Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 19

    afsuncu * Büyücü, üfürükçü.
    afsunculuk * Afsuncunun yaptığı iş.
    afsunlama * Afsunlamak işi.
    afsunlamak * Büyülemek.
    afsunlanma * Afsunlanmak işi.
    afsunlanmak * Büyülenmek.
    afsunlu * Büyülü, sihirli, füsunkâr.
    Afşar * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    aft * Pamukçuk.
    aftos * Oynaş, metres.
    afur tafur * Çalım.
    afur tafura gelmemek * çalım satmadan hoşlanmamak; böyle bir davranışa karşıtepki göstermek.
    afyon * Olgunlaşmamışhaşhaşkapsüllerine yapılan çizintilerden sızan, sonradan katılaşan süt; içinde morfin ve
    kodein gibi çok uyuşturucu maddeler bulunan, güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte kullanılan değerli bir ilâç.
    afyon çekmek * keyif için afyon yutmak.
    afyon ruhu * Yatıştırıcı olarak kullanılan afyon tentürü.
    afyonkeş * Keyif için afyon yutan veya çeken (kimse), afyon tiryakisi.
    afyonkeşlik * Afyon çekmeye düşkünlük.
    afyonlama * Afyonlamak işi.
    afyonlamak * Afyon vererek uyuşturmak, uyutmak.
    * Telkin yoluyla doğru düşünmeyi önleyerek zararlı bir yola sürüklemek.
    afyonlanma * Afyonlanmak işi.
    afyonlanmak * Afyonlamak işi yapılmak.
    afyonlu * İçinde afyon bulunan.
    * Afyon yutmuş.
    * Dalgın, uyuşmuş, uyuşuk (kimse).
    afyonu başına vurmak * aşırıdavranışlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptığını bilememek.
    afyonunu patlatmak * kendi keyfine dalmışolan birini öfkelendirmek.
    Ag * Gümüş’ün kısaltması.
    aga * Ağa.
    agâh * Bilir, bilgili, haberli, uyanık.
    agâh olmak * bilgi edinmişolmak.
    agami * Güney Amerika’da yaşayan, mavi ve yeşil metalik yansımalı bir kuş.
    aganta * Yısa veya lâçka edilmekte olan bir halatın ve zincirin kısa bir süre elde tutulup bırakılmaması için verilen
    emir.
    agaragar * Deniz yosunlarından çıkarılan, beslenme endüstrisinde, hekimlikte ve bakteriyolojide kullanılan bir tür
    jelâtin, jeloz.
    agel * Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağladıkları, yünden örülmüşkalın çember bağ.
    agitato * Bir parçanın canlıve coşkulu çalınacağınıanlatır.
    aglütinasyon * Kümeleşim.
    aglütinin * Serumda meydana gelen antikor.
    agnosi * Tanısızlık.
    agnostik * Bilinemezci.
    * Bilinemezcilikle ilgili.
    agnostisizm * Bilinemezcilik.
    agnozi * Duyularda herhangi bir bozukluk olmamasına rağmen sınav sisteminin belirli bir yerindeki doku
    bozukluğundan ileri gelen algıkaybıveya yokluğu.
    Agop’un kazı gibi bakmak * aptal aptal bakmak.
    agora * Yunan klâsik devrinde, sitenin yönetim, politika ve ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan,
    halk meydanı.
    agorafobi * Bkz. alan korkusu.
    agraf * Kanca, kopça.
    agrafi * Bkz. yazma yitimi.
    agrandisman * Büyültme.
    agrandisör * (fotoğrafçılıkta) Büyülteç.
    agreje * (yabancıülkelerde) Doçent olmak için sınav vermişkimse, doçent.
    agreman * Bir elçinin bir ülkeye atanmasından önce o ülkeden istenen uygun görme yazısı.
    agu * Süt çocuklarının neşelendikleri zaman çıkardıklarıses.
    agu bebek * Büyüdüğü hâlde bebekliğe özenen çocuklara alay yollu söylenir.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 18

    affetmişsin * “hiç de öyle değil”, yanılıyorsun” anlamında kullanılır.
    affettirme * Affettirmek işi.
    affettirmek * Bağışlanmasını sağlamak.
    affettuoso * Bir parçanın yumuşak ve duygulu bir biçimde çalınacağınıanlatır.
    affeyleme * Affeylemek işi.
    affeylemek * Affetmek.
    affınıdilemek (veya istemek) * bir işveya görevi yerine getiremeyeceğini nezaketle bildirmek.
    affınıza sığınarak * “bağışlayacağınıza güvenerek” anlamında bir nezaket sözü.
    affolunma * Affolunmak işi.
    affolunmak * Bağışlanmak, affedilmek.
    Afgan * Afganistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    * Afganistan’a ve Afganistan halkına özgü olan.
    Afganlı * Afgan.
    afi * Gösteriş, çalım, caka.
    afi kesmek (satmak veya yapmak) * birine karşı gösterişyapmak, kabadayılık etmek.
    afif * İffetli.
    afife * Namuslu, iffetli, saygıdeğer (kadın).
    afili * Gösterişli, çalımlı.
    afis * Gümüş balığının küçüğü.
    afiş * Bir şeyi duyurmak, tanıtmak için hazırlanan, çoğu resimli duvar ilânı.
    afişasmak * duvarlara ilân yapıştırmak.
    afişyutmak * yalana dolana kanmak.
    afişçi * Afişyapan sanatçı.
    afişçilik * Afişyapma sanatı.
    afişe * Açığa çıkmış, duyulmuş.
    afişe etmek * açığa vurmak, belirtmek, duyurmak, dile düşürmek, reklâm etmek.
    afişe olmak * (bir kimse) bilinmeyen bir yönüyle tanınmak.
    afişleme * Afişasma işi, afişlemek işi.
    afişlemek * Afişasıp duyurmak.
    * Nitelemek, göstermek.
    afişte kalmak * (oyun için) ilgi görerek günlerce oynanmak.
    afiyet * Hasta olmama durumu, sağlık, esenlik.
    afiyet bulmak * iyileşmek, sağlığınıkazanmak.
    afiyet olsun * bir şey yiyip içenlere “yarasın” anlamında söylenen iyi dilek sözü.
    afiyet şeker olsun * “yarasın, ağız tadıyla yensin’” anlamında söylenir.
    afiyet üzere olmak * sağlıklı, rahat yaşamak.
    afiyetle * ağız tadıyla, keyifle.
    afoni * Bkz. Ses yitimi.
    aforizm * Özlü söz, özdeyiş.
    aforoz * Hristiyanlıkta kilise tarafından verilen “cemaatten kovma” cezası.
    aforoz etmek * kilise birliğinden çıkarmak.
    * darılıp biriyle konuşmamak, yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, adınıduymak bile
    istememek.
    aforozlama * Aforozlamak işi.
    aforozlamak * Aforoz etmek, kovmak.
    aforozlu * Aforoz edilmiş, kovulmuş, uzaklaştırılmış.
    afra tafra * Çalım.
    * Çalımlı.
    afralıtafralı * Çalımlı.
    Afrika çekirgesi * Değişik boyda ve renkte genellikle kuzey Afrika’da ekilmemişarazilerde rastlanan zararsız bir çekirge
    (Locusta migratona).
    Afrika domuzu * Çift parmaklılardan, kalın derili, Afrika’da yaşayan ve yaban domuzuna benzer bir hayvan (Phacochoerus
    aethiopicus).
    Afrika menekşesi * İki çeneklilerden, tüylü yapraklı, mor, pembe, beyaz renkli çiçekleri olan, evlerde saksıda yetiştirilen çok
    yıllık bir süs bitkisi (Saintpaulia ionantha).
    Afrikalı * Afrika kökenli olan kimse.
    * Afrikalı oyuncu.
    Afrikalılık * Afrikalı olma.
    afsun * Büyü, füsun.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 17

    adliyeci * Adliye kuruluşunda meslek görevlisi.
    adrenalin * Böbrek üstü bezlerinin etkili bir maddesi; hekimlikte damarlarıdaraltma, bronşlarıaçma, kanamalarıkesme
    gibi amaçlarla kullanılır.
    adres * Bir kimsenin arandığında bulunabileceği yer, oturduğu yer.
    * Gönderilen şeyin üzerine, alıcının adınıve bulunduğu yeri bildirmek için yazılan yazı.
    adres bırakmak (göstermek veya vermek) * arandığında bulunabileceği, oturduğu yeri bildirmek.
    adres defteri * Kişilerin kendilerine lâzım olan adresleri topladıklarıdefter.
    adres kartı * Adres defteri.
    adres kitabı * Genellikle belli bir işveya meslekte olanların işve ev adreslerini toplu olarak gösteren kitap.
    adres makinesi * Posta gönderilerinin üzerine kâğıt, plâstik veya madenden, adres basan alet.
    adres rehberi * Adres defteri.
    adsız * Adı olmayan, isimsiz.
    * Türklerde, ailesinden ayrıldığı için artık onun adınıtaşımak, onun adı ile anılmak hakkınıyitirmişolan ve
    ancak bir yararlık gösterince ad kazanabilen delikanlı.
    adsız parmak * Orta parmak ve serçe parmak arasındaki parmak, yüzük parmağı.
    aerobik * Hızlımüzik temposu eşliğinde yapılan, vücudun çevikliğine ve hareketliliğine dayanan bir tür jimnastik.
    aerobik solunum * Hücrede yalnız moleküler oksijenin kullanıldığı bir solunum şekli.
    aerodinamik * Hareket hâlinde olan bir cisim üzerinde havanın yarattığıetkiyi inceleyen bilim.
    * Aerodinamik bilim alanıyla ilgili.
    * Fizik biliminin gazların hareketini inceleyen dalı.
    af * Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama.
    * Mazur görme veya görülme.
    * (görevden) çıkarılma.
    af buyurun! * “affedersiniz” veya “affınızırica ederim” anlamında bir söz.
    af çıkarılmak * bir suçun bağışlanması için Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun çıkarmak.
    af dilemek * bağışlanmasını istemek.
    af kapsamına alınmak * af kanununa girmek.
    afacan * Zeki ve yaramaz (çocuk).
    afacanlaşma * Afacanlaşmak işi.
    afacanlaşmak * Yaramazlaşmak, yaramaz, ele avuca sığmaz duruma gelmek.
    afacanlık * Afacan olma durumu, yaramazlık.
    afak * Ufuklar, dört bir taraf.
    afakan * Bkz. hafakan.
    afakî * Belli bir konu üzerine olmayan (konuşma), dereden tepeden.
    * Nesnel, objektif.
    afakîlik * Bkz. objektiflik.
    afal afal * Şaşkın bir biçimde.
    afallama * Afallamak işi.
    afallamak * Şaşkınlıktan sersemleşmek.
    afallaşma * Afallaşmak işi.
    afallaşmak * Şaşkınlık içinde kalmak, şaşırıp bir şey yapamaz olmak.
    afallaştırma * Afallaştırmak işi.
    afallaştırmak * Şaşkınlık içinde bırakmak, birini şaşırıp bir şey yapamaz duruma sokmak.
    afallatma * Afallatmak işi.
    afallatmak * Şaşkınlığa düşürerek sersemleştirmek.
    afat * Afetler, belâlar, kıranlar.
    afazi * Bkz. söz yitimi.
    aferin * Okşama, alkışlama, beğenme gibi duyguları belirtmek için söylenir, bravo.
    * Eskiden öğrencilere verilen beğenme ve takdir kâğıdı.
    aferin almak * değerli görülüp beğenilmek.
    aferist * Vurguncu, dalavereci, çıkarını bilen, çıkarcı.
    afet * Doğanın sebep olduğu yıkım.
    * Kıran.
    * Çok kötü.
    * Güzelliği ile insanışaşkına çeviren, aklını başından alan kadın.
    * Hastalıkların dokularda yaptığı bozukluk.
    afetzede * Afete uğramış, afet görmüş.
    affa uğramak * bağışlanmak, affedilmek.
    affedersin veya affedersiniz * özür dilemek için söylenir.
    * karşıçıkmak için söylenir.
    affedilme * Bağışlanma.
    affedilmek * Bağışlanmak.
    affetme * Bağışlama.
    affetmek * Bağışlamak.
    * Hoşgörü ile karşılamak, mazur görmek.
    * Görev veya işten çıkarmak.
    affetmemek * bağışlamamak, hoşgörmemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 10

    açıklamalı * Birtakım açıklamalarla anlaşılması, öğrenilmesi kolaylaştırılmış, izahlı.
    açıklanan * Açıklamalar sonunda ortaya çıkması beklenen kavram.
    açıklanma * Açıklanmak işi.
    açıklanmak * Açıklamak işi yapılmak, izah edilmek, ifşa edilmek.
    açıklar livası * İşi gücü olmayan, boşta kalan kimse.
    açıklar livası * işi gücü olmayan, boşta kalan kimse.
    açıklar livası olmak * iş bulamayarak işsiz ve kazançsız kalmak.
    açıklaşma * Açıklaşmak durumu almak.
    açıklaşmak * Açık duruma gelmek.
    * Rengi açılmak.
    açıklaştırma * Açıklaştırmak işi.
    açıklaştırmak * Açık duruma getirmek.
    * Rengini açtırmak.
    açıklatma * Açıklatmak işi.
    açıklatmak * Açıklamasını sağlamak.
    açıklayan * Açıklamalar sonucunda elde edilen kavram.
    açıklayıcı * Bir sorunu gerekli açıklığa kavuşturan.
    * Kendinden önce gelen kelimeyi belirten, açıklayan (kelime veya kelimeler): “Atatürk yeni Türkiye’nin
    kurucusu, daima saygı ile anılacaktır” cümlesindeki ‘yeni Türkiye’nin kurucusu’ sözü Atatürk adının açıklayıcısıdır.
    açıklayış * Açıklamak işi veya biçimi.
    açıklığa kavuşturmak * (bir konu veya sorunu) aydınlatmak, kapalılıktan kurtarmak, anlaşılır duruma getirmek.
    açıklık * Açık olma durumu.
    * Uzaklık, mesafe.
    * Örtüsüz, çıplak yer.
    * Boşve genişyer.
    * Bir yerin uzaklara kadar bakılabilecek ve bakanın içinde ferahlık doğuracak durumda olması.
    * Gerçeği olduğu gibi yansıtma durumu.
    * Bir söz veya yazıda maksadın açık olmasıözelliği, vuzuh.
    * Dürbün, fotoğraf makinesi gibi optik araçlarda ağız çapı, ışığın girebildiği delik.
    açıklık getirmek (veya kazandırmak) * (bir konu veya sorunu) anlaşılır duruma getirmek.
    açıklıkölçer * Bir mikroskobun açıklığınıölçmeye yarayan alet.
    açıkta bırakmak * işve görev vermemek, yersiz yurtsuz bırakmak veya birkaç kişiye birlikte sağlanan bir iyilikten birini
    yararlandırmamak.
    açıkta kalmak (veya olmak) * işve görev bulamamak, yersiz yurtsuz kalmak veya birkaç kişinin birlikte eriştiği bir iyilikten
    yararlanamamak.
    açıktan * Bir yerin uzağından.
    * Sıra ve aşama gözetilmeden, dışarıdan atayarak.
    * Emek ve para harcamadan.
    açıktan (para) kazanmak * emek ve sermaye olmadan para kazanmak.
    açıktan açığa * Belirgin olarak, göz göre göre.
    açıktan kazanmak * emek ve sermaye koymadan kazanç sağlamak.
    açıktan para almak * bir işveya mal için, kararlaştırılmışücret veya değer dışında para almak.
    açıktan tayin * Derece ve belli bir sıra gözetilmeksizin yapılan atama.
    açılama * İleride, içlerinde en uygununun seçilebilmesi için, güç bir sahnenin çeşitli açılardan çekiminin yapılması.
    açılım * Açılma.
    * Bir yıldızla gök ekvatoru arasındaki uzaklık; kuzeye doğru olanıartı, güneye doğru olanıda eksi işaretiyle
    ölçülür.
    açılıp saçılmak * (kadın için) çok açık saçık giyinmeye başlamak.
    * (kadın için) eskisine göre ölçüsüz davranışlarda bulunmaya başlamak.
    açılış * Açılmak işi veya biçimi.
    * Yeni bir yapının, yerin veya yeni bir kuruluşun çalışmaya başlaması, küşat.
    açılışkonuşması * Herhangi bir toplantının açılmasısırasında yapılan ilk konuşma.
    açılıştöreni * Bir açılışıkutlamak için yapılan toplantı, resmiküşat.
    açılma * Açılmak işi.
    * Bir film çekiminde karanlıkta başlayıp gittikçe aydınlanarak görüntülerin belirmesine dayanan noktalama.
    * Bir grupta, sıraların jimnastik alıştırmaları için dağınık düzene girmesi.
    * Çatlama.
    açılmak * Açmak işi yapılmak veya açmak işine konu olmak.
    * (renk için) Koyuluğunu yitirmek.
    * Kendine gelmek, biraz iyileşmek, ferahlamak.
    * (gemi) Gitmek, uzaklaşmak.
    * Sıkılması, çekinmesi, tutukluğu kalmamak.
    * (kuruluşlar için) İlk kez veya yeniden işe başlamak.
    * İşini gereğinden veya götürebileceğinden geniştutmak.
    * Genişlemek, bollaşmak.
    * Delinmek, yırtılmak.
    * (sis, karanlık, duman için) Dağılmak, yoğunluğunu yitirmek.
    * Gereken güce ulaşmak.
    * Sırrını, üzüntüsünü, sorunlarını birine söylemek.
    * (pencere, kapı, yol için) Geçit vermek.
    * Ayrıntıya girmek.
    * (yüzerken) Kıyıdan uzaklaşmak.
    açım * Açma, açılış, küşat.
    açımlama * Açımlamak işi, teşrih, şerh.
    açımlamak * Bir sorunu veya konuyu ele alıp en ince noktalarına kadar gözden geçirerek anlatmak, şerh etmek, teşrih
    etmek.
    açımlanma * Açımlanmak işi.
    açımlanmak * Açımlamak işine konu olmak.
    açındırma * Açındırmak işi.
    açındırmak * Açınmasını sağlamak.
    * Bir cismin yüzeyini açarak bir düzlem üzerine yaymak.
    açınım * Açınmak işi, inkişaf.
    * Bir cismin yüzeylerinin açılıp bir düzlem üzerine yayılması.
    açınma * Açınmak işi.
    açınmak * Gelişmek.
    * (tohum, hastalık için) İçindeki yetenekler uyanarak amacına varmak, gelişmek, inkişaf etmek.
    açınsama * Açınsamak işi, istikşaf.
    açınsamak * Bir yerin özelliklerini ortaya çıkarmak için araştırma ve inceleme yapmak, istikşaf etmek.
    açı ortay * Bir açısal bölgeyi, ölçüleri birbirine eşit olan iki açısal bölgeye ayıran doğru.
    açı ortay düzlemi * İki düzlemli bir açıyı iki komşu ve eşit açıya bölen düzlem.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 9

    açık kapısiyaseti * Açık kapıpolitikası.
    açık konuşmak * gerçeği çekinmeden söylemek.
    açık kredi * Bankaların güvendikleri müşterilere rehin, ipotek veya kefil istemeksizin verdikleri borç para.
    açık liman * Bütün gemilerin formalite yönünden kolayca girip çıktıklarıliman.
    * Hava şartlarından kolayca etkilenen liman.
    açık maaşı * Görevinden alınan birine yasaca tanınan, belirli bir süre içinde ödenen aylık.
    açık mavi * Mavinin bir ton açığı.
    açık mektup * Zarfıyapıştırılmamışmektup.
    * Yazıldığı kimseye gönderilmeyip basın yoluyla açıklanan mektup.
    açık olmak * (o yerde) kendisi her zaman iyi karşılanmak.
    açık ordugâh * Kırda kurulan ordugâh.
    açık oturum * Güncel, siyasî, sosyal ve bilimsel konuların veya sorunların herkesin izleyebileceği bir biçimde açık olarak
    tartışıldığı toplantı.
    açık oy * Verenin adını gösteren ve konuşulan sorun üzerindeki düşüncesini belli edecek yolda verilen oy.
    açık öğretim * Ders konularıradyo ve televizyon gibi araçlarla yayımlanan veya posta ile ilgililere ulaştırılan öğretim
    yöntemi.
    açık önerme * İçerisinde değişken bulunan ve bu değişkenin alacağıdeğerle doğruluğu veya yanlışlığıkesinleşen önerme.
    açık pazar * Gümrük kaydı olmayan, her devletin malınıserbestçe satabileceği şehir veya ülke.
    açık pembe * Pembenin bir ton açığı.
    açık poliçe * Eksik bilgileri sonradan tamamlanmak üzere düzenlenen poliçe.
    açık rejim * Parlâmenter rejim.
    açık saçık * Göreneğe aykırıderecede çıplak veya örtüsüz.
    açık saçık konuşmak * cinsî konularla ilgili sözler söylemek.
    açık sarı * Sarının bir ton açığı.
    açık sayım * Bir seçim sonunda verilen oyların açık olarak sayılması, aleni tadat.
    açık seçik * Çok açık, çok belirgin.
    açık senet * Bkz. açık bono.
    açık söylemek * anlaşılmamışyönünü bırakmadan anlatmak veya çekinmeden söylemek.
    açık sözlü * Her şeyi olduğu gibi söyleyen, sözünü esirgemeyen.
    açık sözlülük * Açık sözlü olma durumu.
    açık şehir * Düşman saldırısına karşısavunma önlemleri alınmamış, içinde herhangi bir askerî hedef bulunmayan ve bu
    durumu önceden ilân edilmişolan şehir.
    açık taşıt * Üstü örtülmemiştaşıt (araba, otomobil vb.).
    açık teşekkür * Herhangi birine basın yoluyla edilen teşekkür.
    açık tohumlular * Tohumlarıkozalak pullarıüzerinde açık olarak bulunan çiçekli bitkilerin ayrıldığı iki büyük daldan biri.
    açık tribün * Açık havadaki spor müsabakalarında seyircilerin oturduğu ve üstü kapalı olmayan bölüm.
    açık tutmak * bir işyerinin çalışır durumunu sürdürmek.
    açık vermek * gelir, gideri karşılamamak.
    * gizlenmek istenen bir olayı, bir düşünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açıklamak.
    açık yara * Kapanmamış, sürekli işleyen yara.
    açık yeşil * Yeşilin bir ton açığı.
    açık yürekle * özü sözü bir olarak, hiçbir şey saklamaksızın.
    açık yürekli * Düşündüğünü olduğu gibi söyleyen, içi temiz, gizli yönü olmayan (kimse), samimî, açık kalpli.
    açık yüreklilik * Açık yürekli olma durumu, samimiyet, açık kalplilik.
    açık zaman * Tutkalın yüzeye sürüldüğü an ile pres edilip, sıkılması gereken an arasında geçen süre.
    açıkağız * Turpgillerden bir bitki (Hesperis acris).
    açıkça * Gizli bir yönü kalmaksızın, kolay anlaşılır bir biçimde.
    açıkçası * Doğrusu, açık olanı, anlaşılır biçimi, gizli kapaklı olmayan yanı.
    * Açık olarak.
    açıkçı * Borsada fiyat dalgalanmalarından yararlanarak açıktan para kazanan (kimse).
    açıkgöz * Uyanık davranarak çıkarınısağlayan, imkânlardan kurnazca yararlanmasını bilen.
    açıkgözlük * Açıkgözlülük.
    açıkgözlülük * Açıkgöz olanın durumu, açıkgöze yakışacak davranış.
    açıklama * Açıklamak işi, izah.
    açıklama cümlesi * Bir önceki cümleyle bağlantıkuran yani, demek ki, öyle ki gibi bağlayıcılarla başlayan, söz konusu duygu
    veya düşünceyi bütünleyen cümle.
    açıklama yapmak * herhangi bir konuyu aydınlığa kavuşturmak amacıyla konuşmak veya yazmak.
    açıklamak * Bir konuyla ilgili olarak gerekli bilgileri vermek, izah etmek.
    * Bir sorunla ilgili olarak aydınlatıcı bilgi vermek, tavzih etmek.
    * Bir sözün, bir yazının ne anlatmak istediğini belirtmek, yorumlamak.
    * Açıkça söylemek, ifşa etmek.
    * Belirtmek, göstermek, açığa vurmak, izhar etmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 8

    açar * Anahtar.
    * İştah açmak için yemekten önce içilen alkollü içki, aperitif.
    açelya * Bkz. açalya.
    açı * Birbirini kesen iki yüzeyin veya iki doğrunun oluşturduğu çıkıntı.
    * Birbirini kesen iki yüzey veya aynınoktadan çıkan iki yarım doğrunun oluşturduğu geometrik biçim,
    zaviye.
    * Görüş, bakım, yön.
    açıölçüm * Açıölçmede söz konusu olan yöntem ve teknik.
    açıcı * Açmak işini yapan.
    açığa alınmak * görevine son verilmek.
    açığa alma * bir görevliyi geçici bir süre işten alma.
    açığa almak * görevine son vermek.
    açığa çıkarmak * işinden çıkarmak.
    açığa çıkmak * belli olmak, anlaşılmak.
    * işinden çıkarılmak.
    açığa vurmak * belli etmek, ortaya çıkarmak.
    * gizli bir durumu ortaya çıkarmak.
    açığıçıkmak * saklamakla görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak.
    açığınıkapatmak * eksiğini tamamlamak.
    açık * Açılmış, kapalı olmayan, kapalıkarşıtı.
    * Engelsiz.
    * Örtüsüz, çıplak.
    * Boş.
    * Görevlisi olmayan, boş(iş, görev), münhal.
    * Aralığıçok.
    * İşler durumda olan.
    * Kolay anlaşılır, vazıh.
    * Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen.
    * Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen.
    * (renk için) Koyu olmayan.
    * (kitap, resim, film için) Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan.
    * Kapalı olmayan (hava, işyeri).
    * Belli bir yerin biraz uzağı.
    * Denizin kıyıdan uzakça olan yeri.
    * Doğru olarak, açıkça.
    * Bir ihtiyacın karşılanamamasıdurumu.
    açık açık * Saklamaksızın, gizli yer bırakmaksızın, içtenlikle.
    açık ağıl * Koyunların ve keçilerin barındırıldıklarıüstü açık, etrafıtaşduvar veya ölü çitlerle çevrili basit barınak.
    açık ağızlı * Aptal, sersem, ahmak.
    açık alınla * başarıve övünç ile.
    açık artırma * Bir malın satışında alıcılar arasında fiyat artırma yarışına dayanan satış.
    açık bilet * Yolculuklarda dönüştarihi kararlaştırılmamış, belirli bir dönem için geçerli, gidişdönüş bileti.
    açık bono * Para hanesi boş bırakılarak imza edilen bono.
    açık bono vermek * sınırsız yetki tanımak.
    açık bölge * Gümrük sınırlamalarının olmadığı bölge, serbest bölge, serbest mıntıka.
    açık celse * Açık duruşma.
    açık ciro * Senet veya çek arkasına kime ödeneceği belirtilmeden imzalanma yoluyla yapılan ciro.
    açık çek * Üzerine para miktarıyazılmamış, çek.
    açık deniz * Denizin, kara sularının dışında kalan bölümü.
    * Yakın karalarla çevrili olmayan deniz, engin.
    açık devre * İçinden sürekli akım geçmeyecek bir yalıtkanla kesilmişelektrik devresi.
    açık dolaşım sistemi * Genellikle bütün eklem bacaklılarda ve birçok yumuşakçada bulunan atardamar ve kan boşluğundan
    oluşmuşaçık bir dolaşım sistemi.
    açık duruşma * Mahkemede herkesin duruşmayıdinleyebileceği oturum.
    açık düşme * Yağlı güreşte pehlivanın kıç üstü düşerek yenilmişsayılması.
    açık eksiltme * Yaptırılacak bir işin veya satın alınacak bir malın ucuza sağlanması için işi yapacak veya malısatacak kişiler
    arasında fiyat düşürme yarışına dayanan işlem.
    açık elli * Cömert.
    açık ellilik * Cömertlik.
    açık fikirli * Olaylarıve özellikle yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayabilen, düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen
    (kimse).
    açık fikirlilik * Açık fikirli olma durumu.
    açık hava * Bulutsuz hava.
    * Bahçe, park gibi yapıdışı olan yer.
    açık hava sineması * Yazın veya iklimi elverişli yerlerde sürekli olarak çalışan, üstü açık, yanlarıkapalısinema.
    açık hava tiyatrosu * Yazın veya iklimi elverişli yerlerde sürekli olarak çalışan, üstü açık, yanlarıkapalıtiyatro.
    açık hece * Ünlü ile biten hece.
    açık hesap * Peşin para veya bono vermeden yapılan alışveriş.
    açık imza * Üzeri boş bırakılan bir kâğıdın altına, dolduracak olana güvenilerek atılan imza.
    açık işletme * Maden yatağınıörten verimsiz topraklar kaldırıldıktan sonra açık havada yapılan işletme.
    açık kahverengi * Kahverenginin bir veya birkaç ton açığı.
    açık kalp ameliyatı * Kalbin içi açılmadan önce dolaşım sun’î kalp denilen bir aygıta devredildikten sonra yapılan kalp ameliyatı.
    açık kalpli * Bkz. açık yürekli.
    açık kalplilik * Bkz. açık yüreklilik.
    açık kapamak * (bütçe) gider fazlasınıpara sağlayarak gidermek.
    açık kapı bırakmak * gereğinde, bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak.
    açık kapıpolitikası * Yabancımalları bir ülkeye serbestçe sokma politikası.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 7

    acıyıcı * Acıma duygusu olan (kimse).
    acıyış * Acımak işi veya biçimi.
    acibe * Hiç görülmemiş, alışılmamış, şaşılacak veya yadırganacak şey.
    acil * İvedi, ivedili.
    acil servis * (hastanelerde) Vakit yitirilmeden bakılması gereken hastaların ilk tedavilerinin yapıldığı yer.
    acil şifalar dilemek * hastanın kısa sürede iyileşmesi dileğinde bulunmak.
    acilen * Hemen, hiç zaman yitirmeden, tez elden, gecikmeden, ivedilikle.
    aciyo * Bkz. acyo.
    aciz * Gücü bir işe yetmez olanın durumu, güçsüzlük.
    * Beceriksizlik.
    * Birinin borcunu vaktinde ödeyememesi durumu.
    âciz * Gücü bir işe yetmez olan, güçsüz.
    * Beceriksiz.
    âciz kalmak * çok uğraşmaya rağmen o işi yapamamak.
    âcizane * Söz söyleyen kimsenin kendi yaptıklarınıabartmamak için kullandığı “acizlere yakışacak biçimde”
    anlamında bir nezaket sözü.
    âcizleri * Alçak gönüllülük göstermek için “ben” zamiri yerine kullanılan bir söz.
    âcizlik * Beceriksizlik, güçsüzlük.
    acube * Tuhaf kimse.
    acul * Tez canlı, içi tez, ivecen.
    * Hızlı, çabuk.
    acun * Dünya.
    acur * Bkz. ajur.
    acur * Kabakgillerden, kabuğu çizgili ve tüylü, sarımtırak, yeşil veya sarı, üzeri yeşil lekeli, irice bir çeşit hıyar
    (Cucumis flexuosus).
    acurlu * Bkz. ajurlu.
    acuze * Huysuz, çirkin, yaşlıkadın, cadıkarı.
    acyo * Herhangi bir paranın gerçek değeriyle sürüm değeri arasında veya bir ticaret senedinin üzerinde yazılı
    miktar ile indirimden sonraki tutarıarasında doğan fark.
    * Bir ticaret senedinin yenilenmesinde alınan komisyon.
    * Senetli kredi işlemlerinde bankaların yaptıklarıtahsilât.
    acyocu * Borsa veya piyasada tahvil için çeşitli hileler uygulayan, dolaplar çeviren kimse.
    acz içinde olmak * gücü yetmemek, becerememek.
    acze düşmek * çaresiz kalmak, elinden birşey gelmemek.
    * Yemek yeme ihtiyacı olan veya yemesi gereken, tok karşıtı.
    * Yiyecek bulamayan, yoksul kimse.
    * Gözü doymaz, haris.
    * Çok istekli, çok hevesli.
    * Karnıdoymamışolarak.
    -aç / -eç * İsimden isim ve sıfat yapma eki: bakr-aç, top-aç, kır-aç vb.
    * Fiilden sıfat yapma eki: gül-eç vb.
    * Fiilden isim yapma eki: tıka-ç, say-aç, sür-eç vb.
    aç acına * aç olarak, bir şey yemeden.
    aç açık kalmak * yoksulluk içinde, evsiz barksız kalmak.
    aç ayı oynamaz * kendisinden iş beklenilen kimseden emeğinin karşılığıesirgenmemelidir.
    aç bırakmak * yiyecek vermemek veya karnınıdoyurmasına engel olmak.
    aç bîilâç * Sürekli olarak aç ve bakımsız.
    * Sürekli olarak aç ve bakımsız.
    aç doymam, tok acıkmam sanır * aç insan elde ettiğinden çoğunu ister, varlıklı insan ise var olanla yetinir gibi görünür.
    aç doyurmak * yoksulları beslemek.
    aç gezmektense tok ölmek yeğdir * yoksulluk ölümden de beterdir.
    aç göz * Gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris.
    aç gözlü * Mala veya yiyecek içecek şeylere doymak bilmeyen, gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris, camgöz.
    aç gözlü * karşıtı.
    aç gözlülük * Aç gözlü olma durumu veya aç gözlüye yakışacak davranış, doymazlık, tamahkârlık, tamah.
    aç gözlülük * karşıtı.
    aç gözlülük etmek * bir şeye karşıaşırı istek duymak, doyumsuzca davranmak, tamahkârlık etmek.
    aç gözünü, açarlar gözünü * “uğraşılarda uyanık bulunmak gerekir, yoksa umulmadık bir anda büyük zararlarla yüz yüze gelirsin”
    anlamında kullanılır.
    aç kalmak * karnınıdoyuramamak.
    * yoksulluğa düşmek.
    aç karnına * mide boşken henüz birşey yiyip içmemişken.
    aç kurt gibi (yemek, üşüşmek veya saldırmak) * büyük bir istekle.
    aç susuz kalmak * yoksulluktan yaşayamayacak bir duruma gelmek, yoksul bir duruma düşmek.
    aç tavuk kendini arpa ambarında sanır * insanlar, yokluğunu, yoksulluğunu çektikleri şeyler için olmayacak hayaller, düşler kurar.
    açacak * Açmaya yarayan araç.
    * Anahtar.
    açalya * Kokusuz, güzel renkli çiçekler açan bir bitki, açelya, azelya.
    açan * Açmak işini yapan.
    * Oynak kemiklerin arasındaki açıları genişletmeye yarayan kasların genel adı, büken karşıtı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 6

    acıyonca * Kızıl kantarongillerden, bataklık yerlerde yetişen, kötü kokulu ve çok acı olan yapraklarıhekimlikte
    kullanılan bir bitki (Menyanthes trifoliata).
    acıca * Oldukça acı.
    acıkılma * Acıkılmak işi veya durumu.
    acıkılmak * Acıkmak işine konu olmak.
    acıklı * Acındıracak, acıverecek nitelikte olan, dokunaklı, koygun.
    * Acı görmüş, yaslı, kederli.
    acıklıkomedi * Eğlendirici olmayıamaçlamayan, dramatik yönü ağır basan, duygusal bir oyun türü, trajikomik.
    acıkma * Acıkmak işi.
    acıkmak * Açlık duymak, yemek yeme ihtiyacıduymak.
    * Uzun süre bir şeyin yokluğunu çeken kimse, o şeyden ne kadar çok elde etse, yine kendisine yetmeyeceğini
    düşünür.
    acıktırma * Acıktırmak işi.
    acıktırmak * Açlık duymasına sebep olmak.
    * Aç bırakmak, yeterince doyurmamak.
    acılanma * Acılanmak işi.
    acılanmak * Tadıacı olmak, acılaşmak.
    * Acılıdurumda olmak, üzüntüye kapılmak, üzülmek.
    acılaşma * Acılaşmak işi.
    acılaşmak * Tadı bozulmak, acı olmak.
    * Dokunaklıduruma gelmek.
    * (konuşma) Kırıcı, sert bir durum almak.
    * Yemlerde genellikle yağasitlerinin oksidasyonu ve hidroliz sonucu uygun olmayan koku ve tat meydana
    gelmek.
    acılaştırma * Acılaştırmak işi.
    acılaştırmak * Acı bir duruma getirmek.
    acılı * Acıkatılmışolan.
    * Acısı olan, kederli.
    acılık * Acı olma durumu.
    * Dokunaklılık, kederlilik, yaslılık.
    acılılık * Acılı olma durumu.
    acıma * Acımak işi.
    * Başka bir kimsenin veya canlının mutsuzluğuna karşıduyulan üzüntü, merhamet.
    acımak * Tadıacıduruma gelmek, acılaşmak.
    * Acılı, ağrılı olmak.
    * Başkasının acısına ortak olmak veya durumundan üzüntü duymak.
    * Başkasının uğradığı veya uğrayacağı kötü bir duruma üzülmek, merhamet etmek.
    * Bir şeyi vermeye kıyamamak veya verdiğine, elden çıkardığına üzülmek.
    acımasız * Acımaz, katıyürekli, merhametsiz.
    acımasızca * Acımasız olarak, acımasız bir biçimde, zalimce, zalimane.
    acımasızlık * Acımaz olma durumu, merhametsizlik, zulüm.
    acımık * Buğday tarlalarında yetişen, tohumu zehirli, yabanî bir bitki, belemir.
    acımsı * Acıya yakın tadı olan, tadıaz acı olan, acımtırak.
    * Dokunaklı.
    acımtırak * Acımsı.
    acınacak * Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek.
    acından ölmek * açlıktan ölmek.
    * çok acıkmak.
    acındırma * Acındırmak işi.
    acındırmak * Bir kimsenin acımasına yol açmak, merhamete getirmek.
    acınılacak * Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek durumda bulunan.
    acınılma * Acınılmak işi.
    acınılmak * Acınmak işine konu olmak.
    acınma * Acınmak işi.
    acınmak * Acımak işine konu olmak.
    * Başkasının hesabına üzülmek, yazıklanmak, yerinmek, eseflenmek, esef etmek, teessüf etmek.
    acırak * Az acı, acımtırak.
    acırga * Yaban turpu.
    acısıçıkmak * olumsuz, kötü sonucu ortaya çıkmak.
    acısı içine (veya yüreğine) çökmek (veya işlemek) * bir şeyin acısınıpek çok duymak.
    * olmadan olacağıdüşünerek çok üzülmek.
    acısına dayanamamak * bir kimse bir yakınının ölümünden büyük üzüntü duymak.
    acısınıalmak * acılığını gidermek.
    * sızıyıdindirmek.
    * kederini azaltmak.
    acısını bağrına basmak * şikâyet etmeden üzüntüye katlanmak.
    acısını çekmek * yapılan yanlış bir işin kötü sonucunu görmek.
    acısınıçıkarmak * (tat için) acılığınıyok etmek.
    * uğradığı maddî veya manevî zararıkarşılayacak bir işyapmak.
    * öç almak, intikam almak.
    acısını görmek * bir yakınının ölümünü görmek.
    acısız * Tadıacı olmayan.
    * Ağrı, sızıduyulmayan.
    * Üzüntü, sıkıntı olmayan, kedersiz.
    acıtış * Acıtmak işi veya biçimi.
    acıtma * Acıtmak işi.
    acıtmak * Acılık vermek.
    * Ağrıve sızıduymasına sebep olmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 5

    acemi er * Askere yeni alınan ve eğitim dönemini henüz tamamlamamışer.
    acemi ocağı * Osmanlı ordusuna kapıkulu eri yetiştirmek için kurulan okul.
    acemi oğlanı * Yeniçeri ocağında yetiştirilmek üzere tutsaklardan veya devşirme yoluyla Hristiyanlardan toplanan çocuk.
    acemice * Toyca, beceriksizce.
    acemileşme * Acemileşmek durumu.
    acemileşmek * Beceriksizlik göstermek, bocalamak.
    acemilik * Acemi olma durumu, aceminin çekingenliği ve ürkekliği, acemice davranış, toyluk.
    acemilik çekmek * henüz alışmadığı bir işte zorluk çekmek, bocalamak.
    acemilik etmek * düşüncesizce hareket etmek, acemice davranmak.
    acemkürdi * Klâsik Türk müziğinde birleşik bir makam.
    acemleşme * Acemleşmek durumuna gelmek.
    acemleşmek * Kültür ve medeniyet bakımından İran’ıveya İran halkınıörnek almak.
    * Kendini İranlı gibi hissetmek veya İranlı gibi davranmak.
    acemleştirme * Acemleştirmek işi.
    acemleştirmek * Kültür veya medeniyet bakımından İran’ıveya İran halkınıörnek aldırmak, Acem kültürünü
    yaygınlaştırmak.
    acente * Bir kuruluşun malî veya ticarî işlerini kazanç karşılığında yürüten ticarethane.
    * Vapur ortaklığıveya banka şubesi.
    * Bir kurumun veya şubelerinin başında bulunan kimse.
    * Bir kuruluşa bağlı olmaksızın sözleşmeye dayanarak belirli bir yer ve bölge içinde sürekli olarak ticarethane
    veya işletmeyi ilgilendiren işlerde aracılık eden, bunları o işletme adına yapan kimse.
    acentelik * Acentenin yaptığı iş.
    * Acente kuruluşu.
    acep * Acaba.
    aceze * Acizler, güçsüzler, eli ermezler, düşkünler.
    acı * Tat alma organında bazımaddelerin bıraktığıyakıcıdurum, tatlıkarşıtı.
    * Tadı bu nitelikte olan.
    * Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli.
    * Renk için, koyu.
    * Ağrı, sancı.
    * Dışarıdan gelen bir etki ile dışorganlarda birdenbire oluşan ve o etkilerin kalkması ile duyulan rahatsızlık,
    ıstırap.
    * Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, korkunç.
    * Ölüm, yangın, deprem gibi olayların yarattığıüzüntü, keder, elem.
    acıacı * Acı olarak, acıvererek, acıduyurarak, üzüntü içinde.
    * Dokunaklı, kırıcı, üzücü olarak, üzüntü içinde.
    acıağaç * Sedef otugillerden, sıcak ülkelerde yetişen, kabuğu ve odunu hekimlikte kullanılan küçük bir ağaç, kavasya
    (Quassia amara).
    acı badem * Gülgillerden bir meyve ağacı(Amygdalus amara).
    * Bu ağacın acımtırak, keskin kokulu meyvesi.
    acı badem kurabiyesi * İrmik ve şekerle yoğrularak üzerine acı badem konduktan sonra fırında pişirilen bir çeşit kurabiye.
    acı bakla * Baklagillerden, acı olan taneleri suda tatlılaştırılarak yenilen otsu bir bitki, Yahudi baklası(Lupinus termis).
    acı bal * Deli bal.
    acı balık * Sazangillerden, Avrupa’da ve ülkemiz göllerinde yaşayan, 8-10 cm uzunluğunda bir balık, gördek (Rhodeus
    amarus).
    acıceviz * Genellikle Kuzey Amerika’da yetişen, güzel görünüşlü bir ceviz türü.
    acıçekmek (veya duymak) * ağrı, sızıduymak.
    * üzülmek, üzüntü içinde kalmak.
    acıçiğdem * Zambakgillerden, 10-30 cm boyunda, şerit yapraklıve açık renk çiçekli, tohumlarıromatizma tedavisinde
    kullanılan zehirli bir çiğdem türü, güz çiğdemi (Colchicum autumnale).
    acıelma * Bkz. ebucehil karpuzu.
    acı gelmek * dokunaklı, kırıcı, üzücü gelmek.
    acı görmüş * kötü günler yaşamış.
    acıhıyar * Bkz. ebucehil karpuzu.
    acıkarpuz * Bkz. ebucehil karpuzu.
    acıkavak * Dağkavağıveya titrek kavak (Populus tremula).
    acıkavun * Bkz. eşek hıyarı.
    acıkök * Loğusa otu köklerinin kurutularak dövülmesiyle elde edilen acı bir toz.
    acıkuvvet * Sert, etkili, zorlu kuvvet.
    acımarul * Birleşikgillerden, tadıacı, dişli yapraklı, sürgününden çıkan sütü uyuşturucu ve yatıştırıcı olarak kullanılan
    iki yıllık bir bitki (Lactuca virosa).
    acımeyan * Bkz. dikenli meyan.
    acı ot * Kuzey Anadolu dağlarının ormanlarında yetişen, toprak altında bilek kalınlığında kökü bulunan çok yıllık
    ve otsu bir bitki (Tamus communis).
    acıpatlıcanıkırağıçalmaz * kötü durumda olan bir kimseyi yeni kötü durumlar etkilemez.
    acısakız * Çam sakızı.
    acısöylemek * olumsuz bir davranışa karşı gerçeği olduğu gibi söylemek.
    acısöz * Kişinin onuruna dokunan gönlünü inciten söz.
    acısu * İçindeki minerallerin etkisiyle tadısert olan kuyu veya pınar suyu.
    acıtatlı * İyi kötü.
    acıvermek * üzüntüye sebep olmak, incitmek.
    acıyavşan * Tüylü dalak otu.
    acıyitimi * Sinir bozukluğu, çok ilâç alma, donma gibi sebeplerle acıduyumunun birazının veya tamamının yok
    olması, analjezi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 4

    abuhava * İklim.
    abuk sabuk * Akla, mantığa uymayan, düşünmeden söylenen, saçma sapan (söz).
    abuk sabuk konuşmak * saçma sapan söz söylemek.
    abuk sabukluk * Ciddiyetsizlik, saçmalık.
    abuli * İstenç yitimi, irade kaybı.
    abullabut * Hantal, kaba ve anlayışsız (kimse).
    * Biçimsiz ve kötü giyinen, giyimine özen göstermeyen (kimse).
    abullabutluk * Abullabut gibi davranma, abullabut olma durumu.
    abur cubur * Sırası, tadı, yararı gözetilmeksizin rastgele yenilen şeyler.
    * İşe yaramayan, boş.
    abus * Asık suratlı, somurtkan (kimse).
    * Somurtkan, çatık, asık (yüz).
    * Niteliği bilinmeyen, garip, acayip.
    Ac * Aktinyum’un kısaltması.
    acaba * Merak, kararsızlık veya kuşku anlatır.
    -acak / -ecek * Fiil çekim eki (gelecek zaman eki).
    * Fiilden isim ve sıfat yapma eki.
    Acar * GüneybatıKafkasya’nın Türkiye sınırına yakın bölgesinde yaşayan bir halk.
    acar * Atılgan, gözü pek, yiğit, kabadayı, yılmaz, kabına sığmaz.
    * Güçlü ve becerikli, çevik, enerjik.
    * Yeni.
    Acara * Bkz. Acar.
    acarlaşma * Acarlaşmak işi.
    acarlaşmak * Acar duruma gelmek.
    acarlık * Acar olma durumu.
    acayibine gitmek * yadırgamak, tuhafına gitmek.
    acayip * Sağduyuya, göreneğe, olağana aykırı, şaşılacak, şaşmaya değer, garip, tuhaf, yadırganan, yabansı.
    * Şaşma anlatır.
    acayip olmak * yadırganacak bir duruma girmek.
    acayipleşme * Acayipleşmek durumu.
    acayipleşmek * Başkalaşmak, yadırganacak bir duruma girmek.
    acayipleştirme * Acayipleştirmek işi.
    acayipleştirmek * Acayip, yadırganacak bir duruma getirmek.
    acayiplik * Acayip olma durumu, yabansılık, gariplik, tuhaflık.
    accelerando * Parçanın çalınırken gittikçe hızlanacağınıanlatır.
    acele * Çabuk davranma zorunluluğu, ivedi, ivecenlik.
    * Vakit geçirmeden, tez olarak.
    acele acele * Çabuk çabuk, hızlı olarak, büyük bir çabuklukla.
    acele etmek * çabuk davranmak, ivmek.
    * telâşetmek, sabırsızlanmak.
    acele işe şeytan karışır * düşünüp taşınmadan, ivedi olarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemesi gerektiğini anlatır.
    aceleci * Tez işgören, çabuk davranan, telâşlı, ivecen.
    acelecilik * Aceleci olma durumu, ivecenlik.
    aceleleştirme * Aceleleştirmek işi.
    aceleleştirmek * Çabuklaştırmak.
    aceleye gelmek * çabuk yapıldığı için gereken özen gösterilmemişolmak.
    aceleye getirmek * zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak veya bir işi üstünkörü yapmak.
    Acem * İranlı.
    * İran’a özgü.
    * İran ülkesi.
    acem * Türk müziğinde mi notasına yakın bir perde.
    Acem halayı * Güney Anadolu yöresinde oynanan bir halk oyunu.
    Acem kılıcı gibi * hem birinden yana, hem ona karşı olabilen.
    Acem lâlesi * Taşkırangillerden, turuncu ve sarırenkte çiçekli, yıllık ve çok yıllık türleri olan, tohumla saksıda ve tarlada
    üretilebilen bir süs bitkisi, güneştopu.
    Acem pilâvı * Safran ve zencefil ile yapılan İran usulü bir pilâv çeşidi.
    acemaşiran * Klâsik Türk müziğinde kullanılan şet makamlarından biri.
    acemborusu * Canlı kırmızı çiçekler açan bir süs bitkisi (Bigonia radicams).
    acembuselik * Klâsik Türk müziğinde kullanılan birleşik bir makam.
    Acemce * Farsça.
    acemi * Bir işin yabancısı olan, eli işe alışmamış, bir işi beceremeyen.
    * İşinde, mesleğinde ilerlememiş.
    * Bir yerin, bir şeyin yabancısı.
    * Saraya yeni alınmış cariyelere verilen ad.
    acemi ağası * Hareme yeni alınan cariyelerin ağası.
    acemi çaylak * Tecrübesiz, toy, beceriksiz.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 2

    abartmak * Bir şeyi olduğundan büyük veya çok göstererek anlatmak, mübalâğa etmek.
    abartmalı * Abartılmış, mübalâğalı.
    abartmasız * Abartılmamış, abartmadan, mübalâğasız.
    abasız * Abası olmayan, aba giymemişolan.
    abaşo * Alt, alttaki, aşağı.
    * Gemiyi baştan veya kıçtan halatla karaya bağlama.
    abat * Bayındır, mamur.
    * Şen, rahat.
    abat etmek * mamur etmek, rahata kavuşturmak, zenginleştirmek, gönendirmek.
    abat eylemek * abat etmek.
    abat olmak * mutlu olmak, rahata kavuşmak, gönenmek.
    abayısermek * bir yere teklifsizce yerleşmek.
    abayıyakmak * gönül vermek, tutulmak, âşık olmak.
    Abaza * Kuzeybatı Kafkasya’da yaşayan bir halk ve bu halka mensup olan kimse.
    Abazaca * Abazalar tarafından kullanılan dil.
    abazan * Karnıaç olan (kimse).
    * Uzun süre kadınsız kalan (erkek).
    abazan kalmak * uzun süre cinsel ilişkide bulunmamak, kadınsız kalmak.
    abazanlık * Abazan olma durumu.
    Abbas yolcu * yola çıkacak kimse.
    Abbasî * Abbas bin Abdülmuttalib soyundan gelen, Bağdat merkez olmak üzere Ön Asya ve Kuzey Afrika’da 750-
    1258 tarihleri arasında hüküm süren sülâle.
    abd * Kul.
    * Köle.
    Abdal * Safevîler devrinde İran’da yaşayan Türk oymaklarından biri.
    * Anadolu’da yaşayan birtakım oymaklara verilen ad.
    abdal * Eskiden bazı gezgin dervişlere verilen ad.
    * Dilenci kılıklı, üstü başıperişan kimse.
    * Bkz. aptal.
    abdala malûm olur * bir şeyin olacağınıönceden sezen kimseler için şaka yollu söylenir.
    abdallık * Abdal olma durumu.
    abdest * Müslümanların, bazı ibadetleri yapabilmek için el, ağız, burun, yüz, kol, ayak yıkama ve başa, enseye ıslak el
    gezdirme, kulağıtemizleme biçiminde yaptıklarıarınma.
    * İdrar yapma ve kalın bağırsağı boşaltma.
    abdest almak * abdest yoluyla arınmak.
    * namaz kılmak için gerekli yıkama kurallarınıyerine getirmek.
    abdest bozmak * ayak yoluna gitmek.
    abdest bozulmak * yeniden abdest alma gereği ortaya çıkmak.
    abdest tazelemek * yeniden abdest almak.
    abdestbozan * Şeritgillerden, vücudu yassı, birbirine kenetlenmiş boğumları bulunan ve bazısı metrelerce boyda olan bir
    bağırsak asalağı, tenya, şerit.
    abdestbozan otu * Gülgillerden, siyah ve yeşil boya çıkarılan bir bitki (Poterium spinosum).
    abdesthane * Abdest bozacak yer, ayak yolu, tuvalet.
    abdesti gelmek (veya olmak) * abdest bozmaya ihtiyaç duymak.
    abdesti kaçmak * abdest bozma ihtiyacıvarken yok olmak.
    abdestinde namazında * dindar.
    abdestinden şüphesi olmamak * yaptığı işte kusuru olmadığını kesin olarak bilmek.
    abdestini vermek * azarlamak.
    abdestli * Abdest almış bulunan veya abdesti bozulmamış olan.
    abdestlik * Abdest alınacak yer.
    * Abdest alınırken giyilen ve kolsuz hırkaya benzeyen bir tür giyecek.
    * Abdest almaya yarayan.
    abdestsiz * Abdest almamışveya abdesti bozulmuşolan.
    abdestsiz yere basmamak * din buyruklarına titizlikle uymak.
    abdiâciz * Alçak gönüllülük bildirmek üzere “ben” yerine kullanılır.
    abdülleziz * Akdeniz bölgesinde ve Afrika’da yetişen çok yıllık ve otsu bir bitki (Cyperus esculentus).
    * Bu bitkinin yemiş gibi yenilen, tatlıve yağlı ürünü.
    abece * Bkz. alfabe.
    abece sırası * Bkz. alfabe sırası.
    abecesel * Bkz. alfabetik.
    aberasyon * Sapınç.
    abes * Akla ve gerçeğe aykırı.
    * Gereksiz, lüzumsuz, yersiz, boş.
    abes bulmak * gereksiz, saçma saymak.
    abes kaçmak * uygunsuz düşmek.
    abesle uğraşmak (veya abesle iştigal etmek) * yersiz, yararsız şeylerle vakit öldürmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 3

    abeslik * Abes olma durumu.
    abıhayat * Efsanelere göre içen kimseye ölümsüzlük sağlayan bir su, bengi su.
    abıhayat içmiş * yaşıçok ilerlemişolduğu hâlde genç görünen (kimse).
    abıkevser * Cennette bulunduğuna inanılan Kevser ırmağının adı.
    abıru * Yüz suyu.
    * Irz, namus, şeref, haysiyet.
    abide * Anıt.
    abideleşme * Anıtlaşma.
    abideleşmek * Anıtlaşmak.
    abideleştirme * Anıtlaştırmak işi.
    abideleştirmek * Anıtlaştırmak.
    abidemsi * Anıt benzeri.
    abidevî * Anıtla ilgili, anıtsal, anıta benzer, anıt gibi.
    abis * Okyanusların çok derin yeri ve daha özel olarak, güneş ışığının erişemediği kesim.
    abiye * Bayanların özel gecelerde giydiği şık giysi veya tuvalet.
    abla * Bir kimsenin kendinden büyük olan kız kardeşi.
    * Büyük kız kardeşgibi saygıve sevgi gösterilen kız veya kadın.
    * Genel ev veya randevu evi işletmecisi kadın, çaça, mama.
    ablak * Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olan (kimse).
    ablakça * Ablak gibi, ablak tarzında.
    ablaklık * Ablak olma durumu.
    ablalık * Abla olma durumu.
    ablalık etmek * abla gibi yakın ve koruyucu davranışta bulunmak.
    ablâtif * Çıkma durumu.
    ablatya * Uzunluğu 150, genişliği 4-10 kulaç olan bir balık ağı.
    abli * Yarım serenleri sağa, sola veya ortaya çevirmek için bunların ucuna bağlı bulunan donanım.
    abliyi kaçırmak (veya bırakmak) * şaşırmak, soğuk kanlılığınıyitirmek, ipin ucunu kaçırmak.
    abluka * Bir ülkenin veya bir yerin dışdünya ile olan her türlü bağlantısınıkuvvet kullanarak kesme, kuşatma, ihata.
    abluka altında tutmak * ablukayı devam ettirmek.
    abluka etmek * genellikle denizden kuşatmak.
    * etrafını çevirmek, bulunduğu yerden ayırmak.
    ablukaya almak * Bkz. abluka etmek.
    ablukayı kaldırmak * abluka kararından ve uygulamasından vazgeçmek.
    ablukayı yarmak * abluka bölgesini zor kullanarak yarıp geçmek.
    abone * Önceden ödemede bulunarak süreli yayınlara alıcı olma işi.
    * Peşin para ile bir şeye belli bir süre için alıcı olan kimse.
    * Bir yere gitmeyi alışkanlık hâline getirmek.
    abone etmek * peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olarak almayı sağlamak.
    abone olmak * peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olarak almayı önceden üstlenmek.
    abone yapmak * abone olmayı sağlamak..
    abonelik * Abone veya aboneler için kullanılabilecek kadar olan.
    abonman * Bir satıcıveya kamu kuruluşu ile alıcılar arasında yapılan anlaşma.
    aborda * Bir deniz teknesinin başka bir tekneye, bir iskeleye veya bir rıhtıma yanınıvererek yanaşması.
    aborda etmek * (gemi için) yanlamasına yanaşmak.
    abra * Bozuk teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye konulan taş, demir, çivi gibi ağırlık, dara.
    * Bir değiştokuşta üste verilen şey.
    abrakadabra * Eski çağlarda bazı hastalıklara iyi geldiğine inanılan büyülü söz.
    * Sihirbazların sıkça kullandığı büyülü söz.
    abrama * Abramak işi, idare.
    abramak * (deniz taşıtları için) Yönetmek, idare etmek.
    abraş * Alaca benekli.
    * (bitki yapraklarında) Klorofil azlığından dolayıaçık renkte lekeleri olan.
    * Çilli, çopur yüzlü, açık renk gözlü, çapar.
    * Deseni ve atkısı bozuk halı.
    * Çarpık, eğri, düzgün olmayan.
    * Ters, kaba, görgüsüz.
    abril * Nisan, april.
    abstraksiyonizm * Bkz. soyutçuluk.
    abstre * Soyut, somut karşıtı, mücerret.
    abstre sayı * Bkz. soyut sayı.
    absürt * Saçma.
    absürt tiyatro * Bkz. saçma tiyatro.
    abu * Şaşma ve korku bildirir.