Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 63

    amnios * Döl kesesi.
    amnios suyu * Döl kesesini dolduran ve cenini içinde bulunduran sıvı, çağnak.
    amonyak * Azot ve hidrojen birleşimi olan, keskin kokulu bir gaz (NH3).
    * İçinde bu gazın eritilmiş bulunduğu su, nışadır ruhu.
    amonyaklama * Amonyaklamak işi.
    amonyaklamak * Bazıyemlerin amonyak veya bir amonyum bileşiği ile karıştırmak veya doyurmak.
    amonyum * Amonyaklıtuzlarda maden rolü oynayan bir birleşim kökü (NH4).
    amonyum karbonat * Hamur kabartmada maya olarak kullanılan karbonik asidin amonyum tuzu, nışadır kaymağı.
    amonyum sülfat * Sanayide sentez yolu ile elde edilen amonyum nötr sülfat, azotlu gübrelerin en çok kullanılanıdır.
    amor * Bir çeşit kumaş.
    amoralizm * Ahlâk dışıcılık, töre dışıcılık.
    amorf * Biçimsiz.
    amorti * Birden ödenerek faizinin işlemesine son verilen tahvil.
    * Piyangoda ödenen para kadar ödenen karşılık.
    amorti etmek * bir girişimde yatırılan parayızamanla yeniden kazanmak.
    amortisman * Taşınmaz malların aşınmalarına karşılık olarak, yıllık kârdan ayrılan belirli pay.
    * Faizin işlemesine son vermek için bir tahvilin birden ödenmesi.
    amortisör * Motorlu araçlarda sarsıntı, sallantı gibi hareketleri en aza indiren, yayların gereksiz hareketlerini gidermeye
    yarayan düzen.
    * Bu düzeni kuran öge, cihaz, yumuşatmalık.
    amper * Elektrik akımında şiddet birimi. KısaltmasıA.
    amper saat * Bir amper şiddetinde akım geçiren bir iletkenden bir saat içinde geçen elektrik miktarı.
    ampermetre * Amperölçer.
    amperölçer * Bir elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan aygıt, akımölçer.
    ampir * Napoleon döneminde Fransa’da ve Avrupa’da yayılmışolan yapı, mobilya, giyim vb. üslûbu.
    ampirik * Bir kurama değil de yalnızca deneye, gözleme dayanan.
    ampirist * Deneyci.
    ampirizm * Deneycilik.
    amplifikatör * Alçak veya yüksek frekanslıakımların gerilimini, şiddetini veya gücünü artırmaya yarayan araç, yükselteç.
    ampul * İçinde, elektrik akımı ile akkor durumuna gelerek ışık verebilen bir iletkeni bulunan, havası boşaltılmış cam
    şişe.
    * İçinde çoğu kez zerk edilecek, sıvıdurumda ilâç bulunan küçük veya büyük cam tüp.
    ampütasyon * Bir organıkesip çıkarma.
    * Herhangi bir bütünden bir parça kesme veya koparma.
    amuda kalkmak * iki eli üstüne dayanarak bacaklarınıhavada dikey tutmak.
    amudî * Dikey, dikine, dik.
    amudufıkarî * Omurga kemiği, bel kemiği.
    amut * Dikme, dik durumda.
    amyant * Kolayca bükülen ve ateşe dayanan liflerden oluşmuş, bir tür ak asbest.
    an * Zamanın bölünemeyecek kadar kısa bir parçası, lâhza.
    an * İki tarla arasındaki sınır.
    an * Zihin.
    -an / -en * İsimden isim türeten ek: oğul-an > oğlan, kız-an, kök-en vb.
    -an / -en * Fiilden sıfat türeten ek.
    ana * Çocuğu olan kadın, anne.
    * Yavrusu olan dişi hayvan.
    * Dince aziz tanınan bazıkadınlara verilen saygıunvanı.
    * Yaşlıkadınlara saygılı bir seslenme sözü olarak kullanılır.
    * Velinimet.
    * Alacağın veya borcun, faizin dışında olan bölümü.
    * Temel, asıl, esas.
    * Çizgilerden herhangi birini anlatan kelimeye sıfat olarak geldiğinde, o çizginin, belirli bir kural altında
    hareket ederek bir yüzey oluşturmaya yaradığınıanlatır.
    ana arı * Arı beyi.
    ana avrat düz (veya dümdüz) gitmek * sövmek, küfretmek.
    ana baba * Ana ile babanın oluşturduğu birlik.
    ana baba bir * aynıana ve babadan olan (kardeşler).
    ana baba eline bakmak * ana ve babanın verdiği para ile geçinmek.
    ana baba günü * Çok kalabalık.
    * Sıkıntılıkalabalık, telâşlı, tehlikeli zaman, yer veya durum.
    ana baba yavrusu * nazlı büyütülmüşçocuk.
    ana bilim dalı * Üniversite veya fakültelerde bölümlerin alt bilim veya uzmanlık dalları.
    ana bir, baba ayrı * anaları bir, babalarıayrı olan (kardeşler).
    ana cadde * Şehirde ara sokakların açıldığı genişyol.
    ana çizgi * Belli bir kurala göre yürütülerek bir biçimin oluşmasına yarayan çizgi.
    ana dal * Ağaç, ağaççık veya çalılarda gövdeden ilk çıkan ve bitkinin çatısını oluşturan dal.
    ana defter * Ticarî bir kuruluşun, aylık ve bilânço hesaplarını gösteren defter, büyük defter, defterikebir.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 60

    Am * Amerikyum’un kısaltması.
    am * Dişilik organı, ferç.
    -am / -em * Fiilden isim türeten ek: tut-am, dön-em vb.
    ama * Çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarar, amma.
    * Uyarma veya şartlı bir ifade niteliğinde olan bir cümleyi, başka bir cümleye bağlamaya yarar.
    * Beklenmeyen bir sonucu anlatan iki cümleyi onun sebebi durumunda olan cümleye bağlar.
    * Bir yargıyıveya bir buyruğu pekiştirmek için de kullanılır.
    * Bazen dikkati çekmek için cümlenin sonuna getirilir.
    âmâ * Görmez, kör.
    ama ne * ne hoş.
    * şaşılacak niteliği olan.
    amabile * Bir parçanın sevimli ve cana yakın çalınacağınıanlatır.
    amaç * Erişilmek istenilen sonuç, maksat.
    * Gaye.
    * Hedef.
    amaç dışı * Gaye dışı, hedeflenen amacın dışında.
    amaç edinmek * bir amaca ulaşma isteğinde bulunmak.
    amaç gütmek * bir amacı gerçekleştirmeye çalışmak.
    amaçlama * Amaçlamak işi, hedef alma, istihdaf.
    amaçlamak * Bir amaca ulaşmayı istemek, istihdaf etmek.
    amaçlanma * Amaçlanmak işi.
    amaçlanmak * Amaçlamak işine konu olmak.
    amaçlı * Amacı olan, gayeli.
    * Bir amaca yönelik.
    amaçlılık * Amaçlı olma durumu.
    amaçsız * Amacı olmayan, gayesiz.
    amaçsızlık * Amaçsız olma durumu.
    amade * (bir işi) Yapmaya hazır.
    -amak * Fiilden isim türeten ek: bas-amak, tutamak, kaç-amak vb.
    amal * İşler, işlemler.
    âmâlık * Âmâ olma durumu.
    amalierbaa * Matematikte dört işlem terimine verilen ad.
    aman * Yardım istendiğini anlatır.
    * Bir suçun bağışlanmasının istenildiğini anlatır.
    * Rica anlatır.
    * Usanç ve öfke anlatır.
    * Dikkat uyandırmak için kullanılır.
    * Çok beğenmeyi anlatır: Aman ne güzel şey! Bu anlamda kullanıldığında buna da edatıda getirilebilir.
    * Şaşma anlatır.
    aman Allah (Allahım) * şaşma, beğenme veya beğenmeme, korku gibi duyguları belirtmek için kullanılır.
    aman bulmak * kurtulmak.
    aman dedirtmek (veya amana getirmek) * karşıkoyan birini boyun eğmek zorunda bırakmak, zor durumda bırakmak.
    aman derim! * sakın ha, böyle bir işyapayım deme.
    aman dilemek * önce direnirken zor karşısında boyun eğip canının bağışlanmasınıdilemek.
    aman vermek * canını bağışlamak, öldürmemek.
    aman vermemek * rahat bırakmamak, göz açtırmamak.
    * acımayıp öldürmek.
    aman zaman * Karşısındakini yumuşatmak için söylenen sözleri anlatır.
    amana gelmek * önce direnirken zor karşısında boyun eğmek.
    amanın * Korkma ve şaşma sözü.
    amanname * İslâm devletlerinde düşmana güvenlik içinde olduğunu bildirmek üzere verilen belge.
    amansız * Aman vermez, hiç acımayan, cana kıyıcı.
    amansız hastalık * Kanser.
    amansızca * Öldürücü bir durumda, acımasız olarak.
    * Hoşgörüsüz olarak.
    amasımamasıyok! * hiçbir özrün geçerli olamayacağınıanlatır.
    amasıvar * herkesin bilmediği sakıncasıveya kusurlarıvar.
    Amasya’nın bardağı, biri olmazsa biri daha * ele geçirilmeyen veya kaçan bir şeye üzülmek boştur, çünkü her zaman benzeri sağlanabilir.
    amatör * Bir işi para kazanmak için değil, yalnız zevki için yapan kimse, hevesli, profesyonel karşıtı.
    amatörlük * Amatör olma durumu.
    amazon * (eski çağların Amazonlarına benzetilerek) Erkek gibi, savaşsaflarında yer alan kadın.
    * Ata binen kadın.
    ambalâj * Eşyayısarmaya yarayan mukavva, kâğıt, tahta, plâstik madde gibi malzeme.
    ambalâj yapmak * (bir şeyi) bu gibi maddelerle paketlemek, sandıklamak.
    ambalâjcı * Ambalâj yapan kimse.
    ambalâjcılık * Ambalâjcı olma durumu veya işi.
    ambalâjlama * Ambalâjlamak işi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 58

    Altayistik * Altay grubuna giren Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Japon ve Korelilerin dil, edebiyat, kültür ve tarihleriyle
    uğraşan bilim dalı.
    alternatif * Seçilebilecek bir başka yol, yöntem; seçenek.
    * Almaşık.
    * Dalgalı(akım).
    alternatör * Dalgalıelektrik akımıveren üreteç.
    altes * Prens ve prenseslere verilen şeref unvanı.
    * Bu unvanıtaşıyan kimse.
    altı * Beşten sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 6, Vl.
    * Beşten bir artık.
    altıalay üstü kalay * içi dışı gibi özenilmişolmayan şeyler için söylenir.
    AltıKardeş * Kuzey kutup yönünde, Büyük Ayı’nın karşısında bulunan takım yıldız.
    altıkarış beberuhi * kısa boylu olanlar için alay yollu söylenir.
    altıkaval üstü şişhane * Bkz. altıkaval üstü şişhane.
    altıkaval, üstü şişhane * (giyim için) altı, üstüne uymaz.
    altı okka etmek * birini kollarından ve bacaklarından tutup yukarıkaldırarak sallamak veya götürmek.
    altıyaşolmak * işe birtakım oyunlar karışmak, böyle bir işe girişmekte sakıncalar bulunduğu anlaşılmak.
    altıyol * Altıyolun birleştiği yer.
    altıdan yemek * hastahanelerde hiç perhizi olmayan hastalara verilen tam yemek.
    altı gen * Altıkenarlıçokgen, müseddes.
    altık * Konusu ile yüklemi aynı olan, biri tümel olumlu, biri tikel olumlu; biri tümel olumsuz, biri tikel olumsuz iki
    önerme arasındaki bağlantıdurumu, mütedahil: “Kimi insanlar fanidir” önermesi “Bütün insanlar fanidir”
    önermesinin altığı olur.
    altılı * Altıparçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden altıtane bulunan.
    * İskambil, domino gibi oyunlarda üzerinde altı işareti bulunan kâğıt veya pul.
    * Divan edebiyatında her bendi altımısradan oluşan nazım biçimi.
    altılık * Altısı bir arada, altıtaneden oluşmuş, altıtane alabilen.
    altın * Atom sayısı79, atom ağırlığı196,9 olan, 10640 C de eriyen, kolay işlenen, yüksek değerli, paslanmaz
    element, kısaltmasıAu.
    * Altından yapılmış.
    * Altından yapılmışsikke.
    * Niteliği iyi olan, üstün nitelikte olan, değerli.
    altın adıpul oldu, kız adıdul oldu * uygunsuz davranışlarıyüzünden temiz tanınan kişiliği lekelendi.
    altın adını bakır etmek * kötü işler yaparak temiz ve parlak ününü karartmak.
    altın anahtar her kapıyıaçar * para olunca her güçlük yenilebilir.
    altın babası * Çok zengin, parasıçok olan kimse.
    altın beşik * Bir elleriyle kendi bileklerini kavrayan iki kişinin, öteki elleriyle karşılıklı olarak birbirlerinin bileklerini
    tutmaları.
    altın bilezik * Altından yapılmışkola takılan ve pek çok türü olan süs eşyası.
    * Para getiren sanat veya meslek.
    altın çağ * En parlak ve mutlu çağ.
    altın eli bıçak kesmez * varlıklıveya değerli kişilerin elini kimse bükemez.
    altın gibi * altına benzeyen, sarı.
    altın kaplama * Herhangi bir metal altın suyuna batırılarak ince bir altın tabaka ile sarılarak altına benzetilmek.
    altın keseği * Yerden temiz külçe durumunda çıkan altın.
    altın kesmek * çok para kazanır olmak.
    altın kökü * Güney Amerika’da yetişen, kusturucu niteliği olan bir kök, ipeka (Cephaelis ipeca cuanha).
    altın küpü * Altın para biriktiren; parasıçok olan.
    altın leğene kan kusmak * varlık içinde hastalık veya sıkıntıçekerek yaşamak.
    altın saat * İzlenme oranının en çok olduğu vakit, prime time.
    altın sarısı * Altın rengini andıran.
    altın suyu * Bir kısım konsantre nitrik asit ile üç veya dört kısım konsantre hidroklorik asitten oluşmuş, özellikle plâtin
    ve altın gibi metalleri çözmekte kullanılan bir karışım.
    altın topu * güzel ve tombul olan kucak çocukları için bir benzetme sözü olarak kullanılır.
    altın tutsa, toprak olur (veya altına yapışsa elinde bakır kesilir) * giriştiği işlerde büyük talihsizliklere uğrayan kimsenin durumunu anlatır.
    altın yağmurcun * Bir tür kuş, yağmur kuşu.
    altın yıl * Eşlerin birlikte ulaştıkları50. evlilik yılı.
    altın yumurtlayan tavuk * mesleği, sanatı, parası olan, gelirli kimse.
    * turist.
    altın yürekli olmak * çok iyi niyetli olmak, yumuşak huylu görünmek.
    altına etmek (veya kaçırmak) * yatağına veya donuna abdest etmek.
    altınbaş * Daha çok Ege bölgesinde yetişen, yuvarlak, kalınca kabuklu güzel bir kavun türü.
    altıncı * Altısayısının sıra sıfatı, sırada beşinciden sonra gelen.
    altıncıduygu * Ön sezi.
    altıncıhis * Bkz. altıncıduygu.
    altında kalmak * ezilmek.
    altında kalmamak * karşılığınıvermek, gördüğü iyilik veya kötülüğü karşılıksız bırakmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 59

    altından Çapanoğlu çıkmak * girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak.
    altından çapanoğlu çıkmak * bir işte başa dert olacak bir durumla, bir sorunla karşılaşmak.
    altından girip üstünden çıkmak * malı, parayıdüşüncesizce harcayıp tüketmek.
    altından kalkamamak * bir işi başaramamak, becerememek, üstesinden gelememek.
    * kendini savunamamak.
    altından kalkmak * bir güçlüğü yenmek, başarmak.
    altınıçizmek * (bir sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek; vurgulamak.
    altınııslatmak * yatağına veya donuna küçük abdestini etmek.
    altınıüstüne getirmek * söz veya tutumuyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek.
    * bir şey bulmak için aramadık yer bırakmamak.
    altınlaşma * Altınlaşmak işi veya durumu.
    altınlaşmak * Altın durumu veya görünümü almak.
    altınoluk * İşlemeli kadın şalvarı.
    * Altın sırma veya kılaptanla işlenmişçizgili ipek kumaşve bu cins kumaşların üstünde bulunan sırma
    işlemeli yollar.
    * Sarıkların üstüne sarılan sırma şerit.
    altıntop * Turunçgillerden, sıcak bölgelerde yetişen bir meyve ağacı, greyfrut (Citrus decumana).
    * Bu ağacın kanarya sarısırenginde, tadıacımsımeyvesi, kız memesi, greyfrut.
    altıntop * İki çeneklilerden, uzun, dikenli ve kürecikler hâlinde sapları olan bir kaktüs türü (Trollius ranunculoides).
    altıparmak * Ellerinde veya ayaklarında altışar parmağı olan (kimse).
    * İri bir tür palamut balığı.
    * Ayrırenkte altıyolu olan kumaş.
    * Bu kumaştan yapılan gelin giysisi.
    altıpatlar * Altıtane fişek alan toplu tabanca, revolver.
    altışar * Altısayısının üleştirme biçimi; her birine altı, her seferinde altısı bir arada olan.
    altız * Bir doğumda dünyaya gelen altı(kardeş).
    altimetre * Yükseklikölçer.
    altlama * Altlamak işi.
    altlamak * Özel diye alınan bir şeye, genel bir kavramın altında yer vermek.
    altlı * Altı olan.
    altlıüstlü * Altıve üstü birlikte.
    * Alt ve üst katta olmak üzere, birlikte.
    altlık * Tabak veya bardak altı.
    * Hayvanların altına yayılan ot veya saman.
    * Arabaya koşulan atların yollarıkirletmemesi için kuyruğunun altına yerleştirilen torba.
    altmış * Elli dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 60, LX.
    * Altıkere on, elli dokuzdan bir artık.
    altmışaltı * Altmışaltısayıalmakla kazanılan bir çeşit iskambil oyunu.
    altmışaltıya bağlamak * temelli olmayan bir çözümle durumu kurtarmışgörünmek.
    altmışdörtlük * Bir notanın altmışdörtte biri değerinde olan nota.
    altmışar * Altmışsıfatının üleştirme biçimi, her birine altmış, her defasında altmışı bir arada olan.
    altmışıncı * Altmışsıfatının sıra bildiren biçimi, sırada elli dokuzuncudan sonra gelen.
    altmışlık * İçinde altmıştane bulunan.
    * Altmışyaşında olan veya görünen.
    alto * Kemanla viyolonsel arası büyük keman, viyola.
    * Kontralto.
    altta kalanın canıçıksın * “herkes başının çaresine baksın, gücü yetmeyen ne olursa olsun” anlamında kullanılır.
    altta kalmak * herhangi bir çatışmada, çekişmede yenilmek.
    altta yok üstte yok * yoksul, fakir.
    alttan (veya aşağıdan) almak * sert konuşan birine karşıyumuşak, olumlu davranmak.
    alttan alta * gizlice, el altından.
    alttan güreşmek * gizli gizli yenme yollarınıkollamak.
    altunî * Altın renginde olan.
    alüfte * İffetsiz, oynak, cilveli (kadın).
    alüftelik * Alüfte olma durumu.
    alümin * Suda çözünmeyen, 20500 C de eriyen, beyaz bir toz olan alüminyum oksit (Al2O3).
    alümina * Bkz. alümin.
    alüminyum * Atom numarası13, atom ağırlığı26,98 olan, gümüşparlaklığında, beyaz, 6600 C de eriyen hafif bir
    element. KısaltmasıAl.
    * Alüminyumdan yapılmış.
    alüminyum taşı * Boksit.
    alüvyon * Akarsuların taşıyıp yığdıkları balçık, kil gibi çok ince taneli şeylerin kum ve çakılla karışmasıyla oluşan yığın,
    lığ.
    alveol * Torba biçiminde küçük boşluk veya genişlemişkısım.
    alvere tulumbası * Emme basma tulumba.
    alyans * Nişan yüzüğü.
    alyon * Para babası.
    alyuvar * Kana al rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücre, eritrosit.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 54

    Allah bir * yemin yerine kullanılır.
    Allah bir dediğinden başka sözüne inanılmaz * birinin çok yalancı olduğunu anlatmak için söylenir.
    Allah bir yastıkta kocatsın * yeni evlenenlere “bir arada yaşlanın” anlamında söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah büyüktür * günün birinde hakkınıalacağına, kendine yapılmışolan haksızlıkların düzeleceğine inanmak gerektiğini
    anlatır.
    Allah canınıalsın * ilenme sözü.
    Allah cezasınıvermesin (veya Allah cezasınıversin) * yarışaka, yarışaşma yollu, bazen de gerçek öfke ile söylenen ilenme sözü.
    Allah dağına göre kar verir * Tanrıherkese dayanabileceği ölçüde sıkıntıverir.
    Allah derim * pek bozuk bir işiçin sorulan “ne dersin?” sorusuna karşı”söyleyecek başka söz bulamıyorum” anlamında
    kullanılır.
    Allah dirlik düzenlik versin * Tanrıaile huzuru versin.
    Allah dokuzda verdiğini sekizde almaz * alın yazısıne ise o olur.
    Allah dört gözden ayırmasın * “Tanrı, çocuğu yetim veya öksüz bırakmasın” anlamında bir iyi dilek sözü.
    Allah düşmanıma vermesin * anlatılan bir kötülüğün büyüklüğünü belirtmek için söylenir.
    Allah ecir sabır versin * başsağlığıdileği olarak söylenir.
    Allah eksik etmesin * Tanrıyokluğunu göstermesin.
    * birinin yaptığı bir hizmet anılırken onun için teşekkür yollu söylenir.
    Allah eksikliğini göstermesin * pek gerekli olan bir şeyin kusuru anlatılırken, böyle de olsa onun varlığına şükredildiğini anlatır.
    Allah emeklerini eline vermesin * Tanrıemeklerini boşa çıkarmasın.
    Allah esirgesin (veya saklasın) * Tanrıkorusun! Tanrıkötü durumla karşılaştırmasın!.
    Allah etmesin * olması istenilmeyen bir durumdan veya bir olaydan söz edilirken söylenir.
    Allah gecinden versin * “çok yaşayasın”‘ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
    Allah göstermesin * Tanrıkötü bir durumla karşılaşmaktan korusun.
    Allah hakkı için * ant içmek veya ant vermek için kullanılır.
    Allah Halil İbrahim bereketi versin * Tanrıçok versin, bereket versin.
    Allah hayırlıetsin * genellikle bir olay başlangıcında “Tanrıuğurlu etsin” anlamında söylenir.
    Allah herkesin gönlüne göre versin * Tanrıherkesin dileğini yerine getirsin.
    Allah hoşnut olsun * bir kimsenin, kendisine iyiliği dokunan biri için kullandığı bir iyi dilek sözü.
    Allah için * gerçekten, doğrusu.
    Allah iki iyilikten birisini versin * (ağır hasta için) ya ölsün kurtulsun, ya iyi olsun.
    Allah iyiliğini (veya lâyığını) versin * hoşa gitmeyen bir davranışkarşısında hoşgörü ile söylenir.
    Allah kabul etsin * sevap sayılan bir işyapıldığında söylenir.
    Allah kahretsin * “Tanrıcezasınıversin” anlamında bir ilenme sözü.
    Allah kavuştursun * birinin yakını, bulunduğu yerden ayrılınca kalanlara kavuşma dileğinde bulunmak için söylenen söz.
    Allah kazadan belâdan saklasın * Tanrı’nın insanıtürlü kötülüklerden korumasıdileğiyle söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah kerim * Tanrı büyüktür, Tanrı’ya güvenmeli.
    Allah kısmet ederse * Tanrı izin verirse.
    Allah korusun (veya saklasın) * Tanrıtehlikeye, kötü duruma düşürmesin!.
    Allah kuru iftiradan saklasın * bir suçlama karşısında bunun sırf iftira olduğunu anlatmak için söylenir.
    Allah manda şifalığıversin * çok veya ağır yemek yiyenler için şaka yollu söylenir.
    Allah mübarek etsin * kutlu olsun.
    * onaylanmayan bir durumda alay yollu kullanılır.
    Allah müstahakınıversin * (gerçek veya alay anlamında) çıkışma anlatan bir söz.
    Allah ne verdiyse * yemek olarak evde ne varsa.
    Allah ömürler versin * saygı gösterilen bir kimseye selâm veya teşekkür olarak söylenir.
    Allah övmüşde yaratmış * çok güzel olanlar için söylenir.
    Allah rahatlık versin * genellikle yatmaya gidilirken söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah rahmet eylesin * ölüleri hayırla anmak için söylenir.
    Allah rızası için * dilencilerin para isterken söyledikleri yalvarma sözü.
    * ne olursun.
    * karşılık beklemeksizin.
    Allah sağgözü (veya eli) sol göze (veya ele) muhtaç etmesin * Tanrıkimseyi kimseye, en yakınlarına bile muhtaç etmesin.
    Allah selâmet versin * yola çıkanlara “Tanrıkazadan belâdan korusun” anlamında söylenen bir uğurlama sözü.
    * yolda güçlük içinde bulunanlara iyi dilek sözü olarak kullanılır.
    * uzaktaki tanıdıklar anılırken kullanılır.
    * birinden pek yana olmayan bir söz söyleneceği zaman onun adından önce getirilen girişsözü.
    * “keyfin bilir, gidersen git” anlamında kullanılır.
    Allah senden razı olsun * yapılan bir iyilik karşısında “Tanrıseninle birlik olsun, iyiliğini senden esirgemesin” anlamında teşekkür
    olarak kullanılır.
    Allah seni (veya sizi) inandırsın * doğru söylüyorum, Tanrıtanıktır.
    Allah son gürlüğü versin * Tanrı, yaşlılıkta sıkıntı göstermesin.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 55

    Allah sonunu hayır etsin * bir işin sonucu için kaygıduyulduğunda söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah taksimi * eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma, kul taksimi karşıtı.
    Allah taksimi * Eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma kul taksimi karşıtı.
    Allah taksiratınıaffetsin * (ölüler için) Tanrıkusurlarını bağışlasın.
    Allah tamamına eriştirsin * herhangi bir işveya olayın iyi sonuçlanmasıdileğiyle söylenir.
    Allah tekrarına erdirsin * tekrar bu günleri görün.
    Allah utandırmasın * bir işe girişenlere söylenen başarıdileği.
    Allah var (veya Allah’ıvar) * doğrusunu söylemek gerekirse.
    Allah vere de * iyi dilek anlatır.
    Allah vergisi * Tanrıvergisi, yaradılıştan olan yetenek veya özellik.
    Allah vermesin * bir şeyin olmamasıdileğini anlatır.
    Allah versin * iyi bir şey ele geçirenlere memnunluk bildirmek için, bazen de takılma ve şaka için söylenir.
    * dilenciyi savmak için söylenir.
    Allah yapısı * İnsanlar tarafından değil de tabiatta olduğu gibi.
    Allah yarattıdememek * kıyasıya dövmek, çok hırpalamak.
    Allah yazdı ise bozsun * gerçekleşmesi istenmeyen bir olay veya durum için kullanılır.
    Allah yürü ya kulum demiş * az zamanda çok para kazananlar veya işinde çok ilerleyenler için söylenir.
    Allah ziyade etsin * (kahve ve yemekten sonra) “Tanrıartırsın” anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
    Allah’a (bin) şükür * “hamdolsun”, “bereket versin” gibi durumdan memnun olunduğunu anlatır.
    Allah’a bir can borcu var * Allah’a vereceği canından başka hiç kimseye bir borcu yok.
    Allah’a emanet * “Tanrıesirgesin” anlamında birini överken söylenir.
    Allah’a emanet olun * ayrılanın kalana söylediği bir esenleme sözü.
    Allaha ısmarladık * Ayrılanın kalan veya kalanlara söylediği bir iyi dilek sözü.
    Allah’a yalvar * kendi kusuru yüzünden güç bir duruma düşüp yakınan kimseye “ben sana yardım edemem, benden bir şey
    umma” anlamında söylenir.
    Allah’ı(veya Allah’ını) seversen * “Allah aşkına” gibi, yerine göre ant verme, yalvarma için kullanılmakla birlikte, şaşma veya usanç gibi
    duygular da anlatır.
    Allah’ıçok, insanıaz bir yer * pek ıssız ve kuytu bir yer.
    Allah’ım! * şiddetli bir duygulanma anlatan ünlem.
    Allah’ın (veya Tanrı’nın) günü * (bıkkınlık duygusu ile) hemen hemen her gün.
    Allah’ın adamı * garip, saf, zavallı(kimse).
    Allah’ın belâsı * varlığıüzüntü veren.
    Allah’ın binasınıyıkmak * kendini veya başkasınıöldürmek.
    Allah’ın cezası * pek yaramaz, şirret.
    Allah’ın emri * kader.
    Allah’ın evi * cami, mescit.
    * insan gönlü.
    Allah’ın gazabı * çok sıkıntıveren şey.
    Allah’ın hikmeti * beklenmeyen, sebebi anlaşılmayan veya şaşılan şeyler için kullanılır.
    Allah’ın işine bak * (bir işin, bir olayın) beklenmedik, şaşılacak bir durum almasında kullanılır.
    Allah’ın kulu * insan, kimse, kişi.
    Allah’ından bulsun * ben kendisine bir şey yapmayacağım, yaptığı kötülüğün cezasınıTanrıversin.
    Allah’ınıseversen * istek, dilek ve yalvarma amacıyla kullanılır.
    allahlık * Kendisinden hiçbir işte yararlık umulmayan saf ve zararsız (kimse).
    allahsız * Tanrı’yıtanımayan, Tanrı’nın varlığına inanmayan, Tanrısız.
    * Acımasız, insafsız, vicdansız.
    allahsızlık * Tanrısızlık.
    Allah’tan * iyi ki.
    * yaradılıştan.
    Allah’tan kork! * “yapma, utan, yazıktır!”.
    Allah’tan korkmaz * can yakıcı, insafsız, acımasız.
    Allah’tan umut kesilmez * daha çok ağır hastalar için söylenilen “iyileşebilir” anlamında bir iyi dilek sözü.
    Allahüâlem * Tanrıdaha iyisini bilir anlamında kullanılır.
    Allahütealâ * Yüce Tanrı, ulu Allah.
    allak * Sözünde durmaz, dönek, aldatıcı.
    * Kendisine güvenilmesi doğru olmayan (kimse).
    allak bullak * Alt üst, karmakarışık.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 56

    allak bullak etmek * karmakarışık bir duruma getirmek, düzeni bozmak.
    * (aklını, zihnini) düşünemez duruma getirmek.
    allak bullak olmak * çok karışık duruma gelmek, altıüstüne gelmek, karmakarışık olmak, düzeni bozulmak.
    * (akıl, zihin) şaşkına dönmek, karışmak, şaşırmak.
    allama * Allamak işi.
    allamak * “Süslemek, donatmak” anlamına gelen allamak pullamak deyiminde geçer.
    allâme * Derin ve çok bilgisi olan, çok bilgili.
    allâme kesilmek * her şeyi bilir görünmek.
    allâmelik * Allâme olma durumu.
    allâmelik taslamak * bilgisiz olduğu hâlde her şeyi bilir görünmek.
    allanma * Allanmak işi.
    allanmak * Süslenmek.
    allaşma * Allaşmak işi veya durumu.
    allaşmak * Al duruma gelmek.
    allegretto * Bir parçanın allegrodan biraz daha ağır çalınacağınıanlatır.
    allegro * Bir parçanın canlı, neşeli ve hızlıçalınacağınıanlatır.
    allem * Bir işi istediği duruma getirmek için “her türlü kurnazca çareye başvurmak” anlamıyla allem etmek kallem
    etmek deyiminde geçer.
    allı * Üzerinde al renk bulunan.
    allıpullu * Göz alıcırenkler ve şeylerle süslenmiş.
    allık * Al olma durumu.
    * Kadınların süs için yanaklarına sürdükleri al boya.
    alma * Almak işi.
    * Alıntı, iktibas.
    almaç * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren cihaz, alıcı, ahize, reseptör.
    almak * Bir şeyi veya kimseyi bulunduğu yerden ayırmak.
    * Bir şeyi elle veya başka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayırmak, kaldırmak.
    * Yanında bulundurmak.
    * Birlikte götürmek.
    * Satın almak.
    * Ele geçirmek, fethetmek.
    * İçine sığmak.
    * Kabul etmek.
    * Kendine ulaştırmak, iletilmek.
    * İçeri sızmak, içine çekmek.
    * (erkek, kadın için) … ile evlenmek.
    * Sürükleyip götürmek.
    * Kazanmak, elde etmek.
    * Zararlı, tehlikeli bir şeye uğramak.
    * Bürümek, sarmak, kaplamak.
    * Kısaltmak, eksiltmek.
    * Yolmak, koparmak.
    * Yerini değiştirmek, çekmek.
    * Temizlemek.
    * (duş, banyo için) Yapmak; yıkanmak.
    * (içeri) Götürmek.
    * Bir yeri savaşla ele geçirmek.
    * (tat veya koku için) Duymak.
    * Örtmek, koymak.
    * (süre için) Değiştirmek.
    * … gibi anlamak.
    * Başlamak.
    * Davranışveya makam değiştirmek.
    * (içecek veya sigara için) İçmek.
    * Yutmak; kullanmak.
    * (yol için) Gitmek, (mesafe) katetmek.
    * Çalmak.
    * Göreve, işe başlatmak.
    * Görevden, işten çekmek.
    * Kazanç sağlamak.
    * (ölüm sebebiyle) Ayrılmak.
    * Gidermek, yok etmek.
    * Soldurmak.
    * Vücuttaki hasta bir organıameliyatla çıkarmak.
    * (motor) Çalışması için gerekli olan elektrik veya yakıttan yararlanır duruma gelmek.
    almamazlık * Kabul etmeme durumu.
    Alman * Cermen soyundan olan halk ve bu halktan olan kimse.
    * Alman halkına, Almanya’ya özgü olan şey.
    Alman gümüşü * Çinko, bakır ve nikelden yapılan, gümüşü andırır bir alaşım, mayşor.
    Alman papatyası * Orta Avrupa’da yetişen bir papatya türü (Anfhemis mobilis).
    Alman usulü * Bir topluluk için yapılan harcamada giderlerin herkese eşit olarak bölüştürülmesi yöntemi.
    almanak * Yılın gün, hafta, ay gibi bölümlerinden başka, bayram, yıl dönümü gibi belli günleri ve birtakım astronomi,
    meteoroloji, istatistik bilgilerini gösteren kitap biçiminde takvim.
    Almanca * Hint-Avrupa dillerinin Cermence kolundan, Almanya, Avusturya ile İsviçre’nin bir bölümünde kullanılan
    dil.
    * Almanların kullandığı dil.
    * Bu dile özgü olan.
    Almancı * Almanya yanlısı olan (kimse).
    * Almanya’da çalışan Türk işçisi.
    Almancılık * Almancı gibi davranma.
    Almanlaşma * Almanlaşmak işi veya durumu.
    Almanlaşmak * Alman yaşayıştarzını benimsemek.
    Almanlaştırma * Almanlaştırmak işi.
    Almanlaştırmak * Almanlara özgü yaşayıştarzıkazandırmak.
    almaş * İki veya daha çok şeyin sıra ile değiştirilerek kullanılmasıveya kendiliğinden değişerek çalışması, keşikleme,
    münavebe.
    * Birinin doğru olmasıötekinin yanlışlığını gerektiren iki önermenin oluşturduğu sistem.
    almaşık * İki veya daha çok şeyin sıralanmalarında değişiklik olan.
    * Almaşlı olarak işleyen, mütenavip, alternatif.
    almaşık yapraklar * Sapın iki yanında karşılıklıdeğil de aralıklı olarak bir sağda, bir solda bitmişyapraklar.
    almaşıklık * Dönüşümlü ve düzenli sıralanma.
    almaşlı * Almaşniteliği olan.
    alnaç * Bir şeyin ön tarafı, ön yüzü.
    alnıaçık yüzü ak * çekinecek hiçbir durumu veya ayı bı olmayan.
    alnına kara sürmek * bir kimsenin haksız yere kötü tanınmasına yol açmak.
    alnında yazılmışolmak * bir olayın, kişinin başına gelmesini Allah’ın buyurmuşolduğuna inanmak.
    alnından öpmek * beğenmek, takdir etmek.
    alnınıkarışlamak * küçümseyerek meydan okumak.
    alnının akı ile * ayıplanacak bir duruma düşmeden, tertemiz, şerefiyle, başarı göstermişolarak.
    alnının kara yazısı * kötü kaderi, kötü talihi.
    alo * Telefon konuşmasında kullanılan seslenme sözü.
    alogami * Bir çiçek tepeciğinin başka bir çiçek tozu ile tozlanması.
    alotropi * Karbon, fosfor gibi maddelerin, fiziksel bakımdan ayrıözellikler gösterebilmesi durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 57

    alp * Yiğit, kahraman.
    Alp eren * Derviş.
    * Mücahit.
    Alp yıldızı * Dağların çok yüksek yamaçlarında yetişen bir çiçek (Paradisia liliastrum).
    alpaka * Çifte parmaklılar takımının devegiller sınıfından, Güney Amerika’da yaşayan, uzun tüylü, memeli bir
    hayvan (Lama glama pacos).
    * Bu hayvanın yünü veya bu yünden dokunan kumaş.
    alpaks * Kolayca bükülebilen alüminyum ve silisyum karışımı.
    alpinist * Dağcı.
    alpinizm * Dağcılık.
    alplık * Alp olma durumu, yiğitlik, kahramanlık.
    alşimi * Elementleri altına çevirmek isteyen bir işalanı, simya.
    alşimist * Alşimi ile uğraşan kimse, simyacı.
    alt * Bir şeyin yere bakan yanı, üst karşıtı.
    * Bir nesnenin tabanı.
    * Oturulurken uyluk kemiklerinin yere gelen bölümü.
    * Bir şeyin yere yakın bölümü.
    * Birkaç şeyin içinden bize göre uzak olanı.
    * (birkaç şeyden) Yere yakın olan.
    * Alt kelimesi “… altında” biçiminde kullanıldığında “bir şeyin etkisinde” anlamını verir.
    * Alt bir isimle tamlama kelime oluşturduğunda a) önceki ismin kavramına etki veya yer anlamıkatar: Ayak
    altı. b) (sınıflamalarda) ikinci derecede olan.
    * (kaynatma veya pişirmede) Yanan ocak, ocak alevi.
    alt alta * Birbirinin altında olarak.
    alt alta üst üste * birbirleriyle itişir kalkışır durumda.
    alt bölüm * Yazılarda bölümlerin ayrıldığı parçalardan her biri, ayrım.
    alt cins * Bir cins içinden ayrılan ikinci derecede bir cins.
    alt çene * İnsan ve hayvanlarda yiyecekleri çiğnemeye yarayan, oynayabilen çene.
    alt çene oynamak * yemek, içmek.
    alt damak * Damaklardan altta olanı.
    alt deri * Üst derinin altında bulunan ikinci tabaka, hipoderm.
    * Bazı gövde ve yaprakların üst derilerinin altında bulunan, çoğu kez hücre zarlarıkalınlaşmışözel doku,
    hipoderm.
    alt diş * Alt çene üzerinde sıralanmışdişlerin biri.
    alt dudak * Dudaklardan altta bulunanı.
    * Böceklerin ağız sisteminde bulunan alt parça.
    alt etmek * üstünlük sağlamak, yenmek, sırtınıyere getirmek.
    alt familya * Bir familyanın içinden ayrılan ikinci derecede bir familya.
    alt geçit * Trafik akımınıkesmemek için bir yolun altından geçirilen yol.
    alt güverte * Gemilerde güvertelerden altta bulunanı.
    alt hava yuvarı * Dünyamızıkuşatan atmosferin 10 km kalınlığında olan alt katmanı.
    alt ırk * Aynıırk içinde yetiştirme amacına ve çevreye bağlıkalınarak değişme uğratılmışve bu yolla ırk içinde
    özellikle fizyolojik nitelikleri bakımından kalıtsal sapma gösteren hayvan topluluğu.
    alt karşıt * Konusu ile yüklemi aynı olan, biri tikel olumlu, öbürü tikel olumsuz, karşıkarşıya konmuşiki önermeden
    her biri: Bazı insanlar bilgindirler” ile “Bazı insanlar bilgin değildirler” gibi.
    alt kat * Bir yapının veya aracın katlarından altta bulunan bölümü.
    alt kurul * Belli bir konuyu ele almak amacıyla bir kurul içinden birkaç kişi seçilerek oluşturulan kurul.
    alt olmak * yenilmek.
    alt sınıf * Bir sınıf içinden ayrılan ikinci derecedeki sınıf.
    alt şube * Bir şube içinde kurulan ikinci derecedeki şube.
    alt tabaka * Tabakalardan altta bulunan.
    alt takım * Bir takım içinde kurulan ikinci derecedeki takım.
    alt tarafı(veya yanı) * geriye kalanı.
    * işin daha sonrası.
    * değeri, olup olacağı.
    alt tür * Bir tür içinde ayrılan ikinci derecedeki tür.
    alt üst * Çok karışık ve dağınık.
    alt üst böreği * Önce bir yüzü, sonra çevrilerek öbür yüzü kızartılarak pişirilen börek.
    alt üst etmek * alt yüzünü üst yüzüne getirmek.
    * çok karışık duruma getirmek, düzenini bozmak.
    * zarar vermek, yıkmak.
    * huzursuz etmek, rahatsızlık vermek.
    alt üst olmak * çok karışık duruma gelmek.
    * heyecanlanmak, üzülmek, tedirgin olmak, yıkılmak.
    * rahatsızlanmak.
    alt yanıçıkmaz sokak * sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenir.
    alt yapı * Bir yapı için gerekli olan yol, kanalizasyon, su, elektrik gibi tesisatların hepsi.
    * Toplumun ekonomik yapısını oluşturan ve insan bilincinden bağımsız olarak biçimlenen üretim
    ilişkilerinin hepsi, üst yapıkarşıtı.
    alt yazı * Gazete, dergi gibi yayınlarda çıkan resim ve fotoğraflarıaçıklayan yazı.
    * Yabancıdildeki bir filmin konuşmalarını çeviri olarak görüntünün altında veren yazı.
    alt yazılama * Alt yazılmak işi.
    alt yazılamak * Alt yazılarıhazırlamak ve gerçekleştirmek.
    alt yazılayıcı * Alt yazılamak işini yapan (kimse).
    alt yazılı * Alt yazısı bulunan (film, görüntü).
    Altayca * Altay Türkçesi.
    * Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Kore ve Japon dillerinin kendisinden türediği varsayılan ana dil.
    Altayist * Altayistik ile uğraşan kimse.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 52

    alıp vereceği olmamak * bir kimseyle hiçbir ilgisi olmamak.
    alıp verememek * anlaşamamak, çekememek, geçinememek.
    alıp vermek * yürek çarpıntısı geçirmek.
    alıp yürümek * az zamanda çok ilerlemek, yayılmak, çoğalmak, artmak.
    alır almaz * hemen, derhal.
    alırlık * Duygusal uyarımlarıalabilme yeteneği, idrak kabiliyeti.
    alış * Almak işi veya biçimi.
    alışfiyatı * Bir mal için alım karşılığıödenen para ve üretim gereçleri fiyatı.
    alışveriş * Alım satım işi.
    * İlişki, münasebet.
    alışverişyapmak * alım satım işini gerçekleştirmek.
    alışverişe çıkmak * alım satım işi için çarşıya gitmek.
    alışverişi kesmek * biriyle ilgisi kalmamak.
    alışık * Herhangi bir duruma alışmışolan.
    alışık olmak * alışkanlık durumuna gelmek.
    alışıklık * Alışık olma durumu.
    alışılma * Alışılmak işi.
    alışılmak * Bir şeye alışmışduruma gelinmek.
    alışılmamış * Nadir, bilinmeyen, az rastlanan.
    alışılmış * Her zamanki, mutat.
    alışkan * Alışkın.
    alışkanlığında olmak * iyice alışık bulunmak, huy hâline getirmek.
    alışkanlık * Bir şeye alışmışolma durumu, itiyat, huy.
    * Yakınlık, arkadaşlık, ünsiyet.
    * İç ve dışetkilerle davranışların tekrarlanması, hep aynı biçimde gerçekleşmesi sonucu beliren, şartlanmış
    davranış.
    alışkanlık edinmek * bir şeyi sürekli yapar olmak, itiyat edinmek.
    alışkanlıktan kopamamak * belli bir huydan vazgeçememek, alışıklığı bırakamamak.
    alışkı * Yapılmaya alışılmışdavranış.
    alışkın * Bir şeye veya bir şey yapmaya alışmışolan.
    alışkın olmak * iyice alışmak, hiç yabancılık çekmemek.
    alışkınlık * Alışkın olma durumu, alışkanlık.
    alışma * Alışmak işi.
    alışmak * Bir işi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilmek.
    * Yadırgamaz duruma gelmek.
    * Uyar duruma gelmek, uygun gelmek, intibak etmek.
    * Sürekli ister olmak.
    * Bağlanmak, ısınmak.
    * Etkisini yitirmek.
    * Evcilleşmek, ehlîleşmek.
    * Tutuşmak, yanmaya başlamak.
    alışmışkudurmuştan beterdir * alışılan bir şeyden kolayca vazgeçilmez.
    alıştırma * Alıştırmak işi.
    * Bir beceriyi, bilgiyi kazanmak için yapılan tekrar, temrin, egzersiz.
    * Vücudun biyolojik yönden gelişimini sağlayan çalışma, idman.
    alıştırmak * Alışmasına yol açmak.
    * Uyar duruma getirmek.
    Ali * Kişi adı olarak aşağıdaki deyimlerde geçer.
    âli * Yüce, yüksek.
    Ali Cengiz oyunu * “kurnazca ve haince düzen” anlamında kullanılır.
    Ali kıran başkesen * çok zorba.
    Ali kıran başkesen * zorba.
    âlicenap * Cömert.
    * Onurlu, şerefli.
    âlicenaplık * Âlicenap olma durumu.
    alifatik * Açık zincirli (organik madde).
    alil * Hastalıklı, sakat.
    alim * Bilen, bilici.
    âlim * Bilgin.
    alimallah * Allah “Allah bilir” anlamına gelen bu söz, söylenen bir sözün doğruluğuna inandırmak için kullanılır.
    âlimane * Âlime yakışan, âlimin yaptığı gibi.
    âlimlik * Bilginlik.
    alinazik * Közlenmişpatlıcan, sarımsaklıyoğurt ve kıyma ile yapılan bir çeşit yemek.
    Ali’nin külâhınıVeli’ye, Veli’nin külâhınıAli’ye giydirmek * (bir kimse) birinden aldığınıötekine, ötekinden aldığın bir başkasına vererek işini yürütmek.
    Ali’nin külâhınıVeli’ye, Veli’nin külâhınıAli’ye giydirmek * birinden aldığınıöbürüne, bir başkasından aldığınıda ona vererek işini yürütmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 53

    aliterasyon * Şiir ve nesirde uyum sağlamak için söz başlarında ve ortalarında aynıünsüzün veya aynıhecelerin
    tekrarlanması.
    alivre * Ürün daha tarladayken, yetiştiği zaman teslim edilmek üzere, önceden pey verilerek yapılan (satış).
    * Dağıtım, dağıtma.
    alivre satış * Vadeli satış.
    aliyyülâlâ * En güzel, en iyi, mükemmel.
    alizarin * Kök boyası, kök kırmızısı.
    alize * Tropikal bölgelerdeki denizlerde bütün yıl süresince düzenli esen birtakım rüzgârlar.
    Alka Evli * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    alkali * Alkali metallerin hidroksitleriyle amonyum hidroksitin genel adı. Bu maddelerde, asitlerin kırmızıya
    çevirmişolduğu bitkisel mavi rengi eski durumuna döndürme özelliği vardır.
    alkali metaller * Oksitlenmelerini sodyum, lityum, potasyum, rubidyum, sezyum elementlerinin sağladığımetaller.
    alkalik * Alkali ile ilgili olan veya içinde alkali bulunan, kalevî, antiasit.
    alkalimetre * Bkz. alkalölçer.
    alkaloit * Özellikleri ile alkalileri andıran organik madde.
    alkalölçer * Alkalilerin saflık derecesini belirtmeye yarayan cihaz, alkalimetre.
    alkarna * İstiridye, midye, tarak gibi kabuklu hayvanlarıavlamak için deniz dibini taramakta kullanılan, ağız kısmı
    demirden bir ağ.
    alkım * Gök kuşağı.
    alkış * Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığınıanlatmak için el çırpma, alkışlama.
    alkışağası * Padişahıalkışlamakla görevli kimse.
    alkışalmak * çok beğenilmek.
    alkışkopmak * birdenbire güçlü bir biçimde el çırpılmak.
    alkıştoplamak * çok alkışlanmak.
    alkıştufanıkopmak * sürekli ve coşkun alkış başlamak.
    alkıştutmak * el çırparak veya topluca, yüksek sesle “yaşa”, “var ol” gibi sözler ile birini alkışlamak.
    * taraftar olmak belli bir görüşten yana olmak.
    alkışçı * Alkışlayan (kimse).
    * Şakşakçı, dalkavuk, yüze gülücü, yağcı.
    alkışçılık * Alkışçı olma durumu.
    alkışlama * Alkışlamak işi.
    alkışlamak * Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığınıanlatmak için el çırpmak.
    * Beğenmek, takdir etmek.
    alkışlanma * Alkışlanmak işi.
    alkışlanmak * Alkışlamak işine konu olmak.
    alkil * Alkol kökü.
    alkol * Bira, şarap gibi sıvıların veya pancar, patates nişastasının şekere dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan glikoz
    çözeltilerin mayalaşmışözlerinin damıtılmasıyla elde edilen, kokulu, uçucu, yanıcı, renksiz sıvı, C2H5OH, ispirto,
    etanol, etil alkol.
    * Her türlü alkollü içki.
    alkolik * Alkollü içkilere aşırıderecede düşkün olan (kimse).
    alkolizm * Alkollü içkilere hastalık derecesinde düşkün olma durumu.
    alkollü * Alkolden yapılmışveya içinde alkol bulunan.
    * İçkili.
    alkolölçer * Sıvılardaki alkol oranınıölçmeye yarayan cihaz.
    Allah * Kâinatta var olan her şeyin yaratıcısı, koruyucusu olduğuna ve tek olduğuna inanılan yüce ve üstün varlık,
    Yaradan, Tanrı, Rab, Mevlâ.
    * Allah adı bazı isim tamlamalarında tamlanan kelimeyi güçlendirir.
    * En büyük, en usta.
    Allah Allah! * şaşma veya can sıkıntısıanlatan bir ünlem.
    * Türk askerinin hücum narası.
    Allah (bin bir) bereket versin * bir kazanç karşısında durumundan hoşnut olmayı belirtir.
    Allah (seni) inandırsın * inanılmasıpek kolay olmayan bir şey anlatılırken yemin yerine söylenir.
    Allah (veya Allahım) * bir şey karşısında hayranlık veya yakarma bildirir.
    Allah acısınıunutturmasın * Tanrı bu acıyıunutturacak daha büyük bir acı göstermesin.
    Allah akıl fikir versin (veya Allah akıllar versin) * akılsızca bir davranışta bulunanlar için kullanılır.
    Allah aratmasın * yakınılacak bir durumda “Tanrıdaha kötüsünü göstermesin” anlamında kullanılır.
    Allah artırsın * (gerçek veya alay anlamında) Tanrıdaha çoğunu versin.
    Allah aşkına * birlikte söylendiği sözün anlamına göre ant vermek veya yalvarmak için “Allah’ınıseversen” anlamında,
    şaşma, usanç bildirir.
    Allah bağışlasın * (çocuğunu, sevdiğini) Tanrıkazadan, belâdan korusun, esirgesin.
    Allah bahtından güldürsün * (evlenecek kız için) mutluluk dileğini belirtir.
    Allah bana, ben de sana * şimdi sana borcumu ödeyecek param yok, kazanırsam öderim.
    Allah belâsınıversin * ilenme sözü.
    Allah beterinden saklasın (veya esirgesin) * Tanrıdaha kötü duruma düşürmesin.
    Allah bilir * belli değil.
    * bana öyle geliyor ki.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 51

    alıcıkılığına girmek * müşteri gibi davranmak.
    alıcıkuş * Atmaca.
    alıcıverici * Bağışladığını geri alan.
    alıcıyönetmeni * Alıcıyıdoğrudan doğruya çalıştıran ve yöneten, alıcı hareketlerini gerçekleştiren, görüntülerin filme
    alınmasınısağlayan kimse, kameraman.
    * Televizyon alıcısınıdoğrudan çalıştıran kimse, kameraman.
    alıç * Gülgillerden, kırlarda yetişen yabanî bir ağaç (Crataegus).
    * Bu ağacın mayhoşyemişi.
    alık * Akılsız, sersem, budala, ebleh.
    alık * Hayvan çulu.
    * Eskimişgiyecek.
    alık alık * Aptalca, şaşkın şaşkın.
    alık alık bakmak * aptalca, şaşkın şaşkın.
    alık salık * Aptal.
    * Aptalca.
    alıklaşma * Alıklaşmak işi.
    alıklaşmak * Alık duruma gelmek, bir şey karşısında aptallaşıp şaşırmak, şaşkınlaşmak, aptallaşmak.
    alıklaştırma * Alıklaştırmak işi.
    alıklaştırmak * Alık duruma getirmek.
    alıklık * Alık olma durumu veya alıkça bir iş.
    alıkonulma * Alıkonulmak işi.
    alıkonulmak * Alıkoymak işine konu olmak, menedilmek, tatil edilmek.
    alıkoyma * Alıkoymak işi.
    alıkoymak * Bir süre için bir yerde tutmak.
    * Birini, yapmakta olduğu veya yapmak istediği işten geri tutmak.
    * Ayırıp saklamak.
    * Mahrum etmek.
    * Mani olmak, engel olmak.
    alım * Almak işi.
    * Gözü, gönlü çeken durum, cazibe.
    * Kurum, çalım, gurur.
    -alım / -elim * İstek kipinin çokluk 1. kişi eki: al-alım, gid-elim, başla-y-alım, bekle-y-elim vb.
    alım çalım * Gösteriş, çekici hareket.
    alım satım * Satın alma ve satma işi, alışveriş.
    alım satım bürosu * Alışverişişlerinin yapıldığıveya düzenlendiği şube, yer.
    alım satım ofisi * Alım satım bürosu.
    alımcı * Başkasının hesabına alacak toplayan veya kabul eden kimse.
    alımlı * Alımı olan, çekici, cazibeli.
    * Kurumlu, çalımlı, gururlu.
    alımlıçalımlı * Gösterişli, güzel.
    alımlılık * Alımlı olma durumu.
    alımsız * Alımı olmayan, cazibesiz.
    alımsızlık * Alımsız olma durumu.
    alın * Yüzün, kaşlarla saçlar arasındaki bölümü.
    * Bir ocakta her türlü ayak, galeri, baca, kuyu ve yolun ilerletilmekte olan yüzeyi.
    * (bazışeylerde) Ön, ön yüz.
    * Karşı.
    alın çatısı * İki kaşın arası, alnın ortası.
    alın damarıçatlamak * Bkz. ar damarıçatlamış.
    alın teri * Emek.
    alın teri dökmek * çok emek vermek, zahmetli bir işgörmek.
    alın teri ile kazanmak * hak ederek, çalışarak, emek vererek kazanmak.
    alın yazısı * Yazgı, talih, kader, mukadderat.
    alındı * Para veya başka bir şeyin teslim alındığını gösteren belge, makbuz.
    alındılı * Yerine gitmesini sağlamak için gönderenin ek bir ücret ödeyerek postaya alındıkarşılığında verilen
    (mektup, paket vb.).
    alıngan * Aşırıduygulu, çabuk gücenen, kırılan.
    alınganlık * Alıngan olma durumu.
    alınlık * Kadınların alınlarına taktıklarıaltın veya gümüşten süs eşyası.
    * Yapılarda cephe süsü.
    alınma * Alınmak işi.
    alınmak * Almak işi yapılmak.
    * Bir sözün, bir davranışın kendisine karşı olduğunu sanarak incinmek, kırılmak veya öfkelenmek.
    * Elde edilmek.
    * Uyarlanmak, adapte olunmak.
    alıntı * Bir yazıya başka bir yazarın yazısından alınmışparça, aktarma, iktibas.
    * Başka bir dilden alınmışkelime.
    alıntılama * Alıntılamak işi.
    alıntılamak * Bir yazıya başka bir yazarın yazısından cümle veya cümleler almak, alıntıyapmak, aktarmak, iktibas etmek.
    alıp satmaz görünmek * ilgisiz görünmek veya davranmak.
    alıp sattığı olmamak * hiç ilgisi bulunmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 44

    al benden de o kadar * ben de aynıdurumdayım veya ben de aynıdüşüncedeyim.
    al birini, vur ötekine (veya birine) * hiçbiri işe yaramaz, hepsi bir ayarda.
    al elmaya taşatan çok olur * değerli kimselere sataşan çok olur.
    al giymedim ki alınayım * “bu işle hiçbir ilgim olmadığı için söylenen sözleri kendi üzerime almadım” anlamında kullanılır.
    al gülüm ver gülüm * iki sevgilinin birbirine sevgi gösterisinde bulunmaları.
    * bir kimseye yapılan hizmetin hemen karşılığını bekleme durumu.
    al kan * Doymuşalifatik hidrokarbonların genel adı, parajin.
    al kanlara boyanmak * yaralanmak, vurularak ölmek; şehit olmak.
    al karısı * Loğusalara musallat olarak onları boğduğu sanılan görüntü.
    al kiraz üstüne kar yağmış * düşünülmeyen, beklenilmeyen şeylerin de olabileceğini anlatır.
    al sana bir daha * yeni bir aksilik olunca bezginlik bildirmek için “işte” anlamında söylenir.
    al takke ver külâh * uzun bir çekişmeden sonra, çekişe çekişe.
    * aralarındaki senli benli ilişkiyi sürdürerek.
    ala * Karışık renkli, çok renkli, alaca.
    * Açık kestane renginde olan, elâ (göz).
    * Kekliğin boynundaki siyah halka.
    * Alabalığın kısaltılmışadı.
    âlâ * İyi, pek iyi.
    -ala- / -ele- * Fiilden sıklık (tekerrür) çatısıtüreten ek: çalk-ala-, şaş-ala-, silk-ele-, it-ele-, kak-ala-, kov-ala- vb.
    ala ala * Toplu olarak yapılan işlerde bağrışarak söylenen ala ala hey! ünleminde geçer.
    ala alaya kalkmak * bağrışarak gürültü etmeye kalkmak.
    ala gün * Yazın güneş bulut arkasında kaldığında oluşan gölgeli durum.
    ala sulu * Yeni olgunlaşmaya başlamış(meyve).
    * İyi pişmemiş, suluca (yemek).
    ala tav * Az tavlı, yarıyaşyarıkuru olan (toprak).
    ala tavlı * Bitkinin çimlenmesi için yeterli tavı bulmamış(toprak).
    * İyice pişmemiş(yemek).
    Ala Yuntlu * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    alabacak * Ayağısekili (at).
    * Ara bozucu, dönek, uğursuz (kimse).
    alabalık * Ala balıkgillerden, soğuk ve duru sularda yaşayan, eti turuncu ve lezzetli, 250 gr dan 2 kg a kadar gelen bir
    tatlısu balığı(Trutta faris).
    alabalıkgiller * Omurgalıhayvanlardan, kemikli balıkların bir familyası.
    alabanda * Deniz teknelerinin iç yanları, borda karşıtı.
    alabanda ateş * Geminin bir yanında bulunan toplarla birden ateşedilmesi komutu.
    alabanda etmek * dümeni sağa veya sola, sonuna kadar çevirmek.
    alabanda iskele * Dümeni sol yana doğru sonuna kadar çevirme komutu.
    alabanda sancak * Dümeni sağyana doğru, sonuna kadar çevirme komutu.
    alabanda vermek * azarlamak, paylamak, haşlamak.
    alabandayıyemek * adamakıllıazarlanmak.
    alabaş * Turpgillerden, şalgama benzeyen bir bitki.
    alabildiğine * Sınırsız, uçsuz bucaksız.
    * Aşırıderecede, gereğinden çok.
    * Olanca hızı ile.
    alabora * Geminin devrilecek kadar yan yatması.
    * Bir serenin yatay durumdan düşey duruma getirilmesi.
    * Selâmlamak için filika küreklerinin yukarıya kaldırılması.
    * Balığıtoplamak için dalyan ağının yukarıya alınması.
    alabora olmak * tekne, sandal vb. deniz araçlarıdevrilip ters dönmek.
    * işler alt üst olmak.
    alabros * Fırça gibi dik kesilmiş(erkek saçı).
    alaca * Birkaç rengin karışımından oluşan renk.
    * İki veya daha çok renkli.
    * Birkaç renkli iplikten yapılmışdokuma.
    * Ağaçta ilk olgunlaşan meyve.
    * Keklik, bıldırcın gibi kuşlarıavlamak için kullanılan iki renkli bez.
    * Meyvelere, daha çok üzüme düşen ben.
    * Kötü huy.
    alaca aş * Aşure.
    alaca bulaca * Çok karışık renkli.
    alaca düşmek * (meyve) olgunlaşmaya başlamak.
    alaca karanlık * Güneşdoğmadan önce veya battıktan hemen sonraki aydınlık, yarıkaranlık.
    alacabalıkçıl * Balıkçılgiller familyasından, uzunluğu 50 cm, kül rengi, akla kara karışık, sazlıklarda yaşayan bir kuştürü
    (Ardeola ralloides).
    alacağı olmak * birinden alınacak parası olmak.
    * vakit darlığından bir öneriyi kibarca geri çevirmek.
    alacağı olsun! * “günün birinde ondan öcümü alırım” anlamında göz korkutma sözü.
    alacağım olsun da ala kargada olsun * alacaklı olmak iyi bir şeydir.
    alacağına şahin, vereceğine karga (veya kuzgun) * alırken kolaylık gösteren, verirken de güçlük çıkaran kimse.
    alacağına tutmak * bir şeyi vereceğe veya borca karşılık saymak.
    alacak * Bir hesap gereğince daha alınmamışolan para, mal veya başka şey, matlûp.
    * Para verilerek alınacak şey.
    alacak verecek * alışverişilişkisi.
    alacakarga * Saksağan.