Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük M Sayfa 87

    müzeyyen * Süslenmiş, bezenmiş.
    müziç * Bunaltıcı, tedirgin edici, sıkıcı.
    müzik * Duygu, düşünce ve tek sesli veya çok sesli olarak anlatma sanatı, musiki.
    * Bu biçimde düzenlenmişseslerden oluşan eserlerin okunmasıveya çalınması.
    müzik bilimci * Müzik bilimi alanında araştırmalar yapan bilgin veya uzman, müzikolog.
    müzik bilimi * Müzik konularını, bilimsel yöntemlerle inceleyen bilim, müzikoloji.
    müzik corner * Bkz. müzik köşesi.
    müzik dolabı * Radyo, televizyon, teyp, pikap, video ve benzeri ses cihaz ve aksesuarlarıkoymaya yarayan mobilya.
    müzik köşesi * Değişik müzik türlerinin bir mağazanın belli bir bölümünde veya köşesinde, plâk, kaset, uzunçalar vb.
    olarak satışa sunulduğu yer.
    müzik market * Değişik müzik türlerinin plâk, kaset, uzunçalar vb. yollarla halka pazarlandığıyer.
    müzik odası * Müzik dinlemeye ayrılmışyer.
    müzik salonu * Müzik dinlenen genişsalon.
    müzikal * Müzikle ilgili.
    * Müzik eşliğinde sergilenen film veya tiyatro oyunu.
    müzikalite * Ahenkli, uyumlu olma.
    müzikçi * Müzik eserleri yaratan, besteleyen veya besteleri çalan kimse, müzisyen.
    * Müzik öğretmeni.
    müzikçilik * Müzikçi olma durumu.
    müzikhol * Fon müziğinden yararlanılarak eğlenceli, fantezi oyunların oynandığıyer.
    müziklendirmek * Müzik ile çeşitlemek, süslemek.
    müzikli * (film ve oyun için) Bazı bölümlerinde müzikten de yararlanılan.
    müzikolog * Müzik bilimci.
    müzikoloji * Müzik bilimi.
    müziksever * Müzik tutkusu olan, müziği seven (kimse).
    müziksiz * Müziği olmayan.
    * Herhangi bir müzik parçasıçalınmayan.
    müzisyen * Müzikçi, müzik sanatçısı.
    müzmin * Uzun süreli, süreğen, kronik.
    * Ne kadar süreceği belli olmayan, uzun süreli olan, sürekli.
    müzminleşme * Müzminleşmek işi, süreğenleşme.
    müzminleşmek * Süreğenleşmek.
    müzminleştirme * Müzminleştirmek işi veya durumu.
    müzminleştirmek * Müzmin duruma getirmek.
    müzminlik * Müzmin olma durumu.
    Mv * Mendelevyum’un kısaltması.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 81

    müsabakaya girmek * yarışmak, yarışmaya katılmak.
    müsabık * Yarışmacı, yarışçı.
    müsademe * Silâhlı iki grup arasındaki kısa çatışma, çarpışma.
    * Uğraşma.
    müsadere * İşlenen bir suç karşılığı olarak, suçlunun malının bütünü veya bir bölümü üstündeki sahipliğine son
    verilmesi ve bu sahipliğin bir başka kuruluşa devredilmesi.
    * Tanzimat’tan önce herhangi bir kişiye ait mallara, padişah adına el konulması.
    müsadere etmek * bir şeye kanunî olarak el koymak.
    müsadif * Rastlayan.
    müsait * Uygun, elverişli.
    * Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın).
    müsakkafat * Üzeri damla örtülmüşolan yapılar.
    müsamaha * Hoşgörü, tolerans.
    * Görmezlikten gelme, göz yumma.
    müsamahakâr * Hoşgörülü davranan, toleranslı.
    müsamahakârlık * Hoşgörülük.
    müsamahalı * Hoşgörülü, toleranslı.
    müsamahasız * Hoşgörüsü olmayan.
    müsamahasızlık * Hoşgörüsüzlük, toleranssızlık.
    müsamere * Okullarda öğrencilerin sunduğu, programında koşuk, oyun, gibi gösterilenlerin yer aldığıeğlence.
    * Çoğunlukla akşam toplantısı, akşam eğlencesi.
    müsavat * Eşitlik, denklik.
    müsavatçılık * Eşitçilik.
    müsavatsız * Eşit olmayan.
    müsavatsızlık * Eşitsizlik.
    müsavi * Eşit, denk.
    müsbet ilimler * Pozitif bilimler.
    müsebbip * Bir şeyin olmasına, yapılmasına sebep olan, yol açan (kimse veya şey).
    müseccel * Kütüğe geçirilmiş, tescil edilmiş, sicilli.
    müseddes * Altı gen.
    * Divan edebiyatında her bendi altımısradan oluşmuşnazım biçimi.
    müsekkin * Yatıştırıcı.
    müsellem * İnkâr edilemeyen, karşıçıkılamayan, söz götürmez.
    müselles * Üçgen.
    * Üç bölümden oluşan, üçlü.
    * Kokteyl türünden karışık bir içki.
    * Üç kere damıtılarak yapılmışözel bir şarap.
    müsellesat * Trigonometri.
    müsellim * OsmanlıDevletinde eyalet ve sancakta yönetimi elinde bulunduran kişilere verilen ad.
    müselsel * Birbirine bağlı olan, art arda zincirleme olarak gelen.
    müsemma * Ad verilmiş, adı olan.
    müsemmen * Sekiz bölümden oluşan, sekizli.
    * Sekizer mısralı bentlerden oluşan şiir.
    müsevvit * Müsvedde yapan kimse, kâtip.
    * Taslak yapan kimse.
    müshil * Bağırsaklarıçalıştırıp temizleyen, dışkının kolaylıkla dışarıatılmasınısağlayan ilâç.
    müskirat * Sarhoşeden şeyler, alkollü içkiler.
    Müslim * Müslüman.
    Müslüman * İslâm dininden olan kimse.
    * Dine bağlı, dindar.
    * Doğru, haktan ayrılmaz kimse.
    Müslüman adam * Doğruluktan ayrılmaz, dürüst, hakyemez adam.
    Müslüman mahallesinde salyangoz satmak * Bkz. körler mahallesinde ayna satmak.
    Müslümanlaştırma * Muslümanlaştırmak işi, İslâmlaştırma.
    Müslümanlaştırmak * Bir topluluğu veya bir kimseyi İslâm dinine sokmak, İslâmlaştırmak.
    Müslümanlık * Hz.Muhammed’in yaydığıdin, İslâm dini, İslâmlık, İslâmiyet.
    * Müslüman olma durumu.
    * Müslüman topluluğu.
    müsmir * Yararlı, verimli.
    * Sonuç veren.
    müspet * Olumlu.
    * Pozitif.
    müspet ilimler * Pozitif bilimler.
    müsrif * Tutumsuz, savurgan.
    müsriflik * Tutumsuzluk, savurganlık, israf.
    müstacel * Acele yapılması gereken, ivedi, evgin.
    müstacelen * Çabuk olarak, ivedilikle.
    müstaceliyet * İvedilik.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 82

    müstafi * Kendi isteğiyle işinden çekilmiş, istifa etmiş.
    müstağni * Elinde olanla yetinen, doygun.
    * Nazlıdavranan.
    müstahak * Hak etmiş, hak kazanmış, lâyık.
    * Bir kimsenin lâyık olduğu ödül veya ceza.
    müstahak olmak * hak kazanmak, lâyık olmak.
    müstahdem * Hizmette bulundurulan (kimse), hizmetli, odacı, hademe.
    müstahkem * Belirtilmiş, tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış.
    müstahkem mevki * Türlü savunma tesislerini kapsayan bölge.
    müstahsil * Üretici, yetiştirici.
    müstahzar * Kullanıma hazır duruma getirilmiş, hazırlanmış.
    * Önceden hazırlanarak eczahanede bulundurulan hazır ilâç.
    müstahzarat * Eczahanelerde hazır olarak bulundurulan ilâçlar.
    müstait * Doğuştan yetenekli, kabiliyetli olan.
    müstakar * İstikrar bulmuş, durulmuş.
    * Karar kılınan, yerleşilen yer.
    müstakbel * İleri bir tarihte beklenen, gelecek.
    * Gelecek (zaman), istikbal.
    müstakil * Bağımsız.
    * Kullanışyönünden başka bir yapı ile bağlantısı olmayan.
    * Kullanışyönünden belli kişi veya kişiler için ayrılmışolan.
    müstakim * Doğru, doğruluktan şaşmayan.
    * Doğrulu.
    müstamel * Kullanılmışolan.
    * Yeni olmayan, eski.
    müstantik * Sorgu yargıcı.
    müstantiklik * Sorgu yargıçlığı.
    müstear * Eğreti olarak alınmış, takma.
    * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    müstebat * Olacağısanılmayan, uzak görülen.
    müstebit * Hükmü altında bulunanlara söz hakkıve davranışözgürlüğü tanımayan, zorba, despot.
    müstebitlik * Müstebit olma durumu veya müstebitçe davranış, zorbalık, despotluk.
    müstecir * Kira karşılığında bir yeri tutan kimse, kiracı.
    müstefit * Yararlanma.
    müstefit etmek * yararlandırmak.
    müstefit olmak * yararlanmak, faydalanmak.
    müstehase * Fosil, taşıl.
    müstehcen * Açık saçık, edebe aykırı, yakışıksız.
    müstehcenleşme * Müstehcenleşmek işi veya durumu.
    müstehcenleşmek * Müstehcen duruma gelmek.
    müstehcenlik * Müstehcen olma durumu.
    müstehlik * Tüketici.
    müstehzi * Alaycı.
    müstekreh * İğrenç.
    müstelzim * Gerektiren.
    * Gerekli olan, gereken.
    müstemirren * Ara vermeden, sürekli olarak.
    müstemleke * Sömürge.
    müstemlekeci * Sömürgeci.
    müstemlekecilik * Sömürgecilik.
    müsteniden * Dayanarak.
    müstenit * Dayanan, yaslanan.
    müstenkif * Oy vermekten veya bir karara katılmaktan çekinen, çekimser.
    müstensih * İstinsah eden, suret çıkaran kimse.
    * (yazıları) Çoğaltma makinesi, teksir makinesi.
    müsterih * Bütün kaygılardan kurtulup gönlü rahata kavuşan, içi rahat olan.
    müsterih olmak * içi rahat olmak, kaygıdan kurtulmak.
    müstesna * Bir bütünün veya kuralın dışında olan, kural dışı, şaz.
    * Benzerlerinden üstün olan, benzerleri az bulunan.
    * Ayrıcalı, ayrıtutulan, ayrık.
    * Dışındaki, ayrıtutularak, hariç.
    müsteşar * Kendisinden bilgi alınan, kendisine danışılan kimse.
    * Bakanlıklarda, elçiliklerde bakan veya büyük elçiden sonra gelen en büyük yönetici.
    müsteşarlık * Müsteşar olma durumu.
    * Müsteşarın görevi veya makamı.
    müsteşrik * Doğu bilimci, şarkiyatçı, oryantalist.
    müstevi * Her yeri aynıdüzeyde olan, düz.
    * Düzlem.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 83

    müstevli * Bir yeri istilâ eden, yönetimi altına alan (kimse, devlet, ordu vb.).
    * Salgın.
    müstezat * Çoğalması istenilen, artmış.
    * Her dizesine bir küçük dize eklenmişdivan edebiyatınazım türü.
    müsvedde * Yazıtaslağı, karalama.
    * Bir şeyin kötü benzeri.
    müsvedde defteri * Karalama defteri.
    müsveddelik * Müsvedde yapmaya elverişli.
    müsveddelik kâğıt * Karalama için kullanılan kâğıt.
    -müş * Bkz. -mış/ miş.
    müşabehet * İki şey arasında benzerlik, benzeşlik.
    müşabih * Aralarında benzerlik olan, benzer, benzeş.
    müşahede * Görme.
    * Gözlem.
    müşahede etmek * gözlemlemek.
    müşahhas * Somut, konkre.
    müşahit * Bir şeyi gören, gözleyici.
    * Gözlemci.
    müşareket * Ortaklık, ortaklaşma.
    müşareket etmek * ortaklaşa çalışmak.
    müşareket fiili * İşteşfiili.
    müşarünileyh * (bir kimse için) Adı geçen, adıanılan kişi.
    müşavere * Danışma, danış.
    müşavir * Danışman.
    müşavirlik * Danışmanlık.
    müşebbeh * Bir şeyle arasında benzerlik bulunan, benzetilen.
    müşekkel * Biçim verilmiş.
    * İri, gösterişli.
    müşerref * Onur verilerek yüceltilmiş.
    müşerref olmak * onurlanmak, onur kazanmak, şereflenmek.
    müşevveş * Belirsiz, karışık, düzensiz.
    müşevvik * Arzusunu çoğaltan, isteğini artıran.
    * Ayartan, kışkırtan, önayak olan.
    müşfik * Sevecen, şefkatli.
    müşir * Mareşal.
    müşir * Yazı ile bildiren, haber veren.
    * Gösterge.
    müşirlik * Mareşallik.
    müşkilât çıkarmak * yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak.
    müşkül * Güç, zor, çetin.
    * Engel, güçlük, zorluk.
    müşkülât * Güçlük, güçlükler, zorluklar.
    müşkülât çekmek * zorluk, güçlük içinde kalmak.
    müşkülâtlı * Güçlüğü olan, zorluk içinde olan.
    müşküle * Bağbozumuna yakın bir zamanda yetişen, kalınca kabuklu, iri ve uzun taneli bir üzüm.
    müşkülleşme * Müşkülleşmek işi veya durumu.
    müşkülleşmek * Müşkül duruma girmek, güçleşmek, zorlaşmak.
    müşkülpesent * Güç beğenen, titiz.
    müşrik * Tanrı’ya ortak koşan.
    müştak * Başka bir kelime veya kökten türemiş, çıkmış.
    * Türev.
    müştak * Özleyen, göreceği gelen.
    müştehi * Bir şey için çok istek gösteren, istekli.
    * İştahlı.
    müşteki * Yakınan, sızlanan, şikâyetçi.
    müşteki olmak * yakınmak, şikâyetçi olmak.
    müştemilât * Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölüm veya yapı, eklentiler.
    müşterek * Ortak.
    * Birlik.
    * Ortaklaşa, el birliğiyle yapılan veya hazırlanan.
    müşterek bahis * At yarışlarında, en az iki koşuda yarışan hayvanlardan birinin kazanmasına bağlanan talih oyunu.
    müştereken * Ortaklaşa, birlikte, el birliğiyle.
    Müşteri * Erendiz, Jüpiter.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 84

    müşteri * Alıcı, hizmet gören ve karşılığında ücret ödeyen kimse.
    müşteri hizmeti * Müşteriye verilen hizmet.
    müt’a * Geçici kazanç.
    * Geçici olarak yapılan nikâh.
    müt’a nikâhı * Bazıyerlerde kadına verilen para karşılığında yapılan geçici nikâh, evlenme.
    mütalâa * Okuma, ders çalışma.
    * İrdeleme, müzakere, görüş, etüt.
    * Düşünce, oy.
    mütalâa etmek * okumak.
    * üzerinde düşünmek, iyice incelemek.
    mütalâada bulunmak * görüşveya düşünce ileri sürmek.
    mütareke * Savaşan tarafların ateşi belli bir süre için kesmesi, ateşkes, bırakışma.
    müteaddit * Çok, birçok.
    müteaffin * Kokuşuk, pis kokulu.
    müteahhit * Başkasıyla ilgili bir işi yapmayıüzerine alan kimse, üstenci.
    müteahhitlik * Üstencilik.
    müteakiben * Sonra, arkadan, ardısıra.
    müteakip * Arkadan gelen, ardısonra gelen.
    * Sonra.
    mütealiye * Deneyüstücülük, transandantalizm.
    müteallik * İlişkin, ilgili.
    müteammim * Yaygın duruma gelmiş, genelleşmiş.
    mütearife * Aksiyom, belit.
    mütebahhir * Geniş, derin bilgisi olan.
    mütebaki * Geri kalan, kalan.
    mütebasbıs * Yaltak, yaltaklanan, yaltakçı.
    mütebeddil * Değişen.
    * Kararsız.
    mütebessim * Gülümseyen, güleç.
    mütecanis * Bağdaşık, homojen.
    mütecasir * Yeltenen, cüret eden.
    mütecaviz * Saldırgan, saldırıcı, sataşkan.
    * …-den çok…. -i aşan.
    mütecessis * Gizliyi arayan, gizliyi gözetleyen.
    mütedair * Ait, için, dolayı, üzerine, … ile ilgili.
    mütedavil * Tedavülde bulunan, elden ele gezen.
    mütedavil sermaye * Bkz. döner sermaye.
    mütedeyyin * Dindar.
    * Belli bir dini kabul etmiş.
    müteessif * Üzülen, acınan, yerinen, esef eden.
    müteessif olmak * üzülmek, acınmak, yerinmek, esef etmek.
    müteessir * Üzülmüş, üzüntülü.
    * Etkilenmiş.
    müteessir olmak * üzülmek.
    * etkilenmek.
    mütefekkir * Düşünür.
    mütefennin * Fen bilgini.
    müteferrik * Ayrılmış, dağınık.
    müteferrika * Küçük giderler için ayrılan para.
    * Güvenlik kuruluşlarında şüpheli kimselerin ilgili yerlere gönderilmek için geçici olarak barındırıldıkları
    bölüm.
    * Padişah, vezir ve daha başka devlet büyüklerinin yanında, türlü hizmetlerde çalışan kimse.
    mütegallibe * Zorba, zorba takımı.
    mütehakkim * Hâkim olan, hükmeden.
    * Zorbalık eden, hükmünü zorla yürüten.
    mütehammil * Dayanıklı görünümlü.
    müteharrik * Yer değiştirebilen, oynar, devingen, hareketli.
    * İşleyen, çalışan.
    mütehassıs * Uzman.
    mütehassıslık * Uzmanlık.
    mütehassis * Duygulanmış.
    mütehassis etmek * bir kimseyi duygulandırmak.
    mütehassis olmak * herhangi bir sebeple duygulanmak.
    mütehavvil * Değişken, kararsız.
    mütehayyir * Şaşmış, şaşırmışolan.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 77

    mükemmel * Eksiksiz, kusursuz, tam yetkin.
    mükemmelen * Eksiksiz, kusursuz olarak.
    mükemmeliyet * Mükemmellik.
    mükemmellik * Eksiksiz, kusursuz, tam, yetkin olma.
    mükerrer * Tekrarlanmış, yenilenmiş.
    mükerreren * Tekrarlanarak, tekrar edilmişolarak.
    mükevvenat * Yaratıkların bütünü.
    mükeyyifat * Keyif verici, uyuşturucu maddeler.
    mükrim * İkram eden, konuksever, ikramcı, ağırlayan.
    müktesebat * Edinilen, kazanılan bilgiler.
    müktesep * Kazanılmış, edinilmiş.
    mülâhaza * Düşünce.
    mülâhaza yapmak * düşünmek.
    mülâhazat * Düşünceler.
    mülâhazat hanesi * Bir şey hakkındaki düşüncelerin yazıldığıyer.
    mülâhazat hanesini açık bırakmak * bir kimse hakkında kesin bir kanıya varamayarak zamanla ortaya çıkacak gelişmeleri beklemek.
    mülâhham * Şişman.
    mülâkat * Buluşma, görüşme.
    * Röportaj.
    * Bir işe alınacak kişiler arasından seçim yapabilmek amacıyla kendileriyle karşılıklıkonuşma, görüşme.
    mülâkat vermek * (belli bir konuda) konuşmak, demeç vermek.
    mülâkat yapmak * bir kimsenin bir konu veya sorunla ilgili görüşlerini almak.
    mülâki * Buluşan, kavuşan, görüşen.
    mülâki olmak * buluşmak, kavuşmak, görüşmek.
    mülâyemet * Yumuşak huyluluk, uysallık.
    * Bağırsakların yumuşaklığı.
    mülâyim * Uygun, hoşgörülebilir.
    * Yumuşak huylu.
    * Pekliği olmayan.
    mülâyimlik * Mülâyim olma durumu.
    mülâzım * Bir işe girmek için bir süre parasız olarak o işe devam eden.
    * Teğmen.
    mülemma * Alaca renkli, renk renk.
    * Mısralarından her biri başka dille yazılmışşiir.
    * Bulaşmış, sıvanmış.
    mülevven * Renk renk, renkli.
    mülevves * Kirli, pis.
    * Karışık, düzensiz.
    müleyyin * Yumuşaklık veren, yumuşatıcı.
    * Bağırsakları boşaltan, dışkının dışarıçıkmasınıkolaylaştıran ilâç.
    mülga * Varlığıkaldırılan, kapatılan.
    mülhak * Bir bütüne sonradan katılmışolan, eklenmiş.
    * Bir asker karargâhında subay yardımcısı.
    mülhak bütçe * Bkz. katma bütçesi.
    mülhakat * Bir bütüne katılanlar, ekler.
    * Bir merkeze bağlı olan yerler.
    mülhem * İçe doğmuş, birinin içine doğmuş, esinlenmiş.
    mülhem olmak * esinlenmek.
    mülhit * Tanrısız.
    * Doğru yoldan çıkmış.
    mülk * Ev, dükkân, arazi gibi taşınmaz mal.
    * Devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke.
    * Vakıf olmayıp doğrudan doğruya birinin malı olan yer veya yapı.
    mülkî * Bir ülkeyle ilgili olan.
    * Ülke yönetimine ilişkin.
    * Asker sınıfıdışında kalan.
    mülkî idare * Yerel yönetim.
    mülkî idare amiri * Yerel yönetimlerde en yüksek devlet memuru.
    mülkiye * Asker olmayanlar sınıfı.
    * Siyasal bilgiler okulu.
    mülkiye idadîsi * İdarecilik öğrenimi yapılan okul, lise.
    mülkiye mektebi * Siyasal Bilgiler Fakültesinin eski adı.
    mülkiye memuru * Sivil devlet görevlisi.
    mülkiye müfettişi * Sivil devlet müfettişi.
    mülkiyeli * Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi veya bu fakülteyi bitirmişkişi.
    mülkiyet * İyelik.
    mülteci * Başka bir ülkeye veya yere sığınmışolan kimse, sığınık.
    mültefit * Güler yüz gösteren, hoşdavranan.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 78

    mültezim * Kesenekçi, kesimci.
    mültipleks * Aynızamanda, aynıhat üzerinde birçok iletişim sağlayan veya bu özellikte olan (alet).
    mümanaat * Engel olmak, karşıkoymak.
    mümanaat etmek * karşıkoymak, engel olmak.
    mümarese * Alışma, yatkınlık, el yatkınlığı.
    mümas * Dokunan, temas eden.
    * Teğet.
    mümasil * Benzeyen, andıran.
    mümbit * Verimli, bitek.
    mümessil * Temsilci.
    mümessillik * Temsilcilik.
    mümeyyiz * İyiyi, kötüyü, doğru ve yanlışıayıran, seçen.
    * Ayırtman.
    * Yazıları beyaz kâğıda temize çeken kimse.
    mümeyyizlik * Ayırtmanlık.
    * Mümeyyizin görevi.
    mümin * İnanan, inançlı, imanlı, mutekit.
    * Müslüman.
    müminlik * Mümin olma durumu.
    mümkün * Muhtemel, olabilir, olası.
    mümkün mertebe * Olabildiğince, yapabildiği kadar.
    mümkün olmak * imkân bulunmak.
    mümtaz * Seçkin.
    mümteni * Bir şeyi yapmaktan çekinen, kaçınan.
    * Olamaz, olmayacak.
    münacat * Tanrı’ya yakarma, yakarış.
    * Divan edebiyatında Tanrı’yıöven şiir türü veya şiirin bir bölümü.
    münadi * Kamuya duyurulmak istenilen şeyleri yüksek sesle haber vermeyi işedinmişolan kimse.
    münafık * Arabozan, bölücü, karıştırıcı, fesatçı, müfsit.
    münafıklık * Arabozanlık.
    münakalât * Ulaştırma.
    münakale * Ulaşım.
    * Bir şeyi bir yerden bir yere aktarma.
    münakasa * Eksiltme.
    münakaşa * Tartışma.
    münakaşa etmek * tartışmak.
    münakaşa götürmemek * tartışmaya yer vermeyecek biçimde kesin olmak.
    münakaşalı * Münakaşası olan, içinde veya üzerinde münakaşa edilen.
    münasebat * İlgiler, ilişkiler.
    münasebet * İlişik, ilişki, ilinti.
    * İki şey arasındaki uygunluk.
    * Sebep, vesile, gerekçe, neden.
    münasebet almak (veya almamak) * uygun düşmek (veya uygun olmamak, yakışıksız olmak).
    münasebet düşmek * uygun bir durum ortaya çıkmak.
    münasebet kurmak * iki şey arasında ilişki bulmak, yakınlık görmek.
    münasebete girmek * tanışma yolu açmak, ilişki kurmak.
    * cinsel yaklaşımda bulunmak.
    münasebeti düşmek * sırası gelmek.
    münasebetini getirmek * sırasını getirmek.
    münasebetiyle * Dolayısıyla, sebebiyle, itibarıyla, ilgisinden dolayı.
    münasebetli * İlişiği olan, ilişkili.
    * Uygun, yakışık alan.
    münasebetli münasebetsiz * Yakışık alsın almasın, yerli yersiz.
    münasebetsiz * Uygun olmayan, yakışıksız, çirkin.
    * Ters, aksi.
    * Yakışıksız işgören, sıra, saygı gözetmeyen (kimse).
    münasebetsizlik * Münasebetsiz olma durumu veya münasebetsiz davranış, saygısızlık.
    münasebette bulunmak * ilişkisi olmak.
    * ilişki kurmak.
    * cinsel ilişkiyi gerçekleştirmek.
    münasip * Uygun, yerinde.
    * Beğenilen, hoşa giden, uygun.
    münasip bulmak * uygun olduğunu, yerinde görüldüğünü kabul etmek.
    münasip görmek * uygun ve yerinde bulmak.
    münavebe * Nöbetleşme, keşikleme.
    münavebe ile * nöbetleşe, nöbetle, sıra ile.
    münazaa * Ağız kavgası, çekişme, münakaşa.
    * İki taraf arasındaki kavga, düşmanlık.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 79

    münazara * Bir konu üzerinde, belli kural ve yöntemlere uyularak yapılan tartışma.
    * Divan edebiyatında zıt varlıklar ve kavramlar arasındaki karşıtlığı anlatan yazıtürü.
    müncer * Bir yana doğru çekilip sürüklenen.
    müncer olmak * …-e dökülmek, -e varmak.
    mündemiç * Bir şeyin içinde var olan, bulunan, saklı olan.
    * İçkin.
    mündericat * İçindekiler.
    münderiç * Bir şeyin içinde yer almış.
    münebbih * Uyarıcı.
    müneccim * Yıldızların durum ve hareketlerinden anlam çıkaran kimse, yıldız falcısı, astrolog.
    * Gök bilimci, astronom.
    müneccimbaşı * Saray hizmetinde bulunan bilginlerden gök bilimiyle uğraşanlara verilen unvan.
    müneccimlik * Yıldız falcılığı, astroloji.
    * Müneccimin makamı.
    münekkit * Eleştirmen, eleştirici, eleştirmeci.
    münekkitlik * Eleştirmenlik, eleştirmecilik.
    münevver * Aydın.
    * Aydınlatılmış.
    münezzeh * Temiz, arı; uzak.
    münfail * Gücenmiş, alınmış, kırgın.
    * Edilgin.
    münferiden * Tek başına, yalnız olarak.
    münferit * Tek, ayrı, kendi başına olan şey.
    münfesih * Bozulmuş, dağılmış, feshedilmiş.
    münhal * Boşolan, açık bulunan (memuriyet vb.), boş, açık.
    * Erir, eriyebilen, çözülen.
    münhani * Eğri.
    münharif * Bir tarafa sapmış, doğruluğunu yitirmiş.
    münhasır * Bir kimse veya bir şey için ayrılmış, mahsus.
    * Sınırlanmış, sınırlı.
    münhasıran * Yalnız, özellikle.
    münhat * İngin, alçak.
    münhezim * Bozguna uğramış, bozulmuş, yenilmiş.
    münkesir * Kırılmış, kırık.
    * Kırgın, gücenmiş.
    münkir * İnkâr eden, kabul etmeyen.
    * Tanrı’nın varlığına inanmayan.
    münşeat * Sanatlıdüz yazıveya mektupların toplandığıdergi.
    * Kaleme alınmış, yazılmışşeyler.
    münşi * Mektup türünde usta ve başarılı olan, inşası güçlü (kimse).
    müntahabat * Seçmeler.
    müntahap * Seçilmiş, seçme.
    müntahip * Seçmen.
    münteha * Son.
    * Sona ermiş, bitmiş.
    müntehir * Kendini öldüren, intihar eden.
    müntesip * Bir yere, birine bağlanmış, kapılanmış, intisap etmişolan.
    * İlgisi bulunan, ilgili.
    münteşir * Yaygın, yayılmış.
    * (gazete, dergi vb. için) Yayımlanan, yayımlanmışolan.
    münzevi * Topluluktan kaçan, yalnız başına kalmayıseven.
    müphem * Belirsiz.
    * Açık ve seçik olmadan.
    müphemiyet * Belirsizlik.
    müphemlik * Belirsiz olma durumu.
    müptedi * Bir şey öğrenmeye yeni başlayan, başlayıcı.
    müptelâ * Kötü alışkanlıkları olan, düşkün; meraklı.
    * Tutulmuş.
    * Âşık, vurgun.
    müptelâ olmak * alışmak, düşkün olmak, tutulmak.
    müptezel * Saygınlığınıyitirmiş.
    * Çokluğundan dolayıdeğerini yitiren, değersiz.
    müracaat * Başvuru.
    * Danışma.
    * Herhangi bir eserden yararlanma.
    müracaat etmek (veya müracatta bulunmak) * başvurmak.
    müracaatçı * Başvurucu.
    müradif * Anlamdaş, eşanlamlı.
    mürai * İkiyüzlü.
    mürailik * İkiyüzlülük.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 80

    mürdesenk * Doğal kurşun oksit, PbO.
    mürdüm * Mürdüm eriği.
    mürdüm eriği * Reçeli veya hoşafıyapılan bir cins küçük ve kara erik.
    mürdümük * Baklagillerden, yazın ekilen bir yıllık otsu bir bitki (Hyrus sativus).
    mürebbi * Eğitici.
    mürebbiye * Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımıverilmişolan kadın.
    mürebbiyelik * Mürebbiye olma durumu.
    * Mürebbiyenin görevi.
    müreccah * Bir başkasından daha çok beğenilip tercih edilen, üstün görülen, yeğ, yeğrek.
    müreffeh * Refah ve varlık içinde yaşayan, gönençli.
    müreffehen * Gönençle, sıkıntısız bir biçimde, bolluk içinde.
    mürekkebi kurumadan bozmak * karar, sözleşme, anlaşmayıyazılmasından çok kısa süre sonra bozmak.
    mürekkep * Yazıyazmak, desen çizmek veya basmak için kullanılan, türlü renklerde sıvımadde.
    mürekkep * Birleşmiş, birleşik.
    * -den oluşmuş, -den olma.
    mürekkep balığı * Kafadan bacaklılardan, ılıman ve sıcak denizlerde yaşayan, eti yenen, kendini korumak için siyah renkli bir
    sıvısalarak suyu bulandıran bir yumuşakça, supya (Sepia officinalis).
    mürekkep olmak * …den oluşmak.
    mürekkep yalamak * öğrenim görmek.
    mürekkep yalamış * öğrenim görmüş, kültürlü.
    mürekkepçi * Mürekkep (I) yapan veya satan kimse.
    mürekkepleme * Mürekkeplemek işi.
    mürekkeplemek * Mürekkep sürmek, mürekkep dökerek veya damlatarak bir yüzeyi lekelemek.
    mürekkeplenme * Mürekkeplenmek işi.
    mürekkeplenmek * Mürekkep sürülmek, dökülmek veya damlatılmak.
    mürekkepli * Mürekkep sürülmüş, dökülmüşveya damlatılmışolan.
    * İçine mürekkep konularak kullanılan.
    mürettebat * Gemi, uçak gibi taşıtlarda iş başındaki görevli olan kişiler.
    mürettep * Dizilmiş, dizili.
    * Gizli bir amaçla düzenlenmiş, yapılmış(iş).
    * Sonradan düzenlenmiş, derlenmiş.
    mürettip * Düzenleyen, hazırlayan, sıraya koyan.
    * (basım evinde) Dizgici.
    mürettiphane * Bir basım evinde dizgicilerin çalıştığı bölüm.
    mürettiplik * Dizgicilik.
    mürevviç * Bir düşüncenin taraftarıveya yayıcısı.
    mürit * Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarınıöğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse.
    müritlik * Mürit olma durumu.
    mürşit * Doğru yolu gösteren, kılavuz.
    * Müritlerine tasavvufu öğreten, sırlarıve gerçekleri gösteren tarikat şeyhi.
    mürt * Ölmüş, gebermiş(hayvan).
    mürt olmak * ölmek, gebermek.
    mürteci * Yeni düzene karşıdirenen gerici.
    mürtefi * Yükselen, yüksek bir yere çıkmışolan.
    * Yüksek, yüce.
    mürtekip * (para, kazanç karşılığı olarak) Kötü, uygunsuz işler çeviren.
    * Rüşvet yiyen, yiyici.
    mürtesem * İz düşüm, projeksiyon.
    mürtet * Müslümanlığı bırakıp başka bir dine geçmişolan (kimse).
    mürur * Geçme, bir taraftan girip diğer taraftan çıkma.
    * Geçip gitme, sona erme.
    müruriye * Geçmelik.
    müruruzaman * Süre aşımı, zaman aşımı.
    mürüvvet * Bir ailede çocukların doğumu, sünneti, evliliği, iyi bir göreve geçmeleri gibi olaylardan duyulan mutluluk,
    sevinç.
    * Yiğitlik, mertlik.
    * İyilikseverlik, cömertlik.
    mürüvvetini görmek * (anne, baba için) çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak.
    mürüvvetli * İnsanlığı olan, iyiliksever, insaniyetli.
    mürüvvetsiz * İnsanlığı olmayan, insaniyetsiz.
    mürver * Hanımeligillerden, yapraklarıkarşılıklı, demet durumundaki beyaz çiçeklerinden hekimlikte yararlanılan,
    meyvesi zeytine benzer bir ağaççık (Sambucus nigra).
    müsaade * İzin, icazet, ruhsat.
    * Elverişli, uygun olma durumu.
    müsaade etmek (veya buyurmak) * izin vermek.
    * geçişiçin yol vermek, yol açmak.
    * elverişli, uygun olmak.
    müsabaka * Yarış, yarışma, karşılaşma.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 74

    mücevher tarih * Divan edebiyatında, ebcet hesabına göre yalnız noktalıharfleri sayıldığında söz konusu olayın tarihini
    gösteren dize veya söz.
    mücevherat * Mücevherler.
    mücevherci * Değerli süs eşyasısatan kimse, kuyumcu.
    mücevhercilik * Mücevhercinin işi, kuyumculuk.
    mücmel * Özet olarak anlatılmış, kısa ve özlü.
    mücrim * Suçlu.
    mücver * Rendelenmişkabağa un, yumurta, peynir, dereotu, tuz, karabiber, taze soğan katılarak yapılan bir tür köfte.
    müçtehit * Ayet ve hadislere dayanarak yargıya varan, karar veren din düşünürü.
    müdafaa * Savunma, koruma.
    müdafaa etmek * savunmak, korumak.
    müdafaaname * Savunma.
    müdafi * Savunucu.
    * Bir davada, davacıveya davalının haklarınısavunan (kimse).
    müdahale * Karışma, araya girme.
    * Bir dava sonucu verilecek olan kararın, dolaylı olarak etkileyeceği üçüncü kişilerin davaya katılmaları.
    müdahale etmek * karışmak, araya girmek, el atmak.
    müdahil * Karışan.
    * Davaya müdahale eden.
    müdana * Minnet.
    müdana etmek * minnet etmek.
    müdara * Yüze gülme, yüze gülücülük, dost gibi görünen.
    müdara etmek * dost gibi görünmek, yüze gülmek.
    müdavi * (hastaya) Bakan.
    müdavim * Bir yere sürekli olarak giden (kimse), gedikli.
    müdavim olmak * bir yere sürekli gidip gelmek.
    müddei * Dava eden, bir savda bulunan (kimse), savlayıcı, davacı.
    müddeialeyh * Davalı.
    müddeiumumî * Savcı.
    müddeiumumîlik * Savcılık.
    müddet * Süre.
    müddetli * Süreli, süresi olan.
    müddetsiz * Süresiz, süresi olmayan.
    müdebbir * Tedbirli.
    müdekkik * İnceleyici.
    müdellel * Kanıtlanmış, kanıtlı.
    müderris * Ders veren, profesör.
    * Medresede veya camide öğretmen.
    müderrislik * Müderris olma durumu veya müderrisin görevi.
    müdevven * Bir araya getirilerek divan durumunda toplanmış(şiir vb.).
    * Bir araya toplanmış, düzenlenmiş.
    müdevvenat * Bir araya toplanmışeserler.
    müdevver * Yuvarlak.
    müdir * Bkz. müdür.
    müdire * Bayan müdür, bayan yönetmen.
    müdiriyet * Bkz. müdüriyet.
    müdrik * Anlamış, aklıermiş.
    müdrike * Anlık.
    müdrir * İdrarıartıran, idrar söktürücü.
    müdür * İdare eden, yöneten, yönetmen, direktör.
    müdür muavini * Bkz. müdür yardımcısı.
    müdür yardımcısı * Müdürün işlerine yardım eden, yokluğunda yetkileri üzerine alıp işleri yöneten kimse.
    müdüriyet * Müdürlük.
    müdürlük * Yönetmenlik, direktörlük.
    * Yönetmenin, müdürün makamı.
    müebbet * Sonu olmayan.
    * Yaşdıkça süren, ömür boyunca olan.
    müeccel * İleriye atılmış, ertelenmiş.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 75

    müeddep * Uslu, terbiyeli, edepli.
    müellefat * Yazılıeserler.
    müellif * Kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse, yazar.
    müemmen * Sağlanmış, emniyete alınmış, güvenilir.
    müennes * Dişil.
    müesses * Kurulu, kurulmuş.
    müessese * Kuruluş, kurum (I).
    * Kurum (I).
    * Bir toplumda bazısorunların çözümlenebilmesi için uygulanan yöntem.
    müesseseleşme * Kurumlaşma.
    müesseseleşmek * Kurumlaşmak.
    müessif * Üzücü, üzüntü veren.
    * Hoşa gitmeyen, kötü (olay, durum).
    müessir * Dokunaklı.
    * Etkili, sonuçlu.
    * Etken.
    müessir olmak * etkilemek.
    müessiriyet * Etkinlik.
    müessis * Kurucu.
    müeyyide * Yaptırım, yaptırma gücü.
    müezzin * Namaz vakitlerini bildirmek için ezan okuyan din görevlisi.
    müezzinlik * Müezzin olma durumu veya müezzinin görevi.
    müfekkire * Düşünme yetisi veya gücü.
    müferrih * İç açıcı, ferahlık verici.
    müfessir * Kısa ve anlaşılması güç bir metni açıklayan, açıklığa kavuşturan, metnin anlam ve amacıüstünde yorumda
    bulunan (kimse).
    * Kur’an’ıyorumlayan (kimse).
    müfettiş * Bir kuruluştaki işlerin konu ve tüzüklere uygun olarak yürütülüp yürütülmediğini denetleyen kimse.
    müfettişlik * Müfettişin görevi veya makamı.
    müfit * Yararlı, faydalı.
    * Anlatan, ifade eden.
    müflis * Bir işte bütün parasını batırmış, batkın, iflâs etmiş.
    müfredat * Bir bütünü oluşturan bireyler, ayrıntılar.
    müfredat programı * Bkz. öğretim programı.
    müfret * Tekil.
    müfrez * Bir bütünden ayrılmış.
    müfreze * Türlü askerî görev ve hizmetlerin yapılması için, küçük birliklerden, belli bir kuruluşa bağlıkalmadan geçici
    olarak oluşturulan gruplara verilen ad.
    müfrit * Aşırı.
    müfritlik * Aşırı olma durumu.
    müfsit * Ara bozucu, karıştırıcı, fesatçı, münafık.
    müft * Bedava, beleş.
    müftehir * Bir şeyi övünç bilerek onunla sevinen, övünen, iftihar eden.
    müfteri * Karacı, kara çalan, iftiracı.
    müftü * İl ve ilçelerde Müslümanların din işlerine bakan görevli.
    müftülük * Müftü olma durumu.
    * Müftünün görevi veya makamı.
    müge * İnci çiçeği.
    mühendis * Mühendislik mesleğinden olan kimse.
    mühendishane * OsmanlıDevletinde mühendis yetiştiren yüksek okul.
    mühendislik * Yol, köprü, yapı, makine, gemi ve uçak yapımıvb. ile maden, su ve elektrik işleri gibi bayındırlık ve
    zanaatla ilgili teknik çalışmalardan birini konu edinen meslek.
    müheyya * Hazır.
    müheyyiç * Coşturucu, heyecan verici.
    mühim * Önemli.
    mühimmat * Savaşgereçleri, cephane.
    mühimseme * Mühimsemek işi.
    mühimsemek * Önemsemek, önem vermek.
    mühimsemezlik * Önem vermemezlik.
    mühlet * Bir işin yapılmasıveya bir borcun ödenmesi için gösterilen süre, vade, mehil.
    mühlet istemek * bir işin yapılması, tamamlanması için belirli bir süre verilmesini istemek.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 76

    mühlet vermek * (bir işveya borç için) belirli bir süre tanımak.
    mühlik * Öldürücü, tehlikeli.
    mühliye * Adana bölgesinde yetiştirilen ve yapraklarısebze olarak kullanılan bir bitki (Corchlorus olitorius).
    mühmel * Bırakılmış, bakılmamış, ilgisizliğe uğramış.
    mühre * Her tür yuvarlak şey, küçük top.
    * Cam boncuk.
    * Kâğıda yumuşaklık, parlaklık ve düzlük vermek için kullanılan camdan araç.
    * Deniz böceği kabuğu.
    * Demirci çekici.
    * Yılanın başında bulunan taca benzer çıkıntı.
    * Bazıav hayvanlarını çekmek için kullanılan çığırtkan kuş.
    mühreleme * Mührelemek işi.
    mührelemek * Kâğıdımühre ile cilâlamak, parlatmak, düzeltmek.
    mühreli * Mühre ile cilâlanmış.
    mühresenk * Alaca somaki, balgam taşı.
    * Süsleme nakışlarınıve yaldızlarımührelemekte kullanılan araç.
    mührüsüleyman * Kuzey Anadolu ‘da orman ve çalılıklar altında bulunan, 30-80 cm. yüksekliğinde, tüysüz, çok yıllık ve otsu
    bir bitki (Polygonatum multiflorum).
    mühtedi * Dönme.
    mühür * Bir kimsenin, bir kuruluşun adının veya unvanının tersine kazılı bulunduğu, metal, lâstik gibi şeylerden
    yapılmış araç, damga, kaşe.
    * Bu araçla basılan ve imza yerine geçen ad.
    mühür basmak * mühürlemek.
    mühür gözlü * Koyu renkte, iri, beğenilen gözleri nitelemek için kullanılır.
    * Sevgili.
    mühür kazmak * bir metal üzerine, bir kimsenin, bir kuruluşun adını, unvanınıters olarak kazımak.
    mühür kimde ise Süleyman odur * bir işte yetki kimde ise kuvvet ondadır.
    mühür mumu * Üstüne mühür basılan ve bal mumu ile reçineden yapılan genellikle kırmızırenkli madde.
    mühür pensi * Elektrik, su ve doğalgaz sayaçlarınımühürlemek amacıyla bir kurşun parçasının teller üzerine tutturulup
    sıkıştırılması için kullanılan araç.
    mühürcü * Mühür kazıyan kimse.
    mühürcülük * Mühürcü olma durumu.
    * Mühürcünün görevi veya zanaatı.
    mühürdar * Devlet büyüklerinin mühürlerini taşımak ve gereken kâğıtlarımühürlemekle yükümlü görevli.
    mühürleme * Mühürlemek işi.
    mühürlemek * Bir yazı, belge vb.nin doğruluğunu veya kabul ve onayını belirtmek amacı ile altına mühür koymak, mühür
    basmak.
    * (yetkili makamlara) Açılırsa, belli olsun diye bir şeyin üzerine yapıştırılan kırmızımuma mühür basmak.
    * Yasalara, ahlâk veya sağlık kurallarına aykırı görülen işveya eğlence yerlerinin çalışmasınıdurdurmak
    amacıyla, kapısının açılmasınıengellemek için uygun yere mumu yapıştırıp, üzerine mühür basmak, kapatmak.
    mühürlenme * Mühürlenmek işi.
    mühürlenmek * Mühürlemek işi yapılmak, mühür basmak.
    mühürletme * Mühürletmek işi.
    mühürletmek * Mühürlemek işini yaptırmak.
    mühürlü * Mühür basılmış.
    * Mühürle kapatılmış.
    mühürsüz * Mührü olmayan.
    * Mühür basılmamışolan.
    müjde * Sevindirici haber, muştu.
    * Muştuluk.
    * Sevindirici haber verileceği zaman söylenir.
    müjde koşturmak * bir muştuyu bir kimseye ivedilikle ulaştırmak.
    müjde vermek (veya götürmek) * bir kimseye sevindirici, mutlu bir haberi ulaştırmak.
    müjdeci * Muştucu.
    * Öncü.
    müjdeleme * Muştulama.
    müjdelemek * Muştulamak.
    müjdelenme * Muştulanma.
    müjdelenmek * Muştulanmak.
    müjdeli * Muştulu.
    müjdelik * Muştuluk.
    mükâfat * Ödül.
    * Değerlendirici, sevindirici davranış.
    mükâfat almak * ödül almak.
    mükâfaten * Mükâfat olarak.
    mükâfatını görmek * herhangi bir olumlu davranışın, özverinin, sıkıntının iyi sonucunu elde etmek.
    mükâfatlandırma * Ödüllendirme.
    mükâfatlandırmak * Ödüllendirmek.
    mükâleme * Karşılıklıkonuşma.
    mükedder * Üzgün, acılı, üzüntülü, kederli.
    mükedder olmak * üzülmek, kederlenmek.
    mükellef * Bir şeyi yapmak zorunluluğu olan, yükümlü.
    * Eksiksiz, özenli bir biçimde yapılmış.
    * Vergi vermekle yükümlü olan kimse veya kuruluş.
    mükellefiyet * Yüküm, yükümlülük.