Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 71

    anlatımcılık * Bkz. ekspresyonizm.
    anlatımlı * Düşünce ve duyguyu güçlü ve canlı bir biçimde anlatan.
    anlatış * Anlatmak işi veya biçimi, takrir.
    anlatma * Anlatmak işi.
    anlatmak * Bir konu üzerinde açıklamada bulunmak, bilgi vermek, izah etmek.
    * İnandırmak, belirtmek.
    * Söylemek, nakletmek.
    anlattırma * Anlattırmak işi.
    anlattırmak * Bir konu üzerinde bilgisini ölçmek, açıklama yaptırmak.
    anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az * anlayışlıkimseleri en küçük bir söz bile etkiler, oysa anlayışsız kimselere ne söylense yararsızdır.
    anlayıp dinlemek * (bir olayla ilgili olarak) iyice anlamak.
    anlayış * Anlamak işi veya biçimi, telâkki, zihniyet.
    * Anlama yeteneği, feraset, izan, zekâ.
    * Hoşgörme, hâlden anlama.
    * Ayırıcı bir nitelik olmak bakımından görüş, zihniyet.
    anlayışgöstermek * istenilen veya söylenilen bir şeyi hoşgörüyle karşılamak.
    anlayışlı * Anlayışı olan, ferasetli, izanlı, zeki.
    * Hoşgörülü.
    anlayışlılık * Anlayışlı olma durumu.
    anlayışsız * Anlayışıkıt olan, kafasız, kavrayışsız, vurdumduymaz, kalın kafalı, izansız, ferasetsiz, gabi.
    * Hoşgörüsüz.
    anlayışsızlık * Anlayışkıtlığı, kafasızlık, kalın kafalılık, vurdumduymazlık, izansızlık, gabavet.
    * Hoşgörüsüzlük.
    anlışanlı * Güzel, gösterişli, ünlü.
    anlık * Kısa süren, bir an içinde olan.
    * Duyu ve iradeden ayrı olarak düşünülen bilme melekesi, anlama gücü; usa vurma, yargılama, müdrike,
    entelekt.
    anlıkçılık * Duyu ve irade karşısında anlığın üstünlüğünü ileri süren doktrin, zihniye, entelektüalizm.
    anma * Birini veya bir şeyi akla getirerek sözünü etme.
    * Ölmüş bir insanıhatırlamak için yapılan tören, ihtifal.
    anma töreni * Bir kişiyi veya bir olayıhatırlamak için yapılan tören.
    anmak * Birini veya bir şeyi akla getirerek sözünü etmek veya onu düşünmek, zikretmek, hatırlamak.
    * Bir sözü ağzına almak.
    * Bir armağanla gönlünü almak.
    * Adlandırmak.
    anmalık * Anılmak için verilen şey, hatıra, yadigâr, bergüzar.
    anne * Çocuğunu dünyaya getiren kadın.
    anne olmak * (kadın) çocuk sahibi olmak.
    anneanne * Annenin annesi.
    annelik * Anne olma niteliği veya durumu.
    annelik etmek * annelik görevini yapmak veya anne gibi ilgi ve yakınlık göstermek.
    anofel * Sıtma mikrobunu aşılayan bir tür sivrisinek (Anopheles maculipennis).
    anomali * Sapaklık, aykırılık.
    anonim * Adısanı bilinmeyen.
    * Yaratıcısının adı bilinmeyen (eser).
    anonim ortaklık * Sermayesi paylara bölünmüşolan ve her ortağın sorumluluğu sermayedeki payıyla sınırlı bulunan ortaklık,
    anonim şirket.
    anonim şirket * En az beşkişinin kurduğu, sermayesi hisselere bölünmüşve her ortağın sorumluluğu sermayedeki hissesi
    ile sınırlı ortaklık, anonim ortaklık.
    anons * Duyuru, duyurma.
    anons etmek * sözle veya yazıyla bir durumu, bir haberi halka bildirmek.
    anonsör * Bkz. sunucu.
    anorak * Başlıklı, su geçirmeyen spor ceket.
    anorganik * İnorganik.
    anormal * Genel olan örneğe, alışılmışa ve kurala aykırı olan; düzgün olmayan, gayritabiî.
    * Dengesi bozuk, deli.
    anormalleşme * Anormalleşmek işi.
    anormalleşmek * Anormal duruma gelmek.
    anormallik * Anormal olma durumu.
    anot * Bir elektrolitte elektrik akımının gelip bağlandığıve içeri girdiği uç, artıuç.
    ansefal * Kafatası içindeki beyin ve yardımcı organların hepsi.
    ansefalit * Beynin irinsiz iltihaplıhastalığı.
    ansıma * Bkz. anımsama.
    ansımak * Bkz. anımsamak.
    ansız * Anlayışsız, akılsız.
    * Birdenbire, habersiz.
    ansızın * Hiç hatıra gelmedik bir sırada, birdenbire, anî olarak, anîden.
    ansiklopedi * Bütün bilim, sanat dallarınıtek veya bir arada belli bir yönteme göre inceleyen eser, bilgilik.
    ansiklopedici * Ansiklopedi hazırlayan veya satan (kimse).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 72

    ansiklopedicilik * Ansiklopedicinin yaptığı iş.
    * Değişik alanlardaki bilgileri sistemli bir yöntemle bir araya getirme veya toplama işi.
    ansiklopedik * Ansiklopedi ile ilgili.
    * Her konuda biraz bilgi sahibi olan.
    ansiklopedik sözlük * Alfabetik sıraya göre kelimelerin karşılıklarını geniş bir biçimde veren, özel adlarıda içine alan sözlük türü.
    ant * Tanrı’yıveya kutsal bilinen bir kişiyi, bir şeyi tanık göstererek bir olayıdoğrulama, yemin.
    * Kendi kendine söz verme.
    ant içmek (veya etmek) * bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ant ile söz vermek, yemin etmek.
    ant kardeşi * Bkz. kan kardeşi.
    ant verdirmek * bir şeyi yapması için bir kimseye ant içirmek.
    ant vermek * “Allah aşkına, “çocuklarının başı için” gibi sözlerle karşısındakini bir şeye zorlamak.
    antagonizma * Tezat.
    antant * Anlaşma, uyuşma, mutabakat, itilâf.
    antant kalmak * anlaşmak, uzlaşmak.
    antarktik * Güney kutupla ilgili, güney kutup yakınında olan.
    antarktik kara * Güney kutuptaki kara bölgesi.
    anten * Boşlukta yayılan elektromanyetik dalgalarıtoplayarak bu dalgaların transmisyon hatları içerisinde
    yayılmasınısağlayan cihaz.
    * Duyarga.
    * Olta şamandırasının alt ve üst kısmında bulunan ince uçlar.
    anten yükselteci * Anten ile alıcıarasında yer alarak elektromanyetik dalgaların genliğini yükselten cihaz.
    antenli * Anteni olan.
    antenli balık * Göğüs yüzgeçleri saplı, iskeleti kemikleşmiş, sırt yüzgeçleri uzamışkemikli balık türü.
    Antep baklavası * Antep yöresinde yapılan özel bir tatlıtürü.
    Antep fıstığı * Antep fıstığı gillerin örnek bitkisi, yurdumuzda Gazi Antep ve Siirt bölgelerinde yetişen, yanlışolarak Şam
    fıstığıda denilen bir ağaç (Pistacia vera).
    * Bu ağacın, ince ve sert kabuklu, yağlıyemişi.
    Antep fıstığı giller * Ayrıtaç yapraklılardan, tipik örneği Antep fıstığı ağacı olan bir familya.
    Antep işi * Gazi Antep yöresine özgü, iplikleri çıkarılmışve kafes şeklini almışkumaşüzerine aynırenk iplikle
    verevine sarılarak yapılan bir çeşit el işlemesi.
    anterit * İnce bağırsak iltihabı.
    anterograf * Bağırsak kasılmalarınıölçmeye yarayan alet.
    anterosel * İnce bağırsak fıtığı.
    anterostomi * Bağırsak düğümlenmesinin kesilip alınması.
    antet * Kâğıt veya zarf üstüne basılmışad ve adres, başlık.
    antetli * Başlıklı.
    antetsiz * Başlıksız.
    antialerjik * Alerjilerin önlenmesinde veya tedavisinde kullanılan ilâçların özelliği.
    antiasit * Alkalik, kalevî.
    antibiyotik * Bitkilerde, özellikle küf mantarlarında bulunan veya sentezle elde edilen, birçok mikroba karşıkullanılan,
    penisilin, streptomisin gibi maddelerin ortak adı.
    antibiyotik tedavisi * Bir veya birçok antibiyotiğin durdurucu veya öldürücü etkisinden faydalanılarak yapılan tedavi.
    antidemokratik * Demokrasiye aykırı olan.
    antidot * Bkz. panzehir.
    antiemperyalist * Emperyalizme karşı olan.
    antiemperyalizm * Emperyalizme karşıtutum, davranışveya öğreti.
    antifriz * Bir sıvıya katıldığında o sıvının donma derecesini düşürerek donmasınıönleyen madde.
    antihijyenik * Sağlık kurallarına aykırı olma.
    antijen * İçerisine girdiği organizma aracılığıyla antikor oluşumunu sağlayan bakteri, virüs, parazit gibi protein
    yapısında madde.
    antik * İlk Çağdaki uygarlıklarla, özellikle eski Yunan ve Roma uygarlıkları ile ilgili olan.
    antik çağ * Eski Yunan ve Roma uygarlıklarının gelişip yayıldığıçağ.
    * Bu çağa özgü olan.
    antika * Eski çağlardan kalma eser veya tarihî değeri olan eski eşya.
    * Genele, olağana, geleneğe aykırı, acayip, tuhaf.
    * Mendil, örtü, yatak çarşafı gibi bezlerin kenarlarına paralel ipliklerden bir bölümü çekilip dikey olanların
    ikisi, üçü bir arada tire ile sarılarak yapılan dişdişsüs, sıçan dişi, ajur.
    * Antik.
    antika mobilya * En az yüz sene evvel imal edilmişolan, ana hatlarda herhangi bir değişiklik yapılmamışve belli bir ekole
    göre isimlendirilen mobilya.
    antikacı * Antika eşya veya eser satan veya toplayan kimse.
    antikacılık * Antika eşya veya eserlerle uğraşma işi.
    antikalık * Antika olma durumu.
    * Tuhaflık.
    antikapitalist * Kapitalist rejime karşı olan kimse.
    antikapitalizm * Kapitalizme karşı olma.
    antikasını bilmek * en iyisini bilmek.
    antikatot * Basıncıazaltılmış bir elektrik boşalma tüpünde, katot ışınlarınıalan elektronik lâmbadaki genellikle metal
    yaprak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 73

    antikite * Tarihte İlk Çağ, antik devir.
    antikomünist * Komünizme karşı.
    antikomünizm * Komünizm aleyhtarlığı.
    antikor * Hastalık etkenlerini zararsız duruma getirmek için vücudun çıkardığımadde.
    antilop * Antiloplardan, sıcak ülkelerde yaşayan, çok hızlıkoşan, boynuzlu bir hayvan (Anthilopus).
    * Bu hayvanın derisinden yapılmış.
    antiloplar * Gevişgetiren memeli hayvanların bir familyası.
    antimon * Atom numarası51, atom ağırlığı121,76 olan, 6300 C de eriyen, haddede veya çekiç altında işlenemeyen,
    çoğunlukla basım harfleri alaşımında kullanılan, mavimtırak beyaz renkte bir element. KısaltmasıSb.
    antinomi * Çatışkı.
    antipati * Sevimsizlik, soğukluk.
    * Karşıt duygu.
    antipatik * Antipati uyandıran, sevimsiz, soğuk.
    antipatik bulmak * sevimsiz bulmak, kanıkaynamamak.
    antipropaganda * Karşıpropaganda.
    antisemit * Yahudilik aleyhtarlığı.
    antisemitist * Yahudilere karşıdüşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karşıayırt edici tedbirler alınmasını isteyen
    görüşe bağlı olan (kimse).
    antisemitizm * Yahudilere karşıdüşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karşıayırt edici tedbirler alınmasını
    isteyenlerin görüşü veya tutumu.
    antisepsi * Mikropları ilâçla öldürme yolları.
    antiseptik * Antisepsi yapmak için kullanılan veya antisepsi özelliği olan (madde).
    antisiklon * Yüksek basınçlıatmosfer kütlesi; havanın sarmal biçimli hareketi için kullanılır.
    antitez * Karşısav.
    antitoksik * Antitoksin.
    antitoksin * İçine giren toksinleri zararsız hâle getirmek için vücudun çıkardığımadde.
    antlaşma * İki veya daha çok devletin saldırmazlık, savaşta ittifak gibi konularda üstlenmelerini belirttikleri belge ve
    belgede belirtilen durum, muahede, pakt.
    antlaşmak * Antlaşma yapmak, ahitleşmek.
    antlı * Ant içmişveya ant içirilmiş.
    antoloji * Şairlerin, yazarların, bestecilerin eserlerinden alınmışseçme parçalardan oluşan kitap, seçki, güldeste.
    antrakt * Ara.
    antrasit * Güçlükle tutuşan, koku, duman çıkarmadan, büyük bir ısıvererek yanan bir tür taşkömürü.
    antre * Bir yapıda girip geçilen yer, methal.
    * Başlangıç yemeği.
    antrenman * Bir spor dalında yapılan alıştırma veya hazırlık çalışması, idman, egzersiz.
    antrenman yapmak * spor amacıyla çalışmak, alıştırma yapmak.
    antrenmanlı * İdmanlı.
    antrenmansız * Antrenmanı olmayan, idmansız.
    antrenör * Bir spor dalında sporcuyu eğiten, yetiştiren ve çalıştıran kişi, çalıştırıcı.
    antrenörlük * Antrenörün işi veya mesleği, çalıştırıcılık.
    antrepo * Gümrüklere gelmişticarî eşyanın konulduğu, korunduğu yer, ardiye.
    antrepocu * Antrepo işleten kimse.
    * Antrepoya bakan kimse.
    antrepoculuk * Antrepocunun yaptığı iş.
    antrkot * Sığırın iki kürek arasından ve pirzolalık yerinden çıkartılan kemiğinden sıyrılmışet dilimi.
    antrok * Triyas devri katmanlarında bulunan, derisi dikenlilerden, deniz lâlelerinin saplarını oluşturan kalsiyum
    karbonat birleşimli fosil.
    antropoit * Bkz. insansı.
    antropoitler * Bkz. insansılar.
    antropolog * İnsan bilimi uzmanı.
    antropoloji * İnsanın kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim, insan
    bilimi.
    antropolojik * İnsan bilimiyle ilgili, insan bilimsel.
    antropomorfizm * İnsan biçimcilik.
    antroponim * Kişi adlarını inceleyen bilim dalı.
    antroposantrizm * İnsanıtabiatın merkezi sayan, bütün öbür yaratıkların insan için yaratılmışolduklarınısöyleyen dinî nitelikli
    öğreti, insaniçincilik.
    antropozoik * İnsanın belirmesi ve yayılmasınıniteleyen antropozoik devir teriminde geçer.
    antropozoik devir * Antropozoik.
    antrparantez * Söz arasında, sırası gelmişken, istitrat.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 69

    anıtlaştırılma * Anıtlaştırılmak durumu.
    anıtlaştırılmak * Anıtlaştırmak durumuna getirmek.
    anıtlaştırma * Anıtlaştırmak işi.
    anıtlaştırmak * Anıt durumuna getirmek, abideleştirmek.
    anıtsal * Anıt niteliğinde olan, anıta benzeyen, abidevî.
    * Büyüklüğü, görünüşü ve güzelliğiyle görenleri etkileyen, görkemli.
    anıtsı * Anıta benzer.
    anız * Ekin biçildikten sonra tarlada kalan köklü sap.
    * Ekin biçildikten sonra sürülmemiştarla.
    anız biçmek * anızıve tarla kenarındaki otları biçmek.
    anız bozmak * anızıalt üst etmek için toprağıyüzden sürmek.
    anızlık * Anızısökülmemiştarla.
    anî * Bir anda oluveren, apansız.
    * Ansızın, birdenbire.
    anî akın * Bir anda gerçekleştirilen hücum.
    anî hız * Bir andaki hız.
    anîde * Hemencecik, bir anda, birden.
    anîden * Ansızın, birdenbire.
    anif * Sert, kaba.
    anilin * Benzenden türeyen bir amin.
    anilin boyalar * Taşkömürü eterinden elde edilen, fotoğrafçılıkta, basım işlerinde, boya sanayiinde kullanılan organik boya
    cevheri.
    animasyon * Canlandırma.
    animato * Bir parçanın canlıçalınacağınıanlatır.
    animizm * Canlıcılık.
    anjin * Boğaz mukozasının şişmesi, boğak, yutak iltihabı, hunnak, farenjit.
    anjiyo * Anjiyografinin kısaltması.
    anjiyo olmak * anjiyografi çektirmek veya yaptırmak.
    anjiyografi * Damar içine x ışınlarını geçirmeyen bir madde şırınga edildikten sonra damarların filminin alınması.
    anjiyoloji * Dolaşım organlarını inceleyen anatomi bölümü.
    Anka * Masallarda adı geçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş, Zümrüdüanka.
    Ankara keçisi * Uzun, kıvırcık ve ipek gibi yumuşak kılları olan ve Ankara yöresinde yetiştirilen evcil keçi türü, tiftik keçisi.
    Ankara kedisi * Uzun tüylü ve Ankara yöresinde yetişen kedi ırkı.
    ankastre * Bir oyuğa, yuvaya yerleştirilmiş(tesisat).
    ankesörlü telefon * Kutulu telefon.
    anket * Soruşturma, sormaca.
    anket yapmak * bir konuda soruşturma, araştırma yapmak.
    anketçi * Soruşturmacı.
    anketçilik * Soruşturmacılık.
    anketör * Anket yapan uzman.
    ankiloz * Oynar eklemlerde oynaklığın kalmamasıyla eklemin işlemez duruma gelmesi, eklem kaynaşması.
    anladımsa arap olayım * hiçbir şey anlamadım.
    anlak * Zekâ.
    anlaklı * Zeki.
    anlam * Bir kelimeden, bir sözden, bir davranışveya olgudan anlaşılanşey; bunların hatırlattığıdüşünce veya nesne,
    mana, fehva.
    * Bir önermenin, bir tasarının, bir düşüncenin veya eserin anlatmak istediği şey.
    anlam aykırılığı * Karşıt anlamlıkelimelerin, sözlerin bir araya gelmesi.
    anlam bayağılaşması * Anlam kötüleşmesi.
    anlam bilimi * Dili anlam açısından inceleyen bilim dalı, semantik.
    anlam bilimsel * Anlam bilimi ile ilgili, semantik.
    anlam çıkarmak * bir cümlede veya bir metinden yeni ve değişik bir anlam yakalamak veya bulup çıkarmak.
    * yersiz ve gereksiz bir yargıya varmak, yanlışdeğerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir
    anlam vermek.
    anlam daralması * Genişkavramları olan bir kelimenin, bu kavramlar içinden tek bir anlam bildirmesi durumu, genel bir
    anlamdan özel bir anlama geçiş.
    anlam değişmesi * Anlamın daralması, genişlemesi, kaymasıveya bayağılaşması.
    anlam genişlemesi * Dar bir anlamda kullanılan bazıkelimelerdeki anlamın ilgili kavramlara yayılması.
    anlam iyileşmesi * Kötü ve olumsuz bir anlamı olan bir kelimenin zamanla iyi bir anlam kazanması.
    * Bkz. isimden türeme fiil.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 70

    anlam kayması * Yeni bir anlam vermek üzere kelimelerin gerçek anlamlarından kayarak kalıplaşmaları.
    anlam kötüleşmesi * Anlamı iyi ve olumlu olan bir kelimenin zamanla kötü veya kötüye doğru giden bir anlam kazanması.
    anlam vermek * kendince bir yargıya varmak, yorumlamak.
    anlama * Anlamak işi, vukuf.
    * Bir olay veya önermenin daha önce bilinen bir kanunun veya formülün sonucu olduğunu görme.
    anlamak * Bir şeyin ne demek olduğunu, neye işaret ettiğini kavramak; yeni bilgileri eskileriyle bir araya getirerek
    sonuç niteliğinde başka bir bilgi edinmek.
    * Sorup öğrenmek.
    * Doğru ve yerinde bulmak.
    * Birinin duygularını, isteklerini, düşüncelerini sezebilmek.
    * Bir şey üzerinde bilgisi bulunmak.
    * (olumsuz veya soru biçiminde) İyilik görmek, yararlanmak.
    * Sahip olmayı istemek, dileğinin yerine getirilmesini istemek.
    anlamamak * hoşlanmamak, ilgilenmemek.
    anlamamazlık * Anlamazlık.
    anlamazlık * Bir şeyi anlamamış, kavrayamamışgibi davranmak.
    anlamazlıktan gelmek * bir şeyi anladığıhâlde anlamamış, farkına varmamışgibi davranmak.
    anlamdaş * Eşanlamlı, müradif, müteradif, sinonim.
    anlamdaşlık * Eşanlamlılık.
    anlamına gelmek (veya manaya gelmek) * (bir anlam) bildirmek.
    anlamlandırma * Anlamlandırmak işi.
    anlamlandırmak * Anlamınıaçıklamak; anlam vermek, anlam kazandırmak.
    anlamlı * Anlamı olan, bir şey demek isteyen, düşündürücü, manalı, manidar.
    anlamlıanlamlı * Anlamlı olarak.
    anlamlılık * Anlamlı olma durumu.
    anlamsal * Anlamla ilgili, semantik.
    anlamsız * Anlamı olmayan, önemli bir şey anlatmayan, manasız.
    anlamsızlaşma * Anlamsızlaşmak durumu.
    anlamsızlaşmak * Anlamsız duruma gelmek.
    anlamsızlaştırma * Anlamsızlaştırmak durumu.
    anlamsızlaştırmak * Anlamsız duruma getirmek.
    anlamsızlık * Anlamsız olma durumu, manasızlık.
    anlarsın ya! * açıklanmaması gereken bir olayıdolaylıyoldan anlatmak için kullanılır.
    anlaşık * Aralarında anlaşma bulunan taraflardan, kimselerden biri.
    anlaşılan * anlaşıldığına göre, galiba.
    anlaşıldıVehbi’nin kerrakesi * işin iç yüzü, gerçeği öğrenildi.
    anlaşıldıVehbi’nin kerrakesi * Bkz. anlaşıldıVehbi’nin kerrakesi.
    anlaşılma * Anlaşılmak işi.
    anlaşılmak * Anlamak işine konu olmak, belli olmak, ortaya çıkmak.
    anlaşılmaz * Anlaşılması güç olan, bir anlam verilemeyen, karışık, muğlâk.
    anlaşma * Anlaşmak işi, uyuşma, itilâf.
    * Devletler arasısiyasî, ekonomik, kültürel vb. alanlarda yapılan uzlaşma ve bu uzlaşmanın tespit edildiği
    belge, uyuşma, itilâf, antant.
    anlaşma yapmak * anlaşma belgesi düzenleyip imzalamak.
    anlaşmak * Düşünce, duygu, amaç bakımından birleşmek.
    anlaşmalı * Anlaşmaya dayanan.
    anlaşmaya varmak * bir konuda birisiyle anlaşmak.
    anlaşmazlık * İki veya daha çok tarafın karşılaşan düşünce ve amaçlarıarasında ayrılık, uyuşmazlık, ihtilâf.
    anlaşmazlık çıkmak * bir konuda uyuşmazlık söz konusu olmak.
    anlaştırma * Anlaştırmak işi.
    anlaştırmak * Anlaşmayı, uzlaşmayı, uyuşmayı sağlamak.
    anlata anlata bitirememek * bir şeyden çok söz etmek, övmek.
    anlatı * Hikâye etme, tahkiye.
    anlatıcı * Hikâye, fıkra gibi şeyleri anlatan kimse.
    anlatılma * Anlatılmak işi.
    anlatılmak * Anlatmak işine konu olmak.
    anlatım * Anlatmak işi.
    * Bir duyguyu, bir düşünceyi, bir konuyu söz veya yazı ile bildirme, ifade.
    anlatım bilimi * Üslûp yöntemlerini inceleyen edebî araştırma, inceleme, stilistik.
    anlatım tonu * Anlatımda mantık ve düşünce özelliğine göre oluşan ton.
    anlatımcı * Yalnızca hikâye etmeye ağırlık veren (eser).
    * Eserlerinde hikâye etmeye, tahkiyeye ağırlık veren (yazar).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 67

    anasır * Unsurlar, ögeler.
    anasız * Anası olmayan.
    anasızlık * Anasız olma durumu.
    anason * Maydanozgillerden, kokulu tohumu hamur işlerinde ve rakıyapımında kullanılan, yurdumuzda ekimi
    yapılan bitki (Pimpinella anisum).
    anatomi * İnsan, hayvan ve bitkilerin yapısınıve organlarının birbiriyle olan ilgilerini inceleyen bilim, teşrih.
    * Beden yapısı, gövde yapısı.
    * Bir şeyin oluşumunda göze çarpan özel yapı.
    anatomici * Anatomi uzmanı.
    * Anatomi dersi veren öğretim üyesi.
    anatomik * Anatomi ile ilgili.
    * İnsan vücudunun anatomisi ile ilgili.
    anatomist * Anatomiyle uğraşan bilimci.
    anavaşya * Göçücü balıkların Akdeniz’den Karadeniz’e çıkması, katavaşya.
    anayasa * Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren,
    yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa, kanunuesasî, teşkilâtıesasiye kanunu.
    anayasacı * Anayasayısavunan, anayasadan yana olan.
    * Anayasa konusunda yetkili olan, anayasa okutan (kimse).
    anayasal * Anayasa ile ilgili.
    anbean * Dakikadan dakikaya, her an, gittikçe.
    anca * Ancak.
    anca beraber, kanca beraber * bir işte iki veya daha çok kimsenin, o işkötü de gitse, birbirinden ayrılmamaları gerektiğini anlatır.
    ancak * “Yalnız, sadece” gibi sınırlama anlatır.
    * “Olsa olsa”, “en çok”, “daha çok”, “güçlükle” gibi, bir şeyin daha çoğunun, ilerisinin olmadığını gösterir.
    * “Lâkin”, “ama”, “yalnız” gibi bir düşünceye karşıt ikinci bir düşünceyi anlatır.
    * En erken.
    ançüez * Genellikle hamsi, bazen de çaça, sardalye veya tirsi balıklarından yapılan tuzlu ve yağlıezme.
    andaç * Ajanda.
    * (çoğul durumunda) Anılar, hatırat.
    * Anı, yadigâr.
    andante * Yarıyavaş, adagio ile andantino arası.
    andantino * Andante’den daha canlı, daha hızlı.
    andaval * Ahmak, aptal, beceriksiz, saşkın, bön.
    andavallı * Bön ve görgüsüz, beceriksiz (kimse).
    andemi * Belli bir bölgede sık sık görülen hastalık.
    andemik * Belli bir bölgede sık sık görülen.
    andezit * Plâjiyoklâzlı bir yanardağkültesi.
    andık * Sırtlan.
    andırış * Andırmak işi veya biçimi, analoji.
    * İki şey arasında bazınoktalardaki uygunluk, benzerlik durumu, temsil.
    andırışma * Andırışmak işi, analoji.
    * İltibas.
    andırışmak * (bir şey) Başka bir şeyi andırmak.
    andırma * Andırmak işi.
    andırmak * Anmak işini yaptırmak.
    * Benzer yanları bulunmak, çağrıştırmak.
    andız * Yapraklarıdikenli olan bir çeşit ardıç.
    * Servi ağacı.
    * Kırlarda yetişen yabanî bir otun kökü.
    andız otu * Birleşikgillerden, nemli yerlerde yetişen, sarıçiçekli, acıve kokulu bir ot (İnula).
    andoskop * Bkz. endoskop.
    andoskopi * Bkz. endoskopi.
    andropoz * Erkeklerde yaşdönümü.
    anekdot * Kısa veya özlü anlatımı olan güldürücü hikâye, fıkra.
    anele * Gemilerde türlü işlerde kullanılan bir tür demir halka.
    anemi * Kansızlık.
    anemik * Kansız.
    anemometre * Yelölçer.
    anemon * Dağlâlesi.
    aneroit * Cıva yerine bir maden kutu kullanmak temeline dayanan kadranlı barometre.
    anestezi * Uyuşturucu bir ilâçla vücudun bütününde veya belirli bir bölgesinde duyuların yok olması, duyum yitimi.
    anestezist * Anestezi uzmanı.
    anesteziyoloji * Duyum yitimi bilimi.
    anevrizma * Bir atardamarın bir noktasında oluşan ur biçimindeki gevşeme şişkinliği.
    angaje * Sözle veya yazılı olarak bağlanan.
    angaje etmek * birini söz veya yazı ile bağlamak, taahhüt etmek.
    angaje olmak * sözle veya yazılı olarak bir şeye bağlanmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 68

    angajman * Yüklenme, üstlenme, bağlantı, taahhüt.
    angajmanlı * Bağlantısı, taahhüdü olan.
    angajmansız * Bağlantısı, taahhüdü olmayan.
    angajmansızlık * Angajmanı olmama durumu.
    angarya * Bir kimseye veya bir topluluğa zorla, ücret vermeden yaptırılan iş.
    * Kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptığızorunlu ücretsiz hizmeti.
    * Savaşdurumundaki bir devletin, kendi sularındaki yabancı bir devletin ticaret gemilerine el koyarak
    bunlardan yararlanması.
    * Olağanüstü durumlarda veya sıkıyönetimde devletin vatandaşlara ait taşıtlara el koyması.
    * Usandırıcı, bıktırıcı, zorla yapılan iş.
    angarya çekmek * bir işi isteksizce, hatır için yapmaya mecbur olmak.
    angaryacı * Başkasına ücretsiz işyaptıran kimse.
    angaryaya koşmak * birini zorunlu olmadığıhâlde bir işte çalışmaya zorlamak.
    angıç * Harman zamanıfazla sap yüklemek için öküz ve at arabalarının iki tarafına takılan parmaklık.
    angın * Ünlü, anılmış, meşhur.
    Anglikan * İngiliz kilisesine bağlı olan (kimse).
    Anglikanizm * İngiliz kilisesinin tuttuğu inanç yolu.
    Anglofil * İngiliz yanlısı.
    Anglosakson * V. ve VI. yüzyılda Büyük Britanya’yıele geçiren Cermen ırkından oymaklara verilen ad.
    * Ana dili İngilizce olan kimse.
    * İngilizlere has olan.
    Angolalı * Angola’da yaşayan (kimse).
    angström * Metrenin on milyarda biri değerine eşit olan ışık dalgalarınıölçme birimi. KısaltmasıA.
    angudî * Angut kuşunun renginde.
    angut * Ördekgillerden, tüyleri kiremit renginde, evcilleştirilebilen bir yaban kuşu (Casarca ferruginea).
    * Ahmak, kaba saba.
    anha minha * Aşağıyukarı.
    anhidrit * Genellikle kaya tuzu ve alçıtaşıyla birlikte bulunan doğal, susuz kalsiyum sülfat.
    anı * Hatıra.
    * Yaşanmışolayların anlatıldığıyazıtürü, hatıra.
    anık * Hazır.
    anıklama * Anıklamak işi.
    anıklamak * Hazırlamak.
    anıklaşma * Anıklaşmak işi.
    anıklaşmak * Hazır olma durumu.
    anıklık * Hazırlık.
    anılaşma * Anılaşmak işi, anıdurumuna girme.
    anılaşmak * Anıniteliği kazanmak.
    anılma * Anılmak işi.
    anılmak * Anmak işine konu olmak, hatırlamak.
    anımsama * Hatırlama.
    anımsamak * Hatırlamak.
    anımsanma * Hatırlanma.
    anımsanmak * Hatırlanmak.
    anımsatma * Hatırlatma.
    anımsatmak * Hatırlatmak.
    anırış * Anırma işi veya biçimi.
    anırma * Anırmak işi.
    anırmak * (eşek) Bağırmak.
    anırtı * Eşeğin anırırken çıkardığıses.
    anırtma * Anırtmak işi.
    anırtmak * Anırmasını sağlamak.
    anıştırma * Anıştırmak işi.
    * Bir yazıda veya şiirde bilinen bir olayı, bir atasözünü anlatma veya çağrıştırma sanatı, telmih.
    anıştırmak * Bir şeyi açıkça söylemeyip üstü kapalıanlatmak, dolaylıanlatmak, ima etmek ihsas etmek.
    anıt * Önemli bir olayıveya büyük bir kişinin gelecek kuşaklarca tarih boyunca anılması için yapılan, göze
    çarpacak büyüklükte, sembol niteliğinde yapı, abide.
    * Önemi ve değeri çok olan eser.
    anıt mezar * Görkemli, anıtsal mezar.
    Anıtkabir * Atatürk’ün mezarı.
    * (küçük a ile) Tarih değeri olan kişilerin mezarı olarak yapılan anıt değerindeki yapı.
    anıtlaşma * Anıtlaşmak işi.
    anıtlaşmak * Anıt durumuna gelmek, anıt değeri kazanmak.
    * Saygıve sevgi ile anılır duruma gelmek, abideleşmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 64

    ana deniz * Kıtaları birbirinden ayıran engin deniz, okyanus, umman.
    ana deniz bilimi * Oşinografi.
    ana dil * Başka diller veya lehçeler türetmişolan dil.
    ana dili * İnsanın çocukken anasından, evindekilerden ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dil.
    ana direk * Gemilerde, ekleme direklerde dipteki temel parça.
    ana doğrusu * Dönen silindirin yan yüzünü oluşturan dikdörtgenin bir kenarı.
    * Dönen koninin yan yüzünü oluşturan dik üçgenin hipotenüsüne verilen ad.
    ana duvar * Bir yapının, dört bir yönünü çevreleyen kalın dışduvar.
    ana düşünce * Temel fikir.
    ana fikir * Belirli bir konuda bir yazının temeli olan düşünce.
    ana gibi yâr olmaz, Bağdad gibi diyar olmaz * insanlar içinde bize ana kadar candan bağlıdost yoktur.
    ana kadın * Bir ailede veya bir toplulukta en çok sayılan kadın.
    ana kapı * Bir yapının süslü, büyük ön kapısı.
    ana kara * Yeryüzündeki beş büyük kara parçasından her biri, kıta.
    ana kent * Bir ülkenin veya bir bölgenin çevresindeki yerleşim yerlerine ekonomik ve toplumsal yönlerden egemen
    olan ve genellikle ülkenin başka ülkelerle olan her türlü ilişkilerinin sağlandığıen önemli kenti, metropol, büyük şehir.
    * Bir ülkede büyük kentlerden herhangi biri, metropol, büyük şehir.
    ana kızına taht kurar, kız bahtıkocadan arar (veya ana kızına taht kurmuş, baht kuramamış) * kocası iyi olmayan bir kadın, kendi ne kadar zengin olursa olsun, mutlu olamaz.
    ana kitap * Bir bilim alanında yazılmıştemel kitap.
    ana kök * Tohumun çimlenmesinden sonra kökçüğün toprağa dalarak gelişmesi sonucu oluşan ilk kök.
    ana kraliçe * Kralın annesi.
    * Arı beyi.
    ana kubbe * Camilerde ayaklar veya ana duvar üzerindeki kasnağa oturtulmuşkubbe.
    ana kucağı * Ananın sevgi ve sevecenlikle dolu çevresi.
    ana kuyu * bir ocakta ana çıkışve havalandırmada kullanılan kuyu.
    ana kuzusu * Pek küçük kucak çocuğu.
    * Sıkıntıya, güç işlere alışmamış, nazlı büyütülmüşçocuk veya genç.
    ana mektebi * Bkz. anaokulu.
    ana motif * Bir sanat eserinde sık sık tekrarlanarak ona özellik kazandıran motif, laytmotif.
    ana muhalefet * İktidarın dışında sayıca en üstün olan parti.
    ana ortaklık * Birçok ortaklığın pay senetlerini elinde bulundurarak onlarıdenetimi altında tutan sermaye yatırım
    ortaklığı, holding.
    ana rahmine düşmek * döl yatağında cenin oluşmak.
    ana saat * Bir gözlem evi veya kurumda, saatler içinde en doğru giden ve öbür saatlerin ayarlanmasında kullanılan
    saat.
    ana sanlı * Soyadınıana yönünden alan.
    ana sav * İleri sürülerek savunulan düşüncelerin en belli başlı olanı.
    ana sayaç * Belirli bir yerleşim birimine veya bir şehre verilen toplam gazın ölçülmesi amacıyla, ana dağıtım boru hattı
    başlangıcına tesis edilen sayaç sistemi.
    ana sınıfı * Genellikle beşyaşını bitirmişçocukları ilkokul öğrenimine hazırlayan sınıf.
    ana sözleşme * Taraflar arası düzenlenen ilk ve temel sözleşme.
    ana şehir * Ana kent.
    ana toplardamar * Kirli kanıkalbin sağkulakçığına boşaltan iki büyük toplardamardan her biri.
    ana vatan * Ana yurt.
    * Bir şeyin ilk kez yetiştigi, göründüğü yer.
    ana yapı * Bir yapı bütünü içinde yükseklik ve biçim bakımından göze çarpan, önemli bölüm.
    ana yarısı * Teyze.
    ana yol * Küçük yolların kendisine açıldığı büyük yol.
    * Cadde.
    ana yön * Kuzey, güney, doğu ve batıyönlerinden her biri.
    ana yurt * İlk yurt edinilen yer, ana vatan.
    ana yüreği * Annelik duygusu, ana sevecenliği.
    anabolizma * Özümleme.
    anaca * Ana olarak.
    anacık * Küçük anne.
    * Sevimli, sempatik anne.
    anacıl * Anasına düşkün (çocuk).
    anaç * Yavru yetiştirecek duruma gelmişolan hayvan veya yemişverecek durumdaki ağaç.
    * İri, kart.
    * Kurnaz, deneyli, bilgili, başına buyruk.
    anaçlaşma * Anaçlaşmak işi.
    anaçlaşmak * Anaç duruma gelmek.
    anaçlık * Anaç olma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 65

    anadan (yeni) doğmuşa dönmek (veya anadan yeni doğmuşgibi olmak) * dertsiz, tasasız, sağlıklı bir duruma gelmek.
    anadan doğma * çırılçıplak.
    * doğuştan olan.
    anadan görme * annesinde gördüğü gibi.
    * geleneksel.
    Anadolu * Ön Asya’nın bir parçası olarak Türkiye’nin Asya kıtasında bulunan toprağına verilen ad.
    Anadolulu * Anadolu halkından olan (kimse).
    anadut * Ekin veya ot demetlerini arabaya yüklemeye veya harmanıaktarmaya yarayan, uzun saplıaraç, dirgen, yaba.
    anaerki * Soyda temel olarak anayıalan ve ailede çocuklarıana klânına mal eden ilkel bir toplum düzeni,
    maderşahîlik.
    anaerkil * Anaerki temeline dayanan, maderşahî, matriarkal.
    anaerkillik * Kadının üstünlüğüne dayalıtoplumsal örgütlenme düzeni.
    * Ananın egemen olduğu aile hayatı.
    anaerobik * Oksijensiz yerde yaşayabilen, yetişebilen.
    anafor * Bir engelle karşılaşan su veya hava akıntısının dönerek ve çukurlaşarak yaptığıçevrinti, ters akıntıların
    oluşturduğu dönme, eğrim, çevri, burgaç, girdap.
    * Karmakarışık, sinirli, güç durum.
    * Yolsuz veya emeksiz elde edilen şey.
    anafora kaptırmak * emeksiz, karşılıksız olarak başkasının yararlanmasına imkân vermek.
    anaforcu * Yolsuz veya emeksiz kazanç peşinde olan (kimse).
    anaforculuk * Anaforcu olma durumu.
    anafordan * yolsuz veya emeksiz olarak.
    anaforlama * Anaforlamak işi.
    anaforlamak * Yolsuz veya emeksiz olarak kazanç elde etmek.
    anaforlu * Akıntılı, cereyanlı.
    anagram * Bir kelimedeki harflerin yerini değiştirerek elde edilen kelime.
    anahtar * Bir kilidi açıp kapamak için kullanılan araç, açar, açkı.
    * Bir şeyin zembereğini kurmak için kullanılan araç, kurgu.
    * Şifre yazmak ve çözmek için kararlaştırılmışolan yol.
    * İstenilen yere veya aygıta, isteğe göre elektrik akımının geçmesini sağlamak için kullanılan düzen,
    komütatör.
    * Somunlarıveya vidalarıçevirerek sıkıştırıp gevşetmek için kullanılan çelik saplıaraç.
    * Notaların müzik merdivenindeki yükseklik derecelerini göstermek ve buna göre okunmasını sağlamak için
    portenin başına konulan işaret.
    * Konserve kutularının kapağınıkeserek açmaya yarayan alet, açacak.
    * Vesile, araç, vasıta.
    anahtar ağızlığı * Mobilya kapaklarının ve çekmecelerin yüzlerine açılan anahtar deliklerinin üzerine çivilenen paslanmaz
    çelik veya dökümden yapılmışortasıanahtara uygun, delikli metal ve plâstik gereç.
    anahtar bitkiler * Mera üzerinde çok bulunan ve bunların doğru bir şekilde otlatılmaları ile tüm meranın doğru bir şekilde
    otlanmışolacağıkabul edilen bitki türleri.
    anahtar kelime * Bir kompozisyonda kullanılan temanın ifade edildiği başlıca kelimelerden biri.
    anahtar taşı * (yapıcılıkta) Kemerlerin en üstündeki taş, kilit taşı.
    anahtar uydurmak * bir kilidi açmak için kendi anahtarından başka bir anahtar kullanmak.
    anahtar vermek * (tulûat tiyatrosunda) komiğe nükte yapma kolaylığıvermek.
    anahtarcı * Anahtar yapan, satan veya onaran kimse.
    * Kapı, kasa gibi yerlere anahtar uydurarak hırsızlık yapan kimse.
    anahtarcılık * Anahtarcının yaptığı iş.
    anahtarı beline takmak * evde yönetimi ele almak.
    anahtarlık * Anahtarların kaybolmasınıönlemek, kolayca kullanılmasını sağlamak için takıldığımaden, deri ve
    benzerinden yapılan halka veya kılıf.
    -anak / -enek * Fiil köklerinden isim türeten ek.
    anakonda * Boğagillerden tropikal Güney Amerika’da yaşayan, avınısararak ve sıkarak öldüren yılan (Eunectes
    murinus).
    anakronik * Çağı geçmiş, çağa uymaz, eskimiş.
    anakronizm * Tarihe aykırılık.
    * Çağa uymama.
    analaştırma * Analaştırmak işi.
    analaştırmak * Annedeki özellikleri kazandırmak.
    analı * Anası olan.
    analıkuzu kınalıkuzu * Bkz. analı.
    analıkuzu, kınalıkuzu * annesi sağolan çocukların mutluluğunu anlatır.
    analık * Ana olanın durumu.
    * Ana duygusu.
    * Ana yerini tutan veya ana kadar yakınlık gösteren kadın.
    * Üvey ana.
    * Anaca davranış.
    analık etmek * analık görevini yapmak veya ana gibi yakınlık göstermek.
    analıkızlı * Salça, tuz, su, bulgur ve kıymanın yoğrularak küçük köfteler hâline getirilmesi ve bu malzemenin et suyu ve
    nohut ile pişirilmesiyle hazırlanan yemek.
    analist * Tahlil, analiz yapan kimse, çözümleyici.
    analitik * Çözümlemeli.
    analiz * Çözümleme, tahlil.
    analiz etmek * Çözümlemek, tahlil etmek.
    analizci * Analizle uğraşan veya analiz yapan kimse.
    analizör * Analiz yapan cihaz, aygıt veya organ.
    analjezi * Ağrıyıdindirme, acıduyumunu yok etme, acıyitimi.
    analjezik * Bkz. ağrıkesen.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 66

    analoji * Benzeşim, benzeşme.
    * Andırış, andırışma.
    * Örnekseme.
    analojik * Analoji ile ilgili, benzeşmeye dayanan.
    anam avradım olsun * birini kesin olarak inandırmak için söylenen çok kaba bir ant.
    anam babam * teklifsiz bir seslenme.
    anam! * Kadın erkek, büyük küçük herkese karşıkullanılan teklifsiz bir seslenmek.
    * Sese verilen tona göre şaşma, beğenme, acı, üzüntü gibi duygular anlatır.
    anamal * Sermaye, kapital.
    * Bir ticaret işinin kurulması, yürütülmesi için gereken anapara ve paraya çevrilebilir malların bütünü,
    sermaye.
    anamal birikimi * Anamalcının elde ettiği artık değerin bir bölümünü kendi kullanırken büyük bölümünü anamalına
    ekleyerek onu büyütmesi.
    anamalcı * Üretim araçlarınıözel mülkiyetinde bulunduran, anamal sahibi, sermayedar, kapitalist.
    * Anamalcılık düzenini benimsemiş.
    anamalcılık * Anamala dayanan ve kâr amacı güden üretim düzeni, kapitalizm.
    anan yahşi, baban yahşi * birini, bir işe razıetmek için gereğinden çok överek yumuşatmak amacı güdüldüğünü başkasına anlatırken
    kullanılır.
    ananas * Ananasgillerden, sıcak ülkelerde yetişen bir ağaç (Ananas sativus).
    * Bu ağacın tadı, kokusu çok beğenilen meyvesi.
    ananasgiller * Bir çeneklilerden, sıcak ülkelerde yetişen ve örneği ananas olan bitki familyası.
    an’ane * Gelenek.
    an’aneci * Ananeye bağlı olan, gelenekçi.
    an’anecilik * Gelenekçilik.
    an’anesiz * Geleneğe sahip bulunmayan.
    ananet * Erkekte cinsel güçsüzlük, puluçluk.
    an’anevi * Geleneğe dayanan, geleneksel.
    ananın ak sütü gibi (helâl olsun) * anamın sütü bana nasıl helâl ise, bu da sana öyle helâl olsun.
    ananın örekesi * saçma bir söze karşıverilen karşılık.
    anaokulu * Öğrenim çağına henüz gelmemişiki ile altıyaşarasındaki çocukları okul düzenine hazırlayan eğitim
    kuruluşu.
    anapara * İşletilen paranın faiz katılmamış bütünü.
    anarşi * Siyasî ve idarî kurumlardaki çözülme sonucu olarak devlet denetiminin kalmamasıdurumu, başsızlık.
    * Kargaşa, başı boşluk.
    anarşik * Anarşi niteliğinde olan.
    anarşist * Anarşi ile ilgili olan.
    * Anarşizm yanlısı olan kimse.
    anarşistleşme * Anarşistleşmek işi veya durumu.
    anarşistleşmek * Anarşist özelliği taşımak.
    anarşistlik * Anarşist olma durumu, işi.
    anarşizm * Tarihî şartlar ne olursa olsun devletin ortadan kaldırılmasına çalışan öğreti.
    anartri * Dil tutukluğu.
    anasıağlamak * çok sıkıntıçekmek, eziyet çekmek, bitkin duruma gelmek.
    anasıdanası * soyu sopu, bütün aile.
    anasıkılıklı * görüş, davranış, huy vb. bakımından anasına benzeyen.
    anasıturp (veya sarımsak), babasışalgam (veya soğan) * ne olduğu belirsiz kimselerin çocuğu.
    anasıyerinde * bir gencin anasıkadar yaşlı(kadın).
    anasıl * Kökten, asıl olarak, esaslı bir biçimde.
    anasına avradına sövmek * birinin anasınıve karısınıamaçlayarak çirkin söz söylemek.
    anasına bak, kızınıal, kenarına bak, bezini al * bir kızın karakterini öğrenmek isteyenler, anasının hâlini göz önüne alırlarsa aldanmamışolurlar.
    anasından doğduğuna pişman * çok tembel, üşengeç.
    * canından bezmiş.
    anasından doğduğuna pişman etmek * çok eziyet etmek, çok üzmek, bezdirmek.
    anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek * bir işi yaparken çok sıkıntıçekmek.
    anasından emdiği sütü burnundan getirmek
    anasınıağlatmak * bir kimseye çok eziyet etmek, çok sıkıntıçektirmek.
    anasını bellemek * bir kimseye en büyük kötülüğü yapmak.
    anasınıeşek kovalasın! * sözü edilen kimse veya işiçin bıkkınlık, dikkate almama ve umursamama anlatır.
    anasınısat! (veya satayım) * önem verme, aldırma, umursama, bunun için gam yeme (yemem)!.
    anasının gözü * çok kurnaz, çok açık göz, dalavereci, hinoğluhin.
    anasının ipini satmış(veya pazara çıkarmış) * ipsiz, kendisinden her türlü soysuzluk beklenebilen (kimse).
    anasının kızı * anasının huylarıkendisinde de görülen kız.
    anasının körpe kuzusu * pek küçük kucak çocuğu.
    anasının nikâhını istemek * bir şeye değerinden çok para istemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 61

    ambalâjlamak * Ambalâj yapmak.
    ambale etmek * Birini düşünemez duruma getirmek, çok yormak.
    * Otomobili fazla gaz vermekten çalışmaz hâle sokmak.
    ambale olmak * Çok yorulup işgöremez, düşünemez duruma gelmek.
    ambar * Genellikle tahıl saklanan yer.
    * Yiyecek ve bazıeşyanın saklandığıyer.
    * Geminin yük koymaya ayrılmışyeri.
    * Eşya taşıma işleri yapan kurum veya ortaklık.
    * Kum, çakıl gibi yapımalzemesini ölçmekte kullanılan ve her yanıçoğunlukla 75 cm olan küp ölçek.
    * Genellikle tahılın çok üretildiği yer, bölge.
    ambarcı * Ambara bakan görevli, ambar memuru.
    ambarcılık * Ambarcının gördüğü iş.
    ambarda kurutma * Kapalı bir yerde, güçlü bir vantilâtör kullanılarak sağlanan hava akımı ile yeşil ve sulu yemlerin kurutulması.
    ambargo * Bir devletin, gemilerin kendi limanlarından ayrılmasınıyasaklama buyruğu.
    * Bir malın serbest sürümünü engellemek için konulan yasak.
    ambargo koymak * gemilerin limanlardan hareketini yasaklamak.
    * bir malın serbest sürümünü engellemek.
    * bir mala el koymak, müsadere etmek.
    * siyasî, ekonomik, sosyal alanlarda caydırma amacıyla yaptırım uygulamak.
    ambargoyu kaldırmak * ambargo ile ilgili yasaklamayıkaldırmak.
    ambarlama * Ambar durumuna gelmek.
    ambarlamak * Ambar işi yapmak.
    amber * Amber balığından çıkarılan güzel kokulu, kül renginde bir madde.
    * Güzel kokulu bazımaddelerin ortak adı.
    amber ağacı * Baklagillerden bir cins mimoza (Geum urbonum).
    amber balığı * Balinagillerden, boyu 25 m’ye kadar çıkan, başı büyük, dişli, çok yırtıcı bir balık, ada balığı(Catodon
    macrocephalus).
    amber çiçeği * Amber ağacının toparlak, fındık büyüklüğünde, altın sarısırenginde güzel kokulu çiçeği.
    amberbaris * Sarıçalı.
    amberbu * Hindistan’da, İran’da yetişen, pişince güzel bir koku veren, iri ve uzun taneli bir tür pirinç.
    amblem * Soyut bir şeyin, bir kavramın sembolü olan varlık veya eşya, belirtke.
    amboli * Atardamarda kanın pıhtılaşmasıveya yağparçacıklarının oluşmasısonucunda meydana gelen tıkanma.
    ambülâns * Hasta arabası, cankurtaran (arabası), cankurtaran.
    amca * Babanın erkek kardeşi.
    * Yaşlıerkeklere saygı için kullanılan seslenme.
    amcalık * Amca olma durumu.
    amcalık etmek * birine amca gibi yakınlık göstermek.
    amcamla dayım, hepsinden aldım payım * yakınlarından beklediği ilgi ve yardımı görmeyen bir kimsenin artık yeni bir dilekte bulunmaya niyetli
    olmadığınıanlatmak için söylenir.
    amcazade * Amcanın oğlu veya kızı.
    amel * Yapılan iş, edim, fiil.
    * Bir kimsenin dinin buyruklarınıyerine getirmek için yaptıkları.
    * Sürgün, ötürük, ishal.
    amele * İşçi, emekçi.
    amele taburu * Genellikle yol yapım işlerinde görevli amelelerden oluşan birlik.
    amelelik * Amele olma durumu.
    amelî * İşe dayanan, işüstünde, tatbikî, pratik.
    * İş bakımından, işçe.
    * Elverişli, kolay, uygun, kestirme.
    * Hareketle ilgili olan, yalnız düşünce alanında kalmayıp işe dönüşen uygulamalı, tatbikî.
    amelimanda * İşyapamaz durumda olan.
    ameliyat * Operatörün, hasta üzerinde kesme ve dikme yoluyla yaptığımüdahale, operasyon.
    * ç. İşler, faaliyetler.
    ameliyat geçirmek * ameliyat edilmişolmak.
    ameliyat masası * Üzerinde ameliyat yapılan özel donanımlımasa.
    ameliyathane * Hastaların ameliyat edildiği yer.
    ameliyatlı * Ameliyat edilmiş.
    ameliye * Yapılan iş, işlem.
    amenajman * Devlete ve kişilere ait ormanların, önceden hazırlanıp kabul edilmişesaslara uygun olarak işletilmesi.
    * Tabiî kaynakların işletilmesi.
    amenna * İnandık anlamı ile “öyledir”, “doğru”, “diyecek yok” gibi tasdik etme anlatır.
    Amentü * Kur’an surelerinden birinin adı.
    Amerika armudu * Defnegillerden, Amerika’da yetişen bir ağaç (Persea gratissima).
    * Bu ağacın armuda benzer yemişi.
    Amerika bademi * Aselbent ve zamk gibi maddeler veren bir sıcak iklim ağacı(Styrax americana).
    Amerika elması * Antep fıstığı gillerden, Amerika’da yetişen bir ağaç, bilader ağacı(Anacardium occidentale).
    * Bu ağacın badem biçiminde çekirdekli, armuda benzer yemişi.
    Amerika tavşanı * Kemiricilerden, arka ayaklarıçok uzun, küçük bir memeli kürk hayvanı(Eriomys chincilla).
    Amerika üzümü * Şekerci boyası.
    Amerikalı * Amerika Birleşik Devletleri halkından olan kimse.
    Amerikalılaşma * Amerikalılaşmak işi veya durumu.
    Amerikalılaşmak * Amerikalıların yaşayıştarzını benimsemek.
    Amerikan * Amerika Birleşik Devletleri halkından olan kimse.
    * Amerika’ya özgü, Amerika ile ilgili olan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 62

    amerikan * Pamuktan düz dokuma, kaput bezi. Amerikan bezi biçiminde de kullanılır.
    Amerikan bar * Lokanta, otel veya evlerde içki için ayrılmışköşe.
    Amerikan bezi * Bkz. amerikan.
    Amerikan salatası * Rus salatası.
    Amerikanca * Amerika Birlişik Devletlerinde kullanılan İngilizce.
    Amerikanist * Amerikan tarihi ve kültürü ile uğraşan bilimci.
    Amerikanvarî * Amerikalıya yakışan biçimde, Amerikalı gibi.
    amerikyum * Atom numarası95, yapay olarak elde edilen aktinitlerden bir element. KısaltmasıAm.
    ametal * Metal olmayan elementler.
    ametist * Süs taşı olarak kullanılan mor renkte bir tür kuvars.
    amfi * Amfiteatr kelimesinin kısaltılmışı.
    amfibi * İki yaşayışlı.
    * Hem karada hem de suda hareket eden (taşıt), yüzergezer.
    amfibi harekât * Kara ve deniz araçlarıyla yapılan manevra.
    amfibol * Piroksenlere yakın siyah, esmer, yeşil renkli bir silikat grubu.
    amfibyumlar * Kurbağa ve semenderleri içine alan iki yaşayışlı omurgalılar sınıfı.
    amfiteatr * Dinleyicilerin oturduğu, sıralarıarkaya doğru basamaklı olarak yükselen salon.
    * Yunan ve Roma’da açık hava tiyatrosu.
    * Toprak parçası.
    amfizem * Vücut organlarından bir bölümünün hava ile şişmesi.
    amfor * İki kulplu, dibi sivri, dar boyunlu, karnı geniştesti.
    amfora * Bkz. amfor.
    amigo * Çoğunlukla spor yarışmalarında seyircileri coşturan kimse.
    amigoluk * Amigonun yaptığı iş.
    amil * Yapan, etken, etmen, sebep, faktör.
    amilâz * Nişastayıparçalayarak şekere çeviren bir enzim.
    amin * Amonyaktaki hidrojen yerine, tek değerli hidrokarbonlu köklerin geçmesiyle oluşan ürünlerin genel adı.
    âmin * “Allah kabul etsin” anlamında, duaların arasında ve sonunda kullanılır.
    aminoasit * Bir amino grubu ile bir karboksil grubu taşıyan, proteinlerin temel taşı olan organik bileşik.
    amip * Amipler takımından, vücudunun biçim değiştirmesiyle oluşan geçici kollar veya ayaklar üzerinde sürünerek
    yer değiştiren, tatlıve tuzlu sularda yaşayan bir hücreli canlı(Amoibe).
    amipler * Bir hücreli hayvanların kök bacaklılar sınıfına giren bir takımı.
    amipli * İçinde amip bulunan.
    * Amiplerin yol açtığı.
    amir * Buyuran, emreden, üst.
    * Bir işte emir verme yetkisi olan kimse.
    amiral * Deniz kuvvetlerinde, ordudaki general rütbesine eşit rütbedeki subay.
    amirallik * Amiral olma durumu.
    * Amiralin makamı.
    amirane * Amir gibi, amire yakışan biçimde.
    amirce * Amire yakışır biçimde, amir gibi.
    amiriita * Bkz. ita amiri.
    amirlik * Amir olma durumu.
    amit * Amonyağın hidrojeni yerine bir asit kökünün geçmesiyle oluşan birleşiklerin sınıf adı.
    amitoz * Amip, akyuvar ve bazı bakterilerde hücre bölünmesi yoluyla olan çoğalma.
    amiyane * Kibarca olmayan, bayağı.
    * Sıradan.
    amiyane tabiriyle * halk ağzı ile, halk deyişiyle.
    amma * Bkz. Ama.
    * Yanına getirildiği kelimenin anlamına aşırılık katarak şaşma veya hayranlık anlatır.
    amma velâkin * Ancak, bununla beraber.
    ammada yaptın ha! * söylenen bir söze pek inanılmadığınıve şaşıldığınıanlatır.
    amme * Halkın bütünü, kamu.
    amme davası * Kamu davası.
    amme efkârı * Kamuoyu.
    amme hukuku * Kamu hukuku.
    amme idaresi * Kamu yönetimi.
    amme menfaati * Kamu yararı.
    amnezi * Hafıza kaybı, bellek yitimi.