ayıklık | * Ayık olma durumu. |
ayıkmak | * Ayılmak, kendine gelmek, uyanmak, aklı başına gelmek. |
ayıkulağı | * Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula). |
ayılık | * Kabalık, kaba davranış. |
ayılık etmek | * kaba davranmak. |
ayılıp bayılmak | * birini kendinden geçercesine sevmek. * aşırıölçüde sinir bunalımları geçirmek. |
ayılma | * Ayılmak işi. |
ayılmak | * Sarhoşluk, baygınlık gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek. * aklı başına gelip gerçeği görmek. |
ayıltı | * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, mahmurluk. |
ayıltma | * Ayıltmak işi. |
ayıltmak | * Ayılmasını sağlamak. |
-ayım / -eyim | * İstek kipi tekil 1. kişi eki: yaz-ayım, çiz-eyim, oku-y-ayım, bekle-y-eyim vb. |
ayın | * Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlıalfabesinde yirmi birinci harf. |
ayın on dördü | * Dolunay. |
ayın on dördü gibi | * yüzü çok güzel (kadın veya kız). |
ayınga | * Kaçak tütün, tütün. |
ayıngacı | * Tütün kaçakçısı. |
ayıngacılık | * Tütün kaçakçılığı. |
ayının kırk türküsü var, kırkıda Ahlat üstüne | * bir kimsenin hep aynışeyi veya hikâyeyi anlatmasıkarşısında söylenir. |
ayınlarıçatlatmak | * bu harfin gösterdiği Arapçaya özgü sesi gırtlakta boğumlamaya çalışmak. |
ayıp | * Toplumun ahlâk kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış. * Kusur, eksiklik. * Utanç veren. |
ayıp etmek (veya yapmak) | * yakışıksızca davranmak. |
ayıp yerler | * vücutta örtülü tutulması gereken yerler. |
ayıplama | * Ayıplamak işi, takbih. |
ayıplamak | * Kınamak, takbih etmek. |
ayıplanma | * Ayıplanmak işi. |
ayıplanmak | * Ayıplamak işine konu olmak. |
ayıplı | * Ayı bı, kusuru olan. |
ayıpsız | * Ayı bı, kusuru olmayan. |
ayıptır söylemesi | * “bunu söylemek size karşısaygısızlık olacak, ama söylemek zorundayım” anlamında özür dilemek için kullanılır. * övünmek gibi olmasın ama. |
ayıraç | * Cisimleri, birleşime veya ayrışıma uğratarak niteliklerini belirtmede kullanılan madde, miyar. |
ayıran | * Işığıyalın ögelerine ayırma özelliği olan. |
ayırıcı | * Ayırma özelliği veya gücü olan. |
ayırım | * Ayırmak işi. |
ayırım yapmak | * eşit davranışta bulunmamak, fark gözetmek. |
ayırım yaratmak | * farklılık çıkarmak, ikilik ortaya atmak. |
ayırımlama | * Ayırım yapmak işi. |
ayırımlamak | * Ayırım yapmak. |
ayırma | * Ayırmak işi. |
ayırmaç | * Bir şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, farika. |
ayırmak | * Bölmek. * Bir bütünden bir parçayıherhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak. * Bir yeri bir engelle bölmek. * Birbirinden uzaklaştırmak. * Nitelik değişikliğini anlamak. * Seçmek. * İki veya daha çok kimse arasındaki anlaşmayı, uzlaşmayı bozmak. * Farklıdavranmak, fark gözetmek. * (bir şey veya yeri) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, tahsis etmek. |
ayırt edilmek | * Ayırt etmek işine konu olmak. |
ayırt etmek | * Birkaç şeyi birbirinden ayıran niteliği anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek. |
ayırtı | * Aynıcinsten olan şeyler arasındaki ince fark, nüans. |
ayırtma | * Ayırtmak işi. |
ayırtmak | * Ayırmak işini yaptırmak. |
ayırtman | * Sınavlarda, soruların hazırlanmasından notların verilmesine kadar bütün değerlendirme çalışmalarına katılan görevli, mümeyyiz. |
ayırtmanlık | * Ayırtmanın görevi, mümeyyizlik. |
ayıt | * Mine çiçeğigillerden, Akdeniz çevresinde yetişen, mavi, beyaz veya menekşe renginde çiçekler açan, 1-2 m boyunda bir ağaççık, hayıt (Vitex agnus-castus). |
ayıya kaval çalmak | * anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 110
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 104
Avrupaî * Avrupalılara vergi, Avrupalılara benzer, Avrupalılar gibi. Avrupalı * Avrupa’da yaşayan, Avrupa halkından olan kimse.
* Avrupa’ya özgü olan, Avrupa ile ilgili (olan).Avrupalılaşma * Avrupalılaşmak. Avrupalılaşmak * Avrupalıların düşünce, davranışve yaşantılarını benimsemek. Avrupalılık * Çağdaşolma, düşünce ve davranışta batıölçülerinde bulunma. Avşar * Bkz. Afşar. avuç * Elin iç tarafı.
* Elin yarıyumulmuşdurumu.
* Yarıyumulmuşelin alacağımiktar.avuç (veya el) açmak * dilenmek, para istemek, yardım istemek. avuç avuç * Her defasında bir avuç.
* (para için) Bol bol, pek çok.
* Avuçlayarak.avuç dolusu * (para için) Pek çok. avuç içi * Elin parmak dipleri ile bilek arasındaki iç bölümü. avuç içi kadar * pek küçük, dar (yer). avuçlama * Avuçlamak işi. avuçlamak * Avuçla kavramak, avuçla almak. avukat * Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını
aramayı, korumayımeslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartlarıtaşıyan kimse.
* Gerekmediği hâlde başkasının savunmasınıüstlenen kimse.avukat tutmak * adlî işlemleri gereğince yerine getirmek için bir avukata vekâletname verip onu görevli kılmak. avukatlık * Avukat mesleği.
* Avukatın yaptığı iş.
* Gereksiz, boşsavunma.avunç * Acının hafiflemesi veya unutulması, avuntu, teselli. avundurma * Avundurmak işi. avundurmak * Oyalanmasını sağlamak.
* Acısınıhafifletmek, acısınıunutturmak, teselli etmek.avunma * Avunmak işi, teselli. avunmak * Bir şeyle uğraşarak acısınıunutmak, sıkıntılardan uzaklaşmak, teselli bulmak, müteselli olmak.
* Oyalanmak; yetinmek.
* (hayvan) Gebe kalmak.avuntu * İnsanıavutan şey, teselli. avurdu avurduna geçmek * çok zayıflamak. avurt * Yanağın ağız boşluğu hizasına gelen bölümü. avurt satmak (veya avurt zavurt etmek) * beceremeyeceği şeyleri becerebilecekmişgibi konuşmak.
* korkutucu büyük sözler söylemek.avurt şişirmek * yanağın iç tarafındaki boşluğu su veya havayla doldurup şişkin duruma getirmek. avurt ünsüzü * Dil ucunun ön damağa veya art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses: Dil, bel, el, dal,
bal, al kelimelerindeki l ünsüzü gibi.avurtlama * Avurtlamak işi. avurtlamak * Büyülenmek.
* Çalım satmak, yüksekten atmak.avurtlarıçökmek (veya avurtları birbirine geçmek) * çok zayıfladığıyüzünden belli olmak. avurtlu * Çalım satan, yüksekten atan. Avustralya kara tavuğu * Serçegillerden, erkeğinin kuyruğu lir biçiminde ve çok süslü bir Avustralya kuşu (Maenura superba). Avustralyalı * Avustralya kökenli olan (kimse). Avusturyalı * Avusturya kökenli olan (kimse). avutma * Avutmak işi, teselli. avutmak * (bir kimsenin acısınıveya sıkıntısını) Yatıştırmak, teselli etmek.
* Oyalamak.avutucu * Avutan, teselli eden. avutulma * Avutulmak işi. avutulmak * Avutmak işine konu olmak. Ay * Yer yuvarlağının uydusu olan gök cismi, kamer.
* Yılın on iki bölümünden her biri.
* Art arda gelen iki yeni ay arasında geçen süre.
* Bir ayın herhangi bir gününden ertesi ayın aynı gününe kadar geçen veya yaklaşık 30 gün olarak kabul
edilen süre.ay * Birdenbire duyulan acı, ağrıveya şaşırma, ürkme veya sevinç anlatır. -ay / -ey * İsimden isim türeten ek: kol-ay, düz-ey, gün-ey, yüz-ey vb. -ay / -ey, y * Fiilden isim ve sıfat türeten ek: ol-ay, dene-y, yapa-y vb. ay ağılı * Ayın aylası, hale. ay aydın, hesap belli * anlaşılmayacak bir şey yok, hesap ortada, açık. ay balığı * Ay balığı gillerden, 3 m boyunda, görünüşü balık başına benzeyen, kuyruk yüzgeci hilâl biçiminde olan,
Akdeniz’de yaşayan bir balık türü, pervane balığı, kemer balığı(Mola mola).ay balığı giller * Kemikli balıklar takımının çengel çeneliler alt takımına giren bir familya. ay balta * Ağzıyarım daire biçiminde olan balta, teber. ay çekirdeği * Ay çiçeğinin tohumu.
* Genellikle vakit geçirmek için içi yenen kuru yemişçeşidi. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 105
ay dede * (çocuk dilinde) Ay. ay dedeye misafir olmak * gece açıkta yatmak, geceyi açıkta geçirmek. ay dönümü * Aybaşı. ay evi * Ayla. ay gibi * Bkz. ay parçası. ay harmanlanmak * ayın çevresinde ayla oluşmak. ay ışığı * Ayın yeryüzüne verdiği ışık.
* Ayın dolunay durumundaki parlak durumu, mehtap.ay karanlığı * Bulutlar arkasında kalan ayın yaydığıhafif aydınlık. ay modülü * Gözlem araçlarını içinde taşıyan, ay araştırmaları için kullanılan ve ay yüzüne yumuşak inişyapan araç. ay örümceği * Ay modülü. ay parçası(gibi) * (kadın veya kız için) çok güzel. ay takvimi * Ayın gökyüzündeki görünen hareketine ve evrelerine göre düzenlenen takvim, kamer takvimi. Ay tutulması * Yer yuvarlağının Güneşile Ay arasına girmesiyle, Ay’ın yer yuvarlağı gölgesinde kalması, husuf. ay yıldız * Türk bayrağındaki ayça ve beş ışınlıyıldızdan oluşmuşsimge. ay yılı * Ayın on iki kez yeni aydan yeni aya gelmesi için geçen süre (354 gün 8 saat). aya * Elin parmak dipleriyle bilek arasındaki iç bölümü, avuç içi; ayak tabanı.
* Yaprakların düz ve parlak bölümü.ayağa düşmek * işe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışmak. ayağa fırlamak * hızla ayağa kalkmak. ayağa kaldırmak * telâşve heyecana düşürmek. ayağa kalkmak * ayaklarıüzerinde durmak, dikilmek.
* telâşlanmak, telâşa kapılmak, heyecanlanmak.
* (hasta) iyi olmak, iyileşmek.
* saygı göstermek için oturma durumundan ayak üzeri durumuna geçmek.ayağı(veya ayakları) dolaşmak * yürürken telâştan ayakları birbirine takılmak. ayağı(veya ayakları) suya ermek * bir gerçeği anlayarak aklı başına gelmek. ayağıalışmak (veya alışmamak) * bir yere sürekli gitmek (veya gitmemek). ayağıdüşmek * Bkz. yolu düşmek. ayağıdüze basmak * güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma girmek. ayağı ile (veya kendi ayağı ile) gelmek * kendi isteğiyle gelmek veya emek çekilmeden elde edilmek. ayağıuğurlu * geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kişi). ayağıüzengide * hemen yola çıkmak üzere olan. ayağıyerden kesilmek * ayağıyere değmez olmak.
* bir taşıta binip yaya yürümekten kurtulmak.ayağıyürüten baştır * halkın düzen içinde çalışmasını baştakiler sağlar. ayağına (veya ayaklarına) kapanmak * alçalırcasına yalvarmak.
* bağışlanmak için yalvarmak.ayağına (veya bacağına) geçirmek * aceleyle bir şeyi giymek. ayağına bağolmak * (biri) bulunduğu yerden ayrılmasına veya yaptığı işi sürdürmesine engel olmak. ayağına bağvurmak * önüne bir engel çıkarmak. ayağına çabuk * bir yere alışılandan daha kısa sürede gidip gelen. ayağına çağırmak * yanına gelmesini istemek. ayağına çelme takmak * biri yürürken ayaklarıarasına ayak uzatıp düşürmek.
* (birinin) işinde yükselmesine engel olmak.ayağına dolanmak (veya dolaşmak) * başkasına yapmayıtasarladığıkötülük kendi başına gelmek.
* işyapmakta olan birine engel olmak, yürümesine engel olmak.ayağına düşmek * çok yalvarmak. ayağına gelmek * alçak gönüllülük göstererek birinin yanına gelmek.
* emek çekilmeden elde edilmek.ayağına getirmek * sıra, saygı gözetmeksizin birinin yanına gelmesini sağlamak. ayağına gitmek * alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanına varmak. ayağına ip takmak * bir kimseyi çekiştirmek. ayağına kira istemek * gelmeye nazlanmak, gitmeye üşenmek. ayağına sıcak su mu, soğuk su mu dökelim? * ender gelen bir konuğa yarısitem, yarısevinçle söylenen söz. ayağına üşenmemek * hamarat olmak, ayak işlerini bıkmadan, yorulmadan yapmak. ayağında donu yok, fesleğen ister (veya takar) başına * yoksulluğuna bakmayarak süs ve gösterişyapmak ister. ayağını(veya ayaklarını) altına almak * tek bacağını(veya bacaklarını) kıvırıp üzerine oturmak. ayağını(veya ayaklarını) öpeyim * yalvarırım. ayağınıalamamak * ağrıveya uyuşma dolayısıyla ayağını oynatamamak.
* alışılan bir yere gitmekten kendini alamamak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 106
ayağını bağlamak * engel olmak. ayağını çekmek * sık sık gittiği bir yere artık uğramaz olmak, ilgiyi kesmek. ayağınıdenk almak * başkalarının kendisine yapması ihtimali bulunan kötülüklere karşıuyanık davranmak.
* dikkat.ayağınıdenk basmak * dikkatli ve uyanık davranmak. ayağını giymek * ayakkabısını giymek. ayağınıkaydırmak * bir yolunu bulup birini işinden veya görevinden uzaklaştırmak. ayağınıkesmek * bir yere gitmez olmak, uğramamak.
* başkasını bir yere artık uğramaz duruma getirmek.ayağınısürümek * verilen bir işi ağırdan almak.
* bir yerden uzaklaşmak üzere bulunmak.
* halk inanışına göre bir kimsenin gelmesi, ardından başkalarının da gelmesine yol açmak.
* ölmek üzere olmak.ayağınıtek almak * bir işte iyi düşünüp dikkatli davranmak. ayağınıvurmak * ayakkabıayağınıyara etmek. ayağınıyorganına göre uzatmak * giderini gelirine uydurmak. ayağının (veya ayaklar) altında * (yüksek bir yerden) geniş bir alanı görür durumda. ayağının (veya ayaklarının) altınıöpeyim * “pek çok yalvarırım” anlamında kullanılır. ayağının altına almak * tekme ile dövmek. ayağının altına karpuz kabuğu koymak * bir yolunu bulup bir kimseyi düzenle işinden uzaklaştırmak. ayağının bağınıçözmek * karısını boşamak.
* serbest davranmasınıengelleyen ilişkilere son vermek.ayağının bastığıyerde ot bitmez * uğradığıyere bereketsizlik, uğursuzluk getirir. ayağının pabucu olamamak * değerce ondan çok aşağı olmak. ayağının pabucunu başına giymek * dengi olmayan bir kimseyle evlenmek.
* değersiz bir kimseyi üstün bir yere geçirmek.ayağının tozu ile * yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden. ayağının tozunu silmeden * henüz yoldan gelmişken. ayağının türabı olmak * bir kimse başka bir kimseye kul gibi bağlanıp onun her emrini yerine getirmek. ayak * Bacakların bilekten aşağıda bulunan ve yere basan bölümü.
* Bacak.
* Birtakım şeylerin yerden yüksekçe durmasınısağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri.
* Vücudun belden aşağı bölümü.
* Büyük bir ırmağa karışan ikinci derecedeki akarsuların her biri.
* Göl ayağı.
* Yürüyüşün ağırlık veya çabukluk derecesi.
* Basamak.
* Halk edebiyatında uyak.
* Halk edebiyatında koşuklarda kısa yedekli dizelere verilen ad.
* Yarım arşın veya 30,5 cm uzunluğundaki ölçü birimi, kadem.
* 30,4 cm değerinde İngiliz uzunluk ölçüsü birimi, fut.
* (buzdolabıölçülerinde) İngiliz ölçüsü fut’un kübü alınarak hesaplanan değer.
* Bir doğrunun başka bir doğruyu veya bir düzlemi kestiği nokta.
* Aşağıdüzeyde, sıradan, bayağı.ayak atmak * girmek.
* ilk kez gitmek.ayak atmamak * bir yere hiç gitmemek, uğramamak. ayak ayak üstüne atmak * otururken bir bacağınıötekinin üstüne almak. ayak bağı * Bir yere veya bir işe gidilmesine engel olan şey. ayak basmak * bir yere varmak, ulaşmak.
* girmek, gelmek, uğramak.
* (bir yere veya mesleğe) girmek, bağlanmak.ayak basmamak * bir yere hiç uğramamak. ayak bileği * Baldır kemikleriyle tarak kemikleri arasında bulunan ve yedi kemikten oluşan ayağın arka bölümü. ayak çekmek * kandırmaya çalışmak, avutmak. ayak değiştirmek * talim yürüyüşünde kısa bir adım atmak yolu ile adımlarını başkalarınınkine uydurmak. ayak diremek * bir düşünceyi, bir davranışısonuna kadar sürdürmek, kendi tutumundan şaşmamak. ayak divanı * Olağanüstü durumlarda o anda bulunulan yerde padişahın katılmasıyla bir konuyu görüşmek ve karara
bağlamak için yapılan toplantı, ayakta toplanan meclis.
* Ayakta yapılan sohbet.ayak işi * Birtakım getir götür işleri. ayak izi * Herhangi bir zemin üzerinde ayağın bıraktığı iz. ayak keseri * Ayakta durarak ağaç yontmaya elverişli uzun saplıkeser. ayak kirası * Bir haber veya eşya getirene emeğine karşılık verilen para, ayak teri. ayak makinesi * Ayak yardımı ile işletilen makine. ayak oyunu * Hile. ayak satıcısı * Gezgin satıcı. ayak sürümek * verilen bir işi ağırdan almak.
* gönderilen yere isteği ile gitmemek.ayak takımı * Görgüsüzlükleri veya bilgisizlikleri dolayısıyla toplum içinde aşağıdurumda olan kişiler. ayak tarağı * Bkz. tarak. ayak tedavisi * Ayakta oluşan bir hastalığın veya rahatsızlığın tedavisi.
* Ayakta tedavi.ayak teri * Ayak parmaklarıarasından çıkan pis kokulu salgı.
* Hizmet için bir yere gönderilen kimseye verilen ücret, ayak kirası.ayak topu * Futbol. ayak tutmak * mani yarışmalarında karşısındakine uyması gereken uyağıvermek. ayak ucu * Yatanın veya yatılan bir yerin ayak uzatılan yönü, yeri.
* Ayak parmak uçlarının oluşturduğu dar dayanak yüzeyi.ayak uydurmak * yürüyüşte adım atışını başkalarınınkine uydurmak.
* kendi gidişve davranışını başkasınınkine benzetmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 107
ayak vermek * âşık atışmalarında dinleyicilerden biri uyak belirtmek. ayak yalın * Yalın ayak. ayak yapmak * birini aldatmak, kandırmak için dalavere çevirmek. ayakaltı * Gelip geçenlerin çok olduğu yer. ayakaltına almak * hakir görülmek, gözden çıkarılmak. ayakaltında bırakmak * ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak. ayakaltında dolaşmak * bir işe yaramadığıhâlde herkesin işine engel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak. ayakbastı * Bir yere dışarıdan gelen insan ve eşyadan alınan vergi, toprakbastı. ayakçak * Merdiven, merdiven basamağı.
* Dokuma tezgâhıayaklığı.
* Çocukların, cambazların ayaklarına takıp yürüdükleri çifte sırık.ayakçı * Ayak işlerinde kullanılan kimse.
* Bir işsüresince tutulan hizmetçi.
* Gezici satıcı, çerçi.ayakçın * Dokuma tezgâhlarında atkı ipliklerini hareket ettirmek için ayakla basılan tahta ayaklık. ayakkabı * Özellikle sokakta ayağıkorumak için giyilen ve altıkösele, lâstik gibi dayanıklımaddelerden yapılan ayak
giyeceği, pabuç.ayakkabıvurmak * (ayakkabı) ayağızedelemek, ayağırahatsız etmek. ayakkabıcı * Ayakkabıyapan veya satan kimse, pabuççu.
* Ayakkabısatılan yer.ayakkabıcılık * Ayakkabıcının işi, pabuççuluk. ayakkabılarını çevirmek * konuk ayakkabılarını gidişyönüne doğru düzgün biçimde sıralamak.
* bazıdavranışlarla konuğu gitmeye zorlamak.ayakkabılık * Ayakkabıkonulan yer, ayakkabıdolabı.
* Ayakkabıyapmaya elverişli olan (deri, kösele gibi şeyler).ayaklama * Ayaklamak işi. ayaklamak * Ayakla ölçmek. ayaklandırma * Ayaklandırmak işi. ayaklandırmak * Ayaklanmak işini yaptırmak. ayaklanma * Ayaklanmak işi.
* Birçok kimsenin cebir ve şiddet kullanarak devlet güçlerine karşı gelmesi, başkaldırma, isyan, kıyam.ayaklanmak * (çocuk için) Yürümeye başlamak.
* (hasta için) Yürüyebilir duruma gelmek.
* Ayağa kalkıp gitmeye davranmak.
* (birçok kimse) Cebir ve şiddet kullanarak devlet güçlerine karşı gelmek, başkaldırmak, isyan etmek.
* Uyanmak, uyanıp kalkmak.ayaklar altına almak * önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek. ayaklar baş, başlar ayak olmak * değersiz kimseler başa geçip, değerli kimseler ise en geride bırakılmak. ayaklarıdolaşmak * yürürken ayakları birbirine takılmak. ayakları geri geri gitmek * bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek. ayaklarıyere değmemek * çok sevinmek. ayaklarına (veya ayağına) kara su (veya sular) inmek * uzun süre ayakta kalmak veya yürümekten çok yorulmak. ayaklarınısürümek * güçlükle yürümek, ayağınısürümek. ayaklarınıyerden kesmek * bir taşıta binerek yürümekten kurtulmak. ayaklarının (veya ayağının) ucuna basmak * çok yavaş, sessiz, gürültü yapmamaya özen göstererek yürümek. ayaklı * Ayağı olan.
* Bir destekle yere dayanan.
* Ayakla işletilen.ayaklıcanavar * Çok hareketli, yaramaz, cin gibi çocuk. ayaklıkoşma * Halk şiirinde müstezat tarzında söylenen deyiş. ayaklıkütüphane * Pek çok konuda bilgisi olan, çok şey okumuşve öğrenmişolan, sorulan her soruya cevap verebilen kimse. ayaklımani * Cinaslıayaklarla söylenen bir mani türü. ayaklık * Ayakla işletilen makinelerde ayağın bastığıyer, pedal.
* Ayak basacak yer.
* Ayakçak.
* Taban.ayaksız * Ayağı olmayan. ayaksızlar * Omurgalıhayvanlarda amfibyumlar sınıfının en ilkel yapılıtürlerini içine alan bir takım. ayakta * Ayağa kalkmışdurumda.
* Telâşlı, heyecanlı.ayakta kalmak * oturacak yer bulamamak.
* yıkılmamak, çökmemek.
* değerini yitirmemek, önemini korumak.ayakta tedavi * hastanın yatağa yatırılması gerekli görülmeyerek kendisine ayakta yapılan tedavi. ayakta tutmak * oturtmak gerekirken oturtmamak.
* bozulmasına, yıkılmasına, çökmesine engel olmak.
* bir kuruluşun yaşamasını sağlamak.ayakta tutmak * o şeyin sürekliliğini sağlamak. ayakta uyumak * aşırıdalgın, şaşkın veya yorgun olmak. ayaktan * (kesim hayvanları için) canlı olarak. ayaktaş * Arkadaş, yoldaş; hempa. ayakucu * Yeryüzünde bir noktada çekülün gösterdiği doğrultudaki alt yön. ayaküstü * Oturmadan, ayakta durarak; kısa sürede.
* Acele olarak.
* Hazır yemek, festfut. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 108
ayaküzeri * Ayaküstü. ayakyolu * İnsanın besin artıklarıyla idrarını boşalttığıyer, abdesthane, helâ, kademhane, memişhane, kenef, tuvalet. ayal * Karı, eş. ayan * Belli, açık. âyan * İleri gelenler.
* Senato üyeleri.ayan beyan * Besbelli, apaçık, açık seçik. ayan olmak * belli olmak, bilinir olmak. ayandon * 18 Ocak’ta başlayan bir fırtına. ayar * Bir aygıtın gereken işi yapabilmesi durumu.
* Saatler için belli bir yere göre kabul edilmişolan ölçü.
* Altın, gümüşgibi madenlerden yapılmışşeylerin saflık derecesi.
* Bir işveya bir davranışta gereken ölçü.
* Değer derecesi.ayar etmek * (bir aygıtın) çalışmasınıdüzeltmek, düzenli işler duruma getirmek. ayarcı * Esnafın kullandığıölçü aletlerini denetleyen görevli. ayarı bozuk * Belli bir ayarı olmayan.
* Ahlâk, karakter veya aklıyerinde olmayan.ayarlama * Ayarlamak işi. ayarlamak * Bir ölçünün doğruluğunu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğrulamak.
* Bir aygıtı belli bir işyapabilecek duruma getirmek.
* İşleri birbiriyle çatışmayacak veya zamanında bitirecek biçimde düzenlemek.
* Kandırmak.ayarlanma * Ayarlanmak işi. ayarlanmak * Ayar edilmek, birbirine uygun duruma getirilmek. ayarlatma * Ayarlatmak işi. ayarlatmak * Ayar ettirmek. ayarlı * (saat ve makine için) Ayarlanmış, doğru çalışmasısağlanmış, düzeltilmiş, düzenli, doğru.
* (altın ve gümüşiçin) Belirli bir ayarı olan.ayarlıpense * Vida, cıvata ve musluk aksamınısıkıştırmak amacıyla kullanılan, ağız açıklığı ayarlanabilen özel alet. ayarsız * Ayarıyapılmamış, ayarı bozuk, düzensiz.
* Davranışlarıölçüsüz.
* (altın ve gümüşiçin) Belli bir ayarı olmayan.ayarsızlık * Ayarsız olma durumu.
* Ölçüsüzlük, düzensizlik.ayartı * Baştan çıkarma. ayartıcı * Baştan çıkaran, doğru yoldan saptıran, ayartan. ayartıcılık * Ayartıcının yaptığı iş. ayartılma * Ayartılmak işi. ayartılmak * Ayartmak işine konu olmak. ayartma * Ayartmak işi. ayartmak * Baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak.
* Kandırmak.
* Birini, çalıştığıyerden ayırıp başkasının yanında çalışmaya kandırmak.ayaz * Duru, sakin havada çıkan kuru soğuk.
* (hava ve gece için) Soğuk.ayaz kesmek * uzun süre soğukta kalıp üşümek. ayaz paşa kol geziyor * dışarıda çok soğuk var. ayaz vurmak * (sebze ve meyveler için) donmak. ayaza çekmek * kışın kuru soğuk artmak. ayazda kalmak * soğukta kalmak.
* boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.ayazlama * Ayazlamak işi. ayazlamak * (hava) Ayaza çevirmek.
* Ayazda kalıp üşümek.
* Boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.ayazlandırılma * Ayazlandırılmak durumu. ayazlandırılmak * Ayazlanmasısağlanmak. ayazlandırılmışrakı * Halk inanışına göre sıtma tedavisinde kullanılmak üzere rakının açılarak balkonda veya dışarıda bekletilmiş
hâli.ayazlandırma * Ayazlandırmak durumu. ayazlandırmak * Ayazlanmasını sağlamak. ayazlanma * Ayazlanmak işi. ayazlanmak * Ayazda bırakılıp soğumak. ayazlatma * Ayazlatmak işi. ayazlatmak * Soğukta bekletmek.
* Ayazda soğutmak.ayazlık * Evlerde serinlemek için kullanılan önü açık yer, tahtaboş, balkon, taraça. ayazma * Rumların kutsal saydıklarıkaynak veya pınar. aybaşı * Ayın ilk günü, ay dönümü.
* Ayın ilk günü.aybaşı olmak * (kadının) ayda bir döl yatağından kan gelmek, âdet görmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 93
astar sürmek (veya vurmak, çekmek) * astar boyası ile boyamak. astarıyüzünden pahalı olmak * bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, masraflı olmak. astarlama * Astarlamak işi. astarlamak * Astar geçirmek.
* Boyacılıkta, astar vurmak, astar sürmek.astarlanma * Astarlanmak işi. astarlanmak * Astar geçirilmek. astarlatma * Astarlatmak işi. astarlatmak * Astar yaptırmak veya geçirtmek. astarlı * Astar geçirilmiş, astarlanmış. astarlızarf * İç yüzüne ince bir kâğıt geçirilmişzarf. astarlık * Astar olmaya elverişli (kumaşvb.). astarya * Bir gemiye yükleme veya boşaltma için tanınan süre. astasım * Öncüllerinden biri önceki tasımın vargısıdurumunda olan bir ek tasım. astat * Atom numarası85 olan, bizmutun alfa ışınlarıyla bombardımanısonucu elde edilen yapay element.
KısaltmasıAt.astatin * Astat. asteğmen * Orduda en küçük rütbeli subay. asteğmenlik * Asteğmen rütbesi veya asteğmenin görevi. astığı astık, kestiği kestik * acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimseler için kullanılır. astım * Bronşların daralmasından ileri gelen nefes darlığı. astımlı * Astımı olan, astım hastalığına tutulmuşolan. astırma * Astırmak işi. astırmak * Asmak işini yaptırmak. astigmat * Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş(göz). astigmatizm * Gözün saydam tabakasında meridyenlerin eşitsizliği yüzünden net görememe durumu. astragan * Karakul kuzusunun kıvırcık ve parlak postu.
* Bu posttan yapılmışolan.astrofizik * Gök fiziği. astrolog * Yıldız falıyla uğraşan kimse, müneccim. astroloji * Yıldız falcılığı, müneccimlik. astronom * Astronomi bilgini, gök bilimci. astronomi * Gök bilimi, felekiyat. astronomik * Gök bilimiyle ilgili olan.
* Aşırıçok yüksek.astronomik fiyat * Çok yüksek fiyat. astronomik rakam * İnsana şaşkınlık verecek derecede büyük rakam. astronot * Uzay adamı. astronotluk * Uzay adamı olma durumu veya uzay adamının görevi. astropikal * Tropikal bölgelere yakın, fakat daha yüksek bir enlemde olan. astsubay * SilâhlıKuvvetler yasasına göre astsubay okullarında yetişerek SilâhlıKuvvetlere katılan astsubay çavuştan
astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbesi olan asker.astsubay başçavuş * Astsubaylığın beşinci basamağı. astsubay çavuş * Astsubaylığın ilk basamağı. astsubay kıdemli başçavuş * Astsubaylığın altıncıve son basamağı. astsubay kıdemli çavuş * Astsubaylığın ikinci basamağı. astsubay kıdemli üstçavuş * Astsubaylığın dördüncü basamağı. astsubay üstçavuş * Astsubaylığın üçüncü basamağı. astsubaylık * Astsubay olma durumu veya astsubayın görevi. asude * Sessiz, rahat, sakin. asudelik * Huzur içinde olma, mutluluk. asuman * Gök, gökyüzü. Asurca * Samî dilleri ailesine giren ve Milâttan önceki dönemlerde Ön Asya’da kullanılmışolan ölü bir dil. Asyalı * Asya’da yaşayan kimse.
* Asya’ya özgü olan, Asya ile ilgili (olan).Asyalılık * Asyalı olma durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 94
aş * Pişirilerek hazırlanan yemek. aşdamı * Bazı bölgelerde yemek pişirilen yer, mutfak. aşerme * Aşermek durumu. aşermek * hamilelikte bazıyiyeceklere karşıaşırıdüşkünlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek. aşevi * Para ile yemek yenilen yer, aşçı, lokanta.
* Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
* Düğün ve benzeri toplantılarda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanılan
yer.
* Tekkelerde yemek pişirilen yer.aşocağı * Yemek pişirilip yoksullara dağıtılan yer. aştaşınca kepçeye paha olmaz * sıkışık zamanlarda önemsiz şeylerin değeri çoktur. aşyermek * Bkz. aşermek. aşağı * Bir şeyin alt bölümü.
* Bir yere göre daha alçak yerde bulunan.
* Eğimli bir yerin daha alçak olan yeri.
* Niteliği düşük, kötü, adî.
* Bayağı, adî.
* Daha küçük, daha az; değer yönünden daha az.
* Aşağıya, yere doğru.aşağı(falan) yukarı * bir kimsenin adının dilden düşürmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatır.
* bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılır.aşağıalmak * devirmek, yıkmak. aşağı bitkiler * Su yosunları, mantarlar ve kara yosunları gibi su dışında fazla boy atmayan damarsız bitkiler. aşağıdüşmek * düzeyi, miktarı, niteliği alçalmak. aşağı görmek * küçük görmek, beğenmemek, hor görmek. aşağıkalır yeri (veya yanı) yok * nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan. aşağıkalmamak * herhangi bir nitelik bakımından ondan geri olmamak. aşağıkurtarmaz * bundan daha ucuza olmaz.
* daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez.aşağımahalle * Yüksek bir yerleşim bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleşim bölgesi.
* Genel ev.aşağıtükürsem sakalım, yukarıtükürsem bıyığım * iki karşıt ve aynıderecede sakıncalıdurum karşısında karar verme zorluğunu anlatır. aşağıyukarı * Tama yakın, yaklaşık olarak. aşağıyukarı(yürümek) * bir baştan bir başa (yürümek). aşağıdan almak * sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak. aşağılama * Aşağılamak işi. aşağılamak * Değerinden düşük göstermek.
* Küçültücü davranışlarda bulunmak, hor görmek.aşağılanma * Aşağılanmak durumu. aşağılanmak * Aşağıduruma düşürülmek. aşağılaşma * Aşağıduruma düşme, mezellet. aşağılaşmak * Aşağılık duruma düşmek. aşağılatma * Aşağılatmak işi. aşağılatmak * Aşağılamak işine uğratmak, tenzil etmek. aşağılıyukarılı * Aşağısıve yukarısı olan; aşağısıyukarısı birlikte. aşağılık * Aşağı olma durumu, adilik.
* Niteliği düşük, adî.aşağılık duygusu * Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğini yetersiz ve küçük görmesi. aşağılık kompleksi * Kendini olduğundan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu. aşağısama * Aşağısamak işi. aşağısamak * Bir kimseyi veya bir şeyi aşağılık ve değersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek. aşağısı * Aşağıtaraftaki. aşama * Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye.
* Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.aşama sırası * Önem ve değer bakımından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi.
* Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değişik önem sıralarıarasında katıve kesin bir biçimde
dağıldığıtoplumsal teşkilâtlanış biçimi, hiyerarşi.aşamalı * Aşaması olan, kademeli. aşar * Ondalık.
* Tarım ürünlerinden alınan onda bir nisbetindeki vergiler.aşarî * Ondalık. aşçı * Yemek pişiren kimse, ahçı.
* Yemek pişirip satan kimse.
* Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.aşçı baltası * Kemikli et kesmeye yarar küçük balta. aşçı başı * Birkaç aşçının birlikte çalıştığıyerde bulunanların başı.
* Bir lokanta veya evde yemek pişirmekle görevli kimse.aşçı başılık * Aşçı başı olma durumu, aşçı başının görevi. aşçılık * Aşçı olma durumu veya aşçının görevi.
* Yemek pişirme zanaatıveya bilgisi.aşerat * Onluklar. aşhane * Aşevi.
* Mutfak.aşı * Organizmada belli birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın
mikrobuyla hazırlanmışeriyik.
* Bir ağacın dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanın daha iyi bir türünden alınan dal, göz, tomurcuk gibi
parçalarıkaynaştırma işi veya böylece eklenen parça.
* Bu eriyiğin uygulanması.
* Aşılı(kimse veya bitki). -
Türkçe Sözlük A Sayfa 95
aşı boyalı * Aşı boyasırenginde boyanmış. aşı boyası * İçine karışan demir hidroksit miktarına göre pas sarısı, kızıl veya koyu esmer renk almışgevrek kil.
* Koyuca kırmızı, kiremit rengi.aşıkâğıdı * Aşı olanlara verilen resmî belge. aşı olmak * aşıyapılmak. aşıtaşı * Taşdurumundaki aşı boyası. aşıvurmak * bağışıklık veya tedavi amacıyla vücuda aşıvermek, aşıyapmak. aşıcı * Aşıyapan kimse. aşıcılık * Aşıcının yaptığı iş. âşığa Bağdad sorulmaz * bir şeye çok istekli olan kimsenin, o şeyi elde etmedeki zorluklarıhiçe saydığınıanlatır. aşığıcuk oturmak * işi çok olumlu bir biçim almak. âşığıkesilmek * tutku hâline getirmek. âşığın gözü kördür * kendisini aşka kaptıran kimse, sevgilisinin kusurlarını görmediği gibi, çevresinde olup bitenlerle de
ilgilenmez.aşık * Baldır kemiği ile eklemleşerek bileğin belli başlı oynak merkezini oluşturan, ayak bileğinde bulunan küçük
kemiklerden biri.
* Yapıçatılarında, uzun mertek, aşırma.âşık * Bir kimseye veya bir şeye karşıaşırısevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun (kimse).
* Halk içinde yetişen, deyişlerini sazla söyleyen, sözlü şiir geleneğine bağlıhalk şairi.
* Sevişen bir çiftten kadına oranla genellikle erkeğe verilen ad.
* Dalgın, kalender (kimse).
* Ahbap, arkadaşgibi bir seslenme.aşık atmak * yarışetmek, yarışmak. aşık atmak (veya aşık oynamak) * aşık kemiğiyle oyun oynamak. aşık kemiği * Aşık. âşık olmak * sevmek, tutulmak. âşıkane * Âşığa yaraşır biçimde (olan). âşıklık * Âşık olanın durumu. âşıklısı * çok seveni, düşkünü. âşıktaş * Birbirleriyle sevişen erkek ve kadından her biri. âşıktaşlık * Karşılıklısevişme, muaşaka. âşıktaşlık etmek * karşılıklısevişmek. aşılama * Aşılamak işi.
* Yeni aşılanmışağaç.
* Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katma.
* Bu yolla elde edilmiş.
* Bitkilerin aşıyoluyla üretilmesi, ilkah.
* Aşılanmış(ağaç).aşılamak * Organizmada bağışıklık yaratmak veya yerleşmiş bir hastalığa karşıkoyabilmek için hazırlanmış bir aşıyı
vücuda vermek, aşıyapmak.
* Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağacın bir parçasınıanaç üzerine kaynaştırarak üretmek.
* Başkasına hastalık geçirmek.
* Birtakım düşünce veya duyguları başkasına benimsetmek, telkin etmek, etkilemek.
* Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katmak.aşılanma * Aşılanmak işi. aşılanmak * Aşılamak işine konu olmak. aşılatma * Aşılatmak işi. aşılatmak * Aşılamak işini yaptırmak. aşılı * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmışolan (kimse).
* Kendisine aşıyapılmış(bitki).aşılma * Aşılmak durumu. aşılmak * Aşmak işine konu olmak. aşım * Erkek hayvanın dişisiyle çiftleşmesi. aşındırma * Aşındırmak işi. aşındırmak * Aşınmak işine uğratmak.
* Dokunduğu cisimleri eriterek aşınmasına yol açmak.
* (bir yere) Pek çok gidip gelmek.aşınım * Aşınmak işi.
* Erozyon.aşınma * Aşınmak işi.
* Yer kabuğunu oluşturan kayaçların, başta akarsular olmak üzere türlü dışetmenlerle yıpratılıp, yerinden
koparılmalarıveya eritilmeleri, itikal, erozyon.aşınmak * Birbirine sürtünerek incelmek.
* Eskimek, yıpranmak.
* Çıkıntılarısilinmek, düzleşmek.aşıntı * Aşınmışyer. aşır * On sayısı.
* Bir dinî tören sırasında veya cemaatle namaz kılındıktan sonra Kur’an’dan okunan on ayetlik bölüm.aşıramento * Çalma, aşırma. aşırı * Alışılan veya dayanılabilen dereceden çok daha fazla, taşkın.
* Bir şeye gereğinden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit.
* Bir şeyin gereğinden çok olanı.
* Ötede, ötesinde.
* Gereğinden fazla, çok.aşırı bellem * Belleme yetisinin olağanüstü bir durumda gelişmişolması. aşırı besi * Olağanüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme. aşırıdoyma * Belli sıcaklıktaki bir sıvı içinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sıcaklığın düşmesine karşın bir sınıra
kadar erimişolarak kalmasıdurumu.aşırıduyu * Herhangi bir duyu organıyla ve özellikle dokunma duyusuyla sağlanan her tür uyarana karşı olağan dışı bir
duyarlık gösterme durumu.aşırıerime * Erime noktasından daha aşağı bir ısıderecesine düşmesine rağmen birtakım şartlar altında bir sıvının
katılaşmamasıdurumu.aşırı gitmek * ölçüyü kaçırmak, usandırmak. aşırıtaşırı * Çok aşırı, fazla miktarda. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 96
aşırıuç * Politika alanında sağveya sol görüşlerin en ateşli ve yıkıcıkanadı. aşırıcılık * Beklenenin üstünde aşırıdavranma eğilimi. aşırılık * Aşırı olma durumu. aşırılma * Aşırılmak işi. aşırılmak * Aşırmak işine konu olmak. aşırıntı * Aşırılmışolan (şey). aşırma * Aşırmak işi.
* Başkalarının yazılarından bölümler, mısralar alıp kendininmişgibi gösterme veya başkalarının konularını
benimseyip değişik biçimde anlatma, intihal.
* Aşırılmış.
* Yapıçatılarında uzun mertek, aşık.
* Küçük kazan, kova, bakraç.aşırma kayış * Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağa geçirilen kuşak biçimindeki kayışçember. aşırmacılık * Başkasına ait olan bir şeyi izinsiz alma.
* Bir yazarın başka bir yazarın eserinden konu veya biçim alması.aşırmak * Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanına geçirmek.
* Çalıp götürmek.
* Tehlike içinde bulunan bir şeyi acele kaçırmak.
* Başkasının eserinden parçalar alıp kendininmişgibi göstermek.aşırmasyon * Çalma, aşırma. aşırtı * Aşırma işi. aşırtma * Aşırtmak işi. aşırtmak * Aşırmak işini yaptırmak.
* Aşırmak.aşısız * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmamışolan (kimse).
* Kendisine aşıyapılmamış(bitki).aşıt * Siper, kuytu yer.
* Aşılacak yer.
* Dağgeçidi.aşikâr * Açık, apaçık, belli, meydanda olan. aşikâr etmek * açıklamak, belli etmek. aşikâr olmak * belli olmak, ortaya çıkmak, belirginleşmek. aşikâre * Açıkça, belli ederek, saklamadan. aşina * Bildik, dost, arkadaş, tanıdık.
* Bilinen, tanıdık olan.aşinalık * Birbirini bilme, tanıma, tanışıklık.
* Tanışıklığı gösterir davranış.aşinalık göstermek * ilgilenmek, tanıdığını belli etmek. aşiret * Oymak. aşiyan * Kuşyuvası.
* Ev, oturulan yer, mesken.aşk * Aşırısevgi ve bağlılık duygusu, sevi. aşk etmek * hızla vurmak. aşk olmayınca meşk olmaz * güçlü bir istek olmayınca hiçbir şey elde edilemez. aşk olsun * “Aferin” sözünden daha güçlü olarak bir davranışın, bir tutumun çok beğenildiğini bildirir.
* Beğenilmeyecek bir davranış, bir tutum karşısında kınama, sitem bildirir.
* Dervişler arasında selâm sözü olarak kullanılır.aşk yapmak * cinsel ilişkide bulunmak, sevişmek. aşka düşmek * âşık olmak. aşka gelmek * bir şeyi yapmak için büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek. aşkın * Belli bir süreyi aşmış, ötesine geçmiş.
* Benzerlerinden üstün.
* Çok, fazla.aşkıncılık * Birey ve evrenseli birleştirmeye çalışan ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi. aşlama * Bkz. Aşılama. aşlamak * Bkz. Aşılamak. aşlık * Aşyapmak için hazırlanan ve saklanan şeyler.
* Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday.
* Sırası gelince kullanılmak için saklanan yemeklik şeyler, zahire.aşma * Aşmak işi. aşmak * Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek.
* (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek.
* (erkek hayvan) Dişisiyle çiftleşmek.
* Görünmeden kaçmak.aşna * Aşina. aşna fişne * Gizli dost.
* Gizli dostluk.aşoz * Ahşap gemilerin omurgalarının uzunluğunca ve iki yanında borda kaplamalarının en dar yüzünü
yerleştirmek için açılan keskin, sivri köşeli yuva.aştırma * Aştırmak işi. aştırmak * Aşmak işini yaptırmak. aşure * Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemişleri şekerle kaynatarak yapılan bir tür tatlı. aşure ayı * Muharrem ayı. aşure günü * Aşurenin pişirildiği Muharrem ayının onuncu günü. aşurelik * Aşure yapmada kullanılan.
* Aşure dağıtmaya yarayan süslü kap.aşüfte * Oynak, açık saçık kadın, kokot. aşüftelik * Aşüfte olma durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 97
At * Astatin’in kısaltması. at * Atgillerden, binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan memeli hayvan.
* Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş.-at * İsimden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş-at, gelir-at vb. at anası * Bkz. atlar anası. at başı(beraber) gitmek * eşit durumda olmak. at binenin (veya iş bilenin), kılıç kuşananın * her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır. at binicisine göre kişner * insanların, başlarında bulunan kişinin etkisi altında kalarak, onun tutumuna göre davrandıklarınıanlatır. at cambazı * At alıp satan kimse.
* Sirklerde veya eğlence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse.at çalındıktan sonra ahırın kapısınıkapamak * işişten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak. at çevirmek * geri döndürmek. at donu * Atın tüyünün rengi. at gibi * vücudu iri yarı olan (kadın). at gözlüğü * Atların koşum takımında, göz hizasında bulunan korumalık.
* Çevresinde olup bitenleri iyi algılayamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.at hırsızı gibi * kılık kıyafeti ve tutumu güven vermeyen (adam). at izi it izine karışmak * iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak. at kestanesi * At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı, çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus
hippocastanum).
* Bu ağacın kestaneye benzeyen yemişi.at kestanesigiller * İki çeneklilerden, örneği at kestanesi olan bir bitki familyası. at koşturacak kadar * pek geniş. at koşturmak * çok geniş, alabildiğine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak. at meydanı * at koşularının yapıldığımeydan. at meydanı * At veya at arabalarıkoşularının yapıldığıyer. at nalıkadar * (nişan, madalya, elmas, plâka gibi göğse takılan şeyler için) pek büyük. at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz) * gerekli şartlar her zaman bir arada bulunmaz. at oynatmak * atla hüner göstermek.
* yarışmak.
* bildiği ve istediği gibi davranmak.at pazarında eşek osurtmuyoruz! * söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü. at sineği * Çift kanatlılardan, uzunluğu 8 mm kadar olan, kanatları büyük ve küt, at, sığır ve domuzların bacak ve
kuyruk aralarında yaşayan, eklem bacaklı bir sinek türü (Hippobosca equina).at var, meydan yok * yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok. ata * Baba.
* Dedelerden ve büyük babalardan her biri.ata et, ite ot vermek * bir işi ters yapmak. atabek * Bkz. atabey. atabey * Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda şehzadelerin eğitimi veya bağımsız olarak bir eyaletin
yönetimi ile görevli vezir.atacılık * Uzaklarda bulunan ve birçok kuşaktan beri görünmeyen birtakım özelliklerin yeni bir kuşakta birden
ortaya çıkması, ataya çekme, atavizm.atadan babadan görmek * gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak. ataerki * Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederşahîlik. ataerkil * Ataerki temeline dayanan, pederşahî, patriarkal. atak * Düşüncesizce her işe atılan, cür’etkâr.
* Geveze, yalancı.atak * Atılım, akın.
* Saldırı, saldırış, hücum, hamle.atak yapmak * akın yapmak, atılım yapmak. ataklık * Atak olanın durumu veya atakça iş, davranış, cür’et. atalet * Tembellik.
* İşsizlik, işsiz kalma, işlemezlik.atalık * Ataya yakışır davranış, babalık. atama * Atamak işi, tayin. atamak * Birini bir göreve getirmek, tayin etmek. ataman * Eskiden Rus Kazakların baş buğuna verilen unvan. atanma * Bir göreve getirilme, tayin edilme. atanma yapmak * tayin etmek. atanmak * Bir göreve getirilmek, tayin edilmek. ataraksiya * Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği, acıya olduğu kadar kıvanca karşıda ilgisizlik. atardamar * Kalbin sağkarıncığından akciğerlere, sol karıncığından vücudun diğer bölümlerine kan taşıyan damar,
şiryan.atari * Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmiş bir oyun türü. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 98
atarkanal * Spermayı idrar yoluna salan iki kanal. atasözü * Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbımesel: Ayağınıyorganına
göre uzat. Atsan atılmaz, satsan satılmaz vb.ataş * Tutacak. ataşe * Bir elçiliğe bağlıuzman, elçilik uzmanı. ataşelik * Ataşe olma durumu veya makamı.
* Ataşenin görev yaptığıyer.Atatürkçü * Atatürkçülük yanlısı olan (kimse), Kemalist. Atatürkçülük * Atatürk’ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan; Türk Devleti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî
egemenliği, kişi özgürlüğünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe
yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
* Bu ilkeye bağlılık.atavik * Atacılıkla ilgili. atavizm * Atacılık. atbalığı * Su aygırı. atçı * Soy at yetiştiricisi. atçılık * Soy at yetiştiriciliğinde yapılan at koşuları, at sergileri gibi çalışmalar. ate * Ateist. atefleksiyon * Döl yatağının biçiminin bozulması. ateh * Bunama, bunaklık, ihtiyarlık yüzünden alık duruma gelme. ateh getirmek * bunamak. ateist * Tanrıtanımaz. ateizm * Tanrıtanımazlık. atelye * Bkz. atölye. aterina * Gümüş balığı. ateş * Yanıcıcisimlerin tutuşmasıyla beliren ısıve ışık, od.
* Tutuşmuşolan cisim.
* Isıtma veya pişirme için kullanılan yer veya araç.
* Patlayıcısilâhların atılması.
* Vücut ısısı.
* Coşkunluk.
* Tehlike, felâket.
* Büyük üzüntü, acı.
* Kırmızı, alev renginde olan.
* Öfke, hırs, hınç.ateşaçmak * ateşli silâhla mermi atmaya başlamak. ateşalmak * yanmak, tutuşmak.
* (ateşli silâh) patlamak.
* telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak, acele davranmak, acele etmek.ateşalmaya mı geldin? * uğradığıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir. ateş bacayı(veya saçağı) sarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak. ateş balığı * Sardalye. ateş basmak * kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek. ateş böceği * Kın kanatlılardan, karanlıkta ışıldama özelliği olan böcek (Lampyris noctiluca). ateş böcekleri * Kın kanatlılardan, örneği ateş böceği olan böcekler takımı. ateşçıkmak * Bkz. yangın çıkmak. ateşçiçeği * Ballı babagillerden, ateşkırmızısırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens). ateşdüştüğü yeri yakar * bir acıyı onu çekenden başkasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez. ateşetmek * ateşli silâhlarla mermi atmak. ateşgecesi * Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateşin üstünden
atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.ateşgemisi * Eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcımaddelerle dolu gemi. ateşgibi * çok sıcak.
* zeki, çalışkan ve becerikli.
* kıpkırmızı.ateşgibi yanmak * ateşi yükselmek. ateşhattı * Savaşta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat. ateşkayığı * Ateş balığı avlamak için kullanılan ve içinde ateşyakılan kayık.
* Yangın söndürmede kullanılan tulumbayıtaşımak için kullanılan büyük ve genişkayık.ateşkesilmek * çok kızgın davranışlarda bulunmak, ateşpüskürmek.
* (sonradan) çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.ateşkesmek * ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek. ateşkırmızısı * Yanan ateşin rengi. ateşolmayan yerden duman çıkmaz * küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatır. ateşolsa cirmi kadar yer yakar * hasmın pek önemsenmediğini anlatır. ateşpahası * Çok pahalı. ateşparçası * Ateşin bir bölümü.
* Çok canlı, hareketli, becerikli, çalışkan.
* Çok yaramaz (çocuk).ateşpüskürmek * şiddetli, öfkeli konuşmak.
* çok öfkeli olmak.ateşsaçmak * çok kızmak, çok öfkelenmek. ateştuğlası * Ocak, soba gibi yerlerde kullanılan, ateşe dayanıklıtuğla. ateşvermek * tutuşturmak.