mutezile | * Kaderi inkâr ederek “kul, ettiklerinin yaratıcısıdır” diyen ve Tanrı’nın sıfatlarıkonusunda sünnet ehlinden ayrılan bir Müslüman felsefesi. |
mutfak | * Yemek pişirilen yer. * Yiyecekleri hazırlama sanatı. |
mutfak dolabı | * Mutfak aletlerinin yerleştirilmesi için yaptırılan özel dolap. |
mutfak havalandırması | * Mutfaklara yerleştirilen havalandırma sistemi. |
mutfak havlusu | * Mutfakta kullanılan havlu, el bezi. |
mutfak merdiveni | * Mutfak ile dışavluyu birbirine bağlayan merdiven. |
muti | * Yumuşak başlı, itaat eden. |
mutlak | * Salt. * Saltık. * Kesin olarak, mutlaka. |
mutlak değer | * Bkz. salt değer. |
mutlak mera | * Üzerinde kendiliğinden gelişen ve otlatmaya elverişli bir bitki örtüsü taşıyan mera. |
mutlak nem | * Bkz. salt nem. |
mutlak sıcaklık | * Bkz. salt sıcaklık. |
mutlak sıfır | * Bkz. salt sıfır. |
mutlaka | * Kaçınılmaz bir biçimde, her hâlde, ne olursa olsun. * Kesinlikle, mutlak. |
mutlakçı | * Saltçılık yanlısı olan. |
mutlakçılık | * Saltçılık. |
mutlakiyet | * Saltçılık. |
mutlandırma | * Mutlandırmak işi. |
mutlandırmak | * Mutlanmasına yol açmak, mutlanmasını sağlamak. |
mutlanma | * Mutlanmak işi. |
mutlanmak | * Mutlu olmak. |
mutlu | * Mutluluğa erişmişolan, ongun, mes’ut. * Mutluluk veren. |
mutlu etmek | * mutluluk vermek, bahtiyar etmek. |
mutlu olmak | * mutluluk duymak, bahtiyar olmak. |
mutluca | * Mutlu olmaya yakın. |
mutlulandırma | * Mutlulandırmak işi. |
mutlulandırmak | * Mutlanmasına yol açmak, mutlanmasını sağlamak. |
mutlulanma | * Mutlulanmak işi. |
mutlulanmak | * Mutlu bir duruma gelmek, mutlanmak. |
mutluluk | * Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut, saadet. |
mutluluk çubuğu | * İktidarsızlık sorunu bulunanlara sağlıklıcinsel yaşantı için özel olarak takılan yapay organ. |
mutmain | * İnanmış, gönlü kanmış, emin olan. |
mutmain olmak | * inanmak, günlü kanmak. |
mutsuz | * Mutlu olmayan, bedbaht. |
mutsuzlaşma | * Mutsuzlaşmak işi. |
mutsuzlaşmak | * Mutsuz duruma gelmek. |
mutsuzluk | * Mutsuz olma durumu, bedbahtlık. |
muttali | * Öğrenmiş, haber almış, bilgi edinmiş. |
muttali olmak | * bir durumdan haberi olmak, bir durum üzerine bilgi edinmek. |
muttarit | * Düzenli, tek düze. |
muttasıf | * Nitelenmiş, nitelikli, vasıflı. |
muttasıl | * Bitişik, yan yana olan. * Aralık vermeden, aralıksız, hiç durmadan, biteviye. |
muvacehe | * Yüzleşme, yüz yüze gelme. |
muvacehesinde | * (bir durum) Karşısında, yüzüne karşı. |
muvafakat | * Uygun görme, onama, kabul etme. |
muvafakat etmek | * uygun görmek, onaylamak, kabul etmek. |
muvaffak | * Başarmış, başarılı(kimse). * Başarılmış, başarılı(iş). |
muvaffak olmak | * başarmak, başarılı olmak; becermek. |
muvaffakiyet | * Başarı. |
muvaffakiyetli | * Başarılı. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 71
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 72
muvaffakiyetsiz * Başarısız. muvaffakiyetsizlik * Başarısızlık. muvafık * Uygun. muvafık bulma(ma)k * uygun görme(me)k, kabul etme(me)k. muvafık olmak * uygun düşmek, kabul edilebilir olmak. muvahhit * Tanrı’nın birliğine inanan. muvakkat * Belirli bir zaman süren, sürekli olmayan, geçici, palyatif. muvakkaten * Az bir zaman süresince, geçici olarak, eğreti olarak. muvakkit * Güneşe bakarak namaz vakitlerini bildiren kimse. muvakkithane * Genellikle büyük camilerin yanında bulunan ve zamanıayarlayan oda. muvasala * Gidip gelme imkânı, ulaşım, erişim. muvasalat * Bir yere ulaşma, varma. muvasalat etmek * varmak, ulaşmak. muvaşşah * Akrostiş. muvazaa * Danışık, danışıklık. muvazaalı * Danışıklı. muvazat * Koşutluk, paralellik. muvazene * Denge.
* Dengelemek.muvazeneli * Dengeli, ölçülü.
* Davranışlarıölçülü olan.muvazenesiz * Dengesiz, ölsüsüz.
* Ne yaptığını bilmeyen, bir sözü bir sözünü, bir davranışı bir başka davranışınıtutmayan.muvazenesizlik * Dengesizlik, ölçüsüzlük. muvazi * Koşut, paralel. muvazzaf * Bir görev ve hizmetle yükümlü olan (kimse).
* SilâhlıKuvvetlerde çalışan meslekten subay ve astsubaylarla askerlik hizmetini yapan erler.muvazzaf hizmet * Askerlik çağına girince erkeklerin yapmakla yükümlü bulunduklarıaskerlik görevi. muvazzaf subay * Mesleği askerlik olan subay. muvazzaflık * Muvazzaf olma durumu. muylu * Başka bir parça için dönme ekseni görevini yapan, silindir biçiminde parça.
* Bir milin yatağında dönmesini sağlayan bölüm.
* Bir top namlusunun iki yanına tutturulan millere verilen ad.muylu yatağı * Top kundağının yanlarında bulunan, silâh muyluların geçmesi için açılmışdelikli bölüm. muymul * Atmaca ve doğana benzeyen bir tür yırtıcıkuş. muz * Muzgillerden, sıcak bölgelerde yetişen, bir çenekli, çok yıllık bir bitki (Musa sapientum).
* Bu bitkinin kendine özgü hoşkokulu, tatlı, besleyici, kalın kabuklu, uzun meyvesi.-muz * -mız / -miz. muzaffer * Üstünlük elde etmiş, zafer kazanmış, yenmiş, utkulu.
* Zafer kazanmış, üstünlük elde etmişkimse veya ulus.muzaffer olmak * üstün gelmek, yenmek, zafer kazanmak. muzafferane * Üstün bir biçimde, zafer kazanmışa yaraşır biçimde. muzafferiyet * Üstün gelme, üstünlük, zafer kazanma. muzaheret * Destekleme, yardım etme, arka çıkma. muzahir * Destekleyen, yardım eden, arka çıkan. muzgiller * Sıcak bölgelerde yetişen, özellikle muzları içine alan bir çenekliler familyası. muzır * Sağlığı bozan, zararıdokunan, zararlı.
* Yaramaz, cinsel gelişmeye zararlı.
* (çocuk için) Her şeyi bozan, karıştıran.muzırlaşma * Muzırlaşmak işi veya durumu. muzırlaşmak * Muzır duruma gelmek. muzırlık * Zararlı olma, zararlı işveya davranışlarda bulunma durumu.
* (çocuk için) Zarar verici yaramazlıklar.muzip * Şaka etmekten hoşlanan, takılgan. muzipçe * Muzibe yakışır biçimde, muzip gibi. muzipleşme * Muzipleşmek işi. muzipleşmek * Takılgan davranışta bulunmak. muzipliğine uğramak * aldatılmak, şakaya hedef olmak. muziplik * Takılganlık, yaramazlık. muziplik etmek * bir kimseye şaka yollu sözler söylemek. muzlim * Karanlık.
* Gizli, belirsiz. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 73
muzmahil * Çökmüş, çöküntüye uğramış. muztar * Bir işi yapmak zorunda kalan, zorunlu. muztar kalmak * zorunda kalmak. mü * Bkz. mı/ mi. mübadele * Değiş, değiştokuş. mübadele etmek * değiştokuşetmek. mübadil * Başkasının yerine getirilmiş, mübadele edilmiş.
* Lozan antlaşmasına göre, Türkiye’de, İstanbul dışında oturan Rumlarla değiştirilerek BatıTrakya dışındaki
Yunanistan’dan getirilen Türklere verilen ad.mübahase * Konuşma. mübalâğa * Abartma, abartı. mübalâğa etmek * abartmak. mübalâğacı * Abartıcı. mübalâğacılık * Abartıcılık. mübalâğalı * Abartılı. mübalâğasız * Abartısız. mübarek * Verimli, bereketli.
* Kutlu, uğurlu, kutsal.
* Beğenilen, sevilen şeyler için söylenir.
* Kızılan, şaşılan kimse veya şeyler için alay yollu kullanılır.
* Çok saygıduyulan.mübarek ay * Dinî bakımdan kutsal sayılan, özelliği veya önemi olduğuna inanılan ay. mübarek gün * Dinî bakımdan özelliği ve önemi olan gün (günler). mübarek olsun! * “hayırlı, uğurlu olsun” anlamında bir kutlama sözü. mübarek otu * Birleşikgillerden, sarıçiçekli, bir yıllk ve otsu bir bitki (Cnicus benedictus). mübareze * İki düşman taraftan çıkan birer kişinin çarpışması. mübaşeret * Bir işe başlama, girişme. mübaşir * Mahkemede duruşmaya girecekleri ve tanıklarıçağıran, yargıcın emirlerini bildiren, kâğıtları getirip götüren
görevli, çağrıcı.mübaşirlik * Mübaşir olma durumu.
* Mübaşirin görevi.mübayenet * Ayrılık, başkalık.
* Tutmazlık, karşıtlık, uyuşmazlık.mübeşşir * Muştu veren, müjde getiren (kimse). mübeyyiz * (yazıları) Temize çeken kimse. mübrem * Çok gerekli olan, kaçınılmaz, vazgeçilmez. mücadele * İki taraf arasında, birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için yapılan zorlu çalışma, savaş.
* Herhangi bir amaca erişmek veya bir kuvvete karşıkoyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli
çabası, savaşım.
* Hasmınıyere sermek için göğüs göğüse yapılan çarpışma.mücadele etmek * uğraşmak, savaşmak, çatışmak. mücadele vermek * savaşvermek, mücadele etmek. mücadeleci * Mücadele etmeyi seven, savaşımcı. mücahit * Kutsal ülküler uğruna savaşan (kimse), alp eren. mücahitlik * Mücahit olma durumu. mücamaa * Cinsel ilişkide bulunma. mücavir * Yakın komşu. mücazat * İşlenen bir suçtan ötürü ceza verme. mücbir * Zorlayan, zorlayıcı. mücbir sebep * Herhangi bir kimse tarafından alınacak önlemlere karşı, önüne geçilmesi olanaksız, borcun yerine
getirilmesine engel, borçlunun iradesi dışında beklenmedik olaylar.mücehhez * Donanmış.
* Hazırlıklı, hazırlanmış.mücehhez olmak * taşımak, kendinde bulundurmak. mücellâ * Parlatılmış, parlak. mücellit * Ciltçi. mücellithane * Cilt evi. mücellitlik * Ciltçilik. mücerrep * Denenmiş, sınanmış. mücerret * Soyut.
* Evlenmemiş, bekâr.
* Yalın durum.
* Soyut.
* Yalnız, ancak.mücessem * Cisim durumunda olan.
* (soyut kavramlar için) Somut bir varlıkta tam olarak belirmişolan.mücevher * Değerli süs eşyası. mücevher kutusu * Mücevherlerin saklandığıküçük kapalıkutu. mücevher mahfazası * Mücevher kutusu. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 65
muhayyerbuselik * Türk müziğinde bir makam. muhayyerkürdî * Türk müziğinde bir makam. muhayyerlik * Seçmeli olma durumu.
* Seçme hakkı.muhayyersümbüle * Türk müziğinde bir makam. muhayyile * Hayal etme gücü. muhbir * Haber ulaştırıcı, haber veren.
* Yasa dışı olan bir durumu yetkili makamlara bildiren kimse, ihbarcı.muhbirlik * Muhbir olma durumu veya muhbirin yaptığı iş. muhik * Haklı, doğru. muhil * Dokunan, bozan, ihlâl eden. muhip * Seven, sevgi besleyen, dost. muhit * Çevre, yöre.
* Bir kimsenin sürekli ilişkide bulunduğu insanlar topluluğu, çevre.muhit yapmak (veya edinmek) * ilişkili olduğu, tanışık olduğu kimselerin sayısınıçoğaltmak. muhkem * Sağlam, sağlamlaştırılmış. muhlis * Dostluğunda ve inançlarında içten olan.
* Bkz. halis muhlis.muhrik * Yakıcı.
* Yanık, dokunaklı(ses).muhrip * Torpido, top ve denizaltılara karşısilâhlarla donatılmış, küçük, hızlı giden savaşgemisi, destroyer. muhtaç * Bir şeye ihtiyaç duyan.
* Yoksul, fakir (kimse).
* Bakmaya mecbur olduğu aile bireylerini veya kendisini geçindirmeye yetecek geliri, malı, kazancı
bulunmayanlar.muhtaç etmek * birini, ihtiyaç duyduğu bir şeyi başkasından sağlamak zorunda bırakmak. muhtaç olmak * ihtiyaç duymak. muhtaçlık * Bakmaya mecbur olduğu aile bireylerini veya kendisini geçindirmeye yetecek geliri, malı, kazancı
olmayanların içinde bulunduğu durum.muhtar * Özerk.
* Köy veya mahallenin yasalarla belirtilmişişlerini yürütmek için o köy veya mahallede oturanların seçtikleri
kimse.muhtariyet * Özerklik. muhtarlık * Muhtarın görevi veya makamı.
* Muhtarın görevini yaptığıyer.muhtasar * Kısaltılmışolan, kısa; özet. muhtasaran * Kısaca, kısaltarak, özet olarak. muhtekir * Vurguncu, spekülâtör. muhtel * Düzeni bozulmuş, bozuk. muhtelif * Zıt, birbirini tutmayan.
* Çeşit çeşit, çeşitli.muhtelis * Beylik mal veya parayızimmetine geçiren, çalan. muhtelit * Karma, karışık. muhtemel * İhtimal dahilinde olan, beklenen, beklenir, umulur, olası, olasılı, mümkün. muhtemel olmak * umulmak, beklenmek. muhtemelen * Umulur ki, beklenir ki, görünüşe bakılarak. muhterem * Saygıdeğer, sayın. muhteri * Yeni bir şey yaratan, icat eden.
* Yalanlar uydurarak bir kimseye iftirada bulunan.muhteris * Hırslı. muhteriz * Çekingen. muhtesip * İslâm şehirlerinde çarşıve pazar esnafınıdin kurallarına göre denetleyen görevli, belediye memuru. muhteşem * Görkemli, gösterişli, büyük ve göz alıcı. muhteva * Bir şeyin içindeki, içteki, içerik. muhtevi * İhtiva eden, içine alan, kapsayan, içinde bulunduran. muhteviyat * İçindekiler. muhtıra * Herhangi bir şeyi hatırlatma, uyarma amacıyla yazılan yazı.
* Bir devletin başka bir devlete politik sorunlarla ilgili olarak yolladığıuyarıyazısı, diplomatik nota.
* Andaç.
* Günlük.muhzır * İlgililerin mahkemede bulunmalarınısağlayan görevli. muin * Yardım eden, yardımcı. muinli * Askere alındığında ailesine bakacak kimsesi olan. muinsiz * Askere alındığında ailesine bakacak kimsesi olmayan. muit * Okullarda çocuklarıçalıştırmakla görevli kimse, öğretmen yardımcısı. mujik * Rus köylüsü. -muk * Bkz. -mık / -mik. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 66
mukaar * İçbükey, obruk, konkav. mukabele * Karşılık verme, karşılama, karşılık.
* Karşılaştırma, karşılıklıyapılan okuma.
* Karşı gelme, başkaldırma.
* Camilerde Kur’an okunurken, hafızların da karşılık olarak ezbere Kur’an okumaları.mukabele etmek * karşılık vermek, karşılıkta bulunmak.
* karşı gelmek.mukabele okumak * ramazanda, en çok camide yüksek sesle ezbere kur’an okumak. mukabeleci * Camilerde Kur’an okuyan kimse.
* Bürolarda temize çekilmişhesaplarımüsveddeleri ile karşılaştıran görevli.
* Askerin yoklamasınıyapan kimse.mukabelede bulunmak * karşılık vermek. mukabeleli * Karşılığı olan, mukabelesi bulunan. mukabelesiz * Karşılığı olmayan, mukabelesi bulunmayan. mukabil * Bir şeye karşılık olarak yapılan, bir şeyin karşılığı olan.
* Bir şeyin karşısında bulunan.
* Karşılık.
* Karşılık olarak, karşılığında.mukaddem * Önce gelen, önceki.
* Öncül.mukaddema * Önce, evvelce, eskiden. mukaddeme * Bkz. mukaddime. mukadder * Yazgıda var olan, yazgı ile ilgili olan, alında yazılı olan. mukadderat * Yazgı. mukaddes * Kutsal. mukaddesat * Kutsal sayılan her türlü inanç ve davranışlar. mukaddesatçı * Kutsal tanınan şeylere aşırıölçüde bağlılık gösteren kimse. mukaddime * Ön söz.
* Bir olayın başlangıcı.mukaffa * Kafiyeli, uyaklı. mukallit * Taklitçi. mukallitlik * Mukallit olma durumu, mukallidin işi. mukannen * Belli, belirli, kesinleşmiş, şaşmaz.
* Kanun durumuna gelmiş, kanunlaşmış.mukarenet * Yaklaşma, kavuşma, bitişme.
* Yakınlık.mukarrer * Kararlaşmış, kararlaştırılmış. mukarrer bulunmak * kararlaşmak. mukarrerat * Alınan kararlar, kararlaştırılmışşeyler. mukassem * Ayrılmış, bölünmüş. mukassi * Sıkıntılı, sıkıntıverici, bunaltıcı. mukataa * Kesim. mukataalı * Kesime verilmiş(yer). mukattar * Damıtılmış, damıtık. mukavele * Sözleşme. mukavele yapmak * sözleşmek. mukaveleli * Sözleşmeli. mukavelename * Sözleşme. mukavelesiz * Sözleşmesiz. mukavemet * Dayanma, karşıdurma, karşıkoyma, direnme, direniş, dayanırlık.
* Direnç.mukavemet etmek * direnmek, dayanmak, karşıkoymak. mukavemet göstermek * direnmek, karşıkoymak. mukavemet koşusu * 3-15 km arasındaki uzun mesafeli koşular. mukavemetçi * Düşman saldırısına boyun eğmeyip her çeşit araçla karşı gelen yurtsever.
* Uzun mesafe koşucusu.mukavemeti kırılmak * direnci, gücü azalmak. mukavemetli * Dayanıklı, güçlü, dirençli. mukavemetsiz * Dayanıksız, güçsüz, dirençsiz. mukavim * Dayanıklı, güçlü, dirençli.
* Karşıkoyan, başkaldıran.mukavva * Karton.
* Bu kâğıttan yapılmış.mukavves * Kavisli, eğri, eğmeçli. mukavvi * Kuvvetledirici, güç katıcı. mukayese * Benzeterek veya karşılaştırarak değerlendirme, karşılaştırma, kıyaslama. mukayese etmek * karşılaştırmak, kıyaslamak. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 67
mukayeseli * Karşılaştırmalı. mukayyet * Bağlı olan, bağlanmış.
* Bir şart veya kayıtla bağlı olan.
* Yazılmış, yazılı, kayıtlı.mukayyet olmak * korumak, gözetmek. mukayyit * Bir kalemde, kayıt işlerini yapan kimse.
* Kaydedici makine.mukim * (bir yerde, bir evde) Oturan, eğleşen, ikamet eden. mukni * İnandıran, ikna eden. mukoza * Sümük doku. mukriz * Ödünç para veren, borç veren. muktebes * Yararlanmak için alınmış, aktarılmış. muktedir * Bir şeyi yapmaya, başarmaya gücü yeten, erkli. muktedir olmak * gücü yetmek, yapabilmek. muktesit * Tutumlu. mukteza * Gereken, gerekli olan.
* Bir işyapılırken gerekli işlemlerin bütünü.muktezi * Gereken, gerekli olan. mukus * Solunum yollarıve sindirim organlarının hücreleri tarafından salgılanan madde. mulaj * Bir şeyin bal mumu, alçı gibi bir madde ile kalı bınıçıkarmak için yapılan işlemlerin bütünü.
* Bu işlemler sonunda elde edilen kalıp.mulaj kâğıdı * Terzilerin patron çıkarmak için kullandıkları bir çeşit saydam kâğıt. mum * Bir fitilin üzerine erimiş bal mumu, iç yağı, stearik asit veya parafin dökülüp genellikle silindir biçiminde
dondurulan ince, uzun ışık aracı.
* Bal mumu.
* Işık yeğinliği birimi, kandelâ.
* Kısmen oksitlenmişkatıhidrokarbonlar.mum ağacı * Sıcak ülkeler ile Kuzey ve BatıAvrupa’da yetişen bir tür mum palmiyesi (Myrica cerifera). mum ampul * Mum biçiminde ampul. mum aydınlatma * Mum yapılarak yapılan aydınlatma. mum boya * Bkz. mum boyası. mum boyası * Mum, terebentin, su ve toprak boyalarla hazırlanan boya. mum cilâsı * Parafin ve bal mumunun terebentin veya neft yağında çözüştürülmesi ile elde edilen, ağaç eşyaları
cilâlamakta kullanılan madde.mum çiçeği * İki çeneklilerden, güzel kokulu, şemsiye biçiminde küçük beyaz çiçekler açan, etli yapraklı, sarılıcı bir süs
bitkisi (Cerinthe minor ve Cerinthe retortra).mum dibine ışık vermez * güçlü kişilerin kendi yakınlarınıkayırmaktan çekindiklerini anlatır. mum direk * Dimdik.
* Çok uslu, yaramazlık yapmayan.mum duruşu * Vücudun, ense ve omuzlara dayanarak ellerin kalçayıdesteklemesiyle başaşağı, yere dikey bulunduğu
durum.mum etmek * Bkz. muma çevirmek. mum gibi * dosdoğru, dimdik.
* uslu, kıpırtısız.
* tertemiz düzgün.
* zayıflamak sararıp solmak.mum kesilmek * sessiz, uslu, doğru düzgün durmak. mum olmak * hırçınlığı,yaramazlığı bırakmak.
* razı olmak.mum palmiyesi * Ilıman bölgelerde yetişen, gövdesi boyunca 1 cm kalınlığında bir mum katmanı bulunan, yapraklarıhurma
yaprağına benzeyen bir ağaç (Cerexylon andicola).mum yakmak * kutsal sayılan bir yere giderek adak adadığında mum yakıp koymak. mum yapıştırmak * bir şeyi kırmızımumla mühürlemek.
* önemli bir şeyi unutmayıp akılda tutmak.muma döndürmek (veya çevirmek) * her sözü dinler duruma getirmek, uslandırmak. mumaileyh * Adı geçen, yukarıda anılan, sözü geçen kimse. mumcu * Mum yapan veya satan kimse.
* Fitilli tüfek kullanan asker.
* Yeniçeri ocağında çavuşlardan sonra gelen, yeniçeri ağasına bağlı on iki subaydan her biri.mumhane * Mum üretim yeri. mumla aramak * çok isteyerek ve özlenle aramak. mumla aratmak * daha kötü olan yeni bir şey, bir durum, bir kimse, pek iyi olmayan eskisini aratmak. mumlama * Mumlamak işi.
* Bitki hücrelerinin değişikliğe uğrayarak kendilerini su geçirmez duruma getirir biçimde mum bağlaması
olayı.
* Lâboratuvarlardan çıkmış bir filmin çeşitli aletlerde kolayca dönmesini sağlamak için iki kenarına ince bir
bal mumu katmanısürmek.mumlamak * Bal mumu sürmek, bal mumuna batırmak.
* Mühürlemek, mühür mumu sürmek.
* Mum cilâsıyapmak.mumlanma * Mumlanmak işi. mumlanmak * Mumlamak işi yapılmak veya mumlamak işine konu olmak. mumlaşma * Mumlaşmak işi. mumlaşmak * Bal mumu durumuna gelmek. mumlayıcı * Filmleri mumlamakta kullanılan alet. mumlu * Mumu olan, mum konulmuşolan.
* Muma batırılmış, mumla hazırlanmışolan.mumlu kâğıt * Mürekkep geçirmeyen ve delinebilir bir dolgu maddesi emdirilmiş, mürekkebi geçiren, fakat kolay
delinmeyen bir cins pelürden veya lifli bir dokudan oluşturulmuş, teksir makinesinde basılacak yazıların yazıldığıkâğıt. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 68
mumluk * Mumu olan.
* Herhangi bir mum gücünde olan.
* Şamdan.mumsöndü * Alevî geleneğinde var olduğu ileri sürülen bir tür tören. mumya * Birtakım özel ilâçlar kullanılarak bozulmayacak duruma getirilmişolan ve bugün kazılarla ortaya çıkarılan
ceset.
* Çok zayıf kimse.mumya gibi * çok zayıf ve renksiz (kimse). mumyalama * Mumyalamak işi. mumyalamak * Bir cesedi, bozulmaması için özel ilâçlarla mumya durumuna getirmek. mumyalanma * Mumyalanmak işi veya durumu. mumyalanmak * Mumya durumuna gelmek. mumyalaşma * Mumyalaşmak işi. mumyalaşmak * Mumya durumuna gelmek. mundar * Bkz. murdar. mundarlık * Mundar olma durumu. munfasıl * Ayrıduran, ayrılmış, ayrık. munis * Alışılan, alışılmış, yabancı olmayan.
* Cana yakın, uysal, sevimli.
* Uygun.munkabız * Büzülmüş, toplanmış.
* Pekliği olan, peklik çeken.
* Verimsiz, işe yaramaz.munkalip * Değişmiş, dönüşmüşolan. munkariz * Batmış, çökmüş, tükenmiş. munsap * Kavuşan.
* Bkz. mansap.muntazam * Düzgün.
* Düzenli, derli toplu.
* Düzenli, sürekli ve düzgün bir biçimde.muntazaman * Düzenli olarak. muntazır * Bekleyen, gözleyen. muntazır olmak * beklemek, gözlemek. munzam * Katma, katılmış, ulanmış, eklenmiş, ekleme, ek. -mur * Fiilden isim türeten ek. murabaha * Bir malıçok fazla kârla satma.
* Kanunun izin verdiği sınırdan aşkın faiz alma, tefecilik.murabahacı * Bir malıçok fazla kârla satan kimse.
* Kanunun gösterdiği sınırıaşarak aşırıfaizle ödünç para veren kimse, tefeci.murabahacılık * Murabahacı olma durumu, tefecilik. murabba * Dört şeyden oluşan, dörtlü.
* Dördül, kare.
* Dört mısralı bentlerden oluşan divan edebiyatışiiri.murabba * Terbiye edilmiş.
* Kaynatılıp kıvama geldikten sonra dondurulan meyve suyu tatlısı.murabıt * Savaşçıderviş.
* Murabut.murabut * Kuzey Afrika’da dervişlere verilen ad. murabut kuşu * Uzun bacaklılardan, leyleğe benzeyen, gagası iri ve uzun bir kuş(Leptoptilus). murada ermek * isteğine kavuşmak, arzusu yerine gelmek. muradına ermek * dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak. murafaa * Duruşma.
* Yargıtayda yapılan duruşma.murahhas * Delege. murahhaslık * Delegelik. murakabe * Denetleme, denetim.
* (tasavvufta) Tanrı’ya bağlanarak çile doldurma.murakabe etmek * denetlemek. murakıp * Denetçi.
* Tanrı’ya bağlanarak çile dolduran kimse.murakıplık * Denetçilik. murana * Yılan balığına benzeyen, çok yırtıcı, sıcak denizlerde yaşayan, göğüs yüzgeci olmayan, eti beğenilen bir
deniz balığı(Muraena).murassa * Değerli taşlarla bezenmiş, cevahirle süslenmiş. murat * İstek, dilek.
* Amaç, erek, gaye.murat almak * dileğine kavuşmak. murat etmek * dilemek, istemek. murç * Betona delik açmakta kullanılan sivri uçlu, çelikten yapılmış bir alet. murdar * Kirli, pis.
* Cinsel birleşmeden sonra yıkanmamış(kimse).
* Şeriata uygun olarak kesilmemişolan (hayvan).murdarilik * Omurilik. murdarlık * Murdar olma durumu. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 69
muris * Miras bırakan, mirasçı. murt * Mersin ağacı. murt yememek * oyuna gelmemek. musaffa * Temizlenmiş, arıtılmış. musahabe * Konuşma, görüşme, söyleşi. musahhih * Düzeltici, düzelten. musahhihlik * Musahhih olma durumu.
* Düzelticinin görevi, düzelticilik.musahip * Sohbet, arkadaşlık eden kimse.
* Tatlıkonuşmaları ile büyüklerin, özellikle padişahların güzel zaman geçirmelerini sağlamakla görevli
kimselere verilen unvan.musahiplik * Musahibin yaptığı iş. musakka * Ufak parçalar biçiminde doğranmışsebzelerin, kuş başıet veya kıyma ve soğanla pişirilmesiyle yapılan bir
yemek.musalla * Namaz kılmaya yarayan açık yer.
* Camilerde cenaze konulup önünde namaz kılınan yer.musalla taşı * Namazıkılınmak için üstüne cenaze konulan masa biçiminde yüksek taş. musallat * Bir kimse veya şeyin üzerine bıktıracak kadar düşen. musallat etmek * birini, bir başkasının başına belâ etmek. musallat olmak * birini sürekli rahatsız etmek, birine sataşmak, hiç peşini bırakmamak. musalli * Beşvakit namazınısürekli olarak kılan. musamaha etmek * hoşgörü ile davranmak. musandıra * Evlerde yatak yorgan konulan yer, yüklük.
* Mutfakta yüksek ve genişraf.musanna * Uydurma, düzme.
* Sanatla yapılmış, bir usta elinden çıkmış, sanatlı.
* Yapıntılı.musannif * Sınıflandıran.
* Kitap yazan, yazar.musap * Başına bir kötülük, felâket gelmişolan.
* Hastalığa yakalanmış, tutulmuş, uğramış.musavver * Resim konulmuş, resimli.
* Zihinde tasarlanmış, düşünülmüşolan.Musevî * Musa Peygamberin dininden olan kimse. Musevîlik * Musa Peygamberin dini, Yahudilik. Mushaf * Kur’an. musır * Bir söz veya düşüncede direnen, ayak direyen. musibet * Ansızın gelen felâket, sıkıntıveren şey.
* Uğursuz.musikar * Gagasındaki deliklerden rüzgâr estikçe türlü sesler çıktığına inanılan bir masal kuşu.
* Mıskal.musiki * Müzik.
* Kulağa hoşgelen sesler dizisi.musikişinas * Müzikle uğraşan kimse. muska * İçinde dinî ve büyüleyici bir gücün saklı olduğu sanılan, taşıyanı, takanıveya sahip olanızararlıetkilerden
koruyup iyilik getirdiğine inanılan bir nesne veya yazılıkâğıt, hamaylı.
* Üçgen biçiminde katlanmışolan şey.muska böreği * İçine peynir, kıyma gibi şeyler konularak üçgen biçiminde katlanan bir tür börek. muskacı * Muska yazan kimse. muskacılık * Muskacının işi. muslihane * Barışçı bir yolla. muslin * Sık dokunmuş, parlak, ince, yumuşak bir tür kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan.musluk * Takılmış bulunduğu boru veya kabın içindeki akışkanı, istenildiğinde akıtabilecek bir düzende yapılmış
açılır kapanır alet.
* El yıkamaya yarayan yer.muslukçu * Musluk satan veya onaran kimse.
* Abdest almak için ceketini çıkaranların para veya değerli şeylerini çalarak hırsızlık yapan kimse.muslukçuluk * Muslukçunun yaptığı iş.
* Abdest almak için ceketini çıkaranların para veya değerli şeylerini çalarak yapılan hırsızlık.musluklu * Musluğu olan. musluksuz * Musluğu olmayan. muson * Güney Asya kıyılarıyla Hint Denizi’nde yaz ve kışmevsimlerinde birbirine ters yönlerden esen genişalanlı
rüzgâr.mustarip * Istırap ve acıçeken.
* Sağlıksız, hasta.mustarip etmek * acıve ıstırap vermek. mustatil * Dikdörtgen. muş * Altıdüz, küçük gezinti vapuru. -muş * Bkz. -mış/ -miş. muşamba * Bir tarafına kauçuk veya yağlı boya sürülerek su geçirmeyecek duruma getirilen kalın bez.
* Bu bezden yapılmışolan.
* Su geçirmeyecek biçimde yapılmışyağmurluk.
* Linolyum.muşamba gibi * çok kirlenmişçamaşır, kumaş, örtü vb. için söylenir. muşambalaşma * Muşambalaşmak işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 70
muşambalaşmak * Muşamba gibi olmak, muşamba durumunu almak, muşambaya dönmek. muşmula * Gülgillerden, 2-3 m yükseklikte dikenli küçük bir ağaçcık (Mespilus germanica).
* Bu ağacın olgunlaşıp çürüdükten sonra yenilebilen, yuvarlak, mayhoş, buruk ve beşçekirdekli meyvesi,
döngel, beş bıyık.muşmula gibi * yüzünde pek çok buruşuk ve kırışık bulunan. muşta * Karşısındakine vurmak için özel olarak açılmışdeliklerine parmakların geçirilmesi ile kullanılan demir
parçası.
* Kunduracıların, derileri vurarak inceltmek için kullandıklarımetalden tokmak.
* Parmağın biri bükülüp sivriltilerek vurulan yumruk.muştalama * Muştalamak işi. muştalamak * Muşta ile vurmak. muştu * Sevindiren haber, sava, müjde. muştucu * Muştu getiren, savacı, müjdeci. muştulama * Muştulamak işi. muştulamak * Sevinilecek bir işin, olayın, vb. nin olduğunu birine haber vermek, mujdelemek. muştulanma * Muştulanmak işi, müjdelenme. muştulanmak * Sevinçli bir haber verilmek, müjdelenmek. muştulu * Muştu bildiren, sevindirici, müjdeli. muştuluk * Muştucuya verilen armağan, müjdelik. mut * Bütün özlemlerin eksiksiz ve sürekli olarak yerine gelmesinden duyulan kıvanç, kut, saadet. mut * Elli şiniklik tahıl ölçeği. muta * Veri. mutaassıp * Bağnaz. mutabakat * Uyuşma, anlaşma, itilâf.
* Uygunluk.
* Uyum.mutabık * Birbirine uyan, aralarında anlaşmazlık olmayan.
* Uygun.mutabık kalmak * uyuşmak, anlaşmaya varmak. mutabık olmak * aralarında anlaşmazlık olmamak, anlaşmak. mutaf * Keçi kılından hayvan çulu, yem torbası gibi şeyler dokuyan kimse.
* Keçi kılından dokunmuşveya örülmüşhayvan çulu, yem torbası gibi şey.mutallâka * Boşanarak dul kalmışkadın. mutantan * Görkemli, şatafatlı. mutariza * Yayayraç, parantez. mutasarrıf * Kendinde kullanım hakkı olan, elinde bulunduran.
* Tanzimat’tan sonra, Osmanlıyönetim teşkilâtında sancakların yöneticisine verilen ad.mutasarrıflık * Mutasarrıfın görev ve makamı.
* Sancak.mutasavver * Tasarlanmış, düşünülmüş. mutasavvıf * Tasavvuf inançlarını benimseyerek kendini Tanrı’ya adamışkimse, sofi. mutasyon * Değişinim. mutasyonist * Değişinimci. mutasyonizm * Değişinimcilik. mutat * Alışılmış, alışılan.
* Alışkanlık, alışılmışşey.mutatabbip * Hekimlik taslayan kimse. mutavaat * Boyun eğme, uyma, itaat etme.
* Dönüşlü.mutavaat fiili * Bkz. dönüşlü fiil. mutavassıt * Aracı.
* Orta, ortalama.mutazarrır * Zarar görmüş, zarara uğramış. mutçuluk * Hayatın anlamınımutlulukta bulan, insan davranışlarının mutluluk isteğiyle belirlendiği görüşüne dayanan
ahlâk öğretisi, evdemonizm.muteber * Saygın, itibarı olan, hatırısayılır.
* İnanılır, güvenilir, sözü geçer.
* Yürürlükte olan, geçerliliği olan.muteber olmak * yürürlükte olmak, geçerli olmak. muteber olmak üzere * geçerli olarak. mutedil * Düşünce, işvb.de aşırıya kaçmayan, ılımlı, itidalli.
* Ilıman.mutedillik * Ilımanlık. mutekit * Bir şeye inanan, itikat eden, inançlı, inanlı, imanlı, mümin, dindar. mutemet * Kendisine inanılıp güvenilen kimse.
* Dairelerde, işyerlerinde bazıpara işlerine bakan görevli.mutemetlik * Mutemedin görevi. mutena * Özenilmiş, özenle yapılmış.
* Seçkin, önemli.muteriz * Karşı gelen, itiraz eden, itirazcı.
* İtiraz eden (kimse). -
Türkçe Sözlük M Sayfa 61
-msı/ -msi * Küçültme sıfatlarıtüreten ek: sarı-msı, mavi-msi, pembe-msi, mor-u-msu, tatlı-msı, ekşi-msi vb. -mtırak / -mturak * Küçültme sıfatlarıtüreten ek. mu * Bkz. mı/ mi. muaccel * Acele olunmuş.
* Peşin, hemen ödenmesi gereken.muacciz * Sıkıntıveren, taciz eden, bıktıran, usandıran.
* Yapışkan, sırnaşık, ukalâ (kimse).muaddel * Değiştirilmiş, değişikliğe uğramış, değişkin. muadele * Eşitlik, beraberlik, denklik.
* Anlaşılmaz iş.
* Denklem.muadelet * Eşitlik, denklik, eşdeğerlik. muadil * Eşit, denk, eşdeğer. muaf * Bağışlanmış, affedilmiş.
* Ayrıtutulmuş, ayrıcalık tanınmış.
* Özgür, serbest.muaf tutmak (veya tutulmak) * bir ödevi, bir görevi bağışlamak, ayrıcalık tanımak. muafiyet * Ayrıtutulma, kendisine uygulanmama, bağışıklık.
* Bağışıklık.muafiyet tanımak * kendisinden beklenilen veya istenilenlerin bütününü istememek. muafiyet sınavı * Eğitimde veya herhangi bir dalda bilgi birikiminin önceden yeterli olup olmadığının belirlenmesi için
yapılan sınav.muaflık * Muaf olma durumu. muahede * Anlaşma. muahedename * Antlaşma metni. muaheze * Kınama, paylama, ayıplama.
* Eleştiri.muaheze etmek * paylamak, ayıplamak, kınamak. muahezename * Eleştiri yazısıve kitabı. muahhar * Sonraki, sonradan gelen, ertelenmiş, daha sonraki. muahharen * Sonradan. muakkip * İzleyen, arkasından koşan, takip eden.
* (iş) Yürüten.muallâ * Yüksek, yüce. muallâk * Asılmış, asılı.
* Sonuca bağlanmamış, sürüncemede kalmış.
* Bağlı.muallâkta olmak (veya muallâkta kalmak) * sonuca bağlanmak, sürüncemede kalmak. muallel * Sakat, eksik. muallim * Öğretmen. muallime * Bayan öğretmen. muallimlik * Öğretmenlik. muamelât * Dairelerde evrak üzerinde yapılan işlemler, işlem. muamele * Davranma, davranış.
* Yol, yöntem, iz.
* İşlem.
* Alışveriş.
* İşlem.muamele etmek * davranmak. muamele görmek * işlem uygulanmak, davranılmak. muamma * Bilmece.
* Anlaşılmayan, bilinmeyen şey.muamma asmak * âşıklık geleneğinde herhangi bir konuyu manzum olarak bilmece türünde düzenleyip genellikle
kahvehanelerde herkesin göreceği bir yere koymak.muammalı * Bilmeceli, muamma dolu. muammalık * Muamma dolu olma durumu. muammer * Yaşamış. muammer olmak * yaşamak.
* uzun ve mutlu yaşamak.muannit * İnat eden, inatçı, direngeç, anut. muaraza * Çekişme, kavga. muare * Dalgalıparıltılar verilmişolan bir tür kumaş, kareli kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan.muarefe * Karşılıklı birbirini tanıma, tanışma, tanışıklık. muarız * Karşıkoyan, karşıçıkan. muasır * Aynıyüzyıl içinde olan.
* Çağdaş.muasırlaşma * Muasırlaşmak işi, çağdaşlaşma. muasırlaşmak * Çağdaşlaşmak. muaşaka * Sevişme, sevgi, âşıktaşlık. muaşakada olmak * sevişmek, birbirine âşık olmak. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 62
muaşeret * Birbiriyle toplumsal ilişkiler içinde bulunma. muaşeret adabı * Görgü kuralları, adabımuaşeret. muattal * İşlemez, kullanılmaz duruma gelmiş.
* Boş, işsiz.muattar * Itırlı, güzel kokulu. muavenet * Yardım. muavenet etmek * yardım etmek. muavin * Yardımcı, yardım eden.
* Bir görevlinin, bir yöneticinin işine yardım eden, yokluğunda yerini ve yetkilerini üzerine alan kimse.muavinlik * Muavin olma durumu.
* Muavinin görevi.muayede * Bayramlaşma, birbirinin bayramınıkutlama. muayene * Bir kimsenin hasta olup olmadığınıveya hastalığın nerede olduğunu araştırma.
* Gözden geçirme, araştırma, yoklama.muayene etmek * bir kimsenin hasta olup olmadığınıveya hastalığının nerede olduğunu araştırmak.
* araştırmak, incelemek.muayene olmak * hekimce bakılmak. muayeneci * Araştıran, yoklayan kimse. muayenehane * Hekimlerin hastalarınıkabul ettikleri yer. muayyen * Belli, belirli; kesin olarak belirlenmiş.
* Kararlaştırılan.muayyeniyet * Belli olma durumu, bellilik. muazzam * Çok büyük, çok iri, koskoca, koskocaman.
* Alışılmışın sınırlarınıaşan.
* Güçlü, önemli.muazzep * Acı, sıkıntı, azap çeken. muazzep olmak * acı, azap çekmek. muazzep etmek * acı, azap çektirmek. muazzez * Sayılan, saygıduyulan, sevgili, aziz. mubah * Dince yapılmasında sakınca olmayan, yapılması günah veya sevap olmayan.
* Yapılmasında sakınca görülmeyen.mubah görmek * hoşgörmek, sakıncasız bulmak. mubassır * Okullarda öğrencilerin durumu ile ilgilenen ve düzeni sağlamakla görevli kimse. mubayaa * Satın alma. mubayaa etmek * satın almak. mubayaacı * Satın alan kimse. mucibince * Gereğince. mucip * Gerektiren, gerektirici.
* Sebep.mucip olmak * gerektirmek. mucip sebep * Gerekçe. mucir * Kiraya veren kimse. mucit * Yeni bir buluşortaya koyan, icat eden kimse.
* Yaratıcı, yaratan.mucize * İnsanlarıhayran bırakan, tabiatüstü sayılan olay, tansık.
* İnsan aklının alamayacağı olay.
* Olağanüstü, şaşırtıcı.mucize göstermek * olağanüstü bir olay yaratmak. mucize kabilinden * umulmayan, beklenmeyen bir biçimde. mucizeli * Mucize niteliği bulunan. mucuk * Bir çeşit küçük sinek. mucur * Kömür kırıntısı, mıcır.
* Yol yapımında kullanılan taşkırıntısı.
* Bir şeyin işe yaramayan bölümü.muço * Gemilerde, küçük yaşta tayfa yamağı, miço.
* Meyhaneci çırağı.mudarebe * Bir yandan sermaye, öte yandan emek konularak kurulan şirket. mudi * Emanet bırakan kimse.
* (bankaya) Para yatıran kimse.mudil * Karmaşık, güç, çetin. mufassal * Ayrıntılı. mufla * Cisimleri, aleve değdirmeden ateşin etkisine uğratmak için kullanılan büyük toprak kap.
* Porselen fırını.muflon * Yabanî koyun, argali.
* Pardösülerin içine iliklenerek geçirilen bir çeşit çok kalın, eğreti astar.muflonlu * İçinde keçe bulunan çok kalın, yumuşak, parlak tüylü kumaş.
* Bu kumaşgeçirilerek yapılmışolan.mugaddi * Besleyici, besleyen. mugalâta * Yanıltacak söz, yanıltmaca. mugalâtacı * Mugalâta yapan kimse. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 63
muganni * Şarkısöyleyen kimse, şarkıcı. muganniye * Şarkıcıkadın. mugayeret * Uygun olmama durumu, uymazlık, aykırılık. mugayir * Uymaz, aykırı. muğber * Gücenmiş, gücenik, küskün. muğber olmak * gücenmek, küsmek. muğlâk * Anlaşılması güç, anlaşılmaz, karışık, çapraşık. muhabbet * Sevgi.
* Dostça konuşma, yarenlik.muhabbet beslemek * sevgi duymak. muhabbet çiçeği * Muhabbet çiçeğigillerden, ekleri yeşilimtırak beyaz, güzel kokulu bir süs bitkisi (Reseda odorata). muhabbet çiçeğigiller * Ayrıtaç yapraklı, iki çenekli bitkiler sınıfı. muhabbet etmek * karşılıklı, dostça konuşmak. muhabbet kuşu * Papağangillerden, asıl yurdu Avustralya olan, yurdumuzda da kafeslerde üretilen, eşine çok düşkün, sarı,
yeşil ve kül rengi tüylü, uzun ve sivri kuyruklu bir kuş(Melopsittacus undulatus).muhabbet tellâlı * Kadınla erkek arasında yolsuz ilişkilere aracılık eden kimse, pezevenk, kavat. muhabbetname * Aşk mektubu.
* Arkadaş, dost mektubu.muhaberat * Haberleşmeler, haberleşme dolayısıyla yapılan yazışmalar. muhabere * Haberleşme, yazışma. muhabere etmek * haberleşmek, yazışmak. muhabere memuru * Telgrafçı, haberleşmeyi sağlayan kimse. muhabere sınıfı * Savaşta haberleşme düzeninin kurulmasını, düşmanın elektronik araçlar kullanmasınıengellemeyi veya
bunu sınırlandırmayısağlayan yardımcısınıf.muhabereci * Muhabere sınıfından olan asker. muhabir * Basın ve yayın organlarına haber toplayan, bildiren veya yazan kimse.
* Herhangi bir kuruluşun çalışmasıyla ilgili olarak, merkezle başka bir ülke arasında bağlantıyısağlayan
görevli.muhabirlik * Muhabir olma durumu.
* Muhabirin görevi.muhaceret * Göç, göçme.
* (yaşamakta olduğu ülkeden) Yabancı bir ülkeye uzun veya kısa süreli yerleşmek için gitme.muhaceret etmek * yaşadığıülkeden ayrılmak. muhacim * Saldıran, saldırıcı.
* Futbolda ileri uç oyuncusu.muhacir * Göçmen. muhacir arabası * Üstü ve yanlarıörtülü, dört tekerlekli, yaysız araba. muhacir gitmek * göç etmek. muhacir olmak * göçmen durumuna girmek. muhacirlik * Göçmenlik. muhaddep * Dış bükey, konveks. muhaddis * Hadis ile meşgul olan, Hz. Muhammed’in sözlerini bildirmişolan kimse. muhafaza * Koruma, saklama, korunum. muhafaza altına almak * korumak, saklamak, bir yerde tutmak, kapatmak. muhafaza etmek (veya edilmek) * korumak, saklamak (veya korunmak saklanmak).
* olduğu gibi bırakmak, kapatmak (veya bırakılmak, kapatılmak).muhafazakâr * Tutucu. muhafazakârlık * Tutuculuk. muhafazalı * Muhafazası olan. muhafazasız * Muhafazası olmayan. muhafız * Birini veya bir şeyi koruyan, kollayan, gözeten kimse, koruyucu.
* Bir kalenin veya bir şehrin önemli yerlerini korumak, düzeni ve güvenliği sağlamakla görevli komutan.muhafız alayı * Devlet başkanlarını, krallarıkorumakla görevli askerî birlik. muhafızlık * Muhafız olma durumu.
* Muhafızın görevi.muhakeme * Birbirine karşı olan iki tarafıdinleyerek bir yargıya varma, yargılama.
* Bir konuyu zihinde iyice düşünüp inceleyerek karar verme, akıl süzgecinden geçirme, usa vurma,
uslamlama.
* Bir sorunu çözmek için çıkar yol arama.muhakeme etmek * yargılamak.
* akıl süzgecinden geçirmek, düşünmek.muhakeme usulü * Yargıyolu, muhakeme tarzı. muhakeme yürütmek * düşünmek, soruna bir çözüm aramak. muhakkak * Doğruluğu, gerçekliği kesin olarak bilinen, gerçekliği kesinleşmiş.
* Her hâlde ne olursa olsun, kesinlikle.muhakkik * Gerçeği araştıran.
* Soruşturucu, soruşturmacı.muhal * Olamaz, olmaz, olmayacak; olması, gerçekleşmesi olanaksız.