Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük M Sayfa 71

    mutezile * Kaderi inkâr ederek “kul, ettiklerinin yaratıcısıdır” diyen ve Tanrı’nın sıfatlarıkonusunda sünnet ehlinden
    ayrılan bir Müslüman felsefesi.
    mutfak * Yemek pişirilen yer.
    * Yiyecekleri hazırlama sanatı.
    mutfak dolabı * Mutfak aletlerinin yerleştirilmesi için yaptırılan özel dolap.
    mutfak havalandırması * Mutfaklara yerleştirilen havalandırma sistemi.
    mutfak havlusu * Mutfakta kullanılan havlu, el bezi.
    mutfak merdiveni * Mutfak ile dışavluyu birbirine bağlayan merdiven.
    muti * Yumuşak başlı, itaat eden.
    mutlak * Salt.
    * Saltık.
    * Kesin olarak, mutlaka.
    mutlak değer * Bkz. salt değer.
    mutlak mera * Üzerinde kendiliğinden gelişen ve otlatmaya elverişli bir bitki örtüsü taşıyan mera.
    mutlak nem * Bkz. salt nem.
    mutlak sıcaklık * Bkz. salt sıcaklık.
    mutlak sıfır * Bkz. salt sıfır.
    mutlaka * Kaçınılmaz bir biçimde, her hâlde, ne olursa olsun.
    * Kesinlikle, mutlak.
    mutlakçı * Saltçılık yanlısı olan.
    mutlakçılık * Saltçılık.
    mutlakiyet * Saltçılık.
    mutlandırma * Mutlandırmak işi.
    mutlandırmak * Mutlanmasına yol açmak, mutlanmasını sağlamak.
    mutlanma * Mutlanmak işi.
    mutlanmak * Mutlu olmak.
    mutlu * Mutluluğa erişmişolan, ongun, mes’ut.
    * Mutluluk veren.
    mutlu etmek * mutluluk vermek, bahtiyar etmek.
    mutlu olmak * mutluluk duymak, bahtiyar olmak.
    mutluca * Mutlu olmaya yakın.
    mutlulandırma * Mutlulandırmak işi.
    mutlulandırmak * Mutlanmasına yol açmak, mutlanmasını sağlamak.
    mutlulanma * Mutlulanmak işi.
    mutlulanmak * Mutlu bir duruma gelmek, mutlanmak.
    mutluluk * Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut, saadet.
    mutluluk çubuğu * İktidarsızlık sorunu bulunanlara sağlıklıcinsel yaşantı için özel olarak takılan yapay organ.
    mutmain * İnanmış, gönlü kanmış, emin olan.
    mutmain olmak * inanmak, günlü kanmak.
    mutsuz * Mutlu olmayan, bedbaht.
    mutsuzlaşma * Mutsuzlaşmak işi.
    mutsuzlaşmak * Mutsuz duruma gelmek.
    mutsuzluk * Mutsuz olma durumu, bedbahtlık.
    muttali * Öğrenmiş, haber almış, bilgi edinmiş.
    muttali olmak * bir durumdan haberi olmak, bir durum üzerine bilgi edinmek.
    muttarit * Düzenli, tek düze.
    muttasıf * Nitelenmiş, nitelikli, vasıflı.
    muttasıl * Bitişik, yan yana olan.
    * Aralık vermeden, aralıksız, hiç durmadan, biteviye.
    muvacehe * Yüzleşme, yüz yüze gelme.
    muvacehesinde * (bir durum) Karşısında, yüzüne karşı.
    muvafakat * Uygun görme, onama, kabul etme.
    muvafakat etmek * uygun görmek, onaylamak, kabul etmek.
    muvaffak * Başarmış, başarılı(kimse).
    * Başarılmış, başarılı(iş).
    muvaffak olmak * başarmak, başarılı olmak; becermek.
    muvaffakiyet * Başarı.
    muvaffakiyetli * Başarılı.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 72

    muvaffakiyetsiz * Başarısız.
    muvaffakiyetsizlik * Başarısızlık.
    muvafık * Uygun.
    muvafık bulma(ma)k * uygun görme(me)k, kabul etme(me)k.
    muvafık olmak * uygun düşmek, kabul edilebilir olmak.
    muvahhit * Tanrı’nın birliğine inanan.
    muvakkat * Belirli bir zaman süren, sürekli olmayan, geçici, palyatif.
    muvakkaten * Az bir zaman süresince, geçici olarak, eğreti olarak.
    muvakkit * Güneşe bakarak namaz vakitlerini bildiren kimse.
    muvakkithane * Genellikle büyük camilerin yanında bulunan ve zamanıayarlayan oda.
    muvasala * Gidip gelme imkânı, ulaşım, erişim.
    muvasalat * Bir yere ulaşma, varma.
    muvasalat etmek * varmak, ulaşmak.
    muvaşşah * Akrostiş.
    muvazaa * Danışık, danışıklık.
    muvazaalı * Danışıklı.
    muvazat * Koşutluk, paralellik.
    muvazene * Denge.
    * Dengelemek.
    muvazeneli * Dengeli, ölçülü.
    * Davranışlarıölçülü olan.
    muvazenesiz * Dengesiz, ölsüsüz.
    * Ne yaptığını bilmeyen, bir sözü bir sözünü, bir davranışı bir başka davranışınıtutmayan.
    muvazenesizlik * Dengesizlik, ölçüsüzlük.
    muvazi * Koşut, paralel.
    muvazzaf * Bir görev ve hizmetle yükümlü olan (kimse).
    * SilâhlıKuvvetlerde çalışan meslekten subay ve astsubaylarla askerlik hizmetini yapan erler.
    muvazzaf hizmet * Askerlik çağına girince erkeklerin yapmakla yükümlü bulunduklarıaskerlik görevi.
    muvazzaf subay * Mesleği askerlik olan subay.
    muvazzaflık * Muvazzaf olma durumu.
    muylu * Başka bir parça için dönme ekseni görevini yapan, silindir biçiminde parça.
    * Bir milin yatağında dönmesini sağlayan bölüm.
    * Bir top namlusunun iki yanına tutturulan millere verilen ad.
    muylu yatağı * Top kundağının yanlarında bulunan, silâh muyluların geçmesi için açılmışdelikli bölüm.
    muymul * Atmaca ve doğana benzeyen bir tür yırtıcıkuş.
    muz * Muzgillerden, sıcak bölgelerde yetişen, bir çenekli, çok yıllık bir bitki (Musa sapientum).
    * Bu bitkinin kendine özgü hoşkokulu, tatlı, besleyici, kalın kabuklu, uzun meyvesi.
    -muz * -mız / -miz.
    muzaffer * Üstünlük elde etmiş, zafer kazanmış, yenmiş, utkulu.
    * Zafer kazanmış, üstünlük elde etmişkimse veya ulus.
    muzaffer olmak * üstün gelmek, yenmek, zafer kazanmak.
    muzafferane * Üstün bir biçimde, zafer kazanmışa yaraşır biçimde.
    muzafferiyet * Üstün gelme, üstünlük, zafer kazanma.
    muzaheret * Destekleme, yardım etme, arka çıkma.
    muzahir * Destekleyen, yardım eden, arka çıkan.
    muzgiller * Sıcak bölgelerde yetişen, özellikle muzları içine alan bir çenekliler familyası.
    muzır * Sağlığı bozan, zararıdokunan, zararlı.
    * Yaramaz, cinsel gelişmeye zararlı.
    * (çocuk için) Her şeyi bozan, karıştıran.
    muzırlaşma * Muzırlaşmak işi veya durumu.
    muzırlaşmak * Muzır duruma gelmek.
    muzırlık * Zararlı olma, zararlı işveya davranışlarda bulunma durumu.
    * (çocuk için) Zarar verici yaramazlıklar.
    muzip * Şaka etmekten hoşlanan, takılgan.
    muzipçe * Muzibe yakışır biçimde, muzip gibi.
    muzipleşme * Muzipleşmek işi.
    muzipleşmek * Takılgan davranışta bulunmak.
    muzipliğine uğramak * aldatılmak, şakaya hedef olmak.
    muziplik * Takılganlık, yaramazlık.
    muziplik etmek * bir kimseye şaka yollu sözler söylemek.
    muzlim * Karanlık.
    * Gizli, belirsiz.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 73

    muzmahil * Çökmüş, çöküntüye uğramış.
    muztar * Bir işi yapmak zorunda kalan, zorunlu.
    muztar kalmak * zorunda kalmak.
    * Bkz. mı/ mi.
    mübadele * Değiş, değiştokuş.
    mübadele etmek * değiştokuşetmek.
    mübadil * Başkasının yerine getirilmiş, mübadele edilmiş.
    * Lozan antlaşmasına göre, Türkiye’de, İstanbul dışında oturan Rumlarla değiştirilerek BatıTrakya dışındaki
    Yunanistan’dan getirilen Türklere verilen ad.
    mübahase * Konuşma.
    mübalâğa * Abartma, abartı.
    mübalâğa etmek * abartmak.
    mübalâğacı * Abartıcı.
    mübalâğacılık * Abartıcılık.
    mübalâğalı * Abartılı.
    mübalâğasız * Abartısız.
    mübarek * Verimli, bereketli.
    * Kutlu, uğurlu, kutsal.
    * Beğenilen, sevilen şeyler için söylenir.
    * Kızılan, şaşılan kimse veya şeyler için alay yollu kullanılır.
    * Çok saygıduyulan.
    mübarek ay * Dinî bakımdan kutsal sayılan, özelliği veya önemi olduğuna inanılan ay.
    mübarek gün * Dinî bakımdan özelliği ve önemi olan gün (günler).
    mübarek olsun! * “hayırlı, uğurlu olsun” anlamında bir kutlama sözü.
    mübarek otu * Birleşikgillerden, sarıçiçekli, bir yıllk ve otsu bir bitki (Cnicus benedictus).
    mübareze * İki düşman taraftan çıkan birer kişinin çarpışması.
    mübaşeret * Bir işe başlama, girişme.
    mübaşir * Mahkemede duruşmaya girecekleri ve tanıklarıçağıran, yargıcın emirlerini bildiren, kâğıtları getirip götüren
    görevli, çağrıcı.
    mübaşirlik * Mübaşir olma durumu.
    * Mübaşirin görevi.
    mübayenet * Ayrılık, başkalık.
    * Tutmazlık, karşıtlık, uyuşmazlık.
    mübeşşir * Muştu veren, müjde getiren (kimse).
    mübeyyiz * (yazıları) Temize çeken kimse.
    mübrem * Çok gerekli olan, kaçınılmaz, vazgeçilmez.
    mücadele * İki taraf arasında, birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için yapılan zorlu çalışma, savaş.
    * Herhangi bir amaca erişmek veya bir kuvvete karşıkoyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli
    çabası, savaşım.
    * Hasmınıyere sermek için göğüs göğüse yapılan çarpışma.
    mücadele etmek * uğraşmak, savaşmak, çatışmak.
    mücadele vermek * savaşvermek, mücadele etmek.
    mücadeleci * Mücadele etmeyi seven, savaşımcı.
    mücahit * Kutsal ülküler uğruna savaşan (kimse), alp eren.
    mücahitlik * Mücahit olma durumu.
    mücamaa * Cinsel ilişkide bulunma.
    mücavir * Yakın komşu.
    mücazat * İşlenen bir suçtan ötürü ceza verme.
    mücbir * Zorlayan, zorlayıcı.
    mücbir sebep * Herhangi bir kimse tarafından alınacak önlemlere karşı, önüne geçilmesi olanaksız, borcun yerine
    getirilmesine engel, borçlunun iradesi dışında beklenmedik olaylar.
    mücehhez * Donanmış.
    * Hazırlıklı, hazırlanmış.
    mücehhez olmak * taşımak, kendinde bulundurmak.
    mücellâ * Parlatılmış, parlak.
    mücellit * Ciltçi.
    mücellithane * Cilt evi.
    mücellitlik * Ciltçilik.
    mücerrep * Denenmiş, sınanmış.
    mücerret * Soyut.
    * Evlenmemiş, bekâr.
    * Yalın durum.
    * Soyut.
    * Yalnız, ancak.
    mücessem * Cisim durumunda olan.
    * (soyut kavramlar için) Somut bir varlıkta tam olarak belirmişolan.
    mücevher * Değerli süs eşyası.
    mücevher kutusu * Mücevherlerin saklandığıküçük kapalıkutu.
    mücevher mahfazası * Mücevher kutusu.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 65

    muhayyerbuselik * Türk müziğinde bir makam.
    muhayyerkürdî * Türk müziğinde bir makam.
    muhayyerlik * Seçmeli olma durumu.
    * Seçme hakkı.
    muhayyersümbüle * Türk müziğinde bir makam.
    muhayyile * Hayal etme gücü.
    muhbir * Haber ulaştırıcı, haber veren.
    * Yasa dışı olan bir durumu yetkili makamlara bildiren kimse, ihbarcı.
    muhbirlik * Muhbir olma durumu veya muhbirin yaptığı iş.
    muhik * Haklı, doğru.
    muhil * Dokunan, bozan, ihlâl eden.
    muhip * Seven, sevgi besleyen, dost.
    muhit * Çevre, yöre.
    * Bir kimsenin sürekli ilişkide bulunduğu insanlar topluluğu, çevre.
    muhit yapmak (veya edinmek) * ilişkili olduğu, tanışık olduğu kimselerin sayısınıçoğaltmak.
    muhkem * Sağlam, sağlamlaştırılmış.
    muhlis * Dostluğunda ve inançlarında içten olan.
    * Bkz. halis muhlis.
    muhrik * Yakıcı.
    * Yanık, dokunaklı(ses).
    muhrip * Torpido, top ve denizaltılara karşısilâhlarla donatılmış, küçük, hızlı giden savaşgemisi, destroyer.
    muhtaç * Bir şeye ihtiyaç duyan.
    * Yoksul, fakir (kimse).
    * Bakmaya mecbur olduğu aile bireylerini veya kendisini geçindirmeye yetecek geliri, malı, kazancı
    bulunmayanlar.
    muhtaç etmek * birini, ihtiyaç duyduğu bir şeyi başkasından sağlamak zorunda bırakmak.
    muhtaç olmak * ihtiyaç duymak.
    muhtaçlık * Bakmaya mecbur olduğu aile bireylerini veya kendisini geçindirmeye yetecek geliri, malı, kazancı
    olmayanların içinde bulunduğu durum.
    muhtar * Özerk.
    * Köy veya mahallenin yasalarla belirtilmişişlerini yürütmek için o köy veya mahallede oturanların seçtikleri
    kimse.
    muhtariyet * Özerklik.
    muhtarlık * Muhtarın görevi veya makamı.
    * Muhtarın görevini yaptığıyer.
    muhtasar * Kısaltılmışolan, kısa; özet.
    muhtasaran * Kısaca, kısaltarak, özet olarak.
    muhtekir * Vurguncu, spekülâtör.
    muhtel * Düzeni bozulmuş, bozuk.
    muhtelif * Zıt, birbirini tutmayan.
    * Çeşit çeşit, çeşitli.
    muhtelis * Beylik mal veya parayızimmetine geçiren, çalan.
    muhtelit * Karma, karışık.
    muhtemel * İhtimal dahilinde olan, beklenen, beklenir, umulur, olası, olasılı, mümkün.
    muhtemel olmak * umulmak, beklenmek.
    muhtemelen * Umulur ki, beklenir ki, görünüşe bakılarak.
    muhterem * Saygıdeğer, sayın.
    muhteri * Yeni bir şey yaratan, icat eden.
    * Yalanlar uydurarak bir kimseye iftirada bulunan.
    muhteris * Hırslı.
    muhteriz * Çekingen.
    muhtesip * İslâm şehirlerinde çarşıve pazar esnafınıdin kurallarına göre denetleyen görevli, belediye memuru.
    muhteşem * Görkemli, gösterişli, büyük ve göz alıcı.
    muhteva * Bir şeyin içindeki, içteki, içerik.
    muhtevi * İhtiva eden, içine alan, kapsayan, içinde bulunduran.
    muhteviyat * İçindekiler.
    muhtıra * Herhangi bir şeyi hatırlatma, uyarma amacıyla yazılan yazı.
    * Bir devletin başka bir devlete politik sorunlarla ilgili olarak yolladığıuyarıyazısı, diplomatik nota.
    * Andaç.
    * Günlük.
    muhzır * İlgililerin mahkemede bulunmalarınısağlayan görevli.
    muin * Yardım eden, yardımcı.
    muinli * Askere alındığında ailesine bakacak kimsesi olan.
    muinsiz * Askere alındığında ailesine bakacak kimsesi olmayan.
    muit * Okullarda çocuklarıçalıştırmakla görevli kimse, öğretmen yardımcısı.
    mujik * Rus köylüsü.
    -muk * Bkz. -mık / -mik.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 66

    mukaar * İçbükey, obruk, konkav.
    mukabele * Karşılık verme, karşılama, karşılık.
    * Karşılaştırma, karşılıklıyapılan okuma.
    * Karşı gelme, başkaldırma.
    * Camilerde Kur’an okunurken, hafızların da karşılık olarak ezbere Kur’an okumaları.
    mukabele etmek * karşılık vermek, karşılıkta bulunmak.
    * karşı gelmek.
    mukabele okumak * ramazanda, en çok camide yüksek sesle ezbere kur’an okumak.
    mukabeleci * Camilerde Kur’an okuyan kimse.
    * Bürolarda temize çekilmişhesaplarımüsveddeleri ile karşılaştıran görevli.
    * Askerin yoklamasınıyapan kimse.
    mukabelede bulunmak * karşılık vermek.
    mukabeleli * Karşılığı olan, mukabelesi bulunan.
    mukabelesiz * Karşılığı olmayan, mukabelesi bulunmayan.
    mukabil * Bir şeye karşılık olarak yapılan, bir şeyin karşılığı olan.
    * Bir şeyin karşısında bulunan.
    * Karşılık.
    * Karşılık olarak, karşılığında.
    mukaddem * Önce gelen, önceki.
    * Öncül.
    mukaddema * Önce, evvelce, eskiden.
    mukaddeme * Bkz. mukaddime.
    mukadder * Yazgıda var olan, yazgı ile ilgili olan, alında yazılı olan.
    mukadderat * Yazgı.
    mukaddes * Kutsal.
    mukaddesat * Kutsal sayılan her türlü inanç ve davranışlar.
    mukaddesatçı * Kutsal tanınan şeylere aşırıölçüde bağlılık gösteren kimse.
    mukaddime * Ön söz.
    * Bir olayın başlangıcı.
    mukaffa * Kafiyeli, uyaklı.
    mukallit * Taklitçi.
    mukallitlik * Mukallit olma durumu, mukallidin işi.
    mukannen * Belli, belirli, kesinleşmiş, şaşmaz.
    * Kanun durumuna gelmiş, kanunlaşmış.
    mukarenet * Yaklaşma, kavuşma, bitişme.
    * Yakınlık.
    mukarrer * Kararlaşmış, kararlaştırılmış.
    mukarrer bulunmak * kararlaşmak.
    mukarrerat * Alınan kararlar, kararlaştırılmışşeyler.
    mukassem * Ayrılmış, bölünmüş.
    mukassi * Sıkıntılı, sıkıntıverici, bunaltıcı.
    mukataa * Kesim.
    mukataalı * Kesime verilmiş(yer).
    mukattar * Damıtılmış, damıtık.
    mukavele * Sözleşme.
    mukavele yapmak * sözleşmek.
    mukaveleli * Sözleşmeli.
    mukavelename * Sözleşme.
    mukavelesiz * Sözleşmesiz.
    mukavemet * Dayanma, karşıdurma, karşıkoyma, direnme, direniş, dayanırlık.
    * Direnç.
    mukavemet etmek * direnmek, dayanmak, karşıkoymak.
    mukavemet göstermek * direnmek, karşıkoymak.
    mukavemet koşusu * 3-15 km arasındaki uzun mesafeli koşular.
    mukavemetçi * Düşman saldırısına boyun eğmeyip her çeşit araçla karşı gelen yurtsever.
    * Uzun mesafe koşucusu.
    mukavemeti kırılmak * direnci, gücü azalmak.
    mukavemetli * Dayanıklı, güçlü, dirençli.
    mukavemetsiz * Dayanıksız, güçsüz, dirençsiz.
    mukavim * Dayanıklı, güçlü, dirençli.
    * Karşıkoyan, başkaldıran.
    mukavva * Karton.
    * Bu kâğıttan yapılmış.
    mukavves * Kavisli, eğri, eğmeçli.
    mukavvi * Kuvvetledirici, güç katıcı.
    mukayese * Benzeterek veya karşılaştırarak değerlendirme, karşılaştırma, kıyaslama.
    mukayese etmek * karşılaştırmak, kıyaslamak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 67

    mukayeseli * Karşılaştırmalı.
    mukayyet * Bağlı olan, bağlanmış.
    * Bir şart veya kayıtla bağlı olan.
    * Yazılmış, yazılı, kayıtlı.
    mukayyet olmak * korumak, gözetmek.
    mukayyit * Bir kalemde, kayıt işlerini yapan kimse.
    * Kaydedici makine.
    mukim * (bir yerde, bir evde) Oturan, eğleşen, ikamet eden.
    mukni * İnandıran, ikna eden.
    mukoza * Sümük doku.
    mukriz * Ödünç para veren, borç veren.
    muktebes * Yararlanmak için alınmış, aktarılmış.
    muktedir * Bir şeyi yapmaya, başarmaya gücü yeten, erkli.
    muktedir olmak * gücü yetmek, yapabilmek.
    muktesit * Tutumlu.
    mukteza * Gereken, gerekli olan.
    * Bir işyapılırken gerekli işlemlerin bütünü.
    muktezi * Gereken, gerekli olan.
    mukus * Solunum yollarıve sindirim organlarının hücreleri tarafından salgılanan madde.
    mulaj * Bir şeyin bal mumu, alçı gibi bir madde ile kalı bınıçıkarmak için yapılan işlemlerin bütünü.
    * Bu işlemler sonunda elde edilen kalıp.
    mulaj kâğıdı * Terzilerin patron çıkarmak için kullandıkları bir çeşit saydam kâğıt.
    mum * Bir fitilin üzerine erimiş bal mumu, iç yağı, stearik asit veya parafin dökülüp genellikle silindir biçiminde
    dondurulan ince, uzun ışık aracı.
    * Bal mumu.
    * Işık yeğinliği birimi, kandelâ.
    * Kısmen oksitlenmişkatıhidrokarbonlar.
    mum ağacı * Sıcak ülkeler ile Kuzey ve BatıAvrupa’da yetişen bir tür mum palmiyesi (Myrica cerifera).
    mum ampul * Mum biçiminde ampul.
    mum aydınlatma * Mum yapılarak yapılan aydınlatma.
    mum boya * Bkz. mum boyası.
    mum boyası * Mum, terebentin, su ve toprak boyalarla hazırlanan boya.
    mum cilâsı * Parafin ve bal mumunun terebentin veya neft yağında çözüştürülmesi ile elde edilen, ağaç eşyaları
    cilâlamakta kullanılan madde.
    mum çiçeği * İki çeneklilerden, güzel kokulu, şemsiye biçiminde küçük beyaz çiçekler açan, etli yapraklı, sarılıcı bir süs
    bitkisi (Cerinthe minor ve Cerinthe retortra).
    mum dibine ışık vermez * güçlü kişilerin kendi yakınlarınıkayırmaktan çekindiklerini anlatır.
    mum direk * Dimdik.
    * Çok uslu, yaramazlık yapmayan.
    mum duruşu * Vücudun, ense ve omuzlara dayanarak ellerin kalçayıdesteklemesiyle başaşağı, yere dikey bulunduğu
    durum.
    mum etmek * Bkz. muma çevirmek.
    mum gibi * dosdoğru, dimdik.
    * uslu, kıpırtısız.
    * tertemiz düzgün.
    * zayıflamak sararıp solmak.
    mum kesilmek * sessiz, uslu, doğru düzgün durmak.
    mum olmak * hırçınlığı,yaramazlığı bırakmak.
    * razı olmak.
    mum palmiyesi * Ilıman bölgelerde yetişen, gövdesi boyunca 1 cm kalınlığında bir mum katmanı bulunan, yapraklarıhurma
    yaprağına benzeyen bir ağaç (Cerexylon andicola).
    mum yakmak * kutsal sayılan bir yere giderek adak adadığında mum yakıp koymak.
    mum yapıştırmak * bir şeyi kırmızımumla mühürlemek.
    * önemli bir şeyi unutmayıp akılda tutmak.
    muma döndürmek (veya çevirmek) * her sözü dinler duruma getirmek, uslandırmak.
    mumaileyh * Adı geçen, yukarıda anılan, sözü geçen kimse.
    mumcu * Mum yapan veya satan kimse.
    * Fitilli tüfek kullanan asker.
    * Yeniçeri ocağında çavuşlardan sonra gelen, yeniçeri ağasına bağlı on iki subaydan her biri.
    mumhane * Mum üretim yeri.
    mumla aramak * çok isteyerek ve özlenle aramak.
    mumla aratmak * daha kötü olan yeni bir şey, bir durum, bir kimse, pek iyi olmayan eskisini aratmak.
    mumlama * Mumlamak işi.
    * Bitki hücrelerinin değişikliğe uğrayarak kendilerini su geçirmez duruma getirir biçimde mum bağlaması
    olayı.
    * Lâboratuvarlardan çıkmış bir filmin çeşitli aletlerde kolayca dönmesini sağlamak için iki kenarına ince bir
    bal mumu katmanısürmek.
    mumlamak * Bal mumu sürmek, bal mumuna batırmak.
    * Mühürlemek, mühür mumu sürmek.
    * Mum cilâsıyapmak.
    mumlanma * Mumlanmak işi.
    mumlanmak * Mumlamak işi yapılmak veya mumlamak işine konu olmak.
    mumlaşma * Mumlaşmak işi.
    mumlaşmak * Bal mumu durumuna gelmek.
    mumlayıcı * Filmleri mumlamakta kullanılan alet.
    mumlu * Mumu olan, mum konulmuşolan.
    * Muma batırılmış, mumla hazırlanmışolan.
    mumlu kâğıt * Mürekkep geçirmeyen ve delinebilir bir dolgu maddesi emdirilmiş, mürekkebi geçiren, fakat kolay
    delinmeyen bir cins pelürden veya lifli bir dokudan oluşturulmuş, teksir makinesinde basılacak yazıların yazıldığıkâğıt.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 68

    mumluk * Mumu olan.
    * Herhangi bir mum gücünde olan.
    * Şamdan.
    mumsöndü * Alevî geleneğinde var olduğu ileri sürülen bir tür tören.
    mumya * Birtakım özel ilâçlar kullanılarak bozulmayacak duruma getirilmişolan ve bugün kazılarla ortaya çıkarılan
    ceset.
    * Çok zayıf kimse.
    mumya gibi * çok zayıf ve renksiz (kimse).
    mumyalama * Mumyalamak işi.
    mumyalamak * Bir cesedi, bozulmaması için özel ilâçlarla mumya durumuna getirmek.
    mumyalanma * Mumyalanmak işi veya durumu.
    mumyalanmak * Mumya durumuna gelmek.
    mumyalaşma * Mumyalaşmak işi.
    mumyalaşmak * Mumya durumuna gelmek.
    mundar * Bkz. murdar.
    mundarlık * Mundar olma durumu.
    munfasıl * Ayrıduran, ayrılmış, ayrık.
    munis * Alışılan, alışılmış, yabancı olmayan.
    * Cana yakın, uysal, sevimli.
    * Uygun.
    munkabız * Büzülmüş, toplanmış.
    * Pekliği olan, peklik çeken.
    * Verimsiz, işe yaramaz.
    munkalip * Değişmiş, dönüşmüşolan.
    munkariz * Batmış, çökmüş, tükenmiş.
    munsap * Kavuşan.
    * Bkz. mansap.
    muntazam * Düzgün.
    * Düzenli, derli toplu.
    * Düzenli, sürekli ve düzgün bir biçimde.
    muntazaman * Düzenli olarak.
    muntazır * Bekleyen, gözleyen.
    muntazır olmak * beklemek, gözlemek.
    munzam * Katma, katılmış, ulanmış, eklenmiş, ekleme, ek.
    -mur * Fiilden isim türeten ek.
    murabaha * Bir malıçok fazla kârla satma.
    * Kanunun izin verdiği sınırdan aşkın faiz alma, tefecilik.
    murabahacı * Bir malıçok fazla kârla satan kimse.
    * Kanunun gösterdiği sınırıaşarak aşırıfaizle ödünç para veren kimse, tefeci.
    murabahacılık * Murabahacı olma durumu, tefecilik.
    murabba * Dört şeyden oluşan, dörtlü.
    * Dördül, kare.
    * Dört mısralı bentlerden oluşan divan edebiyatışiiri.
    murabba * Terbiye edilmiş.
    * Kaynatılıp kıvama geldikten sonra dondurulan meyve suyu tatlısı.
    murabıt * Savaşçıderviş.
    * Murabut.
    murabut * Kuzey Afrika’da dervişlere verilen ad.
    murabut kuşu * Uzun bacaklılardan, leyleğe benzeyen, gagası iri ve uzun bir kuş(Leptoptilus).
    murada ermek * isteğine kavuşmak, arzusu yerine gelmek.
    muradına ermek * dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak.
    murafaa * Duruşma.
    * Yargıtayda yapılan duruşma.
    murahhas * Delege.
    murahhaslık * Delegelik.
    murakabe * Denetleme, denetim.
    * (tasavvufta) Tanrı’ya bağlanarak çile doldurma.
    murakabe etmek * denetlemek.
    murakıp * Denetçi.
    * Tanrı’ya bağlanarak çile dolduran kimse.
    murakıplık * Denetçilik.
    murana * Yılan balığına benzeyen, çok yırtıcı, sıcak denizlerde yaşayan, göğüs yüzgeci olmayan, eti beğenilen bir
    deniz balığı(Muraena).
    murassa * Değerli taşlarla bezenmiş, cevahirle süslenmiş.
    murat * İstek, dilek.
    * Amaç, erek, gaye.
    murat almak * dileğine kavuşmak.
    murat etmek * dilemek, istemek.
    murç * Betona delik açmakta kullanılan sivri uçlu, çelikten yapılmış bir alet.
    murdar * Kirli, pis.
    * Cinsel birleşmeden sonra yıkanmamış(kimse).
    * Şeriata uygun olarak kesilmemişolan (hayvan).
    murdarilik * Omurilik.
    murdarlık * Murdar olma durumu.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 69

    muris * Miras bırakan, mirasçı.
    murt * Mersin ağacı.
    murt yememek * oyuna gelmemek.
    musaffa * Temizlenmiş, arıtılmış.
    musahabe * Konuşma, görüşme, söyleşi.
    musahhih * Düzeltici, düzelten.
    musahhihlik * Musahhih olma durumu.
    * Düzelticinin görevi, düzelticilik.
    musahip * Sohbet, arkadaşlık eden kimse.
    * Tatlıkonuşmaları ile büyüklerin, özellikle padişahların güzel zaman geçirmelerini sağlamakla görevli
    kimselere verilen unvan.
    musahiplik * Musahibin yaptığı iş.
    musakka * Ufak parçalar biçiminde doğranmışsebzelerin, kuş başıet veya kıyma ve soğanla pişirilmesiyle yapılan bir
    yemek.
    musalla * Namaz kılmaya yarayan açık yer.
    * Camilerde cenaze konulup önünde namaz kılınan yer.
    musalla taşı * Namazıkılınmak için üstüne cenaze konulan masa biçiminde yüksek taş.
    musallat * Bir kimse veya şeyin üzerine bıktıracak kadar düşen.
    musallat etmek * birini, bir başkasının başına belâ etmek.
    musallat olmak * birini sürekli rahatsız etmek, birine sataşmak, hiç peşini bırakmamak.
    musalli * Beşvakit namazınısürekli olarak kılan.
    musamaha etmek * hoşgörü ile davranmak.
    musandıra * Evlerde yatak yorgan konulan yer, yüklük.
    * Mutfakta yüksek ve genişraf.
    musanna * Uydurma, düzme.
    * Sanatla yapılmış, bir usta elinden çıkmış, sanatlı.
    * Yapıntılı.
    musannif * Sınıflandıran.
    * Kitap yazan, yazar.
    musap * Başına bir kötülük, felâket gelmişolan.
    * Hastalığa yakalanmış, tutulmuş, uğramış.
    musavver * Resim konulmuş, resimli.
    * Zihinde tasarlanmış, düşünülmüşolan.
    Musevî * Musa Peygamberin dininden olan kimse.
    Musevîlik * Musa Peygamberin dini, Yahudilik.
    Mushaf * Kur’an.
    musır * Bir söz veya düşüncede direnen, ayak direyen.
    musibet * Ansızın gelen felâket, sıkıntıveren şey.
    * Uğursuz.
    musikar * Gagasındaki deliklerden rüzgâr estikçe türlü sesler çıktığına inanılan bir masal kuşu.
    * Mıskal.
    musiki * Müzik.
    * Kulağa hoşgelen sesler dizisi.
    musikişinas * Müzikle uğraşan kimse.
    muska * İçinde dinî ve büyüleyici bir gücün saklı olduğu sanılan, taşıyanı, takanıveya sahip olanızararlıetkilerden
    koruyup iyilik getirdiğine inanılan bir nesne veya yazılıkâğıt, hamaylı.
    * Üçgen biçiminde katlanmışolan şey.
    muska böreği * İçine peynir, kıyma gibi şeyler konularak üçgen biçiminde katlanan bir tür börek.
    muskacı * Muska yazan kimse.
    muskacılık * Muskacının işi.
    muslihane * Barışçı bir yolla.
    muslin * Sık dokunmuş, parlak, ince, yumuşak bir tür kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan.
    musluk * Takılmış bulunduğu boru veya kabın içindeki akışkanı, istenildiğinde akıtabilecek bir düzende yapılmış
    açılır kapanır alet.
    * El yıkamaya yarayan yer.
    muslukçu * Musluk satan veya onaran kimse.
    * Abdest almak için ceketini çıkaranların para veya değerli şeylerini çalarak hırsızlık yapan kimse.
    muslukçuluk * Muslukçunun yaptığı iş.
    * Abdest almak için ceketini çıkaranların para veya değerli şeylerini çalarak yapılan hırsızlık.
    musluklu * Musluğu olan.
    musluksuz * Musluğu olmayan.
    muson * Güney Asya kıyılarıyla Hint Denizi’nde yaz ve kışmevsimlerinde birbirine ters yönlerden esen genişalanlı
    rüzgâr.
    mustarip * Istırap ve acıçeken.
    * Sağlıksız, hasta.
    mustarip etmek * acıve ıstırap vermek.
    mustatil * Dikdörtgen.
    muş * Altıdüz, küçük gezinti vapuru.
    -muş * Bkz. -mış/ -miş.
    muşamba * Bir tarafına kauçuk veya yağlı boya sürülerek su geçirmeyecek duruma getirilen kalın bez.
    * Bu bezden yapılmışolan.
    * Su geçirmeyecek biçimde yapılmışyağmurluk.
    * Linolyum.
    muşamba gibi * çok kirlenmişçamaşır, kumaş, örtü vb. için söylenir.
    muşambalaşma * Muşambalaşmak işi veya durumu.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 70

    muşambalaşmak * Muşamba gibi olmak, muşamba durumunu almak, muşambaya dönmek.
    muşmula * Gülgillerden, 2-3 m yükseklikte dikenli küçük bir ağaçcık (Mespilus germanica).
    * Bu ağacın olgunlaşıp çürüdükten sonra yenilebilen, yuvarlak, mayhoş, buruk ve beşçekirdekli meyvesi,
    döngel, beş bıyık.
    muşmula gibi * yüzünde pek çok buruşuk ve kırışık bulunan.
    muşta * Karşısındakine vurmak için özel olarak açılmışdeliklerine parmakların geçirilmesi ile kullanılan demir
    parçası.
    * Kunduracıların, derileri vurarak inceltmek için kullandıklarımetalden tokmak.
    * Parmağın biri bükülüp sivriltilerek vurulan yumruk.
    muştalama * Muştalamak işi.
    muştalamak * Muşta ile vurmak.
    muştu * Sevindiren haber, sava, müjde.
    muştucu * Muştu getiren, savacı, müjdeci.
    muştulama * Muştulamak işi.
    muştulamak * Sevinilecek bir işin, olayın, vb. nin olduğunu birine haber vermek, mujdelemek.
    muştulanma * Muştulanmak işi, müjdelenme.
    muştulanmak * Sevinçli bir haber verilmek, müjdelenmek.
    muştulu * Muştu bildiren, sevindirici, müjdeli.
    muştuluk * Muştucuya verilen armağan, müjdelik.
    mut * Bütün özlemlerin eksiksiz ve sürekli olarak yerine gelmesinden duyulan kıvanç, kut, saadet.
    mut * Elli şiniklik tahıl ölçeği.
    muta * Veri.
    mutaassıp * Bağnaz.
    mutabakat * Uyuşma, anlaşma, itilâf.
    * Uygunluk.
    * Uyum.
    mutabık * Birbirine uyan, aralarında anlaşmazlık olmayan.
    * Uygun.
    mutabık kalmak * uyuşmak, anlaşmaya varmak.
    mutabık olmak * aralarında anlaşmazlık olmamak, anlaşmak.
    mutaf * Keçi kılından hayvan çulu, yem torbası gibi şeyler dokuyan kimse.
    * Keçi kılından dokunmuşveya örülmüşhayvan çulu, yem torbası gibi şey.
    mutallâka * Boşanarak dul kalmışkadın.
    mutantan * Görkemli, şatafatlı.
    mutariza * Yayayraç, parantez.
    mutasarrıf * Kendinde kullanım hakkı olan, elinde bulunduran.
    * Tanzimat’tan sonra, Osmanlıyönetim teşkilâtında sancakların yöneticisine verilen ad.
    mutasarrıflık * Mutasarrıfın görev ve makamı.
    * Sancak.
    mutasavver * Tasarlanmış, düşünülmüş.
    mutasavvıf * Tasavvuf inançlarını benimseyerek kendini Tanrı’ya adamışkimse, sofi.
    mutasyon * Değişinim.
    mutasyonist * Değişinimci.
    mutasyonizm * Değişinimcilik.
    mutat * Alışılmış, alışılan.
    * Alışkanlık, alışılmışşey.
    mutatabbip * Hekimlik taslayan kimse.
    mutavaat * Boyun eğme, uyma, itaat etme.
    * Dönüşlü.
    mutavaat fiili * Bkz. dönüşlü fiil.
    mutavassıt * Aracı.
    * Orta, ortalama.
    mutazarrır * Zarar görmüş, zarara uğramış.
    mutçuluk * Hayatın anlamınımutlulukta bulan, insan davranışlarının mutluluk isteğiyle belirlendiği görüşüne dayanan
    ahlâk öğretisi, evdemonizm.
    muteber * Saygın, itibarı olan, hatırısayılır.
    * İnanılır, güvenilir, sözü geçer.
    * Yürürlükte olan, geçerliliği olan.
    muteber olmak * yürürlükte olmak, geçerli olmak.
    muteber olmak üzere * geçerli olarak.
    mutedil * Düşünce, işvb.de aşırıya kaçmayan, ılımlı, itidalli.
    * Ilıman.
    mutedillik * Ilımanlık.
    mutekit * Bir şeye inanan, itikat eden, inançlı, inanlı, imanlı, mümin, dindar.
    mutemet * Kendisine inanılıp güvenilen kimse.
    * Dairelerde, işyerlerinde bazıpara işlerine bakan görevli.
    mutemetlik * Mutemedin görevi.
    mutena * Özenilmiş, özenle yapılmış.
    * Seçkin, önemli.
    muteriz * Karşı gelen, itiraz eden, itirazcı.
    * İtiraz eden (kimse).
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 61

    -msı/ -msi * Küçültme sıfatlarıtüreten ek: sarı-msı, mavi-msi, pembe-msi, mor-u-msu, tatlı-msı, ekşi-msi vb.
    -mtırak / -mturak * Küçültme sıfatlarıtüreten ek.
    mu * Bkz. mı/ mi.
    muaccel * Acele olunmuş.
    * Peşin, hemen ödenmesi gereken.
    muacciz * Sıkıntıveren, taciz eden, bıktıran, usandıran.
    * Yapışkan, sırnaşık, ukalâ (kimse).
    muaddel * Değiştirilmiş, değişikliğe uğramış, değişkin.
    muadele * Eşitlik, beraberlik, denklik.
    * Anlaşılmaz iş.
    * Denklem.
    muadelet * Eşitlik, denklik, eşdeğerlik.
    muadil * Eşit, denk, eşdeğer.
    muaf * Bağışlanmış, affedilmiş.
    * Ayrıtutulmuş, ayrıcalık tanınmış.
    * Özgür, serbest.
    muaf tutmak (veya tutulmak) * bir ödevi, bir görevi bağışlamak, ayrıcalık tanımak.
    muafiyet * Ayrıtutulma, kendisine uygulanmama, bağışıklık.
    * Bağışıklık.
    muafiyet tanımak * kendisinden beklenilen veya istenilenlerin bütününü istememek.
    muafiyet sınavı * Eğitimde veya herhangi bir dalda bilgi birikiminin önceden yeterli olup olmadığının belirlenmesi için
    yapılan sınav.
    muaflık * Muaf olma durumu.
    muahede * Anlaşma.
    muahedename * Antlaşma metni.
    muaheze * Kınama, paylama, ayıplama.
    * Eleştiri.
    muaheze etmek * paylamak, ayıplamak, kınamak.
    muahezename * Eleştiri yazısıve kitabı.
    muahhar * Sonraki, sonradan gelen, ertelenmiş, daha sonraki.
    muahharen * Sonradan.
    muakkip * İzleyen, arkasından koşan, takip eden.
    * (iş) Yürüten.
    muallâ * Yüksek, yüce.
    muallâk * Asılmış, asılı.
    * Sonuca bağlanmamış, sürüncemede kalmış.
    * Bağlı.
    muallâkta olmak (veya muallâkta kalmak) * sonuca bağlanmak, sürüncemede kalmak.
    muallel * Sakat, eksik.
    muallim * Öğretmen.
    muallime * Bayan öğretmen.
    muallimlik * Öğretmenlik.
    muamelât * Dairelerde evrak üzerinde yapılan işlemler, işlem.
    muamele * Davranma, davranış.
    * Yol, yöntem, iz.
    * İşlem.
    * Alışveriş.
    * İşlem.
    muamele etmek * davranmak.
    muamele görmek * işlem uygulanmak, davranılmak.
    muamma * Bilmece.
    * Anlaşılmayan, bilinmeyen şey.
    muamma asmak * âşıklık geleneğinde herhangi bir konuyu manzum olarak bilmece türünde düzenleyip genellikle
    kahvehanelerde herkesin göreceği bir yere koymak.
    muammalı * Bilmeceli, muamma dolu.
    muammalık * Muamma dolu olma durumu.
    muammer * Yaşamış.
    muammer olmak * yaşamak.
    * uzun ve mutlu yaşamak.
    muannit * İnat eden, inatçı, direngeç, anut.
    muaraza * Çekişme, kavga.
    muare * Dalgalıparıltılar verilmişolan bir tür kumaş, kareli kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan.
    muarefe * Karşılıklı birbirini tanıma, tanışma, tanışıklık.
    muarız * Karşıkoyan, karşıçıkan.
    muasır * Aynıyüzyıl içinde olan.
    * Çağdaş.
    muasırlaşma * Muasırlaşmak işi, çağdaşlaşma.
    muasırlaşmak * Çağdaşlaşmak.
    muaşaka * Sevişme, sevgi, âşıktaşlık.
    muaşakada olmak * sevişmek, birbirine âşık olmak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 62

    muaşeret * Birbiriyle toplumsal ilişkiler içinde bulunma.
    muaşeret adabı * Görgü kuralları, adabımuaşeret.
    muattal * İşlemez, kullanılmaz duruma gelmiş.
    * Boş, işsiz.
    muattar * Itırlı, güzel kokulu.
    muavenet * Yardım.
    muavenet etmek * yardım etmek.
    muavin * Yardımcı, yardım eden.
    * Bir görevlinin, bir yöneticinin işine yardım eden, yokluğunda yerini ve yetkilerini üzerine alan kimse.
    muavinlik * Muavin olma durumu.
    * Muavinin görevi.
    muayede * Bayramlaşma, birbirinin bayramınıkutlama.
    muayene * Bir kimsenin hasta olup olmadığınıveya hastalığın nerede olduğunu araştırma.
    * Gözden geçirme, araştırma, yoklama.
    muayene etmek * bir kimsenin hasta olup olmadığınıveya hastalığının nerede olduğunu araştırmak.
    * araştırmak, incelemek.
    muayene olmak * hekimce bakılmak.
    muayeneci * Araştıran, yoklayan kimse.
    muayenehane * Hekimlerin hastalarınıkabul ettikleri yer.
    muayyen * Belli, belirli; kesin olarak belirlenmiş.
    * Kararlaştırılan.
    muayyeniyet * Belli olma durumu, bellilik.
    muazzam * Çok büyük, çok iri, koskoca, koskocaman.
    * Alışılmışın sınırlarınıaşan.
    * Güçlü, önemli.
    muazzep * Acı, sıkıntı, azap çeken.
    muazzep olmak * acı, azap çekmek.
    muazzep etmek * acı, azap çektirmek.
    muazzez * Sayılan, saygıduyulan, sevgili, aziz.
    mubah * Dince yapılmasında sakınca olmayan, yapılması günah veya sevap olmayan.
    * Yapılmasında sakınca görülmeyen.
    mubah görmek * hoşgörmek, sakıncasız bulmak.
    mubassır * Okullarda öğrencilerin durumu ile ilgilenen ve düzeni sağlamakla görevli kimse.
    mubayaa * Satın alma.
    mubayaa etmek * satın almak.
    mubayaacı * Satın alan kimse.
    mucibince * Gereğince.
    mucip * Gerektiren, gerektirici.
    * Sebep.
    mucip olmak * gerektirmek.
    mucip sebep * Gerekçe.
    mucir * Kiraya veren kimse.
    mucit * Yeni bir buluşortaya koyan, icat eden kimse.
    * Yaratıcı, yaratan.
    mucize * İnsanlarıhayran bırakan, tabiatüstü sayılan olay, tansık.
    * İnsan aklının alamayacağı olay.
    * Olağanüstü, şaşırtıcı.
    mucize göstermek * olağanüstü bir olay yaratmak.
    mucize kabilinden * umulmayan, beklenmeyen bir biçimde.
    mucizeli * Mucize niteliği bulunan.
    mucuk * Bir çeşit küçük sinek.
    mucur * Kömür kırıntısı, mıcır.
    * Yol yapımında kullanılan taşkırıntısı.
    * Bir şeyin işe yaramayan bölümü.
    muço * Gemilerde, küçük yaşta tayfa yamağı, miço.
    * Meyhaneci çırağı.
    mudarebe * Bir yandan sermaye, öte yandan emek konularak kurulan şirket.
    mudi * Emanet bırakan kimse.
    * (bankaya) Para yatıran kimse.
    mudil * Karmaşık, güç, çetin.
    mufassal * Ayrıntılı.
    mufla * Cisimleri, aleve değdirmeden ateşin etkisine uğratmak için kullanılan büyük toprak kap.
    * Porselen fırını.
    muflon * Yabanî koyun, argali.
    * Pardösülerin içine iliklenerek geçirilen bir çeşit çok kalın, eğreti astar.
    muflonlu * İçinde keçe bulunan çok kalın, yumuşak, parlak tüylü kumaş.
    * Bu kumaşgeçirilerek yapılmışolan.
    mugaddi * Besleyici, besleyen.
    mugalâta * Yanıltacak söz, yanıltmaca.
    mugalâtacı * Mugalâta yapan kimse.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 63

    muganni * Şarkısöyleyen kimse, şarkıcı.
    muganniye * Şarkıcıkadın.
    mugayeret * Uygun olmama durumu, uymazlık, aykırılık.
    mugayir * Uymaz, aykırı.
    muğber * Gücenmiş, gücenik, küskün.
    muğber olmak * gücenmek, küsmek.
    muğlâk * Anlaşılması güç, anlaşılmaz, karışık, çapraşık.
    muhabbet * Sevgi.
    * Dostça konuşma, yarenlik.
    muhabbet beslemek * sevgi duymak.
    muhabbet çiçeği * Muhabbet çiçeğigillerden, ekleri yeşilimtırak beyaz, güzel kokulu bir süs bitkisi (Reseda odorata).
    muhabbet çiçeğigiller * Ayrıtaç yapraklı, iki çenekli bitkiler sınıfı.
    muhabbet etmek * karşılıklı, dostça konuşmak.
    muhabbet kuşu * Papağangillerden, asıl yurdu Avustralya olan, yurdumuzda da kafeslerde üretilen, eşine çok düşkün, sarı,
    yeşil ve kül rengi tüylü, uzun ve sivri kuyruklu bir kuş(Melopsittacus undulatus).
    muhabbet tellâlı * Kadınla erkek arasında yolsuz ilişkilere aracılık eden kimse, pezevenk, kavat.
    muhabbetname * Aşk mektubu.
    * Arkadaş, dost mektubu.
    muhaberat * Haberleşmeler, haberleşme dolayısıyla yapılan yazışmalar.
    muhabere * Haberleşme, yazışma.
    muhabere etmek * haberleşmek, yazışmak.
    muhabere memuru * Telgrafçı, haberleşmeyi sağlayan kimse.
    muhabere sınıfı * Savaşta haberleşme düzeninin kurulmasını, düşmanın elektronik araçlar kullanmasınıengellemeyi veya
    bunu sınırlandırmayısağlayan yardımcısınıf.
    muhabereci * Muhabere sınıfından olan asker.
    muhabir * Basın ve yayın organlarına haber toplayan, bildiren veya yazan kimse.
    * Herhangi bir kuruluşun çalışmasıyla ilgili olarak, merkezle başka bir ülke arasında bağlantıyısağlayan
    görevli.
    muhabirlik * Muhabir olma durumu.
    * Muhabirin görevi.
    muhaceret * Göç, göçme.
    * (yaşamakta olduğu ülkeden) Yabancı bir ülkeye uzun veya kısa süreli yerleşmek için gitme.
    muhaceret etmek * yaşadığıülkeden ayrılmak.
    muhacim * Saldıran, saldırıcı.
    * Futbolda ileri uç oyuncusu.
    muhacir * Göçmen.
    muhacir arabası * Üstü ve yanlarıörtülü, dört tekerlekli, yaysız araba.
    muhacir gitmek * göç etmek.
    muhacir olmak * göçmen durumuna girmek.
    muhacirlik * Göçmenlik.
    muhaddep * Dış bükey, konveks.
    muhaddis * Hadis ile meşgul olan, Hz. Muhammed’in sözlerini bildirmişolan kimse.
    muhafaza * Koruma, saklama, korunum.
    muhafaza altına almak * korumak, saklamak, bir yerde tutmak, kapatmak.
    muhafaza etmek (veya edilmek) * korumak, saklamak (veya korunmak saklanmak).
    * olduğu gibi bırakmak, kapatmak (veya bırakılmak, kapatılmak).
    muhafazakâr * Tutucu.
    muhafazakârlık * Tutuculuk.
    muhafazalı * Muhafazası olan.
    muhafazasız * Muhafazası olmayan.
    muhafız * Birini veya bir şeyi koruyan, kollayan, gözeten kimse, koruyucu.
    * Bir kalenin veya bir şehrin önemli yerlerini korumak, düzeni ve güvenliği sağlamakla görevli komutan.
    muhafız alayı * Devlet başkanlarını, krallarıkorumakla görevli askerî birlik.
    muhafızlık * Muhafız olma durumu.
    * Muhafızın görevi.
    muhakeme * Birbirine karşı olan iki tarafıdinleyerek bir yargıya varma, yargılama.
    * Bir konuyu zihinde iyice düşünüp inceleyerek karar verme, akıl süzgecinden geçirme, usa vurma,
    uslamlama.
    * Bir sorunu çözmek için çıkar yol arama.
    muhakeme etmek * yargılamak.
    * akıl süzgecinden geçirmek, düşünmek.
    muhakeme usulü * Yargıyolu, muhakeme tarzı.
    muhakeme yürütmek * düşünmek, soruna bir çözüm aramak.
    muhakkak * Doğruluğu, gerçekliği kesin olarak bilinen, gerçekliği kesinleşmiş.
    * Her hâlde ne olursa olsun, kesinlikle.
    muhakkik * Gerçeği araştıran.
    * Soruşturucu, soruşturmacı.
    muhal * Olamaz, olmaz, olmayacak; olması, gerçekleşmesi olanaksız.