alegori | * Bir görüntü, bir yaşantıveya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme. |
alegorik | * Alegori ile ilgili. |
aleksi | * Okuma yitimi. |
alelâcayip | * Acayip üstü çok acayip, tuhaf, garip, bambaşka. |
alelâcele | * Çok acele ederek, çarçabuk, ivedilikle. |
alelâde | * Her zaman görülen, olağan. * Bayağı, sıradan. |
alelâdelik | * Alelâde olma durumu. |
alelhesap | * Hesaba sayarak. |
alelhusus | * Hele, özellikle, en çok. |
alelıtlak | * Genel olarak. |
alelumum | * Genel olarak, genellikle. |
alelusul | * (yöntem gereği, yöntem üzere) Yol yordam gereğince, kurala uygun bir biçimde. |
alem | * Bayrak. * Minare, kubbe, sancak direği gibi yüksek şeylerin tepesinde bulunan, madenden yapılmışay yıldız veya lâle biçiminde süs. |
âlem | * Yeryüzü ve gökyüzündeki nesnelerin oluşturduğu bütün, evren. * Dünya, cihan. * Aynıkonu ile ilgili kimseler veya bu kimselerin uğraşlarının bütünü. * Hayvan veya bitkilerin bütünü. * Durum ve şartlar. * Herkes, başkaları. * Ortam, çevre. * Eğlence. * Kendine özgü birçok niteliği bulunan şey veya farklıdavranışiçinde bulunan kimse. * Duygu, düşünce, düşgücü. |
alem olmak | * sembol olmak. |
âlem yapmak | * sazlısözlü eğlenmek. |
alemci | * Camilerin kubbelerine, minarelerine alem yapan veya takan kimse. |
alemdar | * Bayrağıveya sancağıtaşıyan, bayraktar, sancaktar. * Önder. |
âleme dalmak | * çevre ile ilgisini kesip iç dünyasına kapanmak. * eğlenceye, zevkusefaya kapılmak. |
âlemi var mı? | * yakışık alır mı, uygun olur mu?. |
âlemin ağzıtorba değil ki büzesin | * Bkz. elin ağzıtorba değil ki büzesin. |
âlemşümul | * Dünya ölçüsünde, evrensel, üniversel. |
alenen | * Açıktan açığa, herkesin gözü önünde, herkesin içinde, gizlemeden, açıkça. |
alengirli | * Gösterişli, yakışıklı. |
alenî | * Açık, ortada, meydanda, herkesin içinde yapılan. |
alenîleşme | * Alenîleşmek işi veya durumu. |
alenîleşmek | * Herkesçe bilinir duruma gelmek. |
aleniyet | * Açık olma durumu, açıklık. |
alerji | * Bazıcanlıların birtakım yiyeceklere, ilâçlara, toz, koku gibi nesnelere karşıhastalık derecesinde gösterdikleri aşırıtepki. * Bir kimseye veya bir şeye karşı olumsuz yönde duyulan aşırıduyarlık. |
alerjik | * Alerji ile ilgili olan. * Herhangi bir maddeye veya kimseye karşı olumsuz duyguları olan, alerjisi bulunan. |
alessabah | * Sabah erkenden. |
alesta | * Harekete hazır, tetikte. |
alesta beklemek | * hazır durumda beklemek. |
alesta durmak | * tetikte beklemek. |
alesta tutmak | * hemen kullanılabilecek durumda bulundurmak. |
alet | * Bir el işini veya mekanik bir işi gerçekleştirmek için özel olarak yapılmışnesne. * Bir sanatıyapmaya, uygulamaya yarayan özel araç, aygıt. * Bir makineyi oluşturan ve işlemesine yardım eden parçalardan her biri. * Hoşgörülmeyen bir işe yardımcıveya aracı olmayıkabul eden kimse, maşa. |
alet edevat | * Bu el işini veya mekanik bir işi gerçekleştirmek için kullanılan araçlar. |
alet etmek | * bir işte birini uygun olmayan bir biçimde kullanmak. |
alet olmak | * bilerek bir çıkar karşılığıveya bilmeyerek kötü bir işte aracılık etmek, vasıta olmak. |
aletli | * Aleti olan veya aletle yapılan. |
aletli jimnastik | * Birtakım aletler kullanılarak yapılan jimnastik. |
alev | * Yanan maddelerin veya gazların türlü biçimlerde uzanan ışıklıdili, yalım, yalaz, alaz. * Ateş, sıcaklık, kıvılcım. * Aşk ateşi. * Mızrak uçlarına takılan küçük bayrak, flâma. |
alev alev | * Alevli olarak. * Vücut ısısıherhangi bir sebeple artmışve bu sebeple kızarmışolarak. |
alev almak | * tutuşmak, yanmaya başlamak. * coşmak, heyecanlanmak, heyecana gelmek, telâşlanmak, öfkelenmek. |
alev bacayı(veya saçağı) sarmak | * ateş bacayısarmak. |
alev gibi parlamak | * canlı, ışıl ışıl olmak. |
alev kırmızısı | * Alev rengi. |
alev lâmbası | * Gaz veya benzinle çalışan, ucundan bir alev püskürterek yanan ve kurşun boru işlerinde kullanılan bir araç. |
alev makinesi | * Düşman üzerine alevli sıvılar püskürten taşınabilir alet. |
alev saçağısarmak | * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir duruma gelmek, ateş bacayısarmak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 49
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 50
Alevî * Alevîliğe bağlı(kimse). Alevîlik * Halife Ali yanlısı olma durumu. alevlendirme * Alevlendirmek işi. alevlendirmek * Alevlenmesini sağlamak, tutuşturmak.
* Etkisini, şiddetini artırmak, çoğaltmak.alevlenme * Alevlenmek işi. alevlenmek * Alev çıkarmaya başlamak.
* Zorlu, öfkeli veya heyecanlı bir durum almak.
* Parlamak.alevli * Alevi olan, alevlenmiş.
* Şiddetli, hararetli.aleyh * Karşı, karşıt, zıt. aleyhe dönmek * karşıdurum almak, karşıduruma geçmek. aleyhinde (veya aleyhine) söylemek (veya bulunmak) * çekiştirmek, yermek. aleyhinde olmak * birine karşı olumsuz duygu ve davranışiçinde bulunmak. aleyhine dönmek * destek vermekten vazgeçip karşıduruma geçmek. aleyhine olmak * bir iş, birinin zararına olmak, onun için iyi olmamak. aleyhtar * Karşı olan, karşıtçı. aleyhtarlık * Bir işe, harekete veya düşünceye karşı olma, karşıtçılık. aleyhte olmak * karşıdurum almak. aleykümselâm * Arapça selâmünaleyküm selâmlama sözüne verilen “esenlik, selâmet üzerinize olsun” anlamında karşılık. alfa * Yunan alfabesinin birinci harfi. alfa * Kuzey Afrika’da ve İspanya’da yetişen ve kâğıt, ip, halıyapımında kullanılan bir bitki. alfa ışınları * Radyoaktif maddelerin yaydıklarıüç ışından biri. alfabe * Bir dilin seslerini gösteren, belirli bir sıraya göre dizilmiş belli sayıda harflerin bütününe verilen ad.
* Bir dilin harflerini tanıtarak okuma öğrenmeyi sağlayan kitap.
* Bir işin başlangıcı.alfabe dışı * Bir milletin alfabesinde bulunmayan harf, Türk alfabesinde bulunmayan x, w, q harfleri gibi. alfabe sırası * Harflerin alfabedeki belirli düzene göre dizilişi.
* Eşitlik ilkesini sağlamak için uyulan düzen.alfabetik * Alfabe sırasına göre dizilmiş. alfabetik katalog * Eserleri yazarların soy adlarına veya adlarına göre sıraya sokan katalog. alfabetik sıralama * Bkz. alfabe sırası. alfaterapi * Alfa ışınlarının tedavide kullanılmasına verilen ad. alfenit * İçinde bakır, çinko, nikel bulunan ve çatal bıçak takımıyapmakta kullanılan gümüşlü bir alaşım. alg * Su yosunu. algarina * Ağır bir şeyi denizden çıkarmak veya denize indirmek işinde kullanılan büyük vinçli deniz teknesi.
* Bazı gemilerin başveya kıç tarafından eğik olarak uzatılmış bulunan makaralı, kısa ve kalın dikme.algı * Kazanç, alacak.
* Rüşvet.
* Vergi.algı * Haşhaşsütünü toplamakta kullanılan kaşık. algı * Bir şeye dikkati yönelterek, o şeyin bilincine varma, idrak. algı bıçağı * Haşhaşkozasınıçizmeye yarayan alet. algılama * Algılamak işi, idrak etme. algılamak * Bir olayıveya bir nesnenin varlığınıduyum yolu ile yalın bir biçimde bilinç alanına almak, idrak etmek. algılanma * Algılanmak işi veya durumu. algılanmak * Algılamak işine konu olmak, idrak edilmek. algılatma * Algılatmak işi veya durumu. algılatmak * Algılamak işini birine yaptırmak, idrak ettirmek. algılayıcı * Algıyetkisi olan. algın * Cılız, zayıf, hastalıklı.
* Birine gönül vermiş, tutkun, vurgun.algler * Su yosunları. algoritma * IX. yüzyılın başında yaşamışolan Türk matematikçilerinden Musaoğlu Harezmli Mehmed’e Arapların
unvan olarak verdiği Elharezmî adından batıda yapılan bir terim. Orta Çağda ondalık sayısistemine göre yapılan ve
son zamanlarda belirli herhangi bir kurala bağlı bulunan her türlü hesap işlemine verilen ad, Harezmli yolu.-alı/ -eli * “…-den beri” anlamında zarf-fiil eki: al-alı, gid-eli, görme-y-eli vb. alıal, moru mor * telâşveya yorgunluktan yüzü kıpkırmızıkesilmiş(olarak).
* sağlıklı, canlıkanlı.alıcı * Satın almak isteyen kimse, müşteri.
* Kendisine bir şey gönderilen kimse.
* Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren cihaz.
* Ahize, almaç.
* Azrail.
* Görüntüleri alan cihaz, kamera.alıcı bulmak * müşteri bulmak. alıcıçıkmak * müşteri bulunmak.
* istemek, talip olmak.alıcı gözüyle bakmak * inceden inceye gözden geçirmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 41
aksettirme * Aksettirme işi. aksettirmek * (sesi) Yankılamak.
* (ışığı) Yansıtmak.
* Haberi, durumu, ulaştırmak, yaymak, duyurmak.aksırık * Herhangi bir sebeple burun zarının gıcıklanmasısonucu solunum kaslarının birdenbire kasılmasıyla ağız ve
burundan hızlı, gürültülü soluk boşalması olayı, aksırma, hapşırma, hapşırık.aksırıklı * Aksırığa tutulmuş, aksırığı olan, sık sık aksıran, hapşırıklı. aksırıklıtıksırıklı * Yaşlı, hastalıklı. aksırış * Aksırma, aksırma biçimi. aksırma * Aksırmak işi. aksırmak * Burun zarlarının gıcıklanması ile solunum kaslarının birdenbire kasılmasıüzerine, ağız ve burundan hızlı,
gürültülü soluk boşaltmak, hapşırmak.aksırtma * Aksırtmak işi. aksırtmak * Birinin aksırmasına sebep olmak, hapşırtmak. aksi * Ters, zıt, karşıt, olumsuz, menfi.
* Uygun olmayan.
* İnatçı, hırçın, huysuz.aksi aksi * Olumsuz bir biçimde, ters ve kızgın olarak. aksi gibi * istenmediği hâlde, aksilik olarak. aksi hâlde * yoksa, öyle olmazsa. aksi şeytan * işler yolunda gitmediği zaman “ne kadar ilgisiz, münasebetsiz” anlamında kullanılır. aksi takdirde * yoksa, aksi hâlde. aksi tesadüf * “şanssızlığa bak” anlamında kullanılır. aksilenme * Aksilenmek işi. aksilenmek * Aksileşmek, huysuzlanmak. aksileşme * Aksileşmek işi. aksileşmek * Huysuzlanmak, huysuzluk etmek, ters davranmak, inatçılık etmek. aksiliği tutmak * güçlük çıkarmak, inadında direnmek. aksiliği üstünde * olumsuz davranışlı. aksilik * Terslik, inatçılık, huysuzluk.
* Bir işin yolunda gitmemesi durumu, uygunsuzluk, elverişsizlik.aksilik çıkmak * engel ortaya çıkmak. aksilik etmek * güçlük çıkarmak, uyuşmaya yanaşmamak, huysuzluk etmek, inatçılık etmek, ters davranmak. aksine * Tersine. aksiseda * Yankı. aksiyom * Kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin ön dayanağı olan temel önerme, belit,
mütearife.aksiyon * Bir kuvvetin, maddî bir etkenin, bir düşüncenin ortaya çıkması.
* İnsan etkinliğinin veya iradesinin açığa çıkması.
* Hareket, iş.
* Bir oyuncunun sahne üzerindeki hareketi, bu hareketten ortaya çıkan gelişim.
* Oyunun temasını geliştiren başlıca olay, hikâye, gelişim.
* Sermayenin belirli bir bölümü.
* Hisse senedi, pay senedi.aksoğan * Ada soğanı. akson * Sinir uyarmalarınısinir hücresinden ileriye uzatmaya yarayan, sinir hücrelerinin uzantılarından en belirli ve
uzun olanı.aksona * Vurgun hastalığına karşıuygulanan emniyet durakları. aksöğüt * Söğütgillerden, kabuklarıeczacılıkta kullanılan bir söğüt türü (Salix alba). aksu * Gözdeki billûr cismin saydamlığınıyitirerek ağarmasından ileri gelen körlük, ak basma, perde, katarakt. aksungur * Akdoğan. aksülâmel * Tepki, reaksiyon. akşam * Gündüzün son ve gecenin ilk saatleri.
* Gece.
* Akşam vakti kılınan namaz.akşam ahıra sabah çayıra * hayatta yiyip içip yatmaktan başka kaygısı olmayanlar için söylenir. akşam akşam * Akşamın olduğu şu dar zamanda. akşam azadı * Ders çıkışı, ders paydosu. akşam ezanı * Günün dördüncü namaz vaktini bildiren ezan; güneşin battığısıralar. akşam gazetesi * Baskısıöğleden sonra, özellikle akşama doğru yapılan gazete. akşam güneşi * Etkisi azalmışgün ışığı.
* Yaşlılık dönemi.akşam karanlığı * Alaca karanlık. akşam namazı * İkindi ile yatsınamazıarasında kılınan namaz. akşam pazarı * Pazarlarda, işportalarda akşama doğru tezgâhta kalmışmalların ucuz fiyatla satılışı. akşam piyasası * Akşam üzerleri belli bir yerde yapılan gezinti. akşam saati * Akşam vakti, akşamleyin. akşam simidi * İkindi üzeri çıkarılan sıcak, susamlısimit. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 42
akşam yeli * Akşamlarıesen serin rüzgâr. Akşam Yıldızı * Venüs, Çulpan. akşama doğru * Gündüzün akşama yakın bir zamanında. akşama kadar * bütün gün, ara vermeden. akşama kalmak * (iş) gecikmek, bitmemek. akşama sabaha * Neredeyse, pek yakında, kısa bir zaman içinde. akşamcı * Akşamları içki içme alışkanlığında olan kimse.
* Çalışmasıakşama rastlayan.
* Çalışmalarınıdaha yoğun olarak akşam saatlerinde yapan.akşamcılık * Akşamcı olma durumu. akşamcılık etmek * akşamcılar içki içmek amacıyla bir araya gelmek. akşamdan * akşam olmak üzere iken, akşama doğru. akşamdan akşama * Her akşam üst üste. akşamdan kalmış(veya kalma) * geceki sarhoşluğun mahmurluğunu taşıyan. akşamdan kavur, sabaha savur * kazandığını günü gününe harcayan tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır. akşamdan sonra merhaba (veya sabahlar hayrolsun) * işişten geçtikten, olan olduktan sonra gösterilen ilgi için söylenir. akşamı bulmak (veya akşamıetmek) * akşamlamak, günü bitirmek. akşamın işini sabaha (veya yarına) bırakma * bu gün yapılması gereken bir işi ertesi güne bırakmak sakıncalıdır. akşamki * Akşam olan, akşam yapılan. akşamlama * Akşamlamak durumu, işi. akşamlamak * Bütün günü bir yerde veya bir işte geçirerek akşama erişmek, akşamı bulmak.
* Akşamı bir yerde geçirmek.
* (ay) Dolun ay durumundan sonra geç doğmak.akşamlar (veya akşam şerifler) hayrolsun! * akşam vakti kullanılan esenleme sözü, iyi akşamlar!. akşamları * Akşam vakti.
* Her akşam.akşamlatma * Akşamlatmak işi. akşamlatmak * Akşamıyaptırmak, akşamı buldurmak veya ettirmek. akşamleyin * Akşam saatlerinde, akşam olduğunda, akşam vakti. akşamlısabahlı * Her akşam ve her sabah. akşamlık * Akşama özgü olan, akşam için. akşamlık sabahlık * Nerede ise, kaçınılmaz sonuç pek yakın. akşamsefası * Gecesefası. akşamüstü * Güneşin battığısıralarda, akşama doğru, akşam yaklaşırken. akşamüzeri * Bkz. akşamüstü. akşın * Kıllarında ve gözlerinde, bazen de derisinde doğuştan boya maddesi bulunmadığı için her yanıak olan
(hayvan veya insan) çapar, albino.akşınlık * Akşın olma durumu. aktar * Baharat, ev ilâçları, gereçleri satan kimse veya dükkân.
* Anadolu’da iğne, iplik, baharat, zarf, kâğıt, tütün vb. satan kimse veya dükkân.aktarıcı * Dam kiremitlerini aktarıp kırıklarıyenileyen kimse.
* Voleybolda öbür oyuncuların vurması için topu, ağın üzerine yükselten oyuncu.
* Görüntüyü bir bölgeden başka bir bölgeye ileten araç.aktarılma * Aktarılmak işi. aktarılmak * Aktarmak işine konu olmak. aktarım * Aktarma işi, nakil. aktarış * Aktarmak işi veya biçimi. aktariye * Aktarın sattığışeyler. aktarlık * Aktarın yaptığı iş. aktarma * Aktarmak işi.
* Bir taşıttan başka bir taşıta geçme.
* Sürülmemiştarlayı ilk veya ikinci kez sürme.
* Alıntı, iktibas.
* Bir oyuncunun topu kendi takımından bir başka oyuncuya göndermesi.
* Arıları bir kovandan ötekine geçirme.
* Bir hesaptan başka bir hesaba para havale etme, virman.aktarma etmek * aktarmak. aktarma yapmak * bir taşıttan ötekine geçmek.
* bütçede bir bölümden başka bir bölüme ödenek geçirmek.aktarmacı * Aktarma işini yapan kimse. aktarmacılık * Aktarma işi, aktarma işiyle uğraşma. aktarmak * Bir yerden, bir kaptan başka bir yere veya kaba geçirmek.
* Bir şeyin yolunu, yönünü değiştirmek.
* Bir kitaptan veya bir yazıdan bir bölümü almak, iktibas etmek.
* Bir dilden başka bir dile çevirmek, tercüme etmek.
* Çatıkiremitlerini gözden geçirerek kırık ve bozuk olanlarının yerlerine sağlamlarınıkoymak.
* Sürülmemiştarlayı ilk ve ikinci kez sürmek.
* İletmek; bildirmek.
* Bir tekniğe göre biçimlendirmek, uyarlamak.
* Bir kitabı, daha çok Kur’an’ı başından sonuna kadar okumak.aktarmalı * (taşıtlar için) Belli bir süre sonra inilip başka bir taşıta binilmesini gerektiren. aktarmasız * (taşıtlar için) Belli bir süre sonra inilip başka bir taşıta binilmesini gerektirmeyen. aktartma * Aktartmak işi yaptırmak. aktartmak * Aktarmak işi yaptırtmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 43
aktavşan * Bir cins iri çöl sıçanı(Jaculus). aktif * Etkin, canlı, hareketli, çalışkan.
* Etkili, etken.
* Bir ticarethanenin, ortaklığın para ile değerlendirilebilen mal ve haklarının tümü.
* Etken.aktif fiil * Etken fiil. aktif metot * Öğrencilerin, kişisel çalışmalarınıve işyapma yeteneklerini geliştirmeyi sağlayan bilimsel yöntem. aktif rol oynamak * etkili olmak. aktif taşıma * Bir maddenin hücre zarından enerji harcanarak hücre içine veya dışına taşınması. aktifleşme * Aktif duruma gelme. aktifleşmek * Canlı hareketli, etkili olmak, aktif duruma gelmek. aktifleştirme * Aktifleştirmek işi. aktifleştirmek * Aktifleşmesini sağlamak, aktif duruma getirmek. aktiflik * Etkinlik. aktinit * Aktinyum, toryum, protaktinyum, tulyum, plûtonyum, amerikyum, küryum ve berkelyum radyoaktif
elementlerinin ortak adı.aktinoloji * Güneş ışınlarının hem insan hem de bütün canlılar üzerinde etkisini inceleyen bilim dalı. aktinyum * Atom numarası89, atom ağırlığı227 olan, radyoaktif bir element.KısaltmasıAc. aktinyumlu * Özünde aktinyum bulunduran. aktivite * Etkinlik. aktivizm * Etkincilik. aktör * Erkek oyuncu.
* Olduğundan başka türlü görünen kimse.aktöre * Ahlâk. aktörlük * Aktörün görevi, aktörün yaptığı iş.
* Olduğundan başka türlü görünme, kendini başka türlü gösterme.aktris * Kadın oyuncu. aktüalite * Güncellik.
* Günün olayıveya konusu.aktüalitesini kaybetmek * güncelliğini yitirmek. aktüalizm * Geçmişjeolojik olayların bugünkülere bakarak açıklanabileceğini ileri süren öğreti, edimselcilik.
* Kuvveden fiile geçmişolan hâl (Aristo felsefesi).aktüel * Güncel, şimdiki.
* Edimsel.akur * Azgın, kızgın (hayvan). akustik * Fizik biliminin konusu ses olan kolu, yankı bilimi.
* Kapalı bir yerde seslerin dağılım biçimi, ses dağılımı, yankılanım.akut * İlerlemiş, şiddetli, acil (hastalık). akuzatif * Yükleme durumu. akü * Akümülâtörün kısaltılmışadı. akümülâtör * Elektrik enerjisini kimyasal enerji olarak depo eden, istenildiğinde bunu elektrik enerjisi olarak veren cihaz,
akımtoplar.aküpunktür * Vücudun belirli noktalarına genellikle altın iğne batırarak yapılan Çin’de yayılmışolan tedavi. akva * Kuvvetli, sağlam.
* Bir tür sırmalıve köstekli bıçak.akvam * Kavimler. akvarel * Sulu boya resim. akvaryum * Tatlıveya tuzlu su hayvanlarının, su bitkilerinin yapay bir ortamda beslendiği cam su kabı. akvaryumcu * Akvaryum işiyle uğraşan kimse. akvaryumculuk * Akvaryumcunun mesleği.
* Süs balığı beslemeciliği.akya balığı * Uskumrugillerden, ufak pullu, 10-15 bazen de 50-60 kg gelen bir balık, akbalık (Lichia amia). akyuvar * Kan ve lenf gibi vücut sıvılarında bulunan çekirdekli, yuvarlak hücre, lökosit. akzambak * Zambakgillerden, süs bitkisi olarak yetiştirilen, çiçeği dişve yüz şişlerinin tedavisinde kullanılan bir bitki
(Lilium candidum).Al * Alüminyum’un kısaltması. al * Aldatma, düzen, tuzak, hile. al * Kanın rengi, kızıl, kırmızı.
* Bu renkte olan.
* (at donu için) Dorunun açığı, kızıla çalan.
* Yüze sürülen pembe düzgün, allık.al (veya alın) * işte. al (veya kanlı) gömlek gizlenemez * gizli tutulmasıelde olmayan şeyler için söylenir. -al- / -el- * İsimden fiil türeten ek. -al / -el * İsimden sıfat türeten ek: gen-el, gövel (< gök-el), güz-el (<gözel), doğ-al, öz-el vb. al basmak * loğusa albastıhastalığına tutulmak. al bayrak (veya sancak) * Türk bayrağı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 44
al benden de o kadar * ben de aynıdurumdayım veya ben de aynıdüşüncedeyim. al birini, vur ötekine (veya birine) * hiçbiri işe yaramaz, hepsi bir ayarda. al elmaya taşatan çok olur * değerli kimselere sataşan çok olur. al giymedim ki alınayım * “bu işle hiçbir ilgim olmadığı için söylenen sözleri kendi üzerime almadım” anlamında kullanılır. al gülüm ver gülüm * iki sevgilinin birbirine sevgi gösterisinde bulunmaları.
* bir kimseye yapılan hizmetin hemen karşılığını bekleme durumu.al kan * Doymuşalifatik hidrokarbonların genel adı, parajin. al kanlara boyanmak * yaralanmak, vurularak ölmek; şehit olmak. al karısı * Loğusalara musallat olarak onları boğduğu sanılan görüntü. al kiraz üstüne kar yağmış * düşünülmeyen, beklenilmeyen şeylerin de olabileceğini anlatır. al sana bir daha * yeni bir aksilik olunca bezginlik bildirmek için “işte” anlamında söylenir. al takke ver külâh * uzun bir çekişmeden sonra, çekişe çekişe.
* aralarındaki senli benli ilişkiyi sürdürerek.ala * Karışık renkli, çok renkli, alaca.
* Açık kestane renginde olan, elâ (göz).
* Kekliğin boynundaki siyah halka.
* Alabalığın kısaltılmışadı.âlâ * İyi, pek iyi. -ala- / -ele- * Fiilden sıklık (tekerrür) çatısıtüreten ek: çalk-ala-, şaş-ala-, silk-ele-, it-ele-, kak-ala-, kov-ala- vb. ala ala * Toplu olarak yapılan işlerde bağrışarak söylenen ala ala hey! ünleminde geçer. ala alaya kalkmak * bağrışarak gürültü etmeye kalkmak. ala gün * Yazın güneş bulut arkasında kaldığında oluşan gölgeli durum. ala sulu * Yeni olgunlaşmaya başlamış(meyve).
* İyi pişmemiş, suluca (yemek).ala tav * Az tavlı, yarıyaşyarıkuru olan (toprak). ala tavlı * Bitkinin çimlenmesi için yeterli tavı bulmamış(toprak).
* İyice pişmemiş(yemek).Ala Yuntlu * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. alabacak * Ayağısekili (at).
* Ara bozucu, dönek, uğursuz (kimse).alabalık * Ala balıkgillerden, soğuk ve duru sularda yaşayan, eti turuncu ve lezzetli, 250 gr dan 2 kg a kadar gelen bir
tatlısu balığı(Trutta faris).alabalıkgiller * Omurgalıhayvanlardan, kemikli balıkların bir familyası. alabanda * Deniz teknelerinin iç yanları, borda karşıtı. alabanda ateş * Geminin bir yanında bulunan toplarla birden ateşedilmesi komutu. alabanda etmek * dümeni sağa veya sola, sonuna kadar çevirmek. alabanda iskele * Dümeni sol yana doğru sonuna kadar çevirme komutu. alabanda sancak * Dümeni sağyana doğru, sonuna kadar çevirme komutu. alabanda vermek * azarlamak, paylamak, haşlamak. alabandayıyemek * adamakıllıazarlanmak. alabaş * Turpgillerden, şalgama benzeyen bir bitki. alabildiğine * Sınırsız, uçsuz bucaksız.
* Aşırıderecede, gereğinden çok.
* Olanca hızı ile.alabora * Geminin devrilecek kadar yan yatması.
* Bir serenin yatay durumdan düşey duruma getirilmesi.
* Selâmlamak için filika küreklerinin yukarıya kaldırılması.
* Balığıtoplamak için dalyan ağının yukarıya alınması.alabora olmak * tekne, sandal vb. deniz araçlarıdevrilip ters dönmek.
* işler alt üst olmak.alabros * Fırça gibi dik kesilmiş(erkek saçı). alaca * Birkaç rengin karışımından oluşan renk.
* İki veya daha çok renkli.
* Birkaç renkli iplikten yapılmışdokuma.
* Ağaçta ilk olgunlaşan meyve.
* Keklik, bıldırcın gibi kuşlarıavlamak için kullanılan iki renkli bez.
* Meyvelere, daha çok üzüme düşen ben.
* Kötü huy.alaca aş * Aşure. alaca bulaca * Çok karışık renkli. alaca düşmek * (meyve) olgunlaşmaya başlamak. alaca karanlık * Güneşdoğmadan önce veya battıktan hemen sonraki aydınlık, yarıkaranlık. alacabalıkçıl * Balıkçılgiller familyasından, uzunluğu 50 cm, kül rengi, akla kara karışık, sazlıklarda yaşayan bir kuştürü
(Ardeola ralloides).alacağı olmak * birinden alınacak parası olmak.
* vakit darlığından bir öneriyi kibarca geri çevirmek.alacağı olsun! * “günün birinde ondan öcümü alırım” anlamında göz korkutma sözü. alacağım olsun da ala kargada olsun * alacaklı olmak iyi bir şeydir. alacağına şahin, vereceğine karga (veya kuzgun) * alırken kolaylık gösteren, verirken de güçlük çıkaran kimse. alacağına tutmak * bir şeyi vereceğe veya borca karşılık saymak. alacak * Bir hesap gereğince daha alınmamışolan para, mal veya başka şey, matlûp.
* Para verilerek alınacak şey.alacak verecek * alışverişilişkisi. alacakarga * Saksağan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 45
alacaklı * Birinden alacağı olan, borçlu karşıtı.
* Birinden alacağı olan kimse.alacaklıçıkmak * alacağıvereceğinden çok olmak. alacaklı olmak * birinden alacağı bir şey bulunmak. alacalama * Alacalamak işi. alacalamak * Renk renk, benek benek boyamak. alacalandırma * Alacalandırmak işi. alacalandırmak * Alaca duruma getirmek. alacalanma * Alacalanmak işi. alacalanmak * Alaca bir duruma gelmek.
* Eriyen karlar arasından yer yer toprak görünmek.
* Herhangi bir heyecan dolayısıyla benzi kızarıp bozarmak, renkten renge girmek.alacalı * Alaca, rengârenk. alacalı bulacalı * Çok karışık ve çiğrenkli, alaca bulaca. alacalık * Alacalı olma durumu.
* Renkli ve renksiz kılların bütün vücutta düzenli şekilde dağılmayarak büyük ve küçük parçalar hâlinde
birleşmesiyle meydana gelen bir at donu.alacamenekşe * Hercaî menekşe. alacasansar * Benekli sansar türü. alaçam * Rengi kızıla yakın bir çam türü (Picea excelsa). alaçık * Üzeri dal ve hasırla örtülmüşkulübe, çardak.
* Keçeden yapılan çadır.alafranga * Frenklerin töre, âdet ve hayatına uygun, Frenklerle ilgili, alaturka karşıtı.
* Avrupa uygarlığını benimsemiş, Avrupa eğitimiyle yetişmiş(kimse).
* Alafranga saat.alafranga müzik * Batıtarzında ve ölçülerinde yapılmışmüzik. alafranga saat * Günü 24 saat sayarak, günün başlayışını gece yarısı01 olarak kabul eden saat sistemi. alafranga tuvalet * Batıtarzında kapaklı, üzerine oturulabilen klozetli tuvalet. alafrangacı * Alafranga hayatı benimsemişolan. alafrangacılık * Alafrangacı olma durumu. alafrangalaşma * Alafranga usulleri benimseme, alafranga olma. alafrangalaşmak * Alafranga olmak, alafranga davranmak. alafrangalaştırma * Alafrangalaştırmak işi. alafrangalaştırmak * Alafrangalaşmasına sebep olmak. alafrangalık * Alafranga olma durumu. alâgarson * Kısa kesilmişsaç.
* Oğlan saçı biçiminde kesilmiş(kadın saçı).alageyik * Geyikgillerden, postu benekli, erkeklerinin boynuzlarıuca doğru kürek biçiminde genişleyen, Güney
Avrupa ve Kuzey Afrika’da yaşayan bir cins geyik, sığın (Dama dama).alâimisema * Gök kuşağı. -alak / -elek * Fiilden sıfat türeten ek: yat-alak, as-alak, çök-elek vb. alâka * İlgi.
* Gönül bağı.alâka çekmek (toplamak veya uyandırmak) * ilgi çekmek. alâka duymak * ilgi duymak. alâkabahş * İlgilendirici, ilgi çeken, ilginç. alâkadar * İlgili, ilgili bulunulan. alâkadar etmek * ilgilendirmek. alâkadar olmak * ilgilenmek. alâkalandırma * Alâkalandırmak işi. alâkalandırmak * İlgilendirmek. alâkalanma * Alâkalanmak işi. alâkalanmak * İlgilenmek.
* Gönül bağlamak, yakınlık duymak.
* Bir şey çekici gelmek; zevk almak.alâkalı * İlgili. alakarga * Kargagillerden, iri gövdeli, ötücü, tüyleri alacalı bir kuştürü, kestane kargası(Garrulus glandarius).
* Saksağan.alâkart * Yemek listesinden seçilen, fiyatlarıayrıayrıhesaplanan (yemek), tabldot karşıtı.
* Yemek listesinden yemek seçerek.alâkasız * İlgisiz, ilgisi olmayan. alâkasızlık * İlgisizlik. alâkayı(veya alâkasını) kesmek * ilgiyi, ilgisini kesmek, ilişkisi kalmamak, ayrılmak. alâkok * Rafadan. alalama * Alalamak işi, kamuflâj. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 46
alalamak * Beneklerle, çizgilerle veya renklerle bezeyerek bir şeyi bulunduğu çevreye uydurmak, maskelemek, kamufle
etmek.alamana * Balık avlamakta veya yük taşımakta kullanılan büyük kayık. alamana ağı * Kıyılardan uzak sularda avlanmak için iki alamana kayığıtarafından kullanılan, uzunluğu 200 ile 250,
genişliği 7 ile 25 kulaç olan büyük ağ.alâmet * Belirti, işaret, iz, nişan.
* Büyüklük, irilik bakımından şaşılacak durumda olan şey.alâmetifarika * Bazıticaret eşyasıüzerine konulan, o eşyayıüreten veya satanıtanıtan resim, harf gibi özel işaret, marka.
* Ayırıcınitelik, ayırıcıözellik.alâmetifarikalı * Alâmetifarikası olan. alâminüt * Çarçabuk, anında, hemen, şipşak. alâminüt yemek * Kolayca hazırlanıp tüketilebilen yemek. alan * Düz, açık ve genişyer, meydan, saha.
* Orman içinde düz ve ağaçsız yer, düzlük, kayran.
* Bir konu veya çalışma çevresi.
* Yüz ölçümü.
* İçinde birtakım kuvvet çizgilerinin yayılmış bulunduğu var sayılan uzay parçası.
* Eski Roma’da açık hava gösterisi yapılan genişyer.
* Bir alıcımerceğinin net bir görüntü sağlayabildiği derinlik ve genişliğin bütünü.
* Yarışmaların, karşılaşmaların ve oyunların yapıldığıyer, saha.alan hızı * Hareket eden bir cismi, duran bir noktaya birleştiren doğru parçasının birim zamanda taradığı alan. alan korkusu * Bazıkişilerin alan, park, sokak gibi yerlerde duyduklarıürkeklik hastalığı, agorafobi. alan talan * Karmakarışık, allak bullak, darmadağınık. alan talan etmek * allak bullak etmek, dağıtmak, alt üst etmek, yağma etmek. alan talan olmak * her biri bir yana dağılmak. alan topu * Tenis. alarga * Açıktan geç, yaklaşma.
* Açık deniz, engin.
* Uzaktan, açıktan.alarga durmak * uzak durmak, karışmak istememek, ilgisiz davranmak. alarga etmek * açık denize çıkmak, engine açılmak.
* geri çekilmek, uzaklaşmak.alargada durmak * uzakta durmak. alargadan seyretmek * Uzaktan bakmak. alârm * Bir tehlike olduğunda bunu herkesin haber alması için verilen işaret. alârma geçmek * beliren tehlikeye karşıdirenebilecek, dayanabilecek duruma gelmek. alaşağıetmek * birini, yetkilerini elinden alıp yerinden uzaklaştırmak, atmak, kovmak.
* kapıp yere vurmak.alaşağıvur yukarı * çekişe çekişe (pazarlık). alaşım * İki veya daha çok metalden, bazıdurumlarda metallerle, C, P, Te gibi elementlerden oluşan metal
görünümünde katıveya sıvıkarışım.alaşımlama * Alaşımlamak işi. alaşımlamak * Çözen metale, alaşım elementlerini eriterek katmak. alaten * Cüzamlı, abraş. alaturka * Eski Türk gelenek, görenek, töre ve hayatına uygun, alafranga karşıtı.
* Bu töre ve hayatı benimsemiş(kimse).
* Alaturka saat.
* Düzensiz, yöntemsiz.alaturka müzik * Türk müziği. alaturka saat * Güneşin batışında 12’yi gösterecek biçimde ayarlanmışsaat, ezanî saat. alaturka tuvalet * Tuvalet ihtiyacını gidermek amacıyla çömelme usulüne göre yapılan tuvalet. alaturkacı * Alaturka bilen, alaturka eser veren kimse.
* Türk müziğinden yana olan.
* Bu tür müziği seslendiren veya çalan, söyleyen.alaturkacılık * Alaturkacı olma durumu. alaturkalaşma * Alaturkalaşmak durumu. alaturkalaşmak * Alaturka olmak. alaturkalaştırma * Alaturkalaştırmak işi. alaturkalaştırmak * Alaturkalaşmasını sağlamak. alaturkalık * Alaturka olma durumu. alavandalı * Bkz. andavallı. alavere * Bir şeyin elden ele geçmesi.
* Bir şeyi elden ele vererek aktarma.
* Vapurlarda bu biçimde taşıma işi için bordalarda kurulan basamaklı iskele.
* Kargaşalık.alavere dalavere yapmak (veya çevirmek) * hileli, düzenli bir işyapmak, yalanla dolanla işgörmek. alavere tulumbası * Emme basma tulumbası. alavereci * Piyasada fiyatıdüşünce yükselir umuduyla mal alan ve fiyat yükselince malısatan toptancı, vurguncu,
spekülâtör.alay * Herhangi bir törende veya gösteride yer alan topluluk.
* Çok kalabalık.
* Bütünü, hepsi.
* Genel olarak üç tabur (süvarilerde dört veya beş bölük) ve bunlara bağlı birliklerden oluşan asker
topluluğu.
* Çok miktarda, fazla sayıda.alay * Ses tonu, söz, davranışgibi yollarla biriyle, bir şeyle eğlenme; onu küçümseme. alay alay * Kalabalık olarak, pek çok. alay beyi * Albay rütbesinde jandarma alay komutanı. alay etmek * bir kimsenin, bir şeyin, bir durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğlence konusu
yapmak.alay geçmek * alay etmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 47
alay gibi gelmek * inanılacak gibi olmamak. alay malay * hep birden, birlikte. alaya almak * alay etmek, eğlenmek. alaya bozmak * alay niteliği vermek. alaya çıkmak * askerî bir okulda başarı gösteremeyerek kıtaya gönderilmek. alaybozan * Bir çeşit fitilli tüfek. alaycı * Alay etme huyu olan, müstehzi.
* Alay eden, küçümseyen, küçümseyerek eğlenen.alaycılık * Alay etmeyi huy edinmişolma durumu. alayında olmak * işi önem vermeyerek yapmak, işi şaka konusu yapmak. âlâyıvâlâ ile * bütün gösterişi ile. alâyiş * Gösteriş, göz kamaştırma. alâyişli * Gösterişli. alaylı * Erlikten yetişmişsubay.
* Gerekli okul eğitimini görmeden kendini yetiştirmişolan (kimse), mektepli karşıtı.
* Gösterişli, görkemli, debdebeli.alaylı * Alay edici, küçümseyici, müstehzi. alaysı * Alaya benzer, ciddî olmayan. alaz * Alev, yalaz. alaz alaz * Alev alev. alaza * Dökülen tohumlarla ertesi yıl kendiliğinden çıkan tahıl, soğan vb. alazlama * Alazlamak işi.
* Vücutta kızıllık veya kızıl lekeler belirmesi durumu.alazlamak * Bir şeyin yüzünü alevden geçirmek, aleve tutmak.
* Sızlatmak, yakmak, acıvermek.alazlanma * Alazlanmak işi. alazlanmak * Alazlamak işine konu olmak.
* İnsan derisi için, üstünde kızıllık veya kızıl lekeler belirmek.albasma * Albastı. albastı * Doğum sırasında temizliğe dikkat edilmemesi yüzünden loğusanın tutulduğu ateşli hastalık, loğusa
humması, albasma.albatr * Kaymak taşı, su mermeri. albatros * Fırtına kuşugillerden, 1 m uzunluğunda, Atlantik Okyanusu’nda yaşayan iri bir kuştürü (Diomedea
exulans).albay * Rütbesi yarbay ile tuğgeneral arasında bulunan ve asıl görevi alay komutanlığı olan üstsubay, miralay. albaylık * Albay rütbesi veya albayın görevi. albeni * Alım, çekicilik, cazibe. albeni vermek * çekiciliğini artırmak, ilgi toplamak, hoşve güzel göstermek. albenili * Alımlı, çekici, cazibeli. albenisi olmak * çekiciliği bulunmak. albinos * Akşın. albüm * Resim, fotoğraf, pul gibi şeyleri dizip saklamaya yarayan bir tür defter.
* Herhangi bir konu ile ilgili kısa açıklamalar verilerek resimler basılmışolan kitap.
* Bir sanatçının eserlerinin bir bölümünün yer aldığıkaset, uzunçalar, tekerçalar.albümin * Bitkilerin, hayvanların doku ve sıvılarında bulunan, birleşimi karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt
olan, suda eriyen, beyaza yakın renkte, yapışkan madde.albümin işeme * Birçok hastalıklarda, özellikle böbrek hastalıklarında idrarda albümin bulunmasıdurumu, ak tutma. albüminli * İçinde albümin bulunan. alçacık * Çok alçak. alçacık dağları ben yarattım demek * çok kurumlu olmak, kendini çok beğenmek. alçak * Yerden uzaklığı az olan, yüksek karşıtı.
* Aşağı, yüksek olmayan (yer).
* (boy için) Kısa.
* Bile bile en kötü, en ahlâksızca davranışlarda bulunan, aşağılık, soysuz, namert, rezil hain.alçak basınç * Barometrede 760 mm altında bulunan, kötü havaya işaret olan hava durumu. alçak gerilim * Düşük voltajlıelektrik hattı.
* Değeri ve gücü az olan elektrik potansiyeli.alçak gönüllü * (makam, para vb. durumlarda) Aşağı olanlarıkendisiyle eşit tutan veya kendi değerini olduğundan aşağı
gösteren (kimse), mütevazı.alçak gönüllülük * Alçak gönüllü olma durumu. alçak kabartma * Heykel sanatında, yüzeyden çıkıntısıaz olan kabartma. alçak kavuşum * Kavuşumda gezegenin güneşle yer arasında bulunması. alçak ses * Hafif ses.
* Kalın ses.alçak yaylak * Devamlı oturma bölgesinde, normal tahıl ziraatıyapılan alanların bitişiğinde genellikle deniz seviyesinden
900-1200 metre yükseklikteki yaylak.alçakça * Oldukça alçak.
* Alçak, aşağılık kimselere yaraşırcasına.alçaklaşma * Bayağılaşmak durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 35
akıl doktoru * Psikiyatrist. akıl durdurmak * bir şey çok şaşırtıcınitelikte olmak, insanışaşırtmak. akıl erdirememek (veya ermemek) * ne olduğunu anlayamamak, sırrınıçözememek. akıl erdirmek * anlamak, sırrınıçözmek. akıl etmek * herhangi bir önlem veya çareyi zamanında düşünmek, vaktinde hatırlamak. akıl hastahanesi * Akıl hastalarının yatırıldığıhastahane. akıl hastası * Ruh hastası, deli. akıl havsala almamak * akla mantığa sığmamak. akıl hocası * Birine yol gösterip akıl öğreten kimse.
* Herkese akıl öğretmeye meraklıkimse.akıl için yol (veya tarik) birdir * iyi düşünülünce ayrıayrıkimselerce varılacak sonuç hep aynıdır. akıl işi değil * akla uygun değil, doğru değil. akıl kârı olmamak * akıllı bir kişinin yapacağı işolmamak. akıl kethüdası * Herkese akıl öğretme merakında olan kimse. akıl kumkuması * Çok bilmişkimse. akıl kutusu * Çok akıllı, zeki kimse. akıl öğretmek * nasıl davranacağını göstermek, yol göstermek, akıl vermek. akıl sır ermemek * bir işin niteliğini, gizli yönlerini anlayamamak. akıl terelelli * pek delişmen, kendisinden ciddî bir düşünce, davranış beklenmeyen (kimse). akıl var, yakın var (veya akıl var, izan var) * kafa yormaya gerek yok. akıl vermek * bir konuda yol göstermek, akıl öğretmek. akıl yaşta değil, baştadır * akıllı olma ile yaşlı olma arasında ilgi yoktur; bazıküçükler büyüklerden daha akıllı olabilir. akıl yormak * hatırlamaya çalışmak, zihnini zorlamak. akıl yürütmek * herhangi bir konuda fikir vermek. akıl zayıflığı * Deliliğe kadar varmayan akıl bozukluğu. akılcı * Akılcılıkla ilgili.
* Akılcılıktan yana olan kimse, usçu, rasyonalist.akılcılık * Akla dayanan, doğruluğun ölçütünü duyularda değil, düşünmede ve tümden gelimli çıkarmalarda bulan
öğretilerin genel adı, usçuluk, akliye, rasyonalizm.
* Akla ve akıl yolu ile varılan yargıya inanma, akla aykırıveya akıl dışıhiçbir şeyi tanımama davranışıve
tutumu, akliye, rasyonalizm.
* Bilginin evrensellik ve zorunluluğunun deneyden ve deneye dayanan genellemeden değil, yalnızca akıldan
çıkartılabileceğini savunan öğreti, rasyonalizm.akılda kalmak * akılda yer etmek, unutulmamak. akılda tutmak * unutmamak. akıldan çıkarmak * düşünmemek, unutmak, umudunu kesmek. akıldan çıkmak * unutulmak. akıldan çıkmak * unutmak. akıldan çıkmamak * unutamamak. akıldan geçirmek * bir şey yapmayıdüşünmek, tasarlamak. akıllandırma * Akıllandırmak işi, durumu. akıllandırmak * Aklınıkullanmasını sağlamak, aklını başına getirmek. akıllanma * Akıllanmak işi. akıllanmak * Karşılaşılan olayların sonuçlarından yararlanarak davranmak.
* Uslanmak.akıllara durgunluk vermek * çok şaşılacak bir sey olmak. akıllarıpazara çıkarmışlar, herkes yine kendi akılınıalmış(veya akıllar gelin olmuş, herkes kendininkini beğenmiş) * “insan kendi aklını başkasınınkinden üstün görür” anlamında kullanılır. akıllı * Gerçeği iyi gören ve ona göre davranan.
* Karşısındakinin düşüncesizliğini belirtmek için söylenilen uyarma sözü.
* (alay yollu) Düşüncesiz, aptal.akıllıdüşününceye kadar deli çocuğunu (veya oğlunu) everir * kendini akıllısananlar çok kez akılsız diye tanınanlardan daha az başarı gösterir. akıllı geçinmek * kendini çok akıllısanmak. akıllıköprü arayıncaya dek deli suyu geçer * atak kişi tehlikeyi göze alarak işe girişir ve çabuk sonuç alır. akıllı olmak * gerçeklere uygun davranmak. akıllıuslu * Akıllı olarak, yaramazlık etmeyerek, dengeli. akıllıca * Akla yakın, doğru olarak.
* Akla yakın, doğru, makul.akıllılık * Akıllı olma durumu; uyanıklık. akıllılık etmek * yerinde ve uygun davranmak. akılsal * Düşünceyi ve gerçeği somut değerlerle birbirine bağlayan hakikati içine alan şey. akılsallaştırma * Akılsallaştırmak durumu.
* Bilinç dışı olayların mantık ve akla dayalı olarak açıklanması. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 36
akılsallaştırmak * Bir şeyi akılsa duruma getirmek. akılsız * Aklı, gerçeği görüp ona göre davranmaya elverişli olmayan, anlayışıkıt. akılsız başın cezasınıayak çeker (veya akılsız iti veya köpeği yol kocatır) * düşüncesizlik veya tedbirsizlik yüzünden, gereksiz yere gidip gelme zahmetine katlanılır. akılsızlık * Akılsız olma durumu.
* Akılsızca yapılan işveya davranış.akılsızlık etmek * düşüncesiz ve yersiz davranmak. akım * Akmak işi.
* Hava, su gibi akışkan maddelerin veya elektrik yüklerinin belli bir yönde akışı, yer değiştirmesi, cereyan.
* Sanatta, siyasette, düşünce hayatında ortaya çıkan yeni bir görüş, yöntem, hareket, cereyan tarz.
* Debi.akım derken bokum demek * sözünü yolunca söyleyememek, düzensiz şeyler söylemek. akım ölçümü * Bir akarsuyun veya kanalın su yolunda bir saniyede akan su hacmini ölçme. akımcı * Belli bir akıma bağlıkişi. akımölçer * Bir elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan araç, amperölçer. akımtoplar * Akü, akümülâtör. akın * Kalabalık bir şeyin arkasıkesilmeyen bir gelişdurumunda olması.
* Düşman topraklarına tedirgin etme, yıldırma, çapul gibi amaçlarla toplu olarak yapılan baskın.
* Futbolda sayıyapmak amacıyla karşıtakım kalesine doğru genellikle topluca girişilen saldırı, hücum.akın * Kazak-Kırgız Türklerinin saz şairlerine verdiği ad. akın akın * Arkasıkesilmeyen kalabalık öbekler durumunda. akın etmek * toplu olarak gitmek, üşüşmek.
* düşman ülkesine saldırmak, baskın yapmak.akıncı * Düşman ülkesine akın yapan savaşçı.
* Görevi karşıtarafa top sürmek ve sayıyapmak olan ön sıradaki oyuncu, forvet.akıncılık * Akıncı olma durumu. akıncılık etmek * düşman ülkesinde karşı güçleri yıldırmak, tedirgin etmek. akındırık * Reçine, çam sakızı, akma. akınkayası * Kaya balığı giller familyasından derin ve uzaklarda yaşayan ince, uzun bir balık türü. akıntı * Akmak işi.
* Havanın veya suyun herhangi bir yöne doğru yer değiştirmesi, akım, cereyan.
* Hastalık sebebiyle vücudun bir yerinden sulu madde akması.
* Eğiklik, eğim, meyil.
* Çam türü ağaçlarda bulunan reçinenin eriyerek akması olayı.
* Sıvıyapıştırıcıların ağaç yüzeylerine gereğinden çok sürülmesi ile oluşan durum.akıntı bilimi * Deniz akıntılarını inceleme konusu edinen bilim dalı. akıntıçağanozu * Akıntıya kapılmışyengeç.
* Vücudunda göze çarpacak bir çarpıklık bulunan kimseler için kullanılır.akıntılı * Akıntısı olan, eğik, meyilli. akıntıölçer * Bir akarsuyun ve kanalın akıntıhızınıve düzeyini ölçmeye yarayan alet. akıntıya kapılmak * bir akıntının etki alanına girmek, akıntı ile birlikte sürüklenmek.
* etki altında kalarak bir topluluğun davranışına katılmak.akıntıya kürek çekmek * olmayacak bir işuğrunda boşuna çabalamak. akıp gitmek * (zaman için) çabuk geçmek. akış * Akmak işi veya biçimi.
* Geçip gitme, sürüp gitme.
* Akın.akışkan * Kendilerine özgü bir biçimleri olmayıp içinde bulunduklarıkabın biçimini alan ve yığın oluşturmayan (sıvı
veya gaz), seyyal.akışkanlaşma * Akışkan duruma gelme. akışkanlaşmak * Akışkan duruma gelmek. akışkanlaştırıcı * Akışkan duruma getirme özelliği olan. akışkanlaştırıcılık * Akışkan duruma getirme özelliği olma. akışkanlaştırma * Akışkanlaştırmak işi.
* Akışkanların niteliğini düzeltmek için yoğunlaşan akımı içinde parçacıkların asıltısınısağlayan yöntem.akışkanlaştırmak * Akışkan duruma getirmek. akışkanlık * Akışkan olma durumu. akışma * Kulağa hoşgelen veya kolayca söylenen seslerin özelliği. akışmalı * Akışma özelliği olan. akışmaz * Dışetkenlerin tesiriyle akışmazlığıdeğişmeyen, durağan. akışmazlık * Akışmaz veya durağan maddenin durumu. akıtma * Akıtmak işi.
* Hayvanların, özellikle atların alınlarında bulunan ve burunlarına doğru uzanan beyaz leke.
* Un, süt, yağ, yumurta, şeker veya pekmezle yoğrularak cıvık bir duruma getirilen hamurun kızgın saç
üzerinde pişirilmesiyle yapılan bir çeşit tatlı.
* Enli bilezik.akıtmak * Akmasını sağlamak, akmasına yol açmak, dökmek. akıtmalı * Alnında akıtması olan (hayvan). akide * Bir şeye inanarak bağlanış, inanç, din inancı. akide * Şekerin kaynatılarak ağda durumuna getirilmesi yolu ile yapılmışrenkli ve kokulu, ağızda güç eriyen şeker;
daha çok akide şekeri yerine kullanılır.akide şekeri * Bkz. akide. akidesi bozuk * İnancızayıf olan (kimse). akideyi bozmak * doğru bilinen bir inanışveya gidişten ayrılmak. akik * Yüzük taşı, mühür gibi şeyler yapmakta kullanılan, türlü renklerde, yarısaydam, parlak ve değerli bir taş;
kalseduan kuvarsının bir türüdür. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 37
akil * Akıllı. akil baliğ * Döl verebilecek duruma gelmişolan, erin. akil baliğolmak * döl verebilecek erişkin duruma gelmişolmak.
* rüştünü ispat etme yaşına gelmişolmak.akilâne * Akıllıca. akim * Kısır, verimsiz, döl veremeyen.
* Sonuçsuz, başarısız.akim kalmak * sonuca ulaşamamak, başarısağlayamamak. akis * Işık veya ses dalgalarının yansıtıcı bir yüzeye çarparak geri dönmesi, yansıma, yankı.
* Bir cismin, parlak bir yüzeyde görünmesi.
* Bir şeyin başka bir şey üzerinde yarattığıetki.
* Evirme, evirtim.akis uyandırmak * bir konunun üzerinde düşünülmesine, tartışılmasına yol açmak, ilgi veya tepki yaratmak. akit * Hukukî sonuç doğurmak amacı ile iki veya daha çok kimsenin veya kuruluşun karşılıklıve birbirine uygun
irade beyanları ile gerçekleşen işlem, sözleşme, mukavele, kontrat.
* Nikâh.âkit * Bir işi karşılıklı olarak kararlaştırıp üstlerine alan taraflardan her biri, sözleşme veya mukavele yapan. akit vaadi * Ön sözleşme. akkaraman * Vücudu beyaz, ağız, burun, göz etrafı, kulak ve ayaklarda siyah lekeler bulunabilen, kaba karışık yapağılı,
Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’nun batıkesimlerinde yaygın olarak yetiştirlen yerli bir tür koyun.akkarınca * Düz kanatlılardan, sıcak veya ılıman ülkelerde yaşayan, bitkilere çok zarar veren bir böcek cinsi, termit
(Termes).akkarıncalar * Ağız parçaları iyi gelişmiş, iri başlı, ısırıcı böcekler topluluğu, termitler. akkavak * Söğütgillerden, yapraklarının altı beyaz olan bir kavak türü, akçakavak, Hollanda kavağı(Populus alba). akkefal * Sazangillerden bir cins tatlısu balığı(Alburnus). akkelebek * Hemen bütün meyve ağaçlarında tomurcuk düşmanısayılan, iri ak kanatlarıkalın, kara damarlı bir kelebek
(Aporia crataegi).akkirpani * Ak, fakat kirli. akkor * Işık saçacak beyazlığa varıncaya değin ısıtılmışolan. akkorluk * Akkor olma durumu. akkuş * Atmaca, yırtıcı bir kuş. akkuyruk * Tadınıartırmak için çay harmanına katılan beyaz bir çay türü. -akla / -ekle * Bazıfiillerin sıklık çatılarınıtüreten ek: tart-akla- , it-ekle- vb. akla fenalık vermek * çok şaşırmak, çıldıracak gibi olmak, zıvanadan çıkmak. akla gelmedik * düşünülemeyen. akla gelmeyen başa gelir * insan ummadığı, düşünmediği şeylerle daima karşılaşabilir. akla gelmez * hatırlanamaz, düşünülemez. akla hayale gelmez * inanılmaz. akla karayıseçmek * (bir işi başarıncaya değin) çok sıkıntıçekmek, güçlüklerle karşılaşmak. akla sığar gibi * aklın kabul edebileceği biçimde, makul. akla sığmak (veya sığmamak) * inanılacak gibi olmamak. akla yakın * aklın benimseyebileceği, aklın kabul edebileceği. akla yatkın * uygun, akıllıca, makul. akla zarar (veya ziyan) * çok şaşılacak, şaşkınlığa uğratacak (şey). aklama * Aklamak işi, ibra. aklama belgesi * Alacak verecek kalmadığını gösteren belge, ibraname. aklamak * Suçsuz veya borçsuz olduğu yargısına vararak birini temize çıkarmak, tebriye etmek, ibra etmek.
* Başarılı gösterilmek, değerli olarak nitelendirilmek.aklan * Sularını bir denize veya göle gönderen bölge, maile.
* Bir dağsırasının yamaçlarından her biri.aklanma * Aklanmak işi. aklanmak * Ak olmak, temizlenmek.
* Bir dava sonunda temiz ve ilişiksiz çıkmak, temize çıkmak, beraat etmek.aklaşma * Aklaşmak işi. aklaşmak * Ak duruma gelmek, ağarmak, beyazlaşmak. aklaştırma * Aklaştırmak işi. aklaştırmak * Aklaşmasını sağlamak, beyazlaştırmak. aklen * Akıl icabı, akıl gereğince. aklevrek * Tatlısu levreği. aklı * Akı bulunan, ak renkli. aklıalmamak * anlayamamak, kavrayamamak.
* bir şeyin olabileceğine inanmamak.
* uygun bulmamak.aklı başına gelmek * davranışlarının yanlışlığınısezerek doğru yolu bulmak.
* ayılmak, kendine gelmek.aklı başında * sürekli akıllıdavranan.
* doğru dürüst, kusursuz.