aklı başında olmamak | * iyi düşünebilir durumda olmamak. |
aklı başından bir karışyukarı(veya yukarıda) | * düşünmeden aklına geleni yapan. |
aklı başından gitmek | * çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağınışaşırmak. |
aklı başka yerde olmak | * başka şeyler düşünmek. |
aklı bir yerde olmak | * düşünülmesi gerekenden başka bir şey düşünmek. |
aklı bokuna karışmak | * korkudan şaşırıp ne yapacağını bilememek. |
aklıçıkmak | * titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak. |
aklıdağılmak | * düşünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak. |
aklıdurmak | * düşünemez bir duruma gelmek, şaşırmak. |
aklıermek | * anlayabilmek. * akılca olgunlaşmak. |
aklıevvel | * Akıllı geçinen. |
aklıfikri bir şeyde olmak | * bütün düşündüğü bir konuda yoğunlaşmak. |
aklı gitmek | * şaşırmak, korkmak. * çok beğenmek, bayılmak. |
aklıkalmak | * beğenilen bir şeyi düşünmekten kendini alamamak. |
aklıkaralı | * Akıve karası olan, beyazlısiyahlı. |
aklıkarışmak | * ne yapacağını bilememek, şaşırmak, bocalamak. |
aklıkesmek | * bir şeyin olabileceğine inanmak. |
aklıkesmemek | * sonucu tahmin edememek, ilerisini görememek. |
aklısıra | * aklınca, sandığına göre, düşünüşüne göre, umduğuna göre. |
aklısıra | * Aklınca. |
aklısonradan gelmek | * verdiği kararın yanlışolduğunu anlayıp vazgeçmek. |
aklıtakılmak | * zihni bir şeyle uğraşmak. |
aklıtam ayar | * aklıyerinde. |
aklıyatmak | * anlamaya başlamak, olacağına inanmak, tatmin olmak. |
aklızıvanadan çıkmak | * delirmek, aklını oynatmak. |
aklıevvel | * Densiz, münasebetsiz, sağduyu sahibi olmayan. * Kendisini en akıllısanan. |
aklık | * Ak olma durumu. * Kadınların makyaj için yüzlerine sürdükleri beyaz bir sıvı, düzgün. |
aklıma gelen başıma geldi | * olmasından korktuğum şey oldu. |
aklımda! | * lâdes oyununa katılanlardan biri ötekine bir şey verirken karşıdakinin “unutmadım” anlamında söylediği söz. |
aklına birşey gelmek | * şüphelenmek. |
aklına düşmek | * hatırlamak. * kafasında bir düşünce doğmak. |
aklına esmek | * daha önce düşünmemişolduğu şeyi birden yapmaya karar vermek. |
aklına geleni söylemek | * rastgele konuşmak. |
aklına geleni yapmak | * her istediğini düşünmeden yapmak istemek. |
aklına gelmek | * hatırlamak, anımsamak. * bir şeyi yapmayıdüşünmek, tasarlamak. |
aklına getirmek | * hatırlatmak. * düşünmek. |
aklına koymak | * bir şey yapmaya kesin olarak karar vermek. * kararlaştırmak, çok istemek. |
aklına koymak | * bir kimse birine, bir şey telkin etmek. |
aklına sığdırmak | * bir şeyin olabileceğine inanmak, aklıalmak. |
aklına sığmamak | * anlayamamak, kavrayamamak. * olabileceğine inanmamak. |
aklına şaşayım (veya şaşarım) | * adı geçen kimsenin akılsızca bir davranışta bulunduğunu anlatır. |
aklına takmak (veya aklınıtakmak) | * sürekli olarak bir şeyi düşünmek, bir düşünceye saplanıp kalmak. |
aklına turp sıkayım | * birinin düşüncesini ve yaptığını beğenmemek. |
aklına tükürmek | * birinin düşüncesini beğenmemek, kınamak. |
aklına uymak | * birinin uygun olmayan görüşüne göre işyapmak, davranmak. |
aklına vurmak | * birden düşünüvermek. |
aklına yelken etmek | * düşüncesizce davranmak veya aklına geleni hemen yapmak. |
aklınca | * (küçümseme yollu) Düşüncesine göre, aklısıra. |
aklında kalmak | * unutmamak. * hatırlamak. |
aklında olsun! | * unutma!. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 38
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 39
aklında tutmak * öğrenmek, bellemek.
* unutmamak.aklından çıkarmamak * devamlıhatırlamak, hiç unutmamak. aklından çıkmak * unutmak. aklından geçirmek * bir şey yapmayıdüşünmek, tasarlamak. aklından geçmek * düşünmek. aklından tutmak * bir şey düşünmek. aklından zoru olmak * arada bir durum ve şartların gerektirdiği gibi davranmamak. aklını(bir şeyle) bozmak * bir şey üzerine düşerek hep onunla uğraşıp durmak. aklını başına almak (veya toplamak, devşirmek) * akılsızca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak. aklını başından almak * düşünemeyecek bir duruma getirmek, çok şaşırtmak. aklını başka yere vermek * konuşulan konudan başka bir şey düşünür olmak. aklınıçalmak * ilgisini aşırıderecede çekmek. aklını çelmek * niyetinden, kararından caydırmak.
* ayartmak, baştan çıkarmak.aklınıkaçırmak * delirmek.
* gereksiz, yersiz işyapmak.aklını oynatmak * çıldırmak.
* akıl dışı işler yapmak.aklınıpeynir ekmekle yemek * şaşkınca ve akılsızca işler yapmak. aklınışaşırmak * yerinde olmayan bir işyapmak, yersiz düşünmek. aklınıtakmak * sürekli olarak aklı bir şeyle uğraşmak. aklının köşesinden geçmemek * hiçbir zaman düşünmemek. aklının terazisi bozulmak * akıllıca olmayan davranışlarda bulunacak bir duruma düşmek. aklınla bin yaşa * akla yakın görülmeyen bir düşünce ileri sürene söylenir. aklıselim * Sağduyu. aklî * Akılla ilgili, akla dayanan. akliyat * Akıl yolu ile kazanılan bilgiler. akliye * Akıl hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
* Akıl hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
* Akılcılık, usçuluk, rasyonalizm.akliyeci * Akıl hastalıklarıuzmanı. akma * Akmak işi.
* Reçine, çam sakızı, akındırık.akma hançer * Ortası oluklu hançer. akma sınırı * Malzemenin belirli bir gerilme uygulanmasıyla sınırlıve kalıcıdeformasyona uğramasıveya belirlenen
toplam uzamaya maruz kalmasıdurumundaki mukavemeti.akmak * (sıvımaddeler veya çok ince taneli katımaddeler için) Bir yerden başka bir yere doğru gitmek.
* (bu gibi maddeler) Aşağıya, yere düşmek.
* (sıvı bir madde için) Bir yerden çıkmak.
* (bir kap veya bir yer) İçindeki veya üstündeki sıvıyısızdırmak.
* Çabucak savuşmak; ortadan kaybolmak.
* Art arda ve toplu olarak gitmek.
* (kumaşiçin) Yıpranıp iplikleri erimeye başlamak.
* (zaman için) Çabuk geçmek.
* (boya için) Birbirine karışmak.
* Karışmak, katılmak.
* Sürüp gitmek.akmantar * Tadı güzel ve besleyici bir tür mantar, keçi mantarı(Agaricus campestris). akmasa da damlar * çok değilse bile, az çok bir gelir veya kazanç sağlar. akmaz * Durgun su, gölet. akompanyatör * Bir parça çalındığızaman ses veya bir âletle ona katılan kimse, eşlik eden. akonitin * Boğan otundan çıkarılan ve hekimlikte kullanılan zehirli bir madde. akont * Bir borca karşılık, hesabıdaha sonra görülmek üzere yapılan kısmî ödeme. akordeon * Üstündeki düğmelere veya tuşlara basarak, metal dilcikleri titretme yolu ile çalınan körüklü, elde taşınabilir
bir çalgı.
* Kumaşlarda makine ile yapılmışkırma.akordeoncu * Akordeon çalan kimse. akordiyon * Bkz. akordeon. akordiyoncu * Bkz. akordeoncu. akordu bozuk * Birbirini tutmayan, uyumsuz, akortsuz. akort * Bir çalgıyıdoğru ses vermesi için ayarlama.
* Armoniyi sağlayan seslerin birleşmesi.akort etmek * çalgıların seslerini ayarlamak, düzenlemek. akort yapmak * çalgıların tellerini, ses veren araçlarınıayarlamak. akortçu * Piyano ve org gibi müzik aletlerini ayarlamayımeslek edinmişkimse. akortlama * Akortlamak işi. akortlanma * Akortlanmak işi. akortlanmak * Akortlanmak işi yapılmak. akortlatma * Akortlatmak işi. akortlatmak * Akortlamak işini yaptırmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 40
akortlu * Akordu olan, akort edilmiş. akortsuz * Akordu olmayan, akort edilmemiş.
* Birbirini tutmayan, uyumsuz.akortsuzlaştırmak * Radyoda bir ayar frekansında sapma meydana getirmek. akortsuzluk * Ses düzensizliği veya ayarsızlığı.
* Radyoda gerçek ayar frekansı ile doğru değeri arasındaki sapma.akraba * Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım.
* Oluşma yönünden aynıkaynağa dayanan şeyler.
* Biri, diğerinin sonucu olan şeyler.akraba çıkmak * önceden tanışmadan veya bilmeden konuşarak akraba olduklarınıanlamak. akraba diller * Aynıana dilden gelen diller. akraba olmak * evlilik yoluyla yakınlık kurmak. akrabalık * Akraba olma durumu. akran * Yaşça denk, yaşıt, boydaş, öğür. akranlık * Akran olma durumu, yaşıtlık. akreditif * Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanın yükümlülüğü altında, üçüncü bir kişi yararına bir başka
bankada veya aracısında açtırılan kredi.
* Kredi mektubu.Akrep * Zodyak üzerinde Terazi ile Yay burçlarıarasında yer alan burç. Zodyak. akrep * Akreplerden, sıcak ve nemli yerlerde yaşayan, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehirli bir iğnesi olan böcek
(Scorpio).
* Saatin iki ibresinden küçüğü.akrep gibi * her fırsatta sözleriyle başkalarını incitme veya onlara kötülük etme durumunda olan. akrepler * Örümceğimsilerin, örneği akrep olan takımı. akrobasi * Cambazlık, akrobatlık. akrobat * Cambaz. akrobatlık * Cambazlık. akromatik * Beyaz ışığıçözümlemeden geçiren, renksemez.
* Hücrede boyayıkabul etmeyen (bölüm).akromatik iğiplik * Mitozun ilk evresi sonunda bütün hücrelerde beliren ve hücre boyalarıyla pek boyanamayan iğbiçimindeki
oluşum.akromatin * Hücre çekirdeği içindeki ince iplikçiklerden yapılmış, kromatin ile boyanmamışolan kromozomları
oluşturan bölüm.akromatopsi * Bkz. renk körlüğü. akromegali * Genel gelişme bittikten sonra el, çene, burun gibi vücudun sivri kısımlarındaki kemiklerin kalınlaşması,
büyümesi veya uzaması.akropol * Eski Yunan şehirlerinde, en önemli yapıların ve tapınakların bulunduğu iç kale. akrostiş * Her dizenin ilk harfi yukarıdan aşağıya doğru okununca ortaya bir söz çıkacak biçimde düzenlenmiş
manzume, muvaşşah, tevşih.aks * Dingil. aksak * Aksayan, hafifçe topallayan.
* İyi gitmeyen, iyi işlemeyen.
* Türk müziğinde oldukça kıvrak bir usul.
* Eski Yunan ve Lâtin şiir ölçüsünde, sondan bir önceki hecesi kısa olacak yerde uzun olan dize.aksak eşekle yüksek dağa çıkılmaz * eksik araçlarla sağlıklı işyapılmaz. aksakal * Köyün veya mahallenin ihtiyar heyetinde olan kimse.
* Ermiş, evliya.aksaklık * Aksak olma durumu. aksam * Kısımlar. aksama * Aksamak işi. aksamak * Hafif topallamak.
* (bir iş) Gereği gibi yürümemek, geri kalmak.aksan * Bir ülkenin insanlarına veya bir çevreye özgü söyleyişözelliği.
* Vurgu, kelime vurgusu, grup vurgusu.aksanı bozuk * Bir dildeki kelimeleri doğru söyleyemeyen. aksata * “alma ve verme” Alışveriş. aksatış * Aksatmak işi veya biçimi. aksatma * Aksatmak işi. aksatmak * Aksamasına yol açmak, bir işi gereği gibi yürütmemek. aksayış * Aksamak işi veya biçimi. akse * Hastalık nöbeti, kriz. aksedir * Kaplamasımobilyacılıkta kullanılan, açık kahve rengi öz odunlu olan bir ağaç (Thuya occidentalist). akselerograf * İvmeyazar. akselerometre * İvmeölçer. akseptans * Yabancıülkelerde okuyacak öğrenciler için gönderilen kabul belgesi.
* Poliçelerin üzerine “kabulümdür” biçiminde yazılarak altı imzalanan açıklama.aksesuar * Bir aletin, bir makinenin işlevine katılmayan, ancak kendine özgü ayrı bir yararı bulunan alet, araç veya
nesne.
* Konunun gerektirdiği ölçüde kullanılan, bir sahne içinde yer alan veya oyuncunun dekor gereği kullandığı
çeşitli eşya.
* Kadın giyiminde giysiyi bütünleyen ayakkabı, çanta, kemer, şapka, eldiven, mücevher gibi eşya.aksesuarcı * Aksesuarıhazırlayan kimse.
* Aksesuar kullanmasınıseven.aksetme * Aksetmek işi. aksetmek * (ses) Bir yere çarpıp geri dönmek, yankılanmak, yankıvermek.
* (ışık) Bir yere vurmak.
* (bir ışık veya bir şekil) Düz ve parlak bir yüzeye çarpıp orada aynen görünmek, yansılanmak.
* Ulaşmak, yayılmak, duyulmak.
* Evirmek, tersine çevirmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 31
ahlâksızca * Ahlâksız biçimde veya tarzda. ahlâksızlık * Ahlâksız olma durumu.
* Ahlâk kurallarına uymama, ahlâksızca davranış.ahlâksızlık etmek * ahlâksızca davranmak. ahlama * Ahlamak işi. ahlamak * İç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çıkarmak. ahlat * Gülgillerden, kendi kendine yetişen, üzerine armut aşılanan ağaç, yaban armudu (Pirus piraster).
* Bu ağacın, armuda benzeyen ve ancak iyice olgunlaştıktan sonra yenilebilen yemişi.
* Kaba adam, yol iz bilmez kimse.ahlât * Bir karışım içindeki parçalar, ögeler.
* Beden yapısının temelini oluşturan ögeler.ahlâtıerbaa * Bedende bulunduğu var sayılan dört öge. ahlatın (veya armudun) iyisini (dağda) ayılar yer * kendilerine yakışmayan güzel bir şeyi eline geçirenler için kullanılır. ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez * ahmağa gereğinden çok ilgi gösterirseniz sizi sık sık uğraştırır. ahmak * Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal. ahmak yerine koymak * bir kimseye aptalmış, anlamazmışgibi davranmak. ahmakça * Biraz ahmak.
* (ahmak’ça) Ahmağa yakışır nitelikte, aptalca.ahmakıslatan * Yavaşyavaşve ince ince yağan yağmur, çisenti. ahmaklaşma * Ahmaklaşmak durumu. ahmaklaşmak * Ahmak duruma gelmek, aptallaşmak.
* Bir an için şaşalayıp bocalamak.ahmaklaştırma * Ahmaklaştırmak işi. ahmaklaştırmak * Ahmaklaşmasına sebep olmak, aptallaştırmak. ahmaklık * Zekâsıaz gelişmişolma durumu, budalalık, anlayışsızlık, akılsızlık. ahraz * Dilsiz, sağır ve dilsiz. ahret * Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağıve Tanrı’ya hesap vereceği yer, öbür
dünya.ahret adamı * Dünya işlerinden el çekip sürekli ibadetle uğraşan kimse. ahret kardeşi * İnanç ve ibadette birbirinden ayrılmayan ve bu ilişkiyi ahrette de sürdüreceklerini düşünen kadınlara
verilen ad.ahret suali * Gereksiz ve usandırıcısoru. ahret yolculuğu * Ölüm. ahreti (veya öbür dünyayı) boylamak * ölmek. ahretini yapmak (veya zenginleştirmek) * hayır işleri yaparak sevap kazanmak. ahretlik * Besleme kız.
* Ahret kardeşi olan kadınlardan her biri.ahrette on parmağıyakasında olmak * kendisine karşısorumlu olan kimseden ahrette davacı olmak. ahşa * İnsanın veya hayvanın göğsü ve karnı içindeki organlar, bağırsak, ciğer gibi şeyler. ahşap * Ağaçtan, tahtadan yapılmış. ahtapot * Kafadan bacaklılardan, dokunaçlı bir mürekkep balığıtürü (Octopus).
* Genellikle burun zarıüzerinde çıkan bir çeşit ur, polip.ahtapot gibi * sırnaşık, yapışkan kimse.
* sömürmek amacıyla birçok işe, konuya el atan, yayılan.ahu * Ceylan, karaca.
* Güzel, ince, zarif kadın.ahu gibi * çok güzel, çekici. ahu gözlü * Güzel gözleri olan. ahu parçası * Çok güzel, çekici. ahududu * Gülgillerden, dikenli bir bitki (Rubus idaeus).
* Bu bitkinin duta benzeyen, kırmızırenkli, sulu ve kokulu yemişi, ağaç çileği.ahval * Durumlar, hâller, vaziyetler.
* Davranışlar.
* Olaylar.ahzetme * Ahzetmek işi. ahzetmek * Almak, kabul etmek. ahzüita * Alışveriş, alım satım, aksata. ahzükabz * Kendine mal etme. aidat * Ödenti.
* Kesenek.aidiyet * Ait olma durumu, ilişkinlik. aile * Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum
içindeki en küçük birlik.
* Karı, koca ve çocuklardan oluşan topluluk.
* Aynısoydan gelen kimseler zinciri.
* Aralarında kandaşlık veya hısımlık bulunan kimselerin tümü.
* Birlikte oturan hısım ve yakınların tümü.
* Eş, karı.
* Aynı gaye üzerinde anlaşan ve birlikte çalışan kimselerin bütünü.
* Temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğu.aile adı * Soyadı. aile bahçesi * Ailelerin rahatlıkla gidebileceği, genellikle içkisiz yer. aile bütçesi * Kısa bir süre içinde bir işçinin veya işçi ailesinin hayat seviyesinde meydana gelen değişmeleri belirlemek
amacıyla yapılan istatistik çalışması.aile dostu * Ailece tanışılan ve evlerine gidilip gelinen ahbap, yakın. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 32
aile gazinosu * Sadece evlilerin girebildiği ve birlikte eğlendikleri yer. aile hayatı * Aile bireylerinin bütün işlerini düzenli olarak ev içinde yapma durumu. aile hukuku * Aileyi oluşturan kişilerin karşılıklıhak ve görevlerini düzenleyen hukuk dalı. aile meclisi * Aile makamının görevini yerine getiren kan veya soy hısımlarından en az üç kişiden oluşan heyet. aile ocağı * Ailenin kurduğu, yerleştiği, geliştirdiği ev. aile plânlaması * Ailede çocuk edinmeyi sınırlama, doğum kontrolu. aile reisi * Kanunlara göre aile yükümlülüğünü taşıyan kimse. aile saadeti * Genellikle karı, koca bazen de büyükler ve çocuklar arasındaki uyum, anlaşma, sevgi ve hoşgörü. ailece * Bütün aile birlikte. ailecek * Ailece. ailelik * Aile sayısının bütünü. ailesiz * Ailesi olmayan. ailevî * Aile ile ilgili. ait * İlgilendiren, ilişkin, ilişik, ilgili, için, -e düşen. ait olmak * ilgilendirmek, birinin olmak, birine düşmek. ajan * Bir devlet veya kuruluşun gizli amaçları için çalışan kimse, casus.
* Bir kimsenin, bir ortaklığın veya bir devletin bazı işlerini gören kimse, işgörevlisi, temsilci.ajanda * Unutulmaması için gerekli notlarıyazmaya yarayan takvimli defter, andaç. ajanlık * Ajan olma durumu.
* Ajanın görevi.ajans * Haber toplama ve yayma işiyle uğraşan kuruluş.
* Bir ticarî kuruluşu tanıtan, onunla ilgili bilgi aktaran ve bu yolla kazanç sağlayan işkolu.
* Bu işkollarının çalıştığı büro.ajitasyon * Ruhsal gerginliğin dışa vurması. ajur * Delikli örgü, gözenek. ajurlu * Ajuru olan veya her yanıajur biçiminde işlenmiş bulunan, gözenekli. ak * Kar, süt gibi şeylerin rengi, beyaz, kara ve siyah karşıtı.
* Bu renkte olan.
* Temiz namuslu.
* Sıkıntısız, rahat.
* Beyaz leke.
* Bazışeylerde beyaz bölüm.-ak / -ek * İsimden isim türeten ek (küçültme eki): baş-ak, ben-ek vb. -ak / -ek * Fiilden yer isimleri türeten ek: dur-ak, yat-ak vb. -ak / -ek * Fiilden alet isimleri türeten ek: or-ak, bıç-ak, tara-k, ele-k, küre-k vb. ak ağa * Saraylarda hizmet gören hadım ağalarının beyaz ırktan olanı. ak Arap * Arap sözcüğü “zenci” anlamına da geldiğinden asıl Arapların söz konusu olduğu anlatılmak istenirken
kullanılır.ak basma * Ak su, perde, katarakt. ak basmak * Göze beyaz leke inerek görme yetisini yitirmek. ak benek * Gözün saydam tabakasında bir yara veya çı ban sonucunda oluşmuş, görmeyi derece derece azaltan beyaz
benek.ak demir * Dövme demir. ak don kara don geçitte belli olur * Bkz. akıkarası geçitte belli olur. ak düşmek * (saç ve sakal) tek tük ağarmaya başlamak. ak gözlü * Gözlerinin rengi pek açık olan ve nazarının hemen değdiğine inanılan (kimse). ak gün ağartır, kara gün karartır * mutlu bir yaşayışkişiyi dinç kılar, mutsuz bir yaşayışise yıpratır. ak kan * Lenf. ak kan yangısı * Adenit. ak koyunun kara kuzusu da olur * iyi bir aileden kötü bir çocuk da çıkabilir. ak köpek kara köpek geçit başında belli olur * kimin ne olduğu deney veya sınav sonunda anlaşılır. ak madde * Demet durumundaki sinir liflerinden oluşan beynin iç, omuriliğin dıştabakası. ak mıkara mıönüne düşünce görürsün * şimdiden boşuna düşünme, sonuç belli olduğu zaman anlarsın. ak pak * tertemiz.
* saçısakalıağarmış.ak pak * Bembeyaz, temiz, parlak. ak pas * Lâhana, turp, şalgam, karnabahar gibi bitkilerin kök dışındaki bütün bölgelerine yerleşebilen, özellikle
semiz otugillerde karşılaşılan yosunumsu mantar (Albugo candida).ak sakaldan yok sakala gelmek * çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek. ak sülümen * Cıva ile klorun birleşimi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen. ak yazılı * Bahtlı, şanslı. ak yel * Güneyden esen rüzgâr, lodos. ak yem * İzmarit, istavrit, uskumru gibi balıkların beyaz etinden yapılan ve oltada kullanılan yem. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 33
ak yıldız * Çoban yıldızı. aka * Büyük kardeş, ağabey. akabe * Tehlikeli, sarp ve zor geçit. akabinde * Arkasından, hemen arkadan, ardından, hemen ardından. akacak kan damarda durmaz * herhangi bir zarar karşısında bunun kaçınılmaz olduğunu anlatarak avundurmak için söylenir. akaç * Bir yerde birikip kalan sıvıları, bir işlem sonunda geriye kalan artıkları, gereksiz nesneleri dışarıya akıtmak
için kullanılan boru, oluk veya başka araç.
* Kanal, ark, su yolu.
* Yer altısu oluğu.akaçlama * Akaçlamak işi, tefcir, drenaj.
* Yer altısularınıtoplayan tesisat.akaçlamak * Bir yerde birikmişsularıakıtmak.
* Bataklıklarıakaç yoluyla kurutmak.akaçlatma * Akaçlatmak işi. akaçlatmak * Akaçlama işini yaptırmak. akademi * Bilginler, yazarlar, sanatçılar kurulu.
* Yüksek okul.
* Çıplak modelden yapılmışinsan resmi.akademici * Kurallara bağlıresim ve heykel çalışmasıyapan kişi veya sanatçı. akademicilik * Resim veya heykel çalışmasında kurallara bağlılık. akademik * Akademi ile ilgili.
* Bilimsel niteliği olan.akademisyen * Akademi üyesi. akağaç * Gürgengillerin, kerestesinden yararlanılan beyaz kabuklu bir türü (Betula alba). akait * Bir dinin öğrenilmesi gereken inançlarının ve tapınma kurallarının tümü veya bunlarıtoplayan kitap. akaju * Maun.
* Maundan yapılmış.akak * Akarsu yatağı, yatak, mecra.
* Irmak, dere, çay, küçük akarsu.
* (su için) İvinti yeri.
* Eğimi, inişi fazla olan yer.akala * Amerikan tohumundan yurdumuzda üretilen bir pamuk türü. akamber * Özellikle amber balığının bağırsaklarından çıkarılan, kül renginde, yapışkan, bükülgen ve misk gibi kokulu
olan bir taş.
* Sıcak üİkelerde yetişen bir ağaçtan (Hymenea) elde edilen katı, güzel kokulu reçine.akamet * Kısırlık, verimsizlik.
* Başarısızlık, sonuçsuzluk.akamete uğramak * başarısız, sonuçsuz kalmak. akan sular durmak * itiraza, söyleyeceği söze yer kalmamak. akan yıldız * Güneşsistemine bağlı, kesin yörüngesi bulunmayan ve bu sebeple atmosferin üst katmanlarına girince ateş
külçesi durumuna dönüşen küçük gök cismi, ağma, şahap, meteor.akar * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağgibi mülk. akar amber * Asya ve Amerika’da yetişen, odunu ceviz ağacınınkine benzeyen, güzel kokulu öz suyu olan büyük bir ağaç
(Liquidambar orientalis).akarca * Kemik veremi.
* Sürekli işleyen çı ban, fistül.
* Küçük akarsu.
* Kaplıca.akaret * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk. akarlar * Tıknaz yapılı, gövdeleri halkasız, başları göğüsle birleşik, ağız yapılarıısırıcı, sokucu veya emici
örümceğimsiler takımı.akarsu * Yeryüzünde ve yer altında belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su.
* Tek sıra elmastan veya inciden gerdanlık.
* Kesintisi olmayan, aralıksız.akaryakıt * Benzin, gaz yağı, mazot gibi sıvıdurumunda olan yakacak. akaryakıt istasyonu * Benzin, gaz, motorin gibi yakıtların satıldığıyer. akasma * Düğün çiçeğigillerden, beyaz çiçek veren, bahçelerde süs çiçeği olarak yetiştirilen sarılıcı bir bitki; yaban
asması, Meryem ana asması(Clematis vitalba).akasya * Baklagillerden, sıcak iklimlerde birçok çeşitleri yetişen ve tanen, zamk, boya gibi maddelerinden
yararlanılan bir ağaç (Acacia).
* Baklagillerden, yurdumuzda yetişen bir süs ve gölge ağacı, salkım ağacı(Robinia pseudoacacia).akbaba * Akbabagillerden, başıve boynu çıplak olan, dağlık yerlerde yaşayan, leşle beslenen, çok yüksekten uçarak
keskin gözleriyle çok uzakları görebilen, iri ve yırtıcı bir kuş(Vultur monachus).
* İhtiyar.akbabagiller * Gündüz yırtıcılarıalt takımının, kanatları genişve büyük olan, iyi uçan büyük kuşları içine alan bir
familyası.akbakla * Kuru fasulye. akbalık * Sazangillerden, eti kılçıklı, yumurtası ile tarama yapılan bir balık (Leuciscus).
* Akya balığı.akbalıkçıl * Leyleksilerden, bataklık, ırmak ve göl kıyılarında yaşayan, oldukça büyük, ak renkli bir kuştürü (Egretta
alba).akbaş * Yazın kutup bölgelerinde yaşayan, kışın ılık kıyılara göçen, kısa ve ince gagalı, siyah bacaklıyabanî bir tür
kuş, deniz kazı(Bemicla).akbuğday * Kurak iklime dayanıklı, beyaz kabuklu, ekmeklik buğday. akburçak * Baklagillerden, burçağa yakın bir bitki cinsi (Lathyrus sativus). akciğer * Göğüs kafesinin büyük bir bölümünü dolduran ve solunum organının temeli olan, sağlısollu iki parçalı
organ.akciğer göbeği * Akciğerin, iç yan yüzünün hemen arkasında bronş, sinir ve damarların girip çıktığıyer. akciğer kesecikleri * Akciğer lopçuğunun parçaları; bronşçukların son bölümü. akciğer lopçuğu * Birçok akciğer keseciğinin birleşerek oluşturduğu parça. akciğer peteği * Akciğerlerde solunumda gaz alışverişini sağlayan, hava borucuklarının sonunu oluşturan kesecik. akciğer zarı * Göğüs boşluğunun içini ve bu boşluğun içinde bulunan akciğerin dışınıkaplayan ince zar, plevra. akciğerliler * Karından bacaklıyumuşakçaların tek ciğerle soluk alan bir takımı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 34
akça * Oldukça beyaz, beyazca. akça * Bkz. akçe. akça armudu * İnce kabuklu, sarı, etli ve sulu bir tür armut. akça pakça * Beyaz tenli, güzel (kadın). akça yel * Güneydoğudan esen yel, keşişleme. akçaağaç * Akçaağaçgillerden süs ağacı olarak da dikilen tahtasıhafif ve sağlam bir ağaç, isfendan (Acer). akçaağaçgiller * İki çeneklilerden, örneği akçaağaç olan bir bitki familyası. akçakavak * Akkavak. akçalı * Paraya bağlı, parayla ilgili, malî. akçe * Küçük gümüşpara.
* Her tür madenî para.akçıl * Rengini atmış, ağarmış, içinde ak renk bulunan. akçıllanma * Akçıllanmak işi. akçıllanmak * Akçıl duruma gelmek, rengini atmak veya atmışgibi olmak. akçıllaşma * Akçıllaşmak işi veya durumu. akçıllaşmak * Akçıl duruma gelmişolmak. akçıllık * Akçıl olanın durumu. akçöpleme * Zambakgillerden, yapraklarının uzun, genişolması, çiçeklerinin güzelliği dolayısıyla bahçe çiçekleri arasına
giren zehirli bir bitki cinsi (Veratrum album).akdarı * Buğdaygillerden, bir yıllık veya daha uzun yaşayabilen otsu bir bitki türü (Panicum miliaceum). akdedilme * Akdedilmek durumu. akdedilmek * Akdetmek işi yapılmak. Akdeniz humması * Malta humması. Akdeniz mavisi * Parlak ve canlı görünümde mavi rengin bir türü. akdetme * Akdetmek işi. akdetmek * (mukavele, muahede, ittifak gibi karşılıklı bağlanma anlamıtaşıyan Arapça sözlerle) Yapmak. akdiken * Hünnapgillerden, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan bir bitki cinsi, güvem eriği, geyik dikeni (Rhamnus
cathartica).akdoğan * Kartalgillerden bir doğan türü, aksungur. akdut * Beyaz renkte olan dut. akemi * İki elemanlımermer yapıştırıcısı. akgünlük * Tütsü olarak yakılan bir tür ağaç sakızı. akhardal * Hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanılan hardal türlerinden biri (Sinapis alba). akı * Herhangi bir kuvvet alanında, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği var sayılan güç çizgileri,
seyelân.akıak karasıkara * beyaz tenli, kara gözlü, kara saçlı. akıkarası geçitte belli olur * bir iddiadaki doğruluğun ancak deney veya sınav sonunda belli olacağınıanlatmak için söylenir. akı bet * (bir işveya durum için) Son, sonuç.
* Sonunda, eninde sonunda.akı betine uğramak * birinin içinde bulunduğu kötü duruma düşmek. akıcı * Akma özelliği olan.
* Kolay söylenebilen, okunabilen, anlamca açık (anlatım), selis.akıcıünsüz * Ciğerlerden gelen havanın, ağız boşluğundaki yarıkapalı bir engele çarpmasıyla oluşan bol sesli ünsüz (r, l,
ğ, y).akıcılık * Akıcı olma durumu.
* Söz, yazıve anlatımın akıcı olma özelliği, selâset.akıcılık ölçeği * Bir sıvının belli sıcaklıktaki akıcılığınıölçmekte kullanılan alet. akıl * Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us.
* Hafıza, bellek.
* Öğüt, salık verilen yol.
* Düşünce, kanı.akıl akıl, gel çengele takıl * bir sorunun nasıl çözümleneceğini düşünememe durumu. akıl akıldan üstündür * bir kimsenin aklına gelmeyen bir çare, herhangi birinin aklına gelebilir. akıl almak * danışmak, görüşalmak. akıl almamak * inanılacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek. akıl almaz * inanılacak gibi olmayan, inanılmaz. akıl danışmak * bir konuda birinin görüşünü sormak. akıl defteri * Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığıküçük defter, not defteri, muhtıra defteri, ajanda. akıl dışı * Akla, gerçeğe, uygun olmayan.
* Us dışı, gayriaklî, irrasyonel.akıl dışıcılık * Akıl dışıdavranma yanlısı görüş, us dışıcılık, irrasyonalizm. akıl dişi * Yirmi yaşsıralarında altlıüstlü ve sağlısollu, en içeride çıkan azıdişi, yirmi yaşdişi. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 27
ağzısulanmak * imrenmek. ağzısüt kokmak * çok genç ve toy olmak. ağzıteneke kaplı(olmak) * çok sıcak veya çok acışeyleri kolaylıkla içebilen veya yiyebilenler için şaka yollu söylenir. ağzıtorba değil ki büzesin * herkesin dedikodu yapmasının önüne geçilemeyeceğini anlatır. ağzıvar, dili yok * pek sessiz, kendi hâlinde.
* konuşmayan, derdini anlatamayan.ağzıvarmamak * söylemeye, açıklamaya gönlü elvermemek. ağzıyanmak * o şeyden büyük zarar görmek. ağzına (veya diline) kira istemek * söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlıdavranmak. ağzına (veya diline) sağlık * bir sözü yerinde söyleyen kişilere söylenir. ağzına (veya önüne) bir kemik atmak * birini küçük bir çıkar göstererek susturmak. ağzına abdestle almak * o kişiyi anarken çok saygılıdavranmak. ağzına almak * söylemek. ağzına almamak * adınıağzına almamak. ağzına almamak * söz konusu etmemek, anmamak, söylememek. ağzına atmak * yemek için ağza koymak. ağzına bakakalmak * sözlerine hayran olmak. ağzına baktırmak * kendini zevk ile dinletmek. ağzına bir parmak bal çalmak * birini tatlısözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak. ağzına bir şey (veya bir çöp) koymamak * hiçbir şey yememek.
ağzına bir zeytin verir, altına (veya ardına) tulum tutar.
* yaptığıküçük iyiliklere karşılık büyük çıkar bekler.ağzına burnuna bulaştırmak * bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak. ağzına düşmek * çok yaygın olarak bilinip konuşulmak. ağzına etmek * haddini bildirmek. ağzına geldiği gibi * önünü sonunu düşünmeden. ağzına geleni söylemek * nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcısözler söylemek.
* çok ve düşüncesizce konuşmak.ağzına gem vurmak * susturmak, söyletmemek. ağzına kadar * boşyeri kalmayacak biçimde. ağzına kilit takmak (veya vurmak) * susturmak. ağzına koymamak * yememek veya içmemek. ağzına lâyık * bir yiyeceğin tadıanlatılırken “sen de yesen, beğenirsin” anlamı ile söylenir. ağzına sakız olmak * dedikodusuna konu olmak. ağzına sürmemek * bir şeyden hiç yememek. ağzına taşalmış * söze karışmayıp susanlar için kullanılır. ağzına tıkamak * susturmak, fazla konuşmasına engel olmak. ağzına tükürmek * birini küçültmek üzere küfür olarak kullanılan uygunsuz sözler sarf etmek.
* birine benzemek.ağzına verilmesini beklemek (veya istemek) * çalışmayıp, işlerinin başkalarıtarafından yapılmasını beklemek. ağzına vur, lokmasınıal * yumuşak huylu kimseye her istenileni kolaylıkla yaptırabilme anlamında bir atasözüdür. ağzına yakışmamak * söylemesi ayıp kaçmak, uygun düşmemek, yakışık almamak. ağzında bakla ıslanmamak * hiç sır saklamamak. ağzında bırakmak * Bkz. lâf ağzında kalmak. ağzında büyümek * sevmediğinden veya içi almadığından yutamamak. ağzında gevelemek * açıkça söylememek. ağzında yaşkalmamak * bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemişolmak. ağzından * birisinden dinleyerek.
* adına.ağzından baklayıçıkarmak * Bkz. baklayıağzından çıkarmak. ağzından bal akmak * çok tatlıkonuşmak. ağzından çıkanı(veya çıkan sözü) kulağıduymamak (işitmemek) * sözlerini tartmadan söylemek. ağzından çıkmak * bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek,söylemiş bulunmak. ağzından çıt çıkmamak * hiçbir şey söylememek. ağzından dirhemle çıkmak * çok az konuşmak. ağzından dökülmek * açıkça söylemekten çekindiği şey, konuşmasından belli olmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 26
ağrıkesen * Ağrıduyusunu ortadan kaldıran, dindiren (ilâç vb.), analjezik. ağrılarda göz ağrısı, her kişinin öz ağrısı * herkesi en çok ilgilendiren şey kendi derdidir. ağrılı * Ağrıyan, ağrısı olan. ağrıma * Ağrımak işi.
* Memeli hayvanlarda görülen ara konakçıkenelerin bulaştırdığı ağrıma asalaklarından ileri gelen hastalık.ağrıma asalakları * Omurgalılardan alyuvar asalağı olarak yaşayan türlü biçimlerdeki sporlular topluluğu. ağrımak * (vücudun bir yeri) Ağrılı olmak. ağrına gitmek * onuruna dokunmak veya gücüne gitmek. ağrısıtutmak * (gebe kadın için) doğum sancıları başlamak.
* (hasta bir organ) ağrımaya başlamak.ağrısız * Ağrısı olmayan.
* Ağrıvermeden.
* Dertsiz, tasasız.ağrısız başına kaş bastı bağlamak * kendine gereksiz yere işçıkarmak. ağrıtma * Ağrıtmak işi. ağrıtmak * Ağrımasına yol açmak. ağsı * Ağgörünüşünde olan, ağgibi örülmüşolan. ağu * Ağı. ağulamak * Ağulamak. ağustos * Yılın 31 gün süren sekizinci ayı. ağustos böceği * Eşkanatlılardan, erkeği yazın karnının altındaki özel bir organdan kesik ve sürekli ses çıkaran bir böcek,
orak böceği (Cicada plebeja).ağustos böcekleri * Genç sürgünlerden öz su emerek tarım ve orman bitkilerine zarar veren birçok türün bulunduğu eş
kanatlılar familyası.ağyar * Başkaları, yabancılar, eller. ağza alınmaz (veya ağza alınmayacak) * söylenmesi ayıp, çirkin (söz, küfür). ağza almamak * anmamak, sözünü etmemek. ağza düşmek * dedikodu konusu olmak. ağza koyacak bir şey * yiyecek bir şey. ağza tat, boğaza feryat * (yiyecek için) miktarıçok az olan. ağzıaçık * Şaşkın, alık, bön.
* Hayranlıkla, büyülenmişolarak.ağzıaçık (veya ağzı bir karışaçık) kalmak * çok şaşırmak, şaşakalmak. ağzıaçık ayran delisi (veya budalası) * yeni gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakan, şaşıran.
* saf, bön.ağzı bir * Söz birliği etmiş. ağzı bozuk * Sövmeyi alışkanlık edinmişolan, küfürbaz. ağzı burnu yerinde * oldukça güzel, yakışıklı. ağzıçirişçanağına dönmek * ağzıkuruyup acılaşmak. ağzıdili bağlanmak * herhangi bir sebeple konuşamaz olmak. ağzıdili kurumak * herhangi bir sebeple tükürük az olmak. ağzıdili tutulmak * beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak. ağzıdolu dolu konuşmak * heyecanlısöz söylemek. ağzı gevşek * Sır saklamaz, sır tutmaz. ağzıhavada * çevresindekilerden habersiz, alık, şaşkın. ağzıkalabalık * Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz çok konuşan, boş boğaz. ağzıkara * Kara haber vermekten hoşlanan, şom ağızlı.
* Bir yerde konuşulanıveya yapılanıduyup görmesi istenilmeyen (kimse).ağzıkenetli * Sır tutan, sır saklayan (kimse). ağzıkilitli * Dudakları beyaz (at).
* Sır saklayan.ağzıkulaklarına varmak * çok sevinmek. ağzıkulaklarında * çok sevinçli, mutlu. ağzıkurumak * bir konuyu çok söylemek sebebiyle, ondan bıkmak.
* içecek ihtiyacıduymak.ağzıkurusun * felâket dileğinde bulunanlara karşıkullanılan bir ilenme. ağzılâf (veya lâkırdı) yapmak * kolay konuşma yeteneği olmak.
* inandırıcısöz söyleme yeteneği olmak.ağzı oynamak * bir şeyler yemek.
* konuşmak.ağzıpek * Sır vermeyen, ketum. ağzıpis * Sövmeyi huy edinmişolan. ağzısıkı * Bkz. ağzıpek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 25
ağızdan kapmak * başkalarından dinlemek yolu ile yarım yamalak birtakım bilgiler edinmek. ağızlama * Ağızlamak işi. ağızlamak * Bir işi kolaylamak.
* Bir parçayıyuvasına geçirmek için önce yuvanın ağzınıayarlamak.
* Bir boğazın veya bir limanın ağzını ortalamak.ağızlara sakız olmak * herkesin diline düşmek. ağızlaşma * Ağızlaşmak işi veya durumu. ağızlaşmak * İki kan damarı, birbiri içine açılmak. ağızlı * Ağzıherhangi bir biçimde olan. ağızlık * Bir ucuna sigara takılan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç.
* Nefesli çalgılarda ağza gelen yer.
* Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapılan kapak.
* Kuyu bileziği.
* Su tesisatında su alıp vermeye yarayan vanalıuç.
* Hayvanın ısırmasına, zararlı bir şey yemesine engel olmak için ağzına takılan tel, deri gibi kafes.
* (dokumacılıkta) Çözgünün açılıp kapandığıve içinde mekiğin geçtiği yer.
* Telefon ve benzeri cihazlarda ağza yaklaştırılan bölüm.
* Bir şeyin başladığıyer.
* Huni.ağızlıkçı * Ağızlık yapan veya satan kimse. ağızotu * Toplarıateşlemek için falyaya konulan ve barutun patlamasına sebep olan madde. ağızsıl * Ağızla ilgili. ağızsıl ünlü * Bkz. ağız ünlüsü. ağızsız * Ağzı olmayan.
* Yumuşak huylu, sessiz.ağladıağlayacak * ağlamak üzere olan. ağlama * Ağlamak işi. ağlamak * Üzüntü, acı, sevinç, pişmanlık aldanma vb.nin etkisiyle göz yaşıdökmek.
* Ağaç budandığında kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak.
* Sızlanmak, yakınmak.
* Bir duruma karşıüzüntü duymak.ağlamak para etmez * üzülmenin yararı olmaz. ağlamaklı * Ağlar gibi olan, üzüntülü. ağlamaklı olmak * ağlayacak duruma gelmek. ağlamalı * Ağlar gibi olan, ağlayacak gibi.
* Acıma duygusu uyandıracak hâlde, sızlamalı.ağlamayan çocuğa meme vermezler * hakkınıaramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez. ağlamsı * Ağlayacak gibi, ağlamalı. ağlanma * Ağlanmak işi. ağlanmak * Ağlamak işi yapılmak. ağlantı * Hafif hafif ağlama. ağlar gözden, sahte sözden kendini sakın * “kendini acındıranlardan kork” anlamında kullanılır. ağlaşma * Ağlaşmak işi. ağlaşmak * Birlikte ağlamak.
* Sızlanmak.ağlata ağlata * Sürekli ağlatarak, devamlıeziyet ederek, üzerek. ağlatı * Trajedi. ağlatıcı * Ağlamaya yol açan. ağlatış * Ağlatmak işi veya biçimi. ağlatma * Ağlatmak işi. ağlatmak * Ağlamasına yol açmak. ağlaya ağlaya * Ağlayarak. ağlayanın malı gülene hayretmez * birinden haksız olarak alınan malın onu alana yararı olmaz. ağlayıcı * Ölünün ardından ağlamak için para ile tutulan kimse, ağıtçı, yasçı. ağlayış * Ağlamak işi veya biçimi. ağlı * Ağı bulunan. ağma * Ağmak işi.
* Akan yıldız, şahap.ağmak * Sarkmak, aşağıya inmek, eğilmek, meyletmek.
* Yükselmek, yukarıçıkmak.ağnam * Koyun ve keçi başına alınan vergi, sayım vergisi. ağnama * Ağnamak işi. ağnamak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak. ağnamcı * Ağnam vergisi toplayan kimse. ağraz * Kötü niyet ve düşmanlıklar. ağrı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve şiddetli acı. ağrıkesici * Acıyı, sızıyıdindirici (ilâç). ağrıkesimi * Ağrıduyusunun kendiliğinden veya tedavi sonucu yok olması, analjezi. ağrısızı * Rahatsızlık veren acı, sancı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 24
ağıtçı * Ölüye ağıt söylemek için para ile getirilen kimse, sağucu. ağıtçılık * Ağıtçının işi veya mesleği. ağıtlama * Ölmüşleri anmak için düzenlenen törende okunan övgü. ağız * Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan
boşluk.
* Bu boşluğun dudaklarıçevrelediği bölümü.
* Kapların veya içi boşşeylerin açık yanı.
* Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap.
* Koy, körfez, liman, yol gibi yerlerin açık yanı.
* Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak.
* Kesici aletlerin keskin yanı.
* Bir dilin sınırları içinde, bölgelere ve sınıflara göre değişen söyleyişözelliği.
* Birini yanıltmak, kandırmak amacıyla dolambaçlı birtakım sözler söyleme özelliği.
* Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
* Bazen “kez” anlamına gelir.
* Üslûp, ifade özelliği.
* (tehlikeli şeyler için) Pek yakın yer.ağız * Yeni doğurmuşmemelilerin ilk sütü. ağız açmak * söz söylemek, konuşmak.
* azarlamak, paylamak.ağız açmamak * tek bir söz olsun söylememek, susup kalmak. ağız açtırmamak * çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak. ağız ağıza * ağzına kadar, tamamen. ağız ağıza vermek (veya konuşmak) * iki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek biçimde konuşmak. ağız alışkanlığı * Çok söylendiği için bir sözü sık sık kullanma durumu. ağız aramak (veya yoklamak) * öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak. ağız birliği * Bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşma, söz birliği. ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynışekilde konuşmak, söz birliği etmek. ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşmak, söz birliği etmek. ağız burun birbirine karışmak * dayak yeme sonunda yüzü, yara bere içinde kalmak.
* yüzde aşırıöfke, üzüntü, yorgunluk gibi durumların izleri görünmek.ağız dalaşı * Ağız kavgası, karşılıklıatışma, bağrışma, dil dalaşı. ağız değişikliği * Yemeğin çeşidinde değişiklik. ağız değiştirmek * önce söylediğini başka türlü anlatmak. ağız dil vermemek * hiç konuşmamak, susmak. ağız dolusu * Ağzın alabileceği kadar.
* (küfür için) Birbiri ardınca, birçok.ağız kâhyası * Birinin söyleyeceği sözlere karışan kimse. ağız kalabalığı * Birbirini tutmayan gereksiz sözler. ağız kalabalığına getirmek * birini gereksiz sözler söylemek yolu ile şaşırtmak.
* söz söyleme becerisine sahip olma.ağız kavafı * Karşısındakini kandırmak için gerekli gereksiz çok söz söyleyen. ağız kavgası * Karşılıklıağır sözler söyleyerek yapılan çekişme, atışma, dil kavgası. ağız kokusu * Bir kimsenin çekilmez davranışları, istekleri, sözleri. ağız kullanmak * duruma, ortama göre söz söylemek, sözünü amacına göre değiştirmek. ağız nişanı * Yalnız sözle yapılan nişanlanma. ağız satmak * yüksekten atarak kendini övmek. ağız şakası * Sözle yapılan şaka. ağız tadı * (ailede veya toplumda) Dirlik düzenlik, iyi geçinme veya rahatlık. ağız tadıyla * huzurla, rahatlık içinde, içine sine sine, lezzetini duyarak. ağız tamburasıçalmak * sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak. ağız tatsızlığı * Bir topluluk içindeki geçimsizlik, huzursuzluk. ağız tıkamak * konuşma imkânıvermemek. ağız tüfeği * Mermileri şiddetle üflenerek fırlatılan bir çeşit tüfek taslağı. ağız tütünü * Keyif için ağızda çiğnenen bir tür tütün. ağız ünlüsü * Geniz yoluna kaymadan çıkan ünlü, ağızsıl ünlü. ağız yapmak * birini kandırma, yanıltma amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde
konuşmak.ağız yaymak * açık ve dürüst konuşmaktan kaçınmak. ağız yer, yüz utanır * armağan alan, armağanıverenin isteğini yerine getirmeye çalışır. ağız yoklamak * Bkz. ağız aramak. ağızda dağılmak * (genellikle hamur işi için) iyi pişmişve lezzetli olmak. ağızda sakız gibi çiğnemek * bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak. ağızdan * Yazılı olmayarak, sözle, sözlü, şifahî. ağızdan ağıza * Herkes birbirine söyleyerek. ağızdan ağza dolaşmak (veya geçmek) * herkes birbirine söylemek. ağızdan burun yakın, kardeşten karın yakın * “insanın kendi yararıher şeyden önemlidir” anlamında kullanılır. ağızdan dolma * (top veya tüfek için) Namlusu ağzından doldurulan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 23
ağır kaçmak * gücendirici olmak. ağır kayba uğramak * maddî ve manevî büyük zarar görmek. ağır kayıp * (savaş, deprem, sel gibi doğal afetlerde) Büyük kayıp.
* Maddî zarar.ağır küre * Yer yuvarlağının, yoğunluğu ve katılığıçok olan bölümü, barisfer. ağır ol! * ciddî, ağırbaşlı, soğukkanlı, sabırlı ol!.
* acele etme, yavaşol!.ağır oturmak * uslu durmak. ağır para cezası * Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası. ağır sanayi * Üretim araçlarıyapan sanayi. ağır satmak * nazlanmak, gönülsüz davranmak. ağır sıklet * Bazıspor dallarında yarışmacıların ağırlığı ile sınırlandırılan kategori, başağırlık. ağır söylemek * acı, dokunaklı, sözler söylemek. ağır söz * Kişinin onuruna dokunan, dayanılması güç söz. ağır su * Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaşlatıcısı olarak kullanılan, içinde hidrojen atomlarıyerine
döteryum izotopları bulunmasısonucu oluşan su (DO).ağır top * Güçlü, ünlü, tanınmışkimse. ağır uyku * Uyanılması güç, derin uyku. ağır vasıta * Motoru, ağır yük veya birden fazla römork taşımak amacıyla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç. ağır vasıta ehliyeti * Ağır vasıta sürücülerine verilen kullanma belgesi. ağır yağ * Kalın yağ. ağırbaşlı * Davranışlarıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî. ağırbaşlılık * Ağırbaşlı olma durumu, vakar, ciddiyet. ağırca * Oldukça ağır. ağırdan * Ağır olarak. ağırdan almak * bir işi gereken süre içinde bitirmemek.
* bir işi gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek.ağırkanlı * Hippokrates’in ortaya attığı ağır canlılık, soğukluk, kolayca duygulanmayışgibi nitelikleri kendinde toplayan
kişilik tipi.
* Bkz. ağır canlı.ağırkanlılık * Ağırkanlı olma durumu. ağırlama * Ağırlamak işi, ikram, izaz.
* Gelin veya güvey karşılanırken çalınan kıvrak bir hava.ağırlamak * Konuğa saygı göstererek onun her türlü rahatını, ihtiyacını sağlamak, ikram etmek, izaz etmek. ağırlanma * Ağırlanmak işi. ağırlanmak * Ağırlamak işine konu olmak. ağırlaşma * Ağırlaşmak durumu. ağırlaşmak * (hava) Sıkıcıve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak.
* (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak.
* Yavaşlamak.
* (gebe kadın için) Doğurmasıyaklaşmak.
* Ağırbaşlı olmak.
* (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak.
* Güçleşmek, zorlaşmak.
* (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek.ağırlaştırma * Ağırlaştırmak işi. ağırlaştırmak * Bir şeyin ağırlaşmasına yol açmak. ağırlatma * Ağırlatmak işi. ağırlatmak * Ağırlamak işini yaptırmak. ağırlığınca altın değmek * çok değerli olmak. ağırlığını(ortaya) koymak * kimliğini ve kişiliğini kabul ettirmek. ağırlık * Ağır olma durumu.
* Değerli olma durumu.
* Ağırbaşlılık.
* Tehlikeli olma durumu.
* Sıkıntılı, bunaltıcıdurum.
* Orduda bir birliğin cephane, yiyecek ve eşya yükleri.
* Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalın.
* Uyuşukluk ve gevşeklik durumu.
* Uykuda iken gelen ve insana boğulur gibi bir duygu veren durum.
* Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluşturduğu bileşke.
* Takı.
* Yük, külfet.
* Sorumluluk.
* Etki, yetki, baskı, güçlük.
* Dikkati ve önemi bir şey üzerinde yoğunlaştırmak.
* Terazilerde tartma işi yapılırken bir kefeye konulan nesne.
* Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağanın üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değer
tanınması.ağırlık basmak (veya çökmek) * gevşeklik ve uyku gelmek.
* (uykuda) sıkıntılıduruma girmek.
* Ağır bir hava kaplamak, sessizlik oluşmak.ağırlık merkezi * Bir cismin bütün noktalarına ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluşmuştek kuvvet
durumundaki bileşkenin uygulama noktası.
* Bir işin en önemli bölümü.ağırlık olmak * birine yük olmak, kendi masrafını başkasına çektirmek, sıkıntıvermek. ağırlıklı * Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağanın üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanınan
(değer).ağırsama * Ağırsamak hareketi. ağırsamak * Birine karşısoğuk davranarak sıkıntıverdiğini anlatmak.
* Bir işi yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek.
* Bir işi ağır bulmak, yük saymak, yüksünmek.ağırşak * Yün, iplik eğirilen iği ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen yarım küre biçiminde, ortasıdelik ağaç veya
kemik parça.
* Teker biçiminde yassınesne, kurs.ağırşaklanma * Ağırşaklanmak işi veya durumu. ağırşaklanmak * Çı banda veya (ergenlik sırasında) memede ağırşak biçiminde bir tümsek oluşmak. ağış * Ağmak işi veya biçimi.
* (su buharının ve başka gazların) Yerden havaya doğru çıkışı, yağışkarşıtı.ağıt * Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarınıveya büyük
felâketlerin acılıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye.
* Ağlama, gelin olan bir kızın arkasından meziyetlerini sayıp dökerek ağlama.ağıt yakmak (veya tutturmak) * ağıt söylemek, ağıt düzmek.