.
    küreme * Küremek işi.
    küremek * Kürekle atıp temizlemek, kürelemek.
    küremsi * Küreye benzeyen.
    * Eğriliği azar azar değişen ve biçimi küreye yakın olan katıcisim.
    küresel * Küre ile ilgili olan.
    * Küre biçiminde olan, kürevî.
    küresel gök bilimi * Gök küresindeki cisimlerin yerlerinden söz eden bilim.
    küresel üçgen * Bir küre yüzeyi üzerine çizilen ve kenarlarıüç büyük çember yayı olan üçgen.
    küresel valf * Doğal gaz sisteminde gaz akışınıkesmeye yarayan âlet.
    küreselleşme * Küreselleşmek durumu, globalleşme.
    küreselleşmek * Dünya milletleri, ekonomi, siyaset ve iletişim bakımlarından birbirine yaklaşma ve bir bütün olmaya
    götürmek, globalleşmek.
    kürevî * Küresel, toparlak.
    küreyici * Cevher veya posayı, sabit bir makara üzerinden dönüşyapan sonsuz halat aracılığıyla arkaya doğru küreyen
    mekanik düzen.
    küreyve * Yuvar.
    kürit * Atom numaraları96 ile103 arasında bulunan elementlerin genel adı.
    küriyum * Aktinitlerden, plütonyum 239 ‘un helyum çekirdekleriyle bombardımanından elde edilen, atom numarası
    96 atom ağırlığı248 olan, radyoaktif bir element. KısaltmasıCm.
    kürk * Bazıhayvanların, giyecek yapmak için işlenmişpostu.
    * Kürkten yapılmış.
    kürk böceği * Kın kanatlılardan, esmer uzun kıllı, kürk, halı, keçe ve yünlüleri kemiren bir böcek (Attegenus pellio).
    kürkas * Sütleğengillerden, meyve çekirdekleri zehirli bir bitki, Hint fıstığı(Jatropha curcas).
    kürkçü * Hayvan postlarından kürk hazırlayan veya bu işin ticaretini yapan kimse.
    kürkçülük * Kürk hazırlama sanatı.
    * Kürk ticareti.
    kürklü * Kürkü olan, kürk giymiş.
    * Kürkle süslenmiş.
    * Postu kürk olarak kullanılan (hayvan).
    kürneme * Kürnemek işi.
    kürnemek * (hayvanlar için) Sıcağın veya soğuğun etkisiyle birbirine sokulup toplanmak.
    kürsü * Kalabalığa karşısöz söyleyenlerin üzerine çıktıklarıyüksekçe yer.
    * Bir fakültede araştırma ve öğretim birimi.
    * Sandalye.
    kürsü başkanı * Üniversitede bir bölümün idarî işlerinden ve eğitim, öğretim, araştırma görevlerinden sorumlu öğretim
    üyesi.
    kürsü hocası * Camilerde kürsiden vaaz veren hoca.
    * Üniversitede bir kürsüde görevli olan öğretim üyesi.
    kürsü şeyhi * Bkz. kürsü hocası.
    Kürt * Ön Asya’da yaşayan bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse.
    kürtaj * Vücutta boşluklar içinde bulunan yabancıcisimleri, hasta veya zararlısayılan dokularıkazıyarak alma,
    kazıma.
    * Döl yatağının içini kazıyıp dölütü alma işi.
    kürtajcı * Kürtaj yapan (kimse).
    kürtün * Yük hayvanlarına vurulan semer, palan.
    kürtün * Rüzgârın etkisiyle kuytu yerlere toplanmışkar yığını.
    kürüme * Kürümek işi.
    kürümek * Küremek.
    küs * Küsmüş, dargın.
    küs küs * Sessizce ve büzülmüş bir durumda.
    küseğen * Çabuk ve sık sık küsen (kimse).
    * Küstüm otu.
    küskü * Taşa veya duvara delik açmak için kullanılan uzun, ağır ve bir ucu sivri demir.
    * Taşkaldırmakta kullanılan, uzun demir çubuk veya basit, ağaçtan kaldıraç.
    küskün * Küsmüşolan, gücenik, muğber.
    * Gelişmemiş, küçük kalmış.
    * Küstüm otu.
    küskün küskün * Gücenik, dargın bir biçimde.
    küskünleşme * Küskünleşmek işi.
    küskünleşmek * Küskün duruma gelmek.
    küskünlük * Küskün olma durumu, küsü.
    küsküt * Çit sarmaşığı gillerden, ince uzun ipliksi saplarıyla, asma, baklagiller ve bazımeyve ağaçlarına sarılarak
    onlarısömüren, klorofilsiz bir asalak bitki, şeytan saçı(Cuscuta).
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 165

    kuşatma * Kuşatmak işi, çevirme, çevreleme, sarma, abluka, ihata.
    kuşatmak * Çevresini sarmak, çevrelemek, çevirmek, ablukaya almak, ihata etmek, muhasara etmek.
    * Çevrelemek, çokça bulunmak.
    * Kaplamak.
    * Bele sarılıp bağlanan şeyleri başkasının beline bağlamak.
    kuş başı * Küçük bir kuşun başı büyüklüğünde olan (parça).
    kuş başılı * İçinde kuş başı olan.
    kuş baz * Süs kuşlarıyetiştiren kuşmeraklısı.
    * Padişahların av kuşlarınıyetiştiren görevli.
    kuş burnu * Yaban gülü ağacıve meyvesi (Rosa canina).
    kuşçu * Süs kuşlarıyetiştirip satan kimse.
    * Saraylarda şahin, doğan gibi avcıkuşların bakımıyla görevli kimse.
    * Suç işleyen saray hasekilerini cezalandırmak ve yola getirmekle görevli haseki subayı.
    kuşçubaşı * Kuşçulardan sorumlu olan üst görevli.
    kuşçuluk * Kuşyetiştirme merakıveya kuşyetiştirip satma işi.
    kuşdili * Bir tür diş budak.
    kuşe * Kaymak kâğıdı.
    kuşe kâğıdı * Kuşe.
    kuşekmeği * Turpgillerden, çorak yerlerde yetişen, beyaz veya mor çiçekli, eskiden hekimlikte kullanılmışolan otçul bir
    bitki, çoban dağarcığı(Thlaspi).
    kuşet * Gemi veya tren yatağı.
    kuşetli * Kuşeti olan.
    kuşetsiz * Kuşeti olmayan.
    kuşgömü * Pastırmanın fileto bölümü.
    kuşhane * İçinde süs kuşları beslenilen ve üretilen küçük oda veya büyük kafes.
    kuşkanadı * Göz akızarının göz bebeğine doğru bir ok ucu biçiminde ilerlemesi.
    kuşkonmaz * Zambakgillerden, uç dallarıyapraksı görünüşte, toprak altıkök saplarından çıkan taze sürgünleri yenen bir
    bitki (Asparagus officinalis).
    * Aynıfamilyadan, saksılarda yetiştirilen, uzun saplı, ince ve küçük yapraklı bir süs bitkisi (Asparagus
    plumosus).
    kuşku * Bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu kestirmemekten doğan kararsızlık, işkil, şüphe.
    * Başkalarının iyi niyet ve amaçlarınıkötüye yorarak işkillenme duygusu.
    kuşku beslemek (veya kuşku duymak) * kuşkulanmak.
    kuşku uyanmak * işkillenmek, kuşkulanmak, şüphe uyanmak.
    kuşkucu * Açık bir biçimde kanıtlanmamışher şeyden kuşkuya düşen, şüpheci, septik.
    * Kuşkuculuk yanlısı olan, septik.
    kuşkuculuk * Özellikle doğa ötesi konularda olumlu veya olumsuz yargıda bulunmaktan çekinme temeline dayanan
    öğreti, şüphecilik, septisizm.
    kuşkulandırma * Kuşkulandırmak işi.
    kuşkulandırmak * Kuşkuya düşürmek, kuşkulanmasına yol açmak, şüphelendirmek.
    kuşkulanma * Kuşkulanmak işi.
    kuşkulanmak * Kuşku içinde bulunmak, kuşku duymak, şüphelenmek.
    kuşkulu * Kuşku belirten, kuşku anlatan, şüpheli.
    * Kuşku içinde olan, şüpheli.
    * Kuşkucu.
    kuşkulu kuşkulu * Kuşku içinde olarak, şüphelenerek.
    kuşkusu kalmamak * bir konuda her şeyi bilmek, şüphe duymamak.
    kuşkusuz * Kuşkusu olmayan, işkilsiz.
    * Elbette, şüphesiz.
    kuşkuya düşmek * kuşkulanmak, kuşku beslemek, kuşku duymak, şüpheye düşmek.
    kuşlak * Av kuşları bol olan yer.
    kuşlar * Çok hücreli hayvanlardan, omurgalıların geniş bir sınıfı.
    kuşlokumu * Yumurta, un ve şekerle yapılan bir tür kurabiye.
    kuşluk * Günün sabahla öğle arasındaki bölümü.
    kuşluk namazı * Vaktinde kılınmayan sabah namazı için güneş bir mızrak boyu yükseldikten sonra kaza edilen namaz.
    kuşluk vakti * Günün ilk ışıkları ile güneşin bir mızrak boyu yükselmesi arasında kalan süresi.
    kuşluk yemeği * Kuşluk vakti yenilen yemek.
    kuşmar * Kuşavlamak için hazırlanmıştuzak, kuştuzağı.
    kuşpalazı * Difteri.
    kuşyemi * Buğdaygillerden, durgun sularda yetişen bir bitki (Phalaris canariensis).
    * Bu bitkinin taneleri.
    * Kuşlara yedirilen çişitli tahıl taneleri, dane.
    kut * Uğur, baht, talih.
    * Mutluluk.
    kutan * Saka kuşu.
    kutlama * Kutlamak işi, tebrik.
    * Kutlama töreni.
    kutlamak * Mutlu bir olay sebebiyle buna sevinildiğini birine söz, yazıveya armağanla anlatmak, tebrik etmek.
    * Önemli bir olayın gerçekleşmesi yıl dönümü dolayısıyla tören yapmak, tes’it etmek.
    kutlanış * Kutlanmak işi veya biçimi.
    kutlanma * Kutlanmak işi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 166

    kutlanmak * Kutlamak işi yapılmak, tebrik edilmek.
    kutlayış * Kutlamak işi veya biçimi.
    kutlu * Uğur getirdiğine inanılan, uğurlu, ongun, mübarek.
    kutlu olsun * “uğurlu olsun, bolluk ve iyilik getirsin” anlamında bir kutlama sözü.
    kutlulamak * Kutlamak.
    kutluluk * Kutlu olma durumu.
    kutnu * Pamuk veya ipekle karışık pamuktan dokunmuşkalın, ensiz kumaşçeşidi.
    kutsal * Güçlü bir dinî saygıuyandıran veya uyandırması gereken, kutsî, mukaddes.
    * Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsî, mukaddes.
    * Bozulmaması, dokunulmaması, karşıçıkılmaması gereken, üstüne titrenilen.
    * Tanrı’ya adanmışolan, tanrısal olan.
    kutsallaşma * Kutsallaşmak işi.
    kutsallaşmak * Kutsal duruma gelmek.
    kutsallaştırış * Kutsallaştırmak işi veya biçimi.
    kutsallaştırma * Kutsallaştırmak işi, kutsama.
    kutsallaştırmak * Kutsal duruma getirmek, kutsamak.
    kutsallık * Kutsal olma durumu, kutsiyet.
    kutsama * Kutsamak işi, takdis.
    kutsamak * Kutsallaştırmak.
    * Kutluluk dilemek, takdis etmek.
    kutsî * Kutsal.
    kutsîleşme * Kutsîleşmek işi veya durumu.
    kutsîleşmek * Kutsal duruma gelmek.
    kutsiyet * Kutsallık.
    kutsuz * Uğursuz, kötü, menhus.
    * Mutsuz, zavallı.
    kutsuzluk * Kutsuz olma durumu.
    kutu * İnce tahta, mukavva, teneke, plâstik vb. den yapılmış, genellikle kapaklıkap.
    * Elektrik akımıdevrelerinde birleştirme yapmak veya akımı bir veya daha fazla kollara ayırmak için
    kullanılan araç, buat.
    * Elektrik veya telefon tellerinin toplanıp bağlandığıkap.
    * (bir kimsede, bir yerde veya şeyde) İyi veya kötü bir özelliğin fazlalığını belirtir.
    * Kutunun alabildiği kadar olan.
    kutu gibi * küçük fakat kullanışlıve şirin.
    kutu kutu * 1’den 10’a kadar sayıların gizlice yazılması, tahmin edilmesine dayanan ve iki çocuk arasında oynanan bir
    oyun.
    kutucu * Kutu yapan veya satan kimse.
    kutuculuk * Kutu yapmak veya satmak işi.
    kutulama * Kutulamak işi.
    kutulamak * Kutuya yerleştirmek, kutuya koymak.
    kutulanış * Kutulanmak işi veya biçimi.
    kutulanma * Kutulanmak işi.
    kutulanmak * Kutulamak işi yapılmak.
    kutulayış * Kutulamak işi veya biçimi.
    kutulu * Kutusu olan.
    kutulu telefon * Halkın kullanımına sunulan, para, jeton veya manyetik özelliği olan kartla çalışan telefon, ankesörlü
    telefon.
    kutup * Yer yuvarlağının, ekvatordan en uzak olan yer ekseninin geçtiği var sayılan iki noktasından her biri.
    * Birbiriyle karşıt olan şeylerden her biri.
    * Bir konuda yüksek bilgisi ve yetkisi olan kimse.
    * Gök küresinin, dolayında döndüğü var sayılan eksenin iki ucundan her biri.
    * Elektrik akımını oluşturan gerilim ayrılığının en yüksek dereceyi bulduğu iki noktadan her biri.
    * Bir mıknatıs demirinin iki ucundan her biri.
    kutup engel * Bir pilde elektromotor kuvveti düşüren polorma olayına karşı gelmek ve elektirk akımının durmasını
    önlemek için kullanılan (kimyasal maddelerden her biri).
    Kutup Yıldızı * Gök küresinin kutbuna en yakın olan küçükayıdenilen takım yıldızın en ucunda bulunan, kuzeyi
    belirleyen, durağan yıldız, Demirkazık, Kuzey Yıldızı.
    kutuplanma * Kutuplanmak işi, polârizasyon.
    kutuplanmak * İki kutupta toplanmak.
    * (pusula ibresi için) Kutba doğru yönelmek.
    kutuplaşma * Kutuplaşmak işi.
    kutuplaşmak * (bir topluluk) Birbirine karşıt gruplara ayrılmak.
    kutupsal * Kutupla ilgili.
    kutur * (daire ve kürede) Çap.
    * (bazı geometrik şekillerde) Köşegen.
    kuvars * Billûrlaşmışsilisin doğada çok yaygın bir türü.
    kuvarsit * Yalnız kuvars tanelerinden birleşik bir kayaç, kum taşı.
    kuvertür * Örtü.
    kuvöz * Özellikle erken veya yeni doğmuş bebeklerin, bulaşıcıhastalıklardan korunmasıamacıyla içine
    yerleştirildiği, belirli sıcaklığı olan araç.
    kuvve * Düşünce, niyet.
    * Bir devletin silâhlıkuvvetlerinin durumu veya gücü.
    * Yeti.
    kuvveden fiile çıkarmak * düşünülen, tasarlanan şeyi gerçekleştirmek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 167

    kuvvet * Fiziksel güç, takat.
    * Güç.
    * Şiddet, zor, cebir.
    * Yetke, erk, nüfuz.
    * Dayanıklı olma durumu, tahammül, mukavemet.
    * Bir niceliğin kendisi ile çarpılarak yükseltildiği derecelerden her biri: 2x2x2=23 denkleminde, 3 sayısı2’nin
    kuvvetini gösterir.
    * Bir ülkenin savaşçısilâhlıkuruluşlarıveya gücü.
    * Durgunluğu harekete veya hareketi durgun bir duruma çeviren etken, direnci kıran veya direnç doğuran
    özellik.
    kuvvet almak * herhangi bir yardımla gücü artmak, kuvvetlenmek.
    kuvvet bulamamak * cesaret edememek.
    kuvvet çifti * Birbirine paralel ters yönde ve eşit ağırlıkta iki kuvvetin oluşturduğu kuvvet takımı.
    kuvvet komutanları * Kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanlarına toplu olarak verilen ad.
    kuvvet vermek * bir konuya çok önem vermek.
    kuvvetini toplamak * gücünü artırmak, kuvvetlenmek.
    kuvvetle * güçlü ve sağlam bir biçimde.
    * üzerinde durarak, direnerek.
    kuvvetlendirici * Gücü artıran, güçlendirici.
    * (fotoğrafçılıkta) Negatiflerin güçlendirilmesini sağlayan banyo.
    kuvvetlendiriş * Kuvvetlendirmek işi veya biçimi.
    kuvvetlendirme * Kuvvetlendirmek işi.
    kuvvetlendirmek * Güçlenmesini sağlamak, gücünü artırmak.
    kuvvetleniş * Kuvvetlenmek işi veya biçimi.
    kuvvetlenme * Kuvvetlenmek işi.
    kuvvetlenmek * Güç kazanmak, direnci veya gücü artmak.
    kuvvetli * Gücü çok olan, zorlu, şiddetli.
    * Sağlam, dayanıklı olan.
    * Görevini iyi yapan, keskin.
    * Çok etkileyici, inandırıcı, önemli.
    * Saygın, nüfuzlu.
    * Üstün.
    * Etkili.
    kuvvetlice * Oldukça güçlü, kuvvetli.
    * Biraz güçlü, biraz kuvvetli.
    kuvvetölçer * Kuvvetleri ölçmeye yarayan cihaz, dinamometre.
    kuvvetsiz * Gücü, kuvveti olmayan, güçsüz.
    * Etkisiz.
    kuvvetsizlik * Kuvvetsiz olma durumu, güçsüzlük.
    kuvvetten düşmek * gücü azalmak.
    kuymak * Mısır ununun erimişteryağıyla kavrulması, su ilâve edilmesi, bir miktar peynir katılmasıve bir süre
    kaynatılmasıyla elde edilen yemek.
    * Karadeniz bölgesinde ve özellikle Trabzon’da yapılan bir tür yemek.
    kuyruğa girmek * ayakta arka arkaya durulan diziye girmek.
    kuyruğu dikmek * (hayvan) koşmaya, başlamak.
    * (insan) bulunduğu yerden uzaklaşmaya başlamak.
    kuyruğu kapana kısılmak (veya sıkışmak) * çok zor duruma düşmek.
    kuyruğu titretmek * ölmek.
    kuyruğuna basmak * birini incitip saldırıda bulunmasına yol açmak, tahrik etmek.
    kuyruğuna teneke bağlamak * biriyle aşırıderecede alay etmek.
    * birini, herkesin alay edeceği biçimde kovmak.
    kuyruğunu kısmak * korkup sinmek.
    kuyruğunu kıstırmak * birini güç bir duruma düşürmek.
    kuyruğunu tava sapına çevirmek * haddini bildirmek, gereken dersi vermek.
    kuyruk * Hayvanların çoğunda, gövdenin art yanında bulunan, omurganın uzantısı olan uzun ve esnek organ.
    * Kuşlarda gövdenin art yanında bulunan tüy demeti.
    * Koyunun bazıtürlerinde eritilerek yağıalınan bir uzantısı.
    * Bazışeylerde kuyruğa benzeyen uzantıveya baştarafın aksi yönünde kalan bölüm.
    * Birisinin arkasına takılıp hiç ayrılmayan kimse.
    * İnsanların sıra beklemek için, art arda durarak oluşturduğu dizi.
    * Başın arkasına toplanmışsaç demeti.
    * Bir harfin bitişçizgisine yakın yerde, birden bir dönüşyapan kısa çizgi.
    kuyruk acısı * Hınç, alınacak öç.
    kuyruk çekmek * gözün çevresine kalem veya sürme ile çizgi çekmek.
    kuyruk kemiği * Omurganın alt ucunda bulunan, kuyruk sokumu kemiği ile eklemlenen, önden arkaya doğru yassı, üçgen
    biçiminde kemik.
    kuyruk olmak * arka arkaya dizilmek, sıralanmak.
    kuyruk sallamak * yaltaklanmak.
    kuyruk sokumu * İnsanda omurganın alt ucunun bitim yeri.
    kuyruk sokumu kemiği * Omurganın bitiminde, beşkuyruk omurunun kaynaşmasından oluşan, üçgen biçiminde kemik.
    kuyruk yağı * Koyun kuyruğunun eritilmesinden elde edilen yağ.
    kuyruk yapmak * uzun ve peşpeşe bir sıra oluşturmak.
    kuyrukkakan * Kara tavukgillerden, böcek ve meyve ile beslenen küçük ötücü bir kuş(Saxicola).
    kuyruklu * Kuyruğu olan.
    * Akrep.
    kuyruklu kelebek * Kanatlarısiyah benekli sarırenkte bir Avrupa kelebeği (Papillio machaon).
    kuyruklu kurbağa * Yumurtadan yeni çıkmışve evrim geçirmemişyavru kurbağa.
    kuyruklu piyano * Duvar piyanosu gibi dik olmayan, gövdesi üç ayak üstünde yatık bir durumda bulunan piyano.
    kuyruklu yalan * Çok büyük yalan.
    kuyruklu yıldız * Güneşçevresinde büyük yuvarlak bir elips veya bir parabol çizen, kuyruk denilen ışıklı bir uzantısı olan
    gök cismi.
    kuyruklu yıldız başı * kuyruklu yıldızın önde giden yuvarlak parçası.
    kuyruklu yıldız çekirdeği * kuyruklu yıldız başının ortasında yıldıza benzeyen parlak nokta.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 168

    kuyruklu yıldız saçı * kuyruklu yıldız çekirdeğini saran ışıklı gaz yuvarı.
    kuyruklular * Omurgalıhayvanlardan, amfibyumlar sınıfının, vücut ve kuyruklarıuzun, bacaklarızayıf, birçok semender
    türlerini içine alan bir alt takımı, urodel.
    kuyruksallayan * Kuyruksallayangillerden, kanatlarıve vücudunun üst bölümü kül rengi, alt bölümü değişik sarı olan, uzun
    kuyruklu, küçük, ötücü kuş, yont kuşu (Motacilla).
    kuyruksallayangiller * Kuyruksallayan, incir kuşu gibi ötücü kuşları içine alan familya.
    kuyruksuz * Kuyruğu olmayan.
    kuyruksuzlar * Kurbağalar.
    kuyruksüren * Bir kuş.
    kuytu * Issız, sessiz ve göze çarpmayan (yer).
    * Uğrak olmayan, içerlek, sapa (yer).
    * Sessiz, ıssız, tenha yer.
    * Gün ışığı almayan.
    kuytuluk * Kuytu, sessiz yer.
    kuyu * Su katmanına varıncaya kadar derinliğine kazılan, genellikle silindir biçiminde, çevresine duvar örülen,
    suyundan yararlanılan çukur.
    * Toprağa kazılan derince çukur.
    * İçinden çıkılamayan durum veya yer.
    * Yer altındaki işyerlerine ulaşmak için açılmışve kesit boyutlarıderinliğine oranla sınırlı, düşey veya düşeye
    yakın bağlantıyolu.
    kuyu açmak * kuyu yapmak.
    kuyu bileziği * Su kuyusunun ağzına oturtulan tek parça yontma taş.
    kuyu fındığı * Yeşilken toprağa gömülerek ayrı bir çeşni verilen fındık.
    kuyu gibi * çok derin.
    * basık ve karanlık yer.
    kuyu kebabı * Toprak altında özel olarak kazılıp hazırlanmışkuyuda pişirilen çebiç veya kuzu kebabı.
    kuyu suyu * Kuyudan çıkarılan içme ve sulamada kullanılan su.
    kuyu topuğu * Kuyunun yapısınıveya kuyu başındaki tesisleri, çökme sırasında oluşabilecek hasara veya zarara karşı
    korumak amacıyla kuyu çevresinde bırakılan güvenlik topuğu.
    kuyucu * Kuyu kazmayı işedinmişkimse.
    kuyuculuk * Kuyucunun işi veya kuyu kazma işi.
    kuyudan adam çıkarmak * olumsuz, uygunsuz veya yasal olmayan bir durumda son vererek birini haklarına kavuşturmak.
    * unutulmaktan kurtarmak.
    kuyudat * (resmî defterdeki) Kayıtlar.
    kuyum * Değerli metal ve taşlardan yapılan süs eşyası.
    kuyumcu * Değerli metal ve taşlardan bilezik, küpe gibi süs eşyasıyapan veya satan kimse, mücevherci.
    kuyumcu terazisi * Hassas terazi.
    kuyumculuk * Kuyumcunun işi ve zanaatı, mücevhercilik.
    kuyusunu kazmak * birinin yıkımına çalışmak, kötü duruma düşmesini istemek.
    kuz * Gölgede kalan (yan).
    kuzen * Teyze, dayı, hala veya amcanın erkek çocuğu, erkek yeğen.
    kuzey * Sağınıdoğuya, solunu batıya veren kimsenin tam karşısına düşen yön, dört ana yönden biri, şimal, güney
    karşıtı.
    * Bulunduğu noktaya göre kuzeyde kalan yer.
    * Bu yöne düşen, bu yönle ilgili olan, şimalî.
    Kuzey Kutbu * İki kutuptan ekvatorun kuzey tarafında yer alan kutup bölgesi.
    kuzey noktası * Ufukta kuzey doğrultusunun gök küresini deldiği nokta.
    Kuzey Yıldızı * Kutup Yıldızı.
    kuzeybatı * Ufkun kuzeye ve batıya eşit uzaklıkta olan noktası.
    * Bu yönle ilgili olan.
    kuzeydoğu * Ufkun kuzeye ve doğuya eşit uzaklıkta olan noktası.
    * Bu yönle ilgili olan.
    kuzeyli * Kuzey ülkeleri halkından olan (kimse).
    kuzgun * Birçok karga türüne, özellikle kara kargaya verilen ad (Corvus corone).
    kuzgun gibi * çok kara, çok koyu.
    kuzguna yavrusu şahin (veya anka) görünür * herkesin kendi yarattığışey çirkin de olsa, gözüne güzel görünür.
    kuzguncuk * Hapishane kapılarındaki demir kafesli pencere.
    kuzgunî * Çok koyu, kara.
    kuzgunî siyah * Çok koyu, kara renkli.
    kuzgunkılıcı * Süsengillerden, uzun, ensiz ve sivri yapraklı bir süs bitkisi, glayöl (Gladiolus illyricus).
    kuzin * Teyze, dayı, hala veya amcanın kız çocuğu, kız yeğen.
    kuzine * Hem ısıtmaya, hem de üzerinde yemek pişirmeye yarayan büyük mutfak sobası.
    * Gemilerde yemek pişirilen yer, mutfak.
    kuzu * Koyun yavrusu.
    * Bir meyve veya sebzeye bitişik olan küçük meyve veya sebze.
    * Kuzu etinden yapılmışolan (yiyecek).
    kuzu çevirmek * kuzunun gövdesini şişe geçirip ateşkorunun üzerinde çevirerek pişirmek.
    kuzu dişi * Süt dişi.
    * İleri yaşlarda çıkan diş, peynir dişi.
    kuzu eti * Kesilmişkuzunun parçalanıp satılan eti.
    kuzu gibi * çok uysal.
    kuzu gibi olmak * uslanmak, sessizleşmek, sakinleşmek.