imalât | * Ham madde işlenerek yapılan her türlü mal. * İşlenerek yapılan üretim. |
imalât resmi | * Baskılıdevre levhasının delikler, yarıklar, profiller desenler ve onların yerleri ile son durumları gibi bazı özelliklerini belirten bir resim. |
imalâtçı | * Ham madde işleyerek mal üreten kimse veya kuruluş. |
imalâtçılık | * İmalâtçının işi veya mesleği. |
imalâthane | * Ham maddelerin işlenerek, mal olarak piyasaya sürülecek duruma getirildiği işyeri, yapım evi. |
imale | * Bir tarafa yatırma, eğme. * Kısa okunması gereken heceyi ölçüye uydurmak için uzun okuma. |
imale etmek | * eğmek, çevirmek. |
imale yapmak | * kısa heceyi uzun okumak. |
imalı | * Üstü kapalı, örtülü (söz veya davranış). |
imam | * Cemaate namaz kıldıran kimse. * Müslümanlıkta mezhep kuran kimse. * Hz. Muhammed’den sonra onun vekilliği görevini üzerine alan halifelere verilen unvan. * Bazıküçük İslâm devletlerinde devlet başkanı. * En önde bulunan, önder. |
imam evi | * Kadınlara özgü ceza evi. |
imam kayığı | * Tabut. |
imam nikâhı | * İslâm dinî kurallarına göre kıyılan dinî nikâh. |
imam nikâhlı | * İmam nikâhı olan. |
imam osurursa, cemaat sıçar | * yöneticilerin kötü bir işyapmaları, onların buyruğundakilerin daha kötü bir işyapmalarına yol açar. |
imam suyu | * Rakı. |
imambayıldı | * Bir çeşit zeytinyağlıpatlıcan yemeği. |
imame | * Tespihlerin baştarafına geçirilen uzunca parça. |
imamet | * İmamlık. |
imamlık | * İmam olma durumu. * İmamın görevi. |
iman | * Dinin ortaya koyduğu doğmalara inanma, din inancı, kutsal inanç, inanç, itikat. * İslâm dinine inanma. * Güçlü inanç, inan. |
iman etmek | * Tanrı’ya, dine inanmak. * güçlü bir inanç duymak. |
iman getirmek | * gönül rızasıyla Müslümanlığıkabul etmek. * yürekten inanmak. |
iman sahibi | * İnanmış, iman etmişkimse. |
iman tahtası | * Göğüs kemiği. |
imana gelmek | * Müslümanlığıkabul etmek. * en sonunda doğruyu söylemek. * sonradan bir şeyi kabul edip uymak. |
imana getirmek | * Müslümanlığıkabul ettirmek. * istenilen biçimde davranmayızorla kabul ettirmek. |
imanı gevremek (kısa söyleyişle) | * çok yorulmak veya sıkıntıçekmek. |
imanıyok (kısa söyleyişle) | * acımasız, insafsız. * kahrolası!. |
imanım (kısa söyleyişle) | * “kardeş, arkadaş!” anlamında bir sesleniş. |
imanına kadar (kısa söyleyişle) | * ağzına kadar, son kertesine kadar, tıka basa, alabildiğince. |
imaniye | * İnancılık, fideizm. |
imanlı | * İmanı olan, inançlı, mutekit. * İnsaflı, vicdanlı. |
imansız | * İmanı olmayan, inançsız, inansız. * İnsafsız, acımasız. |
imansız gitmek | * Tanrı’ya inanmadan ölmek. |
imansız peynir | * Yağıalınmışsüt, peynir veya yoğurt. |
imansızlık | * İmansız olma durumu, inançsızlık, inansızlık. |
imar | * Bayındırlık. * Bayındır duruma getirme, geliştirme. |
imar etmek | * bayındır durumuna getirmek, bayındırlaştırmak, geliştirmek. |
imaret | * İmarethane. |
imarethane | * Yoksullara ve öğrencilere yiyecek dağıtmak için kurulmuşhayır kurumu. |
imbat | * Yazın, gündüz denizden karaya doğru esen mevsim rüzgârı, deniz yeli. |
imbik | * Damıtmaya yarayan, damıtma işinde kullanılan araç, damıtıcı. |
imbikten çekmek | * damıtmak. |
imbisat | * Yayılma, genişleme. |
imbisat etmek | * yayılmak, genişlemek. |
imdada (veya imdadına) koşmak (veya yetişmek) | * çok zor ve tehlikeli bir anda yardım etmek. |
imdat | * Tehlikede olana yapılan yardım. * Yetişin! Kurtarın. |
imdat etmek | * tehlikede olan birine yardım etmek. |
imdat ummak | * yardım beklemek. |
Kategori: İ
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 27
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 28
imdatçı * Yardım işinde görevlendirilmişinsan.
* İmdada gelen, yardıma koşan.imdi * “Buna göre”, “şu hâlde”, “artık”, “şimdi” sözleri gibi, başına getirildiği cümleyi önceki cümlenin bir sonucu
durumuna sokar.imece * Kırsal topluluklarda köyün zorunlu ve isteğe bağlı işlerinin köylülerce eşit şartlarda emek birliğiyle
gerçekleştirilmesi.
* Birçok kimsenin toplanıp el birliğiyle bir kişinin veya bir topluluğun işini görmesi ve böylece işlerin sıra ile
bitirilmesi.imek * Bkz. ek fiil. imge * Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, hülya.
* Duyu organlarının dıştan algılandığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj.
* Duyularla alınan bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar, hayal, imaj.imgeci * İmgeyi öne alan, imgeye önem veren (kimse, düşünce vb.). imgelem * Geçmişyaşantılara özgü öğelerle şimdiki yaşantıarasında bağkurma gücü, muhayyile.
* Bir nesneyi, o nesne (karşımızda) olmaksızın tasarımlama yetisi, muhayyile.imgeleme * İmgelemek işi, tahayyül. imgelemek * Bir şeyin imgesini zihinde canlandırmak, tahayyül etmek. imgelenme * İmgelenmek işi. imgelenmek * İmgelemek işine konu olmak. imgeli * İmgeye dayanan, imgesi olan. imgesel * İmge ile ilgili, hayalî. imha * Ortadan kaldırma, yok etme. imha ateşi * Bir savaşta düşman ordusunu yok etmek amacıyla karadan, havadan ve denizden açılan ateş. imha etmek * ortadan kaldırmak, yok etmek. imiğine sarılmak * (bir işiçin) birini çok sıkıştırmak. imik * Boğaz, gırtlak. imitasyon * Taklit, taklit etme. imkân * Yararlanılan uygun şart veya durum, olanak. imkân vermek * uygun şart veya durum sağlamak. imkânıyok * olanaksız, olamaz. imkânsız * İmkânı olmayan, olma veya gerçekleşme durumu bulunmayan. imkânsızlaşma * İmkânsızlaşmak işi. imkânsızlaşmak * İmkânsız duruma gelmek, olanaksızlaşmak. imkânsızlık * İmkânsız olma durumu, olanaksızlık. imlâ * Yazım.
* Doldurma, doldurulma.imlâ etmek * birine söyleyip yazdırmak.
* doldurmak.imlâ yanlışı * Yazıda yapılan yanlış, yazım yanlışı. imlâya gelmemek * (bir şey veya düşünce) düzenlenemeyecek kadar karışık olmak, yönteme uyamayacak bir durumda olmak. imleç * Fiziksel bir olayıkendiliğinden tespit edip çizen araç, kaydedici. imleme * İmlemek işi, ima. imlemek * İm koymak, imle göstermek.
* Dolayısıyla anlatmak, ima etmek.immoral * Töretanımaz. immoralizm * Töretanımazlık. immünoloji * Bağışıklık bilimi. imparator * Bir imparatorluğu yöneten kimse, ilhan. imparator otu * Maydanozgillerden, baharlıve yakıcı olan kökü hekimlikte kullanılan bir ot (Peucedaum imperatoria). imparatoriçe * İmparator karısı.
* İmparatorluğu yöneten kadın.imparatoriçelik * İmparatoriçe olma durumu veya unvanı. imparatorluk * İmparator olma durumu veya unvanı, ilhanlık.
* Kendi topraklarında oturan çeşitli milletleri egemenliği altında toplayan devlet biçimi.imrahor * Padişah ahırlarına ve onlarla ilgili gereçlere bakmakla görevli kimse. imren * Görülen bir şeyi veya benzerini edinme isteği, gıpta. imrence * Herkesçe imrenilen şey veya kimse. imrendirme * İmrendirmek işi. imrendirmek * İmrenmesine yol açmak. imrenilme * İmrenilmek işi. imrenilmek * İmrenmek işi yapılmak. imreniş * İmrenmek işi veya biçimi. imrenme * İmrenmek işi, gıpta. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 29
imrenmek * Beğenilen, hoşlanılan bir şeyi edinme veya bir yiyeceği yeme isteğini duymak.
* Beğenilen bir kişi veya şeye benzemeyi istemek, gıpta etmek.imrenti * İmrenme, gıpta. imroz * Vücudu beyaz, başve ayaklarda siyah lekeler bulunan, küçük cüsseli, uzun ve ince kuyruklu, kaba karışık
ve uzun yapağılı, Gökçeada ve kısmen Çanakkale ilinde yetiştirilen bir koyun türü.imsak * Bir şeyden el çekerek nefsine hâkim olma, perhiz.
* (ramazanda) Oruca başlama zamanı.
* Cimrilik.imsak etmek * bir şeyden el çekerek nefsine hâkim olmak. imsak vakti * Orucun başlama saati veya zamanı. imsakiye * Ramazanda imsak zamanınıyerel saate göre gösteren çizelge. imsakli * Cimri. -imtırak * Bkz. -mtırak. imtihan * Sınav.
* Direnme, dayanışma, güç gerektiren, sonuçta bir deney kazandıran zor durum.imtihan etmek * bilgi derecesini ölçmek.
* denemek, sınamak.imtihan olmak * bilgisi ölçülmek.
* denenmek, sınanmak.imtihan vermek * sınanmak; tehlikeli ve zor bir durumdan zarar görmeden iyi bir sonuca ulaşmak. imtihana çekmek * bilgisini ölçmek.
* denemek, sınamak.imtina * Kaçınma, sakınma, çekinme. imtina etmek * bir şeyi yapmaktan kaçınmak, çekinmek. imtisal * Bir örneğe göre davranma, uyma, benzemeye çalışma.
* Alınan buyruğa bütünüyle uyma.imtisal etmek * uymak, benzemeye çalışmak. imtisas * Emme, emerek çekme soğurma. imtiyaz * Başkalarına tanınmayan özel, kişisel hak veya şart, ayrıcalık.
* Fabrika kurmak, maden işletmek vb.için bir kişi veya kuruluşa devlet tarafından verilen özel izin.
* Gedik.imtiyazlı * Ayrıcalığı olan, ayrıcalık tanınan, ayrıcalıklı. imtiyazsız * Ayrıcalığı olmayan, ayrıcalık tanınmayan, ayrıcalıksız. imtizaç * Karışabilme.
* Birbirini tutma, uyum sağlama, uygunluk.
* İyi geçinme, uyuşma.
* Kaynaşma.imtizaç etmek * bağdaşmak, uyuşmak. imtizaçsız * Uyumsuz. imza * Bir kimsenin, bir yazının altına bu yazıyıyazdığınıveya onayladığını belirtmek için her zaman aynı biçimde
yazdığı ad veya işaret.
* İmzalamak işi.
* Herhangi bir dalda ün yapmışyazar, sanatçı.imza atmak (veya bir şeyi) imza etmek * imzalamak. imza günü * Yazarların satışa çıkan eserlerini hatıra olarak imzaladıkları gün. imza kâğıdı * İşyerlerinde çalışanların girişve çıkışlarının denetlenmesi amacı ile üzerine imzalarınıattıklarıkâğıt. imza sahibi * Bir yere imza atan kimse.
* Bazısanat ve meslek kollarında sağlam bir yeri olan, değerini her zaman kabul ettirmişkimse.
* Gazete, dergi gibi yayımlarda, adınıkullanarak yazıyazan kimse.imza sirküleri * İmza örneğinin bulunduğu imza. imza toplamak * bir dilekçeyi veya öneriyi, destekleyenlere imzalatmak. imza töreni * Antlaşma veya sözleşmelerde ilgili tarafların belgelere imza atmasıve birbirlerini kutlaması. imza vermek * imza atmak. imzalama * İmzalamak işi. imzalamak * Bir yazıveya belgeye imzasınıyazmak, imza atmak.
* İmza veya işaretle eserin yazarıveya yaratıcısı olduğunu belirtmek.
* Bir kimseye, hatıra olarak sunulan esere imza atmak.imzalanış * İmzalanmak işi veya biçimi. imzalanma * İmzalanmak işi. imzalanmak * İmzalanmak işi yapılmak. imzalatma * İmzalatmak işi. imzalatmak * İmza attırmak. imzalayış * İmzalamak işi veya biçimi. imzalı * İmza edilmiş.
* (yazı, eser için) Yazarı belirtilmiş.imzasız * İmza edilmemiş.
* Yazan belirtilmemiş.imzayı basmak (veya çakmak) * imzalamak, imza etmek. in * İndiyum’un kısaltması. in * Yaban hayvanlarının kendilerine yuva edindikleri kovuk.
* Mağara.in * İnsan. -in * Bkz. -ın / -in (I). -in * 343 -ın / -in (II). -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 23
ilgilenme * İlgilenmek işi. ilgilenmek * Birine karşıyakınlık duymak veya göstermek, alâkalanmak.
* Bir şeye karşımerak duymak.
* Bir konu üzerinde çalışmak, uğraşmak, bir şeyi çekici bulmak.ilgili * İlgilenmişolan, ilgisi bulunan, alâkalı, alâkadar, müteallik. ilgililik * İlgili olma durumu, mensubiyet. ilginç * İlgi uyandıran, ilgi ve dikkat çekici olan, enteresan, alâkabahş. ilginçleşme * İlginçleşmek işi veya durumu. ilginçleşmek * İlginç duruma gelmek. ilginçlik * İlginç olma durumu. ilgisini kesmek * bir kimse veya şeyle bütün bağlarınıkoparmak, ilişkisi kalmamak, alâkayıkesmek. ilgisiz * İlgisi olmayan veya ilgilenmeyen, kayıtsız, aldırmaz, alâkasız, lâkayt. ilgisizlik * İlgisiz olma durumu, aldırmazlık, alâkasızlık.
* İlgi göstermeme durumu.
* Gönlün sevgi veya nefret gibi duygulardan soyutlanmışolmasıdurumu, kayıtsızlık, lâkaydî.ilhak * Katma, bağlama, ekleme.
* Egemenliği altına alma.ilhak etmek * katmak, bağlamak.
* egemenliği altına almak.ilham * Esin.
* Tanrı’nın, peygamberlerin yüreğine doldurduğu tanrısal âleme özgü duygu ve düşünceler.ilham almak * esinlenmek. ilham etmek (veya vermek) * içe doğmasına sebep olmak, esindirmek. ilham kaynağı * Esinlenmeyi ve içe doğmayısağlayan şey. ilham kaynağı olmak * hayal dünyasını beslemek. ilham perisi * Sanatçılara esin verdiği var sayılan peri. ilhan * Bir ilhanlığın başında bulunan hükümdar, imparator.
* İran Moğollarında hükümdarın unvanı.ilhanlık * İlhan olma durumu.
* Kendi topraklarında oturan çeşitli uluslarıegemenliği altına toplayan devlet biçimi, imparatorluk.
* Böyle bir devletin yönetimi altındaki ülkelerin bütünü.-ili * Bkz. -ılı/ -ili. iliğine (veya iliklerine) kadar * her şeyini, bütün varlığınıetkileyecek biçimde. iliğine işlemek (veya geçmek) * çok ıslanmak; çok üşümek.
* bütün varlığınıkaplamak, çok etkilenmek.iliğine kadar ıslanmak * çok ıslanmak. iliğini (veya iliğini kemiğini) kurutmak * canından bezdirecek kadar sıkıntıvermek. iliğini kemirmek * çok etkilemek.
* sömürmek.ilik * Giysilerin, yorgan çarşaflarının, yastık kılıflarının vb.nin gereken belirli yerlerine iplikle örülerek, parça
geçirilerek veya biye ile yapılan küçük yarık.ilik * Kemiklerin iç boşluklarınıdolduran yağlımadde. ilik gibi * çok lezzetli, (genellikle et için) iyi pişmiş.
* çok güzel, istek uyandıran (kadın veya kız).ilikçi * İlik açan kimse. ilikçilik * İlik açma işi veya mesleği. ilikleme * İliklemek işi. iliklemek * Bir şeyin düğmesini iliğine geçirmek. iliklenme * İliklenmek işi. iliklenmek * İliklemek işi yapılmak. iliklerinde duymak * benliğinde iyice duymak. ilikleyiş * İliklemek işi veya biçimi. ilikli * İliği olan.
* İliklenmiş.iliksiz * İliği (I, II) olmayan. ilim * Bilim.
* Ayrıntı, özellik, nitelik, hassasiyet.ilim adamı * Bilim adamı. ilim kadını * Bkz. bilim adamı. ilimcilik * Bilimcilik. ilinek * Bir şeye mecbur olarak bağlı olmayan, onun özünde bulunmayan, rastlantı ile olan nitelik, araz. ilineksel * İlinekle ilgili olan, özle ilgili olmayan. ilinti * İki şey arasında ilgi, ilişki.
* İnsanlar arasındaki bağ.
* İç sıkıntısı.
* Seyrek dikiş, teyel.ilintileme * İlintilemek işi veya durumu. ilintilemek * İki parçayıeğreti olarak seyrek dikişle elde dikmek, teyellemek, ilgilemek. ilintili * İlgisi, ilişkisi, bağı, ilintisi olan. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 24
ilistir * Süzgeç. ilişiği kalmamak * ilgisi, bağlılığı olmamak. ilişiğini kesmek * hiçbir ilgisi kalmamak, bağlantılarınıkoparmak. ilişik * İliştirilmiş, eklenmiş, bağlanmış, merbut.
* Bir şeyle ilgili, ilişkin, ait.
* İlgi, bağlılık, ilişki, münasebet.
* Eklenmişolan bölüm.ilişikli * İlişiği olan, ilişkin. ilişiksiz * İlişiği olmayan. ilişilme * İlişilmek işi. ilişilmek * İlişmek işi yapılmak. ilişken * Deniz dibinde batık ve atıkların oluşturduğu tabaka. ilişkenli * İlişken özellik bulunduran. ilişki * İki şey arasında karşılıklı ilgi, bağ, münasebet, temas.
* Bağlantı, temas.ilişki kurmak * bağlantı sağlamak, ilgi sağlamak. ilişkilendirmek * İlişkili duruma getirmek. ilişkili * İlişkisi olan.
* İlgili olarak.ilişkin * İlgisi, ilişiği olan, bağlı, ilgili, ait, merbut, müteallik. ilişkisiz * İlişkisi olmayan. ilişkisizlik * İlişkisiz olma durumu. ilişme * İlişmek işi. ilişmek * Hafifçe dokunmak, takılmak.
* Elini sürmek, dokunmak.
* Bir şeyin kenarına kısa bir süre için oturmak.
* Karışmak, rahat vermemek, müdahale etmek.
* Değinmek, sözünü etmek.
* Şaka etmek.iliştirilme * İliştirilmek işi. iliştirilmek * İliştirmek işi yapılmak; eğreti takılmak, hafifçe tutturulmak. iliştirme * İliştirmek işi. iliştirmek * İlişmesini sağlamak; bağlamak, tutturmak; eğreti takmak, hafifçe tutturmak. ilk * Zaman, sıra, yer ve önem bakımından ötekilerden önce gelen, son karşıtı.
* Herhangi bir şeyin en önde olanı, önce geleni.
* Birinci olarak, en başta.ilk adım * Başlangıç. ilk ağızda * Önce, öncelikle, ilk işolarak, her şeyden önce. İlk Çağ * En eski zamanlardan başlayarak milâdî 476, BatıRoma İmparatorluğunun çöküşyılına kadar süren çağ. ilk dördün * Ayın, yeni ay evresinden bir hafta sonra yarım daire biçiminde göründüğü evre. ilk elden * Baştan başlayarak; dolaysız, aracısız. ilk gösteri * Sahneye konulan oyunun ilk temsili, prömiyer. ilk göz ağrısı * ilk doğan evlât.
* ilk sevilen, âşık olunan kimse.ilk kânun * Aralık. ilk önce * Önce, en önce, en başta. ilk örnek * Kök tip. ilk plânda * önce, en önde.
* başlangıçta.ilk sezi * Bir konuda edinilen ilk ve yalın bilgi. ilk teşrin * Ekim. ilk ve son * Tek, yegâne. ilk yardım * Tedavisi gereken kimselerin ilk bakımlarında uygulanan basit tedavi.
* Tehlikeli ve anî durumlarda uygulanan ilk ve ivedi tedavi işlemi.
* Bu işlemin uygulandığıyer.ilk yardım hastahanesi * Anîden rahatsızlananlar veya kazada yaralananlara ilk tı bbî müdahelenin yapılabileceği nitelikte donatılan
hastahane.ilk yarı * Futbol, basketbol vb. karşılaşmalarda iki devreden ilki. ilkah * Dölleme, döllenme.
* Aşılama.ilkah etmek * döllemek.
* aşılamak.ilkbahar * (kuzey yarım küre için) Mart, nisan ve mayıs aylarını içine alan zaman aralığı. Gök biliminde 21 Mart ile 22
Haziran arası, ilkyaz, bahar.ilke * Temel düşünce, temel inanç, umde, unsur, prensip.
* Temel bilgi.
* Başka şeylerin kendisinden türediği ilk madde, öge, unsur.
* Her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, mebde, prensip.
* Davranışkuralı.ilkeci * İlkelerine bağlı(kimse). ilkecilik * İlkeci olma durumu. ilkel * İlk durumunda kalmışolan, gelişmesinin başında bulunan, iptidaî, primitif.
* Zaman bakımından en eski olan, iptidaî, primitif.
* (sanatta) Yalın bir nitelik gösteren, yapmacıksız olan, primitif.
* Özellikle XIV-XV. yüzyıllarda İtalyan ressamlarına, Orta Çağsonlarında Avrupa ressamlarına verilen ad.
* Eğitimsiz, kültürsüz, görgüsüz.ilkel memeliler * Bazısınıflandırmalara göre memeliler sınıfının tek delikliler ile soyu tükenmişolan bazı ilkel yapılı
memelileri içine alan bir alt sınıfı.ilkel toplum * Yazılıkültürü bulunmayan, sanayileşmemiş, şehirleşmemiştarım toplumu. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 25
ilkelce * İlkel (bir biçimde). ilkelciler * İlkelcilik yanlısı olan sanatçılar. ilkelcilik * Avrupa sanatının çağımıza kadar geçirdiği gelişmelerden habersiz görünen, ilkel ulusların sağlam, kaba, saf,
yalın biçimli sanatını benimseyen görüş, primitivizm.
* İlkellik özlemini ileri süren düşünce akımlarının genel adı, primitivizm.ilkeleşme * İlkeleşmek işi. ilkeleşmek * İlke durumuna gelmek. ilkelleşme * İlkelleşmek işi. ilkelleşmek * İlkel bir durum almak veya ilkel bir duruma gelmek. ilkelleştirme * İlkelleştirmek işi veya durumu. ilkelleştirmek * İlkel duruma getirmek. ilkellik * İlkel olma durumu, iptidaîlik. ilkesel * İlke ile ilgili. ilkgüz * Eylül ayı. ilkin * Başta, başlangıçta, önce, iptida. ilkokul * Zorunlu öğrenim çağındaki kız ve erkek çocuklarının temel eğitim ve öğretimini sağlamak için devletçe
açılan veya açılmasına izin verilen beşyıllık okul.ilköğrenim * İlköğretim. ilköğretim * Birkaç öğretim basamağından oluşan örgün eğitim sisteminin, okuma yazmayı, aritmetiği, iyi bir yurttaş
olmak için gerekli temel bilgi ve becerileri kazandıran sekiz yıllık ilk basamağı.ilkten * İlk önce. ilkyaz * İlkbahar, bahar. illâ * İlle. illâki * İlle. illâllah * Usanç ve bezginlik anlatır. illâllah demek * usanmak, bıkmak, bezmek. illâllah etmek * usanmak, bıkmak. ille * Ne olursa olsun, hangi şartta olursa olsun, her hâlde.
* Hele, özellikle.
* Yoksa, olmazsa.ille velâkin * Gel gelelim, bununla birlikte. illegal * Yasa dışı, yasaya aykırı. illet * Hastalık.
* Hastalık derecesine varan alışkanlık.
* Bozukluk.
* Kızdıran, sinirlendiren şey veya kimse.
* Sebep.illet etmek * sinirlendirmek, kızdırmak.
* sakatlamak.illet olmak * çok sinirlenmek, çok kızmak. illetine uğramak * hastalık derecesinde düşkün veya tutkun olmak. illetli * Hastalığı olan.
* İkide bir aksaklık gösteren.illî * Nedensel. illiyet * Nedensellik. illüstrasyon * Resimlerle süsleme.
* Kitap içindeki bir yazıyıaçıklayan veya süsleyen resim.illüzyon * Yanılsama. illüzyonist * Göz bağcı. illüzyonizm * Göz bağcılık. ilme * İlmek (II) işi. ilmek * İlmik. ilmek * Hafif bir düğüm yaparak bağlamak.
* Halıdokurken düğümleri bağlamak.
* Değmek, dokunmak.ilmekleme * İlmeklemek işi. ilmeklemek * İlmek durumuna getirmek. ilmî * Bilimsel. ilmî ahlâk * Töre bilimi. ilmiahlâk * Bkz. ahlâk bilimi, etik. ilmihâl * Din kurallarınıöğrenmek için yazılmışkitap. ilmik * Çözülmesi kolay düğüm, eğreti düğüm. ilmik atmak * ilmik yapmak. ilmikleme * İlmiklemek işi. ilmiklemek * Eğreti düğümle bağlamak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 22
ilerisini gerisini hesaplamamak (veya düşünmemek) * herhangi bir konuda çok ve ayrıntılıdüşünmeden hareket etmek, tedbirsizce, ihtiyarsızca davranmak. ileriyi görmek * Bkz. uzağı görmek. ilerlek * İlerlemiş, ileriye varmış. ilerleme * İlerlemek işi.
* Terfi, terakki.
* Daha iyi, daha yetkin, daha değerli, daha yüksek bir duruma doğru basamak basamak oluşan gelişme,
terakki.ilerlemek * Bulunduğu yerden daha ileriye gitmek; yol almak.
* (vakit için) Geçmek.
* Daha güçlü, daha etkili duruma gelmek.
* Daha iyi, daha yüksek bir düzeye, aşamaya erişmek, gelişmek, terakki etmek.ilerletme * İlerletmek işi. ilerletmek * İlerlemesini sağlamak, ilerlemesine yol açmak. ilerleyici * İleri giden, ilerleyen. ilerleyici benzeşme * Kelimede önceki sesin sonraki sesi etkilemesi. ilerleyiş * İlerlemek işi veya biçimi. ileti * Bildirme yazısı, mesaj. iletici * İletme özelliği olan (şey). iletiliş * İletilmek işi veya biçimi. iletilme * İletilmek işi. iletilmek * İletmek işi yapılmak. iletim * İletmek işi.
* İletken şeylerden ısıveya elektriğin geçmesi.
* Isıyayımı, konveksiyon.iletiş * İletmek işi veya biçimi. iletişim * Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim,
haberleşme, komünikasyon.
* Telefon, telgraf, televizyon, radyo gibi araçlardan yararlanarak yürütülen bilgi alışverişi, bildirişim,
haberleşme, komünikasyon.iletişim ağı * İletişim araçlarının birbirleriyle ortak bağlantıkurma veya iş birliği sağlama durumu veya düzeni. iletişim araçları * Toplumda sözlü veya yazılıhaber alma imkânınısağlayan teknik araçlar. iletişim merkezi * Bildirişim ve haberleri toplam ve değerlendirme bürosu. iletişim ortamı * Bildirişim, haberleşme veya komünikasyon imkânlarının sağlandığı ortam, medya. iletişme * İletişmek işi veya durumu. iletişmek * Bir durumu karşılıklı olarak iletmek, karşılıklı olarak haber alıp vermek. iletken * Akım, ısı, ses vb. geçiren (madde), nakil, yalıtkan karşıtı.
* Elektrik akımı, ısı, gaz vb. ni bir yerden başka bir yere aktaran (madde, şey).iletken damarlar * Bitkilerde hücrelere besin maddelerini ileten borucuklar. iletkenlik * İletken olma durumu. iletki * Bir açıyıölçmeye ve başka bir yerde aynıaçıyıçizmeye yarayan, yarım çember biçimindeki araç, minkale. iletme * İletmek işi. iletmek * Götürmek, ulaştırmak, nakletmek.
* Elektrik akımı, ısı, gaz vb. ni bir yerden başka bir yere götürmek.ilga * (varlığını) Kaldırma. ilga etmek * (varlığını) ortadan kaldırmak. ilgeç * Edat: Ev gibi huzur köşesi olmaz. Çocuk sabaha karşıuyudu. ilgeçli * İlgeci olan, edatlı. ilgeçli tümleç * Edatla kurulmuştümleç, edatlıtümleç. ilgi * İki şey arasında bulunan herhangi bir bağlılık, ilişki, alâka, taallûk.
* Dikkati öncelikle belirli bir şey üzerinde toplama eğilimi.
* Belirli bir olay veya etkinliğe yakınlık duyma, ondan hoşlanma ve ona öncelik tanıma.
* Kimyasal şartlar eşveya birbirine çok yakın olduğunda ögelerin birbirleriyle birleşmede gösterdiği seçicilik.ilgi alanı * Bir kişi veya kuruluşun ilgilendiği konular. ilgi çekici * İlgiyi, dikkati üzerinde toplayan. ilgi çekmek (toplamak veya uyandırmak) * çevresinde ilgiyi, dikkati ve merakıüzerine toplamak, alâka çekmek, alâka toplamak veya alâka uyandırmak. ilgi duymak * bir işe, bir olaya, bir kimseye önem vermek, yakınlık duymak. ilgi eki * Bağlantıkavramıveren ek. Türkçede bu kavram isim görevli kelimeye -ki ekinin bağlanmasıyla sağlanır. Bu
ek ünlü uyumlarına aykırıdüşer ve çoğu kez kalma durumuyla kalıplaşır.ilgi görmek * ilgi çekmek. ilgi göstermek * ilgisini esirgememek, belli etmek. ilgi toplamak * ilgisini yoğunlaştırmak, belli etmek.
* ilgi görmek.ilgileme * İlgilemek işi. ilgilemek * İki parçayı birbirine eğreti olarak dikmek, teyellemek. ilgilendiriş * İlgilendirmek işi veya biçimi. ilgilendirme * İlgilendirmek işi. ilgilendirmek * İlgisini çekmek, önem vermek veya bir şeyle ilgili kılmak.
* İlişkin olmak.
* Elverişli, uygun bulmak.ilgileniş * İlgilenmek işi veya biçimi. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 21
ilân * Duyuru.
* Açıkça bildirme, açıkça duyurma.ilân etmek * bir durumu yayım yoluyla duyurmak.
* bir durumu yaymak.
* açıkça bildirmek.ilân tahtası * Duyuruların üzerine yazıldığıveya yapıştırıldığıdüz levha, pano. ilân vermek * çeşitli basın yayın organlarıyla bir durumu duyurmak, açıklamak. ilâncılık * Ticarî bir amaçla geniştopluluklara tanıtılmak istenen bir şeyi basın ve yayım yoluyla duyurma işi. ilânen * Duyuru yoluyla. ilânıaşk * Karşıcinse aşkını bildirmek işi. ilânıaşk etmek * (bir erkek bir kadına veya bir kadın bir erkeğe) kendisini sevdiğini söylemek. ilânihaye * Sonsuza kadar. ilârya * Gümüş balığının küçüğü. ilâve * Katma, ekleme, ulama, ek.
* Eklenmiş, katılmışparça.
* Arttırma, büyütme, abartma.
* Ek.ilâve etmek * eklemek, katmak, ulamak. ilâveli * Eki olan.
* Abartılmış, yalan katılmış, mübalâğalı.ilâveten * Ek olarak, ek yoluyla, ekleyerek. ilbay * Vali. ilca * Zorlama, zorunda bırakma. ilca etmek * zorlamak, zorunda bırakmak. ilçe * Yönetim bakımından yurt bölümlemesinde ilden sonra gelen bölüm, kaymakamlık, kaza. ilçebay * Kaymakam. ile * Kelimenin sonuna geldiğinde birliktelik, işteşlik, beraberlik, araç, sebep veya durum anlatan cümleler
yapmaya yarar.
* Bazısoyut isimlere getirilince durum bildiren zarflar oluşturur.
* Cümle içinde aynı görevde bulunan iki ögeyi birbirine bağlamaya yarar.ilelebet * Sonsuzluğa değin, sürgit. ilen * İle. ilenç * İlenmek amacıyla söylenen söz, ilenme, beddua. ileniş * İlenmek işi veya biçimi. ilenme * İlenmek işi, beddua. ilenmek * Bir kimse için kötü dilekte bulunmak, beddua etmek. iler tutar yeri olmamak (veya kalmamak) * çok dağınık, kötü, bozuk veya berbat bir duruma gelmek. ilerde * İleride. ileri * Herhangi bir şeye göre daha ötede olan yer, geri karşıtı.
* Bir şeyin ulaşılacak yönü.
* Henüz gelmemişzaman, gelecek, sonra.
* Önde bulunan.
* Doğrusundan daha çok gösteren (saat).
* Önceki, evvelki.
* Benzerlerini geride bırakmış.
* “Amaca doğru durmadan yürü” anlamına.
* Öne doğru, ileri doğru.
* Temel duruşta ayak uçlarının gösterdiği yön.ileri (veya öne) sürmek * öne doğru yürütmek.
* bir düşünceyi veya tasarıyıönermek, serdetmek.ileri almak * öne almak.
* (saat için) önceki vakte almak, öne ayarlamak.ileri atılmak (veya çıkmak) * öne doğru çıkmak. ileri geçmek * öne geçmek.
* üstün bir makama geçmek.ileri gelenler * Bir topluluğun önemli, sözü dinlenir, saygın kişileri, eşraf. ileri gelmek * sebep olmak, oluşmak, bağlı bulunmak, doğmak, meydana gelmek. ileri geri * Herhangi bir konuda dikkat etmeme, ayrıntılarıdüşünmeme. ileri geri etmemek * uzun boylu tartışmadan, sorgu sual etmeden. ileri geri konuşmak (lâflar etmek veya söylemek) * yersiz ve gönül kıracak biçimde konuşmak. ileri geri söz (etmek veya söylemek) * yersiz, yakışıksız söz. ileri gitmek (veya varmak) * söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak, gereksiz, aşırıdavranışta bulunmak. ileri görüş * Daha sonra olabilecekleri düşünmek işi. ileri görüşlü * İleri görüşü olan (kimse). ileri götürmek * (bir durum veya davranışiçin) ölçüyü aşmak. ileri uç * Futbolda ileri hat, hücum mevkii, forvet. ileri uç oyuncusu * Futbolda ileri uçta oynayan sporcu, golcü. ilerici * İlerlemeden yana olan; ileri düzeydeki toplumsal ve siyasî gelişmeleri benimsemişolan (düşünce, kimse
vb.), terakkiperver.ilericilik * İlerici olma durumu, ilerici davranış. ileride * Gelecekte, gelecek zamanda.
* Ötede.ilerisi * Daha ön tarafı.
* Geleceği, ötesi.ilerisine gitmek * bir işin sonuna kadar gitmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 20
iktidarsızlaşmak * İktidarsız duruma gelmek. iktidarsızlık * Güçsüzlük, beceriksizlik, yetersizlik.
* (erkek için) Cinsî gücü olmama durumu.iktifa * Yetinme; kanma. iktifa etmek * yetinmek; kanmak. iktiran * Yaklaşma.
* (bir yere) Ulaşma, erişme.iktiran etmek * ulaşmak, erişmek. iktisaden * Ekonomik olarak, ekonomi bakımından. iktisadî * Ekonomik. iktisadiyat * Bir devletin ekonomik durumu. iktisap * Kazanma, edinme, edinim. iktisap etmek * kazanmak, edinmek. iktisat * Ekonomi. iktisat etmek (veya yapmak) * para artırmak, tutumlu davranmak, tasarruf etmek. iktisatçı * Ekonomi uzmanı, ekonomist. iktisatçılık * Ekonomi uzmanlığı. iktisatlı * Aşırıharcama yapmayan veya gerektirmeyen (kimse, şey), tutumlu. iktisatsız * Aşırıharcama yapan veya gerektiren (kimse, şey), tutumsuz. iktiza * Gerekli olma, gerekme. iktiza etmek * gerekmek. il * Merkezî yönetimin, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara, kamu hizmetlerinin gereklerine göre, ülke
üzerinde yayılmış, bir vali yönetimindeki en önemli bölümü, vilâyet.-il * Bkz. -ıl / -il. -il- * Bkz. -ıl- / -il. ilâ * -den …-e kadar. ilâç * Bir hastalığı iyi etmek veya önlemek için, türlü yollardan kullanılan madde, em, deva.
* Çare, önlem.
ilâç için … yok …
* hiç yok.ilâç yapmak (veya hazırlamak) * gerekli maddeleri kullanarak reçetede belirtilen dozda ilâcı ortaya koymak. ilâç yazmak * reçete yazmak. ilâçlama * İlâçlamak işi. ilâçlamak * İlâç sürmek.
* Mikroplardan arındırmak, zararlı böceklerden korunmak amacıyla ilâç püskürtmek veya sıkmak.ilâçlanış * İlâçlanmak işi veya biçimi. ilaçlanma * İlâçlanmak işi. ilâçlanmak * İlâçlamak işi yapılmak veya ilâçlamak işine konu olmak. ilâçlı * İçinde ilâç bulunan.
* İlâçlanmış.ilâçlık * İlâç, yapmak için ayrılmış, ilâç yapmaya yarar. ilâçsız * İlâcı olmayan.
* İlâçlanmamış.ilâçsızlık * İlâçsız olma durumu. ilâh * Tanrı.
* Bir alanda yaratıcılığı ile hayranlık uyandıran, çok beğenilen, çok tutulan.ilâh gibi * çok yakışıklı(erkek). ilâhe * Tanrıça. ilâhi * “Bu ne hâl”, “ne tuhaf” gibi şaşma, sitem bildirir. ilâhî * Tanrı’ya özgü, tanrısal.
* Çok güzel, mükemmel.
* Tanrı’yıövmek, ona dua etmek için yazılıp makamla okunan nazım.ilâhiyat * Allah’ın varlığıve nitelikleriyle ilgili konularıele alan felsefenin bir kolu, Tanrı bilimi, teoloji. ilâhiyatçı * Tanrı bilimci, teolog. ilâhlaşma * İlâhlaşmak işi. ilâhlaşmak * Yücelmek; çok beğenilmek, hayranlık uyandıran bir duruma gelmek. ilâhlaştırma * İlâhlaştırmak durumu veya biçimi. ilâhlaştırmak * İlâh durumuna veya biçimine getirmek. ilâm * Bildirme, anlatma.
* Bir davanın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî belge.ilâm almak * mahkeme kararını bildiren belgeyi almak. ilâm etmek * bildirmek. ilâmaşallah * Sonu gelmeyecek bir zamana kadar.
* Sitem veya alay yollu “maşallah” yerine kullanılır. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 19
ikiz anlam * Bir anlatımın, iki türlü anlam verecek biçimde kurulmuşolması. ikiz anlamlı * İkiz anlamı olan. ikiz doğurmak * herhangi bir işte çok sıkıntıçekmek. ikiz ünlü * Aynıünlünün yan yana bulunması: yok > yook. ikiz ünsüz * Aynıünsüzün yan yana bulunması: hissî. ikizkenar * İki kenarıeşit olan. ikizkenar üçgen * Yalnız iki kenarı birbirine eşit olan üçgen. ikizkenar yamuk * Paralel olmayan iki kenarıeşit yamuk. ikizler * Zodyak üzerinde, Boğa ile Yengeç burçlarıarasında bulunan burç, Zodyak. ikizleşme * İki dişarasındaki bütün dokuların bitişmesiyle oluşan dişanomalisi. ikizli * İkizleri olan (ana).
* İki kollu (araç).
* Kendisinden iki anlam çıkarılabilen, ikiz anlamlı(anlatım).ikizlilik * İkizli olma durumu. iklim * Yeryüzünün herhangi bir yerinde, hava yuvarı olaylarının ortaklaşa gerçekleştirdikleri etkilerin uzun yılların
ortalamasına dayanan durumu.
* Ülke, diyar.iklim bilimci * İklim bilimi uzmanı, klimatolog. iklim bilimi * İklimleri inceleyen bilim, klimatoloji. iklimleme * Yapıların sıcaklık, nem ve temizliğini sağlamaya, gerekli hava akımını gerçekleştirmeye ilişkin işlem. iklimleme cihazı * İstenilen iklimleme şartlarınısağlayan alet, klima. ikmal * Eksik bir şeyi tamamlama, daha iyi duruma getirme, bütünleme.
* Bitirme.
* Cümlenin veya dizenin anlamınısonra gelen cümle veya dize ile tamamlama.ikmal etmek * bütünlemek, tamamlamak.
* bitirmek.ikmal imtihanı * Bkz. bütünleme sınavı. ikmale bırakmak * bütünlemeye kalmasına sebep olmak. ikmale kalmak * okulda bütünlemeye kalmak. ikna * Bir konuda birinin inanmasını sağlama, inandırma, kandırma. ikna etmek * inandırmak, kandırmak. ikna olmak * inanmak, kanmak. ikon * Ortodokslarda İsa, Meryem veya ermişlerin tahta üzerine mumlu ve yumurtalı boyalarla yapılmışdinî
içerikli resimlerine verilen ad.ikona * Bkz. ikon. ikonografi * İkonların tanıtılmasıve açıklanması. ikrah * Tiksinme, iğrenme. ikrah etmek * tiksinmek, iğrenmek. ikrah getirmek * tiksinmeye, iğrenmeye başlamak. ikrahlık * İkrah etme durumu. ikram * Konuğu ağırlama.
* Bir şeyi armağan olarak verme, sunma.
* Alışverişte satıcının alıcıya yaptığı indirim.
* Sunulan şey.ikram etmek * (konuğu) bir şeyle ağırlamak, (konuğa) bir şey sunmak.
* fiyatta indirim yapmak.ikram görmek * (konuk için) ağırlanmak. ikramcı * İkramda bulunmayıseven, mükrim. ikramiye * Bir yerde çalışan kimselere genellikle kazançtan dağıtılan veya iyi çalıştıkları için verilen aylık dışıpara.
* Piyangoda bir kimseye çıkan para veya nesne.ikramiyeli * İkramiyesi olan. ikrar * Saklamayarak söyleme, açıkça söyleme.
* Bildirme.
* Benimseme, onama, kabul, tasdik.ikrar etmek * açıkça söylemek, kabul etmek. ikrar vermek * söz vermek. ikraz * Borç veya ödünç verme. ikraz etmek * ödünç vermek. iksir * Eskiden hayatıölümsüzleştirmek, madenleri altına çevirmek gibi olağanüstü etkileri olduğuna inanılan sıvı.
* İç ferahlatıcı ilâç veya içki.
* Aşk ilham eden büyülü içki.iktibas * Ödünç alma.
* Alıntı.iktibas etmek * ödünç almak.
* alıntılamak.iktidar * Bir işi yapabilme gücü, erk, kudret.
* Bir işi başarabilme yetki ve yeteneği.
* Devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisi; bu yetkiyi elinde bulunduran kişi
ve kuruluşlar.iktidardan düşmek * devlet yönetiminde yetkiyi başka bir partiye bırakmak zorunda kalmak. iktidarsız * Gücü, yeteneği olmayan, beceriksiz, yetersiz.
* Cins gücü olmayan (erkek).iktidarsızlaşma * İktidarsızlaşmak durumu. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 12
iğne * Dikişdikmeye yarayan, ince, ucu sivri, bir ucunda iplik geçecek deliği bulunan çelik araç.
* İki şeyi birbirine tutturmaya yarar ince, uzun, ucu sivri, metal araç.
* Toplu iğnenin süs olarak kullanılan türü.
* Altındaki iğne ile tutturulan süs eşyası.
* Bazıaraçların ucu sivri parçaları.
* Kaslar veya damar yoluyla vücuda sıvı bir ilâcıvermek için kullanılan araç, enjektör, şırınga.
* Zerk yolu ile vücuda verilen ilâç.
* Vücuda bu yolla ilâç verme işi.
* Dokunaklısöz.
* Bazı böceklerde bulunan savunma organı.
* Oltanın ucundaki küçük çengel.
* Bitkilerde yumurtacıkla tepecik arasındaki sapçık.iğne ardı * İğneyi, çıkışnoktasının gerisinden saplayıp daha ileriden çıkararak yapılan aralıksız dikişveya nakıştürü. iğne atsan yere düşmez * çok kalabalık. iğne deliği * İğnenin arkasında iplik geçirilen delik. iğne deliği gibi * küçücük. iğne deliğinden Hindistan’ıseyretmek * küçük bir olaydan büyük anlamlar çıkarmak. iğne deliğine girmek * kimsenin bulamayacağı bir biçimde gizlenmek, saklanmak. iğne ile kuyu kazmak * yetersiz araçlarla, sürekli ve sabırlıçalışmalarla çok güç olan veya çok ağır yürüyen bir işi başarmaya
çalışmak.iğne ipliğe dönmek * çok zayıflamak. iğne oyası * İğneyle değişik biçimli veya düğümlü ilmekler oluşturularak ve bunlar birleştirilerek yapılan oya. iğne üstünde oturmak * Bkz. diken üstünde oturmak. iğne yapmak (veya vurmak) * iğne ile vücuda sıvı bir ilâç vermek. iğne yaprak * Çam türlerinde görülen, ince uzun, sivri uçlu yaprak. iğne yapraklılar * Kozalaklılar. iğne yastığı * İğnelik. iğne yurdu * İğne gözü, iğne deliği. iğne yutmuşite (veya maymuna dönmek) * zayıf ve bitkin duruma gelmek. iğneci * İğne yapan kimse. iğnecik * Bazı omurgasız hayvanlarda rastlanan silis veya kalkerden oluşmuş, iğne biçiminde küçük çıkıntı.
* Deniz teknelerinde dümen menteşesi.iğnecilik * İğnecinin yaptığı iş. iğneden ipliğe kadar * ne kadar eşya varsa, her şey. iğnedenlik * İğnelik. iğneleme * İğnelemek işi. iğnelemek * İğne ile tutturmak.
* Üstü kapalı olarak onur kırıcı, üzüntü verici söz söylemek.iğnelenme * İğnelenmek işi. iğnelenmek * İğnelemek işi yapılmak, veya iğnelemek işine konu olmak.
* İğne batar gibi acıduyulmak.iğneleyici * Kırıcı, dokunaklı(söz veya davranış).
* Kırıcı bir biçimde.iğneleyiş * İğnelemek işi veya biçimi. iğneli * İğnesi olan.
* İğne ile tutturulmuş, iğnelenmiş.
* Kırıcı, gücendirici; dokunaklı, onur kırıcı, kinayeli.iğneli fıçı * Çok sıkıntıve üzüntü veren durum veya şey. iğneli söz * Dokunaklı, kırıcısöz. iğnelik * Üzerine iğne saplanan küçük yastık, iğnedenlik, iğne yastığı. iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batırmak * hoşlanılmayan bir davranışı başkalarından önce kendinde denemek. iğrenç * İğrenme duygusu uyandıran, tiksindiren, müstekreh. iğrençlik * İğrenç olma durumu. iğrendirme * İğrendirmek işi. iğrendirmek * İğrenmesine yol açmak. iğrengen * Her şeyden iğrenme huyu olan. iğrengenlik * İğrengen olma durumu. iğrenilme * İğrenilmek işi veya durumu. iğrenilmek * İğrenmek işi yapılmak. iğreniş * İğrenmek işi veya biçimi. iğrenme * İğrenmek işi. iğrenmek * Bir şeyi tiksindirici bulmak, istikrah etmek.
* Aşağılık, bayağı bulmak, tiksinmek.iğrenti * İğrenme. iğreti * Bkz. eğreti. iğretileme * Bkz. eğretileme. iğretilik * Bkz. eğretilik. iğri * Bkz. eğri. iğrilik * Bkz. eğrilik. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 13
iğrilmek * Bkz. eğrilmek. iğritmek * Bkz. eğritmek. iğtinam * Ganimet yoluyla alma, yağma. ihale * Bir işi veya bir malı birçok istekli arasından en uygun şartlarla kabul edene bırakma, eksiltme veya artırma. ihale etmek * bir işi en uygun görülene bırakmak. ihaleye çıkarılmak * eksiltmeye (veya artırmaya) çıkarılmak. iham * Kuruntuya düşürme.
* İki anlamı olan bir sözün akla en az gelen anlamının amaçlanarak kullanılmasıve anlamı güçlendirmesi
sanatı.ihanet * Hıyanet, hainlik.
* Sevgide aldatma, sadakatsizlik.
* Gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme.ihanet etmek * hainlik, kötülük etmek.
* (karı, koca için) aldatmak.ihanete uğramak * aldatılmak, sadakatsizlik görmek. ihata * Kuşatma, sarma, çevirme, çevreleme.
* Kavrayış, anlayış.ihata etmek * çevirmek, çevrelemek, kuşatmak, sarmak.
* kavramak, anlamak.ihatalı * Alanı geniş.
* Kavrayışlı, anlayışlı.ihbar * Bildirme, bildirim, haber verme.
* Suçlu saydığı birini veya suç saydığı bir olayıyetkili makama gizlice bildirme, ele verme.ihbar etmek * bildirmek, haber vermek.
* bir suçu veya suçluyu yetkili makama gizlice bildirmek.ihbar tazminatı * Bildirim ödencesi. ihbarcı * Haber veren, bildiren kimse.
* Muhbir.ihbarcılık * Muhbirlik. ihbariye * Haber verme kâğıdı, bildirim, ihbarname.
* Haber verme ücreti.ihbarlama * İhbarlamak işi. ihbarlamak * İhbar etmek. ihbarlı * Önceden bildirilmiş, haber verilmiş. ihbarname * Haber verme kâğıdı, bildirim, ihbariye. ihdas * Ortaya çıkarma, meydana getirme.
* Kurma.ihdas etmek * ortaya çıkarmak, meydana getirmek.
* kurmak.ihlâl * Bozma, zarar verme. ihlâl etmek * bozmak, zarara uğratmak. ihlâs * Temiz sevgi ve yürekten bağlılık.
* Saf ibadet.ihlâslı * İhlâsıyerinde ve sağlam olan (kimse). ihmal * Gereken ilgiyi göstermeme, boşlama, savsaklama, savsama, önem vermeme. ihmal edilmek * unutulmak, yok sayılmak, kaldırılmak. ihmal etmek * savsamak, savsaklamak, boşlamak, önem vermemek. ihmalci * Savsak, ihmalkâr. ihmalcilik * İhmalci olma durumu. ihmalkâr * Savsak, ihmalci. ihmalkârlık * Savsaklama. ihnaklama * Sıkıştırma. ihracat * Bir ülkenin ürettiği malları başka bir ülkeye veya ülkelere satması, dışsatım. ihracatçı * İhracat işleriyle uğraşan, dışsatımcılık. ihracatçılık * İhracat işleriyle uğraşma, dışsatımcılık. ihraç * Çıkarma, dışarıya atma.
* Üretim fazlasınıyurt dışına satma.ihraç edilmek * ilişkisi kesilmek, çıkarılmak. ihraç etmek * çıkarmak, dışarıatmak.
* üretim fazlasımalıyurt dışına satmak.ihram * Eskiden Yunanlıların, Romalıların, günümüzde de Berberîlerin büründükleri geniş, beyaz, yünlü çarşaftan
giysi.
* Kâbe’ye girerken hacıların örtündükleri dikişsiz bürgü.
* Yün yaygı.ihrama girmek * hac görevini yerine getirmek üzere ihram giymek. ihramdan çıkmak * hac görevini tamamladıktan sonra giyilen ihramıçıkarmak. ihraz * Kazanma, elde etme, erişme. ihraz etmek (veya eylemek) * kazanmak, elde etmek, erişmek. ihsan * İyilik etme, iyi davranma.
* Bağışlama, bağışta bulunma.
* Bağışlanan şey, kayra, lütuf, inayet, atıfet.
* Karşılık beklemeden yapılan yardım, iyilik.ihsan etmek (veya buyurmak) * bağışta bulunmak, bağışlamak.