kınama cezası | * Bir görevlinin işyerindeki davranışının yasa ve tüzüğe aykırı olduğunu bildiren ceza. |
kınamak | * Yapılan bir işin kötü olduğunu belirtir bir biçimde söz söylemek, ayıplamak, takbih etmek. |
kınanma | * Kınanmak işi. |
kınanmak | * Kınamak işi yapılmak. |
kınasız | * Kına ile boyanmamış. |
kınayış | * Kınamak işi veya biçimi. |
kındıra | * Sulak yerlerde yetişen, ince uzun yapraklarının kenarlarıkeskin, koyu renkli bir tür çayır otu. |
kındıraç | * Oluk veya yiv açmaya yarayan araç. |
Kınık | * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. |
kınlama | * Kınlamak işi. |
kınlamak | * Bir şeye kın yapmak veya bir şeyi kınına geçirmek. |
kınlı | * Kını olan, bir kınla sarılı olan. * Kınıçok gelişerek bağlı bulunduğu sapıaz veya çok saran yaprak. |
kınnap | * Sicim. |
kınsız | * Kını olmayan. |
Kıpçak | * Xl-XV. yüzyıllarda, Hazar ve Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda yaşamış bir Türk boyu, Kuman. |
Kıpçakça | * Kıpçak Türkçesi. |
kıpık | * Yarıkapalı(göz). |
kıpık gözlü | * Gözleri yarıkapalı olan. |
kıpıklık | * Kıpık olma durumu. |
kıpır kıpır | * Yerinde duramayarak, sürekli ve aralıksız kımıldayarak. * Çok hareketli, hamarat. |
kıpırdak | * Çok hareketli, yerinde duramayan, canlı. |
kıpırdaklık | * Kıpırdak olma durumu. |
kıpırdama | * Kıpırdamak, kıpırdanmak işi. |
kıpırdamak | * Kımıldamak, sürekli ve hafifçe oynamak. |
kıpırdanma | * Kıpırdanmak işi veya durumu. |
kıpırdanmak | * Bkz. kıpırdamak. |
kıpırdaşma | * Kıpırdaşmak işi. |
kıpırdaşmak | * Kımıldamak, kıpır kıpır etmek. |
kıpırdatma | * Kıpırdatmak işi. |
kıpırdatmak | * Kımıldatmak, yerinden oynatmak. |
kıpırtı | * Hafif ve sürekli kımıldanma, kımıltı. |
kıpırtılı | * Kıpırtısı olan. |
kıpırtısız | * Kıpırtısı olmayan. |
kıpıştırma | * Kıpıştırmak işi. |
kıpıştırmak | * Göz kapaklarınıüst üste birçok kez açıp kapamak. |
kıpkıp | * Gözünü çok kırpan (kimse). |
kıpkırmızı | * Her yanıkırmızıveya çok parlak kırmızı. |
kıpkırmızıkesilmek (veya olmak) | * (yüz için) herhangi bir sebeple çok kızarmak. |
kıpkızıl | * Her yanıkızıl veya çok kızıl. * Aşırı, koyu. |
kıpma | * Kıpmak işi. |
kıpmak | * Göz kapaklarınıçabucak açıp kapamak, kırpmak. |
kıprama | * Kıpırdama, kıpramak işi. |
kıpramak | * Kıpırdamak. |
kıprayış | * Kıpramak işi veya biçimi. |
kıprayışlı | * Kıpırtılı. |
kıprayışsız | * Kıpırtısı olmayan, kıpırtısız. |
Kıptî | * Mısır halkından olan kimse. * (yanlışolarak) Çingene. * Kıptîlerle ilgili olan. |
Kıptîlik | * Kıptî olma durumu. |
kır | * Beyazla az miktarda karanın karışmasından oluşan renk. * Bu renkte olan. |
kır | * Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boşve genişyer. * Orman, dağvb.ye karşıt olan açıklık yer. |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 92
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 93
kır bekçisi * Kırların ve ovaların güvenliğiyle görevli kimse. kır boynunu! * defol! çekil! git!. kır çiçeği * Kırlarda kendiliğinden yetişen çiçek. kır düşmek * göze çarpar derecede beyaz kılları bulunmak, kırlaşmak. kır eğlencesi * Kırda yapılan eğlence. kır gerillâsı * Dağlarda, köy ve kasabalarda eylem yapan çete. kır gülü * Çorak bölgelerde biten ve gün gülüne benzeyen bir tür çiçek (Fumana). kır kahvesi * Kırda bulunan, çoğunlukla küçük kahve. kır serdarı * Kırlarda eşkıyanın ardına düşüp yolların güvenliğini sağlamakla görevlilerin başı. kıraat * Okuma.
* Okuma kitabı.
* Kur’an’ın belli kural ve işaretlere göre okunması.kıraat etmek * okumak. kıraathane * Müşterilerinin okumaları için gazete ve dergi bulunduran geniş, temiz ve iyi döşenmişkahvehane.
* Kahve, kahvehane.kıraathaneci * Kıraathane işleten kimse. kıracak * Nalbantların atın tırnağınıkesmek için kullandıklarıkeskin demir alet. kıraç * Verimsiz veya sulanmayan, bitek olmayan toprak. kıraçlaşma * Kıraçlaşmak işi. kıraçlaşmak * Kıraç duruma gelmek, verimsizleşmek. kıraçlık * Kıraç olma durumu veya kıraç yer. kırağı * Soğuk havalarda, su buğusunun yerde, bitkiler, ağaçlar ve öteki nesneler üzerinde donmasıyla oluşan ince
buz billûru.kırağıçalmak (veya vurmak) * kırağı, dondurup bozmak. kırağıdüşmek (veya yağmak) * kırağı oluşmak. kırağılı * Kırağısı olan. kıran * Kırmak işini yapan (kimse).
* Bit topluluğun ve özellikle hayvanların büyük bir bölümünü yok eden hastalık veya başka sebep, ölet, afet.kıran * Kıyı, kenar, çevre, uç.
* Dağsırtı, tepe, bayır.
* Kıraç toprak.
* Birbirine parelel olarak uzanan iki akarsu arasında kalmışdağsırtı.kıran girmek * kısa bir zaman içinde çok sayıda ölmek. kıran kırana * Çok mücadeleli, acımaksızın öldürürcesine yapılan (kavga, güreş). kıranta * Saçlarıağarmaya başlamışorta yaşlıerkek.
* Ağırbaşlı, yaşına rağmen bakımlı, özenli (erkek).
* (saç sakal için) Kırlaşmış.kırat * Elmas, zümrüt gibi değerli taşların tartısında kullanılan iki desigramlık ölçü birimi.
* Nitelik, değer, düzey, seviye.kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan (almak) * kişi, kiminle arkadaşlık ederse, ondan etkilenir. kıratınıölçmek * değerini biçmek, kıymetini belirlemek. kıratlık * Kıratı olan, herhangi bir kırat değerinde olan (taş).
* Herhangi bir nitelikte, değerde olan.kıray * Yol kesen, asi.
* Genç, delikanlı.kırba * Sakaların içinde su taşıdıklarıağzıdar, altı geniş, deriden yapılmışkap, su kabı, matara.
* (çocuklarda) Karın şişmesiyle beliren bir hastalık.
* Çok su içen kimse.kırbacık * Tulumcuk. kırbaç * Kıl tek parça deri veya uzun esnek bir değneğin ucuna sırım bağlanarak yapılmışvurma aracı. kırbaç kurdu * Çeşitli türleri insanların ve hayvanların kalın bağırsağında yaşayan, boyu 5 cm olan eni, gözle görülmeyecek
incelikte bir asalak, trikosefal (Trichuris trichiura).kırbaç kurtları * Örnek hayvanıkırbaç kurdu olan, yuvarlak solucanlar familyası. kırbaçlama * Kırbaçlamak işi. kırbaçlamak * Kırbaçla vurmak.
* Canlandırmak, destek vermek, harekete geçirmek.kırbaçlanma * Kırbaçlanmak işi. kırbaçlanmak * Kırbaçla dövülmek. kırca * Hafif kırlaşmış.
* Hafif kırlaşmışdurumda.kırcı * Dolu.
* Ufak ve sert taneli kar.kırcımantı * Küçük ve içi iyi doldurulmuşmantı. kırcın * Hayvan kıranı. kırç * Kışın, sisli havalarda, ağaç dallarını, toprak çıkıntılarınıvb. yerleri kaplayan buz tabakası. kırçıl * Kırlaşmaya başlamış, kır renkli.
* Bu renkte saçı olan.kırçıllanma * Kırçıl duruma gelme. kırçıllanmak * Kırçıl duruma gelmek, ağarmak. kırçıllaşma * Krıçıllaşmak durumu. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 89
kıl otu * Dağlık çayırlarda yetişen ince ve sert yapraklı bir bitki (Nardus). kıl payı * (daha çok kalmak fiili ile) Çok az. kıl testere * Çok ince bir tür testere. kıl yumağı * Saç yeme alışkanlığı olan kimselerin midesinde oluşan ur. kılabdan * 343 kılaptan. kılâde * Gerdanlık, boyna takılan süs eşyası. kılağı * Taşüzerinde bilenen bir kesici aracın keskin yüzüne yapışan ve aracın iyi kesebilmesi için, yağlanmış
yumuşak taşla kaldırılması gereken çok ince çelik parçaları, zağ.kılağılama * Kılağılamak işi. kılağılamak * Kesici araçların kılağısınıalarak keskinliğini artırmak. kılağılı * Kılağılanmış, keskin duruma getirilmişolan. kılağısınıalmak * kesici araçları bileği taşına veya kayışa sürterek keskinliğini artırmak. kılağısız * Kılağılanmamış, keskin olmayan. kılâptan * Pirinç, bakır, kalay gibi madenlerden çekilerek gümüşve altın yaldız vurulmuşince metal iplik.
* Pamuk ipliğine sırma katılarak eğrilmişiplik.
* Bu tür iplikten yapılmış.kılavuz * Genel olarak yol gösteren kimse, rehber.
* Yol yöntem gösteren şey.
* Evlenecek olan erkek veya kadına eş bulan kimse.
* Ruhî ve zihnî bakımdan yol gösteren,ışık tutan kimse.
* Somun veya boru içine yiv açmakta kullanılan araç.
* (dar, uzun bir yerden) Kolaylıkla bükülebilen yay biçiminde tel, kablo vb. geçirilirken bunların ucuna
bağlanan sert nesne.
* Makaradaki filmlerin başında ve sonunda yer alan, filmin alıcı, yıkama aracı, basım aracı, gösterici gibi
araçlara takılıp çıkarılmasında kolaylık sağlayan, asıl film için pay bırakan çeşitli renklerde film parçası.
* Bir devletin kılavuz alınmasımecburî olan sularında gemilere yol gösteren kimse.kılavuzlama * Kılavuzlamak işi. kılavuzlamak * Kılavuzluk etmek. kılavuzluk * Kılavuz olma durumu veya kılavuzun işi, rehberlik.
* Bir gemiyi limana sokmak veya limandan çıkarmak işi.kılavuzluk etmek * yol göstermek, rehberlik etmek. kılbaz * Dalkavuk. kılcal * Kıl gibi olan, çok ince. kılcal boru * Araştırma ve deneylerde kullanılan çok ince boru. kılcal damar * Bütün dokularda bulunan, atardamarların son dallarını, toplardamarların ilk dallarına birleştiren ince
damar.kılcal etki * Birbirine değen bir sıvı ile bir katının molekülleri arasındaki etki. kılcal kök * Ana, saçak ve yan köklerden çıkan ikincil, üçüncü kökler üzerinde bulunan ince kıl şeklindeki emici kök
paröaları.kılcallık * Kılcal olma durumu.
* Bir kılcal boru veya tüpün durumu.
* Kapsadığısıvılar bakımından kılcal boruların özellikleri.kılcan * At kuyruğu kılından yapılmışkuştuzağı. kılçık * Balıkların eti arasında bulunan diken gibi ince ve küçük kemik.
* Fasulye, bakla gibi sebzelerin yeşil kabuğunda ve ekin başaklarında bulunan sert ve kıl gibi uzun lif.
* Alttaki güreşçinin, kuyruk sokumunu hızla ve birdenbire havaya kaldırarak sırtına abanmışolan güreşçinin
dengesini bozup ön veya yan tarafına aşırıp atması.kılçık atmak * bir kimsenin işini karıştırmak, bozmak. kılçıklı * Kılçığı olan.
* Pürüzlü, çapraşık, karışık.kılçıksız * Kılçığı olmayan. kıldırma * Kıldırmak işi. kıldırmak * Kılmak işini yaptırmak.
* Namaz kılınmasını sağlamak.kıldırtma * Kıldırtmak işi. kıldırtmak * Kıldırmak işini yaptırmak.
* Namaz kılınma işini yaptırmak.kılgı * Bir sanat ve bilim dalının ilkelerini düşünce alanından, uygulama alanına geçirip gerçekleştirme işi,
uygulama, tatbik, ameliye, pratik.kılgılı * Harekete ilişkin olan, yalnız düşünce alanında kalmayıp harekete dönüşen, uygulamalı, amelî, tatbikî,
pratik, kuramsal karşıtı.
* Maksada uygun, kullanışlı; gerçeklere uygun.kılgın * Kılgıdurumuna geçirilebilen, amelî, pratik. kılgısal * Kılgılı, uygulamalı, pratik. kılıkılına * Tamıtamına. kılıkıpırdamamak * durum ve davranışınıdeğiştirmemek, aldırışetmemek, umursamamak. kılıkırk yarmak * titiz ve ayrıntılı bir biçimde incelemek, önemle üstünde durmak. kılı bık * Karısının baskısıaltında bulunan (erkek), kazak karşıtı. kılı bıklaşma * Kılı bıklaşmak işi. kılı bıklaşmak * Kılı bık duruma gelmek. kılı bıklık * Kılı bık olma durumu. kılı bıklık etmek * kılı bığa yakışan davranışlarda bulunmak. kılıcına * (kalas, cetvel tahtası gibi kalınlığıeninden az olan şeyler için) Keskin ve dar tarafıyukarı gelmek üzere,
kılıçlama.kılıç * Uzun, düz veya eğri, ucu sivri, bir veya her iki yüzü keskin, kın içinde bele takılan, çelikten silâh.
* Saban ökçesini oka bağlayan ağaç parçası.kılıç alayı * Kılıç kuşanma. kılıç bacak * Bacaklarıeğri olan, çarpık bacaklı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 90
kılıç balığı * Kılıç balığı gillerden, burnunda kılıç biçiminde bir uzantısı bulunan, kılçıksız, eti beyaz ve lezzetli, iri bir
balık (Xiphias gladius).kılıç balığı giller * Her türlü kılıç balığı olan, dişsiz ve pulsuz kemikli balıklar familyası. kılıç çalmak * kılıçla savaşmak, kılıç ile öldürmek. kılıç çekmek * saldırmak veya selâmlamak amacıyla kılıcıkınından çıkarmak. kılıç gagalı * Yağmur kuşugillerden, çok ince ve uzun gagalı, tüyleri ak, kanatlarıkara bir kuş(Recurvirosta avocetta). kılıç kınınıkesmez * sert ve öfkeli kişi yanındakilere zarar vermez. kılıç kuşanma * Tahta yeni çıkan Osmanlıpadişahlarının İstanbul’daki Eyüp Sultan türbesine giderek törenle kılıç
kuşanmaları.kılıç kuşanmak (veya takmak) * kılıcı olmak ve onu taşıyacak güce ve yetkiye hak kazanmak. kılıç oynatmak * egemen olarak yaşamak. kılıç oyuncusu * Kılıç oyunu oynayan sporcu, eskrimci. kılıç oyunu * Dürtücü kılıç, kesici kılıç ve delici kılıç adıverilen silâhlarla yapılan spor, eskrim. kılıç pabucu * Kılıç kınının aşağıkısmı. kılıç sallamak * kılıç ile dövüşmek, düşman üzerine kılıçla soldurmak. kılıç üşürmek * kılıç çekerek saldırmak. kılıççı * Kılıç yapan veya satan (kimse).
* Kılıç sporuyla uğraşan (kimse).kılıçhane * Kılıç yapılan yer. kılıçıkınına koymak * savaşı bırakmak, savaştan vazgeçmek. kılıçkuyruk * Kemikli balıklar takımından uzunluğu 8-10 cm. olan, tropik süs balığı(Xiphophorus helleri). kılıçlama * Kılıçlamak işi.
* Kılıcına.
* Çaprazlama.kılıçlama kaçmak * yan yan koşarak, çaprazlamasına gitmek. kılıçlamak * Kılıçla çok sayıda insanıtopluca öldürmek, kılıçtan geçirmek. kılıçlayış * Kılıçlamak işi veya biçimi. kılıçlı * Kılıç taşıyan.
* Kılıcı olan.
* Üzerinde kılıç motifi olan.kılıçtan geçirmek * çok sayıda insanıkılıçla topluca öldürmek. kılıf * Bir şeyi korumak için kendi biçimine göre, çoğunlukla yumuşak bir nesneden yapılmışözel kap.
* Yolsuz bir işe bulunan sudan gerekçe.kılıfçı * Kılıflama işini yapan kimse.
* Kılıf yapan ve satan kimse.kılıfına uydurmak * bir durum ve tutuma, yöntemine uygun biçim vermek. kılıflama * Kılıflamak işi. kılıflamak * Kılıf geçirmek, kılıfa koymak. kılıflı * Kılıfı olan veya kılıf içinde bulunan. kılıfsız * Kılıfı olmayan veya kılıf içinde bulunmayan. kılığına çeki düzen vermek * giyinişine özen göstermek. kılığına girmek * onun gibi giyinmek. kılık * Bir kimsenin giyinişi, giyim, üst baş, kıyafet, kisve.
* Bir kimsenin dışgörünüşü.
* Bir kimsenin resmi, fotoğraf.kılık kıyafet * Üst başve dışgörünüş. kılık kıyafet düşkünü * Giyecekleri eskimişveya kötü olan. kılık kıyafet köpeklere ziyafet * giyinişi ve görünüşü kötü ve tiksindirici olanlar için söylenir. kılık kıyafeti düzmek * giysilerini yenilemek. kılıklı * Herhangi bir kılıkta olan.
* Güzel, temiz.
* (birinin) huyunda olan, davranışlarınıtaklit eden.kılıklıkıyafetli * İyi giyinmiş. kılıksız * Giyimi düzgün olmayan, sünepe, süflî. kılıksızlaşma * Kılıksızlaşmak işi. kılıksızlaşmak * Kılıksız duruma gelmek. kılıksızlık * Kılıksız olma durumu. kılıktan kılığa girmek * giysi değiştirmek.
* sık sık düşünce değiştirmek.kılına dokunmamak * bir kimseye dokunacak, zarar verecek en ufak bir davranışta bile bulunmamak. kılını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak) * bir olay karşısında ilgisiz kalmak, en küçük bir tepki göstermemek. kılınış * Kılınmak işi veya biçimi. kılınma * Kılınmak işi. kılınmak * Kılmak işi yapılmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 91
kılır * Maydanozgillerden, bir yıllık ve özel kokulu otsu bir bitki (Ammi visnaga). kılış * Kılmak işi veya biçimi. kılkapan * Kehribar. kılkıran * Bkz. saçkıran. kılkuyruk * Ördekgillerden, uzunluğu 55-65 cm, kuyruğu sivri tüyleri ak yeşil, karışık, gagası, ayaklarımavi bir kuştürü
(Anas acuta).
* Zayıf, çelimsiz.
* Züğürt, niteliksiz, kılıksız.kıllanma * Kıllanmak işi. kıllanmak * Kıllarıçıkmak.
* Bıyığı, sakalıçıkmak.kıllı * Kılı olan, kıl ile kaplı. kılma * Kılmak işi. kılmak * “Etmek”, “yapmak” anlamında yardımcıfiil olarak kullanılır.
* (namaz için) Yerine getirmek.kılsız * Kılı olmayan. kılükal * Dedikodu, söylenti. kımıl * Yarım kanatlılardan, sap, çiçek, yaprak ve başaklarıemerek veya yiyerek ekin hastalığına yol açan, vücudu
kalkana benzeyen zararlı bir böcek (Aelia rostrata).kımıl kımıl * Durmadan kımıldamadan bir şeyin durumunu anlatır. kımıldama * Kımıldamak, kımıldanmak işi. kımıldamak * Yerinden biraz oynamak.
* Yerinde hafifçe hareketlenmek.kımıldanış * Kımıldanmak işi veya biçimi. kımıldanma * Kımıldanmak işi. kımıldanmak * Bkz. kımıldamak. kımıldatma * Kımıldatmak işi. kımıldatmak * Yerinden biraz oynatmak, hafifçe hareketlendirmek. kımıldayış * Kımıldamak işi veya biçimi. kımıltı * Hafif ve sürekli kımıldama. kımız * Kısrak sütünün mayalanmasıyla yapılan, az alkollü, ekşi, eski bir Türk içkisi. kımkım * Ağır ağır konuşan (kimse).
* Her işinde ağır davranan (kimse).kımkım etmek * bir işi ağır ağır yapmak, oyalanmak. kımlanma * Kımlanmak işi veya durumu. kımlanmak * (kuşiçin) Uçmaya hazırlanmak.
* Kalkacakmışgibi kıpırdamak.kın * Bıçak, kılıç gibi kesici araçların kabı.
* Buğdaygillerde olduğu gibi, yapraklarda sapın bir bölümünü uzunlamasına saran, genişdış bölüm.kın kanat * Kın kanatlı böceklerin gövdeyi korumakla görevli ve çok sert yapıda birinci çift kanadı. kın kanatlılar * Böcekler sınıfından, boynuzsu bir kın biçiminde olan birinci çift kanatlarıuçmakta kullanan öteki iki
kanadıörten, ağız parçalarıçiğnemeye, parçalamaya elverişli, bütünüyle başkalaşma gösteren bir takım.-kın/ -kin * Bkz. -gın / -gin. kına * Kına ağacının kurutulmuşyapraklarından elde edilen, saç ve elleri boyamakta kullanılan toz. kına ağacı * İki çeneklilerden, tropikal bölgelerde yetişen, kurutulmuşyapraklarından kına elde edilen, beyaz çiçekli,
küçük bir ağaç (Lawsonia inermis).kına çiçeği * Kına çiçeğigillerden, çiçekleri tüylü renkte olan, bir veya çok yıllık otsu bitki (Balsamina hortensis). kına çiçeğigiller * İki çeneklilerden, örneği bahçelerde yetişen kına çiçeği olan bir familya. kına gecesi * Düğünden bir gece önce, kadınların kendi aralarında, gelinin parmaklarına kına yakarken kız evinde
yaptıklarıeğlence.kına gibi * (toz durumundaki şeyler için) çok ince. kına yakmak (koymak, sürmek, vurmak veya yakınmak) * kınayısu ile karıştırıp bulamaç kıvamına getirerek boyanacak yere sürmek. kına(lar) yakmak * (birinin uğradığıkötü duruma) çok sevinmek. kınacık * Buğday pasımantarının, tahıl bitkilerinin sap ve yapraklarında oluşturduğu pas rengindeki hastalık. kınakına * Kök boyası gillerden, asıl yurdu Güney Amerika olan, Hindistan ve Endonezya’da da yetiştirilen,
kabuğundan kinin çıkarılan bir ağaç (Cinchona).
* Bu bitkiden yapılan içecek.kınalama * Kınalamak işi. kınalamak * Kına koymak, kına ile boyamak. kınalanma * Kınalanmak işi. kınalanmak * Kına konulmak, kına yakılmak.
* Kına ile boyanmak.kınalı * Kına ile boyanmışolan.
* Kınanın renginde veya kızıl renkte olan.
* Yapıncak.kınalıkeklik * Sülüngillerden, Balkan Yarımadası, Orta ve Doğu Asya’da yaşayan, uzunluğu 38 cm olan bir kuştürü
(Alectoris graeca).kınalıyapıncak * Bkz. yapıncak. kınama * Kınamak işi, ayıplama, takbih. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 88
Kı brıslı * Kı brıs halkından olan kimse. kıç * Kuyruk sokumu bölgesi, popo, makat.
* (bazı bölgelerde) Bacak, ayak.
* (deniz teknelerinde) Art taraf.
* Arka bölümde olan.-kıç * Bkz. -gıç / -giç. kıç atmak * (hayvan) çifte atmak.
* çok istemek.kıç attırmak * ondan üstün olmak. kıçıkırık * Önemsiz, değersiz şey veya kimse. kıçın kıçın * Geri geri. kıçın kıçın gitmek * geriye doğru gitmek, geri geri gitmek.
* (henüz yürümeyen bebek için) kıç üstü gitmek.kıçına bakarak (veya kıçına baka baka) * başvurduğu yerden olumlu sonuç alamayarak. kıçına tekmeyi atmak (vurmak veya yapıştırmak) * kovmak. kıçınıyırtmak * bağırıp çağırmak.
* bütün gücünü kullanarak uğraşmak.kıçtan bacaklı * Kısa boylu (kimse). kıçtankara * Baştan demirleyen, kıçtan da halatlarla kıyıya bağlanan gemi. kıçüstü * Kıçıyere gelmişdurumda. kıçüstü oturmak * kıçıyere gelir duruma düşmek.
* herhangi bir konuda yenilmek, umduğuna ulaşamamak.kıdem * Bir görevde rütbece eskilik.
* Bir görevde geçirilen süre.kıdem tazminatı * Belirli süre çalıştıktan sonra ayrılan işçiye görev süresine bağlı olarak verilen para. kıdemce * Bir işte tecrübe ve süre bakımından, kıdeme göre. kıdemli * Bir işte eski ve tecrübesi çok olan.
* Sınıf temsilcisi, mümessil.kıdemli başçavuş * Kıdemi olan başçavuşun rütbesi. kıdemli üstçavuş * Kıdemi olan üstçavuş. kıdemlilik * Kıdemli olma durumu. kıdemsiz * Bir işte yeni ve tecrübesi az olan. kıdemsizlik * Kıdemsiz olma durumu. kıdım kıdım * Azar azar. kığ * Koyun, keçi veya deve pisliği. kığı * Kığ. kığılama * Kığılamak işi. kığılamak * (koyun, keçi, deve) Pislemek. kıh * (çocuk dilinde) Kir, kirli, pis. kıkır kıkır * İçinden gelerek, sesli bir biçimde (gülmek). kıkır kıkır gülmek * içinden gelerek, sesli sesli bir biçimde gülmek. kıkırdak * Kemik kadar sert olmayan, dayanıklı, esnek, bükülgen, damarsız bağdokusu.
* Sığır ve danada, hayvanın göğüs boşluğunun arka tarafının alt bölümünde bulunan parça.kıkırdak bilimi * Kıkırdakları inceleyen bilim dalı. kıkırdak doku * Kemiklerin bağlantıyerlerinde bulunan, katı, esnek ve saydam doku. kıkırdaklaşmış * Kıkırdak durumunu almışhayvan dokusu. kıkırdaklı * Yapısında kıkırdak bulunan. kıkırdama * Kıkırdamak işi. kıkırdamak * Kıkır kıkır diye ses çıkararak gülmek.
* Donacak kadar üşümek.
* Soğuktan donmak.
* Ölmek.kıkırdatma * Kıkırdatmak işi. kıkırdatmak * Kıkırdamasına sebep olmak. kıkırdayış * Kıkırdamak işi veya biçimi. kıkırlık * İçten gülme durumu. kıkırtı * Kıkırdarken çıkan ses. kıl * Bazıhayvanların derisinde, insan vücudunun belli yerlerinde çıkan, üst deri ürünü olan ipliksi uzantı.
* Keçi tüyü.
* Bitkilerde görülen, genellikle silindirimsi, içi boş, çok ince uzantı.
* Keçi tüyünden yapılmışveya dokunmuşolan.kıl (kadar) kalmak * çok az kalmak. kıl burun * Deniz içine uzanmışince kara parçası. kıl çadır * Keçi kılından dokunmuşparçalarla kurulan çadır. kıl gibi * ipince, incecik. kıl keçisi * Vücut rengi beyazdan siyaha kadar değişmekle beraber, tel renkliler arasında en çok siyah renklisi görülen
yerli bir keçi türü. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 84
kesiklik vermek * ara vermek.
* hâlsizlik, kırıklık, yorgunluk ortaya çıkmak.kesiksiz * Kesilmeden süren, sürekli, süreli, devamlı, mütemadi.
* Kesilmeden, ara vermeden sürüp giden (elektrik akımı).kesiliş * Kesilmek işi veya biçimi. kesilme * Kesilmek işi. kesilmek * Kesmek işi yapılmak.
* Bitkin duruma gelmek, gücü, takati kalmamak.
* Gibi olmak, benzemek, dönmek.
* İçindeki maddeler birbirinden ayrılıp bozulmak.
* Dinmek, sona ermek.
* Akmaz olmak.
* Kendinden önceki kelimeyi “olmak” anlamıyla pekiştirir.
* Son veya aralık verilmek.
* Kendini herhangi bir şey gibi göstermek.
* Tutulmak, kapatılmak.
* Makaslamak.
* Durmak.
* Çok beğenmek, çok hoşlanmak.
* Yoksun kalmak.kesim * Kesmek işi.
* Bölüm, parça, kısım, sektör.
* Bölge, bölüm.
* Kesme zamanı.
* Belli bir bölüm.
* İşaretlenmiş belli yer.
* Terzinin belli bir ölçü ve örneğe göre kumaşa biçim vermesi işi, fason.
* Hazineye ait herhangi bir gelirin belli bir bedel karşılığıkeseneğe verilmesi.
* Boy bos, endam.
* Pazarlık, anlaşma.kesim evi * Kasaplık hayvanların kesilip yüzüldüğü yer, kanara, mezbaha. kesimci * Kesenekçi, mültezim. kesimhane * Kesim evi, mezbaha. kesimlik * Kesime elverişli (hayvan). kesin * Şüphe ve duraksamaya yer bırakmayan veya geri dönülmeyen, değişmez, kat’i, maktu. kesin bilgi * Doğruluğundan kuşkulanılmayan bilgi. kesin olarak * kesin bir biçimde, kesinlikle. kesinleme * Kesin olan şey. kesinleşme * Kesinleşmek işi. kesinleşmek * Kesin bir durum almak, kat’ileşmek, kat’iyet kespetmek.
* Değişme olanağı olmadan yürürlüğe girmek.kesinleştirme * Kesinleştirmek işi. kesinleştirmek * Kesin bir duruma getirmek. kesinlik * Kesin olma durumu veya kesin davranış, kat’iyet.
* Bir bilginin, bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanmasıdurumu.kesinlikle * Kesin bir biçimde, kesin olarak, her hâlde, mutlaka, kat’iyen. kesinme * Kesinmek işi veya durumu. kesinmek * Kendine veya kendisi için kesmek. kesinsizlik * Kesin olmama durumu. kesinti * Kesilen parça, kırpıntı.
* Bir işin bir süre için durması, inkıta, fasıla.
* Ödenen bir paradan herhangi bir gerekle kesilen bölüm.kesintili * Ara verilerek yapılan.
* (para için) Kesintisi olan.kesintisiz * Aralıksız.
* (para için) Hiçbir vergi kesilmeden verilen.kesintiye almak * biriyle sezdirmeden alay etmek. kesintiye uğramak * bir süre için durmak. kesip (veya kestirip) atmak * uzun uzadıya düşünmeden kesin yargıya varmak.
* kesin olarak çözmek, bitirmek.kesip biçmek * parçalamak, doğramak, ameliyat etmek.
* ağzına geleni söylemek, ileri geri konuşmak.
* zorbalıkla korkutmak.kesir * Bir birimin bölündüğü eşit parçalardan birini veya birkaçınıanlatan sayı. kesir ölçek * Plân ve haritaların ölçekleri payı1 olan ve kesirli sayılarla gösterilen ölçek. kesirli * Kesir niteliğinde olan (sayı). kesirli sayı * 1,5 veya 1,3 gibi kesri olan sayı. kesirsiz * Kesir niteliğinde olmayan. kesiş * Kesmek işi veya biçimi. kesişen * Bir nokta veya çizgi üzerinde birbirini kesip geçen (çizgiler veya yüzeyler). kesişme * Kesişmek işi. kesişmek * Birbirini kesmek.
* Pazarlıkta, herhangi bir fiyatta uyuşmak.
* Erkek ve kadın, bakışlarla anlaşmak.
* Bir nokta veya çizgi üzerinde birbirine kavuşmak.kesit * Bir şeyi inceleyebilmek için, enlemesine veya boylamasına kesildiğinde ortaya çıkan yüzey.
* Bir toplumun bölümü, kesim.
* Bir cisim düz olarak kesildiğinde ortaya çıkan düzlemin biçimi, makta.keskenme * Keskenmek işi. keskenmek * El ile veya başka bir şeyle vuracak gibi yapmak. keski * Ağaç, taş, metal vb. yontmaya yarayan, bir ucu keskin çelik araç.
* Demir ve saç kesmek için üzerine çekiçle vurularak yürütülen keskin araç, tırnak.
* Pulluk gövdesi önüne takılan ve toprağıkesip ayıran bıçak veya disk biçiminde çelikten yapılmışpulluk
parçası.keskin * Çok kesici, iyi kesen.
* Etkili, sert.
* Görevini iyi yapan.
* (ses için) Tiz.
* Acı, üzüntü veren.keskin sirke küpüne (veya kabına) zarar * öfkeli, sert kimsenin zararıkendisinedir. keskin zekâ keramete kıç attırır * zeki kimse, bir işin nereye varacağınıkeramet sahibi kimseden daha iyi bilir. keskinleşme * Keskinleşmek işi. keskinleşmek * Keskin duruma gelmek. keskinleştirme * Keskinleştirmek işi. keskinleştirmek * Keskin duruma getirmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 85
keskinletme * Keskinletmek işi veya durumu. keskinletmek * Keskin duruma getirmek. keskinlik * Keskin olma durumu. kesme * Kesmek işi.
* Teneke, sac gibi şeyleri kesmek için kullanılan makas.
* Lokum.
* Çizgisel iki doğru parçasıve bir eğri yayı ile sınırlanan düzlem yüzeyi.
* İki çekimin birbirine doğrudan doğruya bağlanmasından, iki ayrıçekimin birbirini izlemesinden doğan
durum.
* Küp biçiminde veya köşeli olarak kesilmişolan.
* Kesin, değişmez, maktu.
* Nazımda veya nesirde, bir cümleyi sonu anlaşılacak biçimde yarım bırakma sanatı, kat.kesme imi * 343 kesme işareti. kesme işareti * Özel adlara getirilen ekleri iki sözün birleşmesi sırasında ortaya çıkan ses düşmesini veya bazıyabancı
sözlerin kesintili okunacağını belirtmek için kullanılan ( ‘ ) işaretinin adı.kesme kaya * Baskıaltında kalarak sertleşmiştoprak. kesme şeker * Küp biçiminde veya köşeli bir biçimde olan şeker. kesme taş * Yola dizilmek amacıyla veya bir yapı için biçimlendirilmiştaş. kesmece * Kesip bakarak beğenmek şartıyla.
* Aradaki değer ayrımını gözetmeksizin hepsi bir fiyattan.
* Kesilip müşteriye gösterilerek satılan.kesmek * Bıçak, makas gibi bir araçla bir şeyi ikiye ayırmak, parçalamak, doğramak, ameliyat etmek.
* Dibinden ayırmak.
* Düzgün parçalara ayırmak.
* Kesici bir araçla yaralamak.
* Ucunu almak.
* (hayvan için) Başını gövdesinden ayırmak, boğazlamak.
* Ara veya son vermek.
* Bir şeyden yoksun bırakmak, vermemek.
* Akımıdurdurmak.
* Belirtmek, kararlaştırmak.
* (verilecek şeyin bir bölümünü) Alıkoyup vermemek.
* (para için) Basmak.
* Azaltmak, güçleştirmek.
* (iskambil kâğıtları için) Destenin üzerinden bir bölümünü kaldırıp öte yana koymak.
* Gidermek.
* Geçişi önlemek.
* Susmak.
* (hasta organı) Ameliyatla almak.
* Bölmek, ayırmak.
* (yazı, film için) Kısaltmak.
* Uydurmak, yalan söylemek.
* (rüzgâr, soğuk vb. için) Çok etkili olmak.
* Birini yermek, kötülemek.kesmelik * Kesme taşçıkarılan ocak. kesmik * Kesilmişsütün koyu bölümü.
* Başakla karışık iri saman.
* Taşgibi olmuştoprak parçası.kesmikli * İçinde kesmik bulunan. kesp * Kazanma. kesp etmek * kazanmak, elde etmek. kesre * Esre. kesret * Çok olma durumu, çokluk. kestane * Kayıngillerden, ılıman iklimlerde yetişen, 25-30 m kadar boylanabilen, kerestesi doğramacılıkta kullanılan
bir orman ağacı(Castanea sabva).
* Bu ağacın yenebilen meyvesi.
* Kestane rengi.kestane dorusu * At donlarından açık kahve rengi olan. kestane fişeği * İçinde tane barut ve fitilinin geçmesine yarayan küçük bir kanalı olan bir tür şenlik fişeği. kestane kabağı * Helvacıkabağı. kestane kabuğundan çıkmışda kabuğunu beğenmemiş * soyunu veya yetiştiği yeri, çevreyi hor görenler için kınama yollu söylenir. kestane kargası * 343 alakarga. kestane rengi * Açık kahve rengi.
* Bu renkte olan.kestane suyu gibi * sulu (kahve). kestane şekeri * Kestanenin şeker şerbeti içinde kaynatılmasıyla yapılan şekerleme. kestaneci * Kestane kebabıyapan veya satan kimse. kestanecik * Prostat.
* Atların her bacağında birer tane çıkan, boynuz dokusunda olan kısa ve yayvan uzantı.kestanelik * Kestane ağaçlarıçok olan yer. kestere * Kitre. kestiği (veya attığı) tırnak olamamak * bir kimse, söz konusu olan kimseden değerce çok aşağı olmak. kestirilme * Kestirilmek işi. kestirilmek * Kestirmek işi yapılmak. kestirim * Kestirmek işi, tahmin. kestirip atmak * ayrıntılıdüşünmeden kesin yargıya varmak. kestiriş * Kestirmek işi veya biçimi. kestirme * Kestirmek işi.
* Alışılan yolun dışında kısa yol, kese.
* Amacıfazla uzatmadan anlatan.
* Kısaca, özet olarak.
* Kısa yoldan.
* Kaynatılarak limon sıkarak koyulaştırılmışşeker şerbeti.kestirmece * Kısa yoldan olan, kısaca olan.
* Yaklaşık, tahminî.kestirmeden * En kısa yoldan. kestirmeden gitmek * en kısa yoldan gitmek. kestirmek * Kesmek işini yaptırmak.
* Akıl yolu ile gerçeğe yakın bir yargıya varmak, tahmin etmek.
* Kesilmesini sağlamak, kesilmesine yol açmak.
* Karar vermek.
* Kısa bir süre uyumak.
* Anlamak, farkına varmak.keş * Yağıalınmışsütten veya yoğurttan yapılan peynir.
* Kışiçin kurutulan yağsız, tuzsuz yoğurt.
* Aptal.keşen * Zincirden yular veya ayak kösteği. keşfedilme * Keşfedilmek işi. keşfedilmek * Keşfetmek işi yapılmak. keşfetme * Keşfetmek işi. keşfetmek * Var olduğu bilinmeyen bir şeyi bulmak. keşfettirme * Keşfettirmek işi. keşfettirmek * Keşfetmesini sağlamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 86
keşide * (banka ve her tür piyango ikramiyeleri için) Çekme, çekiliş.
* Eski Arap harfli yazıda bazıharflerin baştarafıyazıldıktan sonra süs için çekilen uzatma.keşideci * Çek veya poliçe düzenleyen ve imzalayan kimse. keşif * Ortaya çıkarma, meydana çıkarma, açma.
* Var olduğu daha önce bilinmeyen bir şeyin ortaya çıkarılması.
* Bir olay veya durumun oluşsebeplerini anlayabilmek için yerinde inceleme yapma.
* Gizli olan bir şey hakkında geniş bilgi edinme.
* Bir şeyin olacağınıönceden anlama, sezme, tahmin.keşif kolu * Düşmanın durumunu anlamak, arazi ve yollar hakkında bilgi toplamak için gönderilen kol. keşik * Sıra, nöbet. keşikleme * Almaş, münavebe. keşikleşme * Keşikleşmek işi. keşikleşmek * Keşikle çalışmak. keşiş * Hristiyanlarda, manastırda yaşayan, hiç evlenmemişpapaz, karabaş, rahip. keşişhane * Keşişlerin bulunduğu yer, manastır. keşişleme * Güneydoğudan esen yel, akça yel, kara yel karşıtı.
* Pusulada güneydoğuyu gösteren yön.keşişlik * Keşişolma durumu. keşke * Dilek anlatan cümlelerin başına getirilerek “ne olurdu” gibi özlem veya pişmanlık anlatır, keşki. keşkek * İyice dövülmüşve uzun süre birlikte kaynatılmışet ve buğdayla yapılan bir yemek. keşkekçi * Keşkek pişiren kimse. keşki * Keşke. keşkül * Gezici bazıdervişlerin ve dilencilerin ellerinde tuttukları, Hindistan cevizi kabuğundan, metalden veya
abanozdan yapılmışdilenci çanağı.
* Üstü, dövülmüşfıstık ve rendelenmişHindistan cevizi gibi şeylerle bezenmiş bir çeşit süt tatlısı,
keşkülüfukara.keşkülüfukara * Keşkül. keşleme * Keşlemek durumu. keşlemek * Aldırışetmemek, önem vermemek, ciddiye almamak. keşmekeş * Karışık olma durumu, karışıklık. keşmekeşlik * Karışıklık, halledilmesi, içinden çıkılmasızor durum. keşmir * Bkz. kaşmir. keşşaf * Bilinmeyen çok önemli bir şeyi keşfeden.
* Keşif kolu.
* İzci.keşşaflık * İzcilik. ket * Engel. ket vurmak * engel olmak, güçleştirmek. ketal * Çirişli bir çeşit parlak bez. ketçap * Temel maddesi baharat katılmışdomates olan İngiliz sosu. kete * Yağlı, mayalıveya mayasız hamurdan yapılan, külde pişirilen çörek. ketebe * Yazıcılar, kâtipler.
* El yazmasıkitaplarda yazarının adınıverdiği yer.keten * Ketengillerden, çiçekleri mavi renkte ve beştaç yapraklı, lifleri dokumacılıkta kullanılan bir bitki
(Linumusitatissimum).
* Bu bitkinin liflerinden yapılmış(dokuma vb.).keten helva * Kavrulmuşşekerden yapılan, pamuk görünüşünde bir çeşit helva, keten helvası. keten helvacı * Keten helva yapan ve satan kimse. keten helvası * Bkz. keten helva. keten kuşu * İspinozgillerden, güzel sesli, 13 cm uzunluğunda tarla ve çalılıklarda yaşayan bir kuş(Carduelis linaria). keten tohumu * Keten bitkisinin, yağıçıkarılan veya dövülerek hekimlikte kullanılan küçük taneleri. ketencik * Deniz yosununun ince bir cinsi (Muscus arboreus).
* Turpgillerden, küçük sarıçiçekli, yağlı bir bitki (Chamaelina sativa).
* Bu bitkiden elde edilen, sabun yapımında ve ressamlıkta kullanılan bir yağ.ketengiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, keten ve benzeri türleri içine alan bitki familyası. kethüda * Zengin kimselerin ve devlet büyüklerinin buyruğunda çalışan, onların birtakım işlerini gören kimse, kâhya. kethüda bey * Yeniçeri ocağında, yeniçeri ağasından sonra gelen en yüksek makamdaki subay. kethüdalık * Kethüdanın yaptığı iş. keton * Karbonil grubuna iki alkil kökünün bağlanmasıyla türeyen birleşik. ketum * Sır saklayan, ağzısıkı, ağzıpek. ketum olmak * sır saklamak, ağzısıkı olmak. ketumiyet * Ağzısıkılık, açmazlık, ketumluk. ketumluk * Ketum olma durumu, açmazlık, ketumiyet. kevel * Kuzu veya koyun postundan yapılmışkürk. kevelci * Deri ve kürk satan kimse. keven * Geven. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 87
kevgir * Uzun saplı, yayvan ve delikli kepçe.
* Haşlanmışyiyeceklerin sıvılarınıveya bazısıvılarısüzmek için kullanılan, delikli, genellikle yuvarlak biçimli
mutfak kabı, süzgeç.Kevser * Cennette bulunduğuna inanılan kutsal su. kevser gibi * (içecekler için) tatlı, lezzetli. keyfetme * Keyfetmek işi. keyfetmek * Hoşve eğlenceli vakit geçirmek. keyfî * İsteğe bağlı olan.
* Gerçeğe, akla, yol ve yöntemine uymayan.keyfi bozulmak * hastalanmak.
* canısıkılmak, rahatıkaçmak.keyfi bilmek (biri) * isterse yapmak, nasıl isterse öyle yapmak. keyfi gelmek * neşelenmek. keyfi kaçmak * neşesi kalmamak. keyfi oluncaya kadar * razı oluncaya kadar. keyfi sıra * (birinin) Kendi istediği gibi. keyfi yerinde * Neşesi, sağlığıyerinde. keyfi yerinde * sağlığı, neşesi, mutluluğu bulunmak. keyfîlik * Keyfî olma durumu. keyfince * İsteğine göre, nasıl isterse, dilediğince, keyfine göre. keyfinden bayılmak (veya dört köşe olmak) * bir şeyden çok kıvanç duymak. keyfine bakmak * dilediğince yaşamak, güzel vakit geçirmek. keyfine gitmek * isteğine uygun davranmak. keyfini çıkarmak * bir şeyden iyice tat almak. keyfini kaçırmak (veya bozmak) * üzmek. keyfini yapmak * her türlü istek ve dileği yerine getirmek. keyfinin kâhyası olmamak * birine karışmaya hakkı olmamak. keyfiyet * Nitelik.
* Durum.keyif * Vücut esenliği, sağlık.
* Canlılık, tasasızlık, iç rahatlığı.
* Hoşvakit geçirme.
* İstek, heves, zevk.
* Alkollü içki ve başka uyuşturucu maddeler kullanıldığında insanda görülen durum.
* Yolsuz ve kural dışı istek.
* Esrar.keyif benim, köy Mehmet ağanın * “hiçbir şeyi tasa etmiyorum, işlerim yolunda” anlamında kullanılır. keyif çatmak * keyfetmek. keyif ehli * Rahatına düşkün kimse. keyif etmek * Bkz. keyfetmek. keyif hâli * İçkili, çakırkeyf. keyif sormak * birine “iyi misiniz”, “nasılsınız” sorularınıyönelterek sağlığıhakkında bilgi almak; saygı göstermek. keyif sürmek * sıkıntısız, rahat yaşamak. keyif vermek * neşe vermek, sarhoşetmek. keyiflenme * Keyiflenmek işi. keyiflenmek * Keyifli duruma gelmek, neşelenmek. keyifli * Keyfi yerinde, neşeli. keyifli keyifli * Keyifli bir biçimde, keyifli olarak. keyifsiz * Sağlığıpek yerinde olmayan, rahatsız.
* Neşesiz.keyifsizlenme * Keyifsizlenmek işi. keyifsizlenmek * Biraz hastalanmak. keyifsizlik * Keyifsiz olma durumu. keylus * Bkz. kilüs. keymus * Bkz. kimüs. kez * Bir olgunun, bir olayın tekrarlandığını belirtir, defa, kere, sefer. keza * Tekrarlamalardan sakınmak amacıyla “aynı, aynı biçimde” anlamında kullanılır. kezalik * Bkz. keza. kezzap * Derişik nitrik asidin halk arasındaki adı. -kı/ -ki * Bkz. -gı/ -gi. kı ble * Namazda yönelinen yön.
* Güneyden esen yel.
* Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan yer.kı blenüma * Kı ble yönünü göstermek için, bulunulan yere göre özel işareti olan pusula. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 83
kesecik * Kulağın dolambacında bulunan ve lenf ile dolu olan küçük zarsı organ. kesedar * Zengin kimselerin parasınıyöneten ve gerekli harcamalarıyapan kimse.
* Esnafların gelirlerini toplayıp satan kimse.kesek * Bel, çapa veya sabanın topraktan kaldırdığı iri parça.
* Tezek.
* Çimen yapmak için üzerindeki otuyla birlikte çıkarılmışçayır parçası.keseklenme * Keseklenmek işi. keseklenmek * Toprak, parça parça olmak. kesekli * Parça parça kabarmışolan (toprak). kesel * Gevşeklik, tembellik. kesel gelmek * gevşemek, tembelleşmek. kesel perdesi * Herhangi bir müzik ölçüsüne girmeyen, insanın iç dünyasınıkarartan ve bıkkınlık veren bir ses tonu. keseleme * Keselemek işi. keselemek * Kir çıkarmak için vücudu kese ile ovmak. keseleniş * Keselenmek işi veya biçimi. keselenme * Keselenmek işi. keselenmek * Keselemek işi yapılmak.
* Kendini keselemek.keseletme * Keseletmek işi. keseletmek * Keselemek işini yaptırmak. keseli * Kesesi olan. keseli kurt * Genellikle omurgalılarda, kasların içinde gelişen şerit kurtçuklarının genel adı(Cysticercus). keseliler * Kanguru gibi, dişilerinin karnında yavrularınıtaşımaya yarayan kese bulunan hayvanlar takımı. kesen * Kesmek işini yapan.
* Bir şekli kesen doğru; özellikle bir üçgenin kenarlarınıkesen doğru.kesene * Sözleşme, yazılıanlaşma.
* Götürü, toptan iş.keseneğe almak * gelirini, satın almak, iltizam etmek. keseneğe vermek * bir şeyin gelirini önceden götürü olarak satmak. kesenek * Görevlilerin aylıklarından her ay belli oranda kesilip bir sosyal güvenlik kurumuna yatırılan para.
* Fabrika, çiftlik gibi gelir kaynaklarının gelirini satın alma işi, iltizam.kesenekçi * Keseneği alan kimse, iltizamcı, mültezim. kesenin ağzınıaçmak * bol para harcamaya başlamak. kesenin dibi görünmek * para tükenmek. kesenize bereket * maddî katkısı görülen bir kimseye “çok kazan, kazancın bol olsun” anlamında söylenen teşekkür sözü. kesenkes * Kesin olarak, kesinlikle. keser * Tahta, ağaç yontmaya yarayan, kısa saplı, bir yanıkeskin ağızlı, öteki yanıçivi çakmaya uygun çelik araç. kesesi elvermemek * bütçesi elverişli olmamak. kesesine bir şey girmemek * bir yarar veya çıkar sağlamamak. kesesine göre * parasına, malî imkânlarına göre. kesesine güvenmek * parasına güvenmek. kesesini doldurmak * fırsatlardan yararlanarak para kazanıp zengin olmak. keseye davranmak * ödemek istemek. kesici * Kesmek işini yapan, kesen.
* Kasaplık hayvanlarıkesen kimse.
* Kesme işinde kullanılan araç.kesici diş * Alt çenenin ve üst çenenin on tarafında bulunan, yiyecekleri kesmeye yarayan, yassı, keskin ön dişlerden
her biri.kesif * Yoğun.
* Saydam olmayan.
* Sık, kalın.kesif yem * Sindirilebilir besin maddeleri yüksek, selülozu düşük yem. kesik * Kesilmişolan.
* Kesilerek bozulmuşolan.
* Çiğsütten yapılan yağsız peynir, çökelek, ekşimik.
* Kısa.
* Gazete, dergi vb.den kesilmişyazı, kupür.
* Kesilmişolan yer.
* Tarla, bağve bahçe çevresine açılan hendek.kesik hava * Halk şiiri dışında yanık ezgili deyiş. kesik kelime * Bir bölümü kesilerek kullanılan söz. kesik kerem * Âşık Kerem’in ezgilerinde görülen yanık türkü dalı. kesik kesik * Ara vererek ve kısa kısa. kesik koni * Bir koninin tabanına paralel bir düzlemle kesilmesinden elde edilen cisim. kesik piramit * Bir piramit, tabanına paralel bir düzlemle kesildiğinde taban yönünde kalan cisim. kesik prizma * Bir prizmanın bütün yer ayrıtlarınıkesen bir düzlemle elde edilen, kesiti ile tabanıarasında kalan cisim. kesikli * Kesikleri olan.
* Aralıklarla süren, duraklamalar yapan (elektrik akımı).kesiklik * Kesik olma durumu.
* Ansızın duyulan hâlsizlik, kırıklık, yorgunluk. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 81
kepez * Yüksek tepe, dağ.
* Dağların oyuk, kuytu yerleri.
* Gelin başlığı.
* Tavuk ve kuşların ibiği veya başındaki uzun tüyler.kepir * Çorak, verimsiz toprak.
* Çamurlu çorak toprak.kepme * Kepmek işi. kepmek * Çökmek, yıkılmak. kerahet * İğrenme, tiksinme. kerahet vakti * (akşamcılar arasında) İçkiye başlama zamanı. keramet * Ermişkimselerin gösterdiklerine inanılan, doğaüstü, şaşkınlık uyandırıcıdurum.
* Olağanüstü durum.
* Keramet sayılabilecek nitelikte olan şey.keramet buyurdunuz (veya keramette bulundunuz) * “çok doğru söylediniz”, “çok güzel yaptınız” anlamlarında kullanılan bir yaranma sözü. keramet sahibi * keramet gösterebilen (kimse). kerameti kendinden menkul * başka bir etkenle kavuştuğu iyi durumu kendi çabasının verimi veya değerinin karşılığısaymak. kerametli * Doğaüstü güce sahip. keramette bulunmak * doğaüstü olaylarda bulunmak. kerata * Karısıtarafından aldatılan erkek.
* Sevgi ile söylenen sitem sözü.
* Ayakkabıçekeceği.keratin * Tırnak, boynuz, kıl gibi üst deri ürünü olan yapıları oluşturan proteinli madde. keratinleşme * Keratinleşmek işi veya durumu. keratinleşmek * Protoplâzma proteinler keratin durumuna dönüşmek. keratinli * Keratini olan. kerde * Sebze fideliği. kere * Kez, yol, defa, sefer. kerem * Soyluluk, ululuk, büyüklük, asalet.
* Bağışolarak verme, iyilik, lütuf.kerem buyurun (veya eyleyin) * “izin verin, beni dinleyin” anlamında nezaket sözü. kerem etmek * bağışta, iyilikte bulunmak. kerem gibi sevmek (veya yanmak) * büyük aşk yaşamak, aşkından ölmek. kerem sahibi * İyi huylu, cömert. kerempe * Denize doğru uzanan taşlık burun.
* Dağın en yüksek yeri.keres * Büyük ve derin karavana. kereste * Tomrukların boyuna biçilmesiyle elde edilen marangozluk ve inşaat odunu.
* Kaba saba kimse, kalas.
* Ayakkabıyapımında kullanılan gereç.keresteci * Kereste satan kimse. kerestecilik * Kereste alıp satma işi. keresteli * İri yapılı. kerestelik * Kereste yapılmaya elverişli ağaç. kerevet * Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, tahtadan seki, sedir. kerevides * 343 kerevit. kerevit * Kabuklular sınıfından, çamurlu tatlısularda yaşayan bir eklem bacaklı, tatlısu istakozu, karavide
(Potamobius fluviatilis).kereviz * Maydanozgillerden, kökleri ve yapraklarısebze olarak kullanılan kokulu bir bitki (Apium graveolens). kerh * Tiksinme, iğrenme.
* Bir işi istemeyerek, zorla yapma.kerhane * Genel ev. kerhaneci * Kerhane işleten kimse.
* Sövgü sözü.kerhen * Tiksinerek, iğrenerek.
* İstemeyerek, istemeye istemeye, gönülsüz.kerih * Tiksindirici, iğrenç. kerim * Soylu, asil.
* Eli açık, cömert.
* Allah’ın adlarından biri.kerime * (saygılıkonuşmada) Kız evlât. keriz * Geriz, çirkef, pislik.
* Kumar.
* Kolayca kandırılabilen oyuncu, aptal.
* Eğlenti.kerizci * Çalgıcı.
* Hile yapan oyuncu.kerkenez * Kartalgillerden, leşle beslenen, 35 cm uzunluğunda, kızılımsıtüyleri olan bir kuş(Falco tinnunculus). kerkes * Akbaba. kerki * Keser. kerli ferli * Kelli felli. kermen * Kale, germen. kermes * Bir çalışmaya yardım sağlamak için, genellikle açık havada yapılan eğlentili toplantı.
* Küçük şehirlerde bayram veya panayır günlerinde yapılan eğlenceli toplantı.