Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 8

    bahane aramak * bir işi yapmamak için sebep aramak.
    bahane bulmak * bir işi yapmak veya yapmamak için sözde sebep göstermek.
    bahane etmek * herhangi bir şeyi sebep olarak ileri sürmek.
    bahaneli * Bahanesi olan.
    bahanesiz * Bahanesi olmayan.
    bahar * Kuzey yarım küre için, 21 Martta gündüz gece eşitliğiyle başlayarak 22 Haziranda gün dönümü ile biten,
    kışve yaz arasındaki mevsim; ilkyaz, ilkbahar.
    * Bu mevsimde ağaçlarda açan çiçekler ve yapraklar.
    * Gençlik çağı.
    bahar * Yiyecek ve içeceklere hoşkoku ve tat vermek için kullanılan tarçın, karanfil, zencefil, karabiber gibi
    maddeler.
    bahar bayramı * Genellikle mayıs ayının ilk günlerinde kutlanan bayram.
    bahar dönemi * Yılın kıştan sonra gelen ilk ayları.
    bahar nezlesi * Bkz. saman nezlesi.
    bahar noktası * İlkbaharda gündüz gece eşitliği anında güneşin gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta.
    baharat * Tarçın, karanfil, zencefil, karabiber gibi maddelerin toplu adı.
    baharatçı * Baharat satan kimse.
    baharatçılık * Baharat satma işi.
    baharatlandırmak * Baharat ile süslemek, lezzetlendirmek veya baharat ekmek.
    baharatlı * Baharatı olan.
    baharatsız * Baharatı olmayan.
    baharcı * Baharat alım satımıyla uğraşan (kimse).
    baharı başına vurmak * (alay yollu) gençliğin verdiği coşkuyla gereksiz veya aşırıdavranışta bulunmak.
    bahariye * Divan edebiyatında, bahar tasviri ile başlayan kaside.
    baharlı * İçinde karabiber, karanfil, tarçın gibi bahar bulunan.
    bahçe * Sebze yetiştirilen yer, bostan.
    * Çiçek ve ağaç yetiştirilen yer.
    bahçe domatesi * Tarla ve bahçelerde sun’î gübre kullanmadan, doğal olarak yetiştirilen domates türü.
    bahçe kekiği * Bahçelerde özel yöntemlerle yetiştirilen kekik.
    bahçe makası * Çeşitli ot ve bitkileri düzgün kesmek ve budamak amacıyla yapılan bir makas türü.
    bahçe nanesi * Bahçelerde yetiştirilen bir nane türü.
    bahçeci * Çiçek, ağaç ve sebze yetiştirme işiyle uğraşan kimse.
    bahçecilik * Bahçecinin işi.
    * Bahçe yapma işi.
    bahçeli * Bahçesi olan.
    bahçelik * Bağları, bahçeleri olan (yer).
    bahçemsi * Bahçeye benzeyen, bahçe gibi düzenlenmişyer.
    bahçesiz * Bahçesi olmayan.
    bahçıvan * Geçimini bahçe ürünlerini yetiştirip satmakla sağlayan kimse.
    * Bir bahçenin düzenlenmesi ve bakımıyla görevli kimse.
    bahçıvanlı * Bahçıvanı bulunan.
    bahçıvanlık * Bahçıvanın yaptığı iş.
    bahir * Deniz.
    * Aruzdaki vezin takımlarından her biri.
    * Mevlid’in bölümlerinden her biri.
    bahis * Konuşulan şey, konu.
    * Görüşünde veya iddiasında haklıçıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma.
    * Söz.
    * Bir kitabın bölümlerinden her biri.
    bahis açmak (veya açılmak) * belli bir konuda konuşmaya başlamak (başlanılmak).
    bahis konusu * Söz konusu.
    bahis mevzuu olmak * üzerinde konuşulmak, söz konusu olmak.
    bahis tutuşmak * karşılıklı bahse girmek.
    bahisçi * Oyunlarda veya at yarışlarında yarışın sonuçlarınıtahmin ederek bahis oynayan veya oynatan kimse,
    müşterek bahisçi.
    bahname * İçinde cinsel konularla ilgili açık saçık yazıların, resimlerin bulunduğu eser.
    bahrî * Denizle ilgili.
    bahrî * Yalıçapkını.
    bahriye * Bir devletin deniz güçlerinin ve kuruluşlarının bütünü.
    bahriye çifte tellisi * Hareketli bir halk oyunu ve ezgisi.
    bahriyeli * Deniz Kuvvetlerine bağlıasker.
    * Deniz Harp Okulu öğrencisi.
    bahse girmek * görüşünde veya iddiasında haklıçıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma yapmak.
    bahsetme * Bahsetmek işi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 9

    bahsetmek * Bir konu üzerinde söz söylemek, konuşmak, sözünü etmek.
    bahsi geçmek * bir konu üzerinde konuşulmuşolmak.
    bahsi kapamak * bir konu üzerindeki konuşmayıkesmek.
    bahsi kaybetmek * ileri sürülen, savunulan görüşün yanlışolduğu ortaya çıkmak.
    bahsi kazanmak * ileri sürülen, savunulan görüşün doğru olduğu belli olmak.
    bahsi tazelemek * konuşmayıaynıkonu üzerine getirmek.
    bahşetme * Bahşetmek işi.
    bahşetmek * Bağışlamak, sunmak.
    bahşiş * Bir hizmet görene hakkından ayrı olarak verilen para.
    bahşiş(veya beleş) atın dişine bakılmaz * para verilmeden sağlanan bir şeyin ufak tefek kusurlarınıhoşgörmelidir.
    baht * Olacakların, kaçınılmaz olduğunu belirleyen ilâhî iradenin insan için veya bir toplum için çizdiği hayat tarzı,
    kader, talih.
    * Şans, mutluluk.
    baht işi * Talihe bırakılmış, talihe bağlı iş.
    bahtıaçık * Talihli.
    bahtıaçık olmak * bir konuda şansıyaver gitmek, talih yüzüne gülmek.
    bahtıaçılmak * talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek.
    bahtı bağlı olmak * talihi kapalı olmak.
    * (kızlar için) evlenecek istekli çıkmamak.
    bahtıkapanmak * talihsizliğe uğramak, istenen sonuca ulaşmamak.
    bahtıkara * Mutsuz, talihsiz.
    bahtıkara olmak * sürekli olarak talihi yaver gitmemek, mutsuz olmak.
    bahtına küsmek * talihsizliğinden yakınmak.
    bahtiyar * Bahtı olan, bahtlı, talihli, mutlu.
    bahtiyarlık * Bahtlı olma durumu, mutluluk.
    bahtlı * Bahtı iyi olan, mutlu, talihli.
    bahtsız * Bahtıkötü olan, mutsuz, talihsiz.
    bahtsızlık * Bahtsız olma durumu, mutsuzluk.
    bahusus * Hele, özellikle, üstelik.
    bak bak! * şaşma bildirir.
    bak! * işte.
    * şaşma anlatır.
    * küçümseme bildirir.
    bakaç * Dürbün.
    bakakalma * Bakakalmak işi veya durumu.
    bakakalmak * Şaşkınlığa uğrayıp ne yapacağını bilmez durumda kalmak.
    bakalım (veya bakayım) * içinde yer aldığıcümlenin güvensizlik, kuşku, merak, uyarma gibi anlamlarınıpekiştirir.
    bakalit * Formaldehit ile bir fenolün yoğunlaşmasısonucu elde edilen yapay reçine.
    bakalitli * Bakalit bulunduran, bakalit kaplamalı.
    bakalorya * (eskiden üniversite ve yüksek okullara girebilmek için lise öğreniminden sonra verilen) Olgunluk sınavı.
    bakam * Baklagillerden, odunundan kırmızı boya çıkarılan bir ağaç, bakkam (Haematoxylon campechianum).
    bakan * Bakmak işini yapan (kimse).
    * Hükûmet işlerinden birini yönetmek için, genellikle milletvekilleri arasından, baş bakan tarafından seçilerek
    cumhurbaşkanınca onaylandıktan sonra iş başına getirilen yetkili, vekil, nazır.
    bakanak * Gevişgetiren hayvanların ayaklarının arkasındaki körelmiştırnak, kemik çıkıntısı.
    bakanlar kurulu * Baş bakan ve bakanlardan oluşan kurul, hükûmet.
    bakanlık * Bakan olanın durumu ve görevi, vekillik.
    * Bakanın yönetimi altındaki kuruluşların bütünü veya bu kuruluşların bulunduğu yer, nezaret, vekâlet.
    bakar * Öküz, sığır.
    bakar kör * Gözleri sağlam göründüğü hâlde göremeyen.
    * Çok dikkatsiz (kimse).
    bakar mısınız? * seslenme ünlemi.
    bakara * İskambil kâğıdı ile oynanan bir kumar.
    bakarak * göre.
    bakarsın * olur ki.
    bakaya * Kalıntılar.
    * Askerlik çağına girenlerden son yoklamada bulunarak askere alınmışolduklarıhâlde çağrıldıklarında
    gelmeyen veya gelip de kıtalarına gitmeden toplandıklarıyerlerden veya yollardan savuşanlar.
    * Ait olduğu yıl içinde toplanamayıp ertesi yıla kalan vergiler.
    bakı * Özellikle dağlık yörelerde bir yamacın güneş ışınlarına, güneye veya kuzeye karşıkonumunu belirleyen,
    bunun sonucu olarak da doğal şartlarınıtespit eden durumu.
    * Fal.
    bakıcı * Bakmak işiyle görevlendirilen kimse.
    * Bir şeyi satın almayıdüşünmeden yalnızca bakarak ilgilenen (kimse).
    * Falcı.
    bakıcılık * Bakmak işi.
    * Falcılık.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 2

    babasına rahmet okumak * hakkında iyilik düşünmemek.
    babasının (veya babalarının) çiftliği * bir malıveya kuruluşu yalnızca kendi çıkarlarına araç yapmak.
    babasının hayrına * hiçbir çıkar gözetmeksizin.
    babasının oğlu * her yönüyle babasına benzeyen erkek çocuk.
    babasız * Babasıölmüşçocuk, yetim.
    babayani * Gösterişi ve özentisi olmayan.
    babayanilik * Babayani olma durumu.
    babayiğit * Güçlü kuvvetli.
    * Mert, korkusuz adam, kabadayı.
    * Bir girişimde kendine güvenebilecek durumda olan.
    babayiğitlik * Babayiğit olma durumu, babayiğitçe davranış, kabadayılık.
    Babıâli * Osmanlı imparatorluğu döneminde İstanbul’da sadaret (Baş bakanlık), dahiliye ve hariciye nezaretleri (İç
    işleri ve Dışişleri bakanlıkları) ile ŞûrayıDevlet (Danıştay) dairelerinin bulunduğu yapı.
    * İstanbul’da bu çevredeki basın.
    * Osmanlıhükûmeti.
    babında * Konusunda.
    babından * Bkz. babında.
    Babî * “Bâb’a ait” Babîlik yanlısı.
    Babîlik * XIX. yüzyılda, İran’da Ali Muhammed Bab’ın kurduğu dinî öğreti.
    baca * Dumanı ocaktan çekip havaya vermeye yarayan maden veya kâgir yol.
    * Su yolu, lâğım, maden ocağı gibi yer altıyapılarının hava deliği.
    baca başı * Ocağın üstündeki taşraf.
    baca kulağı * Ocağın iki yanında taştan yapılmışufak raf.
    baca tomruğu * Bacanın damdan yukarı bölümü.
    bacak * Vücudun kasıktan tabana kadar olan bölümü.
    * Hayvanlarda yürümeye veya atlamaya yarayan organ.
    * Bazışeylerin yerden yüksekçe durmasınısağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri, ayak.
    * Oyun kâğıtlarında, oğlan, vale.
    bacak bacak üstüne atmak * otururken bir bacağınıötekinin üstüne koyarak oturmak.
    bacak kadar * ufacık.
    bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var * daha küçük, ama değişik, herkesten farklıalışkanlıklar, huylar edinmiş.
    bacak kalemi * Kaval kemiği.
    bacakkıran * Nemli bölgelerde yetişen yeşilimsi sarıçiçekli bir bitki (Narthecium).
    bacaklarıkopmak * çok yorulmak.
    bacaklarıtutmamak * ayaklarının üzerine basıp yürüyemeyecek duruma gelmek.
    bacaklı * Bacağı olan.
    * Bacaklarıuzun olan, uzun boylu.
    * Felemenk altınına verilen ad.
    bacaklıyazı * İri ve okunaklıyazı.
    bacaklık * Özellikle hokey oyuncularının giydikleri deriden yapılmışkoruyucu.
    bacaksız * Bacağı olmayan.
    * Bacaklarıkısa olan, kısa boylu, bodur.
    * Yaşından büyük işlere kalkışan çocuklar için söylenir.
    bacanak * Karılarıkardeşolan erkeklerden her biri.
    * Dost, arkadaş.
    bacanaklık * Bacanak olma durumu.
    bacasıtütmek * (aile için) yaşamasısürüp gitmek.
    bacasıtütmez olmak * (aile için) dağılmak veya işi bozulmak.
    bacı * Büyük kız kardeş, abla.
    * Kız kardeş.
    * Bir evde uzun zaman çalışmışyaşlıkadınlara (daha çok yaşlızenci kadınlara) verilen unvan.
    * Tarikat şeyhlerinin karısı.
    baç * Osmanlıİmparatorluğunda gümrük vergisi.
    * Zorla alınan para, haraç.
    -baç * Fiilden isim türeten -maç/-meç ekinin türü.
    baççı * Baç alan kimse.
    baççılık * Baç alma işi veya görevi.
    bad * Yel, rüzgâr.
    badana * Duvarları boyamak için kullanılan sulandırılmışkireç veya boya.
    badana etmek (veya vurmak) * badanalamak, badana yapmak.
    badanacı * Geçimini badana yapmakla kazanan kimse.
    badanacılık * Badanacının yaptığı iş.
    badanalama * Badanalamak işi.
    badanalamak * Duvarları boyamak için sulandırılmışkireç veya plâstik boya sürmek.
    badanalanma * Badanalanmak işi.
    badanalanmak * Badana yapılmak.
    badanalatma * Badanalatmak işi.
    badanalatmak * Badanalamak işini yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 1

    B * Bor’un kısaltması.
    * Basso kısaltması.
    b, B * Türk alfabesinin ikinci harfi. Be adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümlü, çift dudak patlayıcısını
    gösterir.
    * Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde İngilizler b harfiyle “si” yi, Almanlar ise “si bemol”ü
    gösterirler.
    Ba * Baryum’un kısaltması.
    baba * Çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan erkek.
    * Çocuğu olmuşerkek.
    * Tarikatların bazısında tekke büyüğü.
    * Bu gibi kimselere verilen unvan.
    * Silâh kaçakçılığı,kara para aklama ve uyuşturucu madde ticareti gibi kirli ve gizli işler yapan çetenin başı.
    * Yaratıcı, kurucu kimse.
    * Gemi veya iskelede halatın takıldığıyuvarlak başlı, iri demir, ağaç veya beton dikme.
    * Kazılarda çıkarılan toprağın miktarınıhesaplayabilmek için yer yer bırakılan toprak dikme.
    * Çatımerteği.
    * Koruyucu, babalık duyguları ile dolu kimse; bir ülkeye veya bir topluluğa yararlı olmuşkimse.
    * Ata.
    baba
    baba adam * Yaşlı, ağırbaşlı, iyi yürekli, olgun adam.
    baba bucağı * 343 baba ocağı.
    baba değil, tırabzan babası * babalık görevlerini yapmayan babalar için söylenir.
    baba evi * Babadan, dededen kalma ev, toprak, yurt.
    baba hindi * İri ve iyi beslenmişerkek hindi.
    baba koruk (veya erik) yer, oğlunun dişi kamaşır * babanın yaptığıkötü işin sıkıntısınıçocuğu çeker.
    baba mirası * Babanın yaşadığıdönemden kalan değerli mal veya dost.
    baba nasihati * Bir babanın verdiği öğüt.
    baba ocağı * Babadan, dededen kalma mülk veya bir kimsenin içinde doğup büyüdüğü, yaşadığıev, toprak ya da yurt,
    baba evi, baba bucağı, baba yurdu.
    baba oğluna bir bağbağışlamış; oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş * babalar çocukları için büyük fedakârlıklara katlanırlar, ama çocuklar babaları için fedakârlıkta bulunmazlar.
    baba olmak * (erkek için) çocuk sahibi olmak.
    baba tatlısı * Bir çeşit hamur tatlısı, şambaba.
    baba yadigârı * Babadan kalan, baba döneminde yapılmış, babanın hatırasınıtaşıyan.
    baba yurdu * Baba evi, baba ocağı.
    babaanne * (çocuğa göre) Babanın annesi.
    babaca * Baba gibi, babaya yakın.
    babacan * Cana yakın, olgun, hoşgörülü, iyi kalpli, güvenilir (erkek).
    babacanca * Sevgi ve sevecenlikle, cana yakın olarak.
    babacanlaşma * Babacanlaşmak işi veya durumu.
    babacanlaşmak * Babacan duruma gelmek.
    babacanlık * Babacan olma durumu, cana yakınlık.
    babacık * Küçük baba.
    * Sevimli, hoş, sempatik baba.
    babacıl * Babasınıçok seven, babasına çok düşkün olan.
    babacılık * Devletin türlü sınıflar üzerinde babalık ederek bu sınıflar arasında denge kurmaya çalışması işlemi,
    paternalizm.
    babaç * Erkek kümes hayvanlarının en iri ve yaşlı olanı.
    babaçko * (kadın için) Güçlü ve gösterişli, iri yarı.
    babadan babaya * dedelere doğru zincirleme.
    babadan oğula * torunlara doğru zincirleme.
    * atalarından beri.
    babafingo * Yelkenli gemilerde direklerin ve gabyanın üstünde bulunan en yüksek bölüm.
    Babaî * Babaîlik mezhebinden olan kimse.
    Babaîlik * XIII. yüzyılda Baba İshak’ın kurduğu mezhep.
    babaköş * Ayaksız olduğu için yılan sanılan, solucanla beslenen bir tür kertenkele (Anguis fragilis).
    babalanma * Babalanmak işi.
    babalanmak * Babalarıtutmak, öfkelenmek.
    * Diklenmek, kabadayıca davranmak.
    babalarımız * bizden, bizim kuşaktan öncekiler.
    babalı * Babası olan.
    babalı * Zaman zaman sinir nöbeti geçiren.
    babalık * Baba olma durumu.
    * Üvey baba.
    * Kayın baba, kayın peder.
    * Yaşlıveya küçümsenen adamlara seslenme olarak kullanılır.
    babalık etmek * baba gibi davranmak.
    babalık fırın has işler * babasının parası ile geçinenlere sitem olarak kullanılır.
    babam! * teklifsiz bir seslenme sözü.
    * tekrarlanan iki emir kipi arasına getirilerek işin sürekliliğini anlatmaya yarar.
    babamın (veya ustamın) adıHıdır, elimden gelen budur * gücüm ancak bu kadarınıyapmaya yeter.
    babana rahmet * yapılan bir iş, bir davranışkarşısında “Allah senden razı olsun.” anlamında kullanılan bir söz.
    babasıtutmak (veya babalarıüstünde olmak) * gibi deyimlerde “çok öfkelenmek, öfkesi her hâliyle belli olmak” anlamında geçer.
    babasına çekmek * her yönü ile tamamen babaya benzemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 111

    ayıyıvurmadan postunu satmak * henüz ele geçmemiş bir şey üzerinde hesap yapmak.
    ayin * Dinî tören, ibadet.
    * Mevlevî tekkelerinde okunan ağır bestelerin biçimi.
    ayinicem * Mevlevî ve Bektaşî tekkelerinde kadın ve erkeğin birlikte katıldığı, dinî müzikli sohbet töreni.
    aykırı * Alışılmışa, doğru diye bellenmişe uygun olmayan, karşıt, ters, mugayir.
    * Gidilen yol üzerinde olmayıp gidişyönüne ters düşen.
    * Çapraz, ters.
    * Bütün noktalarıaynıdüzlemde bulunmayan.
    aykırıdoğrular * Aynıdüzlemde bulunmayan doğrular.
    aykırıdüşmek * uygun gelmemek, ters gelmek, ters düşmek.
    aykırıkatmanlaşma * Katmanları düzenli bir biçimde olmayan katmanlaşma.
    aykırı olmak * ters olmak, zıt olmak.
    aykırılama * Aykırılamak işi.
    aykırılamak * Dikey olarak gelmek; kestirmeden gitmek, düz yoldan ayrılmak.
    aykırılaşma * Aykırılaşmak işi.
    aykırılaşmak * Aykırıduruma gelmek.
    aykırılık * Aykırı olma durumu, mugayeret, muhalefet.
    ayla * Ayın ve bazıyıldızların dolayındaki ışık çevresi, ay ağılı, hale.
    * Bazıkutsal kişilerin başıetrafında gösterilen ışık çevresi.
    aylak * İşsiz, boşgezen, avare.
    * İşsiz, bir şey yapmayarak.
    aylak olmak * boşta olmak, yapacak bir işi olmamak, boşoturmak.
    aylakçı * Temelli işi olmayan işçi.
    aylakçılık * Temelli işsahibi olmama durumu.
    * İşsizlik, avarelik.
    aylaklık * Aylak olma durumu, işsizlik, avarelik.
    aylaklık etmek * boşdurmak, boşoturmak, işsiz güçsüz dolaşmak, çalışmamak.
    aylama * Aylamak işi.
    aylamak * Beklemek.
    * Sürmek, devam etmek.
    * Ayıdolduran bir süre geçirmek, aylarca kalmak.
    aylandız * Sedef otugillerden, Avrupa’ya Çin’den getirilmiş, kısa zamanda yetişip boy attığı için bir gölge ağacı olarak
    dikilen, kötü kokan bir ağaç, kokar ağaç (Ailanthus glandulosa).
    aylanma * Aylanmak işi.
    aylanmak * Bir yerin çevresinde dolanmak.
    aylı * Üzerinde ay biçimi bulunan.
    * Ay ışığı olan, mehtaplı.
    aylığa geçmek * çalışmasıkarşılığı olarak her ay belirli bir para alınacak bir işe başlamak.
    * gündelikten veya ücretten kadroya geçmek.
    aylık * Birine, görevi karşılığı olarak veya geçimi için her ay ödenen para, maaş.
    * Bir ay içinde olan veya bir ay süren.
    * Ayda bir kez yapılan veya çıkan.
    * … aydan beri var olan.
    * Ay olarak, bir ay için.
    aylık almak * bir aylık çalışma karşılığında para almak.
    aylık bağlamak * emekli olan veya başka sebeplerle çalışmayanlara her ay için belirli bir parayıödemeyi üstlenmek.
    aylık vermek * aylık olarak üstlenilen parayıödemek.
    aylıkçı * Aylıkla çalışan kimse.
    * Başka geliri olmayıp yalnız aldığı aylıkla geçinen kimse.
    aylıklı * Aylık alan (kimse), maaşlı.
    * Karşılığı aylıkla ödenen.
    ayma * Aymak işi.
    aymak * Kendine gelmek, aklı başına gelmek, ayılmak.
    * Gerçeği anlamak.
    aymaz * Çevresinde olup bitenlerin farkına varmayan, gafil.
    aymazlık * Çevresinde olup bitenlerin farkına varamama durumu, aymaza yakışacak durum, gaflet.
    ayn * Göz.
    ayna * Işığıyansıtan, varlıkların görüntüsünü veren, cilâlıve sırlıcam.
    * Gemilerde işaretçi erlerin kullandığıdürbün.
    * Akıntıve anaforun birleştiği yerde oluşan su burgacı.
    * Doğramacılık ve yapıcılıkta çerçeve içine geçirilen tahta veya taşlevha.
    * Küreğin yassıuç bölümü.
    * (atlarda) Diz kapağı.
    * İyi bir durumda, yolunda.
    * (Karagöz oyununda) Perde.
    * Bir olayı, bir durumu yansıtan, göz önünde canlandıran olay, durum, şey.
    ayna gibi * dümdüz ve parlak.
    * (deniz için) kımıltısız, durgun.
    ayna taşı * Yapı, anıt ve çeşme gibi yerlere konan yazılıveya yazısız süslü taşlevha.
    ayna tırnağı * Aynayıduvara tutturmak için kullanılan nikel veya kromla kaplanmışmetal parçası.
    aynabakar * Büyük, yumurtamsı, kırmızımsımavi renkli bir erik türü.
    aynacı * Ayna yapan veya satan kimse.
    * Hileci, işine hile karıştıran.
    aynacılık * Aynacının yaptığı işveya aynacı olma durumu.
    aynalı * Aynası olan.
    * Parlak yüzlü, yakışıklı, güzel.
    aynalısazan * Üzerinde az sayıda büyük pullar bulunan bir tür sazan balığı.
    aynalık * Geminin ve bağlı bulunduğu limanın adıyazılan, düz veya az yuvarlak kıç bölüm.
    aynalık tahtası * Sandalların kıç taraflarında oturanın sırtınıdayamasına yarayan tahta.
    aynasız * Aynası olmayan.
    * Hoşa gitmeyen, kötü, yakışıksız, çirkin, ters, biçimsiz.
    * Polis.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 112

    aynasızlık * Aynasız olma durumu.
    aynaz * Bataklık.
    aynaz * Köy oyunlarınıyöneten kimse.
    aynen * Olduğu gibi, değiştirmeden, aynıyla.
    aynı * Başkasıdeğil, yine o.
    * Ayırt edilemeyecek kadar benzeri özdeşi, tıpkısı.
    * Değişmeyen, aralarında ayrım olmayan.
    aynıağzıkullanmak * aynışeyi söylemek, aynıdüşünceyi ileri sürmek.
    aynıkapıya çıkmak * sonuç bakımından fark etmemek, aynısonuca varmak.
    aynıpotada erimek * benzer konularıve sorunları birlikte düşünmek veya değerlendirmek.
    aynıtelden çalmak * aynışeyi söylemek.
    aynıyolun yolcusu * kötü sonları birbirine eşolan.
    aynızamanda * Hem de, bununla birlikte.
    aynılık * Aynı olma durumu, özdeşlik, ayniyet.
    aynısefa * Birleşikgillerden, çiçekleri sarırenkli bir kır bitkisi (Calendula arvensis).
    aynıyla * Hiçbir değişiklik olmadan, olduğu gibi.
    aynî * Gözle ilgili.
    aynî * Para olarak değil, madde olarak verilen.
    aynî hak * Taşınır veya taşınmaz üzerinde doğrudan doğruya egemenlik yetkisi veren ve herkese karşı ileri sürülebilen
    haklar.
    ayniyat * Kullanılmaya veya harcamaya elverişli, taşınmasıkolay eşya.
    ayniyet * Aynılık, özdeşlik.
    aynştayniyum * Bkz. einsteiniyum.
    ayol * Daha çok kadınların kullandığı bir seslenme sözü.
    ayraç * Yay ayraç.
    ayraç açmak * söz veya yazı içine, asıl konu ile ilgisi az olan bir bölüm sıkıştırmak.
    ayran * Süt veya yoğurt yayıkta çalkalanarak yağıalındıktan sonra kalan sulu bölüm.
    * Yoğurdu sulandırarak yapılan içecek.
    ayran ağızlı * Aptal, budala, sersem.
    ayran budalası * Aptal, sersem.
    ayran delisi * Bön, safdil.
    ayran gönüllü * Çabuk âşık olan.
    ayrancı * Ayran yapan veya satan kimse.
    ayrancılık * Ayran yapıp satma işi.
    ayranıkabarmak * öfkelenmek, coşmak.
    * aşırı bir cinsel arzu duymak.
    ayranıyok içmeye, atla (veya tahtırevanla) gider sıçmaya * yoksulluğuna bakmadan gösterişyapmaya kalkanların gülünçlüğünü anlatmak için kullanılır.
    ayranım budur, yarısısudur * yapılan bir işin yarım yamalak olduğu bildirilmek için kullanılır.
    ayranlaşma * Ayranlaşmak özelliği veya durumu.
    ayranlaşmak * Ayran durumuna gelmek.
    ayrı * Yerleri bir olmayan.
    * Başka, başka türlü.
    * Yalnız, tek başına olan.
    ayrıayrı * Birbirinden ayrı olan, değişik.
    * Her biri için.
    * (her biri) Ayrı olarak.
    ayrı basım * Genellikle bir dergide yayımlanmış bilimsel bir yazının ayrı bir broşür olarak basımı.
    ayrı başçekmek * topluluktan ayrılıp kendi başına işyapmak.
    ayrıcinsten * Farklıyapıda olan, heterojen.
    ayrıçanak yapraklılar * Çanak yaprakları birbirine bitişmişolmayan bitkiler.
    ayrıdüşmek * birbirinden uzakta kalmak.
    * uyuşmamak.
    ayrı gayrı bilmemek (veya ayrısı gayrısı olmamak) * birbirinden hiçbir şey esirgemeyecek durumda olmak.
    ayrıseçi yapmak * birkaç şey arasında fark gözetmek.
    ayrıtaç yapraklılar * Taç yaprakları birbirine bitişik olmayıp yan yana yer almış bulunan bitkiler.
    ayrıtutmak * farklıdavranmak.
    ayrıca * Ayrı olarak.
    * Ayrı bir önem verilerek.
    * Bundan başka.
    ayrıcalı * Başkalarına benzemeyen, ayrıtutulan, müstesna.
    ayrıcalık * Başkalarından ayrıve üstün tutulma durumu, imtiyaz.
    ayrıcalık tanınmak (veya göstermek) * başkalarından ayrıve üstün tutmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 113

    ayrıcalıklı * Ayrıcalığı olan, ayrıcalık tanınan, imtiyazlı.
    ayrıcalıksız * Ayrıcalığı olmayan, ayrıcalık tanınmayan, imtiyazsız.
    ayrıcasız * Ayrıtutulmadan, istisnasız.
    ayrıç * Yol kavşağı, iki yolun ayrıldığıyer.
    ayrık * Ayrılmış.
    * Ayrıtutulan, başkalarına benzemeyen, ayrıcalı, müstesna.
    * Kur’a dışı, müstesna.
    * Ayrık otu.
    * Düzgün ve uygun olmayan, çarpık.
    ayrık küme * Ortak elemanları olmayan küme.
    ayrık otu * Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücu olarak kullanılan yabanî bir bitki (Agropyrum repens).
    ayrıklı * Ayrıtutulmuş, benzerlerine uymayan, kural dışı olan, istisnaî.
    ayrıklık * Ayrıklı olma durumu, ayrıtutma, ayrıtutulma, istisna.
    * Bir konik (elips, daire, parabol, hiperbol) üzerinde hareket eden bir cismi, odağa veya merkeze birleştiren
    doğrunun büyük eksen ile yaptığı açı.
    * Önermelerin birbirine bağlanması işleminde ya … ya ve ya da ile gösterilen ilişki.
    * Kaplamları birbirinden ayrı olmakla birlikte aynıyakın cinsin kaplamına giren kavramlar arasındaki
    bağlantı.
    ayrıksı * Alışılagelmiştöre ve davranışlara aykırı olan, eksantrik.
    ayrıksıay * Ayın yörüngesindeki en beri noktasından art arda iki geçişi arasındaki süre farkı.
    ayrıksıyıl * Yerin kendi yörüngesindeki günberi noktasından art arda iki geçişi arasındaki süre farkı.
    ayrıksılık * Ayrıksı olma durumu.
    ayrıksız * Hiçbir ayrığı olmadan veya hiçbirini ayrık tutmaksızın, istisnasız, bilâistisna.
    ayrılanma * Ayrılanmak durumu.
    ayrılanmak * Ayrıduruma gelmek.
    ayrılaşma * Ayrılaşmak işi, teferrüt.
    ayrılaşmak * Benzerleri arasında ayrı bir yeri ve önemi olmak, teferrüt etmek.
    ayrılı * Ayrılmışolan, ayrıduran, munfasıl.
    ayrılık * Ayrı olma durumu.
    * Birinden uzak düşme.
    * Düşünce, görüşveya duygu arasındaki uymazlık, mubayenet.
    * Evlilik birliğinin yargıç kararı ile geçici bir süre için kaldırılması.
    ayrılış * Ayrılmak işi veya biçimi.
    ayrılışma * Ayrılışmak işi veya durumu.
    ayrılışmak * Birbirinden ayrılmak.
    ayrılma * Ayrılmak işi.
    * Bir biçmeden geçen beyaz ışığın türlü renklerde görünmesi.
    ayrılmak * Ayırmak işine konu olmak.
    * Bir yerden, bir kimseden, bir şeyden uzaklaşmak.
    * (karıve koca için) Evlilik birliğini bozmak.
    ayrılmazlık * Özelliklerin, kendilerini taşıyan nesnelerle; ilineklerin tözle bağlantısı, kalıcılık karşıtı.
    ayrım * Ayırmak işi, tefrik.
    * Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasınısağlayan ayrılık; benzer şeyleri birbirinden ayıran
    özellik, başkalık, fark.
    * Alt bölüm.
    * Cinsleri ve türleri birbirinden ayıran ana karakter, fark.
    * Ayrılma noktası.
    * Bir veya daha çok sahne içinde geliştirilip, olayın tamamlanmış bir parçasınıveren film bölüğü.
    ayrımlama * Senaryonun hazırlanmasında geliştirim ile çevrim senaryosu arasında yer alan, senaryonun sahne ve
    ayrımlarının belirlendiği, başlıca karakterlerin ayrıntılarıyla çizildiği, konuşmaların son biçimini aldığı aşama.
    ayrımlaşma * Ayrımlaşmak işi, farklılaşma.
    * Hücrelerin veya canlı organizmaların işlevlerine veya yaşayıştürlerine ilişkin yapısal nitelik kazanması,
    farklılaşma.
    * Bir iç kayanın katılaşmasısürecinde yer ve zamana göre ayrımların ortaya çıkması, farklılaşma.
    ayrımlaşmak * Ayrımlıduruma gelmek, farklılaşmak.
    ayrımlı * Ayrımı olan, aralarında ayrım bulunan, değişik, farklı.
    ayrımlılık * Ayrımlı olma durumu, farklılık.
    ayrımsama * Ayrımsamak işi veya durumu.
    ayrımsamak * Bir şeyi anlamak, bir şeyi görmek, fark etmek.
    ayrımsız * Ayrımlı olmayan, aynı, farksız.
    ayrımsızlık * Ayrımsız olma durumu, farksızlık.
    ayrıntı * Bir bütünün önemce ikinci derecede olan ögelerinden her biri, detay.
    * Edebiyat veya sanat eserlerinde bir bütünün ögelerinden her biri, teferruat, tafsilât.
    * Bir tiyatro eserinde ana düşünceye yardımcı olan kelime, cümle veya eşya.
    ayrıntılara inmek * bir konuyu en küçük noktasına kadar inceleyip araştırmak.
    ayrıntılı * Ayrıntısı olan, teferruatlı, tafsilâtlı, detaylı, mufassal.
    ayrışık * Ayrışmışolan.
    * Ayrıtürden, çeşit çeşit, muhtelif.
    ayrışıklık * Ayrışık olma durumu.
    ayrışım * Ayrışmak işi.
    ayrışma * Ayrışmak işi.
    * Moleküllerin, türlü etkenlerle geçici olarak daha yalın atom ve moleküllere bölünmesi, tahallül.
    ayrışmak * Birbirinden ayrılmak, birliği bozmak.
    * Moleküller, türlü etkenler sebebiyle geçici olarak daha yalın atom veya moleküllere bölünmek.
    ayrıştırma * Ayrıştırmak işi.
    ayrıştırmak * Bütünün bozulmasına sebep olmak.
    * Ayrışmasını sağlamak.
    ayrıt * İki düzlemin ara kesiti.
    aysar * Ayın etkisiyle huyunun değiştiği sanılan (kimse).
    * Değişken huylu, kararsız (kimse).
    aysberg * Buz dağı.
    aysfild * Buzla, bankiz.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 114

    aysız * Ay ışığı olmayan (gökyüzü, gece).
    ayşekadın * Kılçıksız, lezzetli bir tür taze fasulye.
    aytışma * Aytışmak işi.
    aytışmak * Atışmak, tartışmak, münakaşa etmek.
    * Halk şairleri belli bir ayak çerçevesinde karşılıklıatışmak.
    ayva * Gülgillerden, çiçekleri iri ve pembe, yapraklarının altıtüylü, orta yükseklikte bir ağaç (Cydonia vulgaris).
    * Bu ağacın büyük, sarırenkte, tüylü, mayhoş, dokusu sertçe, ufak çekirdekli meyvesi.
    ayva göbekli * göbeği çukur olan (kimse).
    ayva hoşafı * Ayvadan yapılan hoşaf.
    ayva kompostosu * Ayvadan yapılan komposto.
    ayva marmelâdı * Ayva ve şekerden yapılan ezme.
    ayva reçeli * Ayva ve şekerden yapılan kokulu reçel.
    ayva tüyü * Vücuttaki ince, sarıtüyler.
    ayvadana * Yüksekliği 15-70 cm , sık tüylü, soluk sarıçiçekli, çok yıllık ve otsu bir bitki (Achillea nobilis).
    ayvalık * Ayva ağaçlarının çok bulunduğu yer.
    ayvan * Teras, sundurma.
    * Bir tarafıdışarıya açık olan oda.
    ayvayıyemek * kötü duruma düşmek, işi bozulmak.
    ayvaz * Büyük konaklarda mutfak ve yemek hizmetlerinde çalıştırılan uşak.
    * Koca, erkek, eş.
    ayvaz kasap hep bir hesap * ha öyle ha böyle, ikisi de bir.
    ayvazlık * Ayvazın görevi.
    ayyar * Dolandırıcı, hilekâr.
    ayyarlık * Dolandırıcılık.
    ayyaş * İçkiye düşkün, içkici, içken, bekri.
    ayyaşlık * Ayyaşolma durumu.
    ayyuk * Göğün en yüksek yeri.
    * Göğün kuzey yarım küresinde bulunan bir takım yıldızın en parlak yıldızı.
    ayyuka çıkmak * (ses için) yükselmek.
    * (dedikodu için) herkesçe duyulmak, yayılmak.
    Az * Azot’un kısaltılması. Bu gaz N kısaltması ile de gösterilir.
    az * Alışılmışolandan, umulandan veya gerekenden eksik, çok karşıtı.
    * Nicelik, güç, nitelik, süre bakımından eksiklik bildirir.
    az az * Uzun süreli, yavaşyavaş.
    * Küçük ölçülerle.
    az buçuk * Bir parça, biraz.
    az bulmak * yeterli görmemek, az saymak, azımsamak.
    az buz olmamak * (bir şey) azımsanacak kadar olmak.
    az çok * Bir parça, oldukça.
    az daha * az kalsın, neredeyse.
    az değil! * birinin herhangi bir karakter bakımından göründüğü gibi olmadığınıanlatmak için söylenir.
    az gelişmiş * gelişmesi gecikmişolan.
    * eğitim düzeyi düşük kalmış, üretimi daha çok ilkel tarıma dayanan, doğal kaynaklarını gereğince
    değerlendiremeyen (ülke).
    az gelmek * yetmemek, daha çok istemek.
    az görmek * umduğundan eksik bulmak.
    * azımsamak.
    az günün adamı olmamak * çok yaşamış, çok görmüş bulunmak.
    az kaldı(veya az kalsın) * bir işin olması, gerçekleşmesi, bitmesi çok yakınken olmadığınıanlatır.
    az tamah çok ziyan getirir * hırslıve pinti insan her zaman zararlıçıkar.
    aza * Organlar, vücut parçaları.
    * Üye.
    * Vücut parçası, organ.
    aza çoğa bakmamak * olanla yetinmek.
    aza sormuşlar: “nereye?” “çoğun yanına” demiş * küçük kazançların bile hep varlıklıkimselere düştüğü inancını belirtir.
    azade * Başı boş, erkin, serbest.
    * Başı boş, erkin, serbest olarak gürültüden azade yaşamak.
    azade azade * bir şeyden kurtulmuş, uzak.
    azadelik * Azade olma durumu, serbestlik.
    azalma * Azalmak işi, eksilme, tenakus.
    azalmak * Az denecek bir miktara inmek veya eskisinden az bir duruma gelmek.
    * Etkisini yitirmek, hafiflemek.
    azaltma * Azaltmak işi.
    azaltmak * Az denecek bir miktara indirmek veya eskisinden az bir duruma getirmek, kırmak.
    * Etkisini yitirmesine sebep olmak, hafifletmek.
    azamet * Ululuk, büyüklük.
    * Gurur.
    * Görkem, heybet.
    * Debdebe.
    * Çalım, kurum, tekebbür.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 115

    azamet satmak * büyüklük taslamak, çalım satmak, böbürlenmek.
    azametli * Ulu, çok büyük.
    * Gururlu.
    * Görkemli, heybetli.
    * Debdebeli.
    * Çalımlı, kurumlu.
    azamî * En büyük, en yüksek, en çok, maksimum.
    azap * (Müslümanlıkta) Dünyada günah işlemişolanlara ahrette verilecek ceza.
    * Organik veya ruhî büyük sıkıntı, ezinç.
    azap * (Anadolu’nun birçok bölgesinde) Çiftlik uşağı.
    * Anadolu beyliklerinde donanmadaki görevlerde kullanılan asker.
    azap çekmek * ahrette ceza görmek.
    * çok büyük sıkıntıya uğramak.
    azap vermek * acıçektirmek, üzmek.
    azar * Paylama.
    azar azar * Süreyi uzatarak, yavaşyavaş, az az.
    * Küçük ölçülerle.
    azar işitmek * azarlanmak.
    azarlama * Azarlamak işi, paylama.
    azarlamak * Paylamak, tekdir etmek.
    azarlanma * Azarlanmak işi, paylanma.
    azarlanmak * Azarlamak işine konu olmak, paylanmak, kötü sözle karşılaşmak.
    azarlatma * Azarlatmak işi.
    azarlatmak * Azarlamak işini yaptırmak veya azarlanmasına yol açmak.
    azat * Serbest bırakma.
    * Okullarda paydos.
    * Serbest bırakılmışolan.
    azat etmek * serbest bırakmak, salıvermek.
    * (köle ve cariyeler için) özgürlüğünü geri vermek.
    azat eylemek * azat etmek.
    azatlı * Azat edilmiş(cariye veya köle).
    azatlık * Azat olma durumu, serbestlik.
    * Azat edilme vakti gelmişolan (cariye, köle).
    azatsız * Azat edilemez.
    azca * Oldukça az.
    azdırılma * Azdırılmak işi.
    azdırılmak * Azmasına yol açmak.
    azdırma * Azdırmak işi.
    azdırmak * Azmasına sebep olmak.
    * Azgın duruma getirmek.
    * Şımartmak.
    * Kötü davranışveya alışkanlıklara sürüklemek, yoldan çıkarmak.
    azelya * Açalya.
    Azerbaycanlı * Azerbaycan halkından olan kimse.
    Azerî * Azerbaycan Cumhuriye’tinde ve güney Azerbaycan’da (İran’da) yaşayan Türk soylu halk veya bu halktan
    olan kimse.
    * Azerî halkına özgü olan, Azerî halkı ile ilgili (olan).
    Azerîce * Azerbaycan Türkçesi.
    azgın * Azmışolan.
    * (ten için) Çabuk iltihaplanan, yarasıhemen kapanmayan.
    * (çocuk için) Çok yaramaz.
    * Cinsel istekleri aşırı olan.
    azgınlaşma * Azgınlaşmak işi.
    azgınlaşmak * Azgın duruma gelmek.
    * Cinsel istekleri aşırılaşmak.
    azgınlık * Azgın olma durumu.
    azı * Köpek dişlerinden sonra içeriye doğru, alt ve üst çenenin iki yanında beşer tane bulunan ve yiyecekleri
    öğütmeye yarayan dişlerin ortak adı, azıdişi, öğütücü diş.
    * Öküz arabalarında ön ve arka yastıklarıdingile bağlayan ağaç çivi.
    azıçoğa saymak (veya tutmak) * verilen küçük bir armağanıçok ve değerli kabul etmek.
    azıdişi * Azı.
    azıcık * Çok az, biraz.
    * (süre ve miktar için) Az olarak, biraz.
    azıcık aşım kaygısız başım * derdim olmasın da başka bir şey istemem.
    azık * Yiyecek, besin, gıda.
    azıklı * Azığı olan.
    * Yoksullarıdoyuran.
    azıklık * Azık olarak ayrılan veya hazırlanan yiyecekler.
    * Azık koymaya yarayan kap veya torba.
    * Hemen yemek üzere, harman zamanından önce biçilip savrulan ekin.
    azılı * Gözü bir şeyden yılmayan, azgın.
    * Şiddetli, korkunç, çok etkili.
    azımsama * Azımsamak işi.
    azımsamak * Bir şeyin umulduğundan az olduğu yargısına varmak, daha fazlasını istemek, az görmek, az bulmak.
    azınlık * Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrıve ötekilerden sayıca az olanlar, ekalliyet, çoğunluk
    karşıtı.
    * Bir ülkede egemen ulusa göre ayrısoydan ve sayıca az olan topluluk, ekalliyet.
    azınlık hükûmeti * Mecliste çoğunluğu olmayan bir partinin kurduğu hükûmet.
    azınlıkta kalmak * bir toplulukta belli bir sorun üzerine oy verenler, karşıdüşünceye oy verenlerden daha az olmak.
    azışma * Azışmak işi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 116

    azışmak * Gittikçe kızışmak, şiddetlenmek.
    azıştırma * Azıştırmak işi.
    azıştırmak * Azışmasına yol açmak.
    azıtma * Azıtmak işi.
    azıtmak * Azgın duruma getirmek.
    * Çığırından çıkarmak.
    azil * Görevden alma.
    azim * Bir işteki engelleri yenme kararı.
    azimet * Gidiş.
    azimet etmek * gitmek, yola çıkmak.
    azimkârane * Kararlı.
    * Kararlılıkla, kararlı olarak.
    azimli * Kararında, tutumunda direnen, kararlı.
    azit * Azothidrik asit HN3 deki hidrojenin yerine bir kökün geçmesi ile türeyen birleşiklere verilen ad.
    aziz * Sevgide üstün tutulan, muazzez.
    * Ermiş, eren.
    azize * Ermişkadın.
    aziziye * Sultan Abdülaziz’in ve devlet adamlarının giydiği fes.
    azizlik * Aziz olma durumu.
    * Muziplik.
    azizlik etmek * muziplik etmek.
    azledilme * Azledilmek işi.
    azledilmek * Görevden alınmak.
    azletme * Azletmek işi.
    azletmek * Bir görevliyi işinden ayırıp açıkta bırakmak, görevden almak, çıkarmak.
    azlık * Az olma durumu.
    * Azınlık.
    azlolunma * Azlolunmak işi.
    azlolunmak * Görevinden alınmak, görevinden çıkarılmak.
    azma * Azmak işi.
    * İki ayrıırkın karışmasından doğan, kırma, melez, metis.
    azmak * Küçük su birikintisi, gölcük.
    * Bataklık.
    azmak * Taşkınlıkta ileri gitmek, kötülüğünü artırmak.
    * (deniz, ırmak vb. için) Kabarmak, taşmak.
    * (yara, hastalık vb. için) Etkili, tehlikeli duruma gelmek.
    * Cinsel duygularıartmak.
    * (çamaşır) Artık ağartılamaz duruma gelmek.
    * (hayvanlar için) İki ayrıırktan doğmak.
    azman * Çok gelişmiş.
    * Azma.
    * Kerestelik tomruk.
    azman kaya * Kaya balığının bir çeşidi.
    azmanlaşma * Azmanlaşmak işi.
    azmanlaşmak * İrileşmek, kocaman duruma gelmek.
    azmetme * Azmetmek işi.
    azmetmek * Bir işteki engelleri yenmeye karar vermişolmak.
    azmettirme * Azmettirmek işi.
    azmettirmek * Bir suçu veya herhangi bir işi kesinlikle yapmasına karar verdirmek.
    azmışkudurmuştan beterdir * “coşkun ve heyecana kapılmışkimseyi zaptetmek zordur” anlamında kullanılır.
    aznavur * Gürcüce, iri “yarı” “kırıcı” sinirli, asık yüzlü, sert kimse.
    aznavur gibi * zalimce davranan.
    aznif * Bir tür domino oyunu.
    azoik * İçinde fosil bulunmayan (toprak).
    * En eski jeolojik (sistem).
    azol * Heterosiklik birleşiklerin önemli bir sınıfına verilen ad.
    azonal * Yeryüzünün herhangi bir noktasında enleme bağlı olmaksızın meydana gelen olay.
    azot * Atom numarası7, atom ağırlığı14,008 olan, havada beşte dört oranında bulunan, rengi, kokusu, tadı
    olmayan element. KısaltmasıN.
    azotlama * Azotlamak işi.
    * Azotlu besin almayan bitki veya hayvanların dokularındaki serbest azotu tespit etme işi.
    azotlamak * Azotla karıştırmak veya birleştirmek.
    azotlanmış * Azotlama işlemi yapılmış.
    azotlu * İçinde azot bulunan.
    azotometre * Bir organik maddede bulunan azotun gaz hacmini ayarlamaya yarayan aygıt.
    azotölçer * Azotometre.
    Azrail * Tanrı buyruğu ile insanların canınıalmakla görevli olduğuna inanılan melek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 117

    Azrail’e bir can borcu olmak (veya kalmak) * nasıl olsa öleceğini kabul etmek.
    * hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçlarından kurtulmak.
    Azrail’in elinden kurtulmak * ölümden kurtulmak.
    Azrail’le burun buruna gelmek * ölümle karşıkarşıya gelmek.
    azvay * Sarısabır.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 104

    Avrupaî * Avrupalılara vergi, Avrupalılara benzer, Avrupalılar gibi.
    Avrupalı * Avrupa’da yaşayan, Avrupa halkından olan kimse.
    * Avrupa’ya özgü olan, Avrupa ile ilgili (olan).
    Avrupalılaşma * Avrupalılaşmak.
    Avrupalılaşmak * Avrupalıların düşünce, davranışve yaşantılarını benimsemek.
    Avrupalılık * Çağdaşolma, düşünce ve davranışta batıölçülerinde bulunma.
    Avşar * Bkz. Afşar.
    avuç * Elin iç tarafı.
    * Elin yarıyumulmuşdurumu.
    * Yarıyumulmuşelin alacağımiktar.
    avuç (veya el) açmak * dilenmek, para istemek, yardım istemek.
    avuç avuç * Her defasında bir avuç.
    * (para için) Bol bol, pek çok.
    * Avuçlayarak.
    avuç dolusu * (para için) Pek çok.
    avuç içi * Elin parmak dipleri ile bilek arasındaki iç bölümü.
    avuç içi kadar * pek küçük, dar (yer).
    avuçlama * Avuçlamak işi.
    avuçlamak * Avuçla kavramak, avuçla almak.
    avukat * Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını
    aramayı, korumayımeslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartlarıtaşıyan kimse.
    * Gerekmediği hâlde başkasının savunmasınıüstlenen kimse.
    avukat tutmak * adlî işlemleri gereğince yerine getirmek için bir avukata vekâletname verip onu görevli kılmak.
    avukatlık * Avukat mesleği.
    * Avukatın yaptığı iş.
    * Gereksiz, boşsavunma.
    avunç * Acının hafiflemesi veya unutulması, avuntu, teselli.
    avundurma * Avundurmak işi.
    avundurmak * Oyalanmasını sağlamak.
    * Acısınıhafifletmek, acısınıunutturmak, teselli etmek.
    avunma * Avunmak işi, teselli.
    avunmak * Bir şeyle uğraşarak acısınıunutmak, sıkıntılardan uzaklaşmak, teselli bulmak, müteselli olmak.
    * Oyalanmak; yetinmek.
    * (hayvan) Gebe kalmak.
    avuntu * İnsanıavutan şey, teselli.
    avurdu avurduna geçmek * çok zayıflamak.
    avurt * Yanağın ağız boşluğu hizasına gelen bölümü.
    avurt satmak (veya avurt zavurt etmek) * beceremeyeceği şeyleri becerebilecekmişgibi konuşmak.
    * korkutucu büyük sözler söylemek.
    avurt şişirmek * yanağın iç tarafındaki boşluğu su veya havayla doldurup şişkin duruma getirmek.
    avurt ünsüzü * Dil ucunun ön damağa veya art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses: Dil, bel, el, dal,
    bal, al kelimelerindeki l ünsüzü gibi.
    avurtlama * Avurtlamak işi.
    avurtlamak * Büyülenmek.
    * Çalım satmak, yüksekten atmak.
    avurtlarıçökmek (veya avurtları birbirine geçmek) * çok zayıfladığıyüzünden belli olmak.
    avurtlu * Çalım satan, yüksekten atan.
    Avustralya kara tavuğu * Serçegillerden, erkeğinin kuyruğu lir biçiminde ve çok süslü bir Avustralya kuşu (Maenura superba).
    Avustralyalı * Avustralya kökenli olan (kimse).
    Avusturyalı * Avusturya kökenli olan (kimse).
    avutma * Avutmak işi, teselli.
    avutmak * (bir kimsenin acısınıveya sıkıntısını) Yatıştırmak, teselli etmek.
    * Oyalamak.
    avutucu * Avutan, teselli eden.
    avutulma * Avutulmak işi.
    avutulmak * Avutmak işine konu olmak.
    Ay * Yer yuvarlağının uydusu olan gök cismi, kamer.
    * Yılın on iki bölümünden her biri.
    * Art arda gelen iki yeni ay arasında geçen süre.
    * Bir ayın herhangi bir gününden ertesi ayın aynı gününe kadar geçen veya yaklaşık 30 gün olarak kabul
    edilen süre.
    ay * Birdenbire duyulan acı, ağrıveya şaşırma, ürkme veya sevinç anlatır.
    -ay / -ey * İsimden isim türeten ek: kol-ay, düz-ey, gün-ey, yüz-ey vb.
    -ay / -ey, y * Fiilden isim ve sıfat türeten ek: ol-ay, dene-y, yapa-y vb.
    ay ağılı * Ayın aylası, hale.
    ay aydın, hesap belli * anlaşılmayacak bir şey yok, hesap ortada, açık.
    ay balığı * Ay balığı gillerden, 3 m boyunda, görünüşü balık başına benzeyen, kuyruk yüzgeci hilâl biçiminde olan,
    Akdeniz’de yaşayan bir balık türü, pervane balığı, kemer balığı(Mola mola).
    ay balığı giller * Kemikli balıklar takımının çengel çeneliler alt takımına giren bir familya.
    ay balta * Ağzıyarım daire biçiminde olan balta, teber.
    ay çekirdeği * Ay çiçeğinin tohumu.
    * Genellikle vakit geçirmek için içi yenen kuru yemişçeşidi.