Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 21

    ağaç sansarı * Sansargillerden, sırtıkoyu esmer, karnıdaha açık, iyi tırmanan, postu değerli bir memeli türü (Martes
    martes).
    ağaç yaşiken eğilir * çocuklar küçük yaşta kolay eğitilir, büyük insan kolay kolay eğitilemez.
    ağaççık * Taflan gibi, dallarıdibinden başlayarak çatallanan küçük ağaç.
    ağaççılık * Ağaç yetiştirme işi.
    ağaçdelen * Yuva yapmak için ağaçları oyan böcek.
    ağaçkakan * Serçegillerden, ağaç kurtları ile geçinen bir kuş(Picus).
    ağaçkesen * Zar kanatlılardan, kurtçuklarıen çok gül fidanlarıüzerinde yaşayarak yapraklara zarar veren, kara renkli bir
    böcek (Hylotoma).
    ağaçlama * Ağaçlamak işi.
    ağaçlamak * Ağaçlandırmak.
    ağaçlandırılma * Ağaçlandırılmak işi.
    ağaçlandırılmak * Ağaçlıduruma getirilmek.
    ağaçlandırma * Ağaçlandırmak işi.
    ağaçlandırmak * Bir yeri ağaçlıduruma getirmek.
    ağaçlanma * Ağaçlanmak işi.
    ağaçlanmak * Ağaçlıduruma gelmek.
    ağaçlaşma * Ağaçlaşmak durumu.
    * Bitki şekilleri gösteren ve akiklerde olduğu gibi maden filizlerinin gerek yüzeyinde gerek içlerinde rastlanan
    tabiî desen.
    ağaçlaşmak * Ağaç durumuna gelmek.
    ağaçlı * Ağacı olan.
    ağaçlık * Ağaç öbeği.
    * Ağacı bol olan (yer).
    ağaçlıklı * Ağaçları bol olan (yer).
    ağaçsı * Ağaca benzeyen, ağacıandıran.
    ağaçsız * Ağacı olmayan.
    ağalanma * Ağalanmak işi.
    ağalanmak * Ağa tavrıtakınarak çalım yapmak.
    ağalık * Ağa olma durumu.
    * Kibar ve cömertçe davranış.
    -ağan / -eğen * Fiilden sıfat ve isim yapma eki: yat-ağan, gez-eğen, ol-ağan, dur-ağan, piş-eğen vb.
    ağanın alnıterlemezse ırgadın burnu kanamaz * işveren işçisi ile birlikte çalışmazsa işçi işe var gücüyle sarılmaz.
    ağanın eli tutulmaz * cömertliği, elinin açıklığı, tartışılmaz.
    ağarık * Aklaşmış, rengi solmuş.
    ağarma * Ağarmak işi.
    * Tan atma, şafak sökme.
    ağarmak * Ak olmak, ak duruma gelmek, beyazlanmak, solmak.
    * Aydınlanmak.
    ağartı * Uzaktan ancak seçilebilen, belli belirsiz bir aklık.
    * Süt, yoğurt, peynir, ayran gibi yiyecek ve içecekler.
    ağartılma * Ağartılmak işi.
    ağartılmak * Temizlenmek, beyazlatılmak.
    ağartma * Ağartmak işi.
    * Kuyumculukta gümüşü temizleme işi.
    ağartmak * Ak duruma getirmek, beyazlatmak.
    ağbeneklilik * Arpa bitkisinde görülen mantar hastalığı(Pyrenophora).
    ağcı * Ağile balık tutarak geçinen kimse.
    ağcık * Palmiyelerde çiçeklerin dibinin çevresindeki telli kın.
    ağcılık * Ağile balık tutma.
    ağda * Kaynatılarak çok koyu ve yapışkan bir macun durumuna getirilen pekmez veya limonlu şeker eriyiği.
    ağda yapmak * vücuttaki fazla tüyleri ağda ile almak, temizlemek.
    ağdacı * Şeker, tatlıve helva yapımında ağda hazırlayan işçi.
    * Ağda ile vücuttaki fazla tüyleri veya kıllarıtemizlemeyi meslek edinmişkimse.
    ağdalanma * Ağdalanmak işi.
    ağdalanmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalaşmaya başlamak.
    * Ağda bulaşmak.
    ağdalaşma * Ağdalaşmak durumu.
    ağdalaşmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalanmak.
    * (sohbet) Tam tadına varılır durum almak, koyulaşmak.
    ağdalaştırma * Ağdalaştırmak işi.
    ağdalaştırmak * Ağda durumuna getirmek.
    ağdalı * Ağdalanmış.
    * (deyişiçin) Bilinmeyen kelimelerle, anlaşılması güç, dolambaçlıcümlelerden oluşan.
    * Karmaşık.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 22

    ağdalık * Pekmez yapmaktan başka işe yaramayan üzüm.
    ağdırma * Ağdırmak işi.
    ağdırmak * Ağmasına sebep olmak.
    * Aşağı inmek, yük veya terazide denge bozularak bir yanıağır gelmek.
    ağı * Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyıöldürebilen
    madde, zehir.
    ağıağacı * Zakkum.
    ağıçiçeği * Zakkum.
    ağı gibi * acıveren, çok etkileyen.
    * çok sert, keskin.
    ağı otu * Baldıran.
    ağıl * Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği, çit veya duvarla çevrili yer.
    * Bazıyıldızların, özellikle ayın çevresinde görülen genişve aydınlık teker, ayla, hale.
    * Bazı görüntülerdeki çok ışıklıcisimleri çevreleyen ışıklıteker.
    ağılama * Ağıverme, zehirleme.
    ağılamak * Ağıvermek, zehirlemek.
    * (bir şeye), Ağıkatmak.
    ağılandırma * Ağılandırmak işi.
    ağılandırmak * Ağılıduruma getirmek.
    ağılanma * Ağılanmak işi.
    ağılanmak * Bilmeden veya farkında olmadan zehirli bir şey yemek veya içmekle zehirlenmek.
    ağılaşma * Ağılaşmak durumu.
    ağılaşmak * Ağılıduruma gelmek.
    ağılda oğlak doğsa ovada otu biter * Tanrıher yarattığının rızkınıverir.
    ağılı * İçinde ağı bulunan, zehirli.
    ağılı böcek * Kın kanatlılardan, başka böcekleri yemesi bakımından yararlı bir böcek. (Carabus).
    ağıllanma * Ağıllanmak durumu.
    ağıllanmak * Toplanıp bir arada durmak.
    * Çevresinde ağıl denen hale oluşmak, halelenmek.
    ağım * Ayağın üstündeki tümsek yer.
    ağımlı * Üstü aşırıtümsek olan (ayak).
    ağına düşürmek * tuzağına düşürmek.
    ağınma * Ağınmak işi.
    ağınmak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak.
    ağır * Tartıda çok çeken, hafif karşıtı.
    * Davranışlarıyavaşolan.
    * Değeri çok olan, gösterişli.
    * Çapı, boyutları büyük.
    * Çetin, güç.
    * Tehlikeli, korkulu, vahim.
    * Sıkıntıveren, bunaltıcı.
    * Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı.
    * Yavaş.
    * Ağırbaşlı, ciddî.
    * (koku için) Keskin, boğucu.
    * (yiyecek için) Sindirimi güç.
    * Yoğun.
    * (uyku için) Uyanılması güç, derin.
    * Kısık, alçak.
    * Güç işiten, sağır.
    * Ağır siklet.
    ağır ağır * Acele etmeden.
    * Fazlasıyla.
    ağır aksak yürümek (veya gitmek) * pek yavaşolarak.
    ağır almak * bir işte yavaşdavranmak.
    ağır araç * Ağır vasıta.
    ağır ayak * Doğurmasıyakın (gebe kadın).
    ağır basmak * ağırlığıfazla gelmek.
    * bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek.
    ağır basmak * gücü, etkisi veya özelliği daha üstün ve belirgin olmak.
    * bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek.
    ağır basmak * bir kimse kâbusa uğramak.
    ağır canlı * Çok yavaşişyapan, çevik olmayan.
    * Varlığısıkıntıveren sevimsiz.
    * Tembel.
    * Gebe (kadın).
    ağır canlılık * Hareketlerin yavaşolması, hımbıllık, tembelce davranış biçimi.
    ağır ceza * Ağır hapis ve beşyıldan yukarı olan hapis cezaları.
    ağır çekmek * tartıda ağır gelmek.
    ağır durmak * ciddî, ağırbaşlı, oturaklı, soğukkanlı hareket etmek.
    ağır elli * Bkz. eli ağır.
    ağır ellilik * Eli ağır olma durumu.
    ağır ezgi * Çok ağır, yavaşyavaş, ahenkli.
    ağır gelmek * gücüne gitmek, onuruna dokunmak.
    * yapılması güç gelmek.
    ağır hapis cezası * 2-24 yıl veya ömür boyu hapis cezası.
    ağır hastalık * Ölümle sona erebilecek gibi olan hastalık.
    ağır hidrojen * Döteryum.
    ağır iş * Büyük tehlikeler yaratan ve fazla güç isteyen her türlü iş.
    ağır işitmek (veya duymak) * kulakları iyi işitmemek, kulaklarıaz işitmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 20

    agucuk * Süt çocuğu.
    * Süt çocuğunu sevmek için söylenir.
    agulama * Agulamak işi.
    * Yeni doğmuş bebeklerin çıkardığıses.
    agulamak * (bebek) Agu agu diye ses çıkarmak.
    aguş * Kucak.
    * İplik, sicim, tel gibi ince şeylerden kafes biçiminde yapılmışörgü.
    * Örümcek gibi birtakım hayvanların salgılarıyla oluşturduklarıörgü.
    * Ülke yüzeyine yaygınlaştırılmışörgü, şebeke.
    * Tuzak.
    * Oyun alanını ortadan ikiye bölen iple yapılmışörgü.
    * Çaprazlama örgü ile yapılan ve kale direkleri arkasına gerilen örgü, file.
    * Donun veya pantolonun apışarasına gelen yeri, apışlık.
    ağatmak (veya bırakmak) * balık avlamak için denize ağsalmak.
    ağbenek * Açıklıkoyulu kahverengi ağgörünüşünde olan, arpa yapraklarına yerleşerek oldukça önemli zararlara yol
    açan asklımantar.
    * Bu mantarın ortaya çıkardığıekin hastalığı.
    ağçekmek * yakalanan balıklarıtoplamak için ağısudan çıkarmak.
    ağiğnesi * Ağın örülmesinde kullanılan iğbiçiminde tahtadan veya plâstikten yapılmışalet.
    ağipliği * Keten, kenevir, naylon gibi maddelerden ağyapımında kullanılan iplik.
    ağkayığı * Balık ağlarınıtaşıyan kayık.
    ağkepçe * Balıkçılıkta kullanılan, ağdan örülerek yapılan uzun saplısepet.
    ağkurdu * En çok elma ve erik gibi yemişağaçlarına zarar veren bir kurt.
    ağkurşunu * Balık ağlarınısuda tutmaya yarayan zeytin çekirdeği biçiminde delikli kurşun madde.
    ağmantarlar * İnsan ve hayvanlarda hastalığa yol açan ve birçok türü içine alan ilkel bitkiler topluluğu.
    ağtabaka * Göz yuvarlarının iç yüzeyinde görme sinirinin yayılması ile beliren, ışığa duyarlı, ağımsı bölüm, retina.
    ağtonos * Gotik mimaride kullanılmış, ağbiçiminde parçalıtonos.
    ağtorba * 25 cm genişliğinde ve 50 cm uzunluğunda ağdan yapılmışkırmızıyosunların suya dalınarak avlamada
    kullanılan, bir ip ve kayıktaki makara yardımı ile suyun yüzeyine çıkıp inebilen bir torba.
    ağyatak * Hamak.
    ağa * Kırlık kesimde geniştoprakları olan, sözü geçen, varlıklıkimse.
    * Halk arasında sayılan ve sözü geçen erkeklere verilen san.
    * Büyük kardeş, ağabey.
    * Okur yazar olmayan yaşlıca kişilerin adlarıyla birlikte kullanılan san.
    * Osmanlıİmparatorluğunda bazıkuruluşların başında bulunanlara verilen resmî san.
    ağa borç eder, uşak harç * ağa para sıkıntısı içinde olup borç etse de, uşak, hâlden anlamaz ve bol harcamayısürdürür.
    ağa kapısı * Yeniçeri ağasının dairesi.
    ağa yamağı * Yeniçeri ağasına bağlıemir çavuşu.
    ağababa * Dede, ata.
    * Sanı”ağa” olan babaya çocuğunun seslenişi.
    * Bir yerde, bir topluluk içinde etkili olan, sözü geçen, ileri gelen (kimse).
    ağabey * Bir kimsenin kendinden yaşça büyük olan erkek kardeşi.
    * Kardeşolmayanlar arasında da genellikle yaşça büyük olanlara bir saygıseslenişi olarak kullanılır.
    ağabeylik * Ağabey olma durumu.
    ağabeylik etmek (veya yapmak) * Birini ağabey gibi korumak, gözetmek.
    ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur * çocuklar ana ve babalarından öğrendiklerini yapmaya özenirler.
    ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz * davranışlarına engel olacak hiçbir takıntısıyok.
    ağaca dayanma kurur, adama (insana) dayanma ölür * insan yapacağı işte başkalarına değil, kendine güvenmelidir.
    ağacıkurt, insanıdert yer * kurt ağacınasıl içten içe kemirirse dert de insanı içten içe yer bitirir.
    ağaç * Gövdesi odun veya kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki.
    * Bu gibi bitkilerin gövdesinden ve dallarından yapılan.
    * Direk.
    ağaç arısı * Düzgün kanatlı, kuyruğunda yumurtlama hortumu olan, 3-4 cm boyunda ağaç zararlısı.
    ağaç balı * Erik, kayısı gibi ağaçlardan sızan zamk.
    ağaç biti * Yarım kanatlılardan, bitkiler üzerinde yaşayan, sıçrayıcı bir böcek türü (Psylla).
    ağaç çileği * Ahududu.
    ağaç ebegümeci * Ebegümecigillerden, boyu yüksek bir ot (Fr. lavatere).
    ağaç kaplama * Konut duvarlarınıyalıtma ve güzelleştirme amacıyla ağaç veya ağaç ürünlerinden yararlanılarak yapılan
    kaplama.
    ağaç kavunu * Turunçgillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, taç yapraklarımavimsi pembe, küçük bir ağaç (Citrus
    medica).
    * Bu ağacın iri bir limon görünüşündeki buruşuk kabuklu yemişi.
    ağaç kurbağası * Kurbağagillerden, boyu 3-5 cm olan, sırtıyaprak yeşili, ağaçlara tırmanan bir kurbağa türü (Hyla arborea).
    ağaç kurdu * Ağaçlarıkemirerek beslenen birtakım sinek kurtçuklarına verilen ad.
    ağaç küpesi * Hatmi.
    ağaç mantarı * Ağaçta biten bazitli mantarlara verilen ad.
    ağaç minesi * Mine çiçeğigillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, kırmızı, mor çiçekli bir ağaççık (Lantana).
    ağaç mobilya * Oturma, yemek yeme, çalışma, yatma vb. işlerin yapılmasında kolaylık ve rahatlık sağlayan, parçalarının
    büyük çoğunluğu masif, lifli, yangalıve tabakalıağaç malzemeden yapılan, taşınabilir veya sabit olarak kullanılan eşya.
    ağaç nemi * Ağaçta bulunan su miktarının, aynıağacın mutlak kuru ağırlığına oranı.
    ağaç olmak * bir yerde ve ayakta çok beklemek.
    ağaç oyma * Oyma baskısanatlarından düz bir baskıtekniği.
    ağaç sakızı * Reçine.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 28

    ağzından düşmemek (veya düşürmemek) * her zaman sözünü etmek.
    ağzından girip burnundan çıkmak * türlü yollara başvurarak birini bir şeye razıetmek, kandırmak.
    ağzından hayır çıkmazsa bari şer söyleme * “lehte konuşmuyorsun, bari aleyhte de konuşma” anlamında kullanılır.
    ağzından kaçırmak * istemediği hâlde boş bulunup söyleyivermek.
    ağzından kapmak * birinin bildiği şeyleri, ustalıklıkonuşmalarla ona sezdirmeden öğrenmek.
    * birinin konuşmasınıkeserek kendi söze başlamak.
    ağzından lâkırdı(veya lâf) almak (veya çekmek) * karşısındakini konuşturarak birtakım gizli şeyleri öğrenmek.
    ağzından lokmasınıalmak * birinin hakkı olan şeyi ondan almak.
    ağzından yel alsın * ağzınıhayra aç.
    ağzını(veya çenesini) tutmak * boş boğazlık etmemek.
    * kötü söz söylememe.
    * bir konuda arzu edilmeyen düşüncelerin açığa çıkmasını bir şekilde önlemek.
    ağzınıaçacağına gözünü aç * dikkatsiz kişileri uyarmak için “dikkatli ol uyanık ol!” anlamında kullanılır.
    ağzınıaçıp gözünü yummak * öfke ile, sonunu düşünmeden ağzına gelen bütün ağır sözleri söylemek.
    ağzınıaçmak * konuşmaya başlamak.
    * ağır sözler söylemeye başlamak.
    * alık alık bakmak.
    ağzınıaçmamak * hiçbir söz söylememek, ses çıkarmamak.
    ağzınıaramak (veya yoklamak) * Bkz. ağız aramak.
    ağzını bıçak açmamak * üzüntüsünden söz söyleyecek durumda olmamak.
    ağzını bozmak * kaba sözler söylemek, küfretmek.
    ağzını burnunu çarşamba çanağına (veya pazarına) çevirmek * kırıp parçalamak, dövmek.
    ağzını burnunu dağıtmak * birinin yüzüne şiddetle tokat, yumruk indirmek.
    ağzınıdilini bağlamak * birini konuşamaz duruma getirmek.
    ağzınıhavaya (veya poyraza) açmak * umduğunu elde edememek.
    ağzınıhayra aç! * kötü ihtimaller söz konusu edildiğinde gerçekleşmemesi dileği ile söylenir.
    ağzınıhayra açmak * Bkz. ağzınıhayra aç!.
    ağzınıkapamak * kendisine çıkar sağlayarak bir kimseyi susturmak.
    ağzınıkapamak (veya kilitlemek) * susmak, bir şey söylemek istememek.
    ağzınıkiraya vermek * kendini de ilgilendiren bir konuda düşüncesini söylememek.
    ağzınıkoklamak * niyetini ve durumunu öğrenmek.
    ağzınıkullanmak (veya satmak) * birinin söylediklerini kendi düşüncesi gibi göstermeye çalışmak.
    ağzınımühürlemek * konuşmamak, susmak.
    ağzınıöpeyim (veya seveyim) * sevindirici bir söz söyleyene “ne güzel söyledin” anlamında kullanılır.
    ağzınısıkı(veya pek) tutmak * sır vermemek.
    ağzınıtıkamak * sözünü kesmek susturmak.
    ağzınıtoplamak * söylemekte olduğu kötü söz veya küfürleri kesmek.
    ağzınıyoklamak * birinin bir şey hakkında bildiğini kendisine sezdirmeden söyletmeye çalışmak.
    ağzının içi yangın yerine dönmek * ağzının tadı bozulmak, tat alma duyusunu yitirmek.
    ağzının içine baktırmak * sözlerini seve seve ve dikkatli dinletmek.
    ağzının içine girmek * çok yanaşmak, iyice sokulmak.
    * hayranlıkla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek.
    ağzının kaşığı(kalı bıveya lokması) olmamak * bir şey bir kimsenin uğraşabileceği konulardan olmamak.
    * bir şey, bir kimsenin sözünü edemeyeceği kadar değerli olmak.
    ağzının kokusunu çekmek * bir kimsenin çekilmez davranışlarına katlanmak.
    ağzının mührü ile * oruçlu olarak.
    ağzının payını(veya ölçüsünü) vermek * verilen karşılıkla bir kimseyi söylediğine veya yaptığına pişman etmek.
    ağzının perhizi yok * ağzına geleni söyler.
    ağzının suyu akmak * çok beğenip istemek, imrenmek.
    ağzının tadı bozulmak (veya kaçmak) * bir kimsenin kurulu düzeni dirliği bozulmak.
    ağzının tadınıalmak * o şeyin acıtecrübesini geçirmiş bulunmak.
    ağzının tadını bilmek * güzel yemeklerden anlamak.
    * her şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.
    ağzının tadını bilmek * güzel yemeklerden anlamak.
    * her şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.
    ağzının tadınıkaçırmak * bir kimsenin kurulu düzenini bozmak; neşesini, keyfini bozmak.
    ağzıyla kuştutsa…
    * ne yapsa, ne kadar çaba ve ustalık gösterse.
    ah * Sesin tonuna göre pişmanlık, öfke, özlem, beğenme, sevgi gibi duygular anlatır.
    * (a:h) Ağrı, acıduyulduğunda söylenir.
    * (â:h) İlenme, beddua.
    ah alan onmaz * “kötülük ettiği için beddua alan iflâh olmaz” anlamında kullanılır.
    ah almak * birinin ilenmesini üstüne çekmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 29

    ah çekmek * derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek.
    ah etmek * acı ile içini çekmek.
    * ilenmek.
    ah vah etmek * pişmanlığını, üzüntüsünü dile getirmek.
    ah yerde kalmaz * “kötülük cezasız kalmaz” anlamında kullanılır.
    aha * İşte burada.
    ahacık * Dikkati çok yakın bir noktaya çekmek için kullanılır.
    ahali * Aralarında aynıyerde bulunmaktan başka hiçbir ortak nitelik düşünülmeksizin bir ülkede, şehirde veya
    semtte oturanların tamamı.
    * Bir yerde toplanan kalabalık, halk.
    ahar * Hattatların kâğıt cilâlamak için kullandıklarınişasta ve yumurta akından yapılan özel bir karışım.
    aharlama * Aharlamak işi.
    aharlamak * Ahar sürmek.
    aharlı * Aharı olan, üzerine ahar sürülmüşolan.
    ahbap * Kendisiyle yakın ilişki kurulup sevilen, sayılan kimse.
    * Seslenme sözü olarak da kullanılır.
    ahbap çavuşlar * her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağlı olan arkadaşlar için söylenir.
    ahbap çıkmak * önceden tanışmışolmak.
    ahbap kusuruna bakan ahbapsız kalır * “dostların ufak tefek kusurlarına bakmamak gerekir” anlamında kullanılır.
    ahbap olmak * arkadaşolmak, dostluk kurmak, yakınlık kurmak.
    ahbapça * Dostça, içten, teklifsizce.
    ahbaplığa dökmek * yerli yersiz yakınlık göstermek.
    ahbaplık * Ahbap olma durumu, ünsiyet.
    ahbaplık etmek * arkadaşlık etmek, arkadaşça konuşmak.
    ahcar * Taşlar.
    ahçı * Aşçı.
    ahçı başı * Aşçı başı.
    ahçılık * Aşçılık.
    ahde vefa (etmek) * (devletler hukukunda) devletlerin, katıldıklarımilletler arasıantlaşmalara uyma zorunluluğunda olduklarını
    belirten kural.
    * sözünde durma.
    ahdetme * Ahdetmek işi.
    ahdetmek * Bir şeyi yapmak için kendi kendine söz vermek.
    * Yemin etmek.
    ahdî * Antlaşmaya göre olan, antlaşma gereği olan.
    Ahdiatik * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan önceki kutsal kitaplar.
    Ahdicedit * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan sonraki kutsal kitaplar.
    ahengi bozulmak * dirliği, düzeni bozulmak.
    ahenk * Uyum.
    * Uyuşma, anlaşma.
    * Çalgılıeğlence.
    ahenk almak * uyumlu hâle gelmek.
    ahenk kaidesi * Bkz. ünlü uyumu.
    ahenk kurmak * uyuşma sağlamak, anlaşma sağlamak.
    ahenk sağlamak * düzene sokmak, birliği sağlamak.
    ahenk tahtası * Telli çalgılardan üzerine teller gerilmiş bulunan kapak tahtası.
    ahenk vermek * düzeni, uyumu sağlamak.
    ahenk yapmak * çalgılıeğlence düzenlemek.
    ahenkleştirme * Ahenkleştirmek işi.
    ahenkleştirmek * Ahenk sağlamak.
    ahenkli * Uyumlu, düzenli.
    * Eğlenceli.
    ahenklilik * Ahenkli olma durumu, uyumluluk.
    ahenksiz * Uyumsuz, düzensiz.
    * Eğlencesiz.
    ahenksizlik * Uyumsuzluk, düzensizlik.
    ahenktar * Ahenkli.
    aheste * Yavaş, ağır.
    aheste aheste * Yavaşyavaş, ağır ağır, usul usul.
    aheste beste * Yavaşyavaş, ağır ağır.
    ahfat * Torunlar, soy.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 30

    Ahfeş’in keçisi gibi başınısallamak * söylenen sözü anlamadan kafa sallayarak onaylamak.
    ahıçıkmak * yaptığı ilenme etkisini göstermek.
    ahıtutmak * birinin ilenmeleri gerçekleşmek.
    ahıyerde kalmamak * yaptığı ilenme er geç etkisini göstermek.
    ahım şahım * Beğenilecek, değer verilecek bir şey değil.
    ahım şahım bir şey değil * beğenilecek, değer verilecek bir şey değil.
    ahır * Evcil büyük başhayvanların barındığıkapalıyer, hayvan damı.
    ahıra çekmek * bir sürüyü ahıra kapamak, bir hayvanıahıra bağlamak.
    ahıra çevirmek * bir yeri pis, bakımsız, dağınık, harap duruma getirmek.
    ahırlama * Ahırlamak işi.
    ahırlamak * (hayvan) Ahırda uzun süre kalıp hamlaşmak.
    Ahıska Türkleri * Gürcistan’ın Türkiye sınırlarına yakın bölgelerinde yaşamışolan, ancak 2. Dünya Savaşısonlarında
    Sovyetler Birliğinin değişik bölgelerine sürülen Türkler.
    Ahi * Ahilik ocağından olan kimse.
    ahi * Cömert, eli açık.
    Ahilik * Kökü eski Türk töresinde olan ve Anadolu’da yüksek bir gelişim gösteren esnaf, zanaatçı, çiftçi gibi bütün
    çalışma kollarını içine alan ocak.
    ahilik * Eli açık olma durumu, cömertlik.
    ahir * Son, sonraki, ahır.
    * Sonra, en sonra, sonunda.
    ahir vakit * İnsan ömrünün son yılları.
    ahir zaman * Son zaman.
    * (halk inanışına göre) Dünyanın son günleri, kıyametin kopmak üzere bulunduğu günler veya yıllar.
    ahir zaman peygamberi * Müslümanlarca son peygamber olduğuna inanılan Hz. Muhammed.
    ahiren * Son zamanlarda, son günlerde, son olarak, yakınlarda.
    ahiret * Bkz. ahret.
    ahiretlik * Bkz. ahretlik.
    ahit * Kendi kendine söz vererek bir işi üzerine alma, ant.
    * Antlaşma.
    * Devir, zaman.
    ahitleşme * Ahitleşmek işi.
    ahitleşmek * Antlaşmak.
    ahitname * Antlaşma belgesi, antlaşma, anlaşma.
    ahiz * Alma.
    * Kabul etme.
    ahize * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren âlet, alıcı, reseptör.
    ahkâm * Yargılar, hükümler.
    ahkâm çıkarmak * kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak.
    ahkâm kesmek * çekinmeden kesin yargılarda bulunmak, bilir bilmez konuşmak.
    ahkâm yürütmek * (bir sözden) kendi anlayışına göre sonuçlar çıkarmak.
    ahlâf * Birinin yerine geçenler, halefler, kuşaklar, eslâf karşıtı.
    ahlâk * Bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulunduklarıdavranış biçimleri ve kuralları.
    * Belli bir toplumun belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranışkurallarınıtespit eden ve inceleyen
    bilim.
    * İyi nitelikler, güzel huylar.
    ahlâk bilimi * Yarar, iyi, kötü gibi sorunları inceleyen, törelere dayanan bir davranışyasası geliştiren, neyin uğrunda
    savaşılmaya değer, neyin hayata anlam kazandırdığı, hangi davranışın iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi sorunları
    kendine konu edinen bilim, etik.
    ahlâk dışı * Töre dışı.
    ahlâk dışıcılık * Ahlâk bilimine aykırıdavranma.
    ahlâk yasası * Ahlâk işlerini belirleyen, kendine uyulmasıahlâk açısından gerekli olan genel ve geçer kural.
    ahlâk zabıtası * Büyük şehir halkının sosyal ve sağlık durumunu koruyan, şehir düzeni için çalışan teşkilât.
    ahlâkça * Ahlâk anlayışına göre, ahlâk değerlerine bağlılıkla.
    ahlâkçı * Ahlâk konularını inceleyen filozof veya bu konularla uğraşan kimse.
    * Her şeyi ahlâk açısından değerlendiren kimse.
    ahlâkçılık * Ahlâkı bir araç değil, bir amaç sayan öğreti, törecilik, moralizm.
    ahlâken * Ahlâka uygunlukla.
    ahlâkıyat * Ahlâk bilimi.
    ahlâkî * Ahlâka uygun, ahlâkla ilgili.
    ahlâkî vazife * Kanunun zorlaması olmaksızın, doğru bilindiği için yapılması gereken işler.
    ahlâklı * Ahlâk kurallarına bağlı, bunlara uygun davranan (kimse).
    ahlâklılık * Bir insanın veya bir insan grubunun iyi ve kötü açısından davranış biçimi ve ahlâkî düşünüşü.
    * Ahlâk kuralları, yasaları ile uyum içinde olma.
    ahlâksız * Ahlâk kurallarına uymayan.
    * Dürüst davranmayan, kötü huylu, terbiyesiz.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 11

    açıölçer * Bkz. iletki.
    açısal * Açı ile ilgili.
    açısal bölge * Açı ile iç bölgesinin birleşiminden oluşan düzlem parçası.
    açısal çap * Ay ve Güneşgibi gök cisimlerinin iki doğrusu arasındaki açı.
    açısal hız * Hareket eden bir cismi duran bir noktaya birleştiren doğru parçasının birim zamanda taradığı açı.
    açısal ivme * Açısal hızın birim zamanda değişen niceliği.
    açısal sapma * Belli bir açıdüzeyinde gerçekleşen sapma.
    açısal uzaklık * Gök cisimlerinin (yıldız veya gezegen) birbirlerinin karşılaşma düzlemine göre uzaklığı.
    açısal yol * Hareket eden cismin birim zamanda gözlemciye göre aldığı yol.
    açış * Açmak işi veya biçimi.
    * Bir kuruluşu çalışmaya başlatma.
    açışkonuşması * Herhangi bir toplantıyı başlatmak için yapılan ilk konuşma.
    açıt * Bir duvarda açık bırakılmış bulunan kapı, pencere, kemerleme benzeri açıklık.
    açkı * Bir cismin yüzeyi üzerinde sert bir madde veya bir araç sürterek onu düzleştirip parlatma, perdah.
    * Demircilikte delik büyütmekte kullanılan araç.
    * Anahtar ve her türlü açma aracı.
    açkıcı * Açkıyapan (kimse), perdahçı.
    * Anahtarcı.
    açkılama * Açkılamak işi.
    açkılamak * Açkı ile parlatmak.
    açkılanma * Açkılanmak işi.
    açkılanmak * Açkıyapılmak, perdahlanmak.
    açkılatma * Açkılatmak işi.
    açkılatmak * Açkı işi yaptırmak, perdahlatmak.
    açkılı * Açkıyapılmış, perdahlanmış, perdahlı.
    açkısız * Açkıyapılmamış, perdahlanmamış, perdahsız.
    açlığıöldürmek * açlık hissini geçiştirmek, yatıştırmak.
    açlık * Aç olma durumu.
    * Kıtlık.
    * Yoksulluk.
    * Aşırı istek içinde bulunmak.
    açlık çekmek * yoksulluk içinde bulunmak.
    açlık grevi * Kendisine veya başkalarına yapılan bir haksızlığıprotesto için bir kimsenin aç durarak gösterdiği tepki.
    açlıktan gözü (veya gözleri) kararmak (veya dönmek) * çok acıkmak.
    açlıktan imanı gevremek * çok acıkmak.
    açlıktan nefesi kokmak * yoksulluk içinde bulunmak.
    açlıktan ölmek * dayanılmaz derecede acıkmak, çok acıkmak.
    açlıktan ölmeyecek kadar * (yiyecek, içecek için) pek az (yemek, içmek).
    * gereğinden az.
    açma * Açmak işi.
    * Orman içinde ağaç kesme veya yakma yoluyla tarıma elverişli bir duruma getirilen arazi.
    * Bir çeşit susamsız, kalınca yağlısimit.
    açmacı * Açma yapan veya satan kimse.
    açmak * Bir şeyi kapalıdurumdan kurtarmak.
    * Bir şeyin kapağınıveya örtüsünü kaldırmak.
    * Engeli kaldırmak.
    * Sarılmış, katlanmış, örtülmüşveya iliklenmişolan şeyleri bu durumdan kurtarmak.
    * Oyarak veya kazarak çukur, delik oluşturmak.
    * Tıkalı bir şeyi, bu durumdan kurtarmak.
    * Çevresini genişletmek.
    * Birbirinden uzaklaştırmak.
    * Yarmak.
    * Düğümü veya dolaşmış bir şeyi çözmek.
    * Bir kuruluşu, bir işyerini, bir yeri işler veya ilk defa kullanılır duruma getirmek.
    * Bir aygıtı, bir düzeni vb.lerini çalışır duruma getirmek.
    * Alışverişi başlatmak.
    * Rengin koyuluğunu azaltmak.
    * Yakışmak, güzel göstermek.
    * Ferahlık vermek.
    * Bir konu ile ilgili konuşmak.
    * Savaşla almak, fethetmek.
    * Avunmak veya danışmak için söylemek.
    * Yapmak, düzenlemek.
    * Ayırmak, tahsis etmek.
    * Sıkılganlığını, utangaçlığını gidermek.
    * Görünür duruma getirmek.
    * (hava için) Bulutların dağılmasıyla gök yüzü aydınlanmak.
    * Geçit vermek.
    * İçini dökmek.
    açmalık * Kiri çıkarmak veya eşyayı iyice temizlemek için kullanılan her türlü madde.
    açmaz * Satranç oyununda şahıkoruyan taşlardan birinin yerinden oynatılmamasıdurumu.
    * İçinden zor çıkılır durum.
    * (tulûatta) Karşısındakine bir nükte veya tekerleme söyleme kolaylığınıveren söz.
    açmaz halatı * Gemilerin limana bağlanmasıve sahilden esecek rüzgârla rıhtımdan uzaklaşmaması için kıyıya dikine
    bağlanan halat.
    açmaza düşmek * içinden çıkılması güç durumda kalmak.
    açmaza getirmek (veya düşürmek) * düzen, hile yapmak, bir kimseyi oyuna getirmek, zor duruma sokmak.
    açmazlık * Açmaz olma durumu.
    * Ağzıpek sıkı olma durumu, ketumiyet.
    açtıağzını, yumdu gözünü * öfkelenerek veya kızarak ağır sözler söyledi.
    açtırma * Açtırmak işi.
    açtırma kutuyu, söyletme kötüyü * kötü konuşabilecek birine, bildiklerini açıklama fırsatıverilmemesi gerektiğini öğütler.
    açtırmak * Açmak işini yaptırmak.
    ad * Bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya, bildirmeye yarayan söz, isim: Çocuk, kedi, ağaç,
    düşünce, iyilik, Ahmet, Ertuğrul birer addır.
    * Herkesçe tanınmışveya işitilmişolma durumu, ün, nam, şöhret.
    * Anılacak değer, önem.
    * İsim.
    ad * Sayma, sayılma.
    ad almak * kendisine ad verilmek.
    * ün kazanma.
    ad bilimi * Özel adlar üzerinde duran ve özel adlarıköken bilgisi, tarihî gelişme, dil ve kültür sorunlarıaçısından
    inceleyen bilim dalı.
    ad cümlesi * Bkz. isim cümlesi.
    ad çekilmek * ad çekmek işi yapılmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 12

    ad çekilmek * ad çekmek işi yapılmak.
    ad çekimi * Bkz. isim çekimi.
    ad çekme * Ad çekmek işi, kur’a.
    ad çekmek * raslantıya ve talihe bağlı bir ayırma yapmak için, her birinde birer ad yazılmışkâğıtlardan birini çekmek,
    kur’a çekmek.
    ad çekmeye girmek * kur’aya tâbi olmak.
    * oyunun başlangıcında, oyuncular arasında alan seçimi, başlama atışıveya karşılama hakkı için öncelik
    sağlayan iş.
    ad çektirmek * ad çekmek işini yaptırmak.
    ad değişimi * Bkz. mecazimürsel.
    ad durumu * Bkz. isim hâli.
    ad gövdesi * Bkz. isim gövdesi.
    ad koymak * çağırmak veya anmak için bir canlıya, bir yere, bir şeye ad vermek, adlandırmak, isim koymak, tesmiye
    etmek.
    ad kökü * Bkz. isim kökü.
    ad takmak * adlandırmak, ad koymak.
    ad tamlaması * Bkz. isim tamlaması.
    ad vermek * ad koymak, adlandırmak, tesmiye etmek.
    * bir işi kimin yaptığınısöylemek.
    ad yapmak * isim yapmak.
    ada * Her yanısu ile çevrilmişkara parçası.
    * Trafiğe açık bir yol üzerinde sola dönüşleri sağlayan, sağtarafta veya yol ortasında yer alan kaldırım taşıyla
    ayrılmışalan.
    * Çevresi yollarla belirlenmişolan arsa ve böyle bir arsayıkaplayan yapılar topluluğu.
    ada balığı * Bkz. amber balığı.
    ada çayı * Ballı babagillerden, yurdumuzda çok yetişen tüylü ve beyazımtırak yaprakları olan ıtırlı bir bitki (Salvia
    oflicinalis).
    * Bu bitkiden yapılan sıcak içecek.
    ada gibi gemi * pek büyük (gemi).
    ada soğanı * Zambakgillerden, soğanından ilâç olarak yararlanılan birtakım maddeler elde edilen çok yıllık bir bitki
    (Urginea maritima).
    ada tavşanı * Evcil cinsleri de olan tavşana yakın bir kemirici memeli (Oryetolagus cuniculus).
    adabımuaşeret * Terbiyeli, ince davranmak için tutulması gereken yollar, davranıştöresi, davranış bilgisi, topluluk töresi,
    görgü.
    adacık * Küçük ada.
    adacılık * Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden, kavram gerekliğine karşıt olarak, tümel kavramların
    yalnızca nesnelerin adları olduğunu ileri süren görüş, nominalizm.
    adagio * Yavaş, ağır olarak.
    * Bu biçimde çalınan beste.
    adak * Adamak işi veya adanılan şey, nezir.
    adak adamak * bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kurban kesip yoksullara dağıtmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
    bulunmak.
    adaklama * Adaklamak durumu.
    adaklamak * Küçük çocuk yürümeye başlamak.
    adaklanma * Adaklanmak işi veya durumu.
    adaklanmak * Nişanlıduruma gelmek, nişanlanmak.
    adaklı * Adağı olan, adak adamışolan.
    * Nişanlı, yavuklu, sözlü.
    adaklık * Adak olarak ayrılmış(hayvan).
    * Adak adanan yer.
    adaksız * Adağı olmayan, adak adamamışolan.
    * Nişanlı olmayan.
    adale * Kas.
    adaleli * Kaslı, kaslarısıkı, gelişmiş.
    adalesiz * Kassız.
    adalet * Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe.
    * Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları.
    * Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanıverme.
    adalet dağıtmak * kanunların saydığı hakları sahiplerine vermek, tanınmak.
    adalet divanı * Devletler arasındaki birtakım hukuk anlaşmazlıklarına bakan ve merkezi La Haye’de bulunan uluslar arası
    mahkeme.
    adalet kapısı * Hak ve hukukun aranması için başvurulan merci, mahkeme.
    adalet mahkemesi * Bkz. adliye mahkemesi.
    adalet örgütü * Adliye teşkilâtı.
    adalet sarayı * Mahkemelerin bulunduğu büyük yapı.
    adalete teslim etmek * sanığı, adalet işleriyle uğraşan kuruluşa götürmek.
    adalete teslim olmak * sanık, adalet işleriyle uğraşan kuruluşa gidip hakkında gerekli işlemin yapılmasını istemek.
    adaletine sığınmak * (birinden) anlayış, hoşgörü, yakınlık beklemek.
    adaletli * Adalete uygun düşen veya adaletli olan, adil.
    adaletlilik * Adaletli olma durumu.
    adaletsiz * Adalete aykırıdüşen veya adaleti olmayan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 19

    afsuncu * Büyücü, üfürükçü.
    afsunculuk * Afsuncunun yaptığı iş.
    afsunlama * Afsunlamak işi.
    afsunlamak * Büyülemek.
    afsunlanma * Afsunlanmak işi.
    afsunlanmak * Büyülenmek.
    afsunlu * Büyülü, sihirli, füsunkâr.
    Afşar * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    aft * Pamukçuk.
    aftos * Oynaş, metres.
    afur tafur * Çalım.
    afur tafura gelmemek * çalım satmadan hoşlanmamak; böyle bir davranışa karşıtepki göstermek.
    afyon * Olgunlaşmamışhaşhaşkapsüllerine yapılan çizintilerden sızan, sonradan katılaşan süt; içinde morfin ve
    kodein gibi çok uyuşturucu maddeler bulunan, güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte kullanılan değerli bir ilâç.
    afyon çekmek * keyif için afyon yutmak.
    afyon ruhu * Yatıştırıcı olarak kullanılan afyon tentürü.
    afyonkeş * Keyif için afyon yutan veya çeken (kimse), afyon tiryakisi.
    afyonkeşlik * Afyon çekmeye düşkünlük.
    afyonlama * Afyonlamak işi.
    afyonlamak * Afyon vererek uyuşturmak, uyutmak.
    * Telkin yoluyla doğru düşünmeyi önleyerek zararlı bir yola sürüklemek.
    afyonlanma * Afyonlanmak işi.
    afyonlanmak * Afyonlamak işi yapılmak.
    afyonlu * İçinde afyon bulunan.
    * Afyon yutmuş.
    * Dalgın, uyuşmuş, uyuşuk (kimse).
    afyonu başına vurmak * aşırıdavranışlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptığını bilememek.
    afyonunu patlatmak * kendi keyfine dalmışolan birini öfkelendirmek.
    Ag * Gümüş’ün kısaltması.
    aga * Ağa.
    agâh * Bilir, bilgili, haberli, uyanık.
    agâh olmak * bilgi edinmişolmak.
    agami * Güney Amerika’da yaşayan, mavi ve yeşil metalik yansımalı bir kuş.
    aganta * Yısa veya lâçka edilmekte olan bir halatın ve zincirin kısa bir süre elde tutulup bırakılmaması için verilen
    emir.
    agaragar * Deniz yosunlarından çıkarılan, beslenme endüstrisinde, hekimlikte ve bakteriyolojide kullanılan bir tür
    jelâtin, jeloz.
    agel * Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağladıkları, yünden örülmüşkalın çember bağ.
    agitato * Bir parçanın canlıve coşkulu çalınacağınıanlatır.
    aglütinasyon * Kümeleşim.
    aglütinin * Serumda meydana gelen antikor.
    agnosi * Tanısızlık.
    agnostik * Bilinemezci.
    * Bilinemezcilikle ilgili.
    agnostisizm * Bilinemezcilik.
    agnozi * Duyularda herhangi bir bozukluk olmamasına rağmen sınav sisteminin belirli bir yerindeki doku
    bozukluğundan ileri gelen algıkaybıveya yokluğu.
    Agop’un kazı gibi bakmak * aptal aptal bakmak.
    agora * Yunan klâsik devrinde, sitenin yönetim, politika ve ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan,
    halk meydanı.
    agorafobi * Bkz. alan korkusu.
    agraf * Kanca, kopça.
    agrafi * Bkz. yazma yitimi.
    agrandisman * Büyültme.
    agrandisör * (fotoğrafçılıkta) Büyülteç.
    agreje * (yabancıülkelerde) Doçent olmak için sınav vermişkimse, doçent.
    agreman * Bir elçinin bir ülkeye atanmasından önce o ülkeden istenen uygun görme yazısı.
    agu * Süt çocuklarının neşelendikleri zaman çıkardıklarıses.
    agu bebek * Büyüdüğü hâlde bebekliğe özenen çocuklara alay yollu söylenir.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 18

    affetmişsin * “hiç de öyle değil”, yanılıyorsun” anlamında kullanılır.
    affettirme * Affettirmek işi.
    affettirmek * Bağışlanmasını sağlamak.
    affettuoso * Bir parçanın yumuşak ve duygulu bir biçimde çalınacağınıanlatır.
    affeyleme * Affeylemek işi.
    affeylemek * Affetmek.
    affınıdilemek (veya istemek) * bir işveya görevi yerine getiremeyeceğini nezaketle bildirmek.
    affınıza sığınarak * “bağışlayacağınıza güvenerek” anlamında bir nezaket sözü.
    affolunma * Affolunmak işi.
    affolunmak * Bağışlanmak, affedilmek.
    Afgan * Afganistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    * Afganistan’a ve Afganistan halkına özgü olan.
    Afganlı * Afgan.
    afi * Gösteriş, çalım, caka.
    afi kesmek (satmak veya yapmak) * birine karşı gösterişyapmak, kabadayılık etmek.
    afif * İffetli.
    afife * Namuslu, iffetli, saygıdeğer (kadın).
    afili * Gösterişli, çalımlı.
    afis * Gümüş balığının küçüğü.
    afiş * Bir şeyi duyurmak, tanıtmak için hazırlanan, çoğu resimli duvar ilânı.
    afişasmak * duvarlara ilân yapıştırmak.
    afişyutmak * yalana dolana kanmak.
    afişçi * Afişyapan sanatçı.
    afişçilik * Afişyapma sanatı.
    afişe * Açığa çıkmış, duyulmuş.
    afişe etmek * açığa vurmak, belirtmek, duyurmak, dile düşürmek, reklâm etmek.
    afişe olmak * (bir kimse) bilinmeyen bir yönüyle tanınmak.
    afişleme * Afişasma işi, afişlemek işi.
    afişlemek * Afişasıp duyurmak.
    * Nitelemek, göstermek.
    afişte kalmak * (oyun için) ilgi görerek günlerce oynanmak.
    afiyet * Hasta olmama durumu, sağlık, esenlik.
    afiyet bulmak * iyileşmek, sağlığınıkazanmak.
    afiyet olsun * bir şey yiyip içenlere “yarasın” anlamında söylenen iyi dilek sözü.
    afiyet şeker olsun * “yarasın, ağız tadıyla yensin’” anlamında söylenir.
    afiyet üzere olmak * sağlıklı, rahat yaşamak.
    afiyetle * ağız tadıyla, keyifle.
    afoni * Bkz. Ses yitimi.
    aforizm * Özlü söz, özdeyiş.
    aforoz * Hristiyanlıkta kilise tarafından verilen “cemaatten kovma” cezası.
    aforoz etmek * kilise birliğinden çıkarmak.
    * darılıp biriyle konuşmamak, yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, adınıduymak bile
    istememek.
    aforozlama * Aforozlamak işi.
    aforozlamak * Aforoz etmek, kovmak.
    aforozlu * Aforoz edilmiş, kovulmuş, uzaklaştırılmış.
    afra tafra * Çalım.
    * Çalımlı.
    afralıtafralı * Çalımlı.
    Afrika çekirgesi * Değişik boyda ve renkte genellikle kuzey Afrika’da ekilmemişarazilerde rastlanan zararsız bir çekirge
    (Locusta migratona).
    Afrika domuzu * Çift parmaklılardan, kalın derili, Afrika’da yaşayan ve yaban domuzuna benzer bir hayvan (Phacochoerus
    aethiopicus).
    Afrika menekşesi * İki çeneklilerden, tüylü yapraklı, mor, pembe, beyaz renkli çiçekleri olan, evlerde saksıda yetiştirilen çok
    yıllık bir süs bitkisi (Saintpaulia ionantha).
    Afrikalı * Afrika kökenli olan kimse.
    * Afrikalı oyuncu.
    Afrikalılık * Afrikalı olma.
    afsun * Büyü, füsun.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 17

    adliyeci * Adliye kuruluşunda meslek görevlisi.
    adrenalin * Böbrek üstü bezlerinin etkili bir maddesi; hekimlikte damarlarıdaraltma, bronşlarıaçma, kanamalarıkesme
    gibi amaçlarla kullanılır.
    adres * Bir kimsenin arandığında bulunabileceği yer, oturduğu yer.
    * Gönderilen şeyin üzerine, alıcının adınıve bulunduğu yeri bildirmek için yazılan yazı.
    adres bırakmak (göstermek veya vermek) * arandığında bulunabileceği, oturduğu yeri bildirmek.
    adres defteri * Kişilerin kendilerine lâzım olan adresleri topladıklarıdefter.
    adres kartı * Adres defteri.
    adres kitabı * Genellikle belli bir işveya meslekte olanların işve ev adreslerini toplu olarak gösteren kitap.
    adres makinesi * Posta gönderilerinin üzerine kâğıt, plâstik veya madenden, adres basan alet.
    adres rehberi * Adres defteri.
    adsız * Adı olmayan, isimsiz.
    * Türklerde, ailesinden ayrıldığı için artık onun adınıtaşımak, onun adı ile anılmak hakkınıyitirmişolan ve
    ancak bir yararlık gösterince ad kazanabilen delikanlı.
    adsız parmak * Orta parmak ve serçe parmak arasındaki parmak, yüzük parmağı.
    aerobik * Hızlımüzik temposu eşliğinde yapılan, vücudun çevikliğine ve hareketliliğine dayanan bir tür jimnastik.
    aerobik solunum * Hücrede yalnız moleküler oksijenin kullanıldığı bir solunum şekli.
    aerodinamik * Hareket hâlinde olan bir cisim üzerinde havanın yarattığıetkiyi inceleyen bilim.
    * Aerodinamik bilim alanıyla ilgili.
    * Fizik biliminin gazların hareketini inceleyen dalı.
    af * Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama.
    * Mazur görme veya görülme.
    * (görevden) çıkarılma.
    af buyurun! * “affedersiniz” veya “affınızırica ederim” anlamında bir söz.
    af çıkarılmak * bir suçun bağışlanması için Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun çıkarmak.
    af dilemek * bağışlanmasını istemek.
    af kapsamına alınmak * af kanununa girmek.
    afacan * Zeki ve yaramaz (çocuk).
    afacanlaşma * Afacanlaşmak işi.
    afacanlaşmak * Yaramazlaşmak, yaramaz, ele avuca sığmaz duruma gelmek.
    afacanlık * Afacan olma durumu, yaramazlık.
    afak * Ufuklar, dört bir taraf.
    afakan * Bkz. hafakan.
    afakî * Belli bir konu üzerine olmayan (konuşma), dereden tepeden.
    * Nesnel, objektif.
    afakîlik * Bkz. objektiflik.
    afal afal * Şaşkın bir biçimde.
    afallama * Afallamak işi.
    afallamak * Şaşkınlıktan sersemleşmek.
    afallaşma * Afallaşmak işi.
    afallaşmak * Şaşkınlık içinde kalmak, şaşırıp bir şey yapamaz olmak.
    afallaştırma * Afallaştırmak işi.
    afallaştırmak * Şaşkınlık içinde bırakmak, birini şaşırıp bir şey yapamaz duruma sokmak.
    afallatma * Afallatmak işi.
    afallatmak * Şaşkınlığa düşürerek sersemleştirmek.
    afat * Afetler, belâlar, kıranlar.
    afazi * Bkz. söz yitimi.
    aferin * Okşama, alkışlama, beğenme gibi duyguları belirtmek için söylenir, bravo.
    * Eskiden öğrencilere verilen beğenme ve takdir kâğıdı.
    aferin almak * değerli görülüp beğenilmek.
    aferist * Vurguncu, dalavereci, çıkarını bilen, çıkarcı.
    afet * Doğanın sebep olduğu yıkım.
    * Kıran.
    * Çok kötü.
    * Güzelliği ile insanışaşkına çeviren, aklını başından alan kadın.
    * Hastalıkların dokularda yaptığı bozukluk.
    afetzede * Afete uğramış, afet görmüş.
    affa uğramak * bağışlanmak, affedilmek.
    affedersin veya affedersiniz * özür dilemek için söylenir.
    * karşıçıkmak için söylenir.
    affedilme * Bağışlanma.
    affedilmek * Bağışlanmak.
    affetme * Bağışlama.
    affetmek * Bağışlamak.
    * Hoşgörü ile karşılamak, mazur görmek.
    * Görev veya işten çıkarmak.
    affetmemek * bağışlamamak, hoşgörmemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 16

    adınıanmak (veya anmamak) * birinden söz etmek (veya etmemek).
    adını bağışlamak * bir başkasından adınısöylemesini istemek.
    adını bozmak * andına uymamak, andına aykırıdavranmak.
    adınıkirletmek (veya lekelemek) * adının kötüye çıkmasına yol açmak.
    adınıkoymak * karşılığınıveya fiyatınıkararlaştırmak.
    adınıtaşımak * birinin adıyla anılmak, sahip olduğu adın sorumluluğunu yüklenmişolmak.
    adınıvermek * birinin adını bildirmek.
    * biri tarafından salık verildiğini söylemek.
    adıyla sanıyla * bilinen ün ve niteliğiyle.
    adî * Sıradan, hiçbir özelliği olmayan.
    * Aşağılık, bayağı, alçak.
    adî adım * Adımda uygunluk, beraberlik gerektirmeyen ve grup olarak yapılan bir tür yürüyüş.
    adî defter * Bir işletmenin veya ticarethanenin yaptığı işlemlerinin muhasebe kayıtlarının geçirildiği ticarî defter.
    adî kesir * Bayağıkesir.
    adî suçlu * Basit suçları işleyen kimse.
    adil * Adaletle işgören, adaletten, haktan ayrılmayan, hakkıyerine getiren, adaletli.
    * Hakka uygun, haklı.
    adilâne * Adalete uygun olarak, hakça.
    adîleşme * Adîleşmek durumu.
    adîleşmek * Adî bir duruma girmek, bayağılaşmak.
    adîleştirme * Adîleştirmek işi.
    adîleştirmek * Adîleşmesine yol açmak.
    adîlik * Bayağılık, düşüklük, aşağılık.
    adisyon * (lokanta, otel gibi yerlerde) Hesap.
    adlandırılma * Adlandırılmak işi.
    adlandırılmak * Ad vermek işi yapılmak.
    adlandırma * Adlandırmak işi.
    adlandırmak * Bir kimseyi veya bir şeyi kullanarak belli etmek, ad vermek, ad koymak, tesmiye etmek.
    * Ad koyma, ad vermeyi sağlamak, tesmiye etmek.
    adlanma * Adlanmak işi.
    adlanmak * Kendisine ad verilmek.
    * Kötü ün kazanmak.
    adlaşma * Adlaşmak durumu.
    adlaşmak * Ad durumuna gelmek.
    adlaştırma * Adlaştırmak işi.
    adlaştırmak * Ad durumuna getirmek.
    adlı * Adı olan.
    * Ünlü.
    adlıadıyla * herkesin bilip tanıdığı biçimde.
    adlısanlı * Ünlü.
    adlî * Adaletle ilgili.
    adlî makam * Adalet işlerinin görüldüğü ve sonuca bağlandığı kamuya ait yönetim yeri.
    adlî merci * Adaletle ilgili sorunların çözümü için başvurulan resmî daireler.
    adlî polis * Adliye içerisinde güvenliği sağlayıp adlî işlere yardımcı olan kolluk gücü.
    adlî sicil * Bir kimsenin mahkûmiyetinin olup olmadığının anlaşılması için konulmuşolan kayıt yöntemi.
    adlî tabip * Adlî tıpta görevli doktor.
    adlî tatil * Her yıl 20 Temmuz ile 5 Eylül tarihleri arasında, kanunda yazılıdurumların dışında, hiçbir adlî işlemin
    yapılmadığı süre.
    adlî tıp * Tı bbın adalete yardım eden kolu; adaletin bu işle uğraşan kuruluşu.
    adlî yıl * Mahkemelerin bir yıl içindeki çalışma süresi.
    adlî zabıta * Bir suç sonrasısanığıve suç delillerini adlî yetkililere sunan kolluk kuvveti.
    adliye * Hukuk ve adalet işlerini gören devlet kuruluşları.
    * Hukuk ve âdalet işlerinin görüldüğü resmî yapı.
    adliye encümeni * Adalet komisyonu.
    adliye mahkemesi * Anayasa mahkemesi, genel mahkemeler, askerî ve idarî mahkemeler dışında kalan ve denetim mahkemesi
    olan Yargıtay ile hüküm mahkemeleri.
    adliye nezareti * Osmanlıİmparatorluğunda adliye teşkilâtının bağlı olduğu en üst makam.
    adliye teşkilâtı * Yargı organlarıve bu organların birbirleriyle olan ilişkilerini, derecelerini, görev ve yetkilerini düzenleyen
    ve yürüten mekanizmanın bütünü.
    adliye vekâleti * Adalet bakanlığı.