Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 110

    ayıklık * Ayık olma durumu.
    ayıkmak * Ayılmak, kendine gelmek, uyanmak, aklı başına gelmek.
    ayıkulağı * Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula).
    ayılık * Kabalık, kaba davranış.
    ayılık etmek * kaba davranmak.
    ayılıp bayılmak * birini kendinden geçercesine sevmek.
    * aşırıölçüde sinir bunalımları geçirmek.
    ayılma * Ayılmak işi.
    ayılmak * Sarhoşluk, baygınlık gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek.
    * aklı başına gelip gerçeği görmek.
    ayıltı * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, mahmurluk.
    ayıltma * Ayıltmak işi.
    ayıltmak * Ayılmasını sağlamak.
    -ayım / -eyim * İstek kipi tekil 1. kişi eki: yaz-ayım, çiz-eyim, oku-y-ayım, bekle-y-eyim vb.
    ayın * Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlıalfabesinde yirmi birinci harf.
    ayın on dördü * Dolunay.
    ayın on dördü gibi * yüzü çok güzel (kadın veya kız).
    ayınga * Kaçak tütün, tütün.
    ayıngacı * Tütün kaçakçısı.
    ayıngacılık * Tütün kaçakçılığı.
    ayının kırk türküsü var, kırkıda Ahlat üstüne * bir kimsenin hep aynışeyi veya hikâyeyi anlatmasıkarşısında söylenir.
    ayınlarıçatlatmak * bu harfin gösterdiği Arapçaya özgü sesi gırtlakta boğumlamaya çalışmak.
    ayıp * Toplumun ahlâk kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış.
    * Kusur, eksiklik.
    * Utanç veren.
    ayıp etmek (veya yapmak) * yakışıksızca davranmak.
    ayıp yerler * vücutta örtülü tutulması gereken yerler.
    ayıplama * Ayıplamak işi, takbih.
    ayıplamak * Kınamak, takbih etmek.
    ayıplanma * Ayıplanmak işi.
    ayıplanmak * Ayıplamak işine konu olmak.
    ayıplı * Ayı bı, kusuru olan.
    ayıpsız * Ayı bı, kusuru olmayan.
    ayıptır söylemesi * “bunu söylemek size karşısaygısızlık olacak, ama söylemek zorundayım” anlamında özür dilemek için
    kullanılır.
    * övünmek gibi olmasın ama.
    ayıraç * Cisimleri, birleşime veya ayrışıma uğratarak niteliklerini belirtmede kullanılan madde, miyar.
    ayıran * Işığıyalın ögelerine ayırma özelliği olan.
    ayırıcı * Ayırma özelliği veya gücü olan.
    ayırım * Ayırmak işi.
    ayırım yapmak * eşit davranışta bulunmamak, fark gözetmek.
    ayırım yaratmak * farklılık çıkarmak, ikilik ortaya atmak.
    ayırımlama * Ayırım yapmak işi.
    ayırımlamak * Ayırım yapmak.
    ayırma * Ayırmak işi.
    ayırmaç * Bir şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, farika.
    ayırmak * Bölmek.
    * Bir bütünden bir parçayıherhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak.
    * Bir yeri bir engelle bölmek.
    * Birbirinden uzaklaştırmak.
    * Nitelik değişikliğini anlamak.
    * Seçmek.
    * İki veya daha çok kimse arasındaki anlaşmayı, uzlaşmayı bozmak.
    * Farklıdavranmak, fark gözetmek.
    * (bir şey veya yeri) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, tahsis etmek.
    ayırt edilmek * Ayırt etmek işine konu olmak.
    ayırt etmek * Birkaç şeyi birbirinden ayıran niteliği anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek.
    ayırtı * Aynıcinsten olan şeyler arasındaki ince fark, nüans.
    ayırtma * Ayırtmak işi.
    ayırtmak * Ayırmak işini yaptırmak.
    ayırtman * Sınavlarda, soruların hazırlanmasından notların verilmesine kadar bütün değerlendirme çalışmalarına
    katılan görevli, mümeyyiz.
    ayırtmanlık * Ayırtmanın görevi, mümeyyizlik.
    ayıt * Mine çiçeğigillerden, Akdeniz çevresinde yetişen, mavi, beyaz veya menekşe renginde çiçekler açan, 1-2 m
    boyunda bir ağaççık, hayıt (Vitex agnus-castus).
    ayıya kaval çalmak * anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 104

    Avrupaî * Avrupalılara vergi, Avrupalılara benzer, Avrupalılar gibi.
    Avrupalı * Avrupa’da yaşayan, Avrupa halkından olan kimse.
    * Avrupa’ya özgü olan, Avrupa ile ilgili (olan).
    Avrupalılaşma * Avrupalılaşmak.
    Avrupalılaşmak * Avrupalıların düşünce, davranışve yaşantılarını benimsemek.
    Avrupalılık * Çağdaşolma, düşünce ve davranışta batıölçülerinde bulunma.
    Avşar * Bkz. Afşar.
    avuç * Elin iç tarafı.
    * Elin yarıyumulmuşdurumu.
    * Yarıyumulmuşelin alacağımiktar.
    avuç (veya el) açmak * dilenmek, para istemek, yardım istemek.
    avuç avuç * Her defasında bir avuç.
    * (para için) Bol bol, pek çok.
    * Avuçlayarak.
    avuç dolusu * (para için) Pek çok.
    avuç içi * Elin parmak dipleri ile bilek arasındaki iç bölümü.
    avuç içi kadar * pek küçük, dar (yer).
    avuçlama * Avuçlamak işi.
    avuçlamak * Avuçla kavramak, avuçla almak.
    avukat * Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını
    aramayı, korumayımeslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartlarıtaşıyan kimse.
    * Gerekmediği hâlde başkasının savunmasınıüstlenen kimse.
    avukat tutmak * adlî işlemleri gereğince yerine getirmek için bir avukata vekâletname verip onu görevli kılmak.
    avukatlık * Avukat mesleği.
    * Avukatın yaptığı iş.
    * Gereksiz, boşsavunma.
    avunç * Acının hafiflemesi veya unutulması, avuntu, teselli.
    avundurma * Avundurmak işi.
    avundurmak * Oyalanmasını sağlamak.
    * Acısınıhafifletmek, acısınıunutturmak, teselli etmek.
    avunma * Avunmak işi, teselli.
    avunmak * Bir şeyle uğraşarak acısınıunutmak, sıkıntılardan uzaklaşmak, teselli bulmak, müteselli olmak.
    * Oyalanmak; yetinmek.
    * (hayvan) Gebe kalmak.
    avuntu * İnsanıavutan şey, teselli.
    avurdu avurduna geçmek * çok zayıflamak.
    avurt * Yanağın ağız boşluğu hizasına gelen bölümü.
    avurt satmak (veya avurt zavurt etmek) * beceremeyeceği şeyleri becerebilecekmişgibi konuşmak.
    * korkutucu büyük sözler söylemek.
    avurt şişirmek * yanağın iç tarafındaki boşluğu su veya havayla doldurup şişkin duruma getirmek.
    avurt ünsüzü * Dil ucunun ön damağa veya art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses: Dil, bel, el, dal,
    bal, al kelimelerindeki l ünsüzü gibi.
    avurtlama * Avurtlamak işi.
    avurtlamak * Büyülenmek.
    * Çalım satmak, yüksekten atmak.
    avurtlarıçökmek (veya avurtları birbirine geçmek) * çok zayıfladığıyüzünden belli olmak.
    avurtlu * Çalım satan, yüksekten atan.
    Avustralya kara tavuğu * Serçegillerden, erkeğinin kuyruğu lir biçiminde ve çok süslü bir Avustralya kuşu (Maenura superba).
    Avustralyalı * Avustralya kökenli olan (kimse).
    Avusturyalı * Avusturya kökenli olan (kimse).
    avutma * Avutmak işi, teselli.
    avutmak * (bir kimsenin acısınıveya sıkıntısını) Yatıştırmak, teselli etmek.
    * Oyalamak.
    avutucu * Avutan, teselli eden.
    avutulma * Avutulmak işi.
    avutulmak * Avutmak işine konu olmak.
    Ay * Yer yuvarlağının uydusu olan gök cismi, kamer.
    * Yılın on iki bölümünden her biri.
    * Art arda gelen iki yeni ay arasında geçen süre.
    * Bir ayın herhangi bir gününden ertesi ayın aynı gününe kadar geçen veya yaklaşık 30 gün olarak kabul
    edilen süre.
    ay * Birdenbire duyulan acı, ağrıveya şaşırma, ürkme veya sevinç anlatır.
    -ay / -ey * İsimden isim türeten ek: kol-ay, düz-ey, gün-ey, yüz-ey vb.
    -ay / -ey, y * Fiilden isim ve sıfat türeten ek: ol-ay, dene-y, yapa-y vb.
    ay ağılı * Ayın aylası, hale.
    ay aydın, hesap belli * anlaşılmayacak bir şey yok, hesap ortada, açık.
    ay balığı * Ay balığı gillerden, 3 m boyunda, görünüşü balık başına benzeyen, kuyruk yüzgeci hilâl biçiminde olan,
    Akdeniz’de yaşayan bir balık türü, pervane balığı, kemer balığı(Mola mola).
    ay balığı giller * Kemikli balıklar takımının çengel çeneliler alt takımına giren bir familya.
    ay balta * Ağzıyarım daire biçiminde olan balta, teber.
    ay çekirdeği * Ay çiçeğinin tohumu.
    * Genellikle vakit geçirmek için içi yenen kuru yemişçeşidi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 105

    ay dede * (çocuk dilinde) Ay.
    ay dedeye misafir olmak * gece açıkta yatmak, geceyi açıkta geçirmek.
    ay dönümü * Aybaşı.
    ay evi * Ayla.
    ay gibi * Bkz. ay parçası.
    ay harmanlanmak * ayın çevresinde ayla oluşmak.
    ay ışığı * Ayın yeryüzüne verdiği ışık.
    * Ayın dolunay durumundaki parlak durumu, mehtap.
    ay karanlığı * Bulutlar arkasında kalan ayın yaydığıhafif aydınlık.
    ay modülü * Gözlem araçlarını içinde taşıyan, ay araştırmaları için kullanılan ve ay yüzüne yumuşak inişyapan araç.
    ay örümceği * Ay modülü.
    ay parçası(gibi) * (kadın veya kız için) çok güzel.
    ay takvimi * Ayın gökyüzündeki görünen hareketine ve evrelerine göre düzenlenen takvim, kamer takvimi.
    Ay tutulması * Yer yuvarlağının Güneşile Ay arasına girmesiyle, Ay’ın yer yuvarlağı gölgesinde kalması, husuf.
    ay yıldız * Türk bayrağındaki ayça ve beş ışınlıyıldızdan oluşmuşsimge.
    ay yılı * Ayın on iki kez yeni aydan yeni aya gelmesi için geçen süre (354 gün 8 saat).
    aya * Elin parmak dipleriyle bilek arasındaki iç bölümü, avuç içi; ayak tabanı.
    * Yaprakların düz ve parlak bölümü.
    ayağa düşmek * işe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışmak.
    ayağa fırlamak * hızla ayağa kalkmak.
    ayağa kaldırmak * telâşve heyecana düşürmek.
    ayağa kalkmak * ayaklarıüzerinde durmak, dikilmek.
    * telâşlanmak, telâşa kapılmak, heyecanlanmak.
    * (hasta) iyi olmak, iyileşmek.
    * saygı göstermek için oturma durumundan ayak üzeri durumuna geçmek.
    ayağı(veya ayakları) dolaşmak * yürürken telâştan ayakları birbirine takılmak.
    ayağı(veya ayakları) suya ermek * bir gerçeği anlayarak aklı başına gelmek.
    ayağıalışmak (veya alışmamak) * bir yere sürekli gitmek (veya gitmemek).
    ayağıdüşmek * Bkz. yolu düşmek.
    ayağıdüze basmak * güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma girmek.
    ayağı ile (veya kendi ayağı ile) gelmek * kendi isteğiyle gelmek veya emek çekilmeden elde edilmek.
    ayağıuğurlu * geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kişi).
    ayağıüzengide * hemen yola çıkmak üzere olan.
    ayağıyerden kesilmek * ayağıyere değmez olmak.
    * bir taşıta binip yaya yürümekten kurtulmak.
    ayağıyürüten baştır * halkın düzen içinde çalışmasını baştakiler sağlar.
    ayağına (veya ayaklarına) kapanmak * alçalırcasına yalvarmak.
    * bağışlanmak için yalvarmak.
    ayağına (veya bacağına) geçirmek * aceleyle bir şeyi giymek.
    ayağına bağolmak * (biri) bulunduğu yerden ayrılmasına veya yaptığı işi sürdürmesine engel olmak.
    ayağına bağvurmak * önüne bir engel çıkarmak.
    ayağına çabuk * bir yere alışılandan daha kısa sürede gidip gelen.
    ayağına çağırmak * yanına gelmesini istemek.
    ayağına çelme takmak * biri yürürken ayaklarıarasına ayak uzatıp düşürmek.
    * (birinin) işinde yükselmesine engel olmak.
    ayağına dolanmak (veya dolaşmak) * başkasına yapmayıtasarladığıkötülük kendi başına gelmek.
    * işyapmakta olan birine engel olmak, yürümesine engel olmak.
    ayağına düşmek * çok yalvarmak.
    ayağına gelmek * alçak gönüllülük göstererek birinin yanına gelmek.
    * emek çekilmeden elde edilmek.
    ayağına getirmek * sıra, saygı gözetmeksizin birinin yanına gelmesini sağlamak.
    ayağına gitmek * alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanına varmak.
    ayağına ip takmak * bir kimseyi çekiştirmek.
    ayağına kira istemek * gelmeye nazlanmak, gitmeye üşenmek.
    ayağına sıcak su mu, soğuk su mu dökelim? * ender gelen bir konuğa yarısitem, yarısevinçle söylenen söz.
    ayağına üşenmemek * hamarat olmak, ayak işlerini bıkmadan, yorulmadan yapmak.
    ayağında donu yok, fesleğen ister (veya takar) başına * yoksulluğuna bakmayarak süs ve gösterişyapmak ister.
    ayağını(veya ayaklarını) altına almak * tek bacağını(veya bacaklarını) kıvırıp üzerine oturmak.
    ayağını(veya ayaklarını) öpeyim * yalvarırım.
    ayağınıalamamak * ağrıveya uyuşma dolayısıyla ayağını oynatamamak.
    * alışılan bir yere gitmekten kendini alamamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 106

    ayağını bağlamak * engel olmak.
    ayağını çekmek * sık sık gittiği bir yere artık uğramaz olmak, ilgiyi kesmek.
    ayağınıdenk almak * başkalarının kendisine yapması ihtimali bulunan kötülüklere karşıuyanık davranmak.
    * dikkat.
    ayağınıdenk basmak * dikkatli ve uyanık davranmak.
    ayağını giymek * ayakkabısını giymek.
    ayağınıkaydırmak * bir yolunu bulup birini işinden veya görevinden uzaklaştırmak.
    ayağınıkesmek * bir yere gitmez olmak, uğramamak.
    * başkasını bir yere artık uğramaz duruma getirmek.
    ayağınısürümek * verilen bir işi ağırdan almak.
    * bir yerden uzaklaşmak üzere bulunmak.
    * halk inanışına göre bir kimsenin gelmesi, ardından başkalarının da gelmesine yol açmak.
    * ölmek üzere olmak.
    ayağınıtek almak * bir işte iyi düşünüp dikkatli davranmak.
    ayağınıvurmak * ayakkabıayağınıyara etmek.
    ayağınıyorganına göre uzatmak * giderini gelirine uydurmak.
    ayağının (veya ayaklar) altında * (yüksek bir yerden) geniş bir alanı görür durumda.
    ayağının (veya ayaklarının) altınıöpeyim * “pek çok yalvarırım” anlamında kullanılır.
    ayağının altına almak * tekme ile dövmek.
    ayağının altına karpuz kabuğu koymak * bir yolunu bulup bir kimseyi düzenle işinden uzaklaştırmak.
    ayağının bağınıçözmek * karısını boşamak.
    * serbest davranmasınıengelleyen ilişkilere son vermek.
    ayağının bastığıyerde ot bitmez * uğradığıyere bereketsizlik, uğursuzluk getirir.
    ayağının pabucu olamamak * değerce ondan çok aşağı olmak.
    ayağının pabucunu başına giymek * dengi olmayan bir kimseyle evlenmek.
    * değersiz bir kimseyi üstün bir yere geçirmek.
    ayağının tozu ile * yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden.
    ayağının tozunu silmeden * henüz yoldan gelmişken.
    ayağının türabı olmak * bir kimse başka bir kimseye kul gibi bağlanıp onun her emrini yerine getirmek.
    ayak * Bacakların bilekten aşağıda bulunan ve yere basan bölümü.
    * Bacak.
    * Birtakım şeylerin yerden yüksekçe durmasınısağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri.
    * Vücudun belden aşağı bölümü.
    * Büyük bir ırmağa karışan ikinci derecedeki akarsuların her biri.
    * Göl ayağı.
    * Yürüyüşün ağırlık veya çabukluk derecesi.
    * Basamak.
    * Halk edebiyatında uyak.
    * Halk edebiyatında koşuklarda kısa yedekli dizelere verilen ad.
    * Yarım arşın veya 30,5 cm uzunluğundaki ölçü birimi, kadem.
    * 30,4 cm değerinde İngiliz uzunluk ölçüsü birimi, fut.
    * (buzdolabıölçülerinde) İngiliz ölçüsü fut’un kübü alınarak hesaplanan değer.
    * Bir doğrunun başka bir doğruyu veya bir düzlemi kestiği nokta.
    * Aşağıdüzeyde, sıradan, bayağı.
    ayak atmak * girmek.
    * ilk kez gitmek.
    ayak atmamak * bir yere hiç gitmemek, uğramamak.
    ayak ayak üstüne atmak * otururken bir bacağınıötekinin üstüne almak.
    ayak bağı * Bir yere veya bir işe gidilmesine engel olan şey.
    ayak basmak * bir yere varmak, ulaşmak.
    * girmek, gelmek, uğramak.
    * (bir yere veya mesleğe) girmek, bağlanmak.
    ayak basmamak * bir yere hiç uğramamak.
    ayak bileği * Baldır kemikleriyle tarak kemikleri arasında bulunan ve yedi kemikten oluşan ayağın arka bölümü.
    ayak çekmek * kandırmaya çalışmak, avutmak.
    ayak değiştirmek * talim yürüyüşünde kısa bir adım atmak yolu ile adımlarını başkalarınınkine uydurmak.
    ayak diremek * bir düşünceyi, bir davranışısonuna kadar sürdürmek, kendi tutumundan şaşmamak.
    ayak divanı * Olağanüstü durumlarda o anda bulunulan yerde padişahın katılmasıyla bir konuyu görüşmek ve karara
    bağlamak için yapılan toplantı, ayakta toplanan meclis.
    * Ayakta yapılan sohbet.
    ayak işi * Birtakım getir götür işleri.
    ayak izi * Herhangi bir zemin üzerinde ayağın bıraktığı iz.
    ayak keseri * Ayakta durarak ağaç yontmaya elverişli uzun saplıkeser.
    ayak kirası * Bir haber veya eşya getirene emeğine karşılık verilen para, ayak teri.
    ayak makinesi * Ayak yardımı ile işletilen makine.
    ayak oyunu * Hile.
    ayak satıcısı * Gezgin satıcı.
    ayak sürümek * verilen bir işi ağırdan almak.
    * gönderilen yere isteği ile gitmemek.
    ayak takımı * Görgüsüzlükleri veya bilgisizlikleri dolayısıyla toplum içinde aşağıdurumda olan kişiler.
    ayak tarağı * Bkz. tarak.
    ayak tedavisi * Ayakta oluşan bir hastalığın veya rahatsızlığın tedavisi.
    * Ayakta tedavi.
    ayak teri * Ayak parmaklarıarasından çıkan pis kokulu salgı.
    * Hizmet için bir yere gönderilen kimseye verilen ücret, ayak kirası.
    ayak topu * Futbol.
    ayak tutmak * mani yarışmalarında karşısındakine uyması gereken uyağıvermek.
    ayak ucu * Yatanın veya yatılan bir yerin ayak uzatılan yönü, yeri.
    * Ayak parmak uçlarının oluşturduğu dar dayanak yüzeyi.
    ayak uydurmak * yürüyüşte adım atışını başkalarınınkine uydurmak.
    * kendi gidişve davranışını başkasınınkine benzetmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 107

    ayak vermek * âşık atışmalarında dinleyicilerden biri uyak belirtmek.
    ayak yalın * Yalın ayak.
    ayak yapmak * birini aldatmak, kandırmak için dalavere çevirmek.
    ayakaltı * Gelip geçenlerin çok olduğu yer.
    ayakaltına almak * hakir görülmek, gözden çıkarılmak.
    ayakaltında bırakmak * ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak.
    ayakaltında dolaşmak * bir işe yaramadığıhâlde herkesin işine engel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak.
    ayakbastı * Bir yere dışarıdan gelen insan ve eşyadan alınan vergi, toprakbastı.
    ayakçak * Merdiven, merdiven basamağı.
    * Dokuma tezgâhıayaklığı.
    * Çocukların, cambazların ayaklarına takıp yürüdükleri çifte sırık.
    ayakçı * Ayak işlerinde kullanılan kimse.
    * Bir işsüresince tutulan hizmetçi.
    * Gezici satıcı, çerçi.
    ayakçın * Dokuma tezgâhlarında atkı ipliklerini hareket ettirmek için ayakla basılan tahta ayaklık.
    ayakkabı * Özellikle sokakta ayağıkorumak için giyilen ve altıkösele, lâstik gibi dayanıklımaddelerden yapılan ayak
    giyeceği, pabuç.
    ayakkabıvurmak * (ayakkabı) ayağızedelemek, ayağırahatsız etmek.
    ayakkabıcı * Ayakkabıyapan veya satan kimse, pabuççu.
    * Ayakkabısatılan yer.
    ayakkabıcılık * Ayakkabıcının işi, pabuççuluk.
    ayakkabılarını çevirmek * konuk ayakkabılarını gidişyönüne doğru düzgün biçimde sıralamak.
    * bazıdavranışlarla konuğu gitmeye zorlamak.
    ayakkabılık * Ayakkabıkonulan yer, ayakkabıdolabı.
    * Ayakkabıyapmaya elverişli olan (deri, kösele gibi şeyler).
    ayaklama * Ayaklamak işi.
    ayaklamak * Ayakla ölçmek.
    ayaklandırma * Ayaklandırmak işi.
    ayaklandırmak * Ayaklanmak işini yaptırmak.
    ayaklanma * Ayaklanmak işi.
    * Birçok kimsenin cebir ve şiddet kullanarak devlet güçlerine karşı gelmesi, başkaldırma, isyan, kıyam.
    ayaklanmak * (çocuk için) Yürümeye başlamak.
    * (hasta için) Yürüyebilir duruma gelmek.
    * Ayağa kalkıp gitmeye davranmak.
    * (birçok kimse) Cebir ve şiddet kullanarak devlet güçlerine karşı gelmek, başkaldırmak, isyan etmek.
    * Uyanmak, uyanıp kalkmak.
    ayaklar altına almak * önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek.
    ayaklar baş, başlar ayak olmak * değersiz kimseler başa geçip, değerli kimseler ise en geride bırakılmak.
    ayaklarıdolaşmak * yürürken ayakları birbirine takılmak.
    ayakları geri geri gitmek * bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek.
    ayaklarıyere değmemek * çok sevinmek.
    ayaklarına (veya ayağına) kara su (veya sular) inmek * uzun süre ayakta kalmak veya yürümekten çok yorulmak.
    ayaklarınısürümek * güçlükle yürümek, ayağınısürümek.
    ayaklarınıyerden kesmek * bir taşıta binerek yürümekten kurtulmak.
    ayaklarının (veya ayağının) ucuna basmak * çok yavaş, sessiz, gürültü yapmamaya özen göstererek yürümek.
    ayaklı * Ayağı olan.
    * Bir destekle yere dayanan.
    * Ayakla işletilen.
    ayaklıcanavar * Çok hareketli, yaramaz, cin gibi çocuk.
    ayaklıkoşma * Halk şiirinde müstezat tarzında söylenen deyiş.
    ayaklıkütüphane * Pek çok konuda bilgisi olan, çok şey okumuşve öğrenmişolan, sorulan her soruya cevap verebilen kimse.
    ayaklımani * Cinaslıayaklarla söylenen bir mani türü.
    ayaklık * Ayakla işletilen makinelerde ayağın bastığıyer, pedal.
    * Ayak basacak yer.
    * Ayakçak.
    * Taban.
    ayaksız * Ayağı olmayan.
    ayaksızlar * Omurgalıhayvanlarda amfibyumlar sınıfının en ilkel yapılıtürlerini içine alan bir takım.
    ayakta * Ayağa kalkmışdurumda.
    * Telâşlı, heyecanlı.
    ayakta kalmak * oturacak yer bulamamak.
    * yıkılmamak, çökmemek.
    * değerini yitirmemek, önemini korumak.
    ayakta tedavi * hastanın yatağa yatırılması gerekli görülmeyerek kendisine ayakta yapılan tedavi.
    ayakta tutmak * oturtmak gerekirken oturtmamak.
    * bozulmasına, yıkılmasına, çökmesine engel olmak.
    * bir kuruluşun yaşamasını sağlamak.
    ayakta tutmak * o şeyin sürekliliğini sağlamak.
    ayakta uyumak * aşırıdalgın, şaşkın veya yorgun olmak.
    ayaktan * (kesim hayvanları için) canlı olarak.
    ayaktaş * Arkadaş, yoldaş; hempa.
    ayakucu * Yeryüzünde bir noktada çekülün gösterdiği doğrultudaki alt yön.
    ayaküstü * Oturmadan, ayakta durarak; kısa sürede.
    * Acele olarak.
    * Hazır yemek, festfut.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 108

    ayaküzeri * Ayaküstü.
    ayakyolu * İnsanın besin artıklarıyla idrarını boşalttığıyer, abdesthane, helâ, kademhane, memişhane, kenef, tuvalet.
    ayal * Karı, eş.
    ayan * Belli, açık.
    âyan * İleri gelenler.
    * Senato üyeleri.
    ayan beyan * Besbelli, apaçık, açık seçik.
    ayan olmak * belli olmak, bilinir olmak.
    ayandon * 18 Ocak’ta başlayan bir fırtına.
    ayar * Bir aygıtın gereken işi yapabilmesi durumu.
    * Saatler için belli bir yere göre kabul edilmişolan ölçü.
    * Altın, gümüşgibi madenlerden yapılmışşeylerin saflık derecesi.
    * Bir işveya bir davranışta gereken ölçü.
    * Değer derecesi.
    ayar etmek * (bir aygıtın) çalışmasınıdüzeltmek, düzenli işler duruma getirmek.
    ayarcı * Esnafın kullandığıölçü aletlerini denetleyen görevli.
    ayarı bozuk * Belli bir ayarı olmayan.
    * Ahlâk, karakter veya aklıyerinde olmayan.
    ayarlama * Ayarlamak işi.
    ayarlamak * Bir ölçünün doğruluğunu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğrulamak.
    * Bir aygıtı belli bir işyapabilecek duruma getirmek.
    * İşleri birbiriyle çatışmayacak veya zamanında bitirecek biçimde düzenlemek.
    * Kandırmak.
    ayarlanma * Ayarlanmak işi.
    ayarlanmak * Ayar edilmek, birbirine uygun duruma getirilmek.
    ayarlatma * Ayarlatmak işi.
    ayarlatmak * Ayar ettirmek.
    ayarlı * (saat ve makine için) Ayarlanmış, doğru çalışmasısağlanmış, düzeltilmiş, düzenli, doğru.
    * (altın ve gümüşiçin) Belirli bir ayarı olan.
    ayarlıpense * Vida, cıvata ve musluk aksamınısıkıştırmak amacıyla kullanılan, ağız açıklığı ayarlanabilen özel alet.
    ayarsız * Ayarıyapılmamış, ayarı bozuk, düzensiz.
    * Davranışlarıölçüsüz.
    * (altın ve gümüşiçin) Belli bir ayarı olmayan.
    ayarsızlık * Ayarsız olma durumu.
    * Ölçüsüzlük, düzensizlik.
    ayartı * Baştan çıkarma.
    ayartıcı * Baştan çıkaran, doğru yoldan saptıran, ayartan.
    ayartıcılık * Ayartıcının yaptığı iş.
    ayartılma * Ayartılmak işi.
    ayartılmak * Ayartmak işine konu olmak.
    ayartma * Ayartmak işi.
    ayartmak * Baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak.
    * Kandırmak.
    * Birini, çalıştığıyerden ayırıp başkasının yanında çalışmaya kandırmak.
    ayaz * Duru, sakin havada çıkan kuru soğuk.
    * (hava ve gece için) Soğuk.
    ayaz kesmek * uzun süre soğukta kalıp üşümek.
    ayaz paşa kol geziyor * dışarıda çok soğuk var.
    ayaz vurmak * (sebze ve meyveler için) donmak.
    ayaza çekmek * kışın kuru soğuk artmak.
    ayazda kalmak * soğukta kalmak.
    * boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.
    ayazlama * Ayazlamak işi.
    ayazlamak * (hava) Ayaza çevirmek.
    * Ayazda kalıp üşümek.
    * Boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.
    ayazlandırılma * Ayazlandırılmak durumu.
    ayazlandırılmak * Ayazlanmasısağlanmak.
    ayazlandırılmışrakı * Halk inanışına göre sıtma tedavisinde kullanılmak üzere rakının açılarak balkonda veya dışarıda bekletilmiş
    hâli.
    ayazlandırma * Ayazlandırmak durumu.
    ayazlandırmak * Ayazlanmasını sağlamak.
    ayazlanma * Ayazlanmak işi.
    ayazlanmak * Ayazda bırakılıp soğumak.
    ayazlatma * Ayazlatmak işi.
    ayazlatmak * Soğukta bekletmek.
    * Ayazda soğutmak.
    ayazlık * Evlerde serinlemek için kullanılan önü açık yer, tahtaboş, balkon, taraça.
    ayazma * Rumların kutsal saydıklarıkaynak veya pınar.
    aybaşı * Ayın ilk günü, ay dönümü.
    * Ayın ilk günü.
    aybaşı olmak * (kadının) ayda bir döl yatağından kan gelmek, âdet görmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 93

    astar sürmek (veya vurmak, çekmek) * astar boyası ile boyamak.
    astarıyüzünden pahalı olmak * bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, masraflı olmak.
    astarlama * Astarlamak işi.
    astarlamak * Astar geçirmek.
    * Boyacılıkta, astar vurmak, astar sürmek.
    astarlanma * Astarlanmak işi.
    astarlanmak * Astar geçirilmek.
    astarlatma * Astarlatmak işi.
    astarlatmak * Astar yaptırmak veya geçirtmek.
    astarlı * Astar geçirilmiş, astarlanmış.
    astarlızarf * İç yüzüne ince bir kâğıt geçirilmişzarf.
    astarlık * Astar olmaya elverişli (kumaşvb.).
    astarya * Bir gemiye yükleme veya boşaltma için tanınan süre.
    astasım * Öncüllerinden biri önceki tasımın vargısıdurumunda olan bir ek tasım.
    astat * Atom numarası85 olan, bizmutun alfa ışınlarıyla bombardımanısonucu elde edilen yapay element.
    KısaltmasıAt.
    astatin * Astat.
    asteğmen * Orduda en küçük rütbeli subay.
    asteğmenlik * Asteğmen rütbesi veya asteğmenin görevi.
    astığı astık, kestiği kestik * acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimseler için kullanılır.
    astım * Bronşların daralmasından ileri gelen nefes darlığı.
    astımlı * Astımı olan, astım hastalığına tutulmuşolan.
    astırma * Astırmak işi.
    astırmak * Asmak işini yaptırmak.
    astigmat * Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş(göz).
    astigmatizm * Gözün saydam tabakasında meridyenlerin eşitsizliği yüzünden net görememe durumu.
    astragan * Karakul kuzusunun kıvırcık ve parlak postu.
    * Bu posttan yapılmışolan.
    astrofizik * Gök fiziği.
    astrolog * Yıldız falıyla uğraşan kimse, müneccim.
    astroloji * Yıldız falcılığı, müneccimlik.
    astronom * Astronomi bilgini, gök bilimci.
    astronomi * Gök bilimi, felekiyat.
    astronomik * Gök bilimiyle ilgili olan.
    * Aşırıçok yüksek.
    astronomik fiyat * Çok yüksek fiyat.
    astronomik rakam * İnsana şaşkınlık verecek derecede büyük rakam.
    astronot * Uzay adamı.
    astronotluk * Uzay adamı olma durumu veya uzay adamının görevi.
    astropikal * Tropikal bölgelere yakın, fakat daha yüksek bir enlemde olan.
    astsubay * SilâhlıKuvvetler yasasına göre astsubay okullarında yetişerek SilâhlıKuvvetlere katılan astsubay çavuştan
    astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbesi olan asker.
    astsubay başçavuş * Astsubaylığın beşinci basamağı.
    astsubay çavuş * Astsubaylığın ilk basamağı.
    astsubay kıdemli başçavuş * Astsubaylığın altıncıve son basamağı.
    astsubay kıdemli çavuş * Astsubaylığın ikinci basamağı.
    astsubay kıdemli üstçavuş * Astsubaylığın dördüncü basamağı.
    astsubay üstçavuş * Astsubaylığın üçüncü basamağı.
    astsubaylık * Astsubay olma durumu veya astsubayın görevi.
    asude * Sessiz, rahat, sakin.
    asudelik * Huzur içinde olma, mutluluk.
    asuman * Gök, gökyüzü.
    Asurca * Samî dilleri ailesine giren ve Milâttan önceki dönemlerde Ön Asya’da kullanılmışolan ölü bir dil.
    Asyalı * Asya’da yaşayan kimse.
    * Asya’ya özgü olan, Asya ile ilgili (olan).
    Asyalılık * Asyalı olma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 94

    * Pişirilerek hazırlanan yemek.
    aşdamı * Bazı bölgelerde yemek pişirilen yer, mutfak.
    aşerme * Aşermek durumu.
    aşermek * hamilelikte bazıyiyeceklere karşıaşırıdüşkünlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek.
    aşevi * Para ile yemek yenilen yer, aşçı, lokanta.
    * Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
    * Düğün ve benzeri toplantılarda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanılan
    yer.
    * Tekkelerde yemek pişirilen yer.
    aşocağı * Yemek pişirilip yoksullara dağıtılan yer.
    aştaşınca kepçeye paha olmaz * sıkışık zamanlarda önemsiz şeylerin değeri çoktur.
    aşyermek * Bkz. aşermek.
    aşağı * Bir şeyin alt bölümü.
    * Bir yere göre daha alçak yerde bulunan.
    * Eğimli bir yerin daha alçak olan yeri.
    * Niteliği düşük, kötü, adî.
    * Bayağı, adî.
    * Daha küçük, daha az; değer yönünden daha az.
    * Aşağıya, yere doğru.
    aşağı(falan) yukarı * bir kimsenin adının dilden düşürmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatır.
    * bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılır.
    aşağıalmak * devirmek, yıkmak.
    aşağı bitkiler * Su yosunları, mantarlar ve kara yosunları gibi su dışında fazla boy atmayan damarsız bitkiler.
    aşağıdüşmek * düzeyi, miktarı, niteliği alçalmak.
    aşağı görmek * küçük görmek, beğenmemek, hor görmek.
    aşağıkalır yeri (veya yanı) yok * nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan.
    aşağıkalmamak * herhangi bir nitelik bakımından ondan geri olmamak.
    aşağıkurtarmaz * bundan daha ucuza olmaz.
    * daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez.
    aşağımahalle * Yüksek bir yerleşim bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleşim bölgesi.
    * Genel ev.
    aşağıtükürsem sakalım, yukarıtükürsem bıyığım * iki karşıt ve aynıderecede sakıncalıdurum karşısında karar verme zorluğunu anlatır.
    aşağıyukarı * Tama yakın, yaklaşık olarak.
    aşağıyukarı(yürümek) * bir baştan bir başa (yürümek).
    aşağıdan almak * sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak.
    aşağılama * Aşağılamak işi.
    aşağılamak * Değerinden düşük göstermek.
    * Küçültücü davranışlarda bulunmak, hor görmek.
    aşağılanma * Aşağılanmak durumu.
    aşağılanmak * Aşağıduruma düşürülmek.
    aşağılaşma * Aşağıduruma düşme, mezellet.
    aşağılaşmak * Aşağılık duruma düşmek.
    aşağılatma * Aşağılatmak işi.
    aşağılatmak * Aşağılamak işine uğratmak, tenzil etmek.
    aşağılıyukarılı * Aşağısıve yukarısı olan; aşağısıyukarısı birlikte.
    aşağılık * Aşağı olma durumu, adilik.
    * Niteliği düşük, adî.
    aşağılık duygusu * Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğini yetersiz ve küçük görmesi.
    aşağılık kompleksi * Kendini olduğundan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu.
    aşağısama * Aşağısamak işi.
    aşağısamak * Bir kimseyi veya bir şeyi aşağılık ve değersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek.
    aşağısı * Aşağıtaraftaki.
    aşama * Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye.
    * Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.
    aşama sırası * Önem ve değer bakımından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi.
    * Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değişik önem sıralarıarasında katıve kesin bir biçimde
    dağıldığıtoplumsal teşkilâtlanış biçimi, hiyerarşi.
    aşamalı * Aşaması olan, kademeli.
    aşar * Ondalık.
    * Tarım ürünlerinden alınan onda bir nisbetindeki vergiler.
    aşarî * Ondalık.
    aşçı * Yemek pişiren kimse, ahçı.
    * Yemek pişirip satan kimse.
    * Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.
    aşçı baltası * Kemikli et kesmeye yarar küçük balta.
    aşçı başı * Birkaç aşçının birlikte çalıştığıyerde bulunanların başı.
    * Bir lokanta veya evde yemek pişirmekle görevli kimse.
    aşçı başılık * Aşçı başı olma durumu, aşçı başının görevi.
    aşçılık * Aşçı olma durumu veya aşçının görevi.
    * Yemek pişirme zanaatıveya bilgisi.
    aşerat * Onluklar.
    aşhane * Aşevi.
    * Mutfak.
    aşı * Organizmada belli birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın
    mikrobuyla hazırlanmışeriyik.
    * Bir ağacın dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanın daha iyi bir türünden alınan dal, göz, tomurcuk gibi
    parçalarıkaynaştırma işi veya böylece eklenen parça.
    * Bu eriyiğin uygulanması.
    * Aşılı(kimse veya bitki).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 95

    aşı boyalı * Aşı boyasırenginde boyanmış.
    aşı boyası * İçine karışan demir hidroksit miktarına göre pas sarısı, kızıl veya koyu esmer renk almışgevrek kil.
    * Koyuca kırmızı, kiremit rengi.
    aşıkâğıdı * Aşı olanlara verilen resmî belge.
    aşı olmak * aşıyapılmak.
    aşıtaşı * Taşdurumundaki aşı boyası.
    aşıvurmak * bağışıklık veya tedavi amacıyla vücuda aşıvermek, aşıyapmak.
    aşıcı * Aşıyapan kimse.
    aşıcılık * Aşıcının yaptığı iş.
    âşığa Bağdad sorulmaz * bir şeye çok istekli olan kimsenin, o şeyi elde etmedeki zorluklarıhiçe saydığınıanlatır.
    aşığıcuk oturmak * işi çok olumlu bir biçim almak.
    âşığıkesilmek * tutku hâline getirmek.
    âşığın gözü kördür * kendisini aşka kaptıran kimse, sevgilisinin kusurlarını görmediği gibi, çevresinde olup bitenlerle de
    ilgilenmez.
    aşık * Baldır kemiği ile eklemleşerek bileğin belli başlı oynak merkezini oluşturan, ayak bileğinde bulunan küçük
    kemiklerden biri.
    * Yapıçatılarında, uzun mertek, aşırma.
    âşık * Bir kimseye veya bir şeye karşıaşırısevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun (kimse).
    * Halk içinde yetişen, deyişlerini sazla söyleyen, sözlü şiir geleneğine bağlıhalk şairi.
    * Sevişen bir çiftten kadına oranla genellikle erkeğe verilen ad.
    * Dalgın, kalender (kimse).
    * Ahbap, arkadaşgibi bir seslenme.
    aşık atmak * yarışetmek, yarışmak.
    aşık atmak (veya aşık oynamak) * aşık kemiğiyle oyun oynamak.
    aşık kemiği * Aşık.
    âşık olmak * sevmek, tutulmak.
    âşıkane * Âşığa yaraşır biçimde (olan).
    âşıklık * Âşık olanın durumu.
    âşıklısı * çok seveni, düşkünü.
    âşıktaş * Birbirleriyle sevişen erkek ve kadından her biri.
    âşıktaşlık * Karşılıklısevişme, muaşaka.
    âşıktaşlık etmek * karşılıklısevişmek.
    aşılama * Aşılamak işi.
    * Yeni aşılanmışağaç.
    * Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katma.
    * Bu yolla elde edilmiş.
    * Bitkilerin aşıyoluyla üretilmesi, ilkah.
    * Aşılanmış(ağaç).
    aşılamak * Organizmada bağışıklık yaratmak veya yerleşmiş bir hastalığa karşıkoyabilmek için hazırlanmış bir aşıyı
    vücuda vermek, aşıyapmak.
    * Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağacın bir parçasınıanaç üzerine kaynaştırarak üretmek.
    * Başkasına hastalık geçirmek.
    * Birtakım düşünce veya duyguları başkasına benimsetmek, telkin etmek, etkilemek.
    * Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katmak.
    aşılanma * Aşılanmak işi.
    aşılanmak * Aşılamak işine konu olmak.
    aşılatma * Aşılatmak işi.
    aşılatmak * Aşılamak işini yaptırmak.
    aşılı * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmışolan (kimse).
    * Kendisine aşıyapılmış(bitki).
    aşılma * Aşılmak durumu.
    aşılmak * Aşmak işine konu olmak.
    aşım * Erkek hayvanın dişisiyle çiftleşmesi.
    aşındırma * Aşındırmak işi.
    aşındırmak * Aşınmak işine uğratmak.
    * Dokunduğu cisimleri eriterek aşınmasına yol açmak.
    * (bir yere) Pek çok gidip gelmek.
    aşınım * Aşınmak işi.
    * Erozyon.
    aşınma * Aşınmak işi.
    * Yer kabuğunu oluşturan kayaçların, başta akarsular olmak üzere türlü dışetmenlerle yıpratılıp, yerinden
    koparılmalarıveya eritilmeleri, itikal, erozyon.
    aşınmak * Birbirine sürtünerek incelmek.
    * Eskimek, yıpranmak.
    * Çıkıntılarısilinmek, düzleşmek.
    aşıntı * Aşınmışyer.
    aşır * On sayısı.
    * Bir dinî tören sırasında veya cemaatle namaz kılındıktan sonra Kur’an’dan okunan on ayetlik bölüm.
    aşıramento * Çalma, aşırma.
    aşırı * Alışılan veya dayanılabilen dereceden çok daha fazla, taşkın.
    * Bir şeye gereğinden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit.
    * Bir şeyin gereğinden çok olanı.
    * Ötede, ötesinde.
    * Gereğinden fazla, çok.
    aşırı bellem * Belleme yetisinin olağanüstü bir durumda gelişmişolması.
    aşırı besi * Olağanüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme.
    aşırıdoyma * Belli sıcaklıktaki bir sıvı içinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sıcaklığın düşmesine karşın bir sınıra
    kadar erimişolarak kalmasıdurumu.
    aşırıduyu * Herhangi bir duyu organıyla ve özellikle dokunma duyusuyla sağlanan her tür uyarana karşı olağan dışı bir
    duyarlık gösterme durumu.
    aşırıerime * Erime noktasından daha aşağı bir ısıderecesine düşmesine rağmen birtakım şartlar altında bir sıvının
    katılaşmamasıdurumu.
    aşırı gitmek * ölçüyü kaçırmak, usandırmak.
    aşırıtaşırı * Çok aşırı, fazla miktarda.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 96

    aşırıuç * Politika alanında sağveya sol görüşlerin en ateşli ve yıkıcıkanadı.
    aşırıcılık * Beklenenin üstünde aşırıdavranma eğilimi.
    aşırılık * Aşırı olma durumu.
    aşırılma * Aşırılmak işi.
    aşırılmak * Aşırmak işine konu olmak.
    aşırıntı * Aşırılmışolan (şey).
    aşırma * Aşırmak işi.
    * Başkalarının yazılarından bölümler, mısralar alıp kendininmişgibi gösterme veya başkalarının konularını
    benimseyip değişik biçimde anlatma, intihal.
    * Aşırılmış.
    * Yapıçatılarında uzun mertek, aşık.
    * Küçük kazan, kova, bakraç.
    aşırma kayış * Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağa geçirilen kuşak biçimindeki kayışçember.
    aşırmacılık * Başkasına ait olan bir şeyi izinsiz alma.
    * Bir yazarın başka bir yazarın eserinden konu veya biçim alması.
    aşırmak * Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanına geçirmek.
    * Çalıp götürmek.
    * Tehlike içinde bulunan bir şeyi acele kaçırmak.
    * Başkasının eserinden parçalar alıp kendininmişgibi göstermek.
    aşırmasyon * Çalma, aşırma.
    aşırtı * Aşırma işi.
    aşırtma * Aşırtmak işi.
    aşırtmak * Aşırmak işini yaptırmak.
    * Aşırmak.
    aşısız * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmamışolan (kimse).
    * Kendisine aşıyapılmamış(bitki).
    aşıt * Siper, kuytu yer.
    * Aşılacak yer.
    * Dağgeçidi.
    aşikâr * Açık, apaçık, belli, meydanda olan.
    aşikâr etmek * açıklamak, belli etmek.
    aşikâr olmak * belli olmak, ortaya çıkmak, belirginleşmek.
    aşikâre * Açıkça, belli ederek, saklamadan.
    aşina * Bildik, dost, arkadaş, tanıdık.
    * Bilinen, tanıdık olan.
    aşinalık * Birbirini bilme, tanıma, tanışıklık.
    * Tanışıklığı gösterir davranış.
    aşinalık göstermek * ilgilenmek, tanıdığını belli etmek.
    aşiret * Oymak.
    aşiyan * Kuşyuvası.
    * Ev, oturulan yer, mesken.
    aşk * Aşırısevgi ve bağlılık duygusu, sevi.
    aşk etmek * hızla vurmak.
    aşk olmayınca meşk olmaz * güçlü bir istek olmayınca hiçbir şey elde edilemez.
    aşk olsun * “Aferin” sözünden daha güçlü olarak bir davranışın, bir tutumun çok beğenildiğini bildirir.
    * Beğenilmeyecek bir davranış, bir tutum karşısında kınama, sitem bildirir.
    * Dervişler arasında selâm sözü olarak kullanılır.
    aşk yapmak * cinsel ilişkide bulunmak, sevişmek.
    aşka düşmek * âşık olmak.
    aşka gelmek * bir şeyi yapmak için büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek.
    aşkın * Belli bir süreyi aşmış, ötesine geçmiş.
    * Benzerlerinden üstün.
    * Çok, fazla.
    aşkıncılık * Birey ve evrenseli birleştirmeye çalışan ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi.
    aşlama * Bkz. Aşılama.
    aşlamak * Bkz. Aşılamak.
    aşlık * Aşyapmak için hazırlanan ve saklanan şeyler.
    * Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday.
    * Sırası gelince kullanılmak için saklanan yemeklik şeyler, zahire.
    aşma * Aşmak işi.
    aşmak * Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek.
    * (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek.
    * (erkek hayvan) Dişisiyle çiftleşmek.
    * Görünmeden kaçmak.
    aşna * Aşina.
    aşna fişne * Gizli dost.
    * Gizli dostluk.
    aşoz * Ahşap gemilerin omurgalarının uzunluğunca ve iki yanında borda kaplamalarının en dar yüzünü
    yerleştirmek için açılan keskin, sivri köşeli yuva.
    aştırma * Aştırmak işi.
    aştırmak * Aşmak işini yaptırmak.
    aşure * Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemişleri şekerle kaynatarak yapılan bir tür tatlı.
    aşure ayı * Muharrem ayı.
    aşure günü * Aşurenin pişirildiği Muharrem ayının onuncu günü.
    aşurelik * Aşure yapmada kullanılan.
    * Aşure dağıtmaya yarayan süslü kap.
    aşüfte * Oynak, açık saçık kadın, kokot.
    aşüftelik * Aşüfte olma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 97

    At * Astatin’in kısaltması.
    at * Atgillerden, binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan memeli hayvan.
    * Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş.
    -at * İsimden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş-at, gelir-at vb.
    at anası * Bkz. atlar anası.
    at başı(beraber) gitmek * eşit durumda olmak.
    at binenin (veya iş bilenin), kılıç kuşananın * her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır.
    at binicisine göre kişner * insanların, başlarında bulunan kişinin etkisi altında kalarak, onun tutumuna göre davrandıklarınıanlatır.
    at cambazı * At alıp satan kimse.
    * Sirklerde veya eğlence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse.
    at çalındıktan sonra ahırın kapısınıkapamak * işişten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak.
    at çevirmek * geri döndürmek.
    at donu * Atın tüyünün rengi.
    at gibi * vücudu iri yarı olan (kadın).
    at gözlüğü * Atların koşum takımında, göz hizasında bulunan korumalık.
    * Çevresinde olup bitenleri iyi algılayamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.
    at hırsızı gibi * kılık kıyafeti ve tutumu güven vermeyen (adam).
    at izi it izine karışmak * iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak.
    at kestanesi * At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı, çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus
    hippocastanum).
    * Bu ağacın kestaneye benzeyen yemişi.
    at kestanesigiller * İki çeneklilerden, örneği at kestanesi olan bir bitki familyası.
    at koşturacak kadar * pek geniş.
    at koşturmak * çok geniş, alabildiğine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak.
    at meydanı * at koşularının yapıldığımeydan.
    at meydanı * At veya at arabalarıkoşularının yapıldığıyer.
    at nalıkadar * (nişan, madalya, elmas, plâka gibi göğse takılan şeyler için) pek büyük.
    at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz) * gerekli şartlar her zaman bir arada bulunmaz.
    at oynatmak * atla hüner göstermek.
    * yarışmak.
    * bildiği ve istediği gibi davranmak.
    at pazarında eşek osurtmuyoruz! * söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü.
    at sineği * Çift kanatlılardan, uzunluğu 8 mm kadar olan, kanatları büyük ve küt, at, sığır ve domuzların bacak ve
    kuyruk aralarında yaşayan, eklem bacaklı bir sinek türü (Hippobosca equina).
    at var, meydan yok * yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok.
    ata * Baba.
    * Dedelerden ve büyük babalardan her biri.
    ata et, ite ot vermek * bir işi ters yapmak.
    atabek * Bkz. atabey.
    atabey * Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda şehzadelerin eğitimi veya bağımsız olarak bir eyaletin
    yönetimi ile görevli vezir.
    atacılık * Uzaklarda bulunan ve birçok kuşaktan beri görünmeyen birtakım özelliklerin yeni bir kuşakta birden
    ortaya çıkması, ataya çekme, atavizm.
    atadan babadan görmek * gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak.
    ataerki * Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederşahîlik.
    ataerkil * Ataerki temeline dayanan, pederşahî, patriarkal.
    atak * Düşüncesizce her işe atılan, cür’etkâr.
    * Geveze, yalancı.
    atak * Atılım, akın.
    * Saldırı, saldırış, hücum, hamle.
    atak yapmak * akın yapmak, atılım yapmak.
    ataklık * Atak olanın durumu veya atakça iş, davranış, cür’et.
    atalet * Tembellik.
    * İşsizlik, işsiz kalma, işlemezlik.
    atalık * Ataya yakışır davranış, babalık.
    atama * Atamak işi, tayin.
    atamak * Birini bir göreve getirmek, tayin etmek.
    ataman * Eskiden Rus Kazakların baş buğuna verilen unvan.
    atanma * Bir göreve getirilme, tayin edilme.
    atanma yapmak * tayin etmek.
    atanmak * Bir göreve getirilmek, tayin edilmek.
    ataraksiya * Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği, acıya olduğu kadar kıvanca karşıda ilgisizlik.
    atardamar * Kalbin sağkarıncığından akciğerlere, sol karıncığından vücudun diğer bölümlerine kan taşıyan damar,
    şiryan.
    atari * Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmiş bir oyun türü.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 98

    atarkanal * Spermayı idrar yoluna salan iki kanal.
    atasözü * Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbımesel: Ayağınıyorganına
    göre uzat. Atsan atılmaz, satsan satılmaz vb.
    ataş * Tutacak.
    ataşe * Bir elçiliğe bağlıuzman, elçilik uzmanı.
    ataşelik * Ataşe olma durumu veya makamı.
    * Ataşenin görev yaptığıyer.
    Atatürkçü * Atatürkçülük yanlısı olan (kimse), Kemalist.
    Atatürkçülük * Atatürk’ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan; Türk Devleti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî
    egemenliği, kişi özgürlüğünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe
    yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
    * Bu ilkeye bağlılık.
    atavik * Atacılıkla ilgili.
    atavizm * Atacılık.
    atbalığı * Su aygırı.
    atçı * Soy at yetiştiricisi.
    atçılık * Soy at yetiştiriciliğinde yapılan at koşuları, at sergileri gibi çalışmalar.
    ate * Ateist.
    atefleksiyon * Döl yatağının biçiminin bozulması.
    ateh * Bunama, bunaklık, ihtiyarlık yüzünden alık duruma gelme.
    ateh getirmek * bunamak.
    ateist * Tanrıtanımaz.
    ateizm * Tanrıtanımazlık.
    atelye * Bkz. atölye.
    aterina * Gümüş balığı.
    ateş * Yanıcıcisimlerin tutuşmasıyla beliren ısıve ışık, od.
    * Tutuşmuşolan cisim.
    * Isıtma veya pişirme için kullanılan yer veya araç.
    * Patlayıcısilâhların atılması.
    * Vücut ısısı.
    * Coşkunluk.
    * Tehlike, felâket.
    * Büyük üzüntü, acı.
    * Kırmızı, alev renginde olan.
    * Öfke, hırs, hınç.
    ateşaçmak * ateşli silâhla mermi atmaya başlamak.
    ateşalmak * yanmak, tutuşmak.
    * (ateşli silâh) patlamak.
    * telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak, acele davranmak, acele etmek.
    ateşalmaya mı geldin? * uğradığıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir.
    ateş bacayı(veya saçağı) sarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
    ateş balığı * Sardalye.
    ateş basmak * kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek.
    ateş böceği * Kın kanatlılardan, karanlıkta ışıldama özelliği olan böcek (Lampyris noctiluca).
    ateş böcekleri * Kın kanatlılardan, örneği ateş böceği olan böcekler takımı.
    ateşçıkmak * Bkz. yangın çıkmak.
    ateşçiçeği * Ballı babagillerden, ateşkırmızısırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens).
    ateşdüştüğü yeri yakar * bir acıyı onu çekenden başkasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez.
    ateşetmek * ateşli silâhlarla mermi atmak.
    ateşgecesi * Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateşin üstünden
    atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.
    ateşgemisi * Eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcımaddelerle dolu gemi.
    ateşgibi * çok sıcak.
    * zeki, çalışkan ve becerikli.
    * kıpkırmızı.
    ateşgibi yanmak * ateşi yükselmek.
    ateşhattı * Savaşta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat.
    ateşkayığı * Ateş balığı avlamak için kullanılan ve içinde ateşyakılan kayık.
    * Yangın söndürmede kullanılan tulumbayıtaşımak için kullanılan büyük ve genişkayık.
    ateşkesilmek * çok kızgın davranışlarda bulunmak, ateşpüskürmek.
    * (sonradan) çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.
    ateşkesmek * ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek.
    ateşkırmızısı * Yanan ateşin rengi.
    ateşolmayan yerden duman çıkmaz * küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatır.
    ateşolsa cirmi kadar yer yakar * hasmın pek önemsenmediğini anlatır.
    ateşpahası * Çok pahalı.
    ateşparçası * Ateşin bir bölümü.
    * Çok canlı, hareketli, becerikli, çalışkan.
    * Çok yaramaz (çocuk).
    ateşpüskürmek * şiddetli, öfkeli konuşmak.
    * çok öfkeli olmak.
    ateşsaçmak * çok kızmak, çok öfkelenmek.
    ateştuğlası * Ocak, soba gibi yerlerde kullanılan, ateşe dayanıklıtuğla.
    ateşvermek * tutuşturmak.