ateşyağdırmak | * ateşli silâhlarla aralıksız mermi atmak. * çevresindekilere ağır sözler söylemek. |
ateş! | * ateşetmek için verilen komut. |
ateş baz | * Osmanlılarda şenlikler için donanma fişeklerini hazırlayan kimse. * Ateşle hüner gösteren oyuncu. |
ateşçi | * Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateşle işleyen yerlerde ocaklara kömür atıp ateşin sürekli yanmasınısağlayan kimse. |
ateşçilik | * Ateşçinin işi. |
ateşe atmak | * bile bile çok tehlikeli bir işe girişmek. |
ateşe dayanıklı | * aşırıısıdan zarar görmeyen. |
ateşe tutmak | * az ısıtmak. * üzerine ateşli silâhla mermi atmak. |
ateşe vermek | * ateşiçine sokmak. * bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak. * aşırıtelâşa ve sıkıntıya düşürmek. * bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntıve yıkıma uğratmak. |
ateşe vurmak | * bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak. |
ateşe vursa duman vermez | * pek cimri olanlar için söylenir. |
ateşi başına vurmak | * çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak. |
ateşi çıkmak (veya yükselmek) | * (hasta için) vücut ısısı olağandan çok artmak. |
ateşi düşmek | * (hasta için) ateşi geçmek veya azalmak. |
ateşi uyandırmak | * sönmek üzere olan ateşi canlandırmak. |
ateşin | * Ateşli, coşkun. |
ateşine (veya nârına) yanmak | * bir kimse yüzünden zarara uğramak. |
ateşini almak | * yüksek vücut ısısınıdüşürmek. * derece ile ateşi ölçmek. * acıyı, yanmayıazaltmak. |
ateşkes | * Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşıdurdurması, bırakışma, mütareke. |
ateşle barut bir yerde durmaz | * biri kız, biri erkek iki gencin bir yerde yalnız başlarına kalmalarının sakıncalı olduğunu anlatmak için söylenir. |
ateşle oynamak | * pek tehlikeli bir işle uğraşmak. |
ateşleme | * Ateşlemek işi. |
ateşlemek | * Tutuşturmak, yakmak. * Top, tüfek gibi patlayıcımaddeleri patlatmak. * Kışkırtmak, heveslendirmek. |
ateşlendirme | * Ateşlendirmek işi. |
ateşlendirmek | * Coşturmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek. |
ateşlenme | * Ateşlenmek işi. |
ateşlenmek | * Ateşlemek işine konu olmak. * Vücut ısısıartmak. * Coşmak, kızışmak, şiddetlenmek. |
ateşler içinde | * (hasta) çok ateşli bir durumda. |
ateşletme | * Ateşletmek işi. |
ateşletmek | * Ateşlemek işini yaptırmak. |
ateşleyici | * Ateşleme niteliği olan. * Patlayıcımaddeleri ateşlemekte kullanılan cihaz. |
ateşli | * Ateşi olan. * Coşkun, coşturucu, coşkulu. * Cinsel istekleri güçlü olan. |
ateşli ateşli | * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli. |
ateşli silâh | * Patlayıcımadde aracı ile mermi atan top, tüfek gibi silâh. |
ateşlik | * Ateşyakılan veya konulan yer. |
ateşlilik | * Ateşli olma durumu. |
ateşperest | * Ateşe tapan. |
ateşten gömlek | * acı, üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılıdurum. |
atfen | * Mal ederek, yükleyerek. |
atfetme | * Atfetmek işi, isnat. |
atfetmek | * Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek. * Yöneltmek, çevirmek. |
atgiller | * Atları, eşekleri ve zebraları içine alan, tek parmaklımemeliler familyası. |
atıalan Üsküdar’ı geçti | * fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şey kalmadığınıanlatır. |
atıcı | * İyi nişan alan, attığınıvuran kimse. * Yalancı, asılsız şeyler uydurup söyleyen. |
atıcılık | * Atıcı olma durumu. * Bazıateşli silâhlar kullanarak yapılan spor. * Yalancılık, uydurmacılık. |
atıf | * Yöneltme, çevirme. * İlişkili bulma. |
atıfet | * İyilik, bağış, kayra, lütuf, ihsan, inayet. * Karşılık beklemeden gösterilen sevgi. |
atık | * Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayık. |
atık | * Atılmış, atılan. |
atık kâğıt | * Kâğıt, işleme sürecinden veya kullanımdan sonra arta kalan ve kâğıt veya karton üretiminde ve kâğıt hamuru yapımında tekrar kullanılan kâğıt veya karton parçaları. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 99
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 100
atık su * Evlerde, işyerlerinde kullanımdan dolayıkirlenen ve bina dışına sevkedilen pis su. atıl * Tembel.
* İşsiz, aylak.
* Etkisiz, işe yaramaz.
* Bkz. süreduran.atılgan * Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan.
* Girişken.atılganlık * Atılgan olma durumu. atılım * İleri atılma, atılma işi.
* Hızla ilerleme, hamle, savlet.
* Herhangi bir konuda ilerleme çabası, hamle.
* Sayıkazanmak amacıyla yapılan atılış, hücum.atılımcı * Durumunu geliştirme gücü gösteren, atılım yapan, hamleci. atılış * Atılmak işi veya biçimi, atılma. atılma * Atılmak işi. atılmak * Atmak işine konu olmak.
* Saldırmak, hücum etmek.
* Bir şeye doğru birden gitmek, birden bir davranışta bulunmak.
* Bir işe girişmek, başlamak.
* Patlamak.atım * Atmak işi.
* Atılan bir şeyin gidebildiği uzaklık.atımcı * Pamuğu, yünü yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme işini yapan kimse, hallaç. atımcılık * Atımcının işi, hallaçlık. atımlık * Silâhıdoldurmaya yetecek veya en az bir atım yapabilecek barut miktarı.
* Konuşacak, yazacak söz veya bilgi.atın ölümü arpadan olsun * çok sevilen bir şey yapılırken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanılacağınıanlatır. atınısağlam kazığa bağlamak * eşeğini sağlam kazığa bağlamak. atıp (veya atmak) tutmak * bir kimse veya bir şey için kötü konuşmak.
* abartmalıkonuşmak.atış * Atmak işi veya biçimi.
* Bir silâhın mermisini amaca ulaştırmak için gereken işve bilgi.
* (kalp, nabız için) Vuruş, çarpış.atışyeri * Silâh atma alıştırmalarıyapılan yer, poligon. atışma * Atışmak işi.
* Saz şairlerinin deyişle tartışmaları.atışmak * Ağız kavgasıetmek.
* Kendisine dargın olan bir kimseye barışıkmışgibi söz söylemek.
* Saz şairleri, belli bir ayak üzerine birbirlerini küçük düşürmek amacıyla karşılıklıdeyişsöylemek.atıştırma * Atıştırmak işi. atıştırma yeri * Ayaküstü yemek yenilen yer. atıştırmak * Acele olarak yemek veya içmek.
* (yağmur veya kar) Serpiştirmek.atıştırmalık * Atıştırmaya yarayan. ati * Gelecek. atik * Çabuk davranan, çevik. atik * Eski, eski zamanla ilgili. atik tetik * Çabuk hareket edebilen, çevik. atiklik * Çabukluk, çeviklik. atkı * Soğuğa karşı omuzlara, başa, sırta veya boyna alınan örtü.
* Bazıkadın ayakkabılarında ve çocuk patiklerinde ayağın üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça.
* Büyük yaba.
* Kapıve pencerelerin yapımında üst tarafa konan ağaç, taşveya beton destek, üst eşik.
* Dokuma tezgâhlarında mekikle enine atılan iplik, argaç.atkı iplik * Dokumacılıkta mekikle enine atılan iplik kumaşın en ipliği. atkılama * Atkılamak işi. atkılamak * Dokuma tezgâhlarında mekikle atkıatmak, argaçlamak. atkılı * Atkısı olan. atkuyruğu * Atkuyruğugillerden, kök sapıömürlü olan, daha çok nemli yerlerde yetişen ve ilâç olarak kullanılan bir
bitki (Equisetum arvense).
* Genç kızların saçlarını başlarının arkasına toplayarak uç bölümünü kaldırıp serbest bıraktıklarısaç biçimi.atkuyruğugiller * Eğrelti otugillerden, örneği atkuyruğu olan bir bitki familyası. atla arpayıdövüştürmek (veya dalaştırmak) * fesat karıştırmak, ara bozanlık etmek. atladı geçti Genç Osman! * bir işin bittiğini veya tehlikenin atlatıldığınıanlatır. atlama * Atlamak işi.
* Belirli bir yerden gerilip hız alarak yapılan sıçrama ile vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma
veya belli bir yükseklikten aşırma.
* Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseği aşmak amacıyla yarışılan atletizm dalı.atlama beygiri * Yüksekliği 1.70’e ayarlanabilen ve atlamalar için kullanılan beden eğitimi aracı. atlama tahtası * Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanılan yer veya kimse. atlama taşı * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlangıç. atlama taşıyapmak * daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak. atlamak * Bir engeli sıçrayarak veya fırlayarak aşmak.
* Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bırakmak.
* Binmek.
* (basında) Haberi zamanında verememek veya diğer gazetelerden öğrenmek.
* Okuma, yazıyazma, sayısayma gibi işlerde bazı bölümleri bırakıp geçmek.
* Sınıfı okumadan geçmek.
* Yanılmak, aldanmak.
* Çıkmak, inmek.atlambaç * Çocukların atlama oyunu. atlandırma * Atlandırmak işi. atlandırmak * Ata bindirmek veya binecek at vermek. atlangıç * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlama taşı. atlanılma * Atlanılmak işi. atlanılmak * Atlanmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 101
atlanma * Atlanmak işi. atlanmak * Ata binmek veya at edinmek. atlanmak * Atlamak işi yapılmak. atlar anası * İri yarı, erkeksi kadın. atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz * küçükler büyüklerin yanında hadlerini bilmelidir. atlar tepişir, arada eşekler ezilir * büyüklerin çatışmasından küçükler zarar görür. atlas * Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş. atlas * Dünyanın, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğrafyası ile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi
vermek için bir araya getirilmiş coğrafya haritalarıderlemesi.
* Bir konuyu açıklamak için hazırlanmışresim veya levhalardan oluşmuşkitap.atlas çiçeği * Uzun ve sarkık yapraklı, parlak kırmızıçiçekler açan kaktüs. atlas çiçeğigiller * Kaktüsgiller. atlas kemiği * Boyun omurlarının üstten birincisi. atlatılma * Atlatılmak işi. atlatılmak * Atlatmak işi yapılmak veya bu işe konu olmak. atlatma * Atlatmak işi. atlatmak * Atlamak işini yaptırmak.
* Kötü bir durumu geçiştirmek.
* Savmak.
* Savsaklamak.
* Aldatmak.
* (basında) Başka ilgililerden önce bir haberin yayımlanmasını sağlamak.atlaya zıplaya * atlayarak.
* istekle, isteyerek.atlet * Atletizmle uğraşan kimse. atlet fanilâsı * Kolsuz erkek fanilâsı. atletik * Atletleri ilgilendiren.
* Vücudu gelişmiş, biçimli, atlet gibi.atletizm * Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliştirmeye yarayan koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek
başına yapılan vücut çalışmaları.atlı * Atı olan.
* Ata binmişkimse, süvari.
* Binek atıkullanan asker veya asker sınıfı.atlıkarınca * İri bir karınca türü (Ponera grandis). atlıkovalarcasına * gereksiz yere acele ederek. atlıspor * At üzerinde yapılan bütün sporların genel adı. atlıkarınca * Yere dikilmiş bir eksen çerçevesinde döndürülen askılara takılı oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluşan bir
eğlence aracı.atma * Atmak işi. atma Recep, din kardeşiyiz * söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkındayız. atmaca * Kartalgillerden, ava alıştırılabilen küçük bir yırtıcıkuş(Accipiter nisus).
* Sapan.atmak * Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak.
* Bir şeyi yere doğru bırakmak.
* (bir kimseyi) Uzaklaştırmak, göndermek, ilgisini kesmek.
* Koymak.
* Yerleştirmek, bir kenara koymak.
* Uzatmak.
* Bir yerden başka bir yere taşımak.
* (sille, tokat, kılıç) Vurmak.
* (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak.
* (kurşun, gülle, ok gibi şeyleri) Hedefe iletmek.
* (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bırakmak.
* Örtmek.
* (yapılmışkötü bir işi birine) Yüklemek.
* Sözle sataşmak.
* Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak.
* İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak.
* Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek.
* Çıkarmak, dışarıya vermek.
* Patlayıcımaddelerle havaya uçurup yıkmak.
* Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak.
* İçki içmek.
* Bilmeden, kestirerek söylemek.
* Yalan veya abartmalısöz söylemek.
* Çatlamak, yırtılmak veya yapışık olduğu yerden ayrılmak.
* (kalp, nabız gibi kan dolaşımı ile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak.
* (sıkıntıdolayısıyla) Giyilen bir şeyi çıkarmak.
* Yazılıveya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak.
* Değerini eksiltmek.
* (renk için) Solmak.
* Söylemek.
* Göndermek, yollamak.
* Haykırmak, bağırmak.
* Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak.
* Götürmek, sahiplenmek.atmasyon * Uydurma, palavra. atmasyoncu * Uydurmacı, palavracı(kimse). atmasyonculuk * Atmasyoncu olma durumu. atmık * Erkeklerin cinsel organından salgılanan madde, er suyu, bel, meni, sperma. atmosfer * Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası, gaz yuvarı.
* Hava yuvarı.
* İçinde yaşanılan ve etkisinde kalınan ortam, hava.
* Basınç birimi olarak kullanılan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğunda ve tabanıl cm 2 olan cıva
sütununun ağırlığı(l kg 33 gr).atmosfer basıncı * Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç. atmosferik * Atmosferle ilgili, cevvî. atol * Mercanların bir araya toplanması ile oluşmuş, halka biçiminde adacık, mercan ada. atom * Birkaç türü birleşince çeşitli kimyasal birleşikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluşturan
parçacık.
* (eski Yunan filozoflarına göre) Gerçeğin son, artık bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.atom ağırlığı * Herhangi bir atomun 16 sayısı ile gösterilen oksijen atomuna göre ağırlığı. atom bombası * Atom çekirdeklerinin parçalanmasısonucu enerji oluşmasıtemeline dayanan bomba. atom çağı * Atom enerjisinin insanlığın hizmetine girdiği çağ. atom çekirdeği * Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaşan, proton ve nötronlardan oluşan pozitif
elektron yüklü merkez bölümü.atom enerjisi * Atom çekirdeklerinin parçalanmasından veya hafif atomların kaynaşmasından oluşan büyük enerji. atom numarası * Bir atom çekirdeğinin içinde bulunan protonların sayısı. atom reaktörü * Nükleer parçalanma sonucu oluşan enerjiyi kontrol etmekte kullanılan düzen. atom santrali * Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika. atom sayısı * Bir atom çekirdeğinin içerisinde bulunan protonların sayısı. atomal * Atomlarla ilgili olan. atomcu * Atomculuk yanlısı(kimse).
* Atomla ilgili.atomculuk * Evrenin, bölünmez parçaların kümelenmesinden oluştuğunu ileri süren öğreti. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 102
atomik * Atomla ilgili olan. atonal * Yeni bir bestecilik çığırına göre, ton ve makam temeline bağlıkalmadan oluşturulan (beste). atölye * Zanaatçıların veya resim, heykel sanatlarıyla uğraşanların çalıştığıyer, işlik. atölye resmi * Bir işin ayrıntılarını gösteren ve atölyede yapım sırasında kullanılan 1/1 ölçüdeki teknik resim. atraksiyon * Gazino gibi yerlerde yapılan, müşterileri oyalayıcı, eğlendirici, ilgi çekici gösteri. atropin * Güzelavrat otundan çıkarılıp hekimlikte kullanılan zehirli bir ilâç. atsan atılmaz, satsan satılmaz * işe yaramadığıveya sıkıntıverdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için söylenir. attan inip eşeğe binmek * bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve alınmak. attar * Bkz. aktar. attığıtırnak kadar olamamak * bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanılır. attırma * Attırmak işi. attırmak * Atmak işini yaptırmak. Au * Altın’ın kısaltması. aut * Top oyunlarında topun karşıtakım oyuncularının vuruşuyla oyun alanının veya kale çizgisinin arkasına
geçmesi.av * Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanlarıvurma veya yakalama işi.
* Bir hayvanın bir başka hayvanıyemek için yakalaması.
* Bu yollarla yakalanan hayvan.
* Tuzağa düşürülen, kendisinden yararlanılan kimse.-av / -ev * Fiilden isim türeten ek: sına-v, gör-ev, öd-ev, işle-v, türe-v vb. av avlanmış, tav tavlanmış * olan olmuş, işişten geçmiş, artık yapacak bir şey yok. av dönemi * Av hayvanlarının avlanmasıveya bu amaçla kullanılan av araçlarının kullanılmasının serbest olduğu yılın
belirli bölümü.av köpeği * Tazı, kopoy, zağar gibi ava yardımcılık etmeye alıştırılmışköpek. av kuşu * Avlanılan kuş. av mevsimi * Av dönemi. av yasağı * Yılın av dönemi dışında kalan zamanda konulan yasak. ava çıkmak * avlanmak için gitmek. avadancı * Eski Osmanlısarayında bir sınıf hademe. avadanlık * Bir işi yapmak, bir aracı onarmak için kullanılan alet takımı. aval * Ticarî senetlerde, ödemeden sorumlu olanların ödememesi hâlinde üçüncü bir kişinin alacaklılara senet
bedelini ödeyeceğine ilişkin verdiği güvence.aval * Saflığısersemlik derecesine varan (kimse). aval aval * Aptal bir biçimde, aptal aptal. avam * Halkın aşağıtabakası.
* Halk.avanak * Kolaylıkla kandırılabilen veya aldatılabilen, aptal, bön. avanakça * Avanak gibi, avanağa uygun düşen biçimde. avanaklık * Avanak olma durumu, avanakça davranış. avanaklık etmek * aptallık etmek, avanak gibi davranmak. avangart * Öncü. avans * Alacağına sayılmak üzere önceden yapılan ödeme, öndelik, peşinat. avans almak * öndelik almak. avans çekmek * öndelik çekmek. avans vermek * öndelik vermek. avanta * Bir kimsenin, emek vermeden sağladığıkazanç. avantacı * Çıkarcı, beleşçi, bedavacı. avantacılık * Çıkarcılık, beleşçilik, bedavacılık. avantadan * bedavadan, beleşten. avantaj * Üstünlük sağlayan şey, yarar, kâr. avantajlı * Yarar sağlayan, yararlı(durum veya şey). avantajsız * Yarar sağlamayan, yararsız. avantür * Serüven, macera. avantüriyer * Serüvene atılan, maceracı. Avar * Kuzeydoğu Kafkasya’da Dağıstan Federe Cumhuriyeti’nde yaşayan halk.
* III. – VI. yüzyıllar arasında Moğolistan’da VI. – IX. yüzyıllar arasında Orta Avrupa’da yaşamışhalk.avara * Bir geminin başka bir gemiden veya kıyıdan açılması.
* Kıyıya dayanılarak sandalın açılması için kürekçilere verilen komut.avara * İşe yaramaz, kötü.
* Üzerinde döndüğü ve kendisini taşıyan milden bağımsız olarak çalışan mekanizma. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 103
avara kasnak işlemek (veya dönmek) * hiçbir işe yaramadan boşuna. avaraya almak * o bölümün çalışmasınıdurdurmak. Avarca * Avarların kullandığıdil. avare * İşsiz, işsiz güçsüz, başı boş, başı boşluk, aylak. avare dolaşmak * işsiz, işsiz güçsüz, başı boş, aylak dolaşmak. avare etmek * bir kimseyi işinden alıkoymak. avare olmak * işsiz güçsüz dolaşmak. avareleşme * Avareleşmek durumu. avareleşmek * Aylaklık etmek. avarelik * İşsizlik, başı boşluk, aylaklık. avarız * Kazalar, belâlar.
* Engebeler, engeller, tümsekler, yüzey biçimleri.
* Osmanlılarda önceleri yalnız olağanüstü durumlarda, sonraları ise sürekli olarak halktan toplanan vergi.avarya * Bir deniz yolculuğunda geminin veya yükünün gördüğü zarar.
* Çeşitli sebeplerle dayanıklılığınıve esnekliğini kaybetmişyapağıve yün.avaz * Yüksek ses, nara. avaz avaz (bağırmak) * var gücüyle bağırmak. avazıçıktığıkadar * çok yüksek sesle. avcı * Avlanmayıseven veya avıkendine işedinen kimse.
* Avcılara özgü olan.
* Başka hayvanlarıyakalamakta usta olan (hayvan).
* Bir şeyi büyük bir istekle izleyen ve bulup ortaya çıkaran, tanıtan kimse.avcıeri * Piyade mangasında her ere verilen ad. avcıhattı * Savaşta düşmana doğru dağılarak ön safta ilerleyen asker topluluğu. avcı otu * Düğün çiçeğigillerden, kokusuz, parlak zehirli bir bitki (Adonis). avcıuçağı * Düşman uçaklarınıdüşürmek için kullanılan uçak. avcılık * Avcı olma durumu veya işi. avcılık etmek * avlanma ile uğraşmak. avcu kaşınmak * halk inanışına göre eline bir yerden para geçeceği anlaşılmak. avcuna saymak * peşin olarak ödemek. avcunu yalamak * umduğunu ele geçirememek. avcunun içi gibi bilmek * (bir yeri, bir şeyi) çok iyi ve ayrıntılı olarak bilmek. avcunun içinde tutmak * ona istediğini yaptıracak güçte olmak. avcunun içine almak * bir kimseyi baskıve etkisi altına almak. avdet * Dönüş, geri gelme. avdet etmek * dönmek, geri gelmek. avdetî * (genellikle Musevîler için) İslâm dinine dönmüşolan. avene * Yardakçılar. averaj * Ortalama.
* Sayıfarkı.avgın * Duvarda suyun geçmesi için bırakılan delik veya üstü kapalısu yolu. avisto * Ödenmesi gereken poliçelere yazılan ve “görüldüğünde” anlamına gelen bir terim. avize * Tavana asılan, şamdanlı, lâmbalı, billûr, cam veya metal süslü aydınlatma aracı. avize ağacı * Zambakgillerden, Amerika’dan dünyanın her yanına yayılmışolan, avize biçiminde sarkık, iri ve beyaz
çiçekli bir süs ağacı(Yucca glosiosa).avlak * Avıçok olan yer, av yeri. avlama * Avlamak işi.
* Voleybolda karşı oyuncuların boş bıraktığıve yetişemeyeceği yere topu yavaşça indirip sayıalma.avlamak * Bir avıdiri veya ölü olarak ele geçirmek.
* Tuzağa düşürmek, kurnazlıkla kandırmak.avlanma * Avlanmak işi. avlanmak * Avlamak işine konu olmak.
* Ava gitmek, ava çıkmak, av için dolaşmak.avlatma * Avlatmak işini yaptırma. avlatmak * Avlanmak işini yaptırmak. avlu * Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan üstü açık, duvarla çevrili alan. avokado * Amerikan armudu (Persea americana). avrat * Kadın.
* Karı, eş.avrat pazarı * Cariyelerin satıldığıpazar.
* Kadınların öteberi sattıklarıpazar yeri.avret * Ut yeri. Avrupa kayını * Avrupa’da yetişen bir kayın türü. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 92
aslanpençesi * Gülgillerden, sarı, beyaz çiçekli bir yabanî bitki (Alchemilla).
* Şirpençe.aslen * Kök veya soy bakımından. aslıastarı * iç yüzü, gerçek şekli. aslıastarı * Esası, doğruluğu, geçerliliği. aslıastarı(veya aslıaslı) olmamak * yalan, asılsız olmak. aslıçıkmak * gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak. aslıfaslıyok * yalan, uydurma. aslınesli * Soyu sopu. aslık * Kısır olan (kadın veya dişi hayvan). aslî * Temel olarak alınan, esas olan. aslî düşünce * Ana fikir. aslî maaş * Devlet dairelerinde çalışan memurlara verilen aylığın, yükselmeye temel olan her aşaması. aslî nüsha * Bir yazının çoğaltılmasına örneklik eden ilk nüsha. asliye * Temel, esas. asma * Asmak işi.
* Asılmış, asılı.asma * Asmagillerden, dallarıçardak üzerine yayılan bitkilere genel olarak verilen ad.
* Belirli bir tür üzüm veren bitki (Vitis).asma bahçe * Ayak ve kemerler üzerine kurulan teraslardan yapılmış bahçe. asma bıyığı * Asma dallarının çevresine tutunmasına yarayan yeşil uzantılar, sülük. asma biti * Eşkanatlılardan, asmalara zarar veren, sarımsırenkte bir böcek, filoksera (Phylloxera vestatrix). asma kabağı * Kabakgillerden sürüngen veya sarılgan, mevsimlik bir kabak türü (Lageneria vulgaris).
* Bu türün ince uzun, sebze olarak kullanılan ürünü.asma kat * Yapılarda genellikle tabanla birinci kat arasına yapılan, basık tavanlı, altı boşkat. asma kilit * Kilitlenecek şeyin üstündeki halkalara geçirilip kapatılacak biçimde yapılmışkilit. asma köprü * İki başındaki ayaklardan başka dayanağı olmayan, çoğunlukla uzun ve yüksek köprü. asma merdiven * Yukarıucundan bir yere asılarak kullanılan ip merdiven. asma yaprağı * Zeytinyağlıve etli dolma yapmakta kullanılan körpe asma yaprağı. asmagiller * İki çeneklilerden, belli başlıtürü asma olan bitki familyası. asmak * Bir şeyi aşağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak.
* Üzerine takınmak, kuşanmak.
* Bir kimseyi boğazından ip geçirip sarkıtarak öldürmek, idam etmek.
* Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek veya görevi olan bir işi özürsüz yapmamak.asmalı * Asması olan. asmalık * Asma için ayrılmışyer veya toprak. asmolen * Pişmiştoprak, cüruf ve beton karışımından yapılan kiriş, putrel nervürler arasına konulan delikli tuğla. asonans * Yarım kafiye, her dizenin sonunda gelen, aynıaksanıveren ünlünün ondan sonra veya önce gelen ünsüzü
hiç dikkate almadan tekrarlama şeklinde uyak.asorti * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan. asortik * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan. asosyal * Sosyal olmayan. asparagas * Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmişgibi gösteren haber. aspidistra * Zambakgillerden, genellikle saksıda yetiştirilen, yapraklarıdoğrudan doğruya topraktan çıkan bir süs bitkisi. aspiratör * Havadaki duman, toz vb. yabancımaddeleri emerek dışarıatan cihaz, emmeç. aspirin * Ağrıkesici ve ateşdüşürücü olarak kullanılan beyaz renkli, ekşimtırak ilâç. aspur * Yalancısafran. asrısaadet * Hz. Muhammed’in yaşadığızaman. asrî * Modern, çağcıl. asrîleşme * Çağcıllaşma, çağdaşlaşma. asrîleşmek * Çağcıllaşmak, çağdaşlaşmak. asrîlik * Çağcıllık. assai * Birlikte kullanıldığıterimin anlamına aşırılık kazandırır: Adagio assai çok yavaş, çok ağır. assolist * Bir müzik programında daha çok en son olarak sahneye çıkan, alanında tanınmışve çok ünlü olan sanatçı. ast * Alt.
* Birinin buyruğu altında olan görevli, madun.
* (birine göre) Rütbe veya kıdemce küçük olan asker.astar * Giyecek, perde, çanta, ayakkabı gibi şeylerde, kumaşın veya derinin iç tarafına geçirilen ince kat.
* Sıva veya boyadan önce vurulan kat.
* Gemicilikte bir şeyi sağlamlaştırmak için kullanılan bez, halat, ağaç vb.astar boyası * Boyacılıkta asıl boyadan önce sürülen, kiri kapatmak ve sürülecek boyanın dayanıklılığınıartırmak için
kullanılan boya.
* Üzerine resim yapılacak bezin veya duvarın yağlı boyayıemmesi için, resim yapılmadan önce sürülen boya.astar kaplama * Kontratablalarda kör ağacın biçim değiştirmesini önlemek amacıyla iki yüzüne yapıştırılan kaplama katı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 91
askercilik * Askerci olma durumu.
* Bir tür çocuk oyunu.askere alınmak * askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek. askere çağrılmak * askerlik ödevini yapmak için şubece istenmek. askere gitmek * askerlik ödevini yapmak için orduya katılmak. askerî * Askerlikle ilgili, askere özgü. askerî ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla askerî alanda yaptırım uygulama. askerî ataşe * Bir ulusun yabancıülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman. askerî inzibat * Askerî birlikler arasında düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sınıf ve bu sınıftan olan asker. askerî kaput * Askerlerin giydiği kalın kumaştan üstlük. askerî rüştiye * Askerî ortaokul. askerîleşme * Askerîleşmek işi. askerîleşmek * Bir yer askerlikle ilişkili duruma gelmek, askerlik niteliği kazanmak. askerîleştirme * Askerîleştirmek işi. askerîleştirmek * Asker yönetimine geçirmek; (bir şeye) askerlik niteliği kazandırmak. askeriye * Askerlik. askerlik * Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti. askerlik dairesi * Yurttaşlarıaskere alma işleriyle görevli olan askerlik şubelerinin bağlı bulundukları bölge dairesi. askerlik etmek * askerlik yapmak. askerlik hizmeti * Orduda belirli bir sürede yapılan yurt ödevi. askerlik yapmak * kanunlara göre yurttaşların yükümlü oldukları ordu ödevinde bulunmak. askerlik yoklaması * Askerlik şubelerine kayıtlıkimselerin belirli zamanlarda yapılan durum yoklaması. askı * Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne.
* Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ.
* Artırma, eksiltme gibi resmî işilânlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılıdurması.
* Hastahanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç.
* Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener.
* Saklanmak için tavana asılmışdizi veya hevenk.
* Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi
tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş.
* Gelinin oturacağıyerin üstüne asılan süsler.
* Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat.
* Düğünlerde geline yakınlarıtarafından takılan hediye.
* İpek böceğinin kozasınısarması için yanına konulan çalıçırpı.
* Saz şairleri arasında yapılan deyişyarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca gibi
ödül.askıda bırakmak * sonuca vardırmamak. askıda kalmak * (bir iş) bir engel dolayısıyla sonuca varamamak. askılı * Askısı olan. askılık * Avcıların sırtlarına taktıklarıaskıtakımı.
* Asılıp saklanacak sebze, meyve.
* Vestiyer.askıntı * Başkalarının sırtından geçinen.
* Karşıcinsi rahatsız eden kimse.askıya almak * altı boşalıp desteği kalmayan yapıyıdikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak.
* oturmuşveya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak.
* bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.askıya çıkarmak (veya çıkarılmak) * evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek. askıya çıkmak * ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak. asklı * Sporlarıask denen torbalar içinde oluşan (mantar). askospor * Asklımantarların sporuna verilen ad. asla * Hiçbir zaman, hiçbir biçimde. Aslan * Zodyak üzerinde, Yengeç ile Başak burçlarıarasında yer alan burcun adı, Zodyak. aslan * Kedigillerden, erkekleri yeleli, yırtıcı, Afrika’da yaşayan, uzunluğu 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
* Gürbüz ve yiğit adam.aslan ağzı * Havuz kenarlarına konulan ve ağzından su akan aslan biçiminde süs taşı. aslan gibi * boylu boslu, güçlü ve yakışıklı.
* sağlığıyerinde.aslan kesilmek * aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek. aslan payı * Hak edilenden daha çok alınan pay. aslan sütü * Rakı. aslan yatağından belli olur * bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kişiliğini belli eder, uygun bir durumda olması gerekir. aslan yürekli * Çok yiğit, hiçbir şeyden korkmayan. aslanağzı * Sıraca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki. aslanca * Aslana yakışır yolda, aslan gibi, yiğitçe. aslangiller * Kedi cinsinden olan bütün et oburları içine alan hayvan familyası. aslanım! * gençler, delikanlılar için kullanılan bir seslenme sözü. aslanın ağzında * elde edilmesi çok güç. aslankulağı * Bir sap üzerinde dizili sarıveya kırmızıçiçekli otsu bir bitki. aslankuyruğu * Ballı babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanılan bir bitki, yer pırasası(Leonurus). aslanlık * Yiğitlik, cesaretlilik. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 84
arkalanma * Arkalanmak işi. arkalanmak * Kendisine yardım edilmek, destek olunmak. arkalı * Koruyanı, koruyucusu, dayanağı olan. arkalıç * Arkalık. arkalık * Ev içinde giyilen kolsuz, kalınca bir tür kısa hırka.
* Sırt dayamaya yarar yer.
* Sırtında yük taşıyan hamalların, yük taşırken kullandıklarıarka yastığı, semer, arkalık.arkalıklı * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olan. arkalıksız * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olmayan. arkası(veya sırtı) yere gelmemek * sarsılmamak, yerinden düşürülememek, güçlü olmak. arkasıalınmak * sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak. arkası gelmek * devamlı olmak, sürekli olmak. arkasıkesilmek * tükenmek, son bulmak. arkası olmamak * kayıracak kimsesi olmamak. arkasıpek * Güçlü birine veya sağlam bir şeye güvenen. arkasısıra * arkasından. arkasısıra * Ardından, peşinden. arkasıyufka * Sevilen bir yemeğin arkasından başka bir yemeğin bulunmadığınıanlatmak için söylenir.
* Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemişolma durumu.arkasına almak * sırtına yüklemek, taşımak.
* desteğini sağlamak.arkasına bakmadan gitmek * arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrılmak. arkasına düşmek (veya takılmak) * bir işi sona erdirmek için sıkıçalışmak.
* (birini) gözden ayırmayarak arkasından gitmek.arkasında (veya sırtında) yumurta küfesi yok ya! * eski düşüncesini değiştirmekte, sözünden caymakta sakınca görmeyenler için kullanılır. arkasında dolaşmak (veya gezmek) * bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığıyerlere giderek görüşme fırsatıaramak. arkasından * birinin orada hazır bulunmamasıdurumunda. arkasından koşmak * işyaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatıaramak.
* birine çok ilgi duymak.arkasından sürüklemek * arkasından gelmesini sağlamak. arkasını(bir şeye) vermek * dönmek. arkasını(birine) vermek * birinin koruyuculuğuna güvenmek. arkasını(veya peşini) bırakmak * vazgeçmek. arkasınıalmak * bir işi tamamlamak. arkasınıdayamak * birinin koruyuculuğuna güvenmek. arkasını getirememek * başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek. arkasınısıvamak * okşamak, övmek, iltifat etmek. arkasız * Arkalığı olmayan.
* Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağı olmayan.arkaüstü * Arkasıyere gelecek biçimde. arkaya bırakmak (veya koymak) * sonraya, başka zamana veya işin sonuna bırakmak; ertelemek. arkaya kalmak * geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek. arke * İlk ana madde. arkebüz * XV. yüzyılda Fransa’da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silâh. arkeen * Kambriyumlardan önce oluşan en eski yer katı. arkegon * Eğrelti otlarında, bazısu yosunlarında, bütün kara yosunlarında ve bazıaçık tohumlularda görülen dişilik
organı.arkeolog * Kazı bilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini. arkeoloji * Tarih öncesi ve eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen bilim, kazı bilimi. arkeolojik * Arkeoloji ile ilgili. arkeopteriks * Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili. arkıt * Köy evlerinde kapıların arkasına konulan kalın kuşak. arkoz * Birleşiminde feldspat bulunan, kum taşıtüründen bir tortul kayaç. arktik * Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakınında olan. arlanma * Arlanmak işi. arlanmak * (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanılır) Utanmak. arlanmaz * Utanmaz, sıkılmaz. arlı * Namuslu, utangaç, sıkılgan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 85
arlıarından, huysuz huyundan vazgeçmez * herkes kendi karakterine göre davranışta bulunur. arma * Bir devletin, bir hanedanın veya bir şehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya şekil, ongun.
* Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı.arma donatmak * armayıyerli yerine koymak. arma soymak * hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek. arma uçurmak (veya arma budatmak) * armayırüzgâra kaptırmak. armada * Donanma. armador * Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanımını düzenleyen usta. armadura * Gemide direklere takılıhalatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha. armağan * Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen şey, hediye.
* Ödül.
* Bir bilim adamının emek verdiği dalda onu anmak için hazırlanan bilimsel eser.
* Bağış, ihsan.armağan etmek * birine bir şeyi armağan olarak vermek, hediye etmek. armalı * Arması bulunan. armatör * Ticaret gemisi sahibi. armatörlük * Armatör olma durumu.
* Gemi işletme işi, gemi işletmeciliği.armatür * Bir aletin ana bölümünü oluşturan kısım.
* Bir mıknatısın iki kutbu arasında, kuvvet akımınıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arasına
yerleştirilen demir parçası.
* Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.armoni * Türlü sesler arasında sağlanan uyum. armoni orkestrası * Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra. armonik * Armoni ile ilgili olan.
* Armonika.armonika * Yan yana sıralanmışdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çıkaran küçük ağız çalgısı, mızıka.
* Akordeon.armoniler * Frekansı, ana sesin frekansından tam katı olan sesler. armonize * Tamamlayıcısesler eklenmiş(müzik parçası). armonyum * Taşınabilir küçük org. armudî * Armut biçiminde olan. armudiye * Armut biçiminde nazarlık olarak takılan altın. armudun iyisini (dağda) ayılar yer * Bkz. Ahlatın iyisini (dağda) ayılar yer. armut * Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetişen, bir ağaç (Pirus communis).
* Bu ağacın rengi sarıdan yeşile kadar değişebilen tatlı, sulu, yumuşak, ufak çekirdekli meyvesi.
* Fazla bön.armut gibi * çok anlayışsız, bön. armut kabağı * Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı. armut kurusu * Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut. armut pişağzıma düş! * bir işe hiç emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatır. armut top * Boksörün çalışmalarında kullandığı içi havalı, dışıderi, armut biçiminde top. armutun sapıvar, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek * her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek. armuz * Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtalarının yan yana gelmeleri sonucu aralarında oluşturduklarıçizgi. Arnavut * Arnavutluk ve çevresinde yaşayan bir halk.
* Bu halka özgü olan (şey).Arnavut bacası * Çatıpenceresi. Arnavut biberi * Acıkırmızı biber. Arnavut ciğeri * Ciğer tavası. Arnavut kaldırımı * Yollarda irili ufaklıtaşlarla gelişigüzel yapılan kaldırım. Arnavutça * Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutların kullandığıdil. Arnavutlaşma * Arnavutlaşmak. Arnavutlaşmak * Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek. Arnavutlaştırma * Arnavutlaştırmak durumu. Arnavutlaştırmak * Arnavut kimliğini kazandırmak. Arnavutluk * Arnavut olma durumu.
* Arnavut halkının bütünü.arnika * Öküz gözü, sığır gözü, mastıçiçeği. aroma * Bitki özlerinden veya yağlarından elde edilen hoşkoku. aromatik * Hoşkokulu, aromalı. arozöz * Kamyon, araba gibi bir taşıt aracına, doldurma ve boşaltma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
oluşturulan, sulamaya yarar araç.arp * Bkz. harp (II). arpa * Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapımında kullanılan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
çok yetiştirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
* Bu bitkinin taneleri.arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) * pek az ilerlemek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 86
arpa ektim, darıçıktı * ters sonuç veren işler için söylenir. arpa güvesi * Tahıllara dadanan bir güve türü. arpa suyu * Bira. arpa şehriye * Arpa biçiminde dökülmüşşehriye. arpacı * Arpa alan ve satan kimse. arpacıkumrusu gibi düşünmek * ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek. arpacık * Göz kapağının kenarında çıkan küçük çı ban, it dirseği.
* Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte
göz ile hedef arasında aynıçizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
* Arpa biçiminde şehriye.arpacık soğanı * Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan. arpacılık * Arpa yetiştirme veya alıp satma işi. arpağan * Yabanî arpa. arpalama * Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık.
* Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.arpalık * Arpa ekilen yer, arpa tarlası.
* Arpa konulan yer.
* Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan.
* Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
* Başmaklık.
* Karşılıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.arpalık etmek * arpalık yapmak. arpalık yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak. arpasıçok gelmek * coşmak, azmak, kudurmak. arpçı * Arp çalan kimse. arpej * Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması. arsa * Üzerine yapıyapılmak için ayrılmışyer. arsenik * Atom numarası33, atom ağırlığı74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncıaltında 4500 C de
süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zırnık. Kısaltması
As.arsıulusal * Uluslar arası. arsız * Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse).
* Aç gözlü davranan (kimse).
* Kolayca üreyebilen (bitki).arsız arsız * Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak. arsızca * Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde. arsızlanma * Arsızlanmak işi. arsızlanmak * Arsızlık etmek. arsızlaşma * Arsızlaşmak işi. arsızlaşmak * Arsız duruma gelmek. arsızlık * Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık. arsızlık etmek * utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak. arslan * Aslan. arslanın adıçıkmış, çakallar başkeser * haksızlığıveya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adıön plâna çıkan kişiler anlamında kullanılır. arslanlı * Osmanlıdevletinde kullanılan arslan baskılı gümüşsikke. arş * İslâm dinî inanışına göre göğün en yüksek katı. arş * Askerlikte “yürü” komutu. arşe * Keman yayı.
* Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımıalmaya yarayan, yukarıya
doğru uzanmışdemir yay.arşetip * İlk örnek. arşıâlâ * Dokuzuncu kat gök. arşın * Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü. arşınlama * Arşınlamak işi. arşınlamak * Arşınla ölçmek.
* Amaçsız, genişadımlarla dolaşmak.arşınlık * Arşın ölçüsünde, arşın kadar. arşidük * Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan. arşidüşes * Arşidükün karısıveya kızı.
* Avusturya hanedanında prenses.arşiv * Belgelik. arşivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı. arşivcilik * Arşivcinin yaptığı işveya görevi. arşivleme * Arşivlemek işi. arşivlemek * Arşive kaldırmak, arşivde saklamak. art * Arka, geri.
* Bir şeyin öbür yüzü.art arda * Birbirinin arkasından. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 87
art avurt * Avurdun arka bölümü. art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses. art bölge * Deniz kıyısında bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland. art damak * Damağın arka bölümü. art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanın dil sırtıyardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de
sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.art düşünce * Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce. art elden * birini oyalayıp, ondan gizli olarak. art eteğinde namaz kıl * çok temiz huylu kimseler için söylenir. art niyet * Art düşünce. art oda * Gözde iris ile billûr cismin arasındaki boşluk. art teker * İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker. art zamanlı * Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik. art zamanlıdil bilimi * Dil olaylarınıdeğişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi. art zamanlılık * Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni. artağan * Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli.
* Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.artağanlık * Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket. artakalma * Artakalmak işi veya durumu. artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak. artçı * Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan
kıta, dümdar.
* Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırınısürdüren (sanatçı, hareket).artçılık * Artçının görevi. arter * Atardamar.
* Trafiği yoğun olan ana yol.arterit * Atardamar bozukluğu. artezyen * Toprağı burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkıran kuyu. artezyen kuyusu * Artezyen. artı * Toplama işleminde + işaretinin adı, zait.
* Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.artısayı * Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı. artıuç * Elektrikli çözümlemede, sıvıya batırılıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artıyüklü olanı, anot. artık * İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan.
* Kalan veya artan bölüm.
* Bir şey harcandıktan sonra onun artan bölümü.
* Daha çok, daha fazla.
* Bundan böyle, sonra, daha, yeter.artık değer * İşçinin, işgücünün karşılığı olarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığınıödemeksizin
sahip olduğu ek değer.artık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek. artık gün * Artık yıllarda şubat ayına eklenen, dört yılda bir gelen 29. gün. artık yıl * Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebire. artıklama * Artıklamak işi. artıklamak * Yemekte artık bırakmak. artım * Artma, artış, çoğalma. artımlı * Pişince şiştiği için miktarıartmışgibi görünen, artağan. artın * Katyon. artırılma * Artırılmak işi. artırılmak * Artırmak işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek. artırım * Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf.
* Müzayedede artırma.artırma * Artırmak işi.
* Alıcılar arasındaki yarışmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malın verilmesiyle biten yöntem,
müzayede.artırmak * Artmasını sağlamak, çoğaltmak.
* Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
* Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek.
* Herhangi bir davranışta ileri gitmek.artış * Artmak işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış. artist * Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr.
* Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.artist gibi * boylu poslu, güzel ve alımlı(kimse). artistçe * Artiste benzer biçimde, artist gibi. artistik * Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı. artistlik * Artistin görevi.
* Artist olma durumu.artma * Artmak işi. artmak * Büyük heybe. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 88
artmak * Eskisinden daha çok çoğalmak.
* Gereğince harcandıktan sonra bir miktar geri kalmak.
* Değeri yükselmek, fazlalaşmak.artrit * Eklem romatizması. artroz * Genellikle şekil bozucu, iltihapsız, süreğen eklem hastalığı. arttırma * Arttırmak işi. arttırmak * Artırmak işi yapılmak.
* Yükseltmek.aruz * Hecelerin uzunluk ve kısalık, kapalılık veya açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan Divan
Edebiyatınazım ölçüsü.arya * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça. Aryanizm * IV. yüzyılda Arius adlı bir papazın kurduğu ve Hristiyan inanışının tersine olarak İsa’nın tanrılığını inkâr
eden mezhep.arz * Sunma.
* (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.arz * En, genişlik. arz * Yer, yeryüzü. arz dairesi * Bkz. enlem dairesi. arz derecesi * Bkz. enlem. arz etmek * sunmak.
* saygı ile bildirmek.arz odası * Mevkii olan insanların, halkla görüştüğü oda. arz talep kanunu * Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi. arz ve talep * Üreticinin piyasaya mal çıkarmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları, sunu ve istem. arzanî * Enine olan. arziyat * Yer bilimi, jeoloji. arzu * İstek, dilek.
* Heves.arzu duymak * birine veya bir şeye karşı istek duymak. arzu etmek * yürekten istemek. arzuhâl * Dilekçe, istida. arzuhâl gibi (veya kadar) * bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir. arzuhâlci * Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse. arzuhâlcilik * Arzuhâl yazma işi. arzulama * Arzulamak işi. arzulamak * İstek duymak, özlemek, istemek. arzulu * İstekli, hevesli. arzusu kalmak * isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak. As * Arsenik’in kısaltması. as * Kakım. as * İskambil kâğıtlarında birli.
* Bir işte başta gelen (kimse veya şey).as- * Ast sıfatının kısaltılmışı; eklendiği kelimenin daha aşağıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar. as kat * Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri. as yön * Ara yön. asa * Bazıülkelerde, hükümdarların, mareşallerin, din adamlarının güç sembolü olarak, törenlerde taşıdıkları bir
tür ağaç veya metalden değnek.
* Eskiden ihtiyarların baston yerine kullandıklarıuzun sopa.asabî * Sinirli.
* Sinirle ilgili, sinirsel.asabîleşme * Asabîleşmek işi. asabîleşmek * Kızmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek. asabîlik * Asabî olma durumu. asabiye * Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
* Sinir hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.asabiyeci * Sinir hastalıklarıuzmanı. asabiyet * Sinirlilik, asabî yapılı olma. asal * Başlıca, temel niteliğinde olan, esasî. asal gazlar * Atomlarının dışelektron halkalarıtamamıyla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.asal sayı(lar) * Bölenlerinin kümesi iki elemanlı olan elemanlardan biri 1, öbürü sayının kendisi olan doğal sayı(lar). asalak * Bir canlının içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, tufeyli,
parazit.
* Başkalarının sırtından geçinen (kimse), ekti.asalak bilimi * Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığıhastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek
savaşıkonu alan bilim dalı, parazitoloji.asalaklaşma * Asalaklaşmak durumu.