ne gözle bakmak | * inancını belirtir biçimde bakmak; değerlendirmek. |
ne güne duruyor? | * … varken başka şey gerekmez. * şimdi yapmazsa (kullanmazsa) ne zaman yapacak (kullanacak)?. |
ne günlere kaldık! | * zamanın olaylarından yakınma anlatır. |
ne haber? | * bir şey biliyor musunuz?. |
ne hacet | * gereksiz. |
ne haddine! | * ona mıdüşmüş, ona mıkalmış, ona düşmez. |
ne hâlde? | * hangi durumda?. |
ne hâli varsa görsün | * (öğüt ve uyarıdinlemeyenler için) ne yaparsa yapsın, beni ilgilendirmez” anlamında kullanılır. |
ne hesaba gelmek, ne de kantara | * elle tutulur olmamak, tutarlıve sağlam görünmek. |
ne hikmetse (hikmettir) | * bilinmeyen bir sebepten dolayı. |
ne idiği belirsiz | * ne olduğu, soyu sopu belirsiz. |
ne imiş? | * ne değeri var?. |
ne ise | * neyse. |
ne istediğini bilmek | * amacınıkesin ve kararlı bir biçimde belirlemek. |
ne iyi! | * mutluluk ve beğenme anlatır. |
ne kadar | * nicelik anlamıyla soru bildirir. * çok, oldukça. * ne ölçüde. |
ne kadar olsa | * ne de olsa, sonuçta. |
ne kokar ne bulaşır | * (iyilik yapacak durumda olmakla birlikte) kimseye iyiliği de dokunmaz, kötülüğü de. |
ne lâzım | * niçin ilgileniyorsun, ilgilenme. |
ne mal olduğunu biliriz | * işe yaramaz, hatta kötü kişi olduğunu biliriz. |
ne mal olduğunu bilmek (veya anlamak) | * (birinin) nasıl bir nitelikte, yetenekte ve yaratılışta olduğunu bilmek, kestirmek. |
ne mene | * ne çeşit, ne türlü. |
ne mümkün | * olacak şey değil, imkânsız. |
ne münasebet! | * hiç öyle şey mi olur, hiç ilgisi yok. |
ne o? | * ne var, ne oluyor?. |
ne od var ne ocak | * yoksulluk ve perişanlık içinde. |
ne olacak! | * küçümseme anlatır. * ne değeri var, önemi yok. |
ne olduğunu bilememek | * şaşırmak, aklı başından gitmek. |
ne oldum delisi olmak | * ummadığı bir duruma ulaşan kimse çok şımarmak. |
ne olur (veya ne olursun, ne olursunuz) | * yalvarırım, lütfen, rica ederim. |
ne olur ne olmaz | * her ihtimale karşı, ne olacağı belli değil. |
ne olur ne olmaz | * her ihtimali düşünmek gerekir. |
ne olursa olsun | * her durumda, olumlu veya olumsuz bütün şartlarda. |
ne oluyor? | * ne gereği var veya ne karışıyor?. |
ne pahasına olursa olsun | * ne büyük özveri isterse istesin; her türlü sıkıntıve tehlikeyi göze alarak. |
ne sakala minnet ne bıyığa | * en yakın akrabalarının bile yardımını istemeyerek kendi imkânlarıyla yetinme. |
ne söylüyorsun? | * söylediğine dikkat ediyor musun?. * gerçek mi? doğru mu?. |
ne sularda? | * ne durumda, ne merkezde?. |
ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın zekeri (veya yüzü) | * yararı olsa bile istenmeyen kimseler için söylenir. |
ne şeytanı gör ne salavat getir | * gücünün yetmediği işe kalkışmamayı, kalkışılırsa da başkalarından medet ummamayıanlatmak için söylenir. |
ne şişyansın ne kebap | * iki taraf da gücendirilmesin veya korunsun. |
ne var ki | * aralarında aykırılık bulunan cümleleri bağlamaya yarar, ama, fakat, lâkin. |
ne var ne yok | * ne haberler var, işler nasıl?. * olanların bütünü. |
ne yaparsın ki (veya ne yapmalıki) | * ne çare ki. |
ne yapıp yapıp | * her ne durumda olursa olsun bir çözüm yolu bularak. |
ne yârdan geçer ne serden | * elde etmek istenen şey özveri gerektirir. |
ne yazar | * hükmü olur mu? değeri var mı?. |
ne yüzle | * hiç utanmadan. ne… ne… * Birden fazla özne, tümleç veya fiili birlikte inkâr etmek için, bunlardan önce yer alan kelimelerin başlarına getirilen tekrarlamalı bağlaç, hem…hem karşıtı. Bu bağlaç, anlamca olumsuz olan cümlelerdeki fiilin olumlu kalmasını gerektirir. * Ne ile bağlanan özne veya cümlelerden önceki fiiller aşağıda gösterilen durumlarda olumsuz kullanılırlar a) Fiil, ne ile bağlanan özne veya cümlelerden önce gelirse: “Benimle hemzeban olmaz ne Firdevsî ne Hakanî.” – Nef’î. b) ne’li cümlenin fiili şartlı olursa: Sen ne yaz, ne kışdinlemezsen çabuk çökersin. c) fiilden önce olumsuz bir anlam veren bir ünlem veya zarf bulunursa: Ne tütüne, ne içkiye sakın alışmayın. Ne İzmir’e ne Bursa’ya hiç gitmemiş. d) – diği, -eli beri, -inceye kadar, -ince, -dikçe, -dikten sonra veya -den önceki biçimindeki zarf-fiilerle. * İki sıfat veya sıfat durumunda olan iki kelimenin başına getirildiğinde, iki kavramın ortalaması olan üçüncü bir kavram anlatır. * ne … ne çokluk, güzellik vb. anlatır. |
nebat | * Bitki. |
nebatat | * Bitkiler. * Bitki bilimi, botanik. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük N Sayfa 10
-
Türkçe Sözlük N Sayfa 11
nebatat bahçesi * Her türlü bitkinin örnek olarak yetiştirilip meraklıların incelemesine açık bulundurulan yer, botanik
bahçesi.nebatî * Bitki ile ilgili, bitkisel. nebevî * Hz. Muhammed’le ilgili, Hz. Muhammed’e ilişkin. nebi * Peygamber, savacı. nebülöz * Bulutsu. nebze * Az şey, az.
* Biraz, kısa bir süre, bir parçacık.nebzecik * Pek az, küçücük. necabet * Temiz bir soydan gelme, soyluluk. necaset * Pislik.
* Dışkı, ters (Il).necat * Kurtuluş. necat bulmak * kurtulmak. nece * Hangi dilde, hangi dilden?. Necef taşı * Parlak ve saydam bir çeşit kuvars billûru. neci * Ne işyapar, ne ile uğraşır?. neci oluyor! * niçin karışıyor, ona ne?. necip * Soylu, soyu temiz. nedamet * Pişmanlık. nedamet duymak (veya getirmek) * pişman olmak. nedametle * Pişmanlık duyarak. nedbe * Yara izi. neden * Bir olayıveya durumu gerektiren veya doğuran başka olay veya durum, sebep.
* Bir olayıdoğuran başka bir olayısormak için kullanılır; niçin.
* Bir varlığıveya olayıetkileyen, oluşturan, doğuran şey, sebep, illet.neden bilimi * Olgulara yol açan sebeplerin bütünü, etiyoloji.
* Hastalık sebeplerini araştıran tıp dalı, etiyoloji.neden ise * Bkz. nedense. neden olmak * bir şeyin olmasına veya ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak. neden sonra * gereğinden çok sonra. neden sonra * Aradan bir hayli zaman geçince.
* Aradan bir süre geçince.neden tanrıcılık * Deizm. nedeniyle * Yüzünden, dolayısıyla, sebebiyle. nedenli * Nedeni olan, sebepli. nedenli nedensiz * Hiçbir dayanağıyokken, nedeni olsun veya olmasın, sebepli sebepsiz. nedense * Bilinmeyen, belli olmayan bir sebep dolayısıyla. nedensel * Nedenle ilgili olan, sebep niteliğinde olan, illi. nedensellik * Nedensel olma durumu, illiyet. nedensellik ilkesi * Her şeyin bir sebebi vardır ve aynışartlar altında, aynınedenler, aynıetkileri doğurur biçiminde
özetlenebilen ilke.nedensiz * Nedeni olmayan, sebepsiz.
* Bir sebebi olmadan.nedim * Arkadaş, yakın dost.
* Yüksek makamdaki kişileri hoşsözlerle, güzel fıkra ve hikâyelerle eğlendiren kimse.nedime * Hanım arkadaş.
* Hanım sultanın, yüksek makamda bulunan kadınların yardımcısı olan hanım.nedir ki * şu var ki.
* hangi nedenle?.
* önemsiz, değersiz.nedret * Nicelik bakımından alışılanın, umulanın veya gerekenin altında olma durumu, azlık, seyreklik. nedret kesbetmek * seyrelmek. nefaset * Nefis olma durumu. nefer * Derecesi olmayan asker, er.
* Kimse.nefes * Soluk.
* (boş bir inançla) Şifa verir diye hastaya okuyup üfleme.
* Sigara, pipo içilirken içe çekilen duman.
* Canlıvarlık.
* Bektaşî ve Alevîlerin görüşve düşüncelerini belirtmek için yazılmışşiir.nefes aldırmamak * dinlenmesine fırsat vermemek, aralık vermemek. nefes almak * havayıciğerlerine çekmek, soluk almak.
* dinlenmek.
* ferahlamak, rahatlamak.
* mutlu bir biçimde yaşamak.nefes borusu * Bkz. soluk borusu. nefes çekmek * sigara veya başka bir şeyin dumanını içine çekmek.
* esrar içmek.nefes darlığı * Solumada yaşanan sıkıntı. nefes etmek * boş bir inanışa göre, rahatsızlığı, illeti geçirmek için okuyup üflemek. nefes kesici * Heyecanlı, coşkulu. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 3
nakibüleşraf * Peygamber soyundan olanların işlerine bakmak üzere kendi aralarından atanan görevli. nakil * Bir yerden alıp başka bir yere iletme, aktarma, taşıma, geçirme, aktarım.
* Göç, taşınma.
* Anlatma, söyleme, hikâye etme.
* Bir görevden başka bir göreve atanma, tayin.
* (yazı, resim için) Aynısını başka bir şeyin üzerine yapma, kopya etme.
* Başka dilden bir eseri kendi diline çevirme, tercüme etme.nâkil * Taşıyan, aktaran, geçiren.
* Anlatan, hikâye eden.
* İletken.nakil etmek * Bkz. nakletmek. nakil vasıtası * Taşıma aracı, taşıt. nakip * Bir kavmin veya kabilenin başkanıyahut onun vekili.
* Bir tekkede en yaşlıdervişveya dede.nakisa * Eksiklik, kusur. nakit * Para, akçe. nakit para * Birikmiş, kullanılmaya hazır para, efektif. nakkare * Mehterhanede yer alan, biribirine bağlı iki yarımküre benzeri ve iki değnekle vurularak çalınan bir tür
küçük kös.nakkarhane * Mehtar takımına ve bunun bulunduğu yere verilen ad. nakkaş * Yapıların duvar ve tavanlarına süslemeler yapan usta, bezekçi.
* Nakışçı.nakkaşlık * Nakkaşolma durumu.
* Nakkaşın işi.nakledilme * Nakledilmek işi. nakledilmek * Nakletmek işi yapılmak veya nakletmek işine konu olmak. naklen * Nakil yoluyla, aktarılarak. naklen yayın * Bazı olay veya gösterilerin olduğu sırada radyo veya televizyonda yerinden aktarılması, duyurulması,
gösterilmesi, anlatılması, canlıyayın.nakletme * Nakletmek işi. nakletmek * Nakil işini yapmak, bir yerden başka bir yere geçirmek, iletmek.
* Anlatmak, aktarmak.naklettirme * Naklettirmek işi. naklettirmek * Nakil işini yaptırmak, nakledilmesini sağlamak. naklî * Taşıma ile ilgili olan.
* Nakle dayanan, anlatılan, söylenen (gerçek).naklî * Nakille ilgili. naklî mazi * Belirsiz geçmiş. nakliyat * Taşıma işleri, taşımacılık. nakliyatçı * Taşıma işleri yapan (kimse), taşımacı. nakliyatçılık * Nakliyatçı olma durumu.
* Nakliyatçının işi.nakliye * Taşıma işi.
* Taşıma parası, taşımalık.nakliyeci * Taşımacı. nakliyecilik * Taşımacılık. nakşetme * Nakşetmek işi. nakşetmek * Süslemek, bezemek, nakışyapmak.
* Kalıcıve etkili olmasını sağlamak.Nakşibendî * Nakşibendilîk tarikatından olan kimse. Nakşibendîlik * Şeyh Muhammed Bahaüddin Nakşibend’in kurduğu, gizli ibadete dayanan bir tarikat. Nakşîlik * Nakşibendîlik. nakşolma * Nakşolmak işi. nakşolmak * Bir yerde belirli bir iz bırakmak, yer etmek. nakşolunma * Nakşolunmak işi veya durumu. nakşolunmak * Nakşolmak işi yapılmak. nakzen * Bozarak. nakzen görmek * yargıtay tarafından bozulan bir karar üzerine bozma sebeplerini de göz önünde tutarak davaya yeniden
bakmak.nakzen iade etmek * bir yargıkararını, yargılama yöntemine ilişkin hükümler bakımından yerinde görmeyip bozarak, hükmü
veren mahkemeye geri göndermek.nakzetme * Nakzetmek işi. nakzetmek * Bozmak.
* Yargıtay, bir mahkemenin yargısınıyerinde veya yolunda bulmayarak geri çevirmek.nal * At, öküz gibi hizmet hayvanlarının tırnaklarına çakılan demir parçası. nal çakmak * nallamak. nal deyip mıh dememek * bir düşüncede direnmek. nal toplamak * (at) yarışta sonlara kalmak veya sonuncu olmak. nalân * İnleyici, inleyen. nalâyık * Yakışıksız, hoşolmayan. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 4
nalbant * Hayvanlarınallayan kimse. nalbantlık * Nalbant olma durumu.
* Nalbandın işi.nalbur * At nalıyapan demirci.
* Çivi, kilit, menteşe gibi yapı işlerinde kullanılanşeyleri satan kimse, hırdavatçı.nalburluk * Nalbur olma durumu, hırdavatçılık. nalça * Ayakkabıların altına çakılan demir.
* Katır, eşek, sığır gibi hayvanların tırnaklarıaltına çakılan demir parçası.nalçalı * Nalçası olan. nalçasız * Nalçası olmayan. naldöken * Taşlı, çakıllı(yol). nale * İnleme, inilti. nâlekâr * İnleyen. nalın * Hamam gibi tabanııslak olan yerlerde kullanılan, üstü tasmalı, tabanıyüksek, ağaçtan bir tür takunya. nalıncı * Nalın yapan veya satan kimse, takunyacı. nalıncıkeseri * Hep kendi çıkarına çalışan. nalıncıkeseri gibi kendine yontmak * yaptığı işlerde hep kendi çıkarınıdüşünmek. nalıncılık * Nalıncının işi. nalınlı * Nalın giymişolan, takunyalı. nalınsız * Nalını olmayan, takunyasız. nallama * Nallamak işi. nallamak * Nal çakmak (hayvanın ayağına).
* Öldürmek.nallanış * Nallanmak işi veya biçimi. nallanma * Nallanmak işi. nallanmak * Nallamak işine konu olmak. nallarıdikmek * (hayvan veya hayvana benzetilen kişi) ölmek. nam * Ad.
* Ün.nam almak * şöhret sahibi olmak, tanınmak. nam kazanmak * ün sahibi olarak tanınmak. nam salmak * ününü her yana yaymak. nam vermek (veya salmak) * ün kazanmak. nama * adına, kendine, kendisine. namağlup * Mağlup olmamış, hiçbir yenilgi almamış. namahrem * Evlenmelerinde yasa bakımından sakınca olmayan (kadın ve erkek).
* Yabancı, el.namahremlik * Namahrem olma durumu. namaz * Müslümanların günde beşkez yapmalarıdince buyrulan ve dua okuyarak kıyam, rükû, sücut, kuut denilen
beden durumlarını, kuralınca tekrarlayarak Tanrı’ya edilen ibadet, salât.namaz bezi * Namaz kılarken kadınların başlarına örttükleri tülbent vb. kumaştan yapılan örtü.
* Başa örtülen bir tür örtü.namaz kılmak * namaz ibadetini yerine getirmek. namaz niyaz * İbadet. namaz örtüsü * Bkz. namaz bezi. namaz seccadesi * Üzerinde namaz kılınan seccade. namaz vakti * Namazın kılınacağıvakit. namaza durmak * namaz kılmak. namazbozan * Eğrelti otu türünden bir bitki. namazcı * Namazını düzenli kılan. namazgâh * Açıkta namaz kılmak için hazırlanmışolan ve kı ble yönüne doğru dikili bir taşı bulunan yer. namazıkılınmak * (Müslüman cenazesi için) cenaze namazıkılınmak. namazında niyazında (olmak) * din görevlerini gerektiği gibi yerine getirmek. namazlağı * Üstünde namaz kılınan kilim, post gibi şeylerden yapılmışseccade. namazlık * Üzerinde namaz kılınan seccade veya başka şey.
* Namazda okunan kısa dualar.
* Namaz kadar süresi olan, süren.namazsız * Aybaşıdurumunda olan (kadın). namdar * Ünlü. name * Mektup. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 5
name okumak * herkesin bildiği deyimleri veya sözleri söylemek. namerde muhtaç olmak (veya namerde muhtaç bırakmak) * güvenilmeyecek kimselerden yardım istemek zorunda kalmak (bırakmak). namert * Korkak, alçak, mert olmayan. namertçe * Korkakça, mert olmayan bir biçimde. namertlik * Alçaklık, korkaklık. namevcut * Mevcut olmayan, bulunmayan, yok. namınişanıkalmamak * yok olup unutulmak. namına * adına, kendisine.
* yerine, olarak.Namibyalı * Namibya halkından olan. namlı * Ünlü, tanınmış. namlı * Samanından ayrılmamışarpa, buğday yığını. namlışanlı * Çok ünlü. namlu * Tüfek, tabanca, top vb. ateşli silâhların ucunda bulunan boru biçimindeki parça.
* Kasatura, kılıç, meç ve bıçak gibi kesici silâhların uzun ve keskin bölümü.namus * Bir toplum içinde ahlâk kurallarına karşı beslenen bağlılık.
* Dürüstlük, doğruluk.
* Sililik, iffet.namus belâsı * Namusunu ve halk arasındaki saygınlığınıkorumak için katlanılan sıkıntı. namus davası * Namusuna dokunulan kişinin açtığıdava.
* Onur meselesi.namus sözü * Namus ve onur üzerine verilen söz, şeref sözü. namuskâr * Namuslu, namusuna düşkün. namuslu * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranan.
* Uygun, hilesiz, gereği gibi.namusluluk * Namuslu olma durumu. namussuz * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranmayan, ahlâk kurallarınıçiğneyen. namussuzca * Namussuz bir biçimde. namussuzluk * Namussuz olma durumu veya namussuzca davranış. namusu iki paralık olmak * biri onursuz bir duruma düşmek. namusu temizlenmek * (bir işin içinden) kendi saygınlığınıyitirmeden çıkmak. namusuna dokunmak * birinin namus ve onurunu olumsuz biçimde etkilemek. namusuna sinek kondurmamak * kollamak, gözetlemek.
* namusuna, onuruna lâf söylettirmemek.namusunu temizlemek * ahlâk ve onuruna ters düşen bir durumdan kurtulmak için birini veya kendini öldürmek. namusuyla yaşamak * ahlâk ve onuruna bağlıyaşamak. namünasip * Uygunsuz. namüsait * Uygun olmayan, elverişsiz. namütenahi * Sonsuz, ucu bucağı olmayan. namütenahilik * Sonsuz olma durumu. namzet * Aday.
* Sözlü, yavuklu.namzet göstermek * bir işiçin aday belirleyip sunmak. namzetlik * Namzet olma durumu, adaylık. nan * Ekmek. nanay * Yok. nane * Ballı babagillerden, yapraklarısapsız, çiçekleri beyaz veya menekşe renginde, ıtırlı, çok yıllık ve otsu bir
kültür bitkisi (Mentha piperita).nane likörü * İçine nane esansıkatılarak yapılan likör. nane ruhu * Nane yapraklarından çıkarılan esans. nane suyu * İçinde nane ruhu eritilmişsu. nane şekeri * Nane ruhu karıştırılarak yapılan bir çeşit şeker. nane yemek * yakışıksız bir davranışta bulunmak, uygunsuz bir işyapmak. naneli * Nanesi olan.
* İçinde nane ruhu olan.nanemolla * Güçsüz, dayanıksız (kimse).
* Çok sık hastalanan, sağlıksız (kimse).
* İşten kaçınan, üşengeç.nanesiz * Nanesi olmayan. nanıaziz * Tanrıtarafından ihsan edilen, besin olarak verilen nimet.
* En kutsal yiyecek.nanik * Başparmağı burna değdirip öteki parmaklarıaçarak ve sallayarak yapılan alay işareti. nanikleme * Naniklemek işi. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 6
naniklemek * Başparmağı burun ucuna değdirip diğer parmaklarısallayarak alay işareti yapmak. nankör * Kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen, iyilik bilmez. nankörce * Nankör (bir biçimde). nankörleşme * Nankörleşmek durumu. nankörleşmek * Nankör duruma gelmek. nankörlük * Nankör olma durumu.
* Nankörce davranış, küfran.nankörlük görmek * nankörce davranışla karşılaşmak. nansuk * Bir cins ince, sık dokunmuşpatiska. napalm * Yangın bombalarının doldurulmasında kullanılan, alüminyum veya sodyum palmitatla kıvamlaştırılmış
madde.napalm bombası * Napalm doldurulmuştürlü biçimlerde bomba. nar * Nargillerden, yapraklarıkarşılıklı, çiçekleri büyük, koyu kırmızırenkte, küçük bir ağaç (Punica granatum).
* Bu ağacın kırmızımtırak sarısert bir kabukla örtülü, içinde çok sayıda kırmızımtırak, sulu taneler
bulunduran yuvarlak yemişi.nâr * Ateş. nar balinası * Narval. nar çiçeği * Parlak kırmızırenk.
* Bu renkte olan.nar gibi * iyice kızarmış(yiyecek). nara * Haykırma, bağırma.
* Sarhoşveya külhan beyi bağırması.nara atmak (veya basmak) * yüksek sesle uzun uzun haykırmak. nâra yakmak * bir kimseye veya kendine zarar vermek. narcıl * Hindistan cevizi. nardenk * Nar, erik, kızılcık gibi yemişlerden yapılan pekmez. nardin * Maydanozgillerden, çayırlarda yetişen ve hayvanlara yem olarak verilen, başakçıklarıtek çiçekli küçük bir
bitki (Eryngium campestre).narenc * Turunç. narenciye * Turunçgiller. narenciyeci * Narenciye üreticisi. nargile * Tömbeki denilen bir cins tütünün dumanının sudan geçirilerek içilmesini sağlayan araç. nargile tütünü * Tömbeki. nargiller * İki çeneklilerden, nar çeşitlerini içine alan küçük bir familya. narh * Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle temel ihtiyaç maddeleri için resmî makamlarca belirlenen ve her
yerde geçerli olan fiyat.narh koymak * ihtiyaç maddeleri için değişmez fiyat belirlemek. nârı beyza * Akkor. nârına (veya nâra) yanmak * Bkz. ateşine yanmak.
* zarara uğramak, kötülükle karşılaşmak.narin * İnce yapılı, yepelek, nazenin.
* İnce, nazik.narinlik * Narin olma durumu. narkotik * Uyuşturucu. narkotizm * Uzun süre ve çok miktarda uyuşturucu madde kullanmaktan doğan bozuklukların bütünü. narkoz * İlâçla yapay olarak sağlanan ve vücutta bir veya birkaç görevin azalmasına yol açan uyku durumu. narkoz vermek * ilâç vererek hastayı bilinçsiz ve ağrıduymaz duruma getirmek. narkozcu * Ameliyat sırasında hastaya narkoz veren uzman. narkozculuk * Narkozcunun işi. narkozitör * Narkozcu. narsis * Kendi benliğini seven. narsis kompleksi * Kendini sevme özelliğini ön plâna çıkarmak işi. narsisizm * İnsanın kendi benliğini sevmesi, özseverlik. narsislik * Narsisizm. narval * Atlas Okyanusunun Antartika bölgesinde yaşayan bir tür balina (Monodon monoceros). narven * Karaağaç. nas * Açıklık, açık ve kesin yargı.
* İnak, dogma.nasbetme * Nasbetmek işi. nasbetmek * Atamak. nasfet * Hak ve adalete uygunluk, hakkaniyet, nısfet. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 7
nasıl * (bir kimse, bir olay veya bir konu için) Ne gibi, ne türlü.
* Bir işin ne biçimde, hangi yolla olduğunu belirtmek için kullanılır.
* Bir hareketin yapılış biçimine duyulan şaşkınlığı belirtir.
* “Yapmama imkânıvar mı?” anlamında.
* Ne kadar çok.
* Elbette, kesinlikle.
* Ben sana dememişmiydim, gördün mü?.
* İşin zorunlu olduğunu belirtir.
* Ne dediniz? veya “iyi mi, beğendiniz mi?” anlamlarında.nasıl ki * iki cümle arasındaki anlam ilişkisini “olduğu gibi” anlamında bağlar. nasıl olmuşsa * her nasılsa. nasıl olsa * her durumda, er geç. nasılsa * Herhangi bir sebeple veya bilinmeyen bir sebeple.
* Kuşkusuz, er geç, elbette.nasılsınız * bir kimsenin sağlığınıve durumunu öğrenmek içir sorulan nezaket sorusu. nasıp * Atama. nasır * En çok el ve ayağın sürekli sürtünmelere uğrayan noktalarında üst derinin kalınlaşmasıve sertleşmesiyle
oluşmuşderi.nasır bağlamak (veya tutmak) * nasırlanmak.
* duygusuzlaşmak, duyarlığınıyitirmek.nasırına basmak * menfaatlerine dokunmak. nasırlanma * Nasırlaşma. nasırlanmak * Nasırlaşmak. nasırlaşma * Nasırlaşmak işi. nasırlaşmak * Nasır oluşmak.
* Duyarlığınıyitirmek.nasırlı * Nasırı olan, nasır bağlamış, nasırlaşmış. nasırsız * Nasırı olmayan. nasibini almak * güzel, hoşa giden bir şeyden kısa bir süre de olsa yararlanmak, sebeplenmek.
* nasiplenmek.nasihat * Öğüt. nasihat etmek (vermek veya nasihatte bulunmak) * öğüt vermek. nasihat yollu * Öğüde benzer bir biçimde. nasihatçi * Öğüt veren kimse, öğütçü. nasihatçilik * Nasihatçinin işi. nasihatname * Dinî konularda öğüt veren eser. nasip * Birinin payına düşen şey.
* Bir kimsenin elde edebildiği, sahip olabildiği şey.
* Kısmet, talih, baht.
* Günlük kazanç.nasip almak * (Bektaşilikte) tarikata girme töreni yapılmak.
* yararlanmak, kısmetine düşeni elde etmek.nasip etmek (veya etmemek) * fırsat vermek.
* eriştirmek.nasip olmak * fırsat düşmek, elvermek.
* (mutluluk veren ve güzel şeyler için) erişmek, ulaşmak, kavuşmak.nasiplenme * Nasiplenmek işi. nasiplenmek * Nasibini almak, sebeplenmek. nasir * Nesir yazan, nesir ustası. Nasranî * Hristiyan, İsevî. Nasranîlik * Hristiyanlık, İsevîlik. Nasrettin Hoca’nın türbesi gibi * her yanıaçık olduğu hâlde yalnız bir girişi bulunan veya kilitli olan yerler için söylenir. nasyonal sosyalizm * Hitler ve Nasyonal Sosyalist Partisinin öğretisi, Hitlercilik. nasyonalist * Ulusçuluk yanlısı. nasyonalizm * Ulusçuluk. naşi * Ötürü, dolayı. naşir * Yayan, saçan.
* (gazete, dergi, kitap) Yayımlayan, çıkaran, yayımcı, tâbi, editör.natamam * Eksik, tamamlanmamış, bitmemiş. natıka * Düşünüp söyleme yeteneği.
* Düzgün ve iyi konuşma yeteneği.natıkalı * Düzgün ve iyi konuşan. natıkasız * Natıkası olmayan. natır * Kadınlar hamamında hizmet eden ve müşterileri yıkayan kadın. natır nalını * Kadın hamamında en yüksek ökçeli nalın türü. natırlık * Natır olma durumu veya natırın işi. nativizm * Doğuştancılık. nato * Söz dinlemez, söz anlamaz, taşgibi kafa” anlamındaki nato kafa, nato mermer deyiminde geçer. natron * Hidratlıdoğal sodyum karbonat. natuk * Düzgün, güzel ve kolaylıkla söz söyleyen. natura * İnsanın yaradılışözelliği. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 8
natür * Tabiat, doğa. natüralist * Natüralizm akımını benimseyen (kişi). natüralizm * Gerçeğin doğaya uygun biçimde yansıtılmasınıamaçlayan sanat akımı.
* Gerçeğin yalnızca doğa ile açıklanması.natürel * Doğada rastlandığı gibi, doğaya uygun olan, doğa güçlerine, kurallarına uyan, doğal, tabiî. natürist * Natürizm öğretisini benimseyen kimse. natürizm * Toplumsal kuruluşların ve yaşayış biçiminin doğaya dönük olmasınıamaç edinen öğreti. natürmort * Konusu, cansız varlıklar veya nesneler olan resim. navçağan * Çiçekleri katmerli ve mor renkte olan bir tatula türü (Datura). navlun * Bir yerden başka yere ulaştırmak için gemiye alınan eşyanın bütünü.
* Taşıyıcıtarafından, gemisinde taşınacak yük için istenen ücret.naylon * Temel maddesi poliamit reçinesi olan, birçok giyim ve ev eşyasıyapımına yarayan, sert, dayanıklıve esnek
madde.
* Bu maddeden yapılmışolan.
* Düzme, sahte.naylon fatura * Girişfaturası olmayan bir mal için alıcıya verilen ve birini harcama yapmışgibi göstermek amacıyla
düzenlenen faturanın halk arasındaki adı.naylon kız * Asrî, modern kız. naz * Kendini beğendirmek amacıyla yapılan davranış, cilve.
* İsteksiz gibi görünerek yalvartmak amacıyla yapılan davranış.
* Şımarıklık.naz etmek * nazlanmak. naza çekmek * istekli olduğu hâlde yapmacıklıdavranışlarla isteksiz gibi davranmak. nazal * Genizsil. nazar * Bakış, bakma, göz atma.
* Bir konu hakkında düşünme, görüş.
* Belli kimselerde bulunduğuna inanılan; insanlara, özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala mülke,
hatta cansız nesnelere de zarar veren, bakıştaki çarpıcıve öldürücü güç.nazar boncuğu * Göz değmesin diye takılan mavi boncuk veya bunun yerini tutan başka şey, göz boncuğu.
* Eşi benzeri olmayan, tek.nazar değmek (veya nazara gelmek) * göz değmek. nazaran * Göre, oranla, kıyasla. nazarıdikkat * İlgi. nazarıdikkatini çekmek * ilgisini çekmek. nazarı itibar * İlgi, dikkat. nazarı itibara almak * dikkat etmek, dikkate almak. nazarında * birinin düşüncesine göre, birinin gözünde. nazarıyla bakmak * ona öyle imişgibi, o gözle bakmak. nazarî * Kuram niteliğinde olan, kuramsal, teorik. nazariyat * Kuramlar. nazariyatçı * Kuramcı. nazariye * Kuram, teori. nazariyeci * Teorisyen, kuramcı. nazarlık * Nazarıetkisiz duruma getirdiğine inanılan, kumaşparçası, mavi boncuk, kurşun, dua yazılıkâğıt, muska
gibi şey.nazenin * Cilveli, nazlı.
* Narin, ince yapılı.
* (yerme amacıyla) Şımarık, nazlıyetiştirilmiş.
* Bir Bektaşî tarikatının adı.nazı geçmek * dilediğini kabul ettirecek kadar hatırısayılmak. nazım * Hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan kafiyeli söz dizisi, manzume, koşuk. nâzım * Düzenleyen, düzene koyan, tertip eden.
* Manzume yazan kimse.nazım birimi * Şiirde en küçük anlam bütünlüğünü sağlayan ve kendi içinde bağımsız dize topluluğu. nâzım plân * Bir yerleşim bölgesinin bütün bayındırlık işlerinde göz önünde tutulmak için hazırlanmışplân. nazım türü * İçeriğine ve konusuna göre şiirin kendi içinde ayrılmasıve adlandırılması. nazına katlanmak * istenen her şeyi hangi durumda olursa olsun yerine getirmek. nazını çekmek * her istediğini yerine getirmek. nazır * Bir yere doğru bakan (ev, oda vb.).
* Bakan.Nazi * Nazizm yanlısı(kimse). nazik * Başkalarına karşısaygılıdavranan.
* İnce yapılı, narin.
* Özen, dikkat gösterilmezse kırılabilen, bozulabilen.
* Özen gösterilmezse, gerekli önlemler alınmazsa kötüleşebilen, kritik.
* Dikkat isteyen, özen gerektiren.nazikâne * İncelikle, saygıyla, nezaketle. nazikçe * Nazik, ince, saygılı(bir biçimde). nazikleşme * Nazikleşmek işi. nazikleşmek * Nazik davranmak.
* Özen gösterilmezse kötüleşebilecek bir duruma girmek.naziklik * Nazik olma durumu veya nazikçe davranış, nezaket. nazil * İnen, iniş.
* Konaklayan. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 1
N * Azot’un kısaltması. -n * Teklik 2. kişi iyelik eki: anne-n, baba-n, kitab-ı-n, defter-i-n vb. -n * Bazıfiil çekimlerinde teklik 2. kişi eki: gel-di-n, gör-dü-n, yap-sa-n, et-se-n vb. -n * Fiillerin dönüşlülük ve edilgenlik çatılarınıtüreten ek: döv-ü-n-, öv-ü-n-, tara-n-, yıka-n-, bekle-n-, bul-u-n-
, çal-ı-n- vb.n, N * Türk alfabesinin on yedinci harfi. Ne adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından genizsi diş, dişeti
ünsüzünü gösterir.Na * Sodyum’un kısaltması. naaş * Ölen kimsenin vücudu, ceset. naat * Bir şeyin niteliklerini övme.
* Hz.Muhammed’in niteliklerini övmek, ondan şefaat dilemek amacıyla yazılan kaside.nabekâr * Yararsız, işe yaramaz.
* Serseri, haylaz, avare, işsiz.nabız * Kalp vuruşunun sağladığıkan basıncından dolayıatardamarlara ve özellikle bilekteki atardamara parmakla
basıldığında duyulan kımıldama.
* Eğilim, düşünce, niyet.nabız almak * Bkz. nabzınısaymak. nabzıatmak * kalp vuruşu sürmek.
* ortaya çıkmak, görünmek, belli olmak.nabzıdurmak * ölmek. nabzına girmek * elindeki imkânlarıkullanarak birinin hoşnutluğunu kazanmak, birini yola getirmek ve düşüncelerini
benimsetmek.nabzına göre şerbet vermek * birinin hoşuna gidecek, gururunu okşayacak yolda davranmak. nabzınısaymak * bir dakikadaki kalp atışınısaymak. nabzınıtutmak * nabzınısaymak için bileğini tutmak. nabzınıyoklamak (veya nabız yoklamak) * niyetini, düşüncesini, eğilimini anlamaya çalışmak. nacak * Sapıkısa, küçük odun baltası. naçar * Çaresi olmayan, çaresiz.
* Zavallı, düşkün.naçar kalmak * bir çare, çıkar yol bulamamak. naçiz * Değersiz, önemsiz. naçizane * Çok küçük, önemsiz bir şey olarak. nadan * Bilgisiz, cahil.
* Nobran, kaba, kötü.nadanca * Nadan davranışına benzer bir tarzda. nadanlık * Nadan olma durumu veya nadanca davranış. nadas * Tarlayısürerek dinlenmeye bırakmak. nadas etmek * bir tarlayısürerek dinlenmeye bırakmak. nadasa bırakmak (veya nadasa yatırmak) * tarlayınadas etmek için ekmeyip bırakmak. nadaslı * Nadasa bırakılmış. nadaslık * Nadasiçin ayrılmış. nadide * Az görülür, görülmedik, seyrek görülen, çok değerli. nadim * Yaptığı bir davranıştan pişmanlık duyan, pişman. nadim olmak * pişman olmak. nadir * Seyrek, az, az bulunur. nadirat * Seyrek, az görülen, az bulunan şey veya durum. nadiren * Seyrek, seyrek olarak, pek az, binde bir. nafaka * Geçinmek için gerekli olan şeylerin bütünü, geçimlik.
* Birinin geçindirmekle yükümlü bulunduğu kimselere, mahkeme kararıyla bağlanan aylık.nafaka bağlanmak * (yasaca, bakılmasızorunlu olan kişiye) mahkeme kararıyla evlât, koca gibi bir kimsenin, geçim parası
vermesini sağlamak.nafaka sağlamak * geçinecek kadar para temin etmek. nafakalanma * Nafakalanmak işi. nafakalanmak * Geçimi sağlanmak. nafıa * Bir yeri bayındır duruma getirmek için yapılan işlerin tamamı, bayındırlık işleri. nafi * Yararlı, kazançlı. nafile * Yararsız, boşa giden, boş, işe yaramayan.
* Boşuna, boşyere.
* Fazladan kılınan (namaz veya tutulan oruç).nafile namazı * Fazladan kılınan namaz. nafile yere * Boşyere, boşu boşuna. nafiz * Delip geçen.
* İçe işleyen.
* Sözü geçen, etkili olan.nafta * Petrolden 100-250°C arasında damıtılan ürün. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 2
naftalin * Maden kömürü katranının kuru kuruya damıtılmasından elde edilen, özel kokulu, beyaz, 1,158
yoğunluğunda, 80° C de eriyen, 218° C de kaynayan, suda erimeyen, alkol, benzol ve eterde kolaylıkla eriyen,
antiseptik bir hidrokarbon.naftalinleme * Naftalinlemek işi. naftalinlemek * Güveden korumak için yünlüler üzerine veya arasına naftalin serpmek veya atmak. naftalinlenme * Naftalinlemek işi. naftalinlenmek * Naftalin serpilmek, naftalin dökülmek. nagehan * Ansızın, birdenbire, ani olarak. nağme * Güzel, uyumlu ses, ezgi.
* Ezgi bölümü, nota.
* Birinin yalandan ve nazlanarak söylediği söz.nağme yapmak * bildiği bir şeyi bilmez görünmek.
* bahane ileri sürmek.nağmeli * Nağmesi olan. nağmesiz * Nağmesi olmayan. nahak * Haksız, gereksiz.
* Boşuna, boşyere.nahak yere * Haksız, gereksiz olarak, boşyere, boşuna. nahır * Sığır sürüsü. nahırcı * Çoban. nahif * Zayıf, cılız, çelimsiz.
* Bkz. zayıf nahif.nahiv * Cümle bilgisi, söz dizimi, sentaks. nahiye * Bucak.
* Bölge.nahiye müdürü * Bucaktaki görevlerin sorumlu yöneticisi. nahoş * Hoşolmayan, hoşa gitmeyen, kötü, çirkin. naif * Kendi kendisini yetiştirmiş, doğal bir plâstik sanat yeteneğine sahip sanatçılar tarafından yaratılan resim
sanatı.nail * Erişmiş, ele geçirmiş, başarmış, kazanmış, ulaşmış. nail olmak * erişmek, ulaşmak, kavuşmak. naip * Tahtta hükümdar olmadığızaman veya hükümdarın çocukluğu sırasında devleti yöneten kimse.
* Naiplik yapan.naiplik * Naip olma durumu, niyabet. nakarat * Bir şarkıda her kıtadan sonra tekrarlanan ve bestesi değişmeyen parça.
* Çok sık tekrarlanan, bundan dolayı bıkkınlık vererek önemini yitiren söz.
* Bir şiirin içinde iki veya daha çok kez tekrarlanan bölüm.nakaratlı * Nakaratı olan. nakaratsız * Nakaratı olmayan. nakavt * Boks maçında yumruk etkisiyle yere düşen ve 10 saniye içinde kalkıp devam edemeyen oyuncunun
yenilmesi durumu.nakavt etmek * boks maçında nakavtla yenmek.
* mat etmek.nakavt olmak * boks maçında nakavtla yenilmek. nakden * Para olarak.
* Peşin olarak.nakdî * Para ile ilgili, para bakımından, paraca, parasal. nakdî ceza * Para cezası. nakdî kıymet * Para bakımından değeri. nakdî teminat * Borcun ödeneceğine dair, alacaklıya parayla sağlanan güvence.
* Kredi kullanılmasıdurumunda güvence olarak gösterilen nakit değer.nakdî vergi * Mal veya hizmet yerine para olarak ödenen vergi. nakdî yardım * Para olarak yapılan yardım. nakıs * Eksik, tam olmayan, bitmemiş, noksan.
* Özrü, kusuru olan.
* Eksi.nakış * Genellikle kumaşüzerine renkli iplikler veya sırma ve sim kullanarak elle, makineyle yapılan işleme.
* Özellikle duvar ve tavanlarısüslemek için yapılan resim.
* Beste ve semaîlerin, dört yerine iki haneli olanlarına verilen ad.
* Hile.nakışipliği * Çeşitli motifleri kumaşüzerine işlemek için pamuk, ipek, yün veya başka maddelerden hazırlanan sırma,
sim gibi özel iplik.nakışişlemek * kumaşüzerine renkli iplikler, sırma veya sim kullanarak işleme yapmak. nakışmakinesi * Nakışişleyen özel olarak yapılmışmakine. nakışçı * Nakışyapan kimse. nakışçılık * Nakışyapma işi. nakışlama * Nakışlamak işi. nakışlamak * Nakışla bezemek, işlemek. nakışlı * Nakışı olan. nakışlık * Nakışolma durumu veya değeri. nakışsız * Nakışı olmayan. nakız * Bozma, çözme; kırma. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 85
mütehevvir * Öfkeli, kızgın. müteheyyiç * Heyecana kapılmış, heyecanlı. mütekabil * Karşılıklı. mütekabiliyet * Karşılıklı olma durumu. mütekabiliyet esasıüzerine * karşılıklı olarak. mütekait * Emekli. mütekâmil * Olgunlaşmış, gelişmiş, gelişkin. mütekâsif * Yoğunlaşmış, koyulaşmış, derişik. mütekebbir * Kibirli, kendini beğenmiş. mütekellim * Söyleyen, konuşan.
* Teklik birinci kişi.mütelezziz * Lezzet bulan, tat alan, mutlu olan, hoşlanan. mütelezziz olmak * lezzet duymak, tat almak, mutlu olmak. mütemadi * Sürekli, aralıksız. mütemadiyen * Ara vermeden, sürekli olarak, biteviye. mütemayil * İstekli görünen, eğilimi olan. mütemayiz * Kendini gösteren, sivrilen. mütemekkin * Yerleşmişolan, yerleşik. mütemerkiz * Derişik, mütekâsif. mütemmim * Tamamlayan, bütünleyen, bitiren.
* Bütünler.
* Tümleç.mütenakıs * Azalan, eksilen. mütenakız * Çelişkili, çatışık, çelişik. mütenasip * Orantı, oranlı, uygun. mütenavip * Almaşık. mütenazır * Bakışımlı, simetrik. mütenebbih * Aklını başına toplamış, akıllanmış, uslanmış. müteneffir * İğrenmiş, tiksinmiş. mütenekkir * Kılık değiştiren, takma ad kullanan, kendini tanıtmak istemeyen. mütenekkiren * Kılık değiştirerek, takma ad kullanarak, kendini tanıtmadan. mütenevvi * Türlü, çeşitli. müteradif * Eşanlamlı, anlamdaş, sinonim. müterakim * Birikmiş, toplanmış, yığılmış. müterakki * İleri, ilerlemiş. mütercem * Çevrilmiş, tercüme edilmiş. mütercim * Çevirmen. mütercimlik * Çevirmenlik. mütereddi * Soysuzlaşmış. mütereddit * Tereddüt eden, çekingen, kararsız, ikircimli kimse. mütesanit * Dayanışma içinde olan kimse. müteselli * Avunan. müteselli olmak * avunmak. müteselsil * Arasıkesilmeden birbirini izleyen, zincirleme. müteşebbis * Girişken, girişimci. müteşekkil * Oluşmuş, meydana gelmiş. müteşekkir * Teşekkür eden, teşekkür borcu olan. mütetebbi * Bir konuyu dikkatle araştıran, irdeleyici, araştırıcı. mütevakkıf * (gerçekleşmesi) Bir şeye bağlı bulunan. mütevali * Art arda gelen, üst üste olan, ardışık. mütevazı * Alçak gönüllü.
* Gösterişsiz, iddiasız.mütevazi * Birbirine paralel olan. mütevazin * Birbirine uyan, oranlı. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 86
müteveccih * Bir yere gitmeye, bir şeyi yapmaya karar veren.
* Yönelmiş.müteveccihen * Bir yere doğru gitmek üzere.
* Bir şeyi yapmaya yönelmişolarak.müteveffa * (insan için) Ölmüş, ölü. mütevehhim * Kuruntulu, evhamlı.
* Korkak, ödlek.mütevekkil * Her işini Tanrı’ya veya oluruna bırakmış, kadere boyun eğmiş. mütevelli * Bir vakfın yönetimi kendisine verilmişolan kimse. mütevelli heyeti * Bir vakfın veya bir kuruluşun yönetim işlerinin doğrudan bağlı bulunduğu kurul. mütevellit * Doğmuş, dünyaya gelmiş.
* Meydana gelmiş, ileri gelmiş.müteverrim * Veremli. müteyakkız * Uyanık, tetikte, sak. mütezayit * Artan, çoğalan. müthiş * Korkuya düşüren, korkunç, dehşetli.
* Çok rahatsız eden, dayanılmaz.
* Şaşılacak kadar değişik.
* “Ne şaşılacak şey” anlamında kullanılır.müttefik * Bağlaşık. müttefikan * El birliğiyle, hep birlikte.
* Oy birliğiyle.müttehiden * Birlikte, birlik olarak. müttehit * Birlik durumuna gelmiş, birleşik, birlik olmuş.
* Birleşik.müvekkil * Birini kendine vekil olarak seçen kimse. müvellidülhumuza * Oksijen. müvellidülma * Hidrojen. müverrih * Tarih yazan kimse, tarihçi. müvesvis * İşkilli, kuruntulu, vesveseli. müvezzi * Dağıtıcı. müvezzilik * Müvezzi olma durumu. müyesser * Kolaylıkla ortaya çıkan. müyesser olmak * kolaylıkla ortaya çıkmak, kolaylıkla elde edilmek.
* nasip olmak.-müz * Bkz. -mız / -miz. müzaheret * Yardım etme, arkalama, destekleme, arka çıkma. müzaheret etmek * yardım etmek, arkalamak, arka çıkmak. müzahir * Arkalayan, destekleyici, arka çıkan, yardımcı. müzahrefat * Süprüntüler, pislik.
* Yalanlar, saptırmalar.müzakerat * Bir konuyla ilgili konuşmalar, danışmalar, müzakereler. müzakere * Bir konuyla ilgili görüşme, danışma.
* Sözlü sınav.
* Etüt, mütalâa.müzakere etmek (veya yapmak) * bir konuyu görüşmek, konuşmak.
* sözlü sınav yapmak.müzakereci * Öğrencileri çalıştıran kimse. müzayaka * Sıkıntı, darlık, parasızlık. müzayede * Artırma. müze * Sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için
sergilendiği yer veya yapı.müze gibi * eski ve değerli eşyaları olan (yer). müzebzep * (yönetim için) Bozuk.
* Çok karışık, karmakarışık.müzeci * Müze kuran veya müzede çalışan kimse. müzecilik * Müze kurma veya işletme işi. müzehhep * Altın suyuna batırılmışolan.
* Yaldızla süslenmiş, yaldızlanmış.müzekker * Eril. müzekkere * Bir işiçin, herhangi bir üst makama yazılan yazı.
* Yargılama makamının, bir kararın yerine getirilmesi konusunda belli bir makama yazdığıyazı.müzelik * Müzeye konulacak değerde veya eskilikte olan.
* Eski, köhne.müzevir * Söz götürüp getiren, arabozan. müzevirleme * Müzevirlemek işi. müzevirlemek * Birinin başkasıaleyhine yaptıklarıveya söylediklerini karşıtarafa iletmek, ara bozmak. müzevirlik * Müzevir olma durumu. müzevirlik etmek * söz getirip götürmek, ara bozmak.