aklı başında olmamak | * iyi düşünebilir durumda olmamak. |
aklı başından bir karışyukarı(veya yukarıda) | * düşünmeden aklına geleni yapan. |
aklı başından gitmek | * çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağınışaşırmak. |
aklı başka yerde olmak | * başka şeyler düşünmek. |
aklı bir yerde olmak | * düşünülmesi gerekenden başka bir şey düşünmek. |
aklı bokuna karışmak | * korkudan şaşırıp ne yapacağını bilememek. |
aklıçıkmak | * titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak. |
aklıdağılmak | * düşünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak. |
aklıdurmak | * düşünemez bir duruma gelmek, şaşırmak. |
aklıermek | * anlayabilmek. * akılca olgunlaşmak. |
aklıevvel | * Akıllı geçinen. |
aklıfikri bir şeyde olmak | * bütün düşündüğü bir konuda yoğunlaşmak. |
aklı gitmek | * şaşırmak, korkmak. * çok beğenmek, bayılmak. |
aklıkalmak | * beğenilen bir şeyi düşünmekten kendini alamamak. |
aklıkaralı | * Akıve karası olan, beyazlısiyahlı. |
aklıkarışmak | * ne yapacağını bilememek, şaşırmak, bocalamak. |
aklıkesmek | * bir şeyin olabileceğine inanmak. |
aklıkesmemek | * sonucu tahmin edememek, ilerisini görememek. |
aklısıra | * aklınca, sandığına göre, düşünüşüne göre, umduğuna göre. |
aklısıra | * Aklınca. |
aklısonradan gelmek | * verdiği kararın yanlışolduğunu anlayıp vazgeçmek. |
aklıtakılmak | * zihni bir şeyle uğraşmak. |
aklıtam ayar | * aklıyerinde. |
aklıyatmak | * anlamaya başlamak, olacağına inanmak, tatmin olmak. |
aklızıvanadan çıkmak | * delirmek, aklını oynatmak. |
aklıevvel | * Densiz, münasebetsiz, sağduyu sahibi olmayan. * Kendisini en akıllısanan. |
aklık | * Ak olma durumu. * Kadınların makyaj için yüzlerine sürdükleri beyaz bir sıvı, düzgün. |
aklıma gelen başıma geldi | * olmasından korktuğum şey oldu. |
aklımda! | * lâdes oyununa katılanlardan biri ötekine bir şey verirken karşıdakinin “unutmadım” anlamında söylediği söz. |
aklına birşey gelmek | * şüphelenmek. |
aklına düşmek | * hatırlamak. * kafasında bir düşünce doğmak. |
aklına esmek | * daha önce düşünmemişolduğu şeyi birden yapmaya karar vermek. |
aklına geleni söylemek | * rastgele konuşmak. |
aklına geleni yapmak | * her istediğini düşünmeden yapmak istemek. |
aklına gelmek | * hatırlamak, anımsamak. * bir şeyi yapmayıdüşünmek, tasarlamak. |
aklına getirmek | * hatırlatmak. * düşünmek. |
aklına koymak | * bir şey yapmaya kesin olarak karar vermek. * kararlaştırmak, çok istemek. |
aklına koymak | * bir kimse birine, bir şey telkin etmek. |
aklına sığdırmak | * bir şeyin olabileceğine inanmak, aklıalmak. |
aklına sığmamak | * anlayamamak, kavrayamamak. * olabileceğine inanmamak. |
aklına şaşayım (veya şaşarım) | * adı geçen kimsenin akılsızca bir davranışta bulunduğunu anlatır. |
aklına takmak (veya aklınıtakmak) | * sürekli olarak bir şeyi düşünmek, bir düşünceye saplanıp kalmak. |
aklına turp sıkayım | * birinin düşüncesini ve yaptığını beğenmemek. |
aklına tükürmek | * birinin düşüncesini beğenmemek, kınamak. |
aklına uymak | * birinin uygun olmayan görüşüne göre işyapmak, davranmak. |
aklına vurmak | * birden düşünüvermek. |
aklına yelken etmek | * düşüncesizce davranmak veya aklına geleni hemen yapmak. |
aklınca | * (küçümseme yollu) Düşüncesine göre, aklısıra. |
aklında kalmak | * unutmamak. * hatırlamak. |
aklında olsun! | * unutma!. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 38
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 39
aklında tutmak * öğrenmek, bellemek.
* unutmamak.aklından çıkarmamak * devamlıhatırlamak, hiç unutmamak. aklından çıkmak * unutmak. aklından geçirmek * bir şey yapmayıdüşünmek, tasarlamak. aklından geçmek * düşünmek. aklından tutmak * bir şey düşünmek. aklından zoru olmak * arada bir durum ve şartların gerektirdiği gibi davranmamak. aklını(bir şeyle) bozmak * bir şey üzerine düşerek hep onunla uğraşıp durmak. aklını başına almak (veya toplamak, devşirmek) * akılsızca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak. aklını başından almak * düşünemeyecek bir duruma getirmek, çok şaşırtmak. aklını başka yere vermek * konuşulan konudan başka bir şey düşünür olmak. aklınıçalmak * ilgisini aşırıderecede çekmek. aklını çelmek * niyetinden, kararından caydırmak.
* ayartmak, baştan çıkarmak.aklınıkaçırmak * delirmek.
* gereksiz, yersiz işyapmak.aklını oynatmak * çıldırmak.
* akıl dışı işler yapmak.aklınıpeynir ekmekle yemek * şaşkınca ve akılsızca işler yapmak. aklınışaşırmak * yerinde olmayan bir işyapmak, yersiz düşünmek. aklınıtakmak * sürekli olarak aklı bir şeyle uğraşmak. aklının köşesinden geçmemek * hiçbir zaman düşünmemek. aklının terazisi bozulmak * akıllıca olmayan davranışlarda bulunacak bir duruma düşmek. aklınla bin yaşa * akla yakın görülmeyen bir düşünce ileri sürene söylenir. aklıselim * Sağduyu. aklî * Akılla ilgili, akla dayanan. akliyat * Akıl yolu ile kazanılan bilgiler. akliye * Akıl hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
* Akıl hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
* Akılcılık, usçuluk, rasyonalizm.akliyeci * Akıl hastalıklarıuzmanı. akma * Akmak işi.
* Reçine, çam sakızı, akındırık.akma hançer * Ortası oluklu hançer. akma sınırı * Malzemenin belirli bir gerilme uygulanmasıyla sınırlıve kalıcıdeformasyona uğramasıveya belirlenen
toplam uzamaya maruz kalmasıdurumundaki mukavemeti.akmak * (sıvımaddeler veya çok ince taneli katımaddeler için) Bir yerden başka bir yere doğru gitmek.
* (bu gibi maddeler) Aşağıya, yere düşmek.
* (sıvı bir madde için) Bir yerden çıkmak.
* (bir kap veya bir yer) İçindeki veya üstündeki sıvıyısızdırmak.
* Çabucak savuşmak; ortadan kaybolmak.
* Art arda ve toplu olarak gitmek.
* (kumaşiçin) Yıpranıp iplikleri erimeye başlamak.
* (zaman için) Çabuk geçmek.
* (boya için) Birbirine karışmak.
* Karışmak, katılmak.
* Sürüp gitmek.akmantar * Tadı güzel ve besleyici bir tür mantar, keçi mantarı(Agaricus campestris). akmasa da damlar * çok değilse bile, az çok bir gelir veya kazanç sağlar. akmaz * Durgun su, gölet. akompanyatör * Bir parça çalındığızaman ses veya bir âletle ona katılan kimse, eşlik eden. akonitin * Boğan otundan çıkarılan ve hekimlikte kullanılan zehirli bir madde. akont * Bir borca karşılık, hesabıdaha sonra görülmek üzere yapılan kısmî ödeme. akordeon * Üstündeki düğmelere veya tuşlara basarak, metal dilcikleri titretme yolu ile çalınan körüklü, elde taşınabilir
bir çalgı.
* Kumaşlarda makine ile yapılmışkırma.akordeoncu * Akordeon çalan kimse. akordiyon * Bkz. akordeon. akordiyoncu * Bkz. akordeoncu. akordu bozuk * Birbirini tutmayan, uyumsuz, akortsuz. akort * Bir çalgıyıdoğru ses vermesi için ayarlama.
* Armoniyi sağlayan seslerin birleşmesi.akort etmek * çalgıların seslerini ayarlamak, düzenlemek. akort yapmak * çalgıların tellerini, ses veren araçlarınıayarlamak. akortçu * Piyano ve org gibi müzik aletlerini ayarlamayımeslek edinmişkimse. akortlama * Akortlamak işi. akortlanma * Akortlanmak işi. akortlanmak * Akortlanmak işi yapılmak. akortlatma * Akortlatmak işi. akortlatmak * Akortlamak işini yaptırmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 40
akortlu * Akordu olan, akort edilmiş. akortsuz * Akordu olmayan, akort edilmemiş.
* Birbirini tutmayan, uyumsuz.akortsuzlaştırmak * Radyoda bir ayar frekansında sapma meydana getirmek. akortsuzluk * Ses düzensizliği veya ayarsızlığı.
* Radyoda gerçek ayar frekansı ile doğru değeri arasındaki sapma.akraba * Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım.
* Oluşma yönünden aynıkaynağa dayanan şeyler.
* Biri, diğerinin sonucu olan şeyler.akraba çıkmak * önceden tanışmadan veya bilmeden konuşarak akraba olduklarınıanlamak. akraba diller * Aynıana dilden gelen diller. akraba olmak * evlilik yoluyla yakınlık kurmak. akrabalık * Akraba olma durumu. akran * Yaşça denk, yaşıt, boydaş, öğür. akranlık * Akran olma durumu, yaşıtlık. akreditif * Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanın yükümlülüğü altında, üçüncü bir kişi yararına bir başka
bankada veya aracısında açtırılan kredi.
* Kredi mektubu.Akrep * Zodyak üzerinde Terazi ile Yay burçlarıarasında yer alan burç. Zodyak. akrep * Akreplerden, sıcak ve nemli yerlerde yaşayan, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehirli bir iğnesi olan böcek
(Scorpio).
* Saatin iki ibresinden küçüğü.akrep gibi * her fırsatta sözleriyle başkalarını incitme veya onlara kötülük etme durumunda olan. akrepler * Örümceğimsilerin, örneği akrep olan takımı. akrobasi * Cambazlık, akrobatlık. akrobat * Cambaz. akrobatlık * Cambazlık. akromatik * Beyaz ışığıçözümlemeden geçiren, renksemez.
* Hücrede boyayıkabul etmeyen (bölüm).akromatik iğiplik * Mitozun ilk evresi sonunda bütün hücrelerde beliren ve hücre boyalarıyla pek boyanamayan iğbiçimindeki
oluşum.akromatin * Hücre çekirdeği içindeki ince iplikçiklerden yapılmış, kromatin ile boyanmamışolan kromozomları
oluşturan bölüm.akromatopsi * Bkz. renk körlüğü. akromegali * Genel gelişme bittikten sonra el, çene, burun gibi vücudun sivri kısımlarındaki kemiklerin kalınlaşması,
büyümesi veya uzaması.akropol * Eski Yunan şehirlerinde, en önemli yapıların ve tapınakların bulunduğu iç kale. akrostiş * Her dizenin ilk harfi yukarıdan aşağıya doğru okununca ortaya bir söz çıkacak biçimde düzenlenmiş
manzume, muvaşşah, tevşih.aks * Dingil. aksak * Aksayan, hafifçe topallayan.
* İyi gitmeyen, iyi işlemeyen.
* Türk müziğinde oldukça kıvrak bir usul.
* Eski Yunan ve Lâtin şiir ölçüsünde, sondan bir önceki hecesi kısa olacak yerde uzun olan dize.aksak eşekle yüksek dağa çıkılmaz * eksik araçlarla sağlıklı işyapılmaz. aksakal * Köyün veya mahallenin ihtiyar heyetinde olan kimse.
* Ermiş, evliya.aksaklık * Aksak olma durumu. aksam * Kısımlar. aksama * Aksamak işi. aksamak * Hafif topallamak.
* (bir iş) Gereği gibi yürümemek, geri kalmak.aksan * Bir ülkenin insanlarına veya bir çevreye özgü söyleyişözelliği.
* Vurgu, kelime vurgusu, grup vurgusu.aksanı bozuk * Bir dildeki kelimeleri doğru söyleyemeyen. aksata * “alma ve verme” Alışveriş. aksatış * Aksatmak işi veya biçimi. aksatma * Aksatmak işi. aksatmak * Aksamasına yol açmak, bir işi gereği gibi yürütmemek. aksayış * Aksamak işi veya biçimi. akse * Hastalık nöbeti, kriz. aksedir * Kaplamasımobilyacılıkta kullanılan, açık kahve rengi öz odunlu olan bir ağaç (Thuya occidentalist). akselerograf * İvmeyazar. akselerometre * İvmeölçer. akseptans * Yabancıülkelerde okuyacak öğrenciler için gönderilen kabul belgesi.
* Poliçelerin üzerine “kabulümdür” biçiminde yazılarak altı imzalanan açıklama.aksesuar * Bir aletin, bir makinenin işlevine katılmayan, ancak kendine özgü ayrı bir yararı bulunan alet, araç veya
nesne.
* Konunun gerektirdiği ölçüde kullanılan, bir sahne içinde yer alan veya oyuncunun dekor gereği kullandığı
çeşitli eşya.
* Kadın giyiminde giysiyi bütünleyen ayakkabı, çanta, kemer, şapka, eldiven, mücevher gibi eşya.aksesuarcı * Aksesuarıhazırlayan kimse.
* Aksesuar kullanmasınıseven.aksetme * Aksetmek işi. aksetmek * (ses) Bir yere çarpıp geri dönmek, yankılanmak, yankıvermek.
* (ışık) Bir yere vurmak.
* (bir ışık veya bir şekil) Düz ve parlak bir yüzeye çarpıp orada aynen görünmek, yansılanmak.
* Ulaşmak, yayılmak, duyulmak.
* Evirmek, tersine çevirmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 31
ahlâksızca * Ahlâksız biçimde veya tarzda. ahlâksızlık * Ahlâksız olma durumu.
* Ahlâk kurallarına uymama, ahlâksızca davranış.ahlâksızlık etmek * ahlâksızca davranmak. ahlama * Ahlamak işi. ahlamak * İç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çıkarmak. ahlat * Gülgillerden, kendi kendine yetişen, üzerine armut aşılanan ağaç, yaban armudu (Pirus piraster).
* Bu ağacın, armuda benzeyen ve ancak iyice olgunlaştıktan sonra yenilebilen yemişi.
* Kaba adam, yol iz bilmez kimse.ahlât * Bir karışım içindeki parçalar, ögeler.
* Beden yapısının temelini oluşturan ögeler.ahlâtıerbaa * Bedende bulunduğu var sayılan dört öge. ahlatın (veya armudun) iyisini (dağda) ayılar yer * kendilerine yakışmayan güzel bir şeyi eline geçirenler için kullanılır. ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez * ahmağa gereğinden çok ilgi gösterirseniz sizi sık sık uğraştırır. ahmak * Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal. ahmak yerine koymak * bir kimseye aptalmış, anlamazmışgibi davranmak. ahmakça * Biraz ahmak.
* (ahmak’ça) Ahmağa yakışır nitelikte, aptalca.ahmakıslatan * Yavaşyavaşve ince ince yağan yağmur, çisenti. ahmaklaşma * Ahmaklaşmak durumu. ahmaklaşmak * Ahmak duruma gelmek, aptallaşmak.
* Bir an için şaşalayıp bocalamak.ahmaklaştırma * Ahmaklaştırmak işi. ahmaklaştırmak * Ahmaklaşmasına sebep olmak, aptallaştırmak. ahmaklık * Zekâsıaz gelişmişolma durumu, budalalık, anlayışsızlık, akılsızlık. ahraz * Dilsiz, sağır ve dilsiz. ahret * Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağıve Tanrı’ya hesap vereceği yer, öbür
dünya.ahret adamı * Dünya işlerinden el çekip sürekli ibadetle uğraşan kimse. ahret kardeşi * İnanç ve ibadette birbirinden ayrılmayan ve bu ilişkiyi ahrette de sürdüreceklerini düşünen kadınlara
verilen ad.ahret suali * Gereksiz ve usandırıcısoru. ahret yolculuğu * Ölüm. ahreti (veya öbür dünyayı) boylamak * ölmek. ahretini yapmak (veya zenginleştirmek) * hayır işleri yaparak sevap kazanmak. ahretlik * Besleme kız.
* Ahret kardeşi olan kadınlardan her biri.ahrette on parmağıyakasında olmak * kendisine karşısorumlu olan kimseden ahrette davacı olmak. ahşa * İnsanın veya hayvanın göğsü ve karnı içindeki organlar, bağırsak, ciğer gibi şeyler. ahşap * Ağaçtan, tahtadan yapılmış. ahtapot * Kafadan bacaklılardan, dokunaçlı bir mürekkep balığıtürü (Octopus).
* Genellikle burun zarıüzerinde çıkan bir çeşit ur, polip.ahtapot gibi * sırnaşık, yapışkan kimse.
* sömürmek amacıyla birçok işe, konuya el atan, yayılan.ahu * Ceylan, karaca.
* Güzel, ince, zarif kadın.ahu gibi * çok güzel, çekici. ahu gözlü * Güzel gözleri olan. ahu parçası * Çok güzel, çekici. ahududu * Gülgillerden, dikenli bir bitki (Rubus idaeus).
* Bu bitkinin duta benzeyen, kırmızırenkli, sulu ve kokulu yemişi, ağaç çileği.ahval * Durumlar, hâller, vaziyetler.
* Davranışlar.
* Olaylar.ahzetme * Ahzetmek işi. ahzetmek * Almak, kabul etmek. ahzüita * Alışveriş, alım satım, aksata. ahzükabz * Kendine mal etme. aidat * Ödenti.
* Kesenek.aidiyet * Ait olma durumu, ilişkinlik. aile * Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum
içindeki en küçük birlik.
* Karı, koca ve çocuklardan oluşan topluluk.
* Aynısoydan gelen kimseler zinciri.
* Aralarında kandaşlık veya hısımlık bulunan kimselerin tümü.
* Birlikte oturan hısım ve yakınların tümü.
* Eş, karı.
* Aynı gaye üzerinde anlaşan ve birlikte çalışan kimselerin bütünü.
* Temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğu.aile adı * Soyadı. aile bahçesi * Ailelerin rahatlıkla gidebileceği, genellikle içkisiz yer. aile bütçesi * Kısa bir süre içinde bir işçinin veya işçi ailesinin hayat seviyesinde meydana gelen değişmeleri belirlemek
amacıyla yapılan istatistik çalışması.aile dostu * Ailece tanışılan ve evlerine gidilip gelinen ahbap, yakın. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 32
aile gazinosu * Sadece evlilerin girebildiği ve birlikte eğlendikleri yer. aile hayatı * Aile bireylerinin bütün işlerini düzenli olarak ev içinde yapma durumu. aile hukuku * Aileyi oluşturan kişilerin karşılıklıhak ve görevlerini düzenleyen hukuk dalı. aile meclisi * Aile makamının görevini yerine getiren kan veya soy hısımlarından en az üç kişiden oluşan heyet. aile ocağı * Ailenin kurduğu, yerleştiği, geliştirdiği ev. aile plânlaması * Ailede çocuk edinmeyi sınırlama, doğum kontrolu. aile reisi * Kanunlara göre aile yükümlülüğünü taşıyan kimse. aile saadeti * Genellikle karı, koca bazen de büyükler ve çocuklar arasındaki uyum, anlaşma, sevgi ve hoşgörü. ailece * Bütün aile birlikte. ailecek * Ailece. ailelik * Aile sayısının bütünü. ailesiz * Ailesi olmayan. ailevî * Aile ile ilgili. ait * İlgilendiren, ilişkin, ilişik, ilgili, için, -e düşen. ait olmak * ilgilendirmek, birinin olmak, birine düşmek. ajan * Bir devlet veya kuruluşun gizli amaçları için çalışan kimse, casus.
* Bir kimsenin, bir ortaklığın veya bir devletin bazı işlerini gören kimse, işgörevlisi, temsilci.ajanda * Unutulmaması için gerekli notlarıyazmaya yarayan takvimli defter, andaç. ajanlık * Ajan olma durumu.
* Ajanın görevi.ajans * Haber toplama ve yayma işiyle uğraşan kuruluş.
* Bir ticarî kuruluşu tanıtan, onunla ilgili bilgi aktaran ve bu yolla kazanç sağlayan işkolu.
* Bu işkollarının çalıştığı büro.ajitasyon * Ruhsal gerginliğin dışa vurması. ajur * Delikli örgü, gözenek. ajurlu * Ajuru olan veya her yanıajur biçiminde işlenmiş bulunan, gözenekli. ak * Kar, süt gibi şeylerin rengi, beyaz, kara ve siyah karşıtı.
* Bu renkte olan.
* Temiz namuslu.
* Sıkıntısız, rahat.
* Beyaz leke.
* Bazışeylerde beyaz bölüm.-ak / -ek * İsimden isim türeten ek (küçültme eki): baş-ak, ben-ek vb. -ak / -ek * Fiilden yer isimleri türeten ek: dur-ak, yat-ak vb. -ak / -ek * Fiilden alet isimleri türeten ek: or-ak, bıç-ak, tara-k, ele-k, küre-k vb. ak ağa * Saraylarda hizmet gören hadım ağalarının beyaz ırktan olanı. ak Arap * Arap sözcüğü “zenci” anlamına da geldiğinden asıl Arapların söz konusu olduğu anlatılmak istenirken
kullanılır.ak basma * Ak su, perde, katarakt. ak basmak * Göze beyaz leke inerek görme yetisini yitirmek. ak benek * Gözün saydam tabakasında bir yara veya çı ban sonucunda oluşmuş, görmeyi derece derece azaltan beyaz
benek.ak demir * Dövme demir. ak don kara don geçitte belli olur * Bkz. akıkarası geçitte belli olur. ak düşmek * (saç ve sakal) tek tük ağarmaya başlamak. ak gözlü * Gözlerinin rengi pek açık olan ve nazarının hemen değdiğine inanılan (kimse). ak gün ağartır, kara gün karartır * mutlu bir yaşayışkişiyi dinç kılar, mutsuz bir yaşayışise yıpratır. ak kan * Lenf. ak kan yangısı * Adenit. ak koyunun kara kuzusu da olur * iyi bir aileden kötü bir çocuk da çıkabilir. ak köpek kara köpek geçit başında belli olur * kimin ne olduğu deney veya sınav sonunda anlaşılır. ak madde * Demet durumundaki sinir liflerinden oluşan beynin iç, omuriliğin dıştabakası. ak mıkara mıönüne düşünce görürsün * şimdiden boşuna düşünme, sonuç belli olduğu zaman anlarsın. ak pak * tertemiz.
* saçısakalıağarmış.ak pak * Bembeyaz, temiz, parlak. ak pas * Lâhana, turp, şalgam, karnabahar gibi bitkilerin kök dışındaki bütün bölgelerine yerleşebilen, özellikle
semiz otugillerde karşılaşılan yosunumsu mantar (Albugo candida).ak sakaldan yok sakala gelmek * çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek. ak sülümen * Cıva ile klorun birleşimi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen. ak yazılı * Bahtlı, şanslı. ak yel * Güneyden esen rüzgâr, lodos. ak yem * İzmarit, istavrit, uskumru gibi balıkların beyaz etinden yapılan ve oltada kullanılan yem. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 33
ak yıldız * Çoban yıldızı. aka * Büyük kardeş, ağabey. akabe * Tehlikeli, sarp ve zor geçit. akabinde * Arkasından, hemen arkadan, ardından, hemen ardından. akacak kan damarda durmaz * herhangi bir zarar karşısında bunun kaçınılmaz olduğunu anlatarak avundurmak için söylenir. akaç * Bir yerde birikip kalan sıvıları, bir işlem sonunda geriye kalan artıkları, gereksiz nesneleri dışarıya akıtmak
için kullanılan boru, oluk veya başka araç.
* Kanal, ark, su yolu.
* Yer altısu oluğu.akaçlama * Akaçlamak işi, tefcir, drenaj.
* Yer altısularınıtoplayan tesisat.akaçlamak * Bir yerde birikmişsularıakıtmak.
* Bataklıklarıakaç yoluyla kurutmak.akaçlatma * Akaçlatmak işi. akaçlatmak * Akaçlama işini yaptırmak. akademi * Bilginler, yazarlar, sanatçılar kurulu.
* Yüksek okul.
* Çıplak modelden yapılmışinsan resmi.akademici * Kurallara bağlıresim ve heykel çalışmasıyapan kişi veya sanatçı. akademicilik * Resim veya heykel çalışmasında kurallara bağlılık. akademik * Akademi ile ilgili.
* Bilimsel niteliği olan.akademisyen * Akademi üyesi. akağaç * Gürgengillerin, kerestesinden yararlanılan beyaz kabuklu bir türü (Betula alba). akait * Bir dinin öğrenilmesi gereken inançlarının ve tapınma kurallarının tümü veya bunlarıtoplayan kitap. akaju * Maun.
* Maundan yapılmış.akak * Akarsu yatağı, yatak, mecra.
* Irmak, dere, çay, küçük akarsu.
* (su için) İvinti yeri.
* Eğimi, inişi fazla olan yer.akala * Amerikan tohumundan yurdumuzda üretilen bir pamuk türü. akamber * Özellikle amber balığının bağırsaklarından çıkarılan, kül renginde, yapışkan, bükülgen ve misk gibi kokulu
olan bir taş.
* Sıcak üİkelerde yetişen bir ağaçtan (Hymenea) elde edilen katı, güzel kokulu reçine.akamet * Kısırlık, verimsizlik.
* Başarısızlık, sonuçsuzluk.akamete uğramak * başarısız, sonuçsuz kalmak. akan sular durmak * itiraza, söyleyeceği söze yer kalmamak. akan yıldız * Güneşsistemine bağlı, kesin yörüngesi bulunmayan ve bu sebeple atmosferin üst katmanlarına girince ateş
külçesi durumuna dönüşen küçük gök cismi, ağma, şahap, meteor.akar * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağgibi mülk. akar amber * Asya ve Amerika’da yetişen, odunu ceviz ağacınınkine benzeyen, güzel kokulu öz suyu olan büyük bir ağaç
(Liquidambar orientalis).akarca * Kemik veremi.
* Sürekli işleyen çı ban, fistül.
* Küçük akarsu.
* Kaplıca.akaret * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk. akarlar * Tıknaz yapılı, gövdeleri halkasız, başları göğüsle birleşik, ağız yapılarıısırıcı, sokucu veya emici
örümceğimsiler takımı.akarsu * Yeryüzünde ve yer altında belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su.
* Tek sıra elmastan veya inciden gerdanlık.
* Kesintisi olmayan, aralıksız.akaryakıt * Benzin, gaz yağı, mazot gibi sıvıdurumunda olan yakacak. akaryakıt istasyonu * Benzin, gaz, motorin gibi yakıtların satıldığıyer. akasma * Düğün çiçeğigillerden, beyaz çiçek veren, bahçelerde süs çiçeği olarak yetiştirilen sarılıcı bir bitki; yaban
asması, Meryem ana asması(Clematis vitalba).akasya * Baklagillerden, sıcak iklimlerde birçok çeşitleri yetişen ve tanen, zamk, boya gibi maddelerinden
yararlanılan bir ağaç (Acacia).
* Baklagillerden, yurdumuzda yetişen bir süs ve gölge ağacı, salkım ağacı(Robinia pseudoacacia).akbaba * Akbabagillerden, başıve boynu çıplak olan, dağlık yerlerde yaşayan, leşle beslenen, çok yüksekten uçarak
keskin gözleriyle çok uzakları görebilen, iri ve yırtıcı bir kuş(Vultur monachus).
* İhtiyar.akbabagiller * Gündüz yırtıcılarıalt takımının, kanatları genişve büyük olan, iyi uçan büyük kuşları içine alan bir
familyası.akbakla * Kuru fasulye. akbalık * Sazangillerden, eti kılçıklı, yumurtası ile tarama yapılan bir balık (Leuciscus).
* Akya balığı.akbalıkçıl * Leyleksilerden, bataklık, ırmak ve göl kıyılarında yaşayan, oldukça büyük, ak renkli bir kuştürü (Egretta
alba).akbaş * Yazın kutup bölgelerinde yaşayan, kışın ılık kıyılara göçen, kısa ve ince gagalı, siyah bacaklıyabanî bir tür
kuş, deniz kazı(Bemicla).akbuğday * Kurak iklime dayanıklı, beyaz kabuklu, ekmeklik buğday. akburçak * Baklagillerden, burçağa yakın bir bitki cinsi (Lathyrus sativus). akciğer * Göğüs kafesinin büyük bir bölümünü dolduran ve solunum organının temeli olan, sağlısollu iki parçalı
organ.akciğer göbeği * Akciğerin, iç yan yüzünün hemen arkasında bronş, sinir ve damarların girip çıktığıyer. akciğer kesecikleri * Akciğer lopçuğunun parçaları; bronşçukların son bölümü. akciğer lopçuğu * Birçok akciğer keseciğinin birleşerek oluşturduğu parça. akciğer peteği * Akciğerlerde solunumda gaz alışverişini sağlayan, hava borucuklarının sonunu oluşturan kesecik. akciğer zarı * Göğüs boşluğunun içini ve bu boşluğun içinde bulunan akciğerin dışınıkaplayan ince zar, plevra. akciğerliler * Karından bacaklıyumuşakçaların tek ciğerle soluk alan bir takımı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 34
akça * Oldukça beyaz, beyazca. akça * Bkz. akçe. akça armudu * İnce kabuklu, sarı, etli ve sulu bir tür armut. akça pakça * Beyaz tenli, güzel (kadın). akça yel * Güneydoğudan esen yel, keşişleme. akçaağaç * Akçaağaçgillerden süs ağacı olarak da dikilen tahtasıhafif ve sağlam bir ağaç, isfendan (Acer). akçaağaçgiller * İki çeneklilerden, örneği akçaağaç olan bir bitki familyası. akçakavak * Akkavak. akçalı * Paraya bağlı, parayla ilgili, malî. akçe * Küçük gümüşpara.
* Her tür madenî para.akçıl * Rengini atmış, ağarmış, içinde ak renk bulunan. akçıllanma * Akçıllanmak işi. akçıllanmak * Akçıl duruma gelmek, rengini atmak veya atmışgibi olmak. akçıllaşma * Akçıllaşmak işi veya durumu. akçıllaşmak * Akçıl duruma gelmişolmak. akçıllık * Akçıl olanın durumu. akçöpleme * Zambakgillerden, yapraklarının uzun, genişolması, çiçeklerinin güzelliği dolayısıyla bahçe çiçekleri arasına
giren zehirli bir bitki cinsi (Veratrum album).akdarı * Buğdaygillerden, bir yıllık veya daha uzun yaşayabilen otsu bir bitki türü (Panicum miliaceum). akdedilme * Akdedilmek durumu. akdedilmek * Akdetmek işi yapılmak. Akdeniz humması * Malta humması. Akdeniz mavisi * Parlak ve canlı görünümde mavi rengin bir türü. akdetme * Akdetmek işi. akdetmek * (mukavele, muahede, ittifak gibi karşılıklı bağlanma anlamıtaşıyan Arapça sözlerle) Yapmak. akdiken * Hünnapgillerden, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan bir bitki cinsi, güvem eriği, geyik dikeni (Rhamnus
cathartica).akdoğan * Kartalgillerden bir doğan türü, aksungur. akdut * Beyaz renkte olan dut. akemi * İki elemanlımermer yapıştırıcısı. akgünlük * Tütsü olarak yakılan bir tür ağaç sakızı. akhardal * Hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanılan hardal türlerinden biri (Sinapis alba). akı * Herhangi bir kuvvet alanında, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği var sayılan güç çizgileri,
seyelân.akıak karasıkara * beyaz tenli, kara gözlü, kara saçlı. akıkarası geçitte belli olur * bir iddiadaki doğruluğun ancak deney veya sınav sonunda belli olacağınıanlatmak için söylenir. akı bet * (bir işveya durum için) Son, sonuç.
* Sonunda, eninde sonunda.akı betine uğramak * birinin içinde bulunduğu kötü duruma düşmek. akıcı * Akma özelliği olan.
* Kolay söylenebilen, okunabilen, anlamca açık (anlatım), selis.akıcıünsüz * Ciğerlerden gelen havanın, ağız boşluğundaki yarıkapalı bir engele çarpmasıyla oluşan bol sesli ünsüz (r, l,
ğ, y).akıcılık * Akıcı olma durumu.
* Söz, yazıve anlatımın akıcı olma özelliği, selâset.akıcılık ölçeği * Bir sıvının belli sıcaklıktaki akıcılığınıölçmekte kullanılan alet. akıl * Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us.
* Hafıza, bellek.
* Öğüt, salık verilen yol.
* Düşünce, kanı.akıl akıl, gel çengele takıl * bir sorunun nasıl çözümleneceğini düşünememe durumu. akıl akıldan üstündür * bir kimsenin aklına gelmeyen bir çare, herhangi birinin aklına gelebilir. akıl almak * danışmak, görüşalmak. akıl almamak * inanılacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek. akıl almaz * inanılacak gibi olmayan, inanılmaz. akıl danışmak * bir konuda birinin görüşünü sormak. akıl defteri * Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığıküçük defter, not defteri, muhtıra defteri, ajanda. akıl dışı * Akla, gerçeğe, uygun olmayan.
* Us dışı, gayriaklî, irrasyonel.akıl dışıcılık * Akıl dışıdavranma yanlısı görüş, us dışıcılık, irrasyonalizm. akıl dişi * Yirmi yaşsıralarında altlıüstlü ve sağlısollu, en içeride çıkan azıdişi, yirmi yaşdişi. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 29
ah çekmek * derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek. ah etmek * acı ile içini çekmek.
* ilenmek.ah vah etmek * pişmanlığını, üzüntüsünü dile getirmek. ah yerde kalmaz * “kötülük cezasız kalmaz” anlamında kullanılır. aha * İşte burada. ahacık * Dikkati çok yakın bir noktaya çekmek için kullanılır. ahali * Aralarında aynıyerde bulunmaktan başka hiçbir ortak nitelik düşünülmeksizin bir ülkede, şehirde veya
semtte oturanların tamamı.
* Bir yerde toplanan kalabalık, halk.ahar * Hattatların kâğıt cilâlamak için kullandıklarınişasta ve yumurta akından yapılan özel bir karışım. aharlama * Aharlamak işi. aharlamak * Ahar sürmek. aharlı * Aharı olan, üzerine ahar sürülmüşolan. ahbap * Kendisiyle yakın ilişki kurulup sevilen, sayılan kimse.
* Seslenme sözü olarak da kullanılır.ahbap çavuşlar * her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağlı olan arkadaşlar için söylenir. ahbap çıkmak * önceden tanışmışolmak. ahbap kusuruna bakan ahbapsız kalır * “dostların ufak tefek kusurlarına bakmamak gerekir” anlamında kullanılır. ahbap olmak * arkadaşolmak, dostluk kurmak, yakınlık kurmak. ahbapça * Dostça, içten, teklifsizce. ahbaplığa dökmek * yerli yersiz yakınlık göstermek. ahbaplık * Ahbap olma durumu, ünsiyet. ahbaplık etmek * arkadaşlık etmek, arkadaşça konuşmak. ahcar * Taşlar. ahçı * Aşçı. ahçı başı * Aşçı başı. ahçılık * Aşçılık. ahde vefa (etmek) * (devletler hukukunda) devletlerin, katıldıklarımilletler arasıantlaşmalara uyma zorunluluğunda olduklarını
belirten kural.
* sözünde durma.ahdetme * Ahdetmek işi. ahdetmek * Bir şeyi yapmak için kendi kendine söz vermek.
* Yemin etmek.ahdî * Antlaşmaya göre olan, antlaşma gereği olan. Ahdiatik * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan önceki kutsal kitaplar. Ahdicedit * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan sonraki kutsal kitaplar. ahengi bozulmak * dirliği, düzeni bozulmak. ahenk * Uyum.
* Uyuşma, anlaşma.
* Çalgılıeğlence.ahenk almak * uyumlu hâle gelmek. ahenk kaidesi * Bkz. ünlü uyumu. ahenk kurmak * uyuşma sağlamak, anlaşma sağlamak. ahenk sağlamak * düzene sokmak, birliği sağlamak. ahenk tahtası * Telli çalgılardan üzerine teller gerilmiş bulunan kapak tahtası. ahenk vermek * düzeni, uyumu sağlamak. ahenk yapmak * çalgılıeğlence düzenlemek. ahenkleştirme * Ahenkleştirmek işi. ahenkleştirmek * Ahenk sağlamak. ahenkli * Uyumlu, düzenli.
* Eğlenceli.ahenklilik * Ahenkli olma durumu, uyumluluk. ahenksiz * Uyumsuz, düzensiz.
* Eğlencesiz.ahenksizlik * Uyumsuzluk, düzensizlik. ahenktar * Ahenkli. aheste * Yavaş, ağır. aheste aheste * Yavaşyavaş, ağır ağır, usul usul. aheste beste * Yavaşyavaş, ağır ağır. ahfat * Torunlar, soy. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 30
Ahfeş’in keçisi gibi başınısallamak * söylenen sözü anlamadan kafa sallayarak onaylamak. ahıçıkmak * yaptığı ilenme etkisini göstermek. ahıtutmak * birinin ilenmeleri gerçekleşmek. ahıyerde kalmamak * yaptığı ilenme er geç etkisini göstermek. ahım şahım * Beğenilecek, değer verilecek bir şey değil. ahım şahım bir şey değil * beğenilecek, değer verilecek bir şey değil. ahır * Evcil büyük başhayvanların barındığıkapalıyer, hayvan damı. ahıra çekmek * bir sürüyü ahıra kapamak, bir hayvanıahıra bağlamak. ahıra çevirmek * bir yeri pis, bakımsız, dağınık, harap duruma getirmek. ahırlama * Ahırlamak işi. ahırlamak * (hayvan) Ahırda uzun süre kalıp hamlaşmak. Ahıska Türkleri * Gürcistan’ın Türkiye sınırlarına yakın bölgelerinde yaşamışolan, ancak 2. Dünya Savaşısonlarında
Sovyetler Birliğinin değişik bölgelerine sürülen Türkler.Ahi * Ahilik ocağından olan kimse. ahi * Cömert, eli açık. Ahilik * Kökü eski Türk töresinde olan ve Anadolu’da yüksek bir gelişim gösteren esnaf, zanaatçı, çiftçi gibi bütün
çalışma kollarını içine alan ocak.ahilik * Eli açık olma durumu, cömertlik. ahir * Son, sonraki, ahır.
* Sonra, en sonra, sonunda.ahir vakit * İnsan ömrünün son yılları. ahir zaman * Son zaman.
* (halk inanışına göre) Dünyanın son günleri, kıyametin kopmak üzere bulunduğu günler veya yıllar.ahir zaman peygamberi * Müslümanlarca son peygamber olduğuna inanılan Hz. Muhammed. ahiren * Son zamanlarda, son günlerde, son olarak, yakınlarda. ahiret * Bkz. ahret. ahiretlik * Bkz. ahretlik. ahit * Kendi kendine söz vererek bir işi üzerine alma, ant.
* Antlaşma.
* Devir, zaman.ahitleşme * Ahitleşmek işi. ahitleşmek * Antlaşmak. ahitname * Antlaşma belgesi, antlaşma, anlaşma. ahiz * Alma.
* Kabul etme.ahize * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren âlet, alıcı, reseptör. ahkâm * Yargılar, hükümler. ahkâm çıkarmak * kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak. ahkâm kesmek * çekinmeden kesin yargılarda bulunmak, bilir bilmez konuşmak. ahkâm yürütmek * (bir sözden) kendi anlayışına göre sonuçlar çıkarmak. ahlâf * Birinin yerine geçenler, halefler, kuşaklar, eslâf karşıtı. ahlâk * Bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulunduklarıdavranış biçimleri ve kuralları.
* Belli bir toplumun belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranışkurallarınıtespit eden ve inceleyen
bilim.
* İyi nitelikler, güzel huylar.ahlâk bilimi * Yarar, iyi, kötü gibi sorunları inceleyen, törelere dayanan bir davranışyasası geliştiren, neyin uğrunda
savaşılmaya değer, neyin hayata anlam kazandırdığı, hangi davranışın iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi sorunları
kendine konu edinen bilim, etik.ahlâk dışı * Töre dışı. ahlâk dışıcılık * Ahlâk bilimine aykırıdavranma. ahlâk yasası * Ahlâk işlerini belirleyen, kendine uyulmasıahlâk açısından gerekli olan genel ve geçer kural. ahlâk zabıtası * Büyük şehir halkının sosyal ve sağlık durumunu koruyan, şehir düzeni için çalışan teşkilât. ahlâkça * Ahlâk anlayışına göre, ahlâk değerlerine bağlılıkla. ahlâkçı * Ahlâk konularını inceleyen filozof veya bu konularla uğraşan kimse.
* Her şeyi ahlâk açısından değerlendiren kimse.ahlâkçılık * Ahlâkı bir araç değil, bir amaç sayan öğreti, törecilik, moralizm. ahlâken * Ahlâka uygunlukla. ahlâkıyat * Ahlâk bilimi. ahlâkî * Ahlâka uygun, ahlâkla ilgili. ahlâkî vazife * Kanunun zorlaması olmaksızın, doğru bilindiği için yapılması gereken işler. ahlâklı * Ahlâk kurallarına bağlı, bunlara uygun davranan (kimse). ahlâklılık * Bir insanın veya bir insan grubunun iyi ve kötü açısından davranış biçimi ve ahlâkî düşünüşü.
* Ahlâk kuralları, yasaları ile uyum içinde olma.ahlâksız * Ahlâk kurallarına uymayan.
* Dürüst davranmayan, kötü huylu, terbiyesiz. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 27
ağzısulanmak * imrenmek. ağzısüt kokmak * çok genç ve toy olmak. ağzıteneke kaplı(olmak) * çok sıcak veya çok acışeyleri kolaylıkla içebilen veya yiyebilenler için şaka yollu söylenir. ağzıtorba değil ki büzesin * herkesin dedikodu yapmasının önüne geçilemeyeceğini anlatır. ağzıvar, dili yok * pek sessiz, kendi hâlinde.
* konuşmayan, derdini anlatamayan.ağzıvarmamak * söylemeye, açıklamaya gönlü elvermemek. ağzıyanmak * o şeyden büyük zarar görmek. ağzına (veya diline) kira istemek * söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlıdavranmak. ağzına (veya diline) sağlık * bir sözü yerinde söyleyen kişilere söylenir. ağzına (veya önüne) bir kemik atmak * birini küçük bir çıkar göstererek susturmak. ağzına abdestle almak * o kişiyi anarken çok saygılıdavranmak. ağzına almak * söylemek. ağzına almamak * adınıağzına almamak. ağzına almamak * söz konusu etmemek, anmamak, söylememek. ağzına atmak * yemek için ağza koymak. ağzına bakakalmak * sözlerine hayran olmak. ağzına baktırmak * kendini zevk ile dinletmek. ağzına bir parmak bal çalmak * birini tatlısözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak. ağzına bir şey (veya bir çöp) koymamak * hiçbir şey yememek.
ağzına bir zeytin verir, altına (veya ardına) tulum tutar.
* yaptığıküçük iyiliklere karşılık büyük çıkar bekler.ağzına burnuna bulaştırmak * bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak. ağzına düşmek * çok yaygın olarak bilinip konuşulmak. ağzına etmek * haddini bildirmek. ağzına geldiği gibi * önünü sonunu düşünmeden. ağzına geleni söylemek * nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcısözler söylemek.
* çok ve düşüncesizce konuşmak.ağzına gem vurmak * susturmak, söyletmemek. ağzına kadar * boşyeri kalmayacak biçimde. ağzına kilit takmak (veya vurmak) * susturmak. ağzına koymamak * yememek veya içmemek. ağzına lâyık * bir yiyeceğin tadıanlatılırken “sen de yesen, beğenirsin” anlamı ile söylenir. ağzına sakız olmak * dedikodusuna konu olmak. ağzına sürmemek * bir şeyden hiç yememek. ağzına taşalmış * söze karışmayıp susanlar için kullanılır. ağzına tıkamak * susturmak, fazla konuşmasına engel olmak. ağzına tükürmek * birini küçültmek üzere küfür olarak kullanılan uygunsuz sözler sarf etmek.
* birine benzemek.ağzına verilmesini beklemek (veya istemek) * çalışmayıp, işlerinin başkalarıtarafından yapılmasını beklemek. ağzına vur, lokmasınıal * yumuşak huylu kimseye her istenileni kolaylıkla yaptırabilme anlamında bir atasözüdür. ağzına yakışmamak * söylemesi ayıp kaçmak, uygun düşmemek, yakışık almamak. ağzında bakla ıslanmamak * hiç sır saklamamak. ağzında bırakmak * Bkz. lâf ağzında kalmak. ağzında büyümek * sevmediğinden veya içi almadığından yutamamak. ağzında gevelemek * açıkça söylememek. ağzında yaşkalmamak * bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemişolmak. ağzından * birisinden dinleyerek.
* adına.ağzından baklayıçıkarmak * Bkz. baklayıağzından çıkarmak. ağzından bal akmak * çok tatlıkonuşmak. ağzından çıkanı(veya çıkan sözü) kulağıduymamak (işitmemek) * sözlerini tartmadan söylemek. ağzından çıkmak * bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek,söylemiş bulunmak. ağzından çıt çıkmamak * hiçbir şey söylememek. ağzından dirhemle çıkmak * çok az konuşmak. ağzından dökülmek * açıkça söylemekten çekindiği şey, konuşmasından belli olmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 26
ağrıkesen * Ağrıduyusunu ortadan kaldıran, dindiren (ilâç vb.), analjezik. ağrılarda göz ağrısı, her kişinin öz ağrısı * herkesi en çok ilgilendiren şey kendi derdidir. ağrılı * Ağrıyan, ağrısı olan. ağrıma * Ağrımak işi.
* Memeli hayvanlarda görülen ara konakçıkenelerin bulaştırdığı ağrıma asalaklarından ileri gelen hastalık.ağrıma asalakları * Omurgalılardan alyuvar asalağı olarak yaşayan türlü biçimlerdeki sporlular topluluğu. ağrımak * (vücudun bir yeri) Ağrılı olmak. ağrına gitmek * onuruna dokunmak veya gücüne gitmek. ağrısıtutmak * (gebe kadın için) doğum sancıları başlamak.
* (hasta bir organ) ağrımaya başlamak.ağrısız * Ağrısı olmayan.
* Ağrıvermeden.
* Dertsiz, tasasız.ağrısız başına kaş bastı bağlamak * kendine gereksiz yere işçıkarmak. ağrıtma * Ağrıtmak işi. ağrıtmak * Ağrımasına yol açmak. ağsı * Ağgörünüşünde olan, ağgibi örülmüşolan. ağu * Ağı. ağulamak * Ağulamak. ağustos * Yılın 31 gün süren sekizinci ayı. ağustos böceği * Eşkanatlılardan, erkeği yazın karnının altındaki özel bir organdan kesik ve sürekli ses çıkaran bir böcek,
orak böceği (Cicada plebeja).ağustos böcekleri * Genç sürgünlerden öz su emerek tarım ve orman bitkilerine zarar veren birçok türün bulunduğu eş
kanatlılar familyası.ağyar * Başkaları, yabancılar, eller. ağza alınmaz (veya ağza alınmayacak) * söylenmesi ayıp, çirkin (söz, küfür). ağza almamak * anmamak, sözünü etmemek. ağza düşmek * dedikodu konusu olmak. ağza koyacak bir şey * yiyecek bir şey. ağza tat, boğaza feryat * (yiyecek için) miktarıçok az olan. ağzıaçık * Şaşkın, alık, bön.
* Hayranlıkla, büyülenmişolarak.ağzıaçık (veya ağzı bir karışaçık) kalmak * çok şaşırmak, şaşakalmak. ağzıaçık ayran delisi (veya budalası) * yeni gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakan, şaşıran.
* saf, bön.ağzı bir * Söz birliği etmiş. ağzı bozuk * Sövmeyi alışkanlık edinmişolan, küfürbaz. ağzı burnu yerinde * oldukça güzel, yakışıklı. ağzıçirişçanağına dönmek * ağzıkuruyup acılaşmak. ağzıdili bağlanmak * herhangi bir sebeple konuşamaz olmak. ağzıdili kurumak * herhangi bir sebeple tükürük az olmak. ağzıdili tutulmak * beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak. ağzıdolu dolu konuşmak * heyecanlısöz söylemek. ağzı gevşek * Sır saklamaz, sır tutmaz. ağzıhavada * çevresindekilerden habersiz, alık, şaşkın. ağzıkalabalık * Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz çok konuşan, boş boğaz. ağzıkara * Kara haber vermekten hoşlanan, şom ağızlı.
* Bir yerde konuşulanıveya yapılanıduyup görmesi istenilmeyen (kimse).ağzıkenetli * Sır tutan, sır saklayan (kimse). ağzıkilitli * Dudakları beyaz (at).
* Sır saklayan.ağzıkulaklarına varmak * çok sevinmek. ağzıkulaklarında * çok sevinçli, mutlu. ağzıkurumak * bir konuyu çok söylemek sebebiyle, ondan bıkmak.
* içecek ihtiyacıduymak.ağzıkurusun * felâket dileğinde bulunanlara karşıkullanılan bir ilenme. ağzılâf (veya lâkırdı) yapmak * kolay konuşma yeteneği olmak.
* inandırıcısöz söyleme yeteneği olmak.ağzı oynamak * bir şeyler yemek.
* konuşmak.ağzıpek * Sır vermeyen, ketum. ağzıpis * Sövmeyi huy edinmişolan. ağzısıkı * Bkz. ağzıpek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 25
ağızdan kapmak * başkalarından dinlemek yolu ile yarım yamalak birtakım bilgiler edinmek. ağızlama * Ağızlamak işi. ağızlamak * Bir işi kolaylamak.
* Bir parçayıyuvasına geçirmek için önce yuvanın ağzınıayarlamak.
* Bir boğazın veya bir limanın ağzını ortalamak.ağızlara sakız olmak * herkesin diline düşmek. ağızlaşma * Ağızlaşmak işi veya durumu. ağızlaşmak * İki kan damarı, birbiri içine açılmak. ağızlı * Ağzıherhangi bir biçimde olan. ağızlık * Bir ucuna sigara takılan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç.
* Nefesli çalgılarda ağza gelen yer.
* Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapılan kapak.
* Kuyu bileziği.
* Su tesisatında su alıp vermeye yarayan vanalıuç.
* Hayvanın ısırmasına, zararlı bir şey yemesine engel olmak için ağzına takılan tel, deri gibi kafes.
* (dokumacılıkta) Çözgünün açılıp kapandığıve içinde mekiğin geçtiği yer.
* Telefon ve benzeri cihazlarda ağza yaklaştırılan bölüm.
* Bir şeyin başladığıyer.
* Huni.ağızlıkçı * Ağızlık yapan veya satan kimse. ağızotu * Toplarıateşlemek için falyaya konulan ve barutun patlamasına sebep olan madde. ağızsıl * Ağızla ilgili. ağızsıl ünlü * Bkz. ağız ünlüsü. ağızsız * Ağzı olmayan.
* Yumuşak huylu, sessiz.ağladıağlayacak * ağlamak üzere olan. ağlama * Ağlamak işi. ağlamak * Üzüntü, acı, sevinç, pişmanlık aldanma vb.nin etkisiyle göz yaşıdökmek.
* Ağaç budandığında kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak.
* Sızlanmak, yakınmak.
* Bir duruma karşıüzüntü duymak.ağlamak para etmez * üzülmenin yararı olmaz. ağlamaklı * Ağlar gibi olan, üzüntülü. ağlamaklı olmak * ağlayacak duruma gelmek. ağlamalı * Ağlar gibi olan, ağlayacak gibi.
* Acıma duygusu uyandıracak hâlde, sızlamalı.ağlamayan çocuğa meme vermezler * hakkınıaramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez. ağlamsı * Ağlayacak gibi, ağlamalı. ağlanma * Ağlanmak işi. ağlanmak * Ağlamak işi yapılmak. ağlantı * Hafif hafif ağlama. ağlar gözden, sahte sözden kendini sakın * “kendini acındıranlardan kork” anlamında kullanılır. ağlaşma * Ağlaşmak işi. ağlaşmak * Birlikte ağlamak.
* Sızlanmak.ağlata ağlata * Sürekli ağlatarak, devamlıeziyet ederek, üzerek. ağlatı * Trajedi. ağlatıcı * Ağlamaya yol açan. ağlatış * Ağlatmak işi veya biçimi. ağlatma * Ağlatmak işi. ağlatmak * Ağlamasına yol açmak. ağlaya ağlaya * Ağlayarak. ağlayanın malı gülene hayretmez * birinden haksız olarak alınan malın onu alana yararı olmaz. ağlayıcı * Ölünün ardından ağlamak için para ile tutulan kimse, ağıtçı, yasçı. ağlayış * Ağlamak işi veya biçimi. ağlı * Ağı bulunan. ağma * Ağmak işi.
* Akan yıldız, şahap.ağmak * Sarkmak, aşağıya inmek, eğilmek, meyletmek.
* Yükselmek, yukarıçıkmak.ağnam * Koyun ve keçi başına alınan vergi, sayım vergisi. ağnama * Ağnamak işi. ağnamak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak. ağnamcı * Ağnam vergisi toplayan kimse. ağraz * Kötü niyet ve düşmanlıklar. ağrı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve şiddetli acı. ağrıkesici * Acıyı, sızıyıdindirici (ilâç). ağrıkesimi * Ağrıduyusunun kendiliğinden veya tedavi sonucu yok olması, analjezi. ağrısızı * Rahatsızlık veren acı, sancı.