ihsanıhümayun | * Padişah tarafından yeteneği veya başarısıdolayısıyla birine verilen görev, rütbe veya ödül. |
ihsas | * Üstü kapalıanlatma, sezdirme, ima. * Duyum. |
ihsas etmek | * sezdirmek, ima etmek. |
ihtar | * Uyarma, dikkat çekme, uyarı. * Bir şeyi birine hatırlatma. |
ihtar etmek | * hatırlatmak, uyarmak, dikkatini çekmek. |
ihtarname | * Resmî ihtar yazısı, protesto. |
ihtida | * Başka bir dinden çıkıp Müslüman olma. |
ihtifal | * Anma töreni. |
ihtikâr | * Vurgunculuk, vurgun, spekülâsyon. |
ihtilâç | * Çırpınma. |
ihtilâç etmek | * çırpınmak. |
ihtilâf | * Ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık. |
ihtilâfa düşmek | * anlaşamamak, bozuşmak, uyuşamamak. |
ihtilâl | * Bir devletin siyasî, sosyal ve iktisadî yapısınıveya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla hukuk kurallarına ve kanunlara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanarak yapılan genişhalk hareketi, devrim. * Kargaşalık, düzensizlik, karışıklık. * Köklü değişim. |
ihtilâlci | * İhtilâl yanlısıve ihtilâl yapan kimse, devrimci. |
ihtilâlcilik | * İhtilâlci olma durumu, devrimcilik. |
ihtilâm | * Düşazması. |
ihtilâs | * Aşırma, özellikle para aşırma, aşırtı. |
ihtilât | * (hastalık, başka bir hastalıkla) Karışma. * Karşılaşıp görüşme. |
ihtilât etmek (veya yapmak) | * hastalık başka bir hastalığa dönmek. |
ihtimal | * Bir şeyin olabilmesi durumu, olabilirlik, olasılık. * Belki, ola ki. |
ihtimal ki | * olabilir ki, belki. |
ihtimal vermemek | * bir şeyin gerçekleşeceğini, olabileceğini hiç düşünmemek. |
ihtimalî | * Olabilen, olasılı, belkili. * Belkili. |
ihtimaliyet hesabı | * Bkz. ihtimaller hesabı. |
ihtimaller hesabı | * Olasılıklar hesabı. |
ihtimam | * Özen, özenme, dikkatli davranma, itina. * İyi, özenli bakım. |
ihtimam etmek (veya göstermek) | * özen göstermek, dikkatle davranmak. |
ihtira | * Yeni bir şey bulma, türetme. |
ihtira beratı | * Bilinen araç, gereçlerle ve yaratıcı güçle yeni bir şey bulana, bulduğu şeyden bir süre yalnız kendisinin yararlanması için devletçe verilen belge. |
ihtiram | * Saygı. |
ihtiram birliği | * Devlet büyüklerini, yüksek makamlardaki kumandanlarıkarşılamak ve uğurlamakla görevli birlik, tören birliği. |
ihtiram duruşu | * Saygıduruşu. |
ihtiram kıt’ası | * İhtiram birliği. |
ihtiras | * Aşırı, güçlü istek. * Tutku. |
ihtiraslı | * Aşırı istekli. * Tutkulu. |
ihtiraz | * Çekinme, sakınma. |
ihtisap | * Belediye memurunun işi ve dairesi. |
ihtisar | * Sözü kısa kesme, kısaltma. * Bir metinden gereksiz ayrıntılarıçıkarma. |
ihtisas | * Duygu. * Duygulanma. |
ihtisas | * Uzmanlık, uzmanlaşma. |
ihtisas yapmak | * belli bir konuda özel eğitim görmek, uzmanlaşmak, ihtisaslaşmak. |
ihtisaslaşma | * İhtisaslaşmak işi. |
ihtisaslaşmak | * Herhangi bir konuda uzmanlaşmak. |
ihtişam | * Büyüklük, göz alıcılık, gösterişlilik, görkem. |
ihtişamlı | * İhtişamı olan. |
ihtiva | * İçine alma, içinde bulundurma, içerme. |
ihtiva etmek | * içine almak, içinde bulundurmak, içermek, kapsamak. |
ihtiyaca cevap vermek | * ihtiyacınıkarşılamak. |
ihtiyacı olmak | * gereksemek, gereksinmek. |
Kategori: İ
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 14
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 15
ihtiyaç * Gerekseme, gereksinme.
* Güçlü istek.
* İhtiyaç duyulan şey.
* Yoksulluk, yokluk.ihtiyaç duymak * bir şeyi kendisi için gerek saymak. ihtiyar * Yaşlı, kocamışolan (kimse).
* Baba veya anne.ihtiyar * Seçme. ihtiyar etmek * yaşlandırmak, kocaltmak. ihtiyar etmek * seçmek, üstün tutmak.
* katlanmak.ihtiyar heyeti * Köy tüzel kişiliğinde, muhtar başkanlığında görev yapan kişilerden oluşan yetkili organ. ihtiyar meclisi * Bkz. ihtiyar heyeti. ihtiyar olmak * yaşlanmak. ihtiyarcık * Yaşlılara karşıacıma ifadesi olarak kullanılır.
* Zavallı, yaşlı(kimse).ihtiyarî * İsteğe bağlı, seçmeli olan, seçimlik. ihtiyarlama * İhtiyarlamak işi, yaşlanma. ihtiyarlamak * Yaşı ilerlemek, yaşlanmak, kocamak.
* İhtiyar görünüşü almak, ihtiyar görünmek.ihtiyarlatma * İhtiyarlatmak işi. ihtiyarlatmak * İhtiyar olma durumuna gelmesine sebep olmak. ihtiyarlayış * İhtiyarlamak işi veya biçimi. ihtiyarlık * İhtiyar olma durumu, yaşlılık.
* Her bakımdan güçsüzlük, yetersizlik, zayıflık.ihtiyarlık sigortası * Bkz. yaşlılık sigortası. ihtiyarsız * Seçmesiz, irade dışı.
* Düşünmeksizin, elde olmadan.ihtiyat * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma.
* Gereğinden fazla olup saklanan, yedek.
* Savaşsırasında harekâtın gelişmesine etkide bulunmak için her an savaşa girebilecek biçimde hazır
bulundurulan birliklere verilen ad.ihtiyat akçesi * Yedek akçe. ihtiyat kaydı ile * doğruluğu şüpheli görülerek. ihtiyaten * Her duruma, her ihtimale karşı, ilerisini düşünerek. ihtiyatî * İlerisi düşünülerek yapılan. ihtiyatî tedbir * İlerisi düşünülerek alınan önlem(ler).
* Yargılama öncesi yasal organlarca alınan önlem(ler).ihtiyatkâr * Sakıngan, ihtiyatlı. ihtiyatkârlık * İhtiyatlı olma durumu. ihtiyatlı * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranan, önlem alan, sakıngan, ihtiyatkâr. ihtiyatlı bulunmak * beklenmedik sonuçlara karşıhazırlıklı olmak. ihtiyatlıdavranmak * uyanık olmak, düşünerek davranmak. ihtiyatlı olmak * herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranmak. ihtiyatsız * İhtiyatlıdavranmayan. ihtiyatsızlık * İhtiyatsız olma durumu. ihtiyatsızlık etmek * önlem almadan davranmak. ihtizaz * Titreşme, titreşim. ihvan * Yakın dostlar, arkadaşlar.
* Aynı okul veya tarikattan olan kimseler.ihya * (yeniden) Canlandırma, diriltme.
* Çok iyi duruma getirme, geliştirme, güçlendirme.
* Yeni bir güç, umut, erinç verme.ihya etmek * canlandırmak.
* mutluluğa kavuşturmak.
* mamur bir duruma getirmek.ihya olmak * mutluluğa kavuşmak; daha iyi bir duruma gelmek.
* mamur bir duruma getirilmek.ihzar * Hazırlama, hazır etme. ihzarî * Hazırlık niteliğinde olan, hazırlayıcı. -ik * Bkz. -ık/ -ik. ika * Yapma, etme. ika etmek * yapmak, işlemek. ikame * Yerine koyma, yerine kullanma.
* Ayağa kaldırma, ayakta durdurma.
* (dava için) Açma.
* Yerine konulan, yerine geçen (şey).ikame etmek * yerine koymak.
* ayakta durdurmak.
* dava açmak.ikame mallar * Birbirlerinin yerine geçen, konulabilen mallar. ikamet * Bir yerde oturma eğleşme. ikamet etmek * bir yerde oturmak, eğleşmek. ikamete memur edilmek * sürgün cezasıverilmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 16
ikametgâh * İkamet edilen, oturulan yer, konut. ikametgâh ilmühaberi * Konut belgesi. ikametgâh kâğıdı * Bkz. ikametgâh ilmühaberi, konut belgesi. ikaz * Uyarma, uyarı, dikkat çekme, ihtar, tembih.
* Uyandırma.ikaz etmek * uyarmak, dikkat çekmek. ikbal * Baht açıklığıveya yüksek bir makama, duruma erişmişolma durumu.
* İstek, arzu.
* Padişaha veya şehzadeye eşolmaya aday, gözde cariye.ikbal düşkünlüğü * Önce iyi bir yaşantısıvarken gözden düşerek yoksul olma durumu. ikbal düşkünü * Önce iyi bir yaşantısıvarken gözden düşerek yoksulluğa mecbur kalan kimse. ikbali sönmek * daha önce iyi olan durum veya işi bozulmak. ikdam * Gayretle çalışma, sürekli uğraşma. ikebana * Belli kurallara göre yapılan çiçek düzenlemesi. iken * Esnasında, …-dığı/ -diği hâlde, …-dığı/ -diği zaman. iki * Birden sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 2, II.
* Birden bir artık.iki ahbap çavuş * her yerde hep birlikte görülen, birbirinden ayrılmayan iki arkadaşiçin şaka yollu söylenir. iki anlamlı * İki anlama gelen veya iki şekilde yorumlanabilen.
* Bkz. ikircil.iki anlamlılık * İki anlama gelme veya yorumlanabilme durumu.
* İkircil.iki arada bir derede (kalmak) * sıkışık, zor şartlar altında (kalmak). iki arada kalmak * birbirine karşıt iki kişi arasında ne yapacağını bilemeyerek şaşırmak. iki ateşarasında (kalmak) * zor bir durumda karar verememek. iki ayağını bir pabuca sokmak * birini bir işi hemen yapması için çok sıkıştırmak. iki ayaklı * İki ayağı olan (hayvan veya eşya). iki ayaklılık * İki ayaklı olma özelliği veya durumu. iki başlı * İki başlı olan. iki başlılık * İki başlı olma durumu.
* Yönetimde birden fazla yetkiye sahip olma.
* Yönetimde birden çok kişinin müdahalesi sonunda işlerin sarpa sarması.iki baştan olmak * bir şey, her iki tarafın aynışeyi istemesiyle, iyi niyetiyle gerçekleştirilebilmek. iki bir * Oyunda, zarlardan birinin bir, öbürünün iki benekli olan yüzünün üste gelmesi. iki buçukluk * Çeyrek lira değerinde para.
* Maçlarda oyun sahasının dışına çıkan topları getiren kimse, top toplayıcı.iki büklüm * Beli bükük, öne doğru eğik. iki büklüm olmak * (yorgunluk, hastalık, yaşlılık gibi sebeplerle) beli bükülmek, öne doğru eğilmek.
* (riyakârlık, dalkavukluk, gerçek olmayan saygı gibi sebeplerle) iki kat olup öne eğilmek.iki cambaz bir ipte oynamaz * kurnazlıkta eşit olan iki kimse birbirlerini aldatamaz. iki cami arasında kalmış beynamaz (veya bînamaz) * iki yoldan hangisini tutacağınışaşırmışkimseler için kullanılır. iki canlı * Gebe, yüklü, hamile. iki canlılık * İki canlı olma durumu. iki cihan * Dünya ve ahret, İslâm inancına göre bu dünya ve ebedî olan öteki dünya. iki cihanda * Bu dünyada ve öteki dünyada. iki cinslikli * Bkz. iki eşeyli. iki çenekliler * (Jessieu’nün bitki sınıflamasına göre) Tohumlarında iki çenek bulunan kapalıtohumlu bitkiler sınıfı. iki çenetli * Çatladığında kabuğu iki çenete ayrılan (meyve).
* İki parçalıkavkısı birbirine kaslarla bağlıyassısolungaçlılardan midye, istiridye gibi (hayvan).iki çenetliler * İki çenetli kabuklu yumuşakçalar sınıfı. iki çıplak bir hamama yakışır * iki yoksul kimsenin birbiriyle evlenmesinin uygun olmayacağınıanlatmak için kullanılır. iki çift lâf (lâkırdıveya söz) etmek * birkaç söz söylemek. iki çifte * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde ikişer küreği olan tekne. iki dilli * İki ayrıdilde olan. iki dillilik * İki ayrıdile sahip olma veya iki ayrıdili okuyup yazma gücünde ve becerisinde olma.
* İki dilin bir arada konuşulduğu bölge veya ülke.iki dirhem bir çekirdek * çok güzel ve özenli giyinmiş. iki düzlemli * İki düzlemin kesişmesinden oluşan (açı). iki el bir başiçin * ancak kendi geçimini sağlayabilenler, başkalarına yardım edecek bir durumda değildir. iki eli (birinin) yakasında olmak * kıyamette ondan davacı olmak. iki eli böğründe kalmak * çaresiz kalıp ne yapacağını bilememek. iki eli kanda (veya kızıl kanda) olsa * elindeki işne kadar önemli olursa olsun. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 17
iki eli şakaklarında düşünmek * derin derin düşünmek. iki eli yanına gelmek * ölerek Tanrıkatına çıkacağı için yalan söylemek. iki eşeyli * Erkek ve dişi eşey organları bir arada bulunan, iki cinslikli. iki evcikli * Erkek ve dişi çiçekleri ayrıayrı bitkilerde bulunan (bitki). iki fazlı * Aralarında devrenin dörtte biri kadar faz farkı olan (aynıfrekans ve genlikte iki alternatif akım veya
gerilim).iki geçeli * Karşılıklı iki sıra olarak, iki yanlı. iki gönül bir olunca samanlık seyran olur * birbirini sevenler için zenginlik önemli değildir. iki gözü iki çeşme ağlamak * sürekli veya çok ağlamak. iki gözüm (iki gözümün nuru) * okşayıcı bir seslenişolarak kullanılır. iki hırtı, bir pırtı * aşırıyoksulluğu anlatır. iki kanatlılar * Çift kanatlılar. iki kaptan bir gemiyi batırır * bir iş, iki taraftan gelen buyruklarla yürütülemez. iki karpuzu bir koltuğa sığdırmak * aynıanda iki işi veya görevi yapmak. iki kat olmak * iki büklüm olmak. iki katlı * Üst üste iki katı olan. iki kere iki dört eder * gerçekliğinden şüphe edilmeyecek kadar açık. iki kulak bir dil için * çok dinleyip az söylemeli. iki lâfı bir araya getirememek * düşündüğünü doğru dürüst ifade edememek. iki lâkırdıetmek * iki çift lâf etmek. iki lâkırdıyı bir araya getirmek * Bkz. iki lâfı bir araya getirememek. iki nokta * Üst üste konmuşiki nokta biçimindeki noktalama işareti (:). iki paralık * Değersiz, önemsiz. iki paralık etmek * değerini, onurunu düşürmek. iki paralık etmek * değerini, onurunu düşürmek. iki paralık olmak * değerini, onurunu yitirmek. iki paralık olmak * değerini, onurunu yitirmek. iki parmaklı * İki parmağı olan (hayvan). iki rahmetten (veya iyilikten) biri * (çok acıçeken ağır hastalar için) iyileşme veya ölüm. iki satır lâf etmek (veya konuşmak) * dostça biraz söyleşmek. iki seksen uzanmak * bir çarpma, vurma sonucu boylu boyunca serilmek. iki söz bir pazar * uzun boylu pazarlık etmeden. iki sözü (veya lâkırdıyı) bir araya getirememek * düşündüğünü düzgün bir biçimde anlatamamak, iki lâfı bir araya getirememek. iki şekilli * Birbirinden farklı iki biçimde billûrlaşan. iki şıktan biri * iki seçenekten, iki çözüm yolundan biri. iki tek * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde ayrıayrı oturaklarda ve sadece birer küreği olan tekne. iki tek atmak * iki kadeh içki içmek. iki telli * İki teli olan bir çeşit saz. iki terimli * Toplama (+) veya çıkarma (-) işaretiyle birbirine bağlanan iki terimden oluşan cebirsel anlatım. iki terimli * Bkz. iki terimli. iki ucu boklu değnek * ne yönden bakılırsa bakılsın çözülmesi çok güç işveya durum. iki ucunu bir araya getirememek * gelirle gideri denkleştirememek, işleri düzene koyamamak. iki yakası bir araya gelmemek * geçim sıkıntısından bir türlü kurtulamamak, borçtan kurtulamamak. iki yakasını bir araya getirmek * maddî sıkıntıdan kurtulup rahata ermek. iki yaşayışlı * Hem suyun içinde, hem karada yaşayabilen, amfibi. iki yüzlü * İki tarafı olan veya iki taraflıkullanılan. ikici * İkicilik felsefesini kabul eden, düalist. ikicilik * Birbirinden ayrı, birbirinden bağımsız, birbirine geri götürülemeyen, birbirinin yanında veya karşısında
bulunan iki ilkenin varlığınıkabul eden görüş, düalizm.ikide bir (veya ikide birde) * ara sıra, sık sık. ikilem * İki önermesi bulunan ve her iki önermenin vargısı olan tasım, kıyasımukassim, dilemma: Fatih’in, babası
II. Murat’a yolladığı bir haber güzel bir ikilem örneğidir.
* İnsanı istenmeyen seçeneklerden birini, çoğunlukla iki seçenekten birini izlemeye zorlayan tartışma, sorun
veya usa vurma durumu.ikileme * İkilemek işi.
* Anlamı güçlendirmek için aynıkelimenin tekrarlanması, anlamları birbirine yakın, karşıt olan veya sesleri
birbirini andıran kelimelerin yan yana kullanılması: Yavaşyavaş, irili ufaklı, aşağıyukarı gibi. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 18
ikilemek * Bir şeyin sayısını ikiye çıkarmak.
* Tekrarlamak, yinelemek.
* Tarlayı iki kez sürmek.ikilenme * İkilenmek işi. ikilenmek * İkilemek işi yapılmak. ikileşme * İkileşmek işi. ikileşmek * Sayısı ikiye çıkmak. ikiletme * İkiletmek işi. ikiletmek * İkilemek işini yaptırmak. ikili * İki parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden iki tane bulunan.
* İskambil, domino gibi oyunlarda iki işareti bulunan (kâğıt veya pul).
* İki yan arasında yapılmış.
* İki çalgıveya iki ses için düzenlenmişmüzik parçası, duo.
* İki kişiden oluşmuştopluluk.
* At yarışlarında aynıkoşunun birincisi ile ikincisini tahmin ederek oynanan veya alınan bilet.ikili çatı * İki görevde de kullanılabilen çatı; alınmak, toplanmak, sanılmak sözlerinin hem dönüşlü, hem de edilgen
çatı olarak kullanılması gibi.ikili kök * Hem isim kökü, hem fiil kökü gibi kullanılan kök. ikili oynamak * karşı olan yanlardan hem birini hem öbürünü destekler görünmek.
* at yarışlarında birinci ile ikinciyi tahmin edip para yatırmak.ikili ünlü * Hecede yan yana bulunan iki ünlü, diftong. ikili yatak * İki kişinin yatabileceği tek parça yatak. ikilik * İkisi bir arada, iki taneden oluşmuş, iki tane alabilen.
* Görüşveya düşünce için, ikiye bölünmüşolma durumu.
* İki değişik kullanımıveya uygulaması olma durumu.
* Birlik notanın ikide biri uzunluğunda nota.
* İki kuruşluk gümüşakçe.ikinci * İki sayısının sıra sıfatı.
* Sırada önem bakımından birinciden sonra gelen.
* Yeni, bir başka.
* Birinciden sonra gelen kimse veya nesne.
* Değer ve kalitece birinciden sonra gelen.ikinci çağ * Yeryüzünün yaklaşık yüz elli milyon yıllık çağı, mezozoik. ikinci ferik * Tümgeneral. ikinci gelmek * bir yarışmada birinciden sonraki dereceyi almak. ikinci yarı * Futbolda iki dönemden son olanı. ikinci zaman * İlk zaman olan paleozoyik ile üçüncü zaman arasındaki jeoloji ile zaman birimi, mezozoyik. ikinci zar * Bitkilerde tohumu örten zarların dıştan ikincisi. ikincil * Sırada önem bakımından ikinci derecede olan, tali, sekunder. ikincil grup * Birbirleriyle ilişkileri şahsî olmayan, resmî ilişkilere dayanan etkileşmelerle ilişki içine giren ikiden fazla
insanın oluşturduğu topluluk.ikincilik * İkinci olma durumu veya derecesi. ikindi * Öğle ile akşam arasındaki süre.
* İkindi vakti kılınan namaz.ikindi ezanı * İkindi namazına çağrı için okunan ezan. ikindi namazı * İkindi süresi içinde kılınması gereken namaz, ikindi. ikindi vakti * İkindi için belirlenen süre. ikindi zamanı * Bkz. ikindi vakti. ikindiden sonra dükkân açmak * bir işe başlamakta geç kalmak. ikindiüstü * İkindiye doğru. ikindiüzeri * Bkz. ikindiüstü. ikindiyin * İkindi vaktinde. ikircik * İşkil.
* Kararsızlık, tereddüt.ikirciklenme * İkirciklenmek işi. ikirciklenmek * İşkillenmek.
* Kararsız olmak.ikircikli * İşkilli.
* Kararsız, mütereddit.ikirciklik * İkircikli olma durumu, tereddüt. ikircil * İki anlama da gelen ve iki türlü yorumlanabilecek nitelikte olan. ikircim * İkircik. ikircimli * İkircikli. ikircimlik * İkirciklik. ikisi bir kapıya çıkmak * aynısonuca varmak, aynısonucu doğurmak. ikisini bir kazana koysalar kaynamazlar * aralarındaki anlaşmazlık o kadar büyüktür ki onlarıuzlaştırma çaresi bulunamaz. ikişer * İki sayısının üleştirme sıfatı, her defasında ikisi bir arada olan, her birine iki. ikişer ikişer * Her defasında ikisi bir arada olarak. ikişer olmak * ikişer ikişer sıraya dizilmek. ikiyüzlü * Özü sözü bir olmayan, riyakâr, müraî.
* İki yanıda kullanılabilen.ikiyüzlülük * İkiyüzlü olma durumu, riyakârlık, müraîlik.
* İki yüzlü olma durumu.ikiz * Bir doğumda dünyaya gelen iki (kardeş).
* Aynıçiçekte oluşmuş birbirine yapışık iki meyve.
* Birbirine tamamen benzeyen, eş. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 8
içlenme * İçlenmek işi. içlenmek * Kimseye belli etmeden bir şeyi kendine dert etmek, duygulanmak.
* Tanelenmek, iç tutmak.içler (veya yürekler) acısı * (durum, olay vb.) çok acıklı, çok üzücü. içler acısı * Çok acıklı, üzüntü veren, dramatik. içli * (taneli sebze veya kuru yemişler için) İçi dolu.
* Kolay duygulanıp incinen, duygulu, hassas, hisli.
* Duygulandıran, etkili.içli dışlı * Hiç gizli işi olmayan, apaçık, olduğu gibi, senli benli, aşırıteklifsiz. içli dışlı olmak * karşılıklı olarak candan ve içten davranmak, teklifsiz görüşmek.
* kız ve oğullarını karşılıklı olarak evlendirmek.
* karşılıklı olarak resmî davranışlardan uzaklaşmak, candan ve içten davranmak.içli dışlılık * İçli dışlı olma durumu. içli köfte * Yağsız kıyma ile ince bulgur iyice yoğrulup içi oyularak yumurta biçiminde hazırlanan ve içerisine
kavrulmuş soğanlı kıyma konduktan sonra haşlanan veya kızartılan bir çeşit köfte.içlik * İçe giyilen çamaşır, iç gömleği. içlilik * Duygulu olma durumu, duygululuk. içme * İçmek işi.
* Bkz. İçmeler.içme suyu * İçilebilecek nitelikte olan su. içmece * İçmeler. içmek * Bir sıvıyıağza alıp yutmak.
* Sigara, nargile vb.nin dumanını içe çekmek.
* (bir şey bir sıvıyı) İçine çekmek, emmek.
* İçki kullanmak.içmeler * İçinde birtakım mineraller ve tuzlar bulunan, suyu ilâç olarak ve çoğunlukla iç sürdürmek için içilen
kaynak.içre * İçinde.
* Arasında, içinde.içrek * Belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan (her
türlü bilgi, öğreti), batınî, dışrak karşıtı.içsel * İçle ilgili, içe ilişkin, dahilî. içsiz * (taneli sebze veya kuru yemişler için) İçi olmayan.
* Muhtevası olmayan, kuru, anlamsız.
* İç lâstiği olmayan, tubeless.içten * Yürekten, candan, samimî.
* En önemli, can alıcınoktasından.içten evlilik * Bkz. iç evlilik. içten içe * Gizli gizli, belli etmeden. içten pazarlıklı * Gizli niyetini açıklamayan. içtenlik * İçten olma durumu, içten davranış, samimîlik, samimiyet. içtenlikle * İçten bir biçimde, samimiyetle. içtenlikli * İçten, samimî. içtenliksiz * İçten olmayan, samimiyetsiz. içtenliksizlik * İçtenliksiz olma durumu, samimiyetsizlik. içtensiz * İçten olmayan, samimiyetsiz. içtensizlik * İçten olmama durumu, samimiyetsizlik. içtepi * Bkz. tepi. içtihat * Görüş, özel görüş, anlayış, kavrayış.
* Yasada veya örf ve âdet hukukunda uygulanacak kuralın açıkça ve tereddütsüz olarak bulunmadığı
konularda, yargıcın veya hukukçunun düşüncelerinden doğan sonuç.içtikleri su ayrı gitmemek * sıkıfıkıdost, arkadaşolmak. içtima * Toplanma, toplantı.
* Askerlerin silâhlıve donatılmışolarak toplanmaları.
* Kavuşum.içtima etmek * toplanmak. içtimaî * Toplumla ilgili, toplumsal, sosyal. içtimaiyat * Toplum bilimi, sosyoloji. içtimaiyatçı * Toplum bilimci, sosyolog. içtinap * Sakınma, çekinme, kaçınma. içtinap etmek * sakınmak, çekinmek, kaçınmak. içyağı * Gevişgetiren hayvanların karın boşluğunda iç organlarınısaran kalın yağ, şahım. idadî * Eskiden lise derecesindeki okullara verilen ad. idadiye * İdadî. idam * Ölüm cezası.
* Ölüm cezasıverilen kimseye uygulanan infaz işlemi.idam cezası * Ölüm cezası. idam etmek * verilen ölüm cezasıhükmünü yerine getirmek. idam sehpası * Darağacı. idame * Sürdürme, devam ettirme. idame etmek * sürdürmek, devam etmesini sağlamak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 9
idamlık * Ölüm cezası ile cezalandırılmışolan (kimse).
* Ölüm cezası gerektiren.idare * Yönetme, yönetim, çekip çevirme.
* Ülke işlerinin yürütülmesi, kamuya ilişkin hizmetlerin bütünü.
* Bir kurum veya kuruluşun yönetildiği yer.
* Bir kurumun işlerini yürüten kurul.
* Tutum.
* İdare kandili veya lâmbası.
* Hoşgörme, yetinme, göz yumma.idare etmek * yönetmek, çekip çevirmek.
* tutumlu kullanmak.
* yetmek, yetişmek.
* (alışverişte) elvermek, yeterli olmak, kurtarmak.
* göz yummak, hoşgörmek.
* örtbas etmek.idare hukuku * Kamu yönetimi içinde yer alan kuruluşlarıve bunların işleyişlerini, kişilerle ilişkilerini ve sorumluluklarını
inceleyen, düzenleyen hukuk dalı.idare kandili * Az ışık veren küçük gaz lâmbası. idare lâmbası * İdare kandili. idarece * İdare yönünden, idare tarafından. idareci * Yönetici.
* İdare eden, hoşgörülü.
* Becerikli, tutumlu.idarecilik * İdareci olma durumu.
* İdarecinin görevi, yöneticilik.idarehane * Gazete, dergi gibi yayım kurumlarında yazı işlerine bakılan yer, yönetim yeri.
* Bir işi veya kuruluşu yönetenlerin bulunduklarıyer, büro.idareimaslahat * Bir işi, gerektiği gibi değil de günün şartlarına göre yapma; işi oluruna bırakmak. idareimaslahat etmek * bir işi gelişigüzel yapmak. idareimaslahat politikası * Bir işi oluruna bırakma tutumu. idareimaslahatçı * Bir işisağlam bir temele oturtmadan o günün şartlarına göre yapan (kimse). idareli * İdare etmesini bilen, iyi yöneten.
* Tutumlu.
* Tutuma elverişli, ekonomik.idaresini bilmek * yerine göre harcamak, tutumlu davranmak. idaresiz * İdare etmesini bilmeyen, gevşek, beceriksiz (kimse).
* Tutumsuz.idaresizlik * Gevşeklik, beceriksizlik.
* Tutumsuzluk.idareten * İdare etmek üzere. idarî * Yönetimle ilgili, yönetimsel. iddia * İleri sürülerek savunulan düşünce, sav.
* Kendinde olmayan bir yeteneği, bir durumu varmışgibi gösterme.
* Dediğinde direnme, inat.iddia etmek * sözünde direnmek, bir iddia ileri sürmek. iddiacı * Dediğinde, iddiasında haksız da olsa direnen, inatçı(kimse). iddiacılık * İddiacı olma durumu. iddialaşma * İddialaşmak işi. iddialaşmak * Karşılıklı iddiaya girmek. iddialı * Bir iddiası olan.
* Kendine çok güvenen.iddianame * Savcılığın soruşturma sonunda elde ettiği kanıtlarıve iddialarını içinde topladığı, mahkemede okunan yazı. iddiasız * Bir iddiası olmayan; alçak gönüllü, mütevazı. iddiasızlık * İddiasız olma durumu. iddiaya tutuşmak * karşıt iddialarda bahse girişmek. ide * Bkz. idea. idea * Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen
algılanabilen asıl gerçeklik, düşünce, fikir.ideal * Ülkü, mefkûre.
* Düşüncenin tasarlayabileceği bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan.
* Yalnız düşünce ile kavranabilen.idealist * Ülkücü.
* İdealizm öğretisine bağlıfilozof.idealistlik * İdealist olma durumu. idealize * İdeal durum. idealize etmek * ideal duruma getirmek. idealizm * Ülkücülük.
* Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve varlığı insan düşüncesinin kurduğunu kabul eden öğretilerin genel
adı.idealleştirme * İdealleştirmek işi. idealleştirmek * İdeal duruma getirmek. idealsiz * İdeali olmayan. idefiks * Saplantı, sabit fikir. identik * Özdeş. ideolog * Bir felsefî veya toplumsal öğretiye sistemli biçimde bağlanan kimse.
* Bir ideolojinin akıl hocalığınıyapan kimse.ideologlar * Düşsel bir ideale bağlı olan kimseler.
* Fransa’da fizik ötesini ortadan kaldırarak manevî bilimleri antropolojiye ve psikolojiye dayandırmayı
amaçlayan, Condillac’a bağlıfelsefe okulunun taraftarlarına verilen ad.ideoloji * Siyasî veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren
politik, hukukî, bilimsel, felsefî, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü.ideolojik * İdeoloji ile ilgili. idil * Kır yaşamı içinde aşk konusunu işleyen kısa şiir. idiopati * Kapan duygu. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 10
idiş * Bkz. iğdiş. idman * Vücudun gücünü artırmak için yapılan alıştırma, spor, jimnastik.
* Herhangi bir duruma veya şeye alışkanlık kazanma.idman yapmak * beden hareketleri yapmak. idmancı * İdman yapan sporcu. idmanlı * İdman yaparak çeviklik kazanmışolan (kimse).
* Herhangi bir şeye alışmışve onu yadırgamaz duruma gelmişolan (kimse).idmansız * İdman yapmamışolan, idmanı olmayan, çevikliği olmayan, ham.
* Bir işe, bir duruma henüz alışmamışolan, acemi.idrak * Anlama yeteneği, anlayış, akıl erdirme.
* Erişme, ulaşma.
* Algı.idrak etmek * akıl erdirmek, anlamak, kavramak.
* erişmek, ulaşmak.idraksiz * Anlayışsız, ahmak. idraksizlik * İdraksiz olma durumu, anlayışsızlık. idrar * Böbreklerde kandan süzülerek idrar yollarıyla dışarıya atılan sıvı, sidik. idrar zoru * İdrar torbasında biriken idrarıdışarıatmada zorluk çekme, sidik zoru. idris ağacı * Meyvesi hoşkokulu, kerestesi güzel bir kiraz türü, kokulu kiraz, mahlep (Prunus mahaleb). idris otu * Bir tür ayrık otu. ifa * Bir işi yapma, yerine getirme.
* Ödeme.ifa etmek * yapmak, yerine getirmek.
* ödemek.ifade * Anlatım.
* Deyiş.
* Bir duyguyu yüz aracılığıyla anlatan belirtilerin bütünü.
* Mahkemede tanık ve sanıkların olay hakkında sözlü açıklamaları.
* Dışa vurum.ifade etmek * anlatmak.
* önem taşımak.ifade vermek * bir olayla ilgili olarak gördüğünü, bildiğini yetkili veya ilgili kimseye söylemek. ifadelendirme * İfadelendirmek işi. ifadelendirmek * Anlamlandırmak, bir şey anlatır duruma getirmek. ifadesini almak * sorguya çekmek.
* görgü tanığının anlattıklarınıyazmak.
* üstün gelmek; yenmek; tepelemek.iffet * Cinsî konularda ahlâk kurallarına bağlılık, sililik.
* Namus.iffetli * İffettini koruyan, sili, afif. iffetsiz * İffetini korumayan, silisiz. iffetsizlik * İffetsiz olma durumu, silisizlik. ifil ifil * (rüzgâr, kar için) Hafif, kesintili ve yavaş bir biçimde.
* Efil efil.ifildeme * İfildemek işi veya durumu. ifildemek * Hafifçe titremek; ürpermek. iflâh * Kötü, güç bir durumdan kurtulma, iyi bir duruma gelme, onma. iflâh etmek * kötü bir durum veya hastalıktan kurtarmak. iflâh olmak * onmak, düzelmek. iflâh olmamak * onmamak. iflâhıkesilmek * çaresiz kalmak. iflâhınıkesmek * gücünü tüketmek, bir daha düzelemeyecek bir duruma getirmek. iflâs * Borçlarınıödeyemediği mahkeme kararı ile tespit ve ilân olunan tüccarın durumu, batkı.
* Yenilgiye uğramak, değerini yitirme.iflâs anlaşması * İflâs ile ilgili alınan karardan sonra borçların ödenmesine ilişkin anlaşma. iflâs bayrağını çekmek (veya borusunu çalmak) * (ticarette) batmak.
* her şeyini yitirmek.iflâs davası * İflâs işlerine bakan mahkemelerde açılan dava. iflâs etmek * (bir kimse veya kuruluşiçin) mahkeme kararıyla anaparasınıyitirdiği açıklanmak, batmak.
* (düşünce, iddia, tez, kimse vb.) yenilgiye uğramak, değeri düşmek.iflâs masası * İflâs davasının açıldığı anda borçların birleştirildiği durum. ifna * Yok etme.
* Tüketme.ifna etmek * yok etmek.
* tüketmek.ifrağ * Bir şeyi başka bir biçime, çevirme.
* Boşaltım.ifrat * Herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırıdavranma, taşkınlık. ifrat derecede * Aşırıölçüde. ifrat tefrit * Olumlu ve olumsuz anlamda en uç noktalar. ifrat tefritte kalmak (veya bulunmak) * en uç noktalarda bulunmak. ifrata kaçmak * çok ileri gitmek, aşırıdavranmak. ifrata vardırmak * bir şeyin ölçüsünü kaçırmak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 11
ifraz * Bir arazinin bölünmesi, parsellere ayrılması.
* Salgı.ifraz etmek * bir araziyi bölmek, parsellere ayırmak.
* salgılamak.ifrazat * Vücuttan çıkan kan, irin, ter gibi şeyler, salgılar. ifrit * Doğu masal ve efsanelerinde, kötü ve korkunç cin.
* Öfkeli, ortalığı birbirine katan kimse.ifrit kesilmek (veya olmak) * çok öfkelenmek, çok kızmak. ifritleşme * İfritleşmek işi veya durumu. ifritleşmek * İfrit olmak. ifsat * Düzeni bozma, karışıklık çıkarma.
* Kargaşalık.ifşa * Herhangi gizli bir şeyi, açığa çıkarma, yayma. ifşa etmek * gizli bir şeyi ortaya dökmek, açığa vurmak, yaymak, ilân etmek, afişe etmek, reklâm etmek. ifşaat * Gizli bir şeyi ortaya çıkarmak için yapılan açıklamalar. ifta * Herhangi bir işlemin veya eylemin din kurallarına uygun olup olmadığıkonusunda ilmiye mensuplarının
fikir beyan etme yetkisi, fetva verme.iftar * Oruç açma, oruç bozma.
* Oruç açma zamanı.
* Ramazanda akşam yemeği.iftar etmek * oruç bozmak. iftar sofrası * Ramazanda akşam ezanı okununca oruç açmak için hazırlanmışsofra. iftar tabağı * Ramazanda genellikle lokantalarda yemek öncesi iftar açmak için genişçe bir tabağa dizilmişyiyecekler. iftar topu * İftar zamanını bildirmek amacıyla patlatılan top. iftar vakti * Ramazanda oruç açma zamanı. iftar yemeği * Ramazanda oruç açmak için hazırlanan yiyecek ve içeceklerin tümü, iftar sofrası. iftar zamanı * İftar zamanı. iftariye * İftar için hazırlanmışçerez ve yiyecek. iftariyelik * Ramazanda iftar açmak için ilk ağızda yenilecek ve içileceklerin tümü. iftarlık * Oruç açmak için hazırlanan yiyecek.
* İftarda yenmeye elverişli.iftihar * Övünme, kıvanma, kıvanç, övünç. iftihar etmek * kıvanç duymak, övünmek. iftihar listesi * Övünç çizelgesi. iftihara geçmek * okuldaki başarısıve iyi davranışlarısebebiyle üstün öğrenci seçilmek, övünç çizelgesinde yer almak. iftira * Kasıtlıve asılsız suç yükleme, kara çalma, bühtan. iftira etmek (veya atmak) * bir suçu birinin üzerine atmak, kara çalmak, kara sürmek. iftiracı * Kara çalan, iftira eden (kimse), müfteri. iftiracılık * İftiracı olma durumu. iftiraya uğramak * kasıtlıve asılsız suç yüklenmek. iguana * İguanagillerden, 1-2 m boyunda, Amerika’nın tropikal bölgelerinde yaşayan, sırtında dikenli çıkıntılar
bulunan, pullu, büyük sürüngen, Hint kertenkelesi (Iguana tuberculara).iguanagiller * Sürüngenler sınıfından, örnek hayvanı iguana olan bir familya. iğ * Pamuk, yün gibi şeyleri eğirmekte kullanılan, ortasışişkin, iki ucu sivri ve bunlardan biri çoğu kez çengelli
ağaç araç, eğirmen, kirmen.
* Araba okunun ekseni.
* Değirmen taşının ortasında bulunan ve yukarıdaki üst taşa geçen demir eksen.
* Bkz. iğiplik.iğağacı * Ana yurdu Asya’nın dağlık bölgeleri olan, bazıtürlerinde yapraklarıkışın dökülen, odunu tornacılık ve
kaplamacılıkta kullanılan, kömürü ile kara kalem resim yapılan küçük bir ağaç (Evonymus).iğiplik * Mitoz bölünme sırasında oluşan iğbiçimindeki uzantı. iğyağı * Yüksek hızlıve az yüklü parçaların yağlanmasında kullanılan, düşük viskoziteli bir yağ. iğbirar * Gücenme, güceniklik, kırgınlık. iğci * İğkullanan, yapan veya satan (kimse). iğde * İğdegillerin örnek bitkisi olan bir ağaç (Elaeagnus).
* Bu ağacın zeytin biçiminde, kabuğu kırmızıya çalan sarırenkte, beyaz unlu, tadımayhoşyemişi.iğdegiller * İki çeneklilerden, örneği iğde olan bitki familyası. iğdemir * Marangozlukta ağaç delmek için kullanılan çelik araç. İğdir * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. iğdiş * Erkeklik bezleri çıkarılarak veya burularak erkeklik görevini yapamayacak duruma getirilmişolan (hayvan
ve özellikle at).iğdişetmek * hayvanlarda erkeklik bezlerini çıkarmak veya körletmek, burmak, enemek. iğfal * Aldatma, ayartma, kandırma, baştan çıkarma.
* Bir kadınıaldatma, baştan çıkarma.iğfal etmek * aldatmak, kandırmak, baştan çıkarmak.
* bir kadınıaldatmak, baştan çıkarmak.iğlik * İçinde herhangi bir sayıda iğbulunan. iğmek * Bkz. eğmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 3
İcra ve İflâs Hukuku * Alacaklının devlet gücünün yardımıyla alacağına nasıl kavuşacağını düzenleyen hukuk dalı. icra vekili * Bakan. icraat * Yapılan işler, çalışmalar, uygulamalar. icraata geçmek * uygulamaya veya çalışmaya başlamak. icraatçı * Uygulayan, çalışan, yapan kimse. icracı * Bir buyruğu yerine getiren kimse.
* İcranın verdiği kararlarıuygulayan görevli.
* Bir konserde bir eseri çalan veya söyleyen kimse.icraya vermek * alacağın borçludan alınabilmesi için icraya başvurmak. iç * Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırlarıarasında bulunan bir yer, dahil, dışkarşıtı.
* Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu.
* Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta.
* (toplu bir durumda bulunan) Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne.
* Ten ile dışgiysiler arası.
* Kabuğu olan veya dışıkabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm.
* Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım.
* Mide, bağırsak, karın.
* Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri.
* Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan.
* (somut kavramlarda) İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan.
* İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan.
* Muhteva.
* Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılmasıve yoğrulmasıyla
meydana getirilen karışım.iç açıcı * Gönlü ferahlatıcı.
* Umut veren, iyi bir durumda olan.iç açmak * gönüle ferahlık vermek, gönlü ferahlatmak. iç ağa * Vezirlerin gözde uşağı. iç asalak * Konakçının içinde yaşayan asalak. iç bağlamak * Bkz. iç tutmak. iç bakla * Yaş baklanın tanesi. iç barış * Ailede veya toplumda iç huzuru sağlama. iç başkalaşım * Püskürük magmaların, soğurduklarıkültelerin etkisi altında, birleşimlerinden oluşan başkalaşım. iç bellek * Bilgisayarın girişçıkışkanallarıkullanılmaksızın erişebildiği bellek. iç bölge * Bir limanı ithalât ve ihracat etkinlikleri bakımından besleyen, ona çeşitli ulaşım yollarıyla bağlı, dar veya
geniş bölge, hinterlant.iç bulantısı * Mide bulantısı. iç bükün * Bazıyabancıdillerde Arapça ilim, muallim, âlim, talim sözlerinde olduğu gibi kelimenin içinde oluşan
büküm.iç cep * Palto, pardösü, ceket gibi giysilerin iki ön parçasına açılan cep. iç cümle * Bir cümle içinde tümleç gibi kullanılan başka bir cümle. iç çamaşırı * Fanilâ, kilot gibi tene, içe giyilen giysi. iç çekmek * üzüntüyle göğüs geçirmek; hıçkırıkla ağlamak, ahlamak. iç çokgen * Bütün köşeleri aynı çember üzerinde olan çokgen. iç denge * Ruhî durum, psikolojik yapı. iç deniz * Boğazlarla ana denize bağlı olan deniz. iç deri * Bitkilerin kök, sap ve yapraklarında kabuğun iç bölümü, endoderm.
* Sindirim ve solunum kanallarının iç yüzlerini ve sindirim kanalına bağlı bezlerin (karaciğer, pankreas) içini
örten tabaka, endoderm.iç donu * Tene giyilen don. iç dünya * Bireyin ruhî yaşamının bütünü. iç ek * Bazıdillerde kelime kökünün içine giren ek. iç etmek * eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeyerek kendine mal etmek. iç evlilik * Evlenecek kimsenin eşini, kendi boy veya soyu içinden seçmesi kuralına dayalıevlilik biçimi, endogami. iç geçirmek * derin soluk alarak üzüntüsünü belli etmek, içini çekmek. iç gezegen * Yörüngesi yer yörüngesinin içinde kalan gezegen (Merkür, Venüs). iç gıcıklamak * istek uyandırmak.
* huylandırmak.iç göbek * Çiçeklerin dişi organında yumurtacık ile kabuğu arasındaki bağ. iç güvey * Karısının ailesinin evinde oturan damat. iç güveyi * Bkz. iç güvey. iç güveyi girmek * karısının ailesinin evinde oturmak üzere evlenmek. iç güveyinden hâllice * “nasılsın” sorusuna şaka yollu “oldukça iyiyim” anlamında verilen karşılık. iç güveylik * İç güveyi olma durumu. iç güveysi * Bkz. iç güvey. iç harp * İç savaş. iç hastalıkları * Bkz. dahiliye. iç hastalıklarıuzmanı * Bkz. dahiliyeci. iç hat * Yurt içi ulaşım yolu.
* Yurt içi iletişim.iç ısıtıcı * Mutluluk veren, neşelendiren. iç içe * Birbirinin içinde, karışık bir durumda, birbirine çok yakın.
* Biri ötekinin içinde veya birine ötekinden geçilen.iç işleri * Bir ülkede iç işleri bakanlığının sorumluluğundaki işler.
* Bir kurum, kuruluşvb.nin yönetimiyle ilgili işler. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 4
iç kapak * Kitabın dışkapaktan sonra gelen, adınıve bazıözelliklerini içeren sayfa. iç kavuz * Buğdaygil çiçeğinin erkek ve dişi organlarını içerisinde tutan ve başakçık eksenine aşağıdan ve dıştaraftan
bağlanmışolan kavuz.iç kulak * Kulağın işitme sinirlerinin bulunduğu bölümü. iç kuyu * Yer altında, ocak katlarıarasında bulunan ve ağzıyer üstüne açılmayan kuyu türü. iç lâstik * Arabalarda dıştaki koruyucu lâstiğin içinde bulunan ve hava ile doldurulan lâstik, şambriyel. iç merkez * Depremin başladığıyer olarak kabul edilen nokta. iç mimar * Bir yapının içini süsleyen, düzenleyen ve döşeyen sanatçı, dekoratör. iç mimarî * Bir yapının içini süsleme ve döşeme sanatı. iç mimarlık * Bir yapının içini süsleme ve döşeme sanatı, dekoratörlük. iç odun * Ağaç gövdesinin kendi çevresinde bulunan, sertleşmişve odunlaşmışhücrelerden oluşan, genellikle koyu
renkli bölümü.iç oğlanı * Osmanlıİmparatorluğunda, saraylarda türlü devlet hizmetleri için aday olarak yetiştirilen gençlere verilen
ad, celep.iç pazar * Ülke içinde yapılan satış. iç pilâv * Tavla zarı büyüklüğünde doğranmışkuzu ciğeri, fıstık, pirinç, kuşüzümü, yağve baharat kullanılarak
pişirilen bir pilâv türü.iç plâzma * Bir hücreli canlılarda protoplâzmanın merkez bölümüne verilen ad. iç politika * Bir devletin kendi sınırları içinde kamu işlerinin örgütlenmesine ve yönetime ilişkin uyguladığısiyaset. iç salgı * Vücuttaki salgı bezlerinin doğrudan doğruya kana karışacak yolda çıkardıklarısalgı, endokrin. iç salgı bezi * Salgısı bir boşaltım kanalıyerine doğrudan doğruya kana karışan bez. iç salgı bilimi * İç salgı bezlerinin gelişmelerini, işlevlerini, hastalıklarını inceleyen biyoloji ve tıp dalı, endokrinoloji. iç savaş * Bir ülke içinde çıkan savaş, dahilî harp. iç ses * Kelimenin ön ses ve son sesi arasında kalan ses veya sesler. iç ses düşmesi * Kelime içindeki bir ünsüzün kaybolması. iç su * Denizlerden uzak bölgelerde bulunan göl veya göletler. iç ters açı * İki paralel doğruyu kesen üçüncü bir doğrunun iki yanında ve paralellerin içinde altlıüstlü ortaya çıkan
dört açıdan her biri.iç turizm * Halkın kendi ülkesinde yaptığı gezi. iç tutmak (veya iç bağlamak) * yemişin içi oluşmak. iç tümce * İç cümle. iç türeme * Kelimenin aslında bulunmayan bir ünlünün veya ünsüzün iç seste belirmesi. iç tüzük * Bir kuruluş, meclis, kurum vb.nin iç işlerini düzenleyen tüzük. iç yarıçap * Düzgün bir çokgenin içine çizilen dairenin yarıçapı. iç yüz * Herkesçe bilinmeyen, anlaşılmayan ve görünenden büsbütün başka olan sebep veya nitelik, mahiyet, zamir,
künh.iç zar * Çiçek tozunu saran iki zardan içte olanı. içbükey * Yüzeyi düzgün ve pürüzsüz çukur biçiminde olan, obruk, mukaar, konkav. içe bakış * Deneğin bilincinde olanları izleyerek ruh süreçlerin özellik ve nitelikleri hakkında bilgi vermesi durumu. içe dönük * Gerginlik ve çatışma durumlarında kendi içine kapanarak başkalarından kaçan (kimse). içe dönüklük * Kişinin dikkat ve ilgisinin, dışçevreden çok, öncelikle kendi duygu ve yaşantılarıüzerinde toplanması
durumu.içe kapanık * Dışdünyaya karşı ilgi ve ilişkisi güçsüz, içine kapanık (kimse). içe kapanıklık * İçe kapanık olma durumu. içe yöneliklik * Gerçeklerden kaçınarak hayal olaylara bağlılığı geliştirme ve düşünceleri, daha çok dileklerin yönetmesine
bırakmak durumu, otizm.içecek * İçilen her şey, meşrubat.
* İçilmeye elverişli.içecek suyu olmak * o yere gitmesi kısmet olmak. içeri * İç yan, iç bölüm.
* Belirtilen durumunda, iç, iç yüzey.
* İç yüzeyde, iç bölümde olan.
* İç yana, iç yana doğru.
* Gönül, yürek.
* Hapishane.içeri girmek * bir işveya alışverişte zarar etmek.
* hapse girmek.içeride olmak * zarar etmişolmak, borçlanmışolmak.
* hapishanede olmak.içeriden evlenmek * Bkz. iç evlilik. içerik * Bir şeyin içinde bulunan ögelerin bütünü, muhteva.
* Bir anlatımda verilmek istenen öz; düşünce, duygu ve imgelerin bütünü.
* Herhangi bir ruhî süreç veya düşünsel işlevi oluşturan ögelerin bütünü.
* Bir cümle veya yargıda açıkça söylenmemekle birlikte var olduğu anlaşılabilen, zımnî.içerikli * Herhangi bir nitelikte, konuda içeriği olan. içerisi * Bkz. içeri. içeriye atmak (almak veya tıkamak) * hapsetmek. içeriye dalmak * kapalı bir yere hızlıca girmek. içeriye düşmek * hapse girmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 5
içerlek * Yanındakilerden daha içeride, daha geride bulunan.
* İçine çökmüş, derinde olan.içerleme * İçerlemek işi. içerlemek * İçin için öfkelenmek; kırılmak. içerleyiş * İçerlemek işi veya biçimi. içerme * İçermek işi, tazammun, ihtiva. içermek * İçine almak, içinde bulundurmak, ihtiva etmek.
* Bir şey, başka bir şeyin varlığını gerektirmek, biri ötekini ister istemez düşündürmek, tazammun etmek.içgüdü * Bir canlıtürünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak, doğuştan gelen bilinçsiz her türlü
hareket ve davranış, insiyak, sevkıtabiî.
* Organizmayı o türe özgü olan bir amaca ulaşmaya sürükleyen davranışeğilimi.içgüdülü * İçgüdüsü olan, insiyakî. içgüdüsel * İçgüdü ile ilgili, insiyakî. içi (veya midesi) kazınmak (veya kıyılmak) * açlıktan midesinde eziklik duymak. içi açılmak * güzel bir şey karşısında sıkıntısıdağılmak, ferahlamak. içi alaylı, dışıkalaylı * dışgörünüşü iyi, ancak içi bozuk (kimse). içi almamak * midesi kabul etmemek.
* sakıncalı gördüğünden veya beğenmediğinden, bir işi yapmak istememek.içi bayılmak * çok acıkmak.
* çok şekerli veya yağlıyiyecek ağır gelmek.içi beni yakar, dışıeli (veya seni) yakar * dışgörünüşü ile başkalarının hoşuna giden bir şey veya durumun gerçekten kötü yönleri olduğunu
belirtmek için kullanılır.içi bulanmak * kusacak gibi olmak. içi burkulmak (veya içi sızlanmak) * bir şeye çok üzülmek. içi cız etmek * ansızın içi sızlamak. içi çekmek * istek duymak. içi çıfıt çarşısı * her işte aklından türlü kötülükler geçiren. içi dar * Beklemeye dayanamayan, tez canlı, sabırsız. içi daralmak * sıkılmak, bunalmak. içi dayanmamak * Bkz. içi götürmemek. içi dışı bir * düşündüğünü açıkça söyleyen, gizli bir düşüncesi olmayan, iki yüzlü olmayan, özü sözü bir. içi dışına çıkmak * kusmaktan çok rahatsız olmak.
* bir taşıtta, kötü yol sebebiyle çok sarsılıp kusmak.içi erimek * kaygıduymak, çok üzülmek. içi ezilmek * üzülmek, yüreği burkulmak.
* sıkıntıve heyecan içine düşmek.içi geçmek * istemeden kısa bir süre uyuyuvermek.
* bir işe yaramaz duruma gelmek.
* yaşlılıktan, güçsüzlükten isteksiz olmak, hiçbir şeye ilgi duymamak.
* kavun, karpuz vb. yenmeyecek biçimde içi bozulmuşolmak.içi geniş * Sabırlı, rahat, huzurlu, gamsız, tasasız. içi gitmek * içi sürmek.
* bir şeyi yapmayıveya elde etmeyi çok istemek.içi götürmemek * (acıklı bir durum karşısında) dayanamamak.
* kıskanmak, çekememek.
* vicdanına sığdıramamak.içi hop etmek * birdenbire heyecanlanmak. içi ısınmak * hoşlanmak, sevmek. içi içine geçmek * tedirgin olmak. içi içine sığmamak * telâş, sabırsızlık, coşkunluk göstermekten kendini alamamak. içi içini yemek * istediğini yapamamak yüzünden üzülmek; dert etmek. içi kabul etmemek * (bir şeyden) midesi bulanmak. içi kalkmak (veya kabarmak) * iğrenerek bulantıduymak.
* taşkın bir ağlama duygusu içinde bulunmak.
* duygulanmak, heyecanlanmak.içi kan ağlamak * çok üzüntü duymak. içi kapanmak * sıkılmak, bunalmak. içi kararmak * sıkılmak, bunalmak; hiçbir şeyden tat alamaz olmak.
* umutsuzluğa düşmek.içi paralanmak (veya parçalanmak) * birine acıyarak çok üzülmek. içi pır pır etmek * Bkz. içi vık vık etmek. içi rahat etmek * kaygıduyulacak bir konu bulamadığınıöğrenerek ferahlamak. içi sıkılmak * bunalmak. içi sızlamak * bir şey veya kişi için çok üzülmek. içi sürmek * ishal olmak. içi tez * Aceleci, sabırsız, yavaşyapılan işten sıkılan. içi titremek (veya titrememek) * özen göstermek.
* çok üşümek.
* duygulanmak.içi vık vık (fık fık veya pır pır) etmek * sabırsızca, tedirgin davranmak.