Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 86

    arpa ektim, darıçıktı * ters sonuç veren işler için söylenir.
    arpa güvesi * Tahıllara dadanan bir güve türü.
    arpa suyu * Bira.
    arpa şehriye * Arpa biçiminde dökülmüşşehriye.
    arpacı * Arpa alan ve satan kimse.
    arpacıkumrusu gibi düşünmek * ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek.
    arpacık * Göz kapağının kenarında çıkan küçük çı ban, it dirseği.
    * Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte
    göz ile hedef arasında aynıçizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
    * Arpa biçiminde şehriye.
    arpacık soğanı * Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan.
    arpacılık * Arpa yetiştirme veya alıp satma işi.
    arpağan * Yabanî arpa.
    arpalama * Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık.
    * Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.
    arpalık * Arpa ekilen yer, arpa tarlası.
    * Arpa konulan yer.
    * Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan.
    * Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
    * Başmaklık.
    * Karşılıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.
    arpalık etmek * arpalık yapmak.
    arpalık yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak.
    arpasıçok gelmek * coşmak, azmak, kudurmak.
    arpçı * Arp çalan kimse.
    arpej * Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması.
    arsa * Üzerine yapıyapılmak için ayrılmışyer.
    arsenik * Atom numarası33, atom ağırlığı74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncıaltında 4500 C de
    süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zırnık. Kısaltması
    As.
    arsıulusal * Uluslar arası.
    arsız * Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse).
    * Aç gözlü davranan (kimse).
    * Kolayca üreyebilen (bitki).
    arsız arsız * Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak.
    arsızca * Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde.
    arsızlanma * Arsızlanmak işi.
    arsızlanmak * Arsızlık etmek.
    arsızlaşma * Arsızlaşmak işi.
    arsızlaşmak * Arsız duruma gelmek.
    arsızlık * Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık.
    arsızlık etmek * utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak.
    arslan * Aslan.
    arslanın adıçıkmış, çakallar başkeser * haksızlığıveya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adıön plâna çıkan kişiler anlamında kullanılır.
    arslanlı * Osmanlıdevletinde kullanılan arslan baskılı gümüşsikke.
    arş * İslâm dinî inanışına göre göğün en yüksek katı.
    arş * Askerlikte “yürü” komutu.
    arşe * Keman yayı.
    * Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımıalmaya yarayan, yukarıya
    doğru uzanmışdemir yay.
    arşetip * İlk örnek.
    arşıâlâ * Dokuzuncu kat gök.
    arşın * Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü.
    arşınlama * Arşınlamak işi.
    arşınlamak * Arşınla ölçmek.
    * Amaçsız, genişadımlarla dolaşmak.
    arşınlık * Arşın ölçüsünde, arşın kadar.
    arşidük * Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan.
    arşidüşes * Arşidükün karısıveya kızı.
    * Avusturya hanedanında prenses.
    arşiv * Belgelik.
    arşivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı.
    arşivcilik * Arşivcinin yaptığı işveya görevi.
    arşivleme * Arşivlemek işi.
    arşivlemek * Arşive kaldırmak, arşivde saklamak.
    art * Arka, geri.
    * Bir şeyin öbür yüzü.
    art arda * Birbirinin arkasından.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 87

    art avurt * Avurdun arka bölümü.
    art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses.
    art bölge * Deniz kıyısında bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland.
    art damak * Damağın arka bölümü.
    art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanın dil sırtıyardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de
    sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.
    art düşünce * Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce.
    art elden * birini oyalayıp, ondan gizli olarak.
    art eteğinde namaz kıl * çok temiz huylu kimseler için söylenir.
    art niyet * Art düşünce.
    art oda * Gözde iris ile billûr cismin arasındaki boşluk.
    art teker * İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker.
    art zamanlı * Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik.
    art zamanlıdil bilimi * Dil olaylarınıdeğişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi.
    art zamanlılık * Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni.
    artağan * Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli.
    * Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.
    artağanlık * Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket.
    artakalma * Artakalmak işi veya durumu.
    artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak.
    artçı * Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan
    kıta, dümdar.
    * Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırınısürdüren (sanatçı, hareket).
    artçılık * Artçının görevi.
    arter * Atardamar.
    * Trafiği yoğun olan ana yol.
    arterit * Atardamar bozukluğu.
    artezyen * Toprağı burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkıran kuyu.
    artezyen kuyusu * Artezyen.
    artı * Toplama işleminde + işaretinin adı, zait.
    * Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.
    artısayı * Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı.
    artıuç * Elektrikli çözümlemede, sıvıya batırılıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artıyüklü olanı, anot.
    artık * İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan.
    * Kalan veya artan bölüm.
    * Bir şey harcandıktan sonra onun artan bölümü.
    * Daha çok, daha fazla.
    * Bundan böyle, sonra, daha, yeter.
    artık değer * İşçinin, işgücünün karşılığı olarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığınıödemeksizin
    sahip olduğu ek değer.
    artık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek.
    artık gün * Artık yıllarda şubat ayına eklenen, dört yılda bir gelen 29. gün.
    artık yıl * Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebire.
    artıklama * Artıklamak işi.
    artıklamak * Yemekte artık bırakmak.
    artım * Artma, artış, çoğalma.
    artımlı * Pişince şiştiği için miktarıartmışgibi görünen, artağan.
    artın * Katyon.
    artırılma * Artırılmak işi.
    artırılmak * Artırmak işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek.
    artırım * Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf.
    * Müzayedede artırma.
    artırma * Artırmak işi.
    * Alıcılar arasındaki yarışmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malın verilmesiyle biten yöntem,
    müzayede.
    artırmak * Artmasını sağlamak, çoğaltmak.
    * Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
    * Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek.
    * Herhangi bir davranışta ileri gitmek.
    artış * Artmak işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış.
    artist * Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr.
    * Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.
    artist gibi * boylu poslu, güzel ve alımlı(kimse).
    artistçe * Artiste benzer biçimde, artist gibi.
    artistik * Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı.
    artistlik * Artistin görevi.
    * Artist olma durumu.
    artma * Artmak işi.
    artmak * Büyük heybe.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 74

    anut * İnatçı, ayak direyici.
    anüri * İdrarınıyapamama şeklinde ağır bir böbrek rahatsızlığı belirtisi.
    anüs * Sindirim kanalının doğru bağırsak denilen son bölümündeki çıkışdeliği, makat, şerç.
    anüs yüzgeci * Balıklarda anüs bölgesinde tek olarak bulunan yüzgeç.
    anyon * Negatif elektrikle yüklü iyon, eksin.
    anzarot * Sıcak ülkelerde yetişen bodur bir ağaç (Sarcocolla).
    * Bu ağacın yara tedavisinde kullanılan reçinesi.
    * Rakı.
    aort * Kalbin sol karıncığından çıkan ve vücuda kırmızıkan dağıtan büyük atardamar.
    apacı * Çok acı.
    apaçık * Çok açık, çok belirgin.
    apaçıklık * Apaçık olma durumu.
    * Bir şeyin, hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın aydınlık, açık bir biçimde görünmesi.
    apak * Çok ak.
    apala * Abla.
    apalak * (bebekler ve küçük çocuklar için) Tombul, gürbüz, iri.
    apandis * Kör bağırsağın ince bir parmak gibi olan son bölümü.
    apandisit * Apandisin iltihaplanması.
    apansız * Hiç beklenmedik bir sırada, pek ansızın.
    apansızın * Birdenbire, çok anî olarak.
    apar topar * Telâşve acele ile, yaka paça.
    aparey * Çeşitli parçalardan meydana gelen alet, cihaz.
    aparkat * Boksta bükük kolla aşağıdan yukarıya doğru atılan yumruk.
    aparma * Aparmak işi.
    aparmak * Almak, alıp götürmek.
    * Gizlice almak, alıp kaçmak, çalmak.
    apart otel * Müşterilerin kendi yeme ve içme ihtiyacınıkarşılayabilmek için gerekli malzemeler ile donatılmış bağımsız
    apartman veya villâ tipinde inşa edilmişancak otel gibi işletilen konaklama tesisi.
    apartman * Birkaç katlıve her katında bir veya birkaç daire bulunan yapı.
    apaş * Külhan beyi, kabadayı, hayta.
    apatit * Doğada, kemik dokusunda bulunan, içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat.
    apaydın * Çok aydınlık.
    apaydınlık * Apaydın olma durumu.
    apayrı * Büsbütün ayrı, bambaşka.
    apaz * Avuç.
    * Bir avuç dolusu.
    apaz * Çok az.
    apazlama * Apazlamak işi.
    * Pupa ile orsa arasında geminin omurgasına 450 açı ile esen (rüzgâr).
    * Böyle esen bir rüzgârla.
    apazlamak * Avuçlamak.
    * Yelken rüzgârla dolup şişmek.
    * (gemi) Apazlama rüzgârla gitmek.
    apel * Anonim ortaklıklarda sermaye artırımı için yapılan ödeme çağrısı.
    aperitif * İştahıaçmak için yemekten önce içilen içki, açar.
    apış * Butların iç tarafı, iki bacak arası.
    apışarası * İki bacağın arasında kalan yer.
    apışak * Bacaklarınıaçarak yürüyen, ayrık bacaklı.
    * Bacaklarıaça aça yürüme.
    apışık * Yorgun, güçsüz, şaşkın.
    * Kuyruğunu apışarasına alarak yılgın yılgın giden (hayvan).
    apışıp kalmak * şaşırmak.
    apışlık * Ağ.
    apışma * Apışmak işi.
    apışmak * Hayvan yorgunluktan bacaklarını birbirinden ayırarak çöküvermek.
    * Oturmak, bacaklarıayırarak çömelmek.
    * Ne yapacağınıkestirememek, şaşırmak.
    apıştırma * Apıştırmak işi.
    apıştırmak * Hayvanıçok yorarak yürüyecek gücünü bırakmamak.
    * Çifte demir atarak döndükçe geminin bir alan içinde kalmasını sağlamak.
    apiko * Geminin, zinciri toplayıp demirini kaldırmaya hazır bulunması.
    * Hazır, tetik.
    * Derli toplu, süslü, şık.
    aplik * Duvar şamdanı, duvar lâmbası.
    aplikasyon * Uygulama.
    * Bir kumaşüzerine başka bir kumaşparçasınıveya bir danteli dikme yolu ile uygulayarak yapılan süs.
    * Eldeki haritaya göre arazi üzerinde bir parseli kazıklarla belirtme.
    aplike * Düz veya desenli bir kumaştan kesilmişmotiflerin bir başka kumaşa işlenmişdurumu.
    apokaliptik * Anlaşılmaz, kapalı, karanlık (söz veya yazı).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 75

    apokrif * Doğruluğuna güvenilmez söz veya yazı.
    apolet * Subaylarda rütbeyi göstermek için üniformaların omuzlarına takılan işaretli parça, omuzluk.
    * Giysilerin omuzlarına süs olarak takılan parça.
    apoletleri sökülmek * bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atılmak.
    aport * Avın veya kendisine gösterilen şeyin üzerine atılıp getirmesi için köpeğe verilen buyruk.
    aposteriori * Deney sonucu ortaya çıkan (bilgi), sonsal.
    apoşi * Çember biçiminde, telden yapılma, torbaya benzer, büyük gözlü ağ.
    apotr * Yardımcı, koruyucu, havari.
    appassionato * Bir parçanın coşkunca çalınacağınıanlatır.
    apraksi * Bkz. işlev yitimi.
    apre * Kumaşveya derinin cilâlanması, perdahlanması.
    * Dokumacılıkta, boyacılıkta cilâ olarak kullanılan madde.
    apreci * Apre yapan kimse.
    apreleme * Aprelemek işi.
    aprelemek * Kumaşveya deriyi cilâlamak, perdahlamak.
    apreli * Apresi olan.
    apresiz * Apresi yapılmamış, perdahlanmamışveya cilâlanmamış.
    april * Nisan ayı, abril.
    apriori * Hiçbir denemeye dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya konan, önsel.
    apse * İrin birikimi, çı ban.
    apse yapmak * bir doku içinde iltihap oluşmak.
    apseleşme * Apseleşmek durumu.
    apseleşmek * Yara irin bağlamak, apse yapmak.
    apsent * Pelinle kokulandırılmışsert bir içki.
    apsis * Yönlü bir eksen üzerinde bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri.
    * Bir noktanın uzaydaki yerini bulmaya yarayan ana çizgilerden yatay olanı, koordinat.
    aptal * Zekâsıpek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık, ahmak.
    * Küçümseme belirten seslenme; azarlama.
    aptal aptal * Aptal gibi, aptalca, aval aval.
    aptal olmak * aptal durumda bulunmak.
    aptal yerine koymak (veya koyulmak) * anlamaz, bilmez sanmak (sanılmak).
    aptalca * Biraz aptal.
    * (apta’lca) Aptala yaraşır nitelikte, aptal gibi, ahmakça.
    aptalcasına * Aptala yakışır biçimde, aptal gibi.
    aptallaşma * Aptallaşmak işi veya durumu.
    aptallaşmak * Zekâsını işletemez olmak, alıklaşmak, ahmaklaşmak.
    aptallaştırma * Aptallaştırmak işi veya durumu.
    aptallaştırmak * Aptallaşmasına sebep olmak, aptal duruma getirmek, ahmaklaştırmak.
    aptallığa vurmak * bir şeyi bilmez, anlamaz gibi görünmek.
    aptallık * Aptal olma durumu veya aptalca iş.
    aptallık etmek * aptalca davranmak veya aptalca işgörmek.
    apteriks * Bkz. kivi.
    aptes * Bkz. abdest.
    aptesbozan * Bkz. abdestbozan.
    aptesbozan otu * Bkz. abdestbozan otu.
    apteshane * Bkz. abdesthane.
    aptesli * Bkz. abdestli.
    apteslik * Bkz. abdestlik.
    aptessiz * Bkz. abdestsiz.
    apukurya * Et kesimi yortusu.
    apul apul * Tombul çocukların bacaklarınıaçarak salına salına yürüyüşlerini anlatır.
    Ar * Argon’un kısaltması.
    ar * Tarım alanları için yüz metre kare değerinde yüzey ölçü birimi.
    ar * Utanma, utanç duyma.
    -ar- / -er- * Belirli fiillere gelen genişzaman eki: aç-ar, biç-er, geç-er, bat-ar, çık-ar, yat-ar, kalk-ar, ölç-er vb. Bu ekle
    yapılmışisimler de vardır: keser, açar “anahtar”, çıkar “menfaat” vb.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 76

    -ar- / -er- * İsimden geçişsiz fiil türeten ek.
    -ar- / -er- * İsimden geçişli fiil türeten ek: baş-ar-mak, suv-ar-mak vb.
    -ar- / -er- * Fiilden ettirgen çatıtüreten ek: çık-ar-mak, gid-er-mek vb.
    ar belâsı * namus ve onuru için başkasısöz eder korkusu.
    ar damarıçatlamış * utanç duyulacak şeyleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz.
    ar etmek * utanmak.
    ar namus tertemiz * utanması olmayan.
    ar ve hayâ perdesi yırtılmak * utanmamak, utanç duymamak, yüzsüzlük etmek.
    ar yılıdeğil, kâr yılı * birinin sıkılmayı bir yana bırakarak yalnız çıkarına baktığı anlatılırken söylenir.
    ara * İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe.
    * İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla.
    * Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi.
    * Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi.
    * Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt.
    * Toplu jimnastik dizilmelerinde, sıradakilerin birbirlerinden yanlamasına olan uzaklıkları.
    * Aralık.
    * Futbol oyununun kırk beşer dakikalık iki devresi arasında oyunculara verilen on beşdakikalık dinlenme
    süresi, haftayım.
    * (basketbol ve voleybol için) Takımların oyun sırasında aldıkları birer dakikalık dinlenme ve talimat alma
    süresi, mola.
    ara açmak * dostluğu bozmak, anlaşmazlığa yol açmak.
    ara başlık * Esas bölümün alt başlıklarınıanlatmak için kullanılır.
    ara bono * Arada ödenen olağan dışı bono.
    ara bozucu * Ara bozan (kimse), fesatçı, fitçi, münafık, müfsit.
    ara bozuculuk * Ara bozucu olma durumu, fitçilik, münafıklık, fesat.
    ara bulma * Anlaşmazlık durumunda bulunan kimseleri uzlaştırma işi.
    ara bulmak * anlaşamayanlarıuzlaştırmak.
    ara bulucu * Uzlaştıran kimse, uzlaştırıcı.
    ara buluculuk * Uzlaştırıcılık.
    ara buluculuk etmek * ara bulmada yardımcı olmak.
    ara cümle * Birleşik veya yalın cümlelerde anlamı biraz daha açıklamak için araya giren iki virgül veya iki kısa çizgi
    içinde verilen cümle.
    ara deniz * Okyanuslardan dar ve az derin boğazlarla ayrılan, karaların arasına sokulmuşdeniz.
    ara kapı * İki yapıveya oda arasında, kolayca geçmek için açılan kapı.
    ara kararı * Bir davanın bakılmasınıkolaylaştırmak için yargıdan önce, arada önlem niteliğinde verilen karar.
    ara kazanç * Malı bütünüyle devretmeden arada elde edilen kazanç.
    ara kesit * Çizgilerin, yüzeylerin, katıcisimlerin birbirlerine rastladıklarıve kesiştikleri yer.
    ara konakçı * Asalağın, gelişme evreleri sırasında beslenip barındığıkonakçılardan her biri.
    ara mal * Üretimde gerekli malıelde etmek için kullanılan yarı işlenmişmal.
    ara nağme * Şarkı, türkü, köçekçe gibi küçük güfteli bestelerde, güftenin iki kıtasıarasına, başına, sonuna da gelebilen,
    sözsüz çalınan parça.
    * Sık sık söylenen söz veya açılan sorun.
    ara nağmesi * Bkz. ara nağme.
    ara seçim * Genel seçimler dışında yapılan ara dönem seçimleri.
    ara sıcak * Soğuk ve sıcak yemek servisi arasında ikram edilen hafif sıcak yiyecekler.
    ara sınavı * Üniversite ve yüksek okullarda yarıyıl içinde yapılan sınav.
    ara sıra * Seyrek olarak, zaman zaman.
    ara sokak * Ana yola açılan ikinci derecedeki yol.
    ara söz * Doğrudan doğruya konuşulan veya yazılan konuyu ilgilendirmeyen dolaylısöz, istitrat.
    ara tümce * Bkz. ara cümle.
    ara vermek * yeniden başlamak için, bir işi bir süre bırakmak, durmak.
    ara yerde * arasında, arada.
    ara yön * Dört ana yönden ikisi arasında olan yönlerden her biri.
    araba * Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taşıtı.
    * Araba ile taşınmışveya taşınacak miktar.
    araba araba * Arabalar dolusu, birçok arabalarla.
    araba devrilince yol gösteren çok olur * işişten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur.
    araba falakası * Çift atlıarabalarda, okun dibinde ve iki yanında bulunan uçlarına koşum kayışları bağlanan ağaç bölüm.
    araba kullanmak * araba sürmek.
    araba mezarlığı * Kullanılmaz hâle gelmişveya eski arabaların bırakıldığıyer.
    araba vapuru * Arabalıvapur.
    arabacı * Arabayısüren kimse.
    * Araba yapan veya satan kimse.
    arabacılık * Araba sürme işi.
    * Araba yapma veya satma işi.
    arabalı * Arabası olan.
    * Araba vapuru.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 77

    arabalıvapur * Arabaya taşıyan vapur, vapur, araba vapuru.
    arabalık * Araba konulan yer, garaj.
    * Araba dolduracak miktar.
    araban * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer * çocuklar, büyüklerin yaşayışına uyarlar.
    arabanın tekerine taşkoymak * güçlük çıkarmak.
    arabankürdî * Klâsik Türk müziğinde az kullanılmış birleşik bir makam.
    arabasınıdüze çıkarmak * karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür hâle getirmek.
    arabaşı * Pişmişve dondurulmuşhamur yanında yenen tavuklu veya hindili çorba.
    arabesk * Arap üslûbunda olan (şey).
    * Girişik bezeme.
    arabeskçi * Arabesk müzik sanatçısı.
    arabeskleşme * Arabesk durumuna gelme.
    arabeskleşmek * Arabesk özelliği kazanmak veya arabesk durumuna gelmek.
    Arabî * Araplarla ilgili, Araplara özgü olan.
    * Arapça.
    Arabist * Arap dili ve edebiyatıyla uğraşan kimse.
    Arabistan defnesi * Dulaptal otugillerden, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yetişen, kabuklarıhekimlikte kullanılan bir
    ağaççık (Daphne gnidium).
    Arabistik * Arap dili ve kültürü araştırmaları.
    arabizasyon * Araplaştırma.
    arabozan * İki kişinin arasındaki dostluğu veya geçimi bozan (kimse), fesatçı, münafık, müzevir.
    arabozanlık * İki kişinin arasındaki dostluk veya geçimi bozma işi, münafıklık, müzevirlik.
    aracı * Uzlaştıran, anlaşma sağlayan kimse.
    * Üretici ile tüketici arasında alım satım konusunda bağlantıkuran ve bundan kazanç sağlayan kimse,
    mutavassıt.
    aracıkoymak * bir kimseyi, uzlaşma sağlamak için görevlendirmek.
    aracılığıyla * Aracı olarak, bağlantıkurarak, vasıtasıyla, yoluyla.
    aracılık * Aracının gördüğü iş, tavassut, vasıta.
    aracılık etmek * bir işin çözümünde araya girerek yardım etmek, tavassut etmek.
    araç * Bir işyapmakta veya sonuçlandırmakta, gücünden yararlanılan nesne.
    * Kişiler veya nesneler arasında bağlantısağlayan şey, vasıta.
    * Bir şeye ulaşmak, bir şeyi elde etmek için yararlanılan kimse veya şey.
    * Taşıt.
    * Bir sonuca ulaşmak için kullanılan şey.
    araççılık * Düşünme biçimlerinin, kuramların, mantık ve ahlâk biçimlerinin yalnızca hayatın değişik şartlarına uyma
    araçları olduğunu savunan dünya görüşü, enstrümantalizm.
    araçlı * Araçla yapılan veya olan, vasıtalı, bilvasıta.
    araçlıjimnastik * Bkz. aletli jimnastik.
    araçsız * Araç kullanılmadan, doğrudan doğruya yapılan veya olan, vasıtasız, bilâvasıta.
    araçsızlık * Araçsız olma durumu.
    arada bir * seyrek olarak.
    arada çıkarmak * başka işler arasında bir işi de yapıvermek.
    arada kalmak * iki tarafıuzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek.
    arada kaynamak * karışık bir durumda gereken ilgiyi görmemek.
    aradan * o zamandan bu zamana dek.
    aradan çekilmek * ilişiğini kesmek.
    aradan çıkarmak * birçok işten birini yapıp bitirivermek.
    aradan kaldırmak * işyapma imkânınıyok etmek.
    Araf * Cennet ile cehennem arasında bir yer.
    Arafat * Mekke’nin doğusunda, hacıların, kurban bayramının arife günü toplandıklarıtepe.
    Arafatta soyulmuşhacıya dönmek * her şeyini kaybedip çırılçıplak kalmak, çaresiz kalmak.
    aragonit * Beyaz, yeşil, mavimsi gri renkte billûrlaşmış bir tür kalsiyum karbonat.
    arak * Ter.
    * Pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir tür rakı.
    -arak / -erek * Fiillerden zarf yapan ek.
    araka * İri taneli bezelye.
    arakçı * Araklayan, çalan, hırsız.
    arakçılık * Hırsızlık.
    arakıye * Dervişlerin giydikleri, tiftikten yapılmışince külâh.
    * Bir tür küçük zurna.
    araklama * Araklamak işi, çalma, aşırma.
    araklamak * Çalmak, aşırmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 78

    aralama * Aralamak işi.
    aralamak * İki şey arasında açıklık oluşturmak, yarıaçmak.
    * Aralıklıduruma getirmek, seyrekleştirmek.
    * Bitkilerin fazla dal ve çubuklarınıkesmek, seyrekleştirmek.
    aralanma * Aralanmak işi.
    aralanmak * Biraz açılmak, aralık olmak.
    * Gitmek, uzaklaşmak, yanından ayrılmak.
    * Seyrelmek.
    araları iyi * dostlukları düzenli.
    aralarında dağlar kadar fark olmak * aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak.
    aralarından kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek) * iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arasına soğukluk girmek.
    aralarından su sızmamak * birbirleriyle çok yakın, sıkıfıkıarkadaşlık kurmak.
    aralarınıaçmak * iki kişi arasındaki dostluğu, ilişkiyi bozmak.
    aralarını bozmak * iki kişi arasındaki ilişkiyi bozmak.
    aralarını bulmak * birbirleriyle anlaşamayan iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak.
    aralatma * Aralatmak işi.
    aralatmak * Aralık duruma getirtmek, biraz açtırmak.
    aralık * İki şey arasındaki açıklık, mesafe.
    * Sıra, vakit.
    * Uygun, elverişli durum, fırsat.
    * Evin iki bölümü veya iki oda arasındaki dar geçit, geçenek, koridor.
    * Yılın 31 gün süren son ayı, ilk kânun.
    * Ayakyolu.
    * Yarıaçık, tam kapanmamış.
    * Bir sesi bir başka sesten, kalına veya inceye doğru ayıran uzaklık.
    * Toplu beden eğitiminde art arda dizilenleri ayıran açıklık.
    * Portenin paralel çizgileri arasındaki boşluk.
    * (basımcılıkta) Harfler veya satırlar arasındaki açıklık, espas.
    * Borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verildiği süre.
    aralık etmek * aralamak, yarıaçmak.
    aralık oyunu * Tiyatroda iki perde arasında yapılan koro, bale, monolog gibi eğlendirici oyun.
    aralık vermek * yeniden başlamak için bir işi kısa süre ile bırakmak.
    * harfler arasında veya satırlar arasında boşluk bırakmak.
    aralıklı * Birbirine bitişik olmayan, aralarında açıklık bulunan.
    * Dizgide kelimeler, harfler veya satırlar arasında açıklığı olan, espaslı.
    * Kesik kesik.
    aralıksız * Birbirine bitişik olan, aralarında açıklık bulunmayan.
    * Sürekli, aralık vermeden.
    aralıkta * Öbür şeyler arasında.
    arama * Aramak işi, taharri.
    * Saklanan sanığın ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin ev, işyeri gibi yerlerde, üzerinde ve
    eşyasında yapılan araştırma işlemi.
    arama emri * Yapılacak araştırma işlemi için yetkili organdan alınan buyruk.
    arama kararı * Arama yapılabilmesi için hâkim tarafından verilmişkarar.
    arama tarama * Polisin kuşkulu gördüğü kimseler üzerinde bıçak, silâh, esrar gibi yasak şeyler araması.
    * Denizdeki mayınlarıtoplama veya yok etme işlemi.
    arama yapmak * birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak, taharri etmek.
    aramak * Birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak.
    * Bir yöntem bulmaya çalışmak.
    * Araştırmak, yoklamak.
    * Ziyarete, hatır sormaya gitmek.
    * Bir şeyin yokluğunu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek.
    * Önem verip istemek.
    * Şart koşulmak.
    aramak taramak (veya arayıp taramak) * dikkatle aramak, çok aramak.
    aramakla bulunmaz * çok değerli, ancak rastlantı ile ele geçer.
    Aramca * Bkz. Aramîce.
    Aramîce * Samî dillerinin batılehçelerini içine alan ve milâttan önceki dönemlerde kullanılmış bulunan ölü bir dil.
    aranılma * Aranılmak işi veya durumu.
    aranılmak * Aramak işine konu olmak.
    * Söz konusu olmak.
    aranje * Bu söz “düzenlemek” anlamında “aranje etmek” biçiminde kullanılır.
    aranjman * Düzenleme.
    aranjör * Düzenleyici.
    aranma * Aranmak işi.
    aranmak * Aramak işine konu olmak.
    * İsteklisi bulunmak.
    * Eksikliği duyulmak.
    * Kendi üstünü aramak veya ortalıkta kendi kendine bir şeyler aramak.
    * Şart koşulmak.
    * Olumsuz, kötü davranışlarda bulunarak cezayı gerektirmek.
    arantı * Aranılan çözüm.
    Arap * Orta Doğu ile Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünde yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan (kimse).
    * Arap halkına özgü olan şey.
    * (küçük a ile) Zenci, fellâh.
    * Koyu esmer veya kara.
    arap * Negatif fotoğraf.
    Arap gibi olmak * simsiyah olmak, kararmak.
    Arap olayım * (şaka yollu) söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için kullanılır.
    Arap rakamları * Bugün kullandığımız sayıları gösteren rakamlar.
    Arap sabunu * Potasla yapılan, yumuşak, esmer bir sabun.
    arap saçı gibi * karmakarışık.
    arap saçına dönmek * işler çok karışıp çözümlenmesi güç bir duruma gelmek.
    Arap tavşanı * Kemirgen memelilerden bir hayvan (Daculus daculus).
    Arap uyandı(veya Arabın gözü açıldı) * geçen bir olaydan ders alındığınıanlatır.
    Arap zamkı * Akasyadan elde edilen bir zamk, zamkıarabî.
    Arapça * Samî dilleri ailesine giren ve Arap ülkelerinde kullanılan dil.
    * Bu dile özgü olan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 79

    Arapçalaştırma * Arapçalaştırmak işi.
    Arapçalaştırmak * Arapçaya çevirmek.
    * Arap dili özelliği kazandırmak.
    Araplaşma * Araplaşmak durumu.
    Araplaşmak * Arap olmak, Araplığı benimsemek.
    Araplaştırma * Araplaştırmak işi.
    Araplaştırmak * Arap kimliğini kazandırmak.
    Araplık * Arap olma durumu.
    Arapsaçı * Çözümlenemeyecek kadar karışık durum.
    Arapsaçı * Küçük, yuvarlak ve çok sık yeşil yaprakları olan uzadıkça aşağıdoğru sarkan bir tür süs bitkisi.
    ararot * Sıcak iklimlerde yetişen maranta adlıkamıştan ve başka bitkilerin kökünden çıkarılan, çocuk maması
    yapmaya yarayan un.
    ararot kamışı * Maranta.
    Arasat * Müslüman inanışına göre, kıyamet günü bütün ölülerin toplanacaklarıyer.
    arası(veya araları) açılmak (açık olmak veya bozulmak) * arkadaşlıklarısarsılmak, arkadaşlık bağlarıkopmak, birbirine darılmak.
    arası geçmeden * vakit geçmeden, sıcağısıcağına.
    arasıhoş(veya iyi) olmamak * o şeyden hoşlanmamak, aralarında gerginlik, geçimsizlik olmak.
    arası olmamak * geçinememek.
    arasısoğumak * aradan zaman geçerek önemini yitirmek.
    arasına (veya aralarına) karışmak * büyüyüp yetişmek.
    arasız * Sürekli olarak, arkasıkesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira.
    arasta * Çarşılarda veya alışveriş bölgelerinde aynı işi yapan esnafın bir arada bulunduğu bölüm.
    araşit * Yer fıstığı.
    araştırı * Araştırma.
    araştırıcı * Araştıran, inceleyen, araştırman, araştırmacı(kimse).
    * Meraklı, mütecessis.
    araştırıcılık * Araştırıcının yaptığı iş.
    araştırılma * Araştırılmak işi.
    araştırılmak * Araştırma yapılmak, gözden, geçirilmek.
    araştırma * Araştırmak işi, taharri.
    * Bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma.
    araştırma filmi * Herhangi bir bilimsel araştırmada alıcının salt bir kayıt aracı olarak kullanılmasıyla elde edilen film.
    araştırma görevlisi * Yüksek öğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca
    verilen görevleri yapan öğretim yardımcısı, asistan.
    araştırmacı * Bilim ve sanat alanlarında araştırma yapan kimse, araştırman.
    araştırmacılık * Araştırmacı olma durumu.
    araştırmak * Birini veya bir şeyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek.
    * Bir gerçeği ortaya çıkarmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruşturmak.
    * Bilimde ve sanatta yöntemli çalışmalar yapmak.
    araştırman * Araştırıcı.
    aratış * Aratmak işi veya biçimi.
    aratma * Aratmak işi.
    aratmak * Aramak işini bir başkasına yaptırmak.
    * Arzu ettirmek, istetmek.
    aratmamak * yenisi, eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu duyurmamak.
    araya almak * bir çevreye kabul etmek.
    araya girmek * iki kişinin arasındaki bir işe karışmak.
    * iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak.
    * bir işyapılırken ona engel olacak başka bir şey çıkmak.
    araya gitmek * harcanmak, kaybolmak, karışıklığa kurban olmak.
    araya koymak * bir işte sözü geçer bir kimsenin aracılığına başvurmak.
    araya soğukluk girmek * dostluk bağı gevşemek.
    araya vermek * yararsız bir işe harcamak.
    arayıaçmak * aradaki uzaklık artmak.
    arayısoğutmak * zaman geçmek, eski yakınlık, dostluk kalmamak.
    arayıyapmak * aralarıaçılmışiki kişiyi barıştırmak.
    * arasıaçılmışkimse ile barışmak.
    arayıcı * Bir şeyi aramayı işedinen kimse.
    * Arama işiyle görevlendirilmişkimse.
    * İstenilen yıldızıteleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı, görüşalanı geniş
    olan küçük teleskop.
    arayıcıfişeği * Bir tür donanma fişeği.
    arayıp da bulamamak * beklenmedik iyi bir durumla karşılaşmak.
    arayıp soranı bulunmamak (veya olmamak) * kimsesi olmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 80

    arayıp sormak * biri hakkında haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karşı ilgi göstermek.
    arayış * Aramak işi veya biçimi.
    araz * Belirtiler.
    * Hastalık belirtileri, semptom.
    * İlinek.
    arazbar * Türk müziğinde bir birleşik makam.
    arazbarbuselik * Türk müziğinde bir birleşik makam.
    arazi * Yer yüzü parçası, yerey, yer, toprak.
    arazi açma * fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirme.
    araziye uymak * ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalışmak.
    arbalet * Kundaklı, tetikli yay.
    arbede * Gürültülü kavga, patırtı.
    arbitraj * Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değerli kâğıtlarıdaha kârlı görülen başka kâğıtlarla değiştirme işi.
    arboretum * Botanik bahçesinde ağaç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrılmış bölüm.
    arda * İşaret olarak yere dikilen çubuk.
    * Maden üzerine kazıma yapmak ve çıkrıkta çevrilen şeyleri yontmak için kullanılan çelik kalem.
    * Ardıl.
    ardak * İçten çürümeye yüz tutmuşağaç.
    ardaklanma * Ardaklanma işi, durumu.
    ardaklanmak * (ağaçlarda) Mantarların sebep olduğu çürümeye uğramak.
    ardıarasıkesilmemek * aralıksız olarak gelmek.
    ardıardına * Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralıksız.
    ardıkesilmek * arkası gelmemek, tükenmek.
    ardısıra * Peşinden, arkasından.
    ardıç * Servigillerden, güzel kokulu yapraklarınıkışın da dökmeyen, yuvarlak kara yemişleri ilâç olarak kullanılan
    bir ağaççık (Juniperus).
    ardıç kuşu * Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanlarında yaşayan, sırtıkahverengi, karnıak, kuyruğu kara bir kuş
    türü (Turdus pilaris).
    ardıç otu * Ardıç ağacının küçük bitkisi.
    ardıç rakısı * Cin.
    ardıl * Birinin ardından gelip onun yerine geçen kimse, öncel karşıtı, halef.
    * Bir çıkarımda varılan sonuç.
    ardıl görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra geriye kalan görüntü.
    ardılma * Ardılma işi.
    ardılmak * Birisinin sırtına asılmak.
    * Musallat olmak, asılmak, takılmak.
    * Sataşmak, çatmak.
    ardın ardın * Geri geri, ardısıra.
    ardına (veya arkasına) düşmek * arkasından gitmek, peşini bırakmamak.
    ardına kadar açık * (kapı, pencere için) sonuna kadar açık.
    ardınca * Hemen arkasından, hemen ardından, arkasısıra, ardısıra.
    ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz * önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanların çok olduğunu anlatır.
    ardından (veya arkasından) atlıkovalamak * bir işi gereksiz bir telâşla yapanlar için söylenir.
    ardından sapan taşıyetişmez * bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılır.
    ardınıalmak (veya getirmek) * bitirmek, tamamlamak.
    ardını bırakmamak * Bkz. peşini bırakmamak.
    ardınıkesmek * arkası gelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak.
    ardışık * Birbiri ardından gelen, mütevali.
    ardışık görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra da devam eden görüntü.
    ardışık olgular * Bir hastalıktan sonra görülebilen fakat hastalığın kesin sonucu olmayan olgular.
    ardışık sayılar * Bir, iki, üç gibi birbiri ardından gelen sayılar.
    ardışıklık * Ardışık olma durumu.
    ardiye * Genellikle ticaret eşyasınısaklamaya yarar yer, depo, antrepo.
    * Böyle bir yerde saklanılan eşya için ödenen ücret.
    ardiyeci * Ardiye işleten kimse.
    * Ardiyeye bakan kimse.
    arduaz * Kayağan taş, kayrak.
    arefe * Bkz. arife.
    arefe günü * Bkz. arife günü.
    arena * Amfiteatrın ortasında, boğa güreşi, yarış, oyun gibi türlü gösteriler yapılan alan.
    * Siyasî çekişmelerin geçtiği yer.
    areometre * Sıvıölçer.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 81

    argaç * Dokuma tezgâhlarında enine atılan iplik, atkı.
    argaçlama * Argaçlamak işi.
    argaçlamak * Dokumada argaç atmak.
    argali * Boynuzlugillerden, Kuzeydoğu Asya’da yaşayan, büyük boynuzları olan yaban koyunu (Ovis ammon).
    argın * Yorgun, zayıf, bitkin.
    * Beceriksiz.
    argınlık * Argın olma durumu.
    argıt * Geçit, boğaz, dağboğazı, derbent.
    * Keklik tutmakta kullanılan, tahtadan kapanların yan taraflarına bağlanan ağaç parça.
    argo * Kullanılan ortak dilden ayrı olarak aynımeslek veya topluluktaki insanların kullandığıözel dil veya söz
    dağarcığı.
    * Serserilerin, külhan beylerinin kullandığısöz veya deyim.
    argolaşma * Argolaşmak özelliği gösterme.
    argolaşmak * Karşılıklıargo konuşmak.
    * Söz argo durumuna gelmek.
    argon * Atom numarası18, atom ağırlığı39,9 olan, havada %1 oranında bulunan, rengi, kokusu ve tadı olmayan
    bir element. KısaltmasıAr.
    argonot * Kafadan bacaklılardan, salyangoz kabuğu biçiminde kabuğu olan ve ahtapota benzeyen bir hayvan
    (Argonauta argo).
    argüman * Bir çıkışkümesinin değişkenine verilen ad.
    arı * Temiz, münezzeh.
    * Yabancışeylerden arınmış, katışıksız, saf, halis.
    * Günahsız.
    arı * Zar kanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek (Apis mellifica).
    arı bal alacak çiçeği bilir * işini bilen kimse nereye başvuracağını bilir.
    arı beyi * Her kovanda bir tane bulunan ana arı.
    arı biti * Kör, kanatsız, kızılca renkli küçük sinek (Braula caeca).
    arıdalağı * Bal peteği.
    arı gibi * çok çalışkan.
    arı gibi sokmak * iğnelemek, acısöz söylemek.
    arıkil * Porselen yapmakta kullanılan bir çeşit ak ve gevrek kil, kaolin.
    ArıKovanı * Yengeç takım yıldızıyöresinde bir yıldız kümesi.
    arıkovanı * Arıların içinde bal yaptıklarıçeşitli maddelerden yapılmışyuva.
    arıkovanı gibi işlemek * (bir yerin) gireni çıkanıçok olmak.
    arıkuşu * Arıkuşugillerden, sırtısarı, karnımavimsi yeşil, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Asya’da az ağaçlıklı,
    açık yerlerde yaşayan bir kuş(Merops apiaster).
    arıkuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya.
    arısili * Tertemiz.
    arısütü * Genç işçi arının başındaki bezlerden salgıladığı azotu çok madde.
    arıcı * Bal almak için arıyetiştiren kimse.
    arıcılık * Bal almak için arıyetiştirme işi.
    arık * Ark.
    * Fide veya fidan dikilen yer.
    arık * Eti, yağıerimişzayıf, cılız, kuru, sıska.
    arık çekmek * tıkanan, bozulan arklarıtemizleyip açmak.
    arık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek.
    arıkçı * Su yolu yapan kimse.
    arıklama * Arıklamak işi.
    arıklamak * Arık (II) duruma gelmek.
    arıklaşma * Arıklaşmak işi.
    arıklaşmak * Arık (II) olmak.
    arıklatma * Arıklatmak durumu.
    arıklatmak * Arık (II) duruma getirmek.
    arıklık * Zayıflık, sıskalık.
    arılama * Arılamak işi, tenzih.
    arılamak * Bir şeyde herhangi bir ayıp veya kusur bulunmadığını bildirmek, tenzih etmek.
    arılanma * Arılanmak durumu, arılaşma.
    arılanmak * Arılaşmak.
    arılar * Tek tek veya bir topluluk düzeni içinde yaşayan, vücutları, özellikle karınlarıve arka ayaklarıkıllarla örtülü
    zar kanatlılar familyası.
    arılaşma * Arılaşmak durumu, arıduruma gelme, özleşme.
    arılaşmak * Arıduruma gelmek, saflaşmak, özleşmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 82

    arılaştırma * Arılaştırmak işi, özleştirme.
    arılaştırmak * Arıduruma getirmek, özleştirmek.
    arılık * Temizlik.
    * Katışıksızlık.
    * Günahsızlık.
    arılık * Kovanların konulduğu yer, kovanlık.
    arına dokunmak * utanç duymak.
    arındırma * Arındırmak işi.
    arındırmak * Arınmasını sağlamak.
    arının yuvasına kazık (veya çöp) dürtmek * tehlikeli kişiyi kışkırtmak.
    arınış * Arınmak işi veya biçimi.
    arınma * Temizlenme.
    * Ruhun tutkulardan temizlenmesi.
    * Sanat yoluyla duyguların arınması.
    arınmak * Temizlenmek.
    * Katışıksız, arıduruma gelmek.
    * Rahatlamak.
    arış * Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü.
    arış * Çözgü.
    arış * Araba oku.
    arıtıcı * Arıtma özelliği olan.
    * Deterjan.
    arıtıcılık * Arıtma işi.
    arıtım * (petrol, yağvb. için) Arıtma işi, rafinaj.
    arıtım evi * Şeker, petrol gibi maddelerin arıtıldığıyer, tasfiyehane, rafineri.
    arıtış * Arıtmak işi veya biçimi.
    arıtma * Arıtmak işi.
    arıtma ünitesi * Doğal gaz üretim kuyularından toplama hatlarıyla gelen gazın içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve
    su buharo gibi hidrokarbon bileşiği olmayan gazlarla, hidrokarbon kondanstlarının tabiî gazdan ayrıldığı birim.
    arıtmak * Temizlemek.
    * Katışıksız duruma getirmek, tasfiye etmek.
    arız * Sonradan ortaya çıkan.
    * Bulaşmış, musallat olmuş.
    arız olmak * bulaşmak, sürekli görünür durumda olmak.
    * sonradan ortaya çıkmak.
    arıza * Engebe.
    * Aksama, aksaklık.
    * Bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanın soluna
    konulan diyez, bemol ve bekâr işaretlerinin ortak adı.
    arıza yapmak * Bozulmak, işlemez duruma gelmek.
    arızalanma * Arızalanmak işi.
    arızalanmak * Arıza, aksaklık göstermek.
    arızalı * Engebeli.
    * (Araç vb. için) Aksayan, işlemeyen, bozulmuş.
    * Yarım yamalak, idare edecek biçimde.
    arızasız * Engebesiz, düz.
    * Aksamayan, bozulmadan işleyen.
    * Huzurlu, rahat, mutlu.
    arızî * Sonradan olan, dıştan gelen.
    * Geçici, eğreti.
    Ari * İran’dan geçerek Kuzey Hindistan’a yerleşen halk veya bu halktan olan kimse.
    * Bu halkla ilgili, bu halka özgü.
    arî * Çıplak.
    * Özgür, hür.
    Ari dil * Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran grubuna verilen ad.
    aria * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği şarkı, arya.
    arif * Çok anlayışlıve sezgili (kimse), varışlı.
    arif olan anlasın (veya anlar) * herkesin anlayacağıkadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamınıkavrayanlar için söylenir.
    arifane * Arif olana yakışacak yolda, biçimde.
    * Yiyeceği ortaklaşa sağlanan (toplantı).
    arifane ile * ortaklaşa.
    arife * Belirli bir günün, olayın bir önceki günü veya ona yakın günler, ön gün.
    arife günü * Dinî bayramlardan önceki gün.
    arioso * Dramatik ve lirik bakımdan yüksek bir anlatım gücü olan ağır başlıhava.
    Aristocu * Aristotelesçi.
    Aristoculuk * Aristotelesçilik.
    aristokrasi * Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihî yönetim biçimi.
    * Soylular sınıfı.
    aristokrat * Aristokrasi yanlısı.
    * Soylu.
    aristokratik * Aristokratlıkla ilgili.
    aristokratlık * Aristokrat olma durumu.
    Aristotelesçi * Aristotelesçilik yanlısı olan kimse.
    Aristotelesçilik * Yunan filozoflarından Aristoteles’in felsefesi, gezimcilik.
    * Bu felsefeyi benimsemişolma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 83

    aritmetik * Matematiğin, konusu sayılar, bunların özellikleri ve işlemler olan kolu.
    * Bu bilimle ilgili.
    aritmetik dizi * Ardışık terimleri arasındaki ayrım değişmeyen dizi: 1,3,5,7,9… dizisi aritmetik bir dizi olup ortak çarpan
    denilen değişmez oranı2 sayısıdır.
    aritmetik işlem * Aritmetik yoluyla yapılan çözüm.
    aritmetik orta * Bir diziyi oluşturan sayıların toplamının, dizinin terim sayısına bölünmesiyle elde edilen sayı.
    aritmetiksel * Aritmetik ile ilgili.
    aritmi * Kalp atışlarındaki düzensizlik ve eşitsizlik.
    aritmik * Ritimli olmayan, düzensiz.
    ariya * Sancağı, yelkeni veya sereni direkten aşağıalma.
    ariyet * Eğreti, ödünç.
    * Belli bir taşınır malın kullanılmasının geri verilmek şartıyla bedelsiz olarak bir kimseye bırakılması.
    ariyeten * Eğreti olarak, ödünç olarak.
    ariz amik * Enine boyuna, her yönü ile.
    ariza * Yüksek bir makama sunulan mektup veya dilekçe.
    arjantin * Büyük bira bardağı.
    Arjantinli * Arjantin halkından olan.
    ark * İçinden su akıtmak için toprağıkazarak yapılan açık oluk, arık, hark, cetvel, kanal.
    arka * Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı.
    * Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi.
    * Geri kalan bölüm.
    * Art, peş.
    * Otururken sırtın dayandığıyer.
    * (insan için) Vücut, beden.
    * Arkada olan, arkada bulunan.
    * Koruyucu, kayırıcı, iltimasçı, piston.
    * Geçmiş, geride kalmışzaman.
    arka (veya sırt) çevirmek * eski ilgiyi göstermez olmak, yabancı gibi davranmak.
    arka arka * Geriye doğru.
    arka arkaya * Hemen birbirinin arkasından, art arda.
    arka arkaya vermek * birbirini korumak için birleşmek, destek olmak, dayanışmak.
    arka ayak * Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan biri.
    arka bulmak * bir koruyucu, kayırıcı bulmak.
    arka çıkmak * bir kimseyi başkalarına karşıkorumak, kayırmak.
    arka kapıdan çıkmak * okuldan başarısızlıkla ayrılmak.
    arka müziği * Bir oyunda hareket ve sözlerin yanısıra etkiyi artırmak için hafifçe çalınan müzik.
    arka olmak * maddî, manevî yönden destek olmak.
    arka plânda * Geride.
    * Önemsiz.
    arka sokak * Ana yola açılan ikinci derecedeki sokak.
    arka teker * Araçların arka düzeninde yer alan tekerlek.
    arka vermek * desteklemek, dayamak.
    arka yüz * Bir şeyin arkada kalan yüzü.
    arkaç * Ağıl.
    * Dağsırtlarında davarların yatırıldığıdüz, rüzgâr almayan kuytu yer.
    arkada bırakmak * birinden daha ileri gitmek.
    arkada bırakmak * bir şeyden epey uzaklaşmış bulunmak.
    * zaman bakımından geçmişte bırakmak.
    * (ölen kimseye göre) dünyada bırakmak.
    arkada kalanlar (veya arkadakiler) * bir kimsenin öldüğünde veya bir yere gittiğinde geride bıraktığıyakınları.
    arkada kalmak * geriden gelmek, geride kalmak.
    * değerce ileride olanların arkasında kalmak, ileri gidememek, geride kalmak.
    arkadan arkaya * Gizli gizli, el altından, gizlice, belli etmeden.
    arkadan söylemek * kendisi bulunmadığı bir yerde kimseyi çekiştirmek, dedikodusunu yapmak.
    arkadan vurmak * bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek.
    arkadaş * Bir işte birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik, yâren.
    * Birbirlerine karşısevgi ve anlayışgösteren kimselerden her biri.
    arkadaş canlısı * arkadaşlığa değer veren, arkadaşlarına çok düşkün olan kimse.
    arkadaşdeğil, arka taşı * zarar veren arkadaşlar için söylenir.
    arkadaşolmak * bir kimseyle dostluk kurmak, içten olmak.
    arkadaşça * Arkadaşolarak; içtenlikle, dostça.
    arkadaşlık * Arkadaşolma durumu, arkadaşa yakışır davranış, omuzdaşlık, ünsiyet.
    arkadaşlık etmek * bir işte birlikte bulunmak; huyu ve düşünceleri birbirine uymak.
    * bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eşlik etmek, refakat etmek.
    arkaik * Arkaizmle ilgili, eskimiş(söz veya eser).
    * Güzel sanatlarda klâsik çağöncesinden kalan.
    arkaizm * Konuşulan ve yazılan dilde, kullanımdan düşmüşolan eski söz ve deyim.
    * Kullanıldığıçağdan daha eski bir çağdan kalma bir biçimin, bir yapının özelliği.
    arkalama * Arkalamak işi, yardım, müzaheret.
    arkalamak * Arkasına almak, yüklenmek.
    * Bir kimseye güven vererek yardım etmek, destek olmak, korumak, müzaheret etmek.