Kategori: İ

  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 40

    ipnotizmacı * İpnotizma ile uğraşan kimse.
    ipnotizmalı * İpnotizma edilmiş(kimse).
    ipnoz * Sözle, bakışla telkin yapılarak sağlanan bir çeşit uyku durumu, hipnoz.
    ipotek * Bir gayrimenkulün bir borca karşıteminat oluşturmasını gerektiren ve aynî bir hak mahiyetinde olan
    gayrimenkul rehin, tutu, rehin.
    ipotek etmek * rehinde bırakmak, rehine koymak.
    ipotekli * Rehinde bulunan, rehine konulmuş.
    ipotetik * Varsayıma dayanan, farazî.
    ipotez * Bkz. hipotez.
    ipsi * İp veya iplik biçiminde olan.
    ipsi solucanlar * Solucanların, çoğu insan ve hayvanlarda asalak olarak yaşayan, ince uzun vücutlu bir sınıfı.
    ipsiler * İpsi solucanların bir dalı, iplik solucanlar.
    ipsiz * İpi olmayan.
    * Haylaz, serseri, hayta.
    ipsiz sapsız * Birbirini tutmaz, yersiz ve anlamsız.
    * Serseri, hayta.
    iptal * Yararlıktan, kullanıştan kaldırma, silme, bozma.
    * Herhangi bir hükmün geçersiz olduğunu gerekçeleri ile göstererek çürütme.
    iptal etmek * kullanıştan kaldırmak; bozmak.
    * hükümsüz bırakmak, çürütmek.
    ipten kazıktan kurtulmuş * her türlü kötülüğü yapacak yaradılışta olan (kimse).
    ipten kuşak kuşanmak * yoksul düşmek.
    iptida * Başlangıç.
    * Bir işe başlama.
    * (i’ptida:) Önceleri, en önce, ilk önce.
    iptidaî * İlkel.
    * İlkokul.
    iptidaî mektep * İlkokul.
    iptidaîlik * İptidaî olma durumu.
    iptidaları * Önceleri.
    iptilâ * Düşkünlük, tiryakilik.
    iptizal * Bayağılaşma, ayağa düşme.
    * Bir şeyi sürekli olarak kullanma.
    ipucu * Aranılan gerçeğe ulaştırabilecek iz.
    ipucu vermek * aranılan gerçeğe ulaştırabilecek şeyle ilgili, onu bulmaya yarayan bilgi vermek.
    ir * İridyum’un kısaltması.
    -ir * Bkz. -ır / -ir.
    irade * İstek, dilek.
    * Buyruk.
    * Bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü.
    * İstenç.
    irade beyanı * Bir sonuca yönelmişirade açıklaması.
    irade dışı * İradesiz.
    irade kaybı * Bkz. irade yitimi.
    irade yitimi * Karar verme, dikkat, istekli kımıldama gibi zihin veya beden etkinliğine ilişkin işleri yapamamaktan doğan
    sinir yorgunluğunda görülen bir belirti, abuli, istenç yitimi.
    iradeci * İrade yanlısı.
    iradecilik * İstenççilik.
    iradeli * İradeye dayanan, iradî.
    iradesiz * İrade dışı, gayriiradî.
    iradesizlik * İradesiz olma durumu, istençsizlik.
    iradımesel * Bir düşünceyi atasözleri, özdeyişvb. ile güçlendirme.
    iradî * İradeli, istençli.
    iradiye * Bkz. İstenççilik.
    İranist * İran dili ve kültürü ile uğraşan kimse.
    İranistik * İran dili ve kültürü araştırmaları.
    İranlı * İran halkından veya bu halkın soyundan olan (kimse).
    irap * Düzgün konuşma.
    irapta mahalli yok * hiçbir değeri ve önemi yok.
    irat * Gelir.
    * Gelir getiren mülk.
    * Söyleme.
    irat etmek * söylemek.
    irca * Eski biçimine sokma, çevirme.
    * Döndürme.
    * İndirgeme.
    irca etmek * eski biçime sokmak, çevirmek, döndürmek.
    * indirgemek.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 36

    insan biçimcilik * İnsanın niteliklerinin başka bir varlığa, özellikle Tanrı’ya aktarılması, antropomorfizm.
    insan bilimci * Antropolog.
    insan bilimi * Antropoloji.
    insan bilimsel * Antropolojik.
    insan coğrafyası * Beşerî coğrafya.
    insan eli değmemiş(veya dokunmamış) * bakımsız kalmışyer.
    insan eti yemek * birini çekiştirmek.
    insan evlâdı * İyi insan, iyi kimse.
    insan gibi * insanlara yaraşır biçimde.
    insan gönlünün artığınısöyler * insanlar şaka yaparken içlerinden geçeni yansıtırlar.
    insan hâli * Olabilir, hoşkarşılamak gerekir.
    insan içine çıkmak * toplum içine karışmak, başkalarıyla ilişki kurmak.
    insan konuşa konuşa, hayvan koklaşa koklaşa * insanlar konuşarak birbirlerini daha iyi anlarlar.
    insan kurusu * Çok zayıf.
    insan kuşmisali * uzakça bir yere gidildiğinde söylenir.
    insan müsveddesi * Bir insanda bulunması gerekli niteliklerden yoksun olan.
    insan sarrafı * Bkz. adam sarrafı.
    insanbaşlı * İnsan kafalı, androsefal.
    insanca * İnsana yakışır biçimde, insanî.
    * İnsan bakımından.
    insancı * İnsancıl.
    insancıl * İnsan seven.
    * İnsanla ilgili.
    * İnsana değer veren.
    * İnsancılık yanlısı olan, hümanist.
    insancılık * Eski Yunan ve Lâtin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Orta Çağın skolâstik düşünüşüne
    karşıXlV.yüzyılda doğan felsefe, bilim ve sanat görüşü, hümanizm, humanizma.
    * İnsanlık sevgisini, insan ululuğunu en yüce amaç ve olgunluk sayan öğreti, hümanizm, humanizma.
    insancıllaşma * İnsancıllaşmak işi.
    insancıllaşmak * İnsancıl duruma gelmek.
    insangiller * Fosil hâlinde yaşayan insanıkapsayan familya.
    insanımsılar * İnsana benzer yaratıklar, insansılar, antropoitler.
    insanın adıçıkacağına canıçıksın * haklıveya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktımı, ondan sonra yaptıklarıhep o gözle değerlendirilir.
    insanî * İnsana, insanlığa yakışan, insanca.
    insaniçincilik * İnsanıevrenin merkezi sayan, bütün öbür yaratıkların insan için yaratılmışolduklarınısöyleyen dinî
    nitelikli öğreti, antroposantrizm.
    insaniyet * İnsanlık.
    insaniyet namına * insanlığa yakışır duygulara uyarak.
    insaniyetli * İnsanlığı olan, insan, mürüvvetli.
    insaniyetsiz * İnsanlığı olmayan, mürüvvetsiz.
    insaniyetsizlik * İnsaniyetsiz olma durumu.
    insanlaşma * İnsanlarımaymunlardan ayıran evrim süreçlerinin hepsi.
    insanlaşmak * İnsanca davranma özelliği kazanmak, insana yaraşır biçimde davranmak.
    insanlık * Bütün insanları içine alan varlık.
    * İnsanı insan yapan, insanın doğasını oluşturan niteliklerin hepsi.
    * İnsanın değerini, saygınlığınıveren öz, insana yaraşır yaşama ve düşünme ilkesi.
    * İnsanısevme, insan sevgisi, insancıl olma.
    insanlık etmek * insana yaraşır biçimde davranmak.
    insanlık hâli * Olabilir, hoşkarşılamak gerekir, insan hâli.
    insanlıktan çıkmak * çok zayıflamışolmak.
    * insana özgü niteliklerini yitirmek.
    insanoğlu * İnsan, âdemoğlu.
    insanoğlu çiğsüt emmiş * insanlardan tam bir doğruluk beklenmez.
    insansı * İnsana benzeyen, insanıandıran, antropoit.
    insansılar * Maymunlarıve insangilleri içine alan maymunlar alt takımı, insanımsılar, antropoitler.
    insanüstü * İnsan gücünü ve yeteneklerini aşan, fevkalbeşer.
    insektaryum * Bilimsel amaçlarla böcek inceleme, saklama, koruma yeri.
    insicam * Düzgünlük, tutarlık, bağdaşım.
    * Tutarlık.
    insicamlı * Düzgün, tutarlı.
    insicamlılık * Tutarlılık.
    insicamsız * Birbirini tutmayan, tutarsız.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 37

    insicamsızlık * İnsicamsız olma durumu.
    insiraf * Bükün.
    insirafî * Bükülgen (dil).
    insiyak * İçgüdü, sevkıtabiî.
    insiyakî * İçgüdülü, sevkıtabiî.
    instant coffee * Bkz. hazır kahve.
    inşa * Yapıkurma, yapıyapma, kurma.
    * (düz yazı, şiir) Kaleme alma, yazıya dökme.
    * Düz yazı, nesir.
    inşa etmek * kurmak, yapmak.
    inşaat * Yapı, yapı işleri.
    * Yapmak işi, yapım.
    inşaat çivisi * Çapı2-7 mm, boyu 4-20 cm arasında değişen, başlıve tepesi tırtıllıçivi.
    inşaatçı * Yapı işlerini yöneten teknik görevli.
    * Yapıustası.
    inşaatçılık * İnşaat işleriyle uğraşma.
    inşallah * Allah “Tanrıdilerse” anlamında dilek anlatır.
    inşallahla maşallahla * çaba harcamadan, tevekkülle.
    inşat * Şiir okuma, şiir söyleme.
    * Bir şiiri, bir edebiyat eserini topluluk önünde, yüksek sesle ve gerektiği biçimde okuma.
    inşat etmek * bir şiiri, bir edebiyat eserini yüksek sesle okumak.
    inşirah * İç açılması, gönül açılması, ferahlık.
    inşirah bulmak * iç açılmak, ferahlamak.
    intaç * Bir işi sonuçlandırma, sona erdirme, bitirme.
    intaç etmek * sonuçlandırmak, bitirmek.
    intak * Konuşturma söyletme.
    * Kişileştirilen varlıklara, hayalî yaratıklara söz söyletme sanatı, dillendirme.
    intan * Mikroptan ileri gelen hastalık.
    * Kokuşma, kötü kokma.
    intanî * Mikropla oluşan, mikroplu.
    intaniye * Mikropla bulaşan hastalıklar.
    intaniyeci * Mikroplu hastalıklar doktoru, uzmanı.
    integral * Parçalardan oluşmuş bütün.
    * Türevi bilinen fonksiyon.
    integral denklemi * Bir değişkenin bilinmeyen fonksiyonunu ve bu fonksiyonun bulunduğu belirli integrali birbirine bağlayan
    denklem.
    integral hesapları * Sonsuz integrallerin bulunmasıve onların uygulanması ile ilgili yöntemleri kullanan matematik dalı.
    integrasyon * Bilinen bir diferansiyelin denklemini çözme işlemi.
    * Bir diferansiyel denklemi çözme işlemi.
    integre * Entegre.
    intelekt * Entelekt.
    intelektüalizm * Entelektüalizm.
    interferometre * Girişimölçer.
    interferometri * Girişim ölçme.
    interferon * Hücrelerin virüslere karşı oluşturduklarıözel savunma maddesi.
    interkinez * Çekirdeğin iki bölünme devresi arasındaki dinlenme durumu.
    interkoneksiyon * Birçok elektrik şebekesi arasında bağlantıkurma.
    intermezzo * Serbest bir biçimde yazılmışolan ve kendi kendine bir bütün oluşturan müzik eseri.
    -inti * Bkz. -ıntı/ -nti.
    intiba * İzlenim.
    intibah * Uyanma, uyanış.
    intibak * Çevreye veya bir duruma uyma.
    * İki şeyin ölçülerinin birbirini tutması.
    intibak etmek * uymak, alışmak.
    intibaksız * Yaşadığıçevreye veya duruma uymakta güçlük çeken.
    intibaksızlık * Çevreye uymama durumu.
    intifa * Yararlanma, faydalanma.
    intifa hakkı * Başkasına ait bir maldan yararlanma, başkasına ait bir malıkullanma hakkı.
    intiha * Son, sona erme, sonu gelme.
    intihabat * Seçimler.
    intihal * Aşırma.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 38

    intihap * Seçim, seçme.
    intihar * Bir kimsenin toplumsal ve ruhsal sebeplerin etkisi ile kendi hayatına son vermesi.
    * Hayatınıtehlikeye düşürecek aşırıdavranışveya iş.
    intihar etmek * kendini öldürmek.
    intikal * Bir yerden başka bir yere geçme, geçiş.
    * Anlama, kavrama.
    * Miras olarak babadan oğula kalma.
    intikal etmek * yer değiştirmek.
    * anlamak, kavramak.
    * miras olarak babadan oğula kalmak.
    intikam * Öç.
    intikam almak * öç almak.
    intikamcı * Öç almaya çalışan.
    intisap * Bağlanma.
    * Girme.
    * Kapılanma.
    intisap etmek * bağlanmak.
    * girmek.
    * kapılanmak.
    intişar * Yayılma.
    * (gazete, dergi) Çıkma, yayımlanma.
    intişar etmek * yayılmak, dağılmak.
    * yayımlanmak.
    intizam * Düzenli, düzgün olma.
    intizamlı * Düzgün, düzenli.
    intizamsız * Düzensiz, düzeni olmayan, karışık.
    intizamsızlık * Düzensiz olma durumu, düzensizlik, karışıklık.
    intizar * Bekleme, gözleme.
    * İlenme, beddua, inkisar.
    intizar etmek * beklemek, gözlemek.
    * iIenmek, beddua etmek.
    inzal * İndirme, indirilme.
    inzibat * Sıkıdüzen.
    * Silâhlıkuvvetlerde, ordudaki düzeni sağlamak amacıyla görevlendirilmiş er.
    inzibatî * Sıkıdüzeni sağlayıcı, düzene bağlayıcı, insan davranışlarınısınırlayıcı, düzenleyici, baskıaltına alıcı.
    inzibatsız * Sıkıdüzeni olmayan, düzensiz, başı boş.
    inzimam * Katılma, ulanma, eklenme.
    inzimam etmek * katılmamak, eklenmek, ulanmak.
    inziva * Toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama.
    * Dışdünyayla bütün bağlarınıkeserek Tanrıyla birleşebilmek için insanın kendi içine kapanması.
    inzivaya çekilmek * toplumdan kaçıp, hiçbir şeyle ilgilenmeyerek tek başına yaşamak.
    ip * Dokuma maddelerinin bükülmüşliflerinden yapılan bağ.
    * (bazı bölgelerde) İplik.
    * Asarak öldürme cezası.
    -ip * Bkz. -ıp / -ip.
    ip atlamak * ipin iki ucunun tutularak çevrilmesiyle, ipe ayağınıve başınıdeğdirmeden zıplamak.
    ip cambazı * İki direk arasında, yüksekte gerilmişip üzerinde gösteriler yapan cambaz.
    ip merdiven * İpten örülmüş, çoğunlukla gemilerde kullanılan merdiven.
    ip takmak * birinin kötülüğü için çalışmak.
    ip torba * Pazar filesi.
    ip torbalı * Elinde pazar filesi olan.
    ipçi * İp üreten, yapan veya satan kimse.
    ipçik * Bitkilerin erkek organlarında başçığıçiçeğe bağlayan ince sap.
    ipçilik * İpçinin işi veya mesleği.
    ipe çekmek * asarak öldürmek.
    ipe dizmek * boncuk gibi şeyleri ipliğe geçirmek.
    ipe gelesice * “asılarak öl” anlamında bir ilenme.
    ipe gitmek * ölüme gitmek.
    ipe sapa gelmeyen (veya gelmez) * akla yakın olmayan veya birbirini tutmayan.
    ipe un sermek * geçersiz birtakım sebepler ileri sürerek istenilen işi yapmaktan kaçınmak.
    ipek * İpek böceği kozalarıçözülerek çıkarılan ve dokumacılıkta kullanılan çok ince, esnek ve parlak tel.
    * Bu telden yapılmış.
    ipek ağacı * Ekvatoral bölgelerde yetişen, kerestesi ipek görünüşünde, sarıparıltılı, değerli bir mobilya ağacı.
    ipek böceği * Kanatlarıpullu böcekler sınıfından, ördüğü kozalardan ipek elde edilen, dut yaprağı ile beslenen bir cins
    kelebeğin tırtılı(Bombyx mori).
    ipek böceği kelebeği * Tırtıllarının ördüğü kozalardan ipek elde edilen kelebeklere verilen genel ad.
    ipek böcekçiliği * İpek ipliği veya ipek böceği yumurtasıelde etmek amacıyla ipek böceği yetiştirmek ve koza elde etmek işi.
    ipek çiçeği * Semizotugillerden, güzel çiçek açan bir bitki cinsi (Portulaca grandiflora).
    ipek gibi * çok ince, parlak ve yumuşak.
    * güzel, iyi huylu.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 39

    ipek matı * Cilâ veya vernikle ağaç üzerinde oluşturulan, ipeği andıran yarıparlak görünüş.
    ipeka * Altın kökü.
    ipekçi * İpek böceği yetiştiren veya ipek satan kimse.
    ipekçilik * İpek böceği yetiştirme veya ipek alıp satma işi.
    ipekhane * Kozaların, ipek çilesi durumuna getirilmesi için işlendiği yer.
    ipekli * İpekten yapılmışveya içinde ipek bulunan (kumaş).
    ipham * Belirsizlik, kapalılık.
    * Etkisini artırmak için anlamın bilerek, isteyerek kapalı bırakılması.
    ipi (birinin) eline geçmek * yönetimi başkasının eline geçmek, kontrolü başkasının elinde bulunmak.
    ipi çözmek * ilgisini kesmek.
    ipi çürük * Güvenilmez (kimse).
    ipi kırık * Serseri, sorumsuz.
    ipi kırmak * savuşup gitmek.
    ipi koparmak * bağlı bulunduğu kuruluşla veya yakınlığı bulunan kişi ile ilişkisini kesmek.
    ipi sapıyok * birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız.
    ipil ipil * Parlak bir ışıkla yanarak, bir sönüp bir parlayarak.
    ipileme * İpilemek işi.
    ipilemek * Az ışıkla yanmak.
    ipilti * Hafif esinti.
    ipin ucunu kaçırmak * yönetimde veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü yitirmek.
    ipince * Çok ince, incecik.
    ipini çekmek * birini ölçülü davranmaya zorlamak.
    ipini kırmak * azmak, ele avuca sığmaz bir durum almak.
    ipini koparan * başı boşkalan.
    ipipullah * Kimsesi, malımülkü olmayan kimse.
    ipipullah, sivri külâh (kalmak) * yalnız, kimsesiz, hiçbir şeysiz (kalmak).
    ipiyle kuyuya inilmez * kendisine güvenilmez.
    ipka * Yerinde, önceki durumunda bırakma.
    * Sınıfta bırakma.
    ipka etmek * yerinde bırakmak, kaldırmamak, değiştirmemek.
    ipka kalmak * sınıf geçmemek.
    iple çekmek * sabırsızlıkla beklemek.
    iplemek * Saygı göstermek, değer vermek.
    iplememek * saygı göstermemek, değer vermemek, önem vermemek, aldırışetmemek.
    ipleri birinin elinde olmak * o işi el altından yönetmek.
    iplicik * Sığırların soluk borularına yerleşen ve ara konakçısız bulaşan, en çok 8 cm uzunluğunda akciğer kıl kurdu
    (Dictyocaulus viviparus).
    ipliği pazara çıkmak * kötü nitelik ve suçları ortaya çıkmak.
    iplik * Pamuk, keten, yün, ipek, naylon vb.dokuma maddelerinin uzun, ince liflerinden her biri.
    * Bu liflerin birlikte bükülmüşve çekilmişdurumu.
    * Fasulye gibi sebzelerin veya bazımeyvelerin lifi.
    iplik çekmek * kumaştan iplik çıkarmak.
    * iplik eğirmek.
    iplik iplik * Tel tel.
    * Yol yol.
    iplik kurdu * İpsiler sınıfına bağlıtürlerden her biri.
    iplik solucanlar * İpsiler.
    iplikçi * İplik yapan veya satan kimse.
    iplikçilik * Dokuma liflerini iplik durumuna getirmek için yapılan işlemlerin bütünü.
    * İplik satma işi.
    iplikhane * Ham bitki liflerinin iplik yapıldığıyer.
    ipliklenme * İpliklenmek işi.
    ipliklenmek * Tel tel olmak, lif lif olmak.
    ipliksi * İpliğe benzer.
    ipnotize * İpnotizma yoluyla uyutulmuş, etki altında kalmış.
    ipnotize etmek * ipnotizma yoluyla birini uyutmak.
    ipnotize olmak * ipnotizma yoluyla etki altında kalmak; yarıuykulu duruma gelmek.
    ipnotizma * Sözle, bakışla, telkin yoluyla sağlanan bir tür uyku.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 33

    indirme-bindirme * Trafikte minibüs, taksi vb. küçük araçlara yolcuların indikleri veya bindikleri durak.
    indirmek * Yüksekten, sarp ve kötü yerden veya yukarıdan aşağıya inmesini sağlamak.
    * Bir taşıt veya binek hayvanından aşağıya almak.
    * Azaltmak, düşürmek.
    * Hızla vurmak.
    * Kapamak.
    * (yağmur, sis için) Birdenbire bastırmak.
    * Kırmak, tahrip etmek.
    indirtme * İndirtmek işi.
    indirtmek * İndirmek işini yaptırmak.
    indis * Bir harf üzerine konulan işaret.
    * Bir harf, benzer fakat yine de değişik biçimlerde iki veya daha çok kez kullanılmak istendiğinde, harfin
    üstüne veya altına eklenen ayırıcı işaret.
    * Bir kökün derecesini göstermek için kök işaretinin kollarıarasına konulan sayı.
    individüalist * Bireyci.
    individüalizm * Bireycilik.
    indiyum * Atom ağırlığı114,8 olan, gümüşparlaklığında, kurşundan daha kolay ezilen yumuşak bir element.
    Kısaltmasıİn.
    indükleç * İndükleme akımıelde etmeye yarayan araç.
    indükleme * İndüklemek işi, endüksiyon.
    * Tüme varım, endüksiyon.
    indükleme akımı * İndükleme yoluyla elde edilen elektrik akımı.
    indükleme makinesi * İndüklemeyle oluşan elektrik akımlarınıüreten makine.
    indüklemek * Kapalı bir devreyi, şiddeti her an değişen bir manyetik alanın içine koyarak onun üzerinde bir elektrik
    akımı oluşturmak.
    indüksiyon * Bkz. İndükleme.
    İnebolu kütüğü * Karadeniz’de kereste taşımakta kullanılan bir tür küçük mavna.
    ineç * Tekne.
    İnegöl köftesi * İnegöl yöresine özgü bir tür köfte.
    inek * Dişi sığır.
    * Aptal, bön.
    * Çok çalışan öğrenci.
    * İbne.
    inek yağı * İnek sütünden yapılan katıyağ.
    inekçi * Sütünü ve süt ürünlerini satmak için inek besleyen kimse.
    inekçilik * İnek besleme işi.
    inekhane * İneklerin barındığıyer.
    inekleme * İneklemek işi.
    ineklemek * Çok çalışmak, çok çalışarak öğrenmek, hafızlamak.
    ineklik * İnek ahırı.
    * Bönlük.
    * Aşırıçalışmaya rağmen anlayamama durumu.
    inen * Bkz. ilen.
    ineze * Bkz. eneze.
    infak * Nafaka verip bir kimsenin geçimini sağlama.
    infaz * (bir yargıyı) Yerine getirme, uygulama.
    * Birine sözünü geçirme.
    infaz etmek * yargıkararınıyerine getirmek, uygulamak.
    infial * Birine içerleme, gücenme, kızgınlık duyma.
    * Herhangi bir şeyden etkilenme.
    * Edilgi.
    infial uyandırmak * kızgınlığa yol açmak, öfke yaratmak.
    infiale kapılmak * kızgınlık, öfke duymak.
    infilâk * Güçlü bir biçimde patlama.
    infilâk etmek * patlamak.
    * birdenbire şiddetle ortaya çıkmak.
    infinitezimal * Sonsuz küçük nicelikleri inceleyen (matematik kolu).
    infirak * Ayrılma.
    infirat * Topluluktan ayrıdurma.
    infiratçı * Yalnızcı.
    infiratçılık * Yalnızcılık.
    infisah * Bozulma, yürürlükten çıkma.
    * Dağılma.
    * Kokuşma.
    infisah etmek * yürürlükten çıkmak; bozulmak.
    * dağılmak.
    * kokuşmak.
    informatik * Bilişim.
    İngiliz * İngiltere halkından olan kimse.
    * İngiltere’ye veya İngiliz halkına özgü olan (şey).
    İngiliz anahtarı * Somunları gevşetmeye veya sıkıştırmaya yarayan ve çeneleri paralel olarak açılıp kapanan kıskaç.
    İngiliz ipi * Bkz. İngiliz sicimi.
    İngiliz sicimi * Çok sağlam, sık bükümlü sicim.
    İngiliz sicimi (veya ipi) ile asılmak * bir işi ustasına yaptırmak.
    İngiliz siyaseti * Soğuk kanlılık ve kurnazlıkla bir işi yapma veya yaptırma.
    İngiliz tuzu * İç sürdürücü olarak kullanılan magnezyum sülfatı.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 34

    İngilizce * Hint-Avrupa dil ailesinden, İngiltere’de, biraz farklı biçimiyle A.B.D., Kanada, Avustralya ve İngiliz
    uygarlığını benimsemişolan ülkelerde kullanılan dil.
    * Bu dile özgü olan.
    ingin * Çevresine göre alçakta bulunan, münhat.
    * Solunum, sindirim gibi aygıtların veya bazı organların içini örten ince zarın iltihaplanıp sıvısalması,
    dumağı, nevazil, zükâm, nezle.
    inginlik * İngin olma durumu.
    * Güçten düşme, yaşlanma, inhitat.
    inha * Resmî bir göreve atama veya bir üst aşama için yazılan yazı.
    inha etmek * atamak için öneride bulunmak.
    inhibitör * Depolanan benzinlerde gazlaşmayı, yağlama yağlarındaki renk değişmesini, türbin yakıtlarında korozyonun
    istenmeyen etkilerini önlemek veya geciktirmek gibi amaçlar için kullanılan, petrol ürünlerinde doğal olarak bulunan
    veya çok küçük oranlarda sonradan katılan bir madde.
    inhidam * Çökme, yıkılma.
    inhilâl * Dağılma, bölünme, parçalanma.
    * (görev) Açılma.
    * Ayrışma, erime.
    inhilâl etmek * dağılmak.
    * (görev) açılmak.
    inhimak * Bir şeye aşırıdüşkünlük gösterme, kapılma.
    inhina * Eğrilme, bükülme.
    * (birine) Başeğme, yumuşaklık gösterme.
    inhiraf * Sapma, başka bir tarafa meyletme.
    inhiraf etmek * sapmak.
    inhisar * Tekel.
    * Tek başına sahip olma.
    inhisar etmek * yalnız …üzerine olmak, yalnız… için olmak, …-den dışarıçıkmamak, bir şeyle sınırlanmak.
    * verilmek, tanınmak.
    inhisara almak (veya inhisarına almak) * tekeline almak.
    inhisarcı * Tekelci.
    inhisarcılık * Tekelcilik.
    inhisarında olmak * tekelinde olmak.
    inhitat * Çökme, gerileme, alçalma.
    * Güçten düşme, inginlik, yaşlanma.
    inhitat etmek * çökmek, gerilemek.
    ini * Kayın birader.
    inik * İnmiş, indirilmiş.
    inik deniz * Gelgit sırasında sular çekildiğinde denizin durumu.
    inikâs * (ışık için) Yansıma, yansı.
    * (ses için) Yankılama, yankılanma, yankı.
    * (piyasada) Tepki veya etki.
    inikâs etmek * yansımak.
    * yankılanmak.
    inikat * Toplanma, birleşim.
    * Anlaşma, kararlaştırma.
    inildeme * İnildemek işi.
    inildemek * İnlemek.
    inildetme * İnildetmek işi.
    inildetmek * İnlemesine sebep olmak.
    inildeyiş * İnildeme işi.
    inileme * İnilemek işi.
    inilemek * İnlemek.
    inilme * İnilmek işi.
    inilmek * İnmek işi yapılmak.
    inilti * İnleme sesi.
    iniltili * İnleme sesiyle yüklü, inlemeli.
    inim inim * Sürekli olarak inlemeyi anlatır.
    inim inim inlemek * sürekli olarak inlemek.
    * çok sıkıntıda olmak.
    inim inim inletmek * birini büyük sıkıntıya sokmak.
    inisiyatif * Öncecilik, üstünlük.
    * Gerekli kararlarıalmayı bilen kişinin niteliği.
    inisiyatifi ele almak (veya geçirmek) * önceliğe, üstünlüğe sahip olmak.
    inisiyatifini kullanmak * gerekli kararlarıöncelikle almak.
    inisyal * İlk satırın ilk harfinin büyük puntoda ve süslü yazılarla dizilme işlemi.
    iniş * İnmek işi veya biçimi.
    * Yukarıdan aşağıya gittikçe alçalan eğimli yer, yokuşkarşıtı.
    * Gerileyiş, çöküş.
    * Araçlıjimnastikte, atlayarak veya hızlanarak araçtan ayrılma durumu.
    inişaşağı * İnişte aşağıya doğru.
    inişçıkış * Engebeli olan.
    inişyokuş * Hem inişi hem çıkışı olan.
    inişli * İnişi olan, bayır aşağı.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 35

    inişli çıkışlı * Hem inişi hem çıkışı olan (yol).
    inişli yokuşlu * İnişli çıkışlı.
    inkâr * Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizleme, yadsıma.
    inkâr etmek (veya inkârdan gelmek) * yaptığı bir işi, söylediği sözü veya tanık olduğu bir şeyi yapmadığını, bilmediğini, görmediğini söylemek,
    yaptığınısaklamak, yadsımak.
    inkârcı * İnkâr eden kimse.
    inkârcılık * İnkârcı olma durumu.
    inkı baz * Toplanma, büzülme.
    * Sıkıntı, keder.
    * Peklik, kabızlık.
    inkı bazlık * İnkibaz olma durumu.
    inkılâp * Bir durumdan başka bir duruma geçiş, dönüşüm.
    inkılâp etmek * (bir durumdan başka bir duruma) dönüşmek.
    inkılâpçı * İnkılâp yanlısıveya inkılâp yapan (kimse).
    inkılâpçılık * İnkılâpçı olma durumu.
    inkıraz * Batma, dağılma, çöküş, yok olma, son bulma.
    inkıraz bulmak * batmak, çökmek, dağılmak, yok olmak, son bulmak.
    inkıraza uğramak * batmak, dağılmak, çökmek, yok olmak.
    inkısam * Bölünme, taksim edilme.
    * Parçalanma.
    inkıta * Kesilme, kesinti.
    inkıtaa uğramak * kesilmek.
    inkıyat * Boyun eğme, uyma.
    inkıyat etmek * boyun eğmek.
    inkisar * Kırılma.
    * Gücenme, gönlü kırılma.
    * İlenme, ilenç.
    inkisar etmek (veya inkisarda bulunmak) * ilenmek.
    inkisarıtutmak * ilenci gerçekleşmek.
    inkisarıhayal * Beklediğini, umduğunu bulamamaktan doğan düşkırıklığı, hayal kırıklığı.
    inkişaf * Gelişme, gelişim.
    * Açığa çıkma.
    * Açınım.
    inkişaf etmek * gelişmek.
    inkişaf ettirmek * geliştirmek.
    inleme * İnlemek işi.
    inlemek * Acı, üzüntü belirten kesik sesler çıkarmak.
    * Gür, uğultulu, yankılıses çıkarmak.
    inletme * İnletmek işi.
    inletmek * İnlemesine yol açmak.
    * Çok eziyet vermek, eziyet çektirmek.
    inleyiş * İnlemek işi veya biçimi.
    inme * İnmek işi.
    * Vücudun bir bölümünde hareket ve hissetmenin kalkması, felç, nüzul.
    inme inmek * (vücudun bir yerinde) hareket ve hissetme kalmamak, felç gelmek.
    inmek * Yukarıdan aşağıya doğru gelmek, çıkmak karşıtı.
    * Bir taşıt veya binek hayvanından yere basmak.
    * Dağ, tepe gibi yüksek bir yerden gelmek.
    * (bir yerden başka bir yere) Gitmek, varmak.
    * Konaklamak.
    * Alçalıp eski durumuna dönmek.
    * Fiyatıdüşürmek.
    * Değeri düşmek.
    * Vurmak.
    * Yıkılmak.
    * İnme gelmek.
    * Bir yeri kaplamak, basmak veya bir yerden akmak, kaymak.
    * Uzamak, ulaşmak.
    * Ağmak.
    * Sayısıazalmak.
    inmeli * Bir tarafında inme bulunan, meflûç.
    inorganik * Cansız olan.
    * Organik olmayan, anorganik.
    * Hücrelerin cansız bölümleri.
    * Organlardaki bozukluktan ileri gelmeyen hastalık.
    inorganik kimya * Canlıların dışında, yer kabuğunu oluşturan, bütün kimyasal maddeleri inceleyen kimya dalı.
    insaf * Merhamete, vicdana veya mantığa dayanan adalet.
    * “Acı, düşün” anlamında kullanılır.
    insaf etmek * acımak, hakkınıtanımak.
    insafa gelmek * acımasız ve haksız tutumdan vazgeçmek.
    insafına kalmış * (bir şeyin) bir kimsenin doğruluğuna, adaletine ve isteğine bağlı olduğunu belirtir.
    insaflı * İnsafı olan, acıyarak, hakkınıvererek davranan, vicdanlı, imanlı.
    insaflılık * İnsaflı olma durumu.
    insafsız * İnsafı olmayan, vicdansız, imansız.
    insafsızca * İnsafsız bir biçimde, gaddarca.
    insafsızlık * İnsafsız olma durumu, insafsızca davranma, vicdansızlık.
    insafsızlık etmek * acımamak, insafsızca, vicdansızca davranmak.
    insan * Memelilerden, iki eli olan, iki ayak üzerinde dolaşan, sözle anlaşan, akıl ve düşünme yeteneği olan en
    gelişmiş canlı.
    * Bu türden olan canlı.
    * Huy ve ahlâk yönünden üstün nitelikli (kimse).
    * Belirsiz zamir gibi de kullanılır.
    insan ayağıdeğmemiş(veya basmamış) * içine insan girmemiş, içinde insan olmayan.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 30

    in cin * olumsuz fiillerle birlikte “hiç kimse, hiçbir canlıvarlık” anlamına gelir.
    in cin top oynamak (veya in cin yok) * hiçbir canlıvarlık bulunmamak.
    in gibi * dar ve karanlık (yer).
    -in hali * Bkz. tamlayan durumu.
    in misin, cin misin * genellikle masallarda “insan mısın, cin misin?” anlamında kullanılır.
    inada binmek (veya bindirmek) * Bkz. işinada binmek.
    inadıtutmak * çok direnmek.
    inadına * Terslik olsun diye.
    * Gereğinin, istenilenin tersine.
    inak * Dogma.
    inakçı * Dogmacı.
    inakçılık * Dogmacılık.
    inaksal * Dogmatik.
    inal * Kendisine inanılan kimse.
    inam * Emanet, vedia.
    inan * İnanmak işi.
    * Bir kimse veya şeyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve gücünü sarsılmaz bir duygu ile benimseme, iman,
    itikat.
    inan olmaz * güvenilmez.
    inan olsun * bana inan, inan ki.
    inanca * Güvence.
    inancılık * Temel gerçeklerin akılla kavranamayacağını, ancak inan yoluyla elde edilebileceğini savunan öğretilerin
    genel adı, imaniye, fideizm.
    inanç * Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma.
    * Tanrı’ya, bir dine inanma, iman, itikat.
    * Birine duyulan güven, inanma duygusu.
    * İnanılan şey, görüş, öğreti.
    inançlı * İnancı olan, imanlı, itikatlı, mutekit.
    inançlılık * İnançlı olma durumu.
    inançsız * İnancı olmayan, imansız, itikâtsız.
    inançsızlık * İnançsız olma durumu, imansızlık, itikatsızlık.
    inandırıcı * İnandıran, inandırma özelliği olan, mukni.
    inandırıcılık * İnandırıcı olma durumu.
    inandırılma * İnandırılmak işi.
    inandırılmak * İnanmasısağlanmak.
    inandırma * İnandırmak işi.
    inandırmak * İnanmasını sağlamak.
    inanılma * İnanılmak işi.
    inanılmak * İnanmak işi yapılmak.
    inanılmaz * İnanılmasıçok güç veya imkânsız olan.
    * Az rastlanan, olağanüstü.
    inanırlık * İnanılabilir bir şeyin niteliği.
    * İnanma eğilimi.
    inanış * İnanma.
    * İnanılan şey.
    inanlı * İnanı olan, bir şeye bütün varlığıyla inanmış bulunan, imanlı, mümin, mutekit.
    inanma * İnanmak işi.
    inanmak * Bir şeyi doğru olarak benimsemek.
    * Birini doğru sözlü olarak bilmek, güvenmek.
    * Bir şeyin varlığını, doğruluğunu kabul etmek.
    * Sevecek, güvenecek ve bağlanacak en yüksek varlık olarak bilmek, iman etmek.
    * Kanarak aldanmak.
    inanmazlık * İnanmaz olma durumu.
    inansız * İnanı olmayan, imansız.
    inansızlık * İnansız olma durumu, imansızlık.
    inat * Bir konuda direnme, ayak direme, diretme, direnim.
    * Birine karşıçıkmak, karşıdüşünce ileri sürme.
    * İnatçı.
    inat etmek * direnmek, diretmek, ayak diremek.
    inatçı * Direngen, ayak direyici.
    inatçılık * İnatçı olma durumu, direngenlik.
    inatlaşma * İnatlaşmak işi, dayatışma.
    inatlaşmak * Karşılıklı inat etmek.
    * İnat etmek.
    inayet * İyilik, kayra, atıfet, ihsan, lütuf.
    inayet etmek (veya eylemek) * iyilik ve yardım etmek, kayırmak, lütfetmek.
    inayet ola * “Allah versin” sözü gibi dilencileri savmak için kullanılır.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 31

    inayette bulunmak * inayet etmek.
    ince * Kendi cinsinden olanlara göre, dar ve uzun olan, kalınlığı az olan, kalın karşıtı.
    * Taneleri ufak, iri karşıtı.
    * Küçük ayıntılarıçok olan, aşırıözen gerektiren, kaba karşıtı.
    * (sıvılar için) Akışkanlığıçok olan, yoğun ve koyu olmayan.
    * Düşünce, duygu veya davranış bakımından insanın sevgi ve saygısınıkazanan, zarif, kaba karşıtı.
    * (ses için) Tiz, pes karşıtı.
    * Hafif, gücü az.
    * İyiden iyiye, eni konu ayrıntılı.
    -ince * Bkz. -ınca / -ince.
    ince ağrı * Verem.
    ince ayrım * En küçük ayrıntısına kadar inme, çalar, nüans.
    ince bağırsak * Sindirim borusunun mideden kalın bağırsağa kadar olan yiyeceklerin sindirilmesi görevini yapan bölümü.
    ince donanma * Hafif gemilerden kurulmuşdonanma.
    ince eleyip (veya eğirip) sık dokumak * bir şeyi en küçük ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden veya elden geçirmek.
    ince gül yağı * Su buharıdağıtmasıyla elde edilen soluk sarırenkli, gül kokulu bir sıvı.
    ince hastalık * Bkz. ince hastalık.
    ince hastalık * Akciğer veremi.
    ince ince * Belli belirsiz, pek belli etmeden, hafif hafif.
    ince iş * Nakış.
    * Özenli ve hesaplıdavranış.
    ince kesim * Kemikleri ince ve zayıf.
    ince saz * Türk müziğinde keman, ney, tambur, kemençe, ut, kanun, daire gibi çalgılardan ve okuyuculardan oluşan
    fasıl yapan topluluk.
    ince ses * Titreşim sayısıçok olan ses; tiz ses.
    ince sıva * Kaba sıva üzerine ince kum ve çimento karışımıyla yapılan düzgün sıva.
    ince tutkal * Uygun sıvılarla akıcılığı artırılmışsıvıtutkal.
    ince ünlü * Dilin ileriye sürülmesiyle ön damakta oluşan ünlü: e, i, ö, ü.
    ince yağ * Yakıt olarak veya yağlamada kullanılan akışkan nitelikteki mineral yağ.
    ince yapılı * Narin, nazik, zayıf.
    ince zar * Beyni, omur iliği saran zarların en altta olanı.
    incecik * Çok ince.
    * İnce bir biçimde, ince olarak.
    incecikten * Belli belirsiz.
    inceden * İnce yapılı.
    inceden inceye * Ayrıntılara inerek, önem vererek, titizlikle, titizce.
    * Hafif, belirsiz, tiz olmayan bir sesle.
    inceleme * İncelemek işi, tetkik.
    * Bir bilim veya sanat konusunu her yönüyle geniş biçimde açıklayan eser veya yazılıtetkik.
    incelemeci * İnceleme yapan kimse.
    incelemek * Bir işi veya bir şeyi ele alıp özelliklerini, ayrıntılarını inceden inceye, özenle anlamaya, öğrenmeye çalışmak,
    tetkik etmek.
    inceleniş * İncelenmek işi veya biçimi.
    incelenme * İncelenmek işi.
    incelenmek * İncelemek işi yapılmak.
    inceletiş * İnceletmek işi veya biçimi.
    inceletme * İnceletmek işi.
    inceletmek * İncelemek işini başkasına yaptırmak, birinin incelemesini sağlamak.
    inceleyici * İnceleyen, araştırma yapan (kimse), müdekkik.
    * Bir şeyin özelliklerini anlamak amacıtaşıyan bakış.
    incelik * İnce olma durumu.
    * İnce davranışgösterme, zarafet, nezaket.
    * Bir işin herkesçe görülemeyen nitelikleri.
    * Ayrıntı.
    inceliş * İncelmek işi veya biçimi.
    incelme * İncelmek işi.
    incelmek * İnce duruma gelmek.
    * Davranışları incelik kazanmak, kibarlaşmak.
    * Zayıflamak.
    * (sıvı için) Koyu durumdan akışkan duruma gelmek, akışkanlığı artmak.
    inceltici * Boyaların yoğunluğunu azaltmak, sulandırmak amacıyla kullanılan kimyasal birleşimlerin genel adı, tiner.
    inceltiş * İnceltmek işi veya biçimi.
    inceltme * İnceltmek işi veya durumu.
    inceltme işareti * Düzeltme işareti.
    inceltmek * İnce duruma getirmek.
    incerek * Zayıfa yakın, incecik.
    inci * İstiridye gibi bazıkavkılıdeniz hayvanlarının içersinde oluşan, değerli, küçük, sert, sedef renginde süs
    tanesi.
    * Yanlışlığısebebiyle gülünç olan söz veya cümle.
    * İncilerden oluşan takı.
    -inci * Bkz. -ncı/ -nci.
    inci balığı * Sazangillerden, pullarından inci yapılan küçük bir balık (Alburnus alburnus).
    inci çiçeği * Zambakgillerden, temren biçimindeki yapraklarıarasında ince bir sap üzerinde küçük çan biçiminde beyaz
    çiçekler açan bir süs bitkisi, müge (Convallaria).
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 32

    inci gibi * küçük, temiz, güzel ve düzgün.
    inci saçmak * birbirinden güzel sözler söylemek.
    inci taşı * Feldspat cinsinden, suyu az ve eridiği zaman inciye benzeyen taneleri olan yanardağkaynaklıcam.
    incik * Bacağın, diz kapağından topuğa kadar olan bölümü.
    * Bazı bölgelerde diz, ayak bileği, baldır veya kaval kemikleri de bu adla anılır.
    incik boncuk * Değersiz ufak tefek süs eşyası.
    incik kemiği * Diz kapağından topuğa kadar olan kemik.
    İncil * Hz. İsa’ya indirildiğine inanılan kutsal kitap.
    incinme * İncinmek işi.
    incinmek * Çarpma, sıkışma, burkulma gibi etkenlerle vücudun bir yeri ağrıverir duruma gelmek.
    * Birinin herhangi bir davranışıyüzünden üzüntü duymak, gücenmek, kırılmak.
    incir * Dutgillerden, asıl yurdu Akdeniz kıyıları olan, yaprakları genişdilimli bir ağaç (Ficus carica).
    * Bu ağacın etli, tatlıyemişi.
    incir çekirdeğini doldurmamak * çok az veya çok önemsiz.
    incir kuşu * Kuyruksallayangillerden, en çok incir ve başka yemişlerle beslendiği için zararlısayılan ve avlanılan küçük
    bir kuş(Anthus trivialis).
    incirlik * İncir yetiştirilen alan, incir bahçesi.
    * İncir ağaçlarıçok olan yer.
    incirsi meyve * Gerçek bir meyve olmayan, yumurtalıklardan değil, çiçeklikten oluşan incire benzer meyve.
    incitici * İnciten, dokunaklı, gönül kırıcı(söz veya davranış).
    incitilme * İncitilmek işine konu olma veya incitmek işi yapılma.
    incitilmek * İncitmek işi yapılmak.
    incitiş * İncitmek işi veya biçimi.
    incitme * İncitmek işi.
    incitmebeni * Kanser.
    incitmek * İncitmesine yol açmak.
    * Kötü söz veya davranışla birini kırmak, üzmek.
    incizap * Çekme, çekilme.
    * Cazibeye tutulma, ilgi duyma.
    inç * Uzunluğu 2,540 cm olan İngiliz uzunluk ölçü birimi, parmak, pus.
    -inç * Bkz. -nç.
    indeks * Dizin.
    * Bir gelişimi gösteren nicelikler veya değerler arasındaki ilişki.
    indeterminist * Belirlenmezci.
    indeterminizm * Belirlenmezcilik.
    indî * Herkesçe kabul edilebilecek bir temele bağlanamayıp yalnız bir kişinin kendi kanısına dayanan.
    indifa * (yanardağlarda) Püskürme.
    * Kızamık, kızıl vb. hastalıklarda vücutta kırmızılekeler görülme.
    * Başkaldırma, isyan etme, ayaklanma.
    indifa etmek * (yanardağ) püskürmek.
    indifaî * (yanardağiçin) Püskürten.
    * Döküntülü (hastalık).
    indikatör * Gösterge.
    indinde * (bir kimseye) Göre, yanında.
    indirgeme * İndirgemek işi, irca.
    indirgemek * Daha kolay ve yalın duruma getirmek.
    * Bir maddenin oksijenini alarak oksit özelliğini yok etmek, irca etmek.
    * Bir işlemi daha kısa veya daha yalın bir biçime sokmak, irca etmek.
    indirgen * Oksit durumundaki cisimlerin oksijenini alma veya daha düşük bir oksitleme derecesine indirme özelliği
    olan (madde).
    indirgenebilir * Daha düşük bir oksitleme derecesine indirilebilen.
    indirgeniş * İndirgenmek işi veya biçimi.
    indirgenlik * İndirgen olma durumu.
    indirgenme * İndirgenmek işi.
    indirgenmek * İndirgemek işi yapılmak.
    indirgeyici * İndirgemek işini yapan, yapabilecek özellikleri taşıyan (madde).
    indirilme * İndirilmek işi.
    indirilmek * İndirmek işi yapılmak.
    indirim * Fiyatta yapılan değer düşürümü, tenzilât, iskonto.
    indirim yapmak * fiyatta değer düşürümü yapmak, iskonto yapmak.
    indirimli * Fiyatında değer düşürümü yapılmış, tenzilâtlı, ıskontolu.
    indirimli satışlar * Yılın belirli aylarında, belli bir süre için, sanayi odalarının onayıyla yapılan değer düşürümlü satışlar.
    indiriş * İndirmek işi veya biçimi.
    indirme * İndirmek işi.
    * İndirmek işi.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 26

    ilmiklenme * İlmiklenmek işi.
    ilmiklenmek * İlmikle tutturulmak.
    ilmikli * Kolay çözülür biçimde düğümlenmiş.
    * Herhangi bir sayıda düğümü, ilmiği olan.
    ilmiksiz * Kolay çözülemeyen biçimde düğümlenmiş.
    * İlmiği olmayan.
    ilminden anlamak * bir işin, aracın veya konunun uzmanı olmak.
    ilmini almak * bir işin özelliklerini, işleyişini, en ince ayrıntılarına kadar iyice öğrenmek.
    ilmiye * Din işleriyle uğraşan hocalar sınıfı.
    * Din işleriyle uğraşanların mesleği.
    ilmühaber * Birinin yer, hâl, medenî durumu vb.ni gösteren resmî belge, hâl kâğıdı.
    * Bir şeyin teslim alındığını gösteren belge, alındıkâğıdı.
    ilsizleşmek * Yurtsuz, vatansız kalmak.
    iltibas * Birbirine çok benzeyen iki şeyin karışması, andırışma.
    iltibasa yol açmak * karışıklığa sebep olmak.
    iltica * Güvenilir bir yere sığınma, sığınma.
    iltica etmek * sığınmak.
    iltica hakkı * Bkz. sığınma hakkı.
    iltifat * Yüzünü çevirerek bakma.
    * Birine güler yüz gösterme, hatırınısorma, tatlıdavranma, ilgilenme.
    * İlgi gösterme, rağbet etme.
    * Söz söylerken, daha çok etki sağlamak için beklenmedik bir anda sözü, konu ile çok yakından ilgili birine
    veya bir şeye yöneltme.
    iltifat etmek * ilgilenmek, saygı göstermek.
    * beğenmek, rağbet etmek.
    iltifatlı * Yüze gülen, gönül alan.
    iltihabî * İltihapla ilgili, yangılı.
    * İltihabı olan, yangılı, iltihaplı.
    iltihak * Katılma.
    iltihak etmek * katılmak.
    iltihap * Vücudun mikroplara karşıkoymak için herhangi bir yerine fazla kan hücumu ile orada şişkinlik, kırmızılık,
    ısıve ağrı ile beliren irin toplaması, yangı.
    iltihaplanma * İltihaplanmak işi, yangılanma.
    iltihaplanmak * Bir doku veya bir organda iltihap toplamak, yangılanmak.
    iltihaplı * İltihabı olan, yangılı.
    iltihapsız * İltihabı olmayan, yangısız.
    iltimas * Haksız yere, yasa ve kurallara uymaksızın kayırma, arka çıkma.
    * Birine herhangi bir konuda öncelik ve ayrıcalık tanıma.
    iltimas etmek (veya geçmek) * kayırmak; korumak.
    iltimasçı * Kayırıcı, arka.
    iltimasçılık * Kayırma işi, kayırıcılık veya kayırmacılık.
    iltiması olmak * arkası, kayırıcısı olmak.
    iltimaslı * Kayırılan (kimse) veya kayırılarak yapılan (iş).
    iltisak * Kavuşma, bitişme, birleşme ile ilgili olan.
    * Bitişken (dil).
    iltisakî * İltisak olma durumu.
    iltisakî diller * Bitişken diller.
    iltizam * Kayırma, bir tarafıtutma.
    * Gerekli bulma.
    * Kesenek.
    iltizam etmek * keseneğe almak.
    iltizamcı * Kesenekçi, mültezim.
    iltizamî * İsteyerek, bilerek yapılan.
    ilzam * Cevap veremez duruma getirme, susturma.
    ilzam etmek * susturmak.
    im * İşaret.
    * Alâmet.
    -im * Bkz. -m (I).
    -im * Bkz. -m (II).
    -im * Bkz. -m (III).
    im bilimi * Gösterge bilimi.
    ima * Dolaylı olarak anlatma, üstü kapalı olarak belirtme, işaretleme, anıştırma, ihsas.
    * Açıkça belirtilmeyen, dolaylı olarak anlatılan şey.
    ima etmek * dolaylıanlatmak, anıştırmak, ihsas etmek.
    imaj * İmge.
    imal * Ham maddeyi işleyip mal üretme.
    * Yapım.
    imal etmek * ham maddeyi işleyerek bir mal üretmek.