kumkazan | * Kemirgenlerden, Afrika’nın güneyinde yaşayan bir memeli türü (Bathyergus maritimus). |
kumkuma | * Küçük testi, çömlek. * Kötü, olumsuz bir özelliği kendinde fazlasıyla toplayan kimse, olay, olgu veya yer. |
kumla | * Kumluk yer, genişkumsal, plâj. * Güneş banyosu yapmak için düzenlenmişkumsal. |
kumlama | * Çam türü ağaçlarda yıl halkalarıarasındaki görüntü ayrımınıdaha da belirtmek için yüzeye, hava basıncından yararlanarak kum püskürtme. * Oyma işlerinde, çukurda kalan yüzeyleri özel dişli araçlarla pütürlendirme. |
kumlamak | * Kumla kaplamak veya kum dökmek. |
kumlu | * İçinde kum bulunan. * Çok ufak ve sık benekli. |
kumluk | * Kumu çok olan. * Kumsal. * Kumluk yer. |
kumpanya | * Daha çok yabancısınaî, ticarî ortaklık. * Tiyatro topluluğu. * Aynı görüşü paylaşan, aynıeylemi yapan kimseler topluluğu. |
kumpas | * Dizicilerin harfleri satır durumuna getirirken içine yerleştirdikleri ayarlanabilir demir yuva. |
kumpas kurmak | * gizli bir iş, düzen hazırlamak. |
kumpir | * Kaynamışve kabuğu soyulmadan özel fırında pişirilmişiri patates. |
kumral | * (saç, bıyık, sakal için) Koyu sarıveya açık kestane rengi. * Bu renkte olan (kimse veya şey). |
kumru | * Güvercinler takımından, güvercinden küçük, boz, gri renkli bir kuş(Streptopelia). |
kumru gibi | * kendi dünyalarına çekilmiş, sevecen. |
kumsal | * Su kıyılarında oluşan kumlu yer, plâj. * Kumlu. |
kumsallık | * Kumsal olma durumu. |
kumsuz | * Kumu olmayan. |
kumuç | * Sivrisineğe benzer çok küçük bir tür sinek. * İçine et veya peynir konarak yapılan bir çeşit sigara böreği. |
Kumuk | * Dağıstan’da yaşayan bir Türk boyu ve bu boydan olan kimse. |
Kumukça | * Kumuk dili. |
kumul | * Çöllerde veya deniz kıyılarında rüzgârların yığdığıkum tepesi. |
-kun | * 343 -gın / -gin. |
kunda | * Bir çeşit büyük ve zehirli örümcek. |
kundak | * Yeni doğmuşçocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez. * Kundağa sarılmış bebek. * Yangın çıkarmak için bir yere konulan tutuşmuşyağlı bez parçasıvb. * Saçlarıyemeninin içine alıp bağlama. * Tüfek gibi bazıateşli silâhlarda bunlarıçeşitli yönlere çevirmeye yarayan, namlunun altında bulunan ağaç veya metal bölüm. * Ara bozma, fitne, fesat. * Arabalarda dingil yatağı. * Korunmak için sıkısıkıya sarılmışşey. |
kundak sokmak (veya koymak) | * yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuşyağlı bez parçasıkoymak. * ara bozacak bir söz söylemek veya böyle bir davranışta bulunmak. |
kundakçı | * Yangın çıkarmak için kundak koyan kimse. * Tüfek kundaklarıyapan kimse. * Ara bozucu. |
kundakçılık | * Yangın çıkarmak için kundak koyma işi. * Ara bozuculuk. |
kundaklama | * Kundaklamak işi. |
kundaklamak | * Bebeği kundağa sarmak. * (bir yeri) Kundakla yakmak. * Saçlarıyemeninin içine toplayarak bağlamak. * Tüfek namlusunu kundağa bağlamak. * Ara bozmak, aldatmak. |
kundaklanış | * Kundaklanma işi veya biçimi. |
kundaklanma | * Kundaklanmak işi. |
kundaklanmak | * Kundaklama işi yapılmak veya kundaklamak işine konu olmak. |
kundaklayış | * Kundaklama işi veya biçimi. |
kundaklı | * Kundağı olan, kundağa sarılmışolan. |
kundaksız | * Kundağı olmayan. |
kundura | * Kaba işlenmiş, bağsız, konçsuz ayakkabı. |
kunduracı | * Kundura yapan veya satan kimse. |
kunduracılık | * Kunduracının işi. |
kunduru | * Başağıdört sıradan oluşan, bir tür sert, sarı, iyi buğday. |
kunduz | * Kemirgenlerden, kuyruğu genişve yassı, art ayak parmaklarının arasıperdeli, ağaçlarıkemirerek beslenen, su kıyılarında yaşayan, yuvalar ve su setleri kuran, postu değerli bir hayvan (Castor fiber). |
kunduz böceği | * 343 kuduz böceği. |
kungfu | * Kendini savunma temeline dayalı, karateye benzeyen Çin kökenli spor. |
kunt | * Ağır, kalın, dayanıklıve sağlam. |
kup | * Giysi kesimi, kesimle verilen biçim. |
kupa | * Genellikle genişliği derinliğinden çok olan, altın, gümüş, bronz veya kristalden yapılmışayaklıkap. * Bardak. * Yarışma ödülü olarak verilen herhangi bir sanat eseri. * İskambil kâğıtlarının dört grubundan benekleri kırmızı, kalp biçiminde olanı. * Bir kupanın alabileceği miktarda olan. |
kupa | * Kapalıve yalnız arkada oturulacak yeri olan, dört tekerlekli araba. |
kupes | * İzmaritgillerden, ılıman denizlerde yaşayan bir balık (Boops boops). |
kupkuru | * Çok kuru. * Belirgin, net. |
kupkuru etmek | * çok kurutmak. |
kupkuru kesilmek | * çok kurumak. |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 156
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 149
kriminoloji * Toplumsal bir olgu olarak suç ve suçluluğu inceleyen bilim. kripto * Siyasî inancını gizleyen kimse. kriptolog * Kriptoloji uzmanı. kriptoloji * Gizli yazılar, şifreli belgeler bilimi veya incelemesi. kripton * Atom numarası36, atom ağırlığı83, 8 olan, atmosferde yarım milyonda bir oranında bulunan, renksiz,
kokusuz bir soy gaz.KısaltmasıKr.kristal * Billûr.
* Billûrdan yapılmış.kristal cam * Potasyum, kireç ve silisin yüksek ısıda ergitilerek hamur hâline getirilmesi, sonra da biçimlendirilmesi ile
elde edilen cam.kristal mavisi * Kristalin yansıttığı açıklık ve parlaklıktaki mavi rengi. kristalleşme * Billûrlaşma. kristalleşmek * Billûrlaşmak. kristaloit * Billûrsu. kriter * Ölçüt, kıstas. kritik * Tehlikeli, endişe veren (durum).
* Eleştiri.
* Eleştirmen.kritik etmek * eleştirmek. kritisizm * Eleştiricilik. kriyoskopi * Tuzlu eriyiklerin donma yasalarını inceleyen fizik kolu. kriz * Bunalım, buhran.
* Bir toplumun, bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran.kriz geçirmek * bir organda birdenbire fizyolojik değişiklik olmak.
* bunalım içinde bulunmak.kriz masası * Aniden ortaya çıkan bir afeti geçiştirmek için yetkililerden ve uzmanlardan oluşturulan kurul. kriz yöneticisi * Zorda kalan işletmeye belirli bir sürede yardım ederek sorunu çözen tecrübeli kimse. kriz yönetimi * İşletmelerde hatalıüretim, ham madde, kalite düşüklüğü, pazarlama vb. sebeplerle ortaya çıkan sorunlu
dönemde iş başına getirilen yöneticilerin davranışı.krizalit * Kelebek olmadan önce bir böceğin, koza veya kozasız olarak geçirdiği başkalaşma durumu. krizantem * Kasımpatı. krizolit * Zebercet. kroki * Bir konu veya nesnenin başlıca özelliklerini yansıtacak biçimde hazırlanmıştaslağı. krokodil * İşlenmiştimsah derisi.
* Bu deriden yapılmışolan.krom * Atom numarası24, atom ağırlığı52,01 olan, ısıya dayanıklı, 15140 C de eriyen, 6,92 yoğunluğunda, havada
oksitlenmeyen bir element. KısaltmasıCr.
* Kromdan yapılmış.kromaj * Metal yüzeyleri kromla kaplama işlemi.
* Bu işlemle kaplanmışyer.kromatik * Renklerle ilgili, renkser.
* Kromozomlarla ilgili.
* Yarım tonlardan oluşan (ses dizisi).kromatik iplik * Karyokinez sırasında kromatin maddesinin iplik biçimindeki durumu. kromatin * Hücre çekirdeğinde küçük tanecikler, düzensiz kitleler veya ağbiçiminde bulunan, soya çekim olaylarını
sağlayan, bazı boyalarla hemen boyanabilen madde.kromatit * Bir kromozomun uzunlamasına iki yarısından her biri. kromatofor * Plâzmasıpigmet tanecikleriyle dolu, çokgen veya yıldız biçiminde, belirli uzunlukta veya kısalabilir
uzantıları bulunan hücre.krome * Kromdan yapılmışveya krom kaplama. kromlu * Birleşiminde krom bulunan. kromoplâst * Değişik renkler taşıyan kromatofor. kromosfer * Renk yuvarı. kromotropizm * Canlı bir varlığın, belli renkte bir nesneye doğru yönelme hareketi. kromozom * Karyokinez bölünme sırasında hücre çekirdeğinin içinde beliren ve kromatin ipliklerinin parçalara
ayrılmasıyla oluşan, bazıyeteneklerin yeni bireylere geçmesine yarayan, kıvrık çubuk biçimindeki cisim.kron * Çek para birimi. kronaksi * Bir elektrik akımının bir sinir veya kasla uyarım oluşturabilmesi için gereken kısa süre. kronik * Olayların birbiri ardınca sıra ile yazıldığıtarih, vekayiname.
* Süreğen.
* Uzun süredir bir çözüm getirilmemiş.kronikçi * Kronik yazarı. kronikleşme * Kronikleşmek işi. kronikleşmek * Kronik bir hâl almak. kronograf * Süreyazar. kronoloji * Zaman bilimi. kronolojik * Zaman bilimsel. kronometre * Süreölçer. kros * Kırlarda ve ormanlarda, hendeklerden, yükseltilerden, çukurlardan ve akarsulardan geçerek yaya yapılan
koşu. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 150
kroşe * Boksta bir yumruk vuruşşekli. kruasan * Ay çöreği. krupiye * Bir kumarhanede veya oyun oynanan bir yerde oyunu yöneten kimse. krupiyelik * Krupiye olma durumu veya krupiyenin işi. kruvaze * (ceket, yelek için) ön parçaları birbiri üzerine gelecek biçimde yapılmışolan. kruvazör * Deniz yollarını gözetme, deniz ve hava filolarına kılavuzluk etme amacıyla, topla silâhlandırılmışhızlısavaş
gemisi.ksenofobi * Yabancıdüşmanlığı. ksenon * Atom numarası54, atom ağırlığı131, 30 olan, havada on milyonda bir oranında bulunan, renksiz, kokusuz
asal gaz. KısaltmasıXe.ksilofon * Değişik sayıda akortlu tahta veya metal çubukların gam sırasıyla dizilmesinden oluşan, iki değnekle
vurularak çalınan bir çalgı.Ku * Kurçatovyum’un kısaltması. -ku * Bkz. -gı/ -gi. kuaför * Kadın berberi.
* Erkek berberi.
* Güzellik salonu.kuartet * Dörtlü. kubarma * Kubarmak işi. kubarmak * (hindi, güvercin) Tüyleri kabarmak.
* Çalımlı bir tavır takınmak.kubaşma * Kubaşmak işi. kubaşmak * İmece ile işyapmak, yardımlaşmak. kubat * Kaba, biçimsiz.
* Davranışlarıkaba olan.kubatlık * Kubat olma durumu. kubbe * Yarım küre biçiminde olan ve yapıyıörten dam.
* Kubbe biçiminde olan.Kubbealtı * TopkapıSarayında, Osmanlıvezirlerinin, devlet işlerini görüşmek için toplandıklarıalan. kubbeli * Kubbesi olan.
* Kubbe biçiminde olan.kubbeli delik * Trakeit gözelerinin uçlarında bulunan ve besin suyunun düşey yönde ilerlemesini sağlayan geçişyolu. kubbeli fırın * Üzerinde kubbesi olan fırın. kubbesiz * Kubbesi olmayan. kubur * Ayak yolu deliğinden lâğıma inen boru.
* Boru biçiminde kap.
* Bir çeşit tabanca, dolma tabanca.kubur sıkmak * silâh atmak, tabanca sıkmak. kuburluk * Tabanca kılıfı.
* Sadak.kucağına düşmek * düşman, felâket, sefalet gibi kötü şeylerin veya durumların içine düşmek, onlarla karşılaşmak. kucağına oturmak * dizlerinin üstüne oturmak. kucak * Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm.
* Açık kollarla göğüs arasına sığabilen miktarda olan.
* Herhangi bir durumun veya şeyin sınırlarının arası, iç.kucak açmak * korumak; sığınacak yer vermek. kucak çocuğu * Yürüyemeyen, kucakta gezdirilen çocuk. kucak dolusu * Pek çok, pek bol. kucak kucağa * Birbirine sarılmışveya birbirine yüz yüze sokulmuş bir durumda.
* İç içe, yan yana, beraberce.kucak kucak * bol bol.
* kucaklanabilecek miktarda olan.kucaklama * Kucaklamak işi. kucaklamak * Kollarla sarıp göğüs uzerine bastırma.
* Kucağına almak, kucağında taşımak.
* İçine almak veya çepeçevre sarmak.kucaklanış * Kucaklanmak işi veya biçimi. kucaklanma * Kucaklanmak işi veya durumu. kucaklanmak * Kucaklamak işi yapılmak. kucaklaşma * Kucaklaşmak işi. kucaklaşmak * Birbirini kucaklamak. kucaklayış * Kucaklamak işi veya biçimi. kucakta * henüz yürüyemeyen, küçük (çocuk). kucaktan kucağa * Pek çok kişi ile ilişki kurarak. kucaktan kucağa dolaşmak (veya gezmek) * (kadın) pek çok kişiyle yasal olmayan ilişkide bulunmak. kuçu kuçu * Köpekleri çağırmak için kullanılır. kuçukuçu * (çocuk dilinde) Köpek. kudas * İsa Peygamber’in havarileriyle birlikte yediği son yemeği anmak için, Hristiyanların kilisede bir kap içinde
ekmek ve şarabıkutsayarak yaptıklarıtören, liturya. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 151
kudema * Eskiler, eski insanlar.
* Eskiliği bakımından ileri gelenler, öne çıkanlar.kudret * Güç, erk, erke, iktidar.
* Yetenek.
* Maddî güç, zenginlik.
* Tanrıyapısı.
* Tanrı’nın ezelî gücü.kudret hamamı * Ilıca. kudret helvası * Türlü bitkilerden, öz sularının kurutulmasıyla elde edilen macun; hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanılır.
* Beyaz çiçekli, 5,9 yaprakçıklı, 20 m kadar yükselebilen, Kuzeybatıve BatıAnadolu’da yaygın olan bir ağaç
(Fraxinus ornus).kudret narı * Sarıçiçekli, parçalıyapraklı, tırmanıcıve bir yıllık otsu bir bitki (Momordica charantia).
* Bu bitkinin 10,15 cm uzunlukta, iğbiçiminde, üzeri pürtüklü, önce yeşil ve sonra parlak sarıveya turuncu
renkli meyvesi.kudretli * Gücü olan, güçlü.
* Başarılı, üstün.kudretsiz * Gücü olmayan, argın, takatsiz. kudretsizlik * Güçsüz olma durumu, argınlık, takatsizlik. kudretten * İnsan eli değmeden oluşmuş. kudurgan * Azgın. kudurganlık * Azgınlık. kudurma * Kudurmak işi. kudurmak * Kuduz hastalığına yakalanmak, kuduz olmak.
* Aşırıdavranışlarda bulunmak, taşkınlık göstermek.
* Çok yaramazlaşmak, ele avuca sığmamak.
* Gücünü artırmak, tehlikeli bir durum almak, tehlikeli bir duruma gelmek.
* Çok kızmak, öfkelenmek.kudurtma * Kudurtmak işi. kudurtmak * Kudurmasına sebep olmak.
* Öfkelenmesine yol açmak.kudurtucu * Kudurmasına sebep olan. kuduruk * Kudurmuş(insan veya hayvan).
* Azgın, saldırgan.
* Çok yaramaz.kuduruş * Kudurmak işi veya biçimi. kuduz * Köpek, kedi, tilki gibi bazımemeli hayvanlardan insana geçen, genellikle çırpınma, sudan korkma, inme ile
beliren, ölümle sonuçlanan hastalık.
* Azmış.
* Kuduz hastalığına yakalanmış(hayvan).kuduz böceği * Kın kanatlılardan, hekimlikte yakıyakmak için kullanılan, 2 cm uzunluğunda, parlak yeşil renkli bir böcek,
kunduz böceği (Cantharis).kuduz böcekleri * Ateş böceklerine benzemekle birlikte, onlar gibi ışık vermeyen, kuduz böceği türlerini içine alan kın
kanatlılar familyası.kuduz otu * Bkz. deli otu. kuduzluk * Kuduz olma durumu. kudüm * Mehter takımlarında ve tekkelerde kullanılmışolan, metal kâseli, küçük iki davuldan oluşmuşusul vurma
aracı.kudümzen * Kudüm çalan. kûfî * Arap yazısının düz ve köşeli çizgilerle yazılan eski bir biçimi. kuğu * Perde ayaklılardan, yaban ve evcil türleri bulunan, çok uzun ve kıvrık boyunlu, genişgagalı, genişkanatlı
bir su kuşu (Cygnus olor).kuğu (gibi) * ince uzun, narin (boyun). kuğurma * Kuğurmak işi. kuğurmak * Güvercin ötmek. kuhi * Issız. kuintet * Beşli, kentet. kuka * Dantel veya nakışipliği yumağı.
* Bir çocuk oyunu.kuka * Tespih, sigara ağızlığı gibi şeylerin yapımında kullanılan, siyah veya sütlü kahve renginde Hindistan cevizi
kökü.
* Bu kökten yapılmışolan.kukla * Hareketli yerleri iplikle sanatçının parmaklarına bağlanarak veya eldiven benzeri bir kesiti kullanarak, bir
perdenin üzerinden oynatılan, bez ve karton gibi hafif nesnelerden yapılmış bebek.
* Ayakları olmayan, alttan içine el sokularak oynatılan çeşitli nesnelerden yapılmış bebek.
* Bu bebeklerle oynatılan oyun.
* Kendi istek ve kararıyla işgörmeyip başkasının etkisinde olan kimse.kukla gibi * ufak tefek, çelimsiz.
* kişiliksiz.kukla gibi oynatmak * birine her istediğini yaptırmak.
* birinin istediğini yapıyor görünerek onu oyalamak.kukla hükûmet * bir ülkede, yabancı bir devlet tarafından kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kurulmuşsözde hükûmet. kukla oyunu * Yapma bebeklerin alttan el sokularak veya başka yollarla hareketlendirilerek oynatıldığı oyun, gösteri. kukla tiyatrosu * Kukla oyununun yapıldığıtiyatro. kuklacı * Kukla oynatan kimse. kuklacılık * Kukla oynatma veya yapıp satma işi. kuklalık * Başkasının isteğine göre davranma. kuklavari * Kukla gibi, kuklaya benzer biçimde. kukuleta * Yağmur, soğuk gibi dışetkilere karşı başa geçirilen, giysiye dikili veya ayrı olarak kullanılan başlık. kukuletalı * Kukuletası olan. kukuletasız * Kukuletası olmayan. kukumav * Baykuşgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’da yaşayan bir kuş(Athene noctua). kukumav gibi * tek başına, kimsesiz. kukumav gibi düşünüp durmak * çok üzüntülü bir durumda düşünmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 152
kul * Tanrı’ya göre insan.
* Yabancıülkelerden tutsak olarak getirilen ve alınıp satılabilen köle veya karavaş.kul cinsi * Osmanlılarda köle veya karavaşlıktan yetişen kadınlara verilen ad. kul hakkı * İnsanların birbirlerine geçen emekleri, hakları. kul kâhyası * Yeniçeri Ocağında yeniçeri ağasından sonra gelen en yüksek düzeydeki subay, kul kethüdası. kul köle (veya kul kurban) olmak * tam bir doğruluk ve özveri ile bağlanarak, bütün isteklerini yerine getirmeye hazır olmak. kul oğlanı * Vergi toplayan belediye tahsildarı. kul oğlu * 343 kuloğlu. kul olmak * aşırıderecede bağlanmak, boyun eğmek. kul sıkılmayınca Hızır yetişmez * sıkıntıda olanlarıavutmak ve yüreklendirmek için söylenir. kul taksimi * Eşit olarak yapılan üleştirme. kul yapısı * İnsan eliyle yapılmışolan. kula * Gövdesi sarıveya kirli sarırenkte, yele, kuyruk ve bacağın alt kısmındaki kılların koyu renkte olduğu at
donu.
* Bu renkte olan at.kula kul olmak * bir kimsenin buyruğu altında bulunmak. kulacık * Bkz. kulakçık. kulaç * Gerilerek açılmışiki kolun parmak uçlarıarasındaki uzaklık. kulaç atmak * yüzerken kolları, sırayla üstten ileriye doğru atıp suyu arkaya doğru çekmek. kulaçlama * Kulaçlamak işi. kulaçlamak * Kaç kulaç olduğunu ölçmek.
* Kulaç atarak yüzmek.kulaçlayış * Kulaçlama işi veya biçimi. kulağakaçan * Düz kanatlılardan, karnında çatal biçiminde iki uzantı bulunan, meyve ve sebzelere zarar veren otçul bir
böcek (Forficula auricularia).kulağı(bir şeyde) olmak * dikkatini (bir şeye) vermek. kulağı(veya kulaktan) çınlasın * konuşulan yerde bulunmayan, sevilen biri anıldığında söylenir. kulağıağır işitmek * kulağı iyi işitmemek. kulağıdelik * Olup bitenleri çabuk haber alan. kulağıdikilmek * konuşulanlarıdinlemek için dikkat kesilmek. kulağıduvar olmak * sağır olmak. kulağıkirişte (olmak) * söylenecek sözü, gelecek haberi bekleyerek (beklemekte). kulağıkirişte (veya tetikte olmak) * söylenecek sözü, gelecek haberi bekleyerek (beklemek). kulağı okşamak * kulağa hoşgelmek. kulağıters taraftan göstermek * kolay yolu varken bir işi daha zor ve uzun yollar kullanarak yapmak. kulağıtıkalı * Sağır, ağır işiten.
* dinlemek istemeyen, dinlemeyen.kulağına çalınmak * başkasına söylenirken kendisi de duymuşolmak. kulağına çarpmak * duyulmak. kulağına fısıldamak * çok alçak ve hafif bir ses tonuyla kulağına eğilip konuşmak. kulağına gelmek * kulağına çalınmak.
* biri tarafından duyulmak.kulağına girmek * söylenilen sözlere önem vermek, söylenenleri anlamak, benimsemek. kulağına inanmamak * duyduklarının doğruluğundan şüphe etmek. kulağına kar suyu kaçmak * sıkışık bir duruma düşmek. kulağına koymak (veya sokmak) * bir duruma veya söze hazırlamak için önceden kısaca anlatmak; düşünce aşılamak, telkin etmek. kulağına küpe olmak (veya etmek) * başa gelen bir durumdan alınan dersi hiç unutmamak. kulağına söylemek * fısıldamak. kulağınıaçmak * dikkatle dinlemek. kulağını bükmek * bir sorun karşısında dikkatli davranması için uyarıda bulunmak. kulağını çekmek * ceza olarak kulağınıtutup bükerek çekmek.
* uyarmak için hafif bir ceza vermek.kulağınıçınlatmak * birini anmak. kulağınıdoldurmak * bir kimseye -başkasından bilgi almadan önce konu üzerinde bilgi verirken kendi düşüncesini aşılamak. kulak * Başın her iki yanında bulunan işitme organı.
* Bu organın, sesleri toplayıp içeriye almaya yarayan dış bölümü.
* Balıklarda başın iki yanında bulunan ve ağızdan alıp solungaçlardan geçirdiği suyu dışarıya vermeye yarayan
yarıklardan her biri.
* Telli çalgılarda tel germeye yarayan burgu.
* Seslerin uygunluğunu seçebilme ve değerlendirebilme yeteneği.
* Sabanın toprağa giren kısmının iki yanında bulunan ve toprağıyollara dökmeye yarayan parça.
* Akarsuların ve özellikle göllerin karaya giren ve durgunlaşan yerleri.kulak * Varlıklıeski Rus köylülerine verilen ad. kulak altı bezi * Kulağın yakınında bulunan, tükürük bezlerinin en büyüğü. kulak ardıetmek * dikkate almamak, göz önünde tutmamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 143
kör nişancılık * Hedefi, iyi nişan almasını bilerek değil, rastlantı ile vurma. kör nokta * Kör alan. kör ocak * Çocuksuz aile. kör oğlu * Bkz. Köroğlu. kör olası(veya kör olasıca, olsun) * bir ilenme sözü olarak kullanılır. kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur * bir kimse veya bir şey yok olunca değer kazanır. kör satıcının kör alıcısı olur * “herkes dengiyle işyapar” anlamında kullanılır. kör sıçan * Köstebek. kör şans * Kötü talih. kör şeytan * Kötü kader. kör şeytandan bulmak * ilenme sözü olarak kullanılır. kör talih * Kötü kader. kör tapa * Borunun kullanılmayan veya kullanılması istenilmeyen deliğine takılan dişli tapa. kör topal * Yarım yamalak, iyi kötü idare edecek biçimde. kör uçuş * Uçağıkaranlıkta veya sis içinde sadece uçuşaletlerini kullanarak yönetme. kör yılan * Kör yılangillerden, solucanla beslenen, yılana benzer, ayaksız bir sürüngen (Typhlops vermicularis). kör yılangiller * Omurgalıhayvanlardan sürüngenler sınıfına giren, bütün sıcak bölgelerde rastlanan, kaygan pullu, 1 m
boyundaki yılanlar familyası.körcesine * Gerçeklerden büsbütün habersiz olan (olarak), gerçekleri görmeyen (görmeyerek). kördüğüm * Çözülemeyen, ilmiksiz düğüm.
* Çözülmesi hemen hemen imkânsız olan sorun.köre * Karınca yuvası.
* Demirci körüğünün, kömürlerin yandığı bölüme açılan deliği.körebe * Gözleri bağlı olan ebenin, oyuna katılan öteki çocuklarıyakalamaya çalıştığıçocuk oyunu. köreliş * Körelmek işi veya biçimi. körelme * Körelmek işi.
* Görevi kalmadığı için veya başka sebeplerle bir organın beslenemeyerek küçülmesi, dumur.körelmek * Keskinliğini yitirmek.
* Suyu çekilmek.
* (ateşveya ışık için) Sönecek duruma gelmek.
* Değer, önem veya yeteneğini yitirmek.
* Soyu tükenmek.
* Görevi kalmadığı için veya başka sebeplerden dolayı bir organ beslenemeyerek küçülmek, dumura
uğramak.köreltme * Köreltmek işi. köreltmek * Körelmesini sağlamak.
* Dumura uğratmak.
* Yeteneğini kaybettirmek.köreşe * Yerdeki karın yüzünde buz tutmuşolan tabaka. körfez * Karanın içine sokulmuşdeniz parçası.
* Kuytu, işlek olmayan.körfezcik * Küçük körfez. körkütük * Kendini bilmeyecek kadar çok (sarhoş, âşık vb.). körle yatan şaşıkalkar * değersiz, kötü kimselerle ilişki kuranlar kötü huylar edinirler. körlemeden * Bilmeden, anlamadan, bilmeksizin.
* Nişan almadan.körleniş * Köreliş. körlenme * Bkz. körleşme. körlenmek * Bkz. körleşmek. körler mahallesinde ayna satmak * bir şeyi ona hiç ihtiyaç duymayacak olan çevreye götürmek. körleşme * Körleşmek işi. körleşmek * Kesmez, işlemez veya yararlanılmaz duruma gelmek.
* Değer, önem veya yeteneğini yitirmişduruma gelmek.körleştiriş * Körleştirmek işi veya biçimi. körleştirme * Körleştirme işi. körleştirmek * Körleşmesine yol açmak. körletiş * Körletmek işi veya biçimi. körletme * Körletmek işi. körletmek * Keskinliğin azalmasına veya yitirilmesine sebep olmak.
* Değer ve yeteneklerinin yitirilmesine sebep olmak.körlük * Kör olma durumu.
* Kesmez olma durumu.
* Dikkatsizce ve beceriksizce yapılan iş.
* Gerçeği görememe durumu.
* Bitkilerin tomurcuk vermemesi durumu.Köroğlu * Kocanın karısına verdiği ad. körpe * (bitki için) Dalından yeni koparılmış, tazeliği üstünde, daha büyümemiş, kart karşıtı.
* (insan için) Yeni yetişmekte olan.
* (hayvan için) Büyümemiş.
* Genç, hoş, güzel, yeni yetişmiş, henüz bozulmamış, yıpranmamış.körpecik * Çok körpe, çok taze. körpelik * Körpe olma durumu, tazelik, taravet. körü körüne * Davranışının gerekçesini ve nasıl sonuçlanacağını bilmeden, düşünüp taşınmadan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 144
körük * Ateşi canlandırmak için kullanılan ve açılıp kapandıkça içindeki havayıüfleyen araç.
* Bazıaraçların açılıp kapanabilir üst üste katlanmış bölümü.
* Bazımüzik araçlarında hava vermeye yarayan, el veya ayakla işletilen meşin veya kâğıt bölüm.körük gibi * körüğe benzeyen bir biçimde, körüğü andırırcasına. körükçü * Körük yapan veya satan kimse.
* Körük kullanan kimse.
* Körükleyici.körükçülük * Körükçünün yaptığı iş. körükleme * Körükleme işi. körüklemek * Körükle üflemek.
* Kızıştırmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek.körüklenme * Körüklenmek işi. körüklenmek * Körüklemek işine konu olmak veya körüklemek işi yapılmak. körükleyici * Kışkırtıcı. körüklü * Körüğü olan. körüksüz * Körüğü olmayan. körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz * istenilen şey fazlasıyla elde edildi. körün taşı * rastlantısonucu birine zarar veren, hesapta olmayan iş. körünü kırmak * hevesini almak. körünü öldürmek * gururunu kırmak, güçsüzlüğünü kabul etmek. kös * Savaşlarda, alaylarda at, deve veya araba üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul. kös dinlemek * türlü olaylar yaşadığı için bilgi ve tecrübe sahibi olarak benzer veya daha basit olaylar karşısında aldırış
etmemek.kös dinlemiş * birçok olaylar görüp geçirdiğinden buna benzer şeylere aldırışetmeyen (kimse). kös kös * Başıönde, sağa sola bakmadan, yorgun, üzgün, düşünceli bir durumda. kösçü * Mehter takımında kös çalan kimse. köse * Bıyığı, sakalıçıkmayan (erkek).
* Köse buğday.köse buğday * Başağıkılçıksız bir çeşit buğday. köse sakal * Çok seyrek sakallı. köseği * Ateşkarıştırmaya yarayan odun veya demir.
* Ucu yanık odun, eğsi.kösele * Ayakkabıtabanı, bavul, çanta yapımında kullanılan, büyük başhayvanların işlenmişderisi.
* Köseleden yapılmışolan.kösele gibi * (aslında yumuşak olan şeyler için) çok sert, çiğnenmesi güç, koparılamaz. kösele suratlı * Utanmaz, sıkılmaz. kösele taşı * Mermerleri parlatmakta kullanılan kefeki taşı.
* Kunduracıların üstünde kösele dövdükleri taş.
* Avadanlıkların ağızlarındaki pürüzleri düzeltmek ve inceltmek için kullanılan bir tür taş.köselik * Köse olma durumu. kösem * Kösemen. kösemen * Sürünün önünden giderek ona kılavuzluk eden koç veya teke.
* Dövüşken iri koç veya teke.
* Yol gösteren kılavuz.
* Borsada öncülük yapan hisse.kösemenlik * Yol gösterme, kılavuzluk. kösemenlik etmek * yol göstermek, kılavuzluk etmek. köseyle alay edenin top sakalıkara gerek * başkasının eksikleriyle eğlenen kimsenin kendisi kusursuz olmalıdır. köskelmek * Bir yere yaslanarak oturmak. köskötürüm * Büsbütün kötürüm. kösnü * Erkek ve dişinin birbirine karşıduyduklarıcinsel istek, şehvet. kösnük * Eşisteme zamanı gelmiş(hayvan). kösnül * Kösnüyle ilgili, şehvanî, şehevî, erotik.
* Cinsel duyumlar veya onlara bağlı olan duyumların uyandırdığıduygu ve coşkularla ilgili olan, erotik.
* Özellikle cinsel aşkı işleyen, şehvet uyandıran (resim, heykel), erotik.kösnüllük * Kösnül olma durumu, şehvaniyet, erotizm.
* Cinsel uyararılara karşıaşırıduyarlık gösterme durumu, erotizm.kösnülme * Kösnülmek işi veya durumu. kösnülmek * (hayvan için) Eşisteme zamanı gelmek. kösnülü * Aşırıcinsel isteği olan, şehvetli. köstebek * Köstebekgillerden, toprak altında oyduğu yuvalarda yaşayan, gözleri hemen hiç görmeyen, derisinden kürk
yapılan küçük bir hayvan, sokur, yer sıçanı(Talpa).köstebek illeti * Atların ensesinde oluşan hücre dokusu iltihabı. köstebekgiller * Omurgalıhayvanlardan, memeliler sınıfının böcekçiller takımına giren bir familya. kösteği kırmak * çocuk yürümeğe başlamak.
* bağlı bulunduğu yerle ilişiğini kesmek.köstek * Hayvanın kaçmasınıönlemek için iki ayağına bağlanan kısa ip veya zincir.
* Saat, kılıç, anahtar gibi şeylerin ucuna takılan zincir.
* Koşulan atların tepmesini önlemek için kuskun kayışına eklenen kayış.
* Balık iğnesini oltaya bağlayan, bir iki karışuzunluğunda kıl veya misina parçası.
* Engel.köstek olmak * engel olmak. köstek vurmak * hayvanın ayağına köstek bağlamak.
* kösteklemek.
* güreşte hasmın bir veya iki ayağınısımsıkıyakalamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 145
köstekleme * Kösteklemek işi. kösteklemek * (hayvanın) Ayağına köstek vurmak.
* (bir işi) Yürümez duruma getirmek, engellemek.köstekleniş * Kösteklenmek işi veya biçimi. kösteklenme * Kösteklenmek işi. kösteklenmek * Ayağına köstek vurulmak.
* Ayağına bir engel takılarak düşer gibi olmak veya düşmek.
* (bir iş) Yürümez duruma getirilmek, engellenmek.köstekleyiş * Kösteklemek işi veya biçimi. köstekli * Kösteği olan.
* Ayağına köstek vurulmuşolan.kösteksiz * Kösteği olmayan. köstere * Tahta rendesi. köşe * Birbirini kesen iki çizginin, iki düzlemin oluşturduğu açı, zaviye.
* İki duvarın birleştiği girintili veya çıkıntılıyer.
* İki sokağın veya caddenin kesiştiği yer.
* Bölüm, yer veya yan.
* Kuytu, tenha veya ücra yer.
* Kimsenin uğramadığı, aramadığıyer.
* Futbol alanını oluşturan yan ve kale çizgilerinin kesişme noktalarından her biri, korner.köşe atışı * Futbolda bir oyuncu, topu kendi kale çizgisi dışına çıkarırsa, karşıtaraf lehine kale çizgisi ile yan çizgisinin
kesiştiği noktadan verilen serbest vuruşhakkı, korner atışı.köşe başı * Bir sokağın başka bir sokakla veya caddeyle kesiştiği yer. köşe başınıtutmak * etkili olabilecek en önemli makamda bulunmak veya yeri ele geçirmek. köşe bucak * Göze çarpmayan yer. köşe bucak kaçmak * kimseye görünmek istememek. köşe demiri * Dik açı biçiminde üretilmişdemir. köşe dolabı * Köşe yere yerleştirilen dik açı biçiminde yapılmışdolap. köşe dönmeci * Köşe dönücü. köşe dönücü * Çıkarını, en kısa zamanda sonuç alacak biçimde düşünen kimse. köşe dönücülük * Kısa sürede çıkar sağlamak işi. köşe kadısı * İşyapmayısevmeyen, rahatına düşkün kimse. köşe kapmaca * Çocukların köşeleri tutup bunları birbirlerine kaptırmamaya çalışarak oynadıkları oyun. köşe kapmaca oynamak * biri başkasına gidip bulamadığısırada, o da kendisine gelip bulamamak, birbirini arayıp durmak. köşe koltuğu * Odanın veya salonun köşesini kaplayacak biçimde üretilmişkoltuk. köşe minderi * Köşeye yerleştirilmişkabarık büyük minder. köşe penceresi * Duvarlar arasındaki köşede bulunan pencere. köşe rafı * Köşeyi kaplayacak biçimde yapılmışraf. köşe taşı * Binalarda tek parça biçiminde köşeleri tutan taş. köşe tutmak * karışmak, kendini belli etmek, görünmek. köşe vuruşu * Köşe atışı. köşe yastığı * Köşe minderi üzerine dik olarak konan ve köşeleri turan yastık. köşe yazarı * Fıkra yazan kimse. köşe yazarlığı * Fıkra yazarlığı. köşe yazısı * Fıkra. köşebent * Bir yere fotoğraf yapıştırmaya yarayan, üçgen biçiminde arkasızamklıküçük kâğıt.
* Birleşen iki kereste vb. ni tutturmaya yarayan, dik açı biçiminde bükülmüşdemir, L demiri.köşede bucakta kalmak * ilgisizlikten gözden uzakta bulunmak. köşegen * Bir çokgende ardışık olmayan veya bir çok yüzlüde aynıdüzlem üzerinde bulunmayan iki köşe arasına
çekilen çizgi, kutur, diyagonal.köşek * Deve yavrusu. köşekleme * Köşeklemek işi. köşeklemek * Deve yavrulamak. köşeleme * Köşelemek işi.
* Köşeye çapraz gelecek biçimde.köşelemek * Köşeye gelecek biçimde koymak. köşeli * Köşesi veya köşeleri olan. köşeli ayraç * İçinde bulunan bir anlatımda, ayrıca parantez içine alınması gereken bir açıklama için kullanılan köşeleri
kırık, düz ayraç.köşeli parantez * Köşeli ayraç. köşelik * İki duvarın kesiştiği yere aralarındaki açıyıdoldurmak için uygulanan ahşap veya kâgir işçiliği.
* Kapıveya pencere aralığının köşesini oluşturan taş.
* Duvar köşelerinde, üstüne lâmba vb. şeyler konan el yapımı, ahşap, süslü eşya.köşesiz * Köşesi olmayan. köşeye atılmak * önem vermemek, gözden uzakta tutmak, ilgilenmemek. köşeye çekilmek * hiçbir işe karışmayarak yaşamak. köşeye oturmak * (kız için) gelin olmak, evlenmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 146
köşeye sinmek * kimsenin görmeyeceği bir yere saklanmak, gizlenmek, sesi çıkmaz olmak. köşeyi dönmek * hiçbir çaba göstermeden kısa sürede zengin olmak.
* kısa yoldan ve büyük bir emek harcamadan sosyal ve ekonomik güç edinmek.köşk * Bahçe içinde yapılmışsüslü ev, kasır. köşker * Yemenici, ayakkabıtamircisi. köşkerlik * Köşkerin yaptığı iş. köşklü * Yangınlarıhaber vermesi için yangın kulelerinde ve başka uygun yerlerde bekletilen gözetleyici. kötek * Baston, sopa.
* Sopayla atılan dayak.kötek * Büyük, beyaz pullu bir çeşit balık, taşlevreği, minakop. kötek atmak (veya çekmek) * dövmek, dayak atmak. kötek yemek * dövülmek, dayak yemek. kötü * (nesneler için) İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan, fena, iyi karşıtı.
* Zararlı, tehlikeli.
* Korku, endişe veren.
* Hoşa gitmeyen.
* Kaba ve kırıcı.
* Az, yetersiz.
* Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan.
* (insan için) İyi, gerekli niteliklere sahip olmayan.
* İstenilmeyen, gereksiz davranışları olan veya bu davranışlara eğilimli olan (kimse).
* İstenilmeyen, beğenilmeyen, yararsız, uygun olmayan bir biçimde.
* Aşırı, çok.kötü adam * Filmlerde izleyiciye sevimsiz gelen, filmin kahramanıyla çekişme durumunda olan ve sonunda çoğu kez alt
olan kimse.kötü göz * Baktığıkimseye zarar veren veya nazar değdiren göz, kem göz. kötü gözle bakmak * bir kimse için iyi olmayan düşünceler beslemek, bunu belli edercesine bakmak.
* cinsel duygu ile bakmak.kötü haber tez duyulur * Bkz. kara haber tez duyulur. kötü kadın * Orospu. kötü kişi olmak * bazıkimseler birtakım insanların düşmanlığınıkazanmak. kötü kötü düşünmek * üzüntülü düşüncelere dalmak. kötü olmak * olumsuz bir durum almak.
* beğenilmemek, takdir edilmemek.
* (kadın) kötü yola düşmek.kötü söylemek * bir takım olumsuz, beğenilmeyen, istenmeyen tutum ve davranışları olduğunu söylemek, kötülemek. kötü yola düşmek * kötü kadın olmak. kötü yola sapmak * doğruluktan ayrılıp istenilmeyen ve yanlışişler yapmak. kötü yola sürüklemek (veya saptırmak) * yasa dışı, uygunsuz veya hoşa gitmeyen bir yaşayışiçine sokmak. kötücül * Kötülük isteyen (kimse).
* Kötülük eden, zarar veren.
* (hastalık veya ruh için) Tehlikesi olan, habis.kötüleme * Kötülemek işi. kötülemek * Biri veya bir şey için olumsuz, aşağılayıcı, hoşolmayan sözler söylemek.
* (insan için) Sağlığı bozulmak.
* (nesneler için) Niteliği bozulmak, kalitesi bozulmak.kötüleniş * Kötülenmek işi veya biçimi. kötülenme * Kötülenmek işi. kötülenmek * Kötülenmek işi yapılmak veya kötülemek işine konu olmak. kötüleşme * Kötüleşmek işi. kötüleşmek * Kötü duruma gelmek.
* (kadın) Toplumun ahlâk kurallarına aykırıdavranmaya başlamak.kötüleştiriş * Kötüleştirmek işi veya biçimi. kötüleştirme * Kötüleştirmek işi. kötüleştirmek * Kötü duruma gelmesine yol açmak. kötüleyici * Kötüleyen, yeren (söz, yazıvb.). kötüleyiş * Kötülemek işi veya biçimi. kötülük * Kötü olma durumu.
* Zarar verecek davranışveya söz.
* Kemlik, şer.kötülük etmek (veya yapmak) * kötü davranmak, zarar vermek. kötülükçü * Her türlü kötülüğü yapacak ahlâkta olan, şerir. kötülükçülük * Kötülükçü olma durumu, şerirlik. kötümseme * Kötümsemek işi. kötümsemek * Bir olayı, bir konuyu vb.yi yalnız olumsuz yönleriyle düşünmek veya ele almak. kötümser * Her şeyi kötü yanıyla ele alan, her durumu karanlık gören, hep en kötüyü bekleyen, kötüye yorumlayan,
karamsar, bedbin, pesimist, iyimser karşıtı.kötümserleşme * Kötümserleşmek işi. kötümserleşmek * Kötümser duruma gelmek, karamsarlaşmak. kötümserlik * Kötümser olma durumu, karamsarlık, bedbinlik, pesimizm.
* Her şeyi en kötü yanından ele alan, her durumu karanlık gören ve hep en kötüyü bekleyen dünya görüşü,
pesimizm.kötürüm * Yaşlılık veya sakatlık sebebiyle yürüyemeyen.
* (bacak için) Yürüyemeyecek derecede sakat.
* İşleyemeyen, işyapamayan.kötürüm olmak (veya kalmak) * yaşlılık veya sakatlık sebebiyle yürüyememek.
* güçsüz kalmak.kötürümleşme * Kötürümleşmek işi. kötürümleşmek * Kötürüm duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 147
kötürümlük * Kötürüm olma durumu. kötüye çekmek * yanlış, beğenilmeyen bir anlam vermek. kötüye kullanmak * yetkisini yasalara aykırıyolda kullanmak.
* birinin iyi davranışından istenilmeyen yolda yararlanmak.köy * Yönetim durumu, toplumsal ve ekonomik özellikleri veya nüfus yoğunluğu yönünden şehirden ayırt
edilen, genellikle tarımsal alanda çalışmak gibi işlevlerle belirlenen, konutlarıve öteki yapıları bu hayatıyansıtan
yerleşme birimi.
* Köy halkı.köy ağası * Köyde, malı, toprağıvb. çok olan, sözü dinlenen kimse. köy ekmeği * Tandırda veya sacda pişirilen bir tür pide veya somun. köy ihtiyar heyeti * Muhtarla birlikte köyün sorunlarınıhalletmekle görevli kurul, köy ihtiyar meclisi. köy ihtiyar meclisi * Köy ihtiyar heyeti. köy imamı * Köyde din işleriyle görevli kimse. köy koruculuğu * Köy korucusunun işi. köy korucusu * Köyün çevresinin ve kırsal emniyeti ile görevlendirilmişkimse. köy köy * Her taraf, pek çok yer. köy meydanı * Genellikle köyün ortasında bulunan genişalan. köy muhtarı * Köyü idare eden kimse, mutar. köy odası * Köylülerin çeşitli toplantılar yaptıklarıveya konukların köyde kalması için hazırlanmışyer. köy oyunu * Kırsal kesimde köylülerin hazırlayıp sunduğu seyirlik oyun. köy romanı * Konusunu köyün ve kırsal hayatın özelliklerinden alan roman. köy türküsü * Köy veya köylülük özelliği olan türkü. köy yeri * Köy, kırsal kesim. köycü * Köy sorunlarınıkendine işedinen, köylerin ve köylülerin kalkınmasıyolunda çalışan kimse. köycülük * Köy sorunları ile ilgilenme anlayışıveya köyü kalkındırma çalışması. köydeş * Aynıköyde oturan kimselerin birbirine göre her biri. köyleşme * Köyleşmek işi.
* Köyden şehre nüfus göçü dolayısıyla kırsal alanlara özgü davranışve tutumların şehirlerde görülmesi.köyleşmek * Köy durumuna gelmek. köyleştirmek * Köy durumuna getirmek. köylü * Köyde yaşayan veya köyde doğmuşolan.
* Köy halkı.
* Aynıköyden olan.
* Kaba, anlayışsız kişi.köylü çorbası * Tavuk eti, pırasa, patates, kereviz, havuç ve şalgam kullanılarak un ve yağkarışımına yedirilmesi sonucunda
hazırlanan malzemenin bol su içerisinde pişirilmesiyle yapılan bir çorba türü.köylü kentli * Çeşitli yerleşim yerlerinden olan (kimse). köylük * Köy bulunan yer. köylülük * Köylü olma durumu.
* Köylülere özgü davranış.köz * Küçük kor parçası. közleme * Közlemek işi.
* Köz üzerinde pişirilen yiyecek, özellikte ateşle pişirilen et, külbastı.közlemek * Et, sebze, meyve, hamur vb. yi köz üzerinde pişirmek. közleşme * Közleşmek işi. közleşmek * Köz durumuna gelmek. Kr * Kripton’un kısaltması. kraça * İstavrit balığının küçüğü. kraft kâğıdı * Dayanıklıambalaj kâğıdı. kral * En yüksek devlet otoritesini, bütün devlet başkanlığıyetkilerini kalıtım veya soylularca seçilme yoluyla
elinde bulunduran kimse.
* Herhangi bir alanda başkalarından üstün olan kimse.
* Çok başarılıve zengin işadamı.
* Üstün, çok iyi.kralcı * Krallık yanlısı(kimse vb.). kralcılık * Krallık yanlısı olma. kraldan çok kralcı olmak * birinin davasını ondan çok savunur olmak. kraliçe * Kral karısıveya krallığıyöneten kadın.
* Kendi cinsleri arasında herhangi bir bakımdan üstünlüğü olan.
* İngiliz sterlini.kraliçe gibi * gösterişli ve ağır giyinmiş, güzel (kadın). kraliçelik * Kraliçe olma durumu. kraliyet * Krallık. krallara lâyık * çok üstün nitelikli şeyleri belirtmek için kullanılır. krallık * Kral olma durumu veya görevi.
* Kral tarafından yönetilen devlet ve bu devletin toprağı.kramp * Bir veya birkaç kasın irade dışı, ağrılıve geçici olarak kasılması, kasınç. kramp girmek * kasılmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 148
krampon * Futbol ayakkabılarının altındaki, çimende rahat hareket etmeyi sağlayan, deri veya sentetik kabara.
* İki parçayısıkıca tutup sıkmaya yarayan metal parçası.
* Tuğla bacaların sağlamca durması için çevresine sarılan kuşak.kraniyoloji * Kafatasının içgüdü ve yeteneklerle olan ilgisini inceleyen bilim kolu. krank * Bir motorda bilyelerin almaşık hareketini dairesel harekete çeviren dingil.
* Saç, çinko, dökme demir, bakır vb. borunun yönünü değiştirmeye yarayan kıvrım.krater * Yanardağağzı. krater gölü * Krater ağzında oluşmuşgöl. kravat * Boyun bağı. kravatlı * Kravatı olan veya kravat takmışolan. kravatsız * Kravatı olmayan veya kravat takmamışolan. kravl * Dizleri bükmeksizin bacaklarıhızla hareket ettirerek kulaçla yüzme. kreasyon * Yaratmak işi veya yaratılan şey, yaratı.
* Bir terzinin veya moda evinin yarattığıher türlü yeni model.kreatör * Bir şeyi yaratan, ortaya koyan (kimse). kredi * Borç ödemede güvenilir olma durumu.
* Ödünç alınan veya verilen mal, para.
* Güven, saygınlık, itibar.
* Belli bir öğrenimin tamamlanması için öğrencilerden istenen her türlü kuramsal ve uygulamalıçalışmalar
göz önünde tutularak, bir yarıyıl veya bir öğretim yılı okutulan herhangi bir dersin, okul programı bütünlüğü içindeki
değerini nicelik olarak gösteren birim.kredi açmak * birine peşin para istemeden belirli bir ölçüye kadar mal vermeyi kabul etmek.
* ödünç para vermeyi üstüne almak.kredi anlaşması * Kredi alınması için yapılan anlaşma. kredi kartı * Günlük satın almalarda nakit para ve çek kullanımınıazaltmayıamaçlayan bir ödeme biçimi. kredi limiti * Açılan kredinin azamî miktarı. kredi mektubu * Bankaların veya malî kuruluşların müşterilerine ticarî işlemlerle ilgili kredi hesabıaçtırmak için şubelerine
veya muhabirlerine gönderdikleri yazı, akreditif.kredi sözleşmesi * Banka veya malî kuruluşların kredi açarken müşteriyle yaptıklarısözleşme. kredileme * Kredilemek işi. kredilemek * Kredi açmak. kredilendirme * Kredilendirmek işi. kredilendirmek * Kredilemek işi yaptırmak. kredili satış * Peşin olmayan ve kredi açma esasına dayanan vadeli satış. kredisi düşmek * güvenilirliği, saygınlığıyitmek. krem * Tene yumuşaklık vermek veya güneş, yağmur gibi dışetkilerden korunmak için sürülen güzel kokulu
merhem.
* Krem kıvamında hazırlanmışolan.
* Açık saman rengi.
* Bu renkte olan.krema * Bir çeşit yumurtalısüt tatlısı.
* Sütün yüzünden toplanan yağlıkatman.
* Kevgirden geçirilmiş, krema veya sütle koyulaştırılmışçorba.kremalı * Kreması olan. kremasız * Kreması olmayan. krematoryum * Ölülerin yakıldığıyer. kremleme * Kremlemek işi. kremlemek * Krem sürmek. kreozot * Çeşitli katranların damıtılmasından elde edilen, hekimlikte kullanılan, keskin kokulu bir sıvı. krep * Çok bükümlü iplikle dokunmuş bir çeşit ince kumaş.
* Yumurta, süt, un ile tavada kızartılarak yapılan, küçük yuvarlak tatlıveya tuzlu yiyecek.krepdöşin * Çin krepi. kreplin * Çok ince bir tür ipekli kumaş. krepon * Kıvrımları olan yün, pamuk veya ipek kumaş.
* Krepon kâğıdı.krepon kâğıdı * Süslemede kullanılan, çabuk yırtılmayan, esnek bir tür kâğıt. krepsaten * İpekli, parlak ve kaygan bir tür ince kumaş. kreş * Çocuk yuvası. kreşendo * 343 crescendo. kretase * Genellikle alt bölümü killi ve kumlu, üst bölümü tebeşir olan ll.çağın son dönemi. kreten * Kretenizme tutulmuş(kimse). kretenizm * Tiroit bezinin kana yeterince salgıvermemesi sonucu oluşan, fiziksel, ruhsal ve duygusal gelişimin
duraklamasıyla beliren hastalık.kreton * Bir tür keten, patiska veya basma. krezol * Tolüenden türeyen üç fenol izomerinden biri, lizol. kriket * On birer kişilik iki takım arasında, küçük ve ağır bir topu, ucu kıvrılmışsopalarla vurarak karşıkaleye
sokmak amacıyla oynanan bir oyun.kriko * Ağır bir yükü, özellikle alt tarafında yapılacak bir çalışmada otomobil vb. taşıtların yerden yükseltilmesini
sağlayan alet, kaldırıcı.krikocu * Kriko yapan, tamir eden veya satan kimse. krikoculuk * Krikocunun işi veya mesleği. kriminolog * Kriminoloji ile uğraşan kimse. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 142
köprücük * Bkz. köprücük kemiği. köprücük kemiği * Omuz başıyla göğüs kemiğinin üst ucu arasında bulunan ve derinin altında belli olan uzunca kemik. köprücülük * Köprü yapma işi. köprüden (veya köprüyü) geçinceye kadar ayıya dayıderler * kişi işini gördürünceye kadar yardım beklediği kimseye dil döker. köprüleniş * Köprülenmek işi veya biçimi. köprülenme * Köprülenmek işi. köprülenmek * Köprülü duruma gelmek, köprüsü olmak. köprüleri atmak * bir işten vazgeçme veya geri dönme imkânıkalmayacak biçimde kesin bir davranışta bulunmak. köprülü * Köprüsü olan.
* İki bölümü bir köprü ile birbirine bağlanmış(yapı).köprünün (veya köprülerin) altından çok su (veya sular) aktı(veya geçti) * “zamanla şartlar çok değişti, eski durum kalmadı” anlamında kullanılır. köpük * Çalkanan, kaynatılan, mayalanan, yukarıdan dökülen sıvıların üzerinde oluşan hava kabarcıklarıyığını.
* Yapay olarak elde edilen, yumuşak ve esnek dolgu gereci.
* Gaz ve buharların sıvıkatmanları ile kuşatılmasından oluşan yığın.
* Hayvanların, bazıkez de insanların ağzında görülen salyamsıkabarcıklar.köpük gibi * beyaz, hafif ve köpük görünüşündeki şeyler için kullanılır. köpükleniş * Köpüklenmek işi veya biçimi. köpüklenme * Köpüklenmek işi. köpüklenmek * Üstü köpük bağlamak. köpüklü * Köpüğü olan, köpüklenen. köpüksüz * Köpüğü olmayan, köpüklenmemiş. köpüleme * Köpülemek işi. köpülemek * Şilte, yastık, yorgan gibi şeyleri kalın ve aralıklı, sıkıca dikmek. köpüre köpüre * Köpürerek. köpürme * Köpürmek işi.
* Sinirlenme, öfkelenme.köpürmek * Köpük yapmak, köpük oluşmak, köpük çıkararak kabarmak.
* Ekşiyip köpüklenmek.
* Çok kızmak, birdenbire öfkelenip taşmak, feveran etmek.köpürtme * Köpürtmek işi. köpürtmek * Köpürmesini sağlamak. köpürtücü * Köpürtme özelliği taşıyan. köpürtüş * Köpürtmek işi veya biçimi. köpürüş * Köpürmek işi veya biçimi. kör * Görme duygusu olmayan, görmez.
* Keskinliği yeterli olmayan.
* Az aydınlık veren.
* Arkasıtıkalı olan veya işlek olmayan.
* Olgularısezme ve kavrama yetisi, dikkati olmayan.
* Duyarlığınıyitirmiş.
* Bu kelime bazıdeyimlerde kötüleyici bir sıfat gibi kullanılır.kör ağaç * Kontratablada orta katı oluşturan ve genellikle yumuşak ağaçlardan hazırlanan bölüm.
* Kontratablanın orta kısmında tabla kalınlığının en az yarısını oluşturan, yumuşak ağaçlardan değişik
yöntemlerle elde edilen masif ağaç tabakası.kör alan * Trafikte sürücünün geriden gelenleri aynasında göremediği bölge. kör baca * Herhangi bir çıkışı bulunmayan baca. kör bağırsak * Kalın bağırsağın ilk parçası.
* Kalın bağırsağın ince bağırsakla birleştiği yerde bulunan çıkıntı bölümü.kör boğaz * Yemek ihtiyacı, yemeğe düşkün, boğaza düşkün.
* Mide.
* Pis boğaz, obur (kimse).kör çapa * Toprak topaklarınıdağıtmakta kullanılan, ucu küt çapa. kör değneğini beller gibi * hep aynı biçimde davranıp hiçbir yenilik veya değişiklik yapmayıdüşünmeyenlerin tutumunu niteler. kör dövüşü * Aynışeyi gerçekleştirecek kimselerin birbirinden habersiz ve birbirini engelleyecek biçimdeki düzensiz
çabaları.kör duman * Çok yoğun sis. kör düğüm * kördüğüm. kör fare * Kör faregillerden, toprak altında yuva yapan bir memeli hayvan (Spalax typhlus). kör faregiller * Kemiriciler sınıfına giren, gözleri küçük bir deri ile örtülü, kuyruksuz, örnek hayvanıkör fare olan bir
familya.kör hat * Demir yollarında arkasıkesik hat. kör kadı * Hatıra gönüle bakmadan doğru bildiğini herkesin yüzüne söyleyen, sözünü esirgemeyen. kör kandil * Işığıçok az olan kandil.
* Aşırıderecede sarhoş, gök kandil.kör kaya * Deniz yüzüne çok yakın olan tehlikeli kaya veya sığlık. kör kör parmağım gözüne * çok belli, göze batacak kadar ortada. kör köstebek * Kör faregillerden kemirici bir memeli hayvan. kör kurşun * Bir başkasına veya amaçsız atıldığıhâlde bir kimsenin ölmesine veya yaralanmasına sebep olan kurşun,
serseri kurşun.kör kurttan bile vazgeçmemek * en küçük varlığı bile hor görmeden korumak. kör kuyu * Suyu kurumuş, su çıkmayan, susuz kuyu. kör nişancı * Hedefi rastlantı ile vuran kimse.