Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 99

    ateşyağdırmak * ateşli silâhlarla aralıksız mermi atmak.
    * çevresindekilere ağır sözler söylemek.
    ateş! * ateşetmek için verilen komut.
    ateş baz * Osmanlılarda şenlikler için donanma fişeklerini hazırlayan kimse.
    * Ateşle hüner gösteren oyuncu.
    ateşçi * Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateşle işleyen yerlerde ocaklara kömür atıp ateşin sürekli yanmasınısağlayan
    kimse.
    ateşçilik * Ateşçinin işi.
    ateşe atmak * bile bile çok tehlikeli bir işe girişmek.
    ateşe dayanıklı * aşırıısıdan zarar görmeyen.
    ateşe tutmak * az ısıtmak.
    * üzerine ateşli silâhla mermi atmak.
    ateşe vermek * ateşiçine sokmak.
    * bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.
    * aşırıtelâşa ve sıkıntıya düşürmek.
    * bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntıve yıkıma uğratmak.
    ateşe vurmak * bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak.
    ateşe vursa duman vermez * pek cimri olanlar için söylenir.
    ateşi başına vurmak * çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak.
    ateşi çıkmak (veya yükselmek) * (hasta için) vücut ısısı olağandan çok artmak.
    ateşi düşmek * (hasta için) ateşi geçmek veya azalmak.
    ateşi uyandırmak * sönmek üzere olan ateşi canlandırmak.
    ateşin * Ateşli, coşkun.
    ateşine (veya nârına) yanmak * bir kimse yüzünden zarara uğramak.
    ateşini almak * yüksek vücut ısısınıdüşürmek.
    * derece ile ateşi ölçmek.
    * acıyı, yanmayıazaltmak.
    ateşkes * Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşıdurdurması, bırakışma, mütareke.
    ateşle barut bir yerde durmaz * biri kız, biri erkek iki gencin bir yerde yalnız başlarına kalmalarının sakıncalı olduğunu anlatmak için
    söylenir.
    ateşle oynamak * pek tehlikeli bir işle uğraşmak.
    ateşleme * Ateşlemek işi.
    ateşlemek * Tutuşturmak, yakmak.
    * Top, tüfek gibi patlayıcımaddeleri patlatmak.
    * Kışkırtmak, heveslendirmek.
    ateşlendirme * Ateşlendirmek işi.
    ateşlendirmek * Coşturmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek.
    ateşlenme * Ateşlenmek işi.
    ateşlenmek * Ateşlemek işine konu olmak.
    * Vücut ısısıartmak.
    * Coşmak, kızışmak, şiddetlenmek.
    ateşler içinde * (hasta) çok ateşli bir durumda.
    ateşletme * Ateşletmek işi.
    ateşletmek * Ateşlemek işini yaptırmak.
    ateşleyici * Ateşleme niteliği olan.
    * Patlayıcımaddeleri ateşlemekte kullanılan cihaz.
    ateşli * Ateşi olan.
    * Coşkun, coşturucu, coşkulu.
    * Cinsel istekleri güçlü olan.
    ateşli ateşli * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli.
    ateşli silâh * Patlayıcımadde aracı ile mermi atan top, tüfek gibi silâh.
    ateşlik * Ateşyakılan veya konulan yer.
    ateşlilik * Ateşli olma durumu.
    ateşperest * Ateşe tapan.
    ateşten gömlek * acı, üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılıdurum.
    atfen * Mal ederek, yükleyerek.
    atfetme * Atfetmek işi, isnat.
    atfetmek * Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek.
    * Yöneltmek, çevirmek.
    atgiller * Atları, eşekleri ve zebraları içine alan, tek parmaklımemeliler familyası.
    atıalan Üsküdar’ı geçti * fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şey kalmadığınıanlatır.
    atıcı * İyi nişan alan, attığınıvuran kimse.
    * Yalancı, asılsız şeyler uydurup söyleyen.
    atıcılık * Atıcı olma durumu.
    * Bazıateşli silâhlar kullanarak yapılan spor.
    * Yalancılık, uydurmacılık.
    atıf * Yöneltme, çevirme.
    * İlişkili bulma.
    atıfet * İyilik, bağış, kayra, lütuf, ihsan, inayet.
    * Karşılık beklemeden gösterilen sevgi.
    atık * Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayık.
    atık * Atılmış, atılan.
    atık kâğıt * Kâğıt, işleme sürecinden veya kullanımdan sonra arta kalan ve kâğıt veya karton üretiminde ve kâğıt
    hamuru yapımında tekrar kullanılan kâğıt veya karton parçaları.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 100

    atık su * Evlerde, işyerlerinde kullanımdan dolayıkirlenen ve bina dışına sevkedilen pis su.
    atıl * Tembel.
    * İşsiz, aylak.
    * Etkisiz, işe yaramaz.
    * Bkz. süreduran.
    atılgan * Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan.
    * Girişken.
    atılganlık * Atılgan olma durumu.
    atılım * İleri atılma, atılma işi.
    * Hızla ilerleme, hamle, savlet.
    * Herhangi bir konuda ilerleme çabası, hamle.
    * Sayıkazanmak amacıyla yapılan atılış, hücum.
    atılımcı * Durumunu geliştirme gücü gösteren, atılım yapan, hamleci.
    atılış * Atılmak işi veya biçimi, atılma.
    atılma * Atılmak işi.
    atılmak * Atmak işine konu olmak.
    * Saldırmak, hücum etmek.
    * Bir şeye doğru birden gitmek, birden bir davranışta bulunmak.
    * Bir işe girişmek, başlamak.
    * Patlamak.
    atım * Atmak işi.
    * Atılan bir şeyin gidebildiği uzaklık.
    atımcı * Pamuğu, yünü yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme işini yapan kimse, hallaç.
    atımcılık * Atımcının işi, hallaçlık.
    atımlık * Silâhıdoldurmaya yetecek veya en az bir atım yapabilecek barut miktarı.
    * Konuşacak, yazacak söz veya bilgi.
    atın ölümü arpadan olsun * çok sevilen bir şey yapılırken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanılacağınıanlatır.
    atınısağlam kazığa bağlamak * eşeğini sağlam kazığa bağlamak.
    atıp (veya atmak) tutmak * bir kimse veya bir şey için kötü konuşmak.
    * abartmalıkonuşmak.
    atış * Atmak işi veya biçimi.
    * Bir silâhın mermisini amaca ulaştırmak için gereken işve bilgi.
    * (kalp, nabız için) Vuruş, çarpış.
    atışyeri * Silâh atma alıştırmalarıyapılan yer, poligon.
    atışma * Atışmak işi.
    * Saz şairlerinin deyişle tartışmaları.
    atışmak * Ağız kavgasıetmek.
    * Kendisine dargın olan bir kimseye barışıkmışgibi söz söylemek.
    * Saz şairleri, belli bir ayak üzerine birbirlerini küçük düşürmek amacıyla karşılıklıdeyişsöylemek.
    atıştırma * Atıştırmak işi.
    atıştırma yeri * Ayaküstü yemek yenilen yer.
    atıştırmak * Acele olarak yemek veya içmek.
    * (yağmur veya kar) Serpiştirmek.
    atıştırmalık * Atıştırmaya yarayan.
    ati * Gelecek.
    atik * Çabuk davranan, çevik.
    atik * Eski, eski zamanla ilgili.
    atik tetik * Çabuk hareket edebilen, çevik.
    atiklik * Çabukluk, çeviklik.
    atkı * Soğuğa karşı omuzlara, başa, sırta veya boyna alınan örtü.
    * Bazıkadın ayakkabılarında ve çocuk patiklerinde ayağın üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça.
    * Büyük yaba.
    * Kapıve pencerelerin yapımında üst tarafa konan ağaç, taşveya beton destek, üst eşik.
    * Dokuma tezgâhlarında mekikle enine atılan iplik, argaç.
    atkı iplik * Dokumacılıkta mekikle enine atılan iplik kumaşın en ipliği.
    atkılama * Atkılamak işi.
    atkılamak * Dokuma tezgâhlarında mekikle atkıatmak, argaçlamak.
    atkılı * Atkısı olan.
    atkuyruğu * Atkuyruğugillerden, kök sapıömürlü olan, daha çok nemli yerlerde yetişen ve ilâç olarak kullanılan bir
    bitki (Equisetum arvense).
    * Genç kızların saçlarını başlarının arkasına toplayarak uç bölümünü kaldırıp serbest bıraktıklarısaç biçimi.
    atkuyruğugiller * Eğrelti otugillerden, örneği atkuyruğu olan bir bitki familyası.
    atla arpayıdövüştürmek (veya dalaştırmak) * fesat karıştırmak, ara bozanlık etmek.
    atladı geçti Genç Osman! * bir işin bittiğini veya tehlikenin atlatıldığınıanlatır.
    atlama * Atlamak işi.
    * Belirli bir yerden gerilip hız alarak yapılan sıçrama ile vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma
    veya belli bir yükseklikten aşırma.
    * Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseği aşmak amacıyla yarışılan atletizm dalı.
    atlama beygiri * Yüksekliği 1.70’e ayarlanabilen ve atlamalar için kullanılan beden eğitimi aracı.
    atlama tahtası * Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanılan yer veya kimse.
    atlama taşı * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlangıç.
    atlama taşıyapmak * daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak.
    atlamak * Bir engeli sıçrayarak veya fırlayarak aşmak.
    * Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bırakmak.
    * Binmek.
    * (basında) Haberi zamanında verememek veya diğer gazetelerden öğrenmek.
    * Okuma, yazıyazma, sayısayma gibi işlerde bazı bölümleri bırakıp geçmek.
    * Sınıfı okumadan geçmek.
    * Yanılmak, aldanmak.
    * Çıkmak, inmek.
    atlambaç * Çocukların atlama oyunu.
    atlandırma * Atlandırmak işi.
    atlandırmak * Ata bindirmek veya binecek at vermek.
    atlangıç * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlama taşı.
    atlanılma * Atlanılmak işi.
    atlanılmak * Atlanmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 101

    atlanma * Atlanmak işi.
    atlanmak * Ata binmek veya at edinmek.
    atlanmak * Atlamak işi yapılmak.
    atlar anası * İri yarı, erkeksi kadın.
    atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz * küçükler büyüklerin yanında hadlerini bilmelidir.
    atlar tepişir, arada eşekler ezilir * büyüklerin çatışmasından küçükler zarar görür.
    atlas * Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş.
    atlas * Dünyanın, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğrafyası ile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi
    vermek için bir araya getirilmiş coğrafya haritalarıderlemesi.
    * Bir konuyu açıklamak için hazırlanmışresim veya levhalardan oluşmuşkitap.
    atlas çiçeği * Uzun ve sarkık yapraklı, parlak kırmızıçiçekler açan kaktüs.
    atlas çiçeğigiller * Kaktüsgiller.
    atlas kemiği * Boyun omurlarının üstten birincisi.
    atlatılma * Atlatılmak işi.
    atlatılmak * Atlatmak işi yapılmak veya bu işe konu olmak.
    atlatma * Atlatmak işi.
    atlatmak * Atlamak işini yaptırmak.
    * Kötü bir durumu geçiştirmek.
    * Savmak.
    * Savsaklamak.
    * Aldatmak.
    * (basında) Başka ilgililerden önce bir haberin yayımlanmasını sağlamak.
    atlaya zıplaya * atlayarak.
    * istekle, isteyerek.
    atlet * Atletizmle uğraşan kimse.
    atlet fanilâsı * Kolsuz erkek fanilâsı.
    atletik * Atletleri ilgilendiren.
    * Vücudu gelişmiş, biçimli, atlet gibi.
    atletizm * Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliştirmeye yarayan koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek
    başına yapılan vücut çalışmaları.
    atlı * Atı olan.
    * Ata binmişkimse, süvari.
    * Binek atıkullanan asker veya asker sınıfı.
    atlıkarınca * İri bir karınca türü (Ponera grandis).
    atlıkovalarcasına * gereksiz yere acele ederek.
    atlıspor * At üzerinde yapılan bütün sporların genel adı.
    atlıkarınca * Yere dikilmiş bir eksen çerçevesinde döndürülen askılara takılı oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluşan bir
    eğlence aracı.
    atma * Atmak işi.
    atma Recep, din kardeşiyiz * söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkındayız.
    atmaca * Kartalgillerden, ava alıştırılabilen küçük bir yırtıcıkuş(Accipiter nisus).
    * Sapan.
    atmak * Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak.
    * Bir şeyi yere doğru bırakmak.
    * (bir kimseyi) Uzaklaştırmak, göndermek, ilgisini kesmek.
    * Koymak.
    * Yerleştirmek, bir kenara koymak.
    * Uzatmak.
    * Bir yerden başka bir yere taşımak.
    * (sille, tokat, kılıç) Vurmak.
    * (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak.
    * (kurşun, gülle, ok gibi şeyleri) Hedefe iletmek.
    * (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bırakmak.
    * Örtmek.
    * (yapılmışkötü bir işi birine) Yüklemek.
    * Sözle sataşmak.
    * Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak.
    * İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak.
    * Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek.
    * Çıkarmak, dışarıya vermek.
    * Patlayıcımaddelerle havaya uçurup yıkmak.
    * Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak.
    * İçki içmek.
    * Bilmeden, kestirerek söylemek.
    * Yalan veya abartmalısöz söylemek.
    * Çatlamak, yırtılmak veya yapışık olduğu yerden ayrılmak.
    * (kalp, nabız gibi kan dolaşımı ile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak.
    * (sıkıntıdolayısıyla) Giyilen bir şeyi çıkarmak.
    * Yazılıveya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak.
    * Değerini eksiltmek.
    * (renk için) Solmak.
    * Söylemek.
    * Göndermek, yollamak.
    * Haykırmak, bağırmak.
    * Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak.
    * Götürmek, sahiplenmek.
    atmasyon * Uydurma, palavra.
    atmasyoncu * Uydurmacı, palavracı(kimse).
    atmasyonculuk * Atmasyoncu olma durumu.
    atmık * Erkeklerin cinsel organından salgılanan madde, er suyu, bel, meni, sperma.
    atmosfer * Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası, gaz yuvarı.
    * Hava yuvarı.
    * İçinde yaşanılan ve etkisinde kalınan ortam, hava.
    * Basınç birimi olarak kullanılan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğunda ve tabanıl cm 2 olan cıva
    sütununun ağırlığı(l kg 33 gr).
    atmosfer basıncı * Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç.
    atmosferik * Atmosferle ilgili, cevvî.
    atol * Mercanların bir araya toplanması ile oluşmuş, halka biçiminde adacık, mercan ada.
    atom * Birkaç türü birleşince çeşitli kimyasal birleşikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluşturan
    parçacık.
    * (eski Yunan filozoflarına göre) Gerçeğin son, artık bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.
    atom ağırlığı * Herhangi bir atomun 16 sayısı ile gösterilen oksijen atomuna göre ağırlığı.
    atom bombası * Atom çekirdeklerinin parçalanmasısonucu enerji oluşmasıtemeline dayanan bomba.
    atom çağı * Atom enerjisinin insanlığın hizmetine girdiği çağ.
    atom çekirdeği * Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaşan, proton ve nötronlardan oluşan pozitif
    elektron yüklü merkez bölümü.
    atom enerjisi * Atom çekirdeklerinin parçalanmasından veya hafif atomların kaynaşmasından oluşan büyük enerji.
    atom numarası * Bir atom çekirdeğinin içinde bulunan protonların sayısı.
    atom reaktörü * Nükleer parçalanma sonucu oluşan enerjiyi kontrol etmekte kullanılan düzen.
    atom santrali * Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika.
    atom sayısı * Bir atom çekirdeğinin içerisinde bulunan protonların sayısı.
    atomal * Atomlarla ilgili olan.
    atomcu * Atomculuk yanlısı(kimse).
    * Atomla ilgili.
    atomculuk * Evrenin, bölünmez parçaların kümelenmesinden oluştuğunu ileri süren öğreti.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 102

    atomik * Atomla ilgili olan.
    atonal * Yeni bir bestecilik çığırına göre, ton ve makam temeline bağlıkalmadan oluşturulan (beste).
    atölye * Zanaatçıların veya resim, heykel sanatlarıyla uğraşanların çalıştığıyer, işlik.
    atölye resmi * Bir işin ayrıntılarını gösteren ve atölyede yapım sırasında kullanılan 1/1 ölçüdeki teknik resim.
    atraksiyon * Gazino gibi yerlerde yapılan, müşterileri oyalayıcı, eğlendirici, ilgi çekici gösteri.
    atropin * Güzelavrat otundan çıkarılıp hekimlikte kullanılan zehirli bir ilâç.
    atsan atılmaz, satsan satılmaz * işe yaramadığıveya sıkıntıverdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için söylenir.
    attan inip eşeğe binmek * bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve alınmak.
    attar * Bkz. aktar.
    attığıtırnak kadar olamamak * bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanılır.
    attırma * Attırmak işi.
    attırmak * Atmak işini yaptırmak.
    Au * Altın’ın kısaltması.
    aut * Top oyunlarında topun karşıtakım oyuncularının vuruşuyla oyun alanının veya kale çizgisinin arkasına
    geçmesi.
    av * Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanlarıvurma veya yakalama işi.
    * Bir hayvanın bir başka hayvanıyemek için yakalaması.
    * Bu yollarla yakalanan hayvan.
    * Tuzağa düşürülen, kendisinden yararlanılan kimse.
    -av / -ev * Fiilden isim türeten ek: sına-v, gör-ev, öd-ev, işle-v, türe-v vb.
    av avlanmış, tav tavlanmış * olan olmuş, işişten geçmiş, artık yapacak bir şey yok.
    av dönemi * Av hayvanlarının avlanmasıveya bu amaçla kullanılan av araçlarının kullanılmasının serbest olduğu yılın
    belirli bölümü.
    av köpeği * Tazı, kopoy, zağar gibi ava yardımcılık etmeye alıştırılmışköpek.
    av kuşu * Avlanılan kuş.
    av mevsimi * Av dönemi.
    av yasağı * Yılın av dönemi dışında kalan zamanda konulan yasak.
    ava çıkmak * avlanmak için gitmek.
    avadancı * Eski Osmanlısarayında bir sınıf hademe.
    avadanlık * Bir işi yapmak, bir aracı onarmak için kullanılan alet takımı.
    aval * Ticarî senetlerde, ödemeden sorumlu olanların ödememesi hâlinde üçüncü bir kişinin alacaklılara senet
    bedelini ödeyeceğine ilişkin verdiği güvence.
    aval * Saflığısersemlik derecesine varan (kimse).
    aval aval * Aptal bir biçimde, aptal aptal.
    avam * Halkın aşağıtabakası.
    * Halk.
    avanak * Kolaylıkla kandırılabilen veya aldatılabilen, aptal, bön.
    avanakça * Avanak gibi, avanağa uygun düşen biçimde.
    avanaklık * Avanak olma durumu, avanakça davranış.
    avanaklık etmek * aptallık etmek, avanak gibi davranmak.
    avangart * Öncü.
    avans * Alacağına sayılmak üzere önceden yapılan ödeme, öndelik, peşinat.
    avans almak * öndelik almak.
    avans çekmek * öndelik çekmek.
    avans vermek * öndelik vermek.
    avanta * Bir kimsenin, emek vermeden sağladığıkazanç.
    avantacı * Çıkarcı, beleşçi, bedavacı.
    avantacılık * Çıkarcılık, beleşçilik, bedavacılık.
    avantadan * bedavadan, beleşten.
    avantaj * Üstünlük sağlayan şey, yarar, kâr.
    avantajlı * Yarar sağlayan, yararlı(durum veya şey).
    avantajsız * Yarar sağlamayan, yararsız.
    avantür * Serüven, macera.
    avantüriyer * Serüvene atılan, maceracı.
    Avar * Kuzeydoğu Kafkasya’da Dağıstan Federe Cumhuriyeti’nde yaşayan halk.
    * III. – VI. yüzyıllar arasında Moğolistan’da VI. – IX. yüzyıllar arasında Orta Avrupa’da yaşamışhalk.
    avara * Bir geminin başka bir gemiden veya kıyıdan açılması.
    * Kıyıya dayanılarak sandalın açılması için kürekçilere verilen komut.
    avara * İşe yaramaz, kötü.
    * Üzerinde döndüğü ve kendisini taşıyan milden bağımsız olarak çalışan mekanizma.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 103

    avara kasnak işlemek (veya dönmek) * hiçbir işe yaramadan boşuna.
    avaraya almak * o bölümün çalışmasınıdurdurmak.
    Avarca * Avarların kullandığıdil.
    avare * İşsiz, işsiz güçsüz, başı boş, başı boşluk, aylak.
    avare dolaşmak * işsiz, işsiz güçsüz, başı boş, aylak dolaşmak.
    avare etmek * bir kimseyi işinden alıkoymak.
    avare olmak * işsiz güçsüz dolaşmak.
    avareleşme * Avareleşmek durumu.
    avareleşmek * Aylaklık etmek.
    avarelik * İşsizlik, başı boşluk, aylaklık.
    avarız * Kazalar, belâlar.
    * Engebeler, engeller, tümsekler, yüzey biçimleri.
    * Osmanlılarda önceleri yalnız olağanüstü durumlarda, sonraları ise sürekli olarak halktan toplanan vergi.
    avarya * Bir deniz yolculuğunda geminin veya yükünün gördüğü zarar.
    * Çeşitli sebeplerle dayanıklılığınıve esnekliğini kaybetmişyapağıve yün.
    avaz * Yüksek ses, nara.
    avaz avaz (bağırmak) * var gücüyle bağırmak.
    avazıçıktığıkadar * çok yüksek sesle.
    avcı * Avlanmayıseven veya avıkendine işedinen kimse.
    * Avcılara özgü olan.
    * Başka hayvanlarıyakalamakta usta olan (hayvan).
    * Bir şeyi büyük bir istekle izleyen ve bulup ortaya çıkaran, tanıtan kimse.
    avcıeri * Piyade mangasında her ere verilen ad.
    avcıhattı * Savaşta düşmana doğru dağılarak ön safta ilerleyen asker topluluğu.
    avcı otu * Düğün çiçeğigillerden, kokusuz, parlak zehirli bir bitki (Adonis).
    avcıuçağı * Düşman uçaklarınıdüşürmek için kullanılan uçak.
    avcılık * Avcı olma durumu veya işi.
    avcılık etmek * avlanma ile uğraşmak.
    avcu kaşınmak * halk inanışına göre eline bir yerden para geçeceği anlaşılmak.
    avcuna saymak * peşin olarak ödemek.
    avcunu yalamak * umduğunu ele geçirememek.
    avcunun içi gibi bilmek * (bir yeri, bir şeyi) çok iyi ve ayrıntılı olarak bilmek.
    avcunun içinde tutmak * ona istediğini yaptıracak güçte olmak.
    avcunun içine almak * bir kimseyi baskıve etkisi altına almak.
    avdet * Dönüş, geri gelme.
    avdet etmek * dönmek, geri gelmek.
    avdetî * (genellikle Musevîler için) İslâm dinine dönmüşolan.
    avene * Yardakçılar.
    averaj * Ortalama.
    * Sayıfarkı.
    avgın * Duvarda suyun geçmesi için bırakılan delik veya üstü kapalısu yolu.
    avisto * Ödenmesi gereken poliçelere yazılan ve “görüldüğünde” anlamına gelen bir terim.
    avize * Tavana asılan, şamdanlı, lâmbalı, billûr, cam veya metal süslü aydınlatma aracı.
    avize ağacı * Zambakgillerden, Amerika’dan dünyanın her yanına yayılmışolan, avize biçiminde sarkık, iri ve beyaz
    çiçekli bir süs ağacı(Yucca glosiosa).
    avlak * Avıçok olan yer, av yeri.
    avlama * Avlamak işi.
    * Voleybolda karşı oyuncuların boş bıraktığıve yetişemeyeceği yere topu yavaşça indirip sayıalma.
    avlamak * Bir avıdiri veya ölü olarak ele geçirmek.
    * Tuzağa düşürmek, kurnazlıkla kandırmak.
    avlanma * Avlanmak işi.
    avlanmak * Avlamak işine konu olmak.
    * Ava gitmek, ava çıkmak, av için dolaşmak.
    avlatma * Avlatmak işini yaptırma.
    avlatmak * Avlanmak işini yaptırmak.
    avlu * Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan üstü açık, duvarla çevrili alan.
    avokado * Amerikan armudu (Persea americana).
    avrat * Kadın.
    * Karı, eş.
    avrat pazarı * Cariyelerin satıldığıpazar.
    * Kadınların öteberi sattıklarıpazar yeri.
    avret * Ut yeri.
    Avrupa kayını * Avrupa’da yetişen bir kayın türü.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 92

    aslanpençesi * Gülgillerden, sarı, beyaz çiçekli bir yabanî bitki (Alchemilla).
    * Şirpençe.
    aslen * Kök veya soy bakımından.
    aslıastarı * iç yüzü, gerçek şekli.
    aslıastarı * Esası, doğruluğu, geçerliliği.
    aslıastarı(veya aslıaslı) olmamak * yalan, asılsız olmak.
    aslıçıkmak * gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak.
    aslıfaslıyok * yalan, uydurma.
    aslınesli * Soyu sopu.
    aslık * Kısır olan (kadın veya dişi hayvan).
    aslî * Temel olarak alınan, esas olan.
    aslî düşünce * Ana fikir.
    aslî maaş * Devlet dairelerinde çalışan memurlara verilen aylığın, yükselmeye temel olan her aşaması.
    aslî nüsha * Bir yazının çoğaltılmasına örneklik eden ilk nüsha.
    asliye * Temel, esas.
    asma * Asmak işi.
    * Asılmış, asılı.
    asma * Asmagillerden, dallarıçardak üzerine yayılan bitkilere genel olarak verilen ad.
    * Belirli bir tür üzüm veren bitki (Vitis).
    asma bahçe * Ayak ve kemerler üzerine kurulan teraslardan yapılmış bahçe.
    asma bıyığı * Asma dallarının çevresine tutunmasına yarayan yeşil uzantılar, sülük.
    asma biti * Eşkanatlılardan, asmalara zarar veren, sarımsırenkte bir böcek, filoksera (Phylloxera vestatrix).
    asma kabağı * Kabakgillerden sürüngen veya sarılgan, mevsimlik bir kabak türü (Lageneria vulgaris).
    * Bu türün ince uzun, sebze olarak kullanılan ürünü.
    asma kat * Yapılarda genellikle tabanla birinci kat arasına yapılan, basık tavanlı, altı boşkat.
    asma kilit * Kilitlenecek şeyin üstündeki halkalara geçirilip kapatılacak biçimde yapılmışkilit.
    asma köprü * İki başındaki ayaklardan başka dayanağı olmayan, çoğunlukla uzun ve yüksek köprü.
    asma merdiven * Yukarıucundan bir yere asılarak kullanılan ip merdiven.
    asma yaprağı * Zeytinyağlıve etli dolma yapmakta kullanılan körpe asma yaprağı.
    asmagiller * İki çeneklilerden, belli başlıtürü asma olan bitki familyası.
    asmak * Bir şeyi aşağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak.
    * Üzerine takınmak, kuşanmak.
    * Bir kimseyi boğazından ip geçirip sarkıtarak öldürmek, idam etmek.
    * Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek veya görevi olan bir işi özürsüz yapmamak.
    asmalı * Asması olan.
    asmalık * Asma için ayrılmışyer veya toprak.
    asmolen * Pişmiştoprak, cüruf ve beton karışımından yapılan kiriş, putrel nervürler arasına konulan delikli tuğla.
    asonans * Yarım kafiye, her dizenin sonunda gelen, aynıaksanıveren ünlünün ondan sonra veya önce gelen ünsüzü
    hiç dikkate almadan tekrarlama şeklinde uyak.
    asorti * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan.
    asortik * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan.
    asosyal * Sosyal olmayan.
    asparagas * Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmişgibi gösteren haber.
    aspidistra * Zambakgillerden, genellikle saksıda yetiştirilen, yapraklarıdoğrudan doğruya topraktan çıkan bir süs bitkisi.
    aspiratör * Havadaki duman, toz vb. yabancımaddeleri emerek dışarıatan cihaz, emmeç.
    aspirin * Ağrıkesici ve ateşdüşürücü olarak kullanılan beyaz renkli, ekşimtırak ilâç.
    aspur * Yalancısafran.
    asrısaadet * Hz. Muhammed’in yaşadığızaman.
    asrî * Modern, çağcıl.
    asrîleşme * Çağcıllaşma, çağdaşlaşma.
    asrîleşmek * Çağcıllaşmak, çağdaşlaşmak.
    asrîlik * Çağcıllık.
    assai * Birlikte kullanıldığıterimin anlamına aşırılık kazandırır: Adagio assai çok yavaş, çok ağır.
    assolist * Bir müzik programında daha çok en son olarak sahneye çıkan, alanında tanınmışve çok ünlü olan sanatçı.
    ast * Alt.
    * Birinin buyruğu altında olan görevli, madun.
    * (birine göre) Rütbe veya kıdemce küçük olan asker.
    astar * Giyecek, perde, çanta, ayakkabı gibi şeylerde, kumaşın veya derinin iç tarafına geçirilen ince kat.
    * Sıva veya boyadan önce vurulan kat.
    * Gemicilikte bir şeyi sağlamlaştırmak için kullanılan bez, halat, ağaç vb.
    astar boyası * Boyacılıkta asıl boyadan önce sürülen, kiri kapatmak ve sürülecek boyanın dayanıklılığınıartırmak için
    kullanılan boya.
    * Üzerine resim yapılacak bezin veya duvarın yağlı boyayıemmesi için, resim yapılmadan önce sürülen boya.
    astar kaplama * Kontratablalarda kör ağacın biçim değiştirmesini önlemek amacıyla iki yüzüne yapıştırılan kaplama katı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 91

    askercilik * Askerci olma durumu.
    * Bir tür çocuk oyunu.
    askere alınmak * askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek.
    askere çağrılmak * askerlik ödevini yapmak için şubece istenmek.
    askere gitmek * askerlik ödevini yapmak için orduya katılmak.
    askerî * Askerlikle ilgili, askere özgü.
    askerî ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla askerî alanda yaptırım uygulama.
    askerî ataşe * Bir ulusun yabancıülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman.
    askerî inzibat * Askerî birlikler arasında düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sınıf ve bu sınıftan olan asker.
    askerî kaput * Askerlerin giydiği kalın kumaştan üstlük.
    askerî rüştiye * Askerî ortaokul.
    askerîleşme * Askerîleşmek işi.
    askerîleşmek * Bir yer askerlikle ilişkili duruma gelmek, askerlik niteliği kazanmak.
    askerîleştirme * Askerîleştirmek işi.
    askerîleştirmek * Asker yönetimine geçirmek; (bir şeye) askerlik niteliği kazandırmak.
    askeriye * Askerlik.
    askerlik * Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti.
    askerlik dairesi * Yurttaşlarıaskere alma işleriyle görevli olan askerlik şubelerinin bağlı bulundukları bölge dairesi.
    askerlik etmek * askerlik yapmak.
    askerlik hizmeti * Orduda belirli bir sürede yapılan yurt ödevi.
    askerlik yapmak * kanunlara göre yurttaşların yükümlü oldukları ordu ödevinde bulunmak.
    askerlik yoklaması * Askerlik şubelerine kayıtlıkimselerin belirli zamanlarda yapılan durum yoklaması.
    askı * Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne.
    * Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ.
    * Artırma, eksiltme gibi resmî işilânlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılıdurması.
    * Hastahanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç.
    * Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener.
    * Saklanmak için tavana asılmışdizi veya hevenk.
    * Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi
    tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş.
    * Gelinin oturacağıyerin üstüne asılan süsler.
    * Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat.
    * Düğünlerde geline yakınlarıtarafından takılan hediye.
    * İpek böceğinin kozasınısarması için yanına konulan çalıçırpı.
    * Saz şairleri arasında yapılan deyişyarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca gibi
    ödül.
    askıda bırakmak * sonuca vardırmamak.
    askıda kalmak * (bir iş) bir engel dolayısıyla sonuca varamamak.
    askılı * Askısı olan.
    askılık * Avcıların sırtlarına taktıklarıaskıtakımı.
    * Asılıp saklanacak sebze, meyve.
    * Vestiyer.
    askıntı * Başkalarının sırtından geçinen.
    * Karşıcinsi rahatsız eden kimse.
    askıya almak * altı boşalıp desteği kalmayan yapıyıdikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak.
    * oturmuşveya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak.
    * bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.
    askıya çıkarmak (veya çıkarılmak) * evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek.
    askıya çıkmak * ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak.
    asklı * Sporlarıask denen torbalar içinde oluşan (mantar).
    askospor * Asklımantarların sporuna verilen ad.
    asla * Hiçbir zaman, hiçbir biçimde.
    Aslan * Zodyak üzerinde, Yengeç ile Başak burçlarıarasında yer alan burcun adı, Zodyak.
    aslan * Kedigillerden, erkekleri yeleli, yırtıcı, Afrika’da yaşayan, uzunluğu 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
    çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
    * Gürbüz ve yiğit adam.
    aslan ağzı * Havuz kenarlarına konulan ve ağzından su akan aslan biçiminde süs taşı.
    aslan gibi * boylu boslu, güçlü ve yakışıklı.
    * sağlığıyerinde.
    aslan kesilmek * aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek.
    aslan payı * Hak edilenden daha çok alınan pay.
    aslan sütü * Rakı.
    aslan yatağından belli olur * bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kişiliğini belli eder, uygun bir durumda olması gerekir.
    aslan yürekli * Çok yiğit, hiçbir şeyden korkmayan.
    aslanağzı * Sıraca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki.
    aslanca * Aslana yakışır yolda, aslan gibi, yiğitçe.
    aslangiller * Kedi cinsinden olan bütün et oburları içine alan hayvan familyası.
    aslanım! * gençler, delikanlılar için kullanılan bir seslenme sözü.
    aslanın ağzında * elde edilmesi çok güç.
    aslankulağı * Bir sap üzerinde dizili sarıveya kırmızıçiçekli otsu bir bitki.
    aslankuyruğu * Ballı babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanılan bir bitki, yer pırasası(Leonurus).
    aslanlık * Yiğitlik, cesaretlilik.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 84

    arkalanma * Arkalanmak işi.
    arkalanmak * Kendisine yardım edilmek, destek olunmak.
    arkalı * Koruyanı, koruyucusu, dayanağı olan.
    arkalıç * Arkalık.
    arkalık * Ev içinde giyilen kolsuz, kalınca bir tür kısa hırka.
    * Sırt dayamaya yarar yer.
    * Sırtında yük taşıyan hamalların, yük taşırken kullandıklarıarka yastığı, semer, arkalık.
    arkalıklı * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olan.
    arkalıksız * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olmayan.
    arkası(veya sırtı) yere gelmemek * sarsılmamak, yerinden düşürülememek, güçlü olmak.
    arkasıalınmak * sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak.
    arkası gelmek * devamlı olmak, sürekli olmak.
    arkasıkesilmek * tükenmek, son bulmak.
    arkası olmamak * kayıracak kimsesi olmamak.
    arkasıpek * Güçlü birine veya sağlam bir şeye güvenen.
    arkasısıra * arkasından.
    arkasısıra * Ardından, peşinden.
    arkasıyufka * Sevilen bir yemeğin arkasından başka bir yemeğin bulunmadığınıanlatmak için söylenir.
    * Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemişolma durumu.
    arkasına almak * sırtına yüklemek, taşımak.
    * desteğini sağlamak.
    arkasına bakmadan gitmek * arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrılmak.
    arkasına düşmek (veya takılmak) * bir işi sona erdirmek için sıkıçalışmak.
    * (birini) gözden ayırmayarak arkasından gitmek.
    arkasında (veya sırtında) yumurta küfesi yok ya! * eski düşüncesini değiştirmekte, sözünden caymakta sakınca görmeyenler için kullanılır.
    arkasında dolaşmak (veya gezmek) * bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığıyerlere giderek görüşme fırsatıaramak.
    arkasından * birinin orada hazır bulunmamasıdurumunda.
    arkasından koşmak * işyaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatıaramak.
    * birine çok ilgi duymak.
    arkasından sürüklemek * arkasından gelmesini sağlamak.
    arkasını(bir şeye) vermek * dönmek.
    arkasını(birine) vermek * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını(veya peşini) bırakmak * vazgeçmek.
    arkasınıalmak * bir işi tamamlamak.
    arkasınıdayamak * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını getirememek * başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek.
    arkasınısıvamak * okşamak, övmek, iltifat etmek.
    arkasız * Arkalığı olmayan.
    * Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağı olmayan.
    arkaüstü * Arkasıyere gelecek biçimde.
    arkaya bırakmak (veya koymak) * sonraya, başka zamana veya işin sonuna bırakmak; ertelemek.
    arkaya kalmak * geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.
    arke * İlk ana madde.
    arkebüz * XV. yüzyılda Fransa’da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silâh.
    arkeen * Kambriyumlardan önce oluşan en eski yer katı.
    arkegon * Eğrelti otlarında, bazısu yosunlarında, bütün kara yosunlarında ve bazıaçık tohumlularda görülen dişilik
    organı.
    arkeolog * Kazı bilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini.
    arkeoloji * Tarih öncesi ve eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen bilim, kazı bilimi.
    arkeolojik * Arkeoloji ile ilgili.
    arkeopteriks * Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili.
    arkıt * Köy evlerinde kapıların arkasına konulan kalın kuşak.
    arkoz * Birleşiminde feldspat bulunan, kum taşıtüründen bir tortul kayaç.
    arktik * Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakınında olan.
    arlanma * Arlanmak işi.
    arlanmak * (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanılır) Utanmak.
    arlanmaz * Utanmaz, sıkılmaz.
    arlı * Namuslu, utangaç, sıkılgan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 85

    arlıarından, huysuz huyundan vazgeçmez * herkes kendi karakterine göre davranışta bulunur.
    arma * Bir devletin, bir hanedanın veya bir şehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya şekil, ongun.
    * Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı.
    arma donatmak * armayıyerli yerine koymak.
    arma soymak * hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek.
    arma uçurmak (veya arma budatmak) * armayırüzgâra kaptırmak.
    armada * Donanma.
    armador * Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanımını düzenleyen usta.
    armadura * Gemide direklere takılıhalatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha.
    armağan * Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen şey, hediye.
    * Ödül.
    * Bir bilim adamının emek verdiği dalda onu anmak için hazırlanan bilimsel eser.
    * Bağış, ihsan.
    armağan etmek * birine bir şeyi armağan olarak vermek, hediye etmek.
    armalı * Arması bulunan.
    armatör * Ticaret gemisi sahibi.
    armatörlük * Armatör olma durumu.
    * Gemi işletme işi, gemi işletmeciliği.
    armatür * Bir aletin ana bölümünü oluşturan kısım.
    * Bir mıknatısın iki kutbu arasında, kuvvet akımınıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arasına
    yerleştirilen demir parçası.
    * Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
    armoni * Türlü sesler arasında sağlanan uyum.
    armoni orkestrası * Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra.
    armonik * Armoni ile ilgili olan.
    * Armonika.
    armonika * Yan yana sıralanmışdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çıkaran küçük ağız çalgısı, mızıka.
    * Akordeon.
    armoniler * Frekansı, ana sesin frekansından tam katı olan sesler.
    armonize * Tamamlayıcısesler eklenmiş(müzik parçası).
    armonyum * Taşınabilir küçük org.
    armudî * Armut biçiminde olan.
    armudiye * Armut biçiminde nazarlık olarak takılan altın.
    armudun iyisini (dağda) ayılar yer * Bkz. Ahlatın iyisini (dağda) ayılar yer.
    armut * Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetişen, bir ağaç (Pirus communis).
    * Bu ağacın rengi sarıdan yeşile kadar değişebilen tatlı, sulu, yumuşak, ufak çekirdekli meyvesi.
    * Fazla bön.
    armut gibi * çok anlayışsız, bön.
    armut kabağı * Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı.
    armut kurusu * Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut.
    armut pişağzıma düş! * bir işe hiç emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatır.
    armut top * Boksörün çalışmalarında kullandığı içi havalı, dışıderi, armut biçiminde top.
    armutun sapıvar, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek * her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek.
    armuz * Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtalarının yan yana gelmeleri sonucu aralarında oluşturduklarıçizgi.
    Arnavut * Arnavutluk ve çevresinde yaşayan bir halk.
    * Bu halka özgü olan (şey).
    Arnavut bacası * Çatıpenceresi.
    Arnavut biberi * Acıkırmızı biber.
    Arnavut ciğeri * Ciğer tavası.
    Arnavut kaldırımı * Yollarda irili ufaklıtaşlarla gelişigüzel yapılan kaldırım.
    Arnavutça * Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutların kullandığıdil.
    Arnavutlaşma * Arnavutlaşmak.
    Arnavutlaşmak * Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek.
    Arnavutlaştırma * Arnavutlaştırmak durumu.
    Arnavutlaştırmak * Arnavut kimliğini kazandırmak.
    Arnavutluk * Arnavut olma durumu.
    * Arnavut halkının bütünü.
    arnika * Öküz gözü, sığır gözü, mastıçiçeği.
    aroma * Bitki özlerinden veya yağlarından elde edilen hoşkoku.
    aromatik * Hoşkokulu, aromalı.
    arozöz * Kamyon, araba gibi bir taşıt aracına, doldurma ve boşaltma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
    oluşturulan, sulamaya yarar araç.
    arp * Bkz. harp (II).
    arpa * Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapımında kullanılan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
    çok yetiştirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
    * Bu bitkinin taneleri.
    arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) * pek az ilerlemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 86

    arpa ektim, darıçıktı * ters sonuç veren işler için söylenir.
    arpa güvesi * Tahıllara dadanan bir güve türü.
    arpa suyu * Bira.
    arpa şehriye * Arpa biçiminde dökülmüşşehriye.
    arpacı * Arpa alan ve satan kimse.
    arpacıkumrusu gibi düşünmek * ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek.
    arpacık * Göz kapağının kenarında çıkan küçük çı ban, it dirseği.
    * Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte
    göz ile hedef arasında aynıçizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
    * Arpa biçiminde şehriye.
    arpacık soğanı * Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan.
    arpacılık * Arpa yetiştirme veya alıp satma işi.
    arpağan * Yabanî arpa.
    arpalama * Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık.
    * Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.
    arpalık * Arpa ekilen yer, arpa tarlası.
    * Arpa konulan yer.
    * Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan.
    * Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
    * Başmaklık.
    * Karşılıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.
    arpalık etmek * arpalık yapmak.
    arpalık yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak.
    arpasıçok gelmek * coşmak, azmak, kudurmak.
    arpçı * Arp çalan kimse.
    arpej * Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması.
    arsa * Üzerine yapıyapılmak için ayrılmışyer.
    arsenik * Atom numarası33, atom ağırlığı74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncıaltında 4500 C de
    süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zırnık. Kısaltması
    As.
    arsıulusal * Uluslar arası.
    arsız * Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse).
    * Aç gözlü davranan (kimse).
    * Kolayca üreyebilen (bitki).
    arsız arsız * Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak.
    arsızca * Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde.
    arsızlanma * Arsızlanmak işi.
    arsızlanmak * Arsızlık etmek.
    arsızlaşma * Arsızlaşmak işi.
    arsızlaşmak * Arsız duruma gelmek.
    arsızlık * Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık.
    arsızlık etmek * utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak.
    arslan * Aslan.
    arslanın adıçıkmış, çakallar başkeser * haksızlığıveya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adıön plâna çıkan kişiler anlamında kullanılır.
    arslanlı * Osmanlıdevletinde kullanılan arslan baskılı gümüşsikke.
    arş * İslâm dinî inanışına göre göğün en yüksek katı.
    arş * Askerlikte “yürü” komutu.
    arşe * Keman yayı.
    * Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımıalmaya yarayan, yukarıya
    doğru uzanmışdemir yay.
    arşetip * İlk örnek.
    arşıâlâ * Dokuzuncu kat gök.
    arşın * Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü.
    arşınlama * Arşınlamak işi.
    arşınlamak * Arşınla ölçmek.
    * Amaçsız, genişadımlarla dolaşmak.
    arşınlık * Arşın ölçüsünde, arşın kadar.
    arşidük * Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan.
    arşidüşes * Arşidükün karısıveya kızı.
    * Avusturya hanedanında prenses.
    arşiv * Belgelik.
    arşivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı.
    arşivcilik * Arşivcinin yaptığı işveya görevi.
    arşivleme * Arşivlemek işi.
    arşivlemek * Arşive kaldırmak, arşivde saklamak.
    art * Arka, geri.
    * Bir şeyin öbür yüzü.
    art arda * Birbirinin arkasından.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 87

    art avurt * Avurdun arka bölümü.
    art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses.
    art bölge * Deniz kıyısında bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland.
    art damak * Damağın arka bölümü.
    art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanın dil sırtıyardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de
    sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.
    art düşünce * Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce.
    art elden * birini oyalayıp, ondan gizli olarak.
    art eteğinde namaz kıl * çok temiz huylu kimseler için söylenir.
    art niyet * Art düşünce.
    art oda * Gözde iris ile billûr cismin arasındaki boşluk.
    art teker * İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker.
    art zamanlı * Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik.
    art zamanlıdil bilimi * Dil olaylarınıdeğişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi.
    art zamanlılık * Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni.
    artağan * Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli.
    * Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.
    artağanlık * Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket.
    artakalma * Artakalmak işi veya durumu.
    artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak.
    artçı * Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan
    kıta, dümdar.
    * Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırınısürdüren (sanatçı, hareket).
    artçılık * Artçının görevi.
    arter * Atardamar.
    * Trafiği yoğun olan ana yol.
    arterit * Atardamar bozukluğu.
    artezyen * Toprağı burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkıran kuyu.
    artezyen kuyusu * Artezyen.
    artı * Toplama işleminde + işaretinin adı, zait.
    * Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.
    artısayı * Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı.
    artıuç * Elektrikli çözümlemede, sıvıya batırılıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artıyüklü olanı, anot.
    artık * İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan.
    * Kalan veya artan bölüm.
    * Bir şey harcandıktan sonra onun artan bölümü.
    * Daha çok, daha fazla.
    * Bundan böyle, sonra, daha, yeter.
    artık değer * İşçinin, işgücünün karşılığı olarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığınıödemeksizin
    sahip olduğu ek değer.
    artık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek.
    artık gün * Artık yıllarda şubat ayına eklenen, dört yılda bir gelen 29. gün.
    artık yıl * Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebire.
    artıklama * Artıklamak işi.
    artıklamak * Yemekte artık bırakmak.
    artım * Artma, artış, çoğalma.
    artımlı * Pişince şiştiği için miktarıartmışgibi görünen, artağan.
    artın * Katyon.
    artırılma * Artırılmak işi.
    artırılmak * Artırmak işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek.
    artırım * Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf.
    * Müzayedede artırma.
    artırma * Artırmak işi.
    * Alıcılar arasındaki yarışmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malın verilmesiyle biten yöntem,
    müzayede.
    artırmak * Artmasını sağlamak, çoğaltmak.
    * Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
    * Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek.
    * Herhangi bir davranışta ileri gitmek.
    artış * Artmak işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış.
    artist * Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr.
    * Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.
    artist gibi * boylu poslu, güzel ve alımlı(kimse).
    artistçe * Artiste benzer biçimde, artist gibi.
    artistik * Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı.
    artistlik * Artistin görevi.
    * Artist olma durumu.
    artma * Artmak işi.
    artmak * Büyük heybe.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 88

    artmak * Eskisinden daha çok çoğalmak.
    * Gereğince harcandıktan sonra bir miktar geri kalmak.
    * Değeri yükselmek, fazlalaşmak.
    artrit * Eklem romatizması.
    artroz * Genellikle şekil bozucu, iltihapsız, süreğen eklem hastalığı.
    arttırma * Arttırmak işi.
    arttırmak * Artırmak işi yapılmak.
    * Yükseltmek.
    aruz * Hecelerin uzunluk ve kısalık, kapalılık veya açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan Divan
    Edebiyatınazım ölçüsü.
    arya * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça.
    Aryanizm * IV. yüzyılda Arius adlı bir papazın kurduğu ve Hristiyan inanışının tersine olarak İsa’nın tanrılığını inkâr
    eden mezhep.
    arz * Sunma.
    * (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.
    arz * En, genişlik.
    arz * Yer, yeryüzü.
    arz dairesi * Bkz. enlem dairesi.
    arz derecesi * Bkz. enlem.
    arz etmek * sunmak.
    * saygı ile bildirmek.
    arz odası * Mevkii olan insanların, halkla görüştüğü oda.
    arz talep kanunu * Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi.
    arz ve talep * Üreticinin piyasaya mal çıkarmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları, sunu ve istem.
    arzanî * Enine olan.
    arziyat * Yer bilimi, jeoloji.
    arzu * İstek, dilek.
    * Heves.
    arzu duymak * birine veya bir şeye karşı istek duymak.
    arzu etmek * yürekten istemek.
    arzuhâl * Dilekçe, istida.
    arzuhâl gibi (veya kadar) * bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir.
    arzuhâlci * Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse.
    arzuhâlcilik * Arzuhâl yazma işi.
    arzulama * Arzulamak işi.
    arzulamak * İstek duymak, özlemek, istemek.
    arzulu * İstekli, hevesli.
    arzusu kalmak * isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak.
    As * Arsenik’in kısaltması.
    as * Kakım.
    as * İskambil kâğıtlarında birli.
    * Bir işte başta gelen (kimse veya şey).
    as- * Ast sıfatının kısaltılmışı; eklendiği kelimenin daha aşağıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar.
    as kat * Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri.
    as yön * Ara yön.
    asa * Bazıülkelerde, hükümdarların, mareşallerin, din adamlarının güç sembolü olarak, törenlerde taşıdıkları bir
    tür ağaç veya metalden değnek.
    * Eskiden ihtiyarların baston yerine kullandıklarıuzun sopa.
    asabî * Sinirli.
    * Sinirle ilgili, sinirsel.
    asabîleşme * Asabîleşmek işi.
    asabîleşmek * Kızmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek.
    asabîlik * Asabî olma durumu.
    asabiye * Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
    * Sinir hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
    asabiyeci * Sinir hastalıklarıuzmanı.
    asabiyet * Sinirlilik, asabî yapılı olma.
    asal * Başlıca, temel niteliğinde olan, esasî.
    asal gazlar * Atomlarının dışelektron halkalarıtamamıyla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
    neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.
    asal sayı(lar) * Bölenlerinin kümesi iki elemanlı olan elemanlardan biri 1, öbürü sayının kendisi olan doğal sayı(lar).
    asalak * Bir canlının içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, tufeyli,
    parazit.
    * Başkalarının sırtından geçinen (kimse), ekti.
    asalak bilimi * Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığıhastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek
    savaşıkonu alan bilim dalı, parazitoloji.
    asalaklaşma * Asalaklaşmak durumu.