fitne sokmak | * ara bozmak, (insanları) birbirine katmak. |
fitneci | * Fitne çıkaran, karıştırıcı, ara bozucu. |
fitnecilik | * Fitneci olma durumu. |
fitneleme | * Fitnelemek işi. |
fitnelemek | * Çekiştirmek, yermek, gammazlamak, kovlamak. |
fitnelik | * Karıştırma, çekiştirme, ara bozma. |
fitopatoloji | * Bitki hastalıklarını inceleyen bilim dalı. |
fitre | * Ramazan ayı içinde verilmesi dince buyrulan, miktarı belirli sadaka. |
fitret | * Bkz. fetret. |
fiyaka | * Gösteriş, çalım, afi, caka. |
fiyaka satmak | * gösterişyapmak, caka yapmak, çalım satmak. |
fiyakacı | * Gösterişçi, cakacı, fiyaka yapan (kimse). |
fiyakalı | * Gösterişli, cakalı, fiyakası olan. |
fiyasko | * Bir girişimde gülünç ve başarısız sonuç. |
fiyasko vermek | * bir girişim başarısızlıkla sonuçlanmak. |
fiyat | * Alım veya satımda bir şeyin para karşılığındaki değeri, eder, paha. * Bir mal veya işgücü için uygun görülen para karşılığı. * Bir değer ile para birimi arasındaki ilişki. |
fiyat (veya değer) biçmek | * bir değer için ödenecek para karşılığını belirlemek. |
fiyat ayarlamak | * para değerindeki değişiklik ve başka ekonomik şartlar dolayısıyla fiyatları düzenlemek. |
fiyat kırmak | * fiyatıdüşürmek, fiyatı indirmek. |
fiyat vermek | * isteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek. |
fiyatlandırma | * Fiyatlandırmak işi. |
fiyatlandırmak | * Fiyatını belirtmek, fiyat tespit etmek, fiyatlandırmak. |
fiyatlanma | * Fiyatlanmak işi. |
fiyatlanmak | * (bir şeyin) Fiyatıyükselmek, pahalılaşmak. |
fiyatlarıdondurmak | * fiyatların yükselmesini önlemek, fiyatların olduğu gibi kalmasını sağlamak. |
fiyatlı | * Fiyatı olan, pahalı. |
fiyonk | * Kelebek biçiminde bağlanmışkurdele vb. |
fiyonk makarna | * Fiyonk biçiminde dökülmüşve satışa sunulmuşmakarna. |
fiyort | * Norveç, İskoçya ve Kuzey Amerika kıyılarında buzulların oluşturduklarıdik yamaçlı, derin eski buzul koyaklarının aşağıkesimlerinin deniz altında kalmasıyla oluşan körfez. |
fizibilite | * Yapılabilirlik. |
fizik | * (maddenin kimyasal yapısındaki değişiklikler dışında) Genel veya geçici yasalara bağlı, deneysel olarak araştırılabilen, ölçülebilen, matematiksel olarak tanımlanabilen madde ve enerji olgularıyla uğraşan bilim dalı. * İnsanın doğal yapısı. * Kişinin dışgörünüşü. |
fizik gücü | * Güçlü yapısı, gücü kuvveti. |
fizik kondüsyonu | * Fiziksel ve ruhsal bakımdan bir sporcunun durumu. |
fizik ötesi | * Doğa ötesi. |
fizik tedavisi | * Hastalıklarısu, ışık, hava, elektrik gibi fiziksel ve mekanik yöntemlerle tedavi etme. |
fizik yapısı | * Bir insanın vücut görünüşü. |
fizikçi | * Fizik bilgini veya fizikle uğraşan kimse. * Fizik öğretmeni. * Fizik tedavisiyle uğraşan doktor. |
fizikî | * Fiziksel. |
fizikî coğrafya | * Yeryüzünün dışında insan ve öteki varlıklar üzerine etki yapan doğal olayların doğuşunu, oluşumunu ve sonuçlarını inceleyen coğrafya bilimi. |
fizikî harita | * Herhangi bir yerin dağlarını, ovalarını, plâtolarını, akarsularını, göllerini gösteren harita. |
fizikokimya | * Kimyasal olaylarıfiziksel yöntemlerle çözümleyen, fizik ve kimya konularınıkapsayan bilim. |
fiziksel | * Fizikle ilgili olan. * Genel olarak doğaya, maddeye, nesnelere ilişkin olan. * Gerçek, gerçek olma durumu. |
fizyokrat | * Fizyokratlık yanlısı. |
fizyokratlık | * Tarım emeğinin üretici emek olduğunu ve yalnızca bu emeğin, değeri yarattığını ileri süren XVIII.yüzyıl ekonomi görüşü. |
fizyolog | * Fizyolojist. |
fizyoloji | * Canlıların hücre, doku ve organlarının görevlerini ve bu görevlerin nasıl yerine geldiklerini inceleyen bilim dalı. |
fizyolojik | * Fizyoloji ile ilgili, vücutla ilgili. * Normal, doğal olarak işleyen. |
fizyolojist | * Fizyoloji bilgini, fizyolog. |
fizyonomi | * Yüz çizgilerinin genel durumundan çıkan anlam. |
fizyoterapi | * 343 fizik tedavisi. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 23
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 24
fizyoterapist * Fizyoterapi uzmanı, hastalarıfizyoterapi yoluyla tedavi eden kimse. flâm * Bkz. emniyet kilidi. flâma * İşaret olarak veya çeşitli amaçlarla kullanılan küçük bayrak.
* Mühendislerin, haritacıların kullandığırenkli belirtme sırığı.
* Mızrak ucuna takılan küçük bayrak.
* İki veya üç köşeli, küçük boyutlu bayrak.flâmacı * Flâma kullanarak anlaşmayısağlayan kimse. Flâman * Flândra ülkesi halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Flâman halkına özgü olan.Flâman atı * Belçika kökenli iri koşum atı. Flâman kuşu * Bkz. flâmingo. Flâmanca * Hint-Avrupa dil ailesinden, Hollanda, Fransa ve Belçika’nın bir bölümünde konuşulan dil. flâmangiller * Kuşlar sınıfının leyleksiler takımına bağlıflâmanlar alt takımının bir familyası. flâmanlar * Kuşlar sınıfının, leyleksiler takımının bir alt takımı. flâmingo * Leyleksilerden, tüyleri beyaz, pembe, kanatlarının ucu kara, eti yenir bir kuş(Phoenicopterus ruber). flândra * Genellikle ince bezden yapılmış, uçkurluk bölümü dar, kurdele biçiminde bayrak. flândra balığı * Bkz. kurdele balığı. flânel * Keten ve yünden dokunan kumaş. flâş * Fotoğraf çekiminde ışık yeterli olmadığında bir görüntüyü net almak için kullanılan çok kısa süreli ve güçlü
parıltı.
* Fotoğraf çekiminde güçlü parıltıya ihtiyaç duyulduğunda kullanılan lâmba.
* İletişimde üstünlüğü, önceliği olan önemli haber.
* Gösterişe, ilgiye düşkün.flâş conta * Su motorlarında motor ile su borusu arasına geçirmezliği sağlamak için yerleştirilen yuvarlak lâstik veya
kauçuk madde.flâşör * Otomobillerde dört sinyal lâmbasının aynıanda yanıp sönmesini sağlayan düzen. flâvta * Flüt. flebit * Toplardamarlarda iç zar iltihabı. flegmon * Deri altındaki veya organlar arasındaki katılgan dokunun iltihaplanması. fleol * Buğdaygillerden, küçük bir çayır otu (Pheleum pratense). flibit * Bkz. flebit. flit * Sinek, sivrisinek gibi böcekleri öldürmek için püskürtülen ilâç.
* Bu ilâcıhavaya püskürten araç.flitleme * Flitlemek işi. flitlemek * Flit vb. kullanarak bir yere ilâç püskürtmek. flok * Geminin cıvadrasına çekilen üçgen yelken. flor * Bkz. flüor. flora * Bir bölgede yetişen bitkilerin hepsi, bitki örtüsü, bitey. floresan * Bkz. flüoresan. floresans * Bkz. flüoresans. flori * Altın para. florin * Hollanda para birimi, gulden. florya * Bkz. flurya. floş * Selülozdan, yapay, parlak, bükümsüz iplik. floş * Poker oyununda aynırenkten ve aynıtürden beşkâğıt. flöre * Eskrimde kullanılan, namlusu düz ve yuvarlak, ucu düğmeli kılıç. flört * Kadınla erkek arasındaki yakın ilişki, oynaş.
* Flört edilen kimse.
* Siyasal bir partiye, yabancı bir ülkeye vb. ne tam olarak bağlanmadan yaklaşma.flört etmek (veya yapmak) * karşıcinsten biriyle yakın ilişki kurmak. flûrcun * Bkz. kocabaş. flûrya * İspinozgillerden, tüyleri yeşilimsi, ağaçlık ve fundalıklarda yaşayan, güzel ötüşlü bir kuş, yelve (Chloris
chloris).flüor * Atom numarası9, atom ağırlığı19, yoğunluğu 1,265, kokusu ozonu andıran, yeşilimtırak sarırenkte,
halojenler grubunun ilk elementi olan basit element. KısaltmasıF.flüoresan * Flüorışıl. flüoresan lâmba * İçindeki seyreltilmişgazdan oluşan elektrik boşalmasısonunda yayılan ışınımların etkisiyle çeperleri
flüorışıl durumuna gelen cam tüp.flüoresans * Flüorışı. flüorışı * Bazıcisimlerin aldıklarıışığı, boyu daha uzun ışık ışınımlarına dönüştürmesi özelliği. flüorışıl * Flüorışıözelliği gösteren, flüoresan. flüorit * Kalsiyum flüorür birleşiminde, çeşitli renkleri olan bir mineral. flüorür * Flüorun başka bir elementle verdiği ikili birleşik. flüt * Yan tutularak çalınan, orkestrada yer alan bir üflemeli çalgı. flütçü * Flüt çalan kimse. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 17
fışırtı * Fışırdama sesi. fışkı * Atgillerin taze dışkısı, tersi. fışkılama * Fışkılamak işi. fışkılamak * Toprağıfışkı ile gübrelemek. fışkılık * Fışkının biriktirildiği yer. fışkın * Bir ağacın dibinden süren ince dal, sürgün, filiz, dal, piç.
* Asma kütüğünde hereğin üst yanında biten dal.fışkırdak * Sıvılarıfışkırtmaya yarayan araç.
* Ağzındaki iki cam borudan biri üflenince ötekinden su fışkıran, lâboratuvarlarda yıkama işlerinde
kullanılan bir deney aracı.fışkırık * Su fışkırtmaya yarayan araçların genel adı, fıskiye. fışkırış * Fışkırmak işi veya biçimi. fışkırma * Fışkırmak işi.
* Güneşyüzeyinden uzaya sıcak gaz kütlelerinin fırlaması.fışkırmak * Gaz veya sıvılar bir yerden basınç etkisiyle yukarıya doğru birdenbire ve hızla çıkmak.
* (bitkiler için) Toplu hâlde, gür olarak yetişmek.
* Bir şey bir yerde bol bol görülmek.fışkırtı * Fışkıran bir şeyin çıkardığıses. fışkırtıcı * Belli hızla hareket eden bir akışkan yardımıyla, başka bir akışkanın boşalmasınısağlayan alet, ejektör. fışkırtılma * Fışkırtılmak işi. fışkırtılmak * Fışkırmasısağlanmak. fışkırtma * Fışkırtmak işi. fışkırtmak * Fışkırmasını sağlamak. fışlama * Fışlamak işi. fışlamak * Fıkramak. fıtık * İç organlardan bir parçanın, daha çok bağırsak bölümünün karın çeperlerini geçip deri altında ur gibi bir
sişkinlik yapması, kavlıç, yarımlık.fıtık olmak * büyük sıkıntıduymak, kahrolmak, çaresiz kalmak. fıtıklı * Fıtığı olan, kavlıç. fıtrat * Yaradılış, hilkat. fıtraten * Doğuştan, yaradılışı gereğince. fıtrî * Yaradılışla ilgili, yaradılıştan, doğuştan (olan). fıtriye * Doğuştancılık. fıttırmak * Bkz. fırttırmak. fi * “-de, içinde” anlamlarında sözlerin başında kullanılan edat. fi tarihinde * oldukça eski bir zamanda. fiber * Sıkıştırılmış bitki tellerinden yapılmışmukavva veya tahta. fiberglas * Plâstik maddelerden, özellikle polyesterden parçalar yapımında kullanılan sağlamlaştırma maddesi. fibrin * Kan ve lenf serumunda bulunan albüminli bir madde. fibrinojen * Pıhtılaşma sırasında fibrine dönüşen bir kan proteini. fidan * Ağaç ve ağaççıkların yeni yetişeni.
* Başka bir yere dikilmek için bulunduğu yerden çıkarılan taze ağaç, dikme.fidan biti * Yaprak biti. fidan boylu * İnce uzun ve biçimli (kimse). fidan gibi * ince ve uzun boylu. fidancık * Küçük fidan. fidanlık * Fidan yetiştirilen yer, dikmelik. fide * Bahçıvanlıkta yastıklarda tohumdan yetiştirilip başka yerlere dikilmek için hazırlanan sebze veya körpe
çiçek.fideci * Fide yetiştirip satan kimse. fidecilik * Fide yetiştirip satma işi. fideizm * İnancılık, imaniye. fideleme * Fidelemek işi. fidelemek * Fidan dikmek. fidelik * Fide yetiştirilen yer.
* Fide olmaya uygun.fidye * Tutsak edilen veya rehin alınan bir kimsenin serbest bırakılması için istenen para, kurtulmalık.
* Fidyeinecat.fidyeinecat * Kurtulma bedeli, kurtulmalık. fifre * Yanlamasına çalınan, altıdeliği olan, tahtadan bir tür flüt. figan * Acı ile bağırma, inleme. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 18
figan etmek * acı ile bağırmak, inlemek. figür * Resim ve heykel sanatlarında varlıkların biçimi.
* Bir dansı oluşturan ölçülü adımlarla beliren zincirleme hareketlerden her biri.
* Birbirini izleyerek melodik ve ritmik bakımdan bir bütün oluşturan notalar grubu.figüran * Genellikle tiyatro ve sinemada, konuşması olmayan veya konuşmasıçok az olan rollere çıkan kimse.
* Bir toplumda, bir toplulukta sönük, etkisiz olan kimse.figüranlık * Figüran olarak çalışma. figüratif * Figürlü, figürcü. figüratif sanat * İçinde insan, hayvan ve doğa ögeleri yer alan, figürcü sanat. figürlü * Figürü olan. fiğ * Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki (Vicia sativa). fihrist * İçindekiler.
* Katalog.
* Alfabetik sıralamalar için kullanılan, kenarında bütün harflerin yer aldığınot defteri.fihristleme * Fihristlemek işi. fihristlemek * Fihriste geçirmek. fiil * İş, davranış.
* Olumlu veya olumsuz olarak çekimli durumda zaman kavramıtaşıyan veya zaman kavramı ile birlikte şahıs
kavramıveren kelime.fiil cümlesi * Bildirme veya isteme kiplerinden biriyle kurulan ve olumsuzu ancak -ma/ -me eki ile yapılabilen cümle. fiil çekimi * Fiil isim kök veya gövdelerine zaman kavramı ile birlikte şahıs kavramıda veren eklerin getirilmesi, fiil
tasrifi.fiil gövdesi * Kökü bir başka yapım eki almışfiil. fiil kökü * Fiil soyundan bir kelimenin bölünmeyen anlamlıkısmı. fiil tabanı * Fiil kök ve gövdelerinin çekim eki almamışhâli. fiile koymak * eyleme geçirmek. fiilen * Gerçekten, gerçekten yaparak, çalışarak. fiilî * Eylemli, edimsel, gerçekten yapılan (iş). fiili bozuk * Ahlâkça düşük (kimse). fiilî hizmet * Memur, işçi gibi çalışanların bağlı olduklarısosyal güvenlik kurumunda tam kesenek vermek suretiyle
geçirdikleri süre.fiilî hizmet zammı * Yıpratıcı işlerde çalışanların yaptıklarıağır ve tehlikeli işten dolayıfiilî hizmet yıllarına eklenen süre. fiilimsi * Olumsuzu yapılan ve tümleç olabilen mastar, sıfat-fiil, zarf-fiil gibi türleri bulunan fiilden türemişşekillere
verilen ad, eylemsi.fiiliyat * İşolarak yapılanlar, edim, edimler, işler, gerçekleştirilen işler. fikir * Düşünce, mülâhaza, mütalâa.
* Düşün, ide.
* Kuruntu.fikir (veya birinin fikrini) almak * (birinin) düşüncesinden yararlanmak. fikir adamı * Herhangi bir düşünce alanındaki görüşlerine değer verilen kimse. fikir danışmak * bilgi edinmek için bir yetkiliden bilgi almak. fikir edinmek * kanaat sahibi olmak. fikir hürriyeti * Düşünce özgürlüğü. fikir işçisi * Bilim ve fikir alanında çalışan kimse. fikir vermek * düşüncesini bildirmek.
* bir konuda yol gösterici bilgi edinmek.fikir yazısı * Düşünce yönü ağır basan yazıveya makale. fikir yormak * bir konuda çok düşünmek. fikir yürütmek * bir konu üzerine düşüncesini söylemek. fikirli * Herhangi bir konu üzerinde düşüncesi olan, akıllı, düşünceli. fikirsiz * Herhangi bir konu üzerinde düşünemeyen, görüşü olmayan, düşüncesiz. fikirsizlik * Fikirsiz olma durumu, düşüncesizlik. fikren * Düşünce yoluyla, düşünerek, zihnen. fikrî * Düşünce ile ilgili. fikrini çelmek * kandırmak, düşüncesini değiştirtmek, ikna etmek. fikrisabit * Saplantı, idefiks. fikriyat * Düşünceler. fiks mönü * Türü ve fiyatıönceden belirlenen yemek. fikstür * Yarışmaların zamanınıve sırasını belirleyen çizelge. fiktif * İtibarî. fil * Filgillerin hortumlular takımından, Afrika ve Asya’nın sıcak bölgelerinde yaşayan, çok iri, kalın derili
hayvan (Elephas).
* Satrançta çapraz hareket ettirilen taş.fil dişi * Filin silâh olarak kullandığı iki uzun ve eğri dişi.
* Diştacında mine, köklerde ise seman denilen ve dişin sert bölümünü oluşturan doku.
* Fil dişinden yapılmış.fil elması * Turunçgillerden, Hindistan’da yetişen bir ağaç (Feronia elephantum).
* Bu ağacın yenilen meyvesi. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 19
fil faresi * Memeliler sınıfından, burun bölümü hortum gibi uzun olan, uzun kuyruklu, kanguru gibi sıçrayabilen bir
hayvan (Macroscelides proboscideus).fil gibi * çok şişman, çok yemek yiyen kimse. fil hastalığı * Çoğunlukla bacakların şişip fil ayağı biçimini almasıyla beliren bir hastalık. fil yürüyüşü * Ellerin ve ayakların gergin kol ve bacaklarla birbirine çok yakın basarak oluşturduğu bir yürüyüş biçimi. filâman * Elektrik ampullerinden akım geçtiğinde akkor duruma gelen ince iletken tel. filân * İstenmeyen durum veya söylenmesi sakıncalıözel adların yerine kullanılır.
* Cümlede “ve benzerleri” anlamında kullanılır.filân falan * Bkz. falan filân. filân festekiz * Bkz. falan filân. filânca * Falanca. filânıncı * Falanıncı. filântrop * İnsansever, insanların iyiliği için çalışan kimse. filâriz * Keten dövmeye yarayan tokmak. filârizleme * Filârizlemek işi. filârizlemek * Keteni döverek tel durumuna getirmek. filârmoni * Güçlü müzik sevgisi.
* Müzik konserleri derneği.filârmonik * Müziği seven (kimse).
* Müzik sevenlerin kurduklarıdernek veya konser dernekleri için kullanılır.filbahar * Taşkırangillerden, ilkbaharda beyaz ve güzel kokulu çiçekler açan, park ve bahçelerde süs bitkisi olarak
yetiştirilen ağaççık, akasma, filbahri (Philadelphus).filbahri * Bkz. filbahar. fildekoz * Bir çeşit pamuk ipliği.
* İskoçya ipliği denilen ince ve sağlam pamuk ipliğinden dokunmuş.fildişi * Fil dişinin donuk beyaz rengi. fildişi gibi * donuk, beyaz (ten). fildişi karası * Fil dişi külünden yapılan kara boya. fildişi rengi * Fildişi. file * Yün, pamuk vb. ipliklerden düğümlerle oluşmuşağ.
* Alışverişte kullanılan ilmeklerden oluşmuşağtorba.
* Saçların dağılmaması için kullanılan ağbiçiminde örgü.filenk * Ağır cisimleri bir yerden bir yere kaydırmak ve özellikle deniz teknelerini karaya çekmek için bunların
altına sürülen yuvarlak ağaç, felek.filet * Derinliği aynı olan sığsu alanı. fileto * Kasaplık hayvanların sırtında, dikensi çıkıntı boyunca iki yandaki et. filgiller * Memeliler sınıfının hortumlular takımının bir familyası. filhakika * Gerçekten, doğrusu, hakikaten. filibit * Bkz. flebit. filigran * Bazıkâğıtların dokusunda bulunan ve ancak aydınlığa tutulunca görülen çizgi, resim ve yazı gibi biçimler. filigranlı * Filigranı olan. filika * Gemilerde bulundurulan sandal. filikacı * Filikalara bakmakla görevli kimse. filinta * Namlusu kısa, kurşun atan bir çeşit küçük tüfek.
* Güzel, yakışıklı.filinta gibi * genç, ince uzun boylu, çevik, yakışıklı(kimse). Filipinli * Filipin adalarıhalkından veya bu halkın soyundan olan kimse. filiskin * Yerden 2-3 karışyükseklikte, çok yıllık ve otsu bir bitki (Mentha pulegium). Filistinli * Filistin halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. filiz * Yeni sürmüşkörpe ve küçük dal veya yaprak, sürgün. filiz * Ocaktan çıkarılan işlenmemiş, başka maddelerle karışık hâlde bulunan, ham maden birleşiği. filiz gibi * ince ve güzel vücutlu. filiz vermek * sürgün çıkmaya başlamak. filizcik * Küçük sürgün. filizî * Asma filizinin rengi, açık yeşil renk.
* Bu renkte olan.filizkıran * Mayıs ayında ağaçların filizlendiği mevsimde esen bir fırtına. filizleme * Filizlemek işi. filizlemek * Bitkilerin gereğinden çok olan filizlerini kırmak. filizlenme * Filizlenmek işi.
* Yumruların üzerinde ince uzun filizlerin belirmesi biçiminde görülen patates hastalığı.filizlenmek * (bitki) Filiz vermek.
* Gelişmeye, büyümeye başlamak. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 20
filizli * Filizi olan. filkulağı * Yılan yastığı gillerden ana yurdu tropikal Amerika olan, kökü yumrulu bir süs bitkisi (Caladium).
* Pazarlarda satılan bir tür sünger.film * Fotoğrafçılıkta, radyografide ve sinemacılıkta resim çekmek için kullanılan, selülozdan, saydam, bükülebilir
şerit.
* Sinemacılıkta, bir oyunun bütününü taşıyan şerit veya şeritlerin bütünü.
* Sinema makinesiyle gösterilen eser.
* Camlara yapıştırılarak içerinin görünmesini engelleyen bir tür ince yaprak.film çekmek * bir sinema kamerasıyla görüntüleri tespit etmek veya bir hareket ve görünüşün sıralıresmini çekmek.
* vücudun röntgenini almak.film çevirmek * beyaz perdede oynatılacak bir eseri filme almak veya bu eserin çekilişi sırasında rol yapmak.
* eğlenmek, hoşvakit geçirmek.film müziği * Filmin görüntülerine eşlik etmek amacıyla özel olarak bestelenmişveya hazırlanmışmüzik. film oynamak * bir film, sinemada gösterilmekte olmak. film oynatmak * bir filmi sinemada göstermek. film yıldızı * Sinema dünyasında çok ünlü olan oyuncu, star. filmci * Sinemacı. filmcilik * Sinemacılık. filmleştirmek * Film durumuna getirmek, filmleştirmek işi. filo * Bir arada ve bir komuta altında bulunan savaşgemilerinin veya uçaklarının bütünü.
* Aynıtür yük taşıyan ticaret gemilerinin veya kara taşıtlarının bütünü.
* Bit.filojenez * Soy oluş. filoksera * Asma biti.
* Asma bitinin yol açtığı bağhastalığı.filolog * Filoloji ile uğraşan bilgin. filoloji * Dili ve yazılı belgeleri dil ve tarih açısından inceleme.
* Dil yoluyla bir toplumun kültürünü inceleyen bilim, lisaniyat.filolojik * Filoloji ile ilgili. filotillâ * Torpidolardan oluşan filo. filoz * Balıkçıların ağlarısu yüzünde tutmak için kullandıklarıkabak veya mantardan yapılmışağşamandırası. filozof * Felsefe ile uğraşan ve felsefenin gelişmesine katkıda bulunan kimse, felsefeci, feylesof.
* Felsefe yapmaya meraklı olan (kimse).
* Sakin, kendi hâlinde yaşayan.filozofça * Filozofa yaraşır biçimde (olan). filozofik * Felsefe ile ilgili, felsefeye dayanan. filozoflaşma * Filozoflaşmak işi veya durumu. filozoflaşmak * Filozof özelliği kazanmak. filozofluk * Filozof olma durumu. filtre * Süzgeç.
* Süzek.filtreli * Filtre takılmışolan. filtresiz * Filtre takılmamışolan. filum * Canlıların bölümlenmesinde, dalların bir araya gelmesiyle oluşan birlik. filvaki * Gerçekte, gerçekten, vakıa. filvaki … ama * her ne kadar ise de. Fin * Finlandiya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Fin halkına özgü olan.Fin hamamı * Çok sıcak yerden ve sudan çok soğuk yere ve suya girme gibi vücudu uyarıcıniteliği olan hamam, sauna. Fin Ugor * Ural dillerinden bir dil öbeği.
* Bu dil öbeği ile ilgili olan.final * Sona eren, biten.
* Elemeli yarışmalarda sonucu belirten karşılaşma.
* Bir müzik parçasının son bölümü, bitiş.
* Dönem sonu sınavı.finale kalmak * son yarışmaya katılma hakkınıkazanmak. finalist * Son yarışmaya kalan sporcu veya takım. finalizm * Bkz. erekçilik. finanse * “Bir girişim için gereken parayı, krediyi sağlamak” anlamında kullanılan finanse etmek birleşik fiilinde
geçer.finansman * Bir girişime işleyebilmesi, gelişebilmesi için gereken para ve krediyi sağlamak işi. fincan * Çay, kahve gibi genellikle sıcak şeyler içmekte kullanılan küçük kap.
* Elektrik tellerinin eklem noktalarına konulan porselenden yapılmışyalıtkan araç.
* Bir fincanın alabildiği ölçü.fincan böreği * Tepsiye serildikten sonra fincan ağzı biçiminde bir kalıpla yuvarlaklar kesilerek yapılan bir çeşit börek. fincan fincan * Fincanıandırarak, fincan biçiminde. fincan gibi * iri ve patlak (göz). fincan oyunu * Fincanların altına yüzük saklayarak oynanan bir oyun. fincancı * Porselen veya cam eşya satan kimse. fincancıkatırlarınıürkütmek * zararıdokunabilecek bir kimsenin hoşuna gitmeyen bir davranışta bulunmak. fincanlık * Miktarıherhangi bir fincan kadar olan.
* Herhangi bir sayıda fincan alabilecek genişlikte olan.Fince * Fin dili. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 13
fevk * Üst, yukarı. fevkalâde * Alışılmışolandan ayrı, olağanüstü, beklenmedik, görülmedik, işitilmedik.
* Aşırı, çok fazla.
* Çok iyi, çok üstün, çok güzel.fevkalâde hâl * Olağanüstü hâl. fevkalâdelik * Olağanüstülük, olağandan farklı olma durumu. fevkalbeşer * İnsan üstü.
* Üstün nitelikli insan.fevkanî * Üstte, üstteki. fevrî * Birdenbire, düşünmeden yapılan. fevrîlik * Fevri olma durumu. fevt * Elden çıkma (çıkarma), kaçırma, yitme.
* Ölme.fevt etmek * yitirmek, elden kaçırmak. fevt olmak * yitirmek.
* ölmek.fevvare * Fıskiye. feyezan * Taşma, taşkın, seylâp.
* Bereket.feyiz * Verimlilik, gürlük, ongunluk.
* İlerleme, kültürel gelişme, olgunluk.feyizlenme * Feyizlenmek işi. feyizlenmek * Feyzalıp aydınlanmak, istifade etmek. feyizli * Çok ürün veren, verimli. feylesof * Filozof. feylesofça * Filozofça. feylosofluk * Filozofluk. feyyaz * Çok verimli, gür. feyzalmak * Etkilenmek, olgunlaşmak, ders almak. feza * Uzay. fezleke * Özet, hulâsa.
* Bir kararın kısaca yazılması.
* Tahkikat evrakı.fıçı * Bir araya getirilerek çemberlerle tutturulmuşensiz tahtalardan yapılan, yuvarlak, karnışişkin ve altıüstü
düz kap.
* Bir fıçının alabildiği ölçü.fıçı balığı * Fıçıya istif edilmiş balık tuzlaması. fıçı gibi * bodur ve çok şişman. fıçıcı * Fıçıyapan veya satan kimse. fıçıcılık * Fıçıyapıp satma işi. fıçılama * Fıçıya koyma, fıçıya doldurma. fıçılamak * Fıçıya koymak. fıkara * Bkz. fukara. fıkdan * Yokluk, bulunmama durumu, eksiklik. fıkıh * Bir şeyi, gereği gibi, iyice anlayıp bilme.
* İslâm hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuşolan kuralların
bütünü.fıkır fıkır * Suyun, ses çıkararak kaynarken aldığıdurumu veya herhangi bir sıvının kaynayışınıanlatır.
* Cilveli, oynak.fıkır fıkır kaynamak * (bir şeyden bir yerde) çok bulunmak. fıkırdak * Cilveli, oynak (kadın). fıkırdaklık * Fıkırdak olma durumu. fıkırdama * Fıkırdamak işi. fıkırdamak * Fıkır fıkır kaynamak.
* Cilvelenmek.fıkırdaşma * Fıkırdaşmak işi. fıkırdaşmak * Oynakça davranışlarda bulunmak. fıkırdatma * Fıkırdatmak işi. fıkırdatmak * Fıkır fıkır kaynatmak.
* Cilve yapmasına sebep olmak.fıkırdayış * Fıkırdamak işi veya biçimi. fıkırtı * Kaynayan suyun çıkardığıses.
* Cilveleşme.fıkra * Kısa ve özlü anlatımı olan, nükteli, güldürücü hikâye, anekdot.
* Gazetelerin veya dergilerin belirli sütunlarında, genel başlık altında gündelik konuları bir görüşve
düşünceye bağlayarak yorumlayan ciddî veya eğlendirici yazıtürü.
* Kanun maddelerinin kendi içlerinde satır başlarıyla ayrıldıklarıufak bölümlerden her biri.
* Paragraf.
* Omur.fıkracı * Fıkra anlatan kimse.
* Fıkra yazarı.fıkracılık * Fıkra söyleme veya yazma işi. fıkrama * Fıkramak işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 14
fıkramak * Herhangi bir yiyecek mayalanarak ekşimek, fışlamak. fıldır * Çabuk, hızlı, telâşlı. fıldır fıldır * Çabuk ve sürekli bir biçimde. fındık * Kayıngillerden, kuzey yarım kürenin ılık yerlerinde ve yurdumuzun daha çok Doğu Karadeniz bölgesinde
yetişen bir ağaççık (Corylus avellana).
* Bu ağaççığın sert bir kabuk içinde bulunan yağlı, nişastalıürünü.
* Hileli zar.fındık altını * Osmanlıİmparatorluğunda kenar süsleri fındığa benzediğinden bu adla anılan altın sikke, fındıkî.
* Küçük ve değerli şey.fındık ateşi * Nargilede tütünün üstüne ortalamasına konulan yuvarlak, küçük, yanar kömürler. fındık biti * Kın kanatlılardan, fındık kurdu dediğimiz kurtçuklarıdolayısıyla fındık ürününün en büyük düşmanı olan,
uzun gagalı böcek (Balaninus nucum).fındık faresi * Kemiricilerden, karnı beyazımsı, sırtı boz renkli, fındıklılarda çok zarara yol açan bir memeli türü
(Muscardinus avellanarius).
* Evlerde rastlanan küçük fare türü.fındık kabuğu * Fındığın kabuk rengini andıran bir tür kahverengi. fındık kabuğunu doldurmaz * çok önemsiz, değersiz. fındık kırmak * çapkınlık yapmak. fındık kurdu * Fındık bitinin fındık içinde gelişerek onun dökülmesine, değerini yitirmesine yol açan kurtçuğu. fındık kurdu gibi * ufak tefek tombulca (kadın). fındık sıçanı * Bkz. fındık faresi. fındık yağı * Fındıktan elde edilen yağ. fındık yuvası * Tombul ellerin dışyüzünde, parmak diplerinde görülen çukurluklar. fındıkçı * Fındık yetiştiren veya satan kimse.
* Cilveli, oynak kadın.fındıkçılık * Fındık yetiştirme veya satma işi.
* Cilveli, oynak olma durumu.fındıkî * Fındık kabuğunun rengi.
* Fındık altını.fındıkkıran * Fındık ve buna benzer kabuklu yemişlerin kabuğunu kırmaya yarayan araç.
* İşveli, şuh, baştan çıkarıcı(kadın).fındıklık * Fındık ağaçlarıçok olan yer, fındık korusu. fır * Fırıl fırıl.
* Piç, fırlama.fır dönmek * bir kimseye yaranmak veya yardım etmek için üstün çaba harcamak. fır fır * Fırıl fırıl. fırça * Bir şeyin tozunu, kirini gidermekte veya bir şeye boya, cilâ sürmekte kullanılan, bir araya getirilerek
bağlanmışkıl veya kıla benzer başka tellerden yapılan araç.
* Resim yapma sanatıve biçimi.
* Çökmeyi engelleyen bağların oynamasınıveya kaymasınıönlemek için aralara yerleştirilen direk parçası.fırça çekmek * kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fırçalamak. fırça gibi * dik, sık ve sert (saç, sakal). fırçacı * Fırça yapıp satan kimse. fırçacılık * Fırça ve fırçaya benzer araçların yapım ve satımı. fırçalama * Fırçalamak işi. fırçalamak * Temizlemek veya parlatmak için fırça ile sürtmek.
* (avcılıkta) Sık ve bataklık ormandan geçmek.
* Kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fırça çekmek.fırçalanma * Fırçalanmak işi. fırçalanmak * Fırça ile ovulmak, düzgünleştirilip parlatmak veya temizlenmek.
* Çok azarlanmak.fırçalatma * Fırçalatmak işi. fırçalatmak * Fırçalamak işini yaptırmak. fırçalayış * Fırçalamak işi veya biçimi. fırçalı * Fırçası olan. fırçalık * İçine resim yapmada kullanılan fırçaların konulduğu süzgeçli kap. fırdolayı * Çepeçevre. fırdöndü * Biri döndüğünde ötekinin de dönmesini engellemek için uç uca getirilerek serbest bir eksenle bağlanmış
çift halka.
* Topaç gibi çevrilerek oynanan, tunçtan, altıköşeli bir kumar aracı.
* Bir ipe bağlı olarak birden fazla çipa atıldığında çipaların karışmaması için tekne zinciri ile parçaların
bağlandığızincir arasına konulan metal araç.
* Belirli bir görüşveya düşünce sahibi olmayan.fırfır * Giysi, perde gibi şeylerin kenarlarına dikilen kırmalıveya büzgülü süs, farba, farbala. fırfırlı * Fırfırı olan. fırıl fırıl * Bir şey sürekli ve hızla dönerek. fırıldak * Rüzgârla dönen, çember biçiminde çocuk oyuncağı.
* Havalandırmak amacıyla oda veya mutfak pencerelerine takılan kanatlıaraç.
* Ocak veya soba borusunun iyi çekmesini sağlamak için tepesine takılan ve rüzgârın gittiği yöne
dönebilecek biçimde yapılan şapka.
* Dolap, düzen, hile.fırıldak çevirmek (veya döndürmek) * istediğini yapmak için hileli yollara başvurmak. fırıldak çiçeği * Çarkıfelek. fırıldak gibi * sürekli düşünce değiştiren, sözünden dönen (kimse). fırıldakçı * Fırıldak yapan veya satan kimse.
* Düzen çeviren, düzenci, dolap çeviren kimse.fırıldakçılık * Fırıldakçının işi veya mesleği. fırıldanma * Fırıldanmak işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 15
fırıldanmak * Fırıl fırıl dönmek. fırıldatma * Fırıldatmak işi. fırıldatmak * Fırıl fırıl çevirmek. fırın * Her yandan aynıderecede ısıalarak ekmek, pasta vb. pişirmeye yarayan, tavanıtonoz biçiminde, önünde
tek açıklık bulunan ocak.
* Ekmek, pasta vb. nin pişirildiği ve satıldığıdükkân.
* Isıverici bir düzenekle çalışan, yiyecekleri pişirmeye veya ısıtmaya yarayan alet.
* Bir maddeyi fiziksel veya kimyasal değişikliğe uğratmak amacıyla ısıtılan alet.
* Fırında pişirilmiş.fırın gibi * çok sıcak (yer). fırın kebabı * Büyük tencerelere yerleştirilerek fırında pişirilen et yemeği, et kebabı. fırıncı * Fırın işleten kimse. fırıncılık * Fırın işletme işi. fırında makarna * Haşlanmışmakarnaların arasına özellikle kaşar peyniri konularak üzerine süt dökülüp fırında pişirilen
makarna yemeği.fırınlama * Fırınlamak işi. fırınlamak * Pişirmek için fırına koymak.
* Fırında kurutmak.fırınlanma * Fırınlanmak işi. fırınlanmak * Fırına konulmak veya fırında kurutulmak. fırınlatma * Fırınlatmak işi. fırınlatmak * Fırınlamak işini yaptırmak. fırınlı * Fırınlanmış. fırınlık * Fırında pişirilmeye hazır yemek.
* Bir fırının alacağıkadar.fırka * İnsan topluluğu.
* Tümen.
* Siyasî parti.fırkacı * Parti üyesi.
* Bir partiye çok bağlı olan, partici.fırkacılık * Particilik. fırkata * 10 – 15 çift kürekli, hızlı, eski bir savaşgemisi. fırkate * Bkz. firkate. fırlak * Dışarıdoğru fırlamış, çıkmış, çıkık. fırlama * Fırlamak işi.
* Arsız, terbiyesiz çocuk.
* Piç.fırlamak * Hızla, birdenbire bulunduğu yerden çıkmak, ayrılmak.
* Yerinden oynayıp ileriye doğru çıkıntıyapmak.
* Fiyatı birdenbire yükselmek.fırlatılma * Fırlatılmak işi. fırlatılmak * Fırlatmak işi yapılmak. fırlatış * Fırlatmak işi veya biçimi. fırlatma * Fırlatma işi.
* Kol ve bacağın vücudun orta çizgisinden türlü yönlere, son eklemine kadar hızla ve gergin olarak
uzaklaştırılması(açılması).fırlatmak * Hızla atmak, bulunduğu yerden dışarıatmak. fırlayış * Fırlamak işi veya biçimi. fırsat * Uygun zaman, uygun durum veya şart, vesile. fırsat beklemek (veya aramak) * en uygun şartıkollamak. fırsat bilmek * bir şeyden belli bir amaçla hemen yararlanmak. fırsat bu fırsat * yararlanılacak en uygun zaman. fırsat bulmak * uygun, elverişli zaman bulmak. fırsat düşkünü * Kötülük yapmak için fırsat kollayan (kimse). fırsat düşmek (veya çıkmak) * bir imkâna kavuşmak. fırsat kollamak (veya gözlemek) * yapmak istediği işiçin uygun bir zaman veya bir durum beklemek. fırsat vermek * bir işi yapmak için uygun, elverişli şartı sağlamak. fırsat yoksulu * Eline fırsat geçmediği için zararsız gibi görünen (kişi). fırsatçı * Fırsatları iyi değerlendiren, fırsat kollayan. fırsatçılık * Fırsatçı olma durumu. fırsatı ganimet bilmek * çıkan fırsattan en iyi biçimde yararlanmak. fırsatıkaçırmamak * elverişli durumdan yararlanmak. fırsatınıdüşürmek * kolayını bulmak. fırsattan istifade etmek * ele geçirilen imkân veya durumdan en iyi biçimde yararlanmak. fırt * Bir solukta veya bir yudumda içilebilecek miktarda sigara veya içki. fırt fırt * (yer değiştirme için) Sürekli olarak, ikide bir. fırtına * Yağmur ve kasırga getiren çok güçlü rüzgâr.
* Bu rüzgârın denizde veya kum çöllerinde yarattığıdalgalanma.
* Güç atlatılan kötü durum.
* Karşıt düşünce veya durumların yarattığıkarışıklık; sıkıntı.
* Saatteki hızı70 mil olan rüzgâr. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 16
fırtına çıkmak * sert rüzgâr esmeye başlamak. fırtına gibi * hızla, birdenbire.
* telâşlı, aceleci.fırtına kopmak (veya patlamak) * şiddetli fırtına çıkmak.
* bir yerde kavga ve gürültü çıkmak.fırtına kuşu * Perde ayaklılardan, kıvrık gagalı, açık denizlerde yaşayan bir kuş, deniz ördeği (Thalassidroma pelagica). fırtına kuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya. fırtına uğrağı * Fırtınalıyer veya fırtınanın çok olduğu yer. fırtınalı * Çok rüzgârlı.
* Çok tartışmalı, çekişmeli, gürültülü, karışık.fırttırma * Fırttırmak işi veya durumu. fırttırmak * Aklınıkaçırmak, delirmek, aklınıyitirmek, çıldırmak. fıs fıs * Gizli ve yavaşkonuşulurken çıkan sesi anlatır. fısfıs * Koku, ilâç vb. sıvılarıpüskürtmek için kullanılan araç. fısfıslama * Fısfıslamak işi. fısfıslamak * Koku, ilâç vb. sıvılarıpüskürtmek. fısfıslanma * Fısfıslanmak işi veya durumu. fısfıslanmak * Koku, ilâç vb. sıvılar püskürtülmek. fısıl fısıl * Fısıltıhâlinde, fısıldayarak, alçak sesle. fısıldama * Fısıldamak işi. fısıldamak * Başkalarının duyamayacağıkadar alçak sesle konuşmak, fıslamak. fısıldanma * Fısıldanmak işi. fısıldanmak * Fısıltıhâlinde söylenmek. fısıldaşma * Fısıldaşmak işi. fısıldaşmak * Birbirine fısıldamak. fısıltı * Fısıldarken çıkan, güçlükle duyulan ses. fısıltı gazetesi * Toplumu ilgilendiren bir konu ile ilgili dedikodu. fısır fısır * İnce bir şey yanarken veya dar bir delikten su geçerken çıkan sesi anlatır.
* Gizli olarak, alçak bir sesle.fısırtı * Fısıltı. fıskiye * Havuzda suyu yukarıya doğru, türlü biçimlerde fışkırtan ağızlık, fışkırık. fıslama * Fıslamak işi. fıslamak * Bkz. fısıldamak.
* Gizlice haber vermek.fıslanma * Fıslanmak işi. fıslanmak * Fıslamak işi yapılmak. fıstık * Antep fıstığı, çam fıstığıveya yer fıstığıdenilen yemişlerin genel adı.
* Tombul, kısa boylu, tıknaz (kimse).fıstık çamı * Bkz. çam fıstığı. fıstık ezmesi * Fıstıkla yapılan bir şekerleme. fıstık gibi * dolgun, besili ve canlı.
* çok güzel.fıstıkçı * Fıstık yetiştiren veya satan kimse. fıstıkçılık * Fıstık yetiştirme işi.
* Fıstık alıp satma işi.fıstıkî * Sarıya çalan açık yeşil renk.
* Bu renkte olan, açık yeşil.fıstıkî makam * Çok ağır, ağır ağır, yavaşyavaş. fıstıklamak * Kışkırtma amacıyla araya nifak sokmak. fıstıklık * Fıstık ağaçlarıdikilmişyer, fıstık bahçesi. fışfış * Fışır fışır. fışıldama * Fışır fışır ses çıkarma. fışıldamak * Fışır fışır ses çıkarmak. fışıltı * Fışırdama sesi. fışır fışır * İpek kumaş bir yere sürtünürken veya su hafif hafif akarken çıkan ses. fışırdama * Fışırdamak sesi. fışırdamak * Fışır fışır ses çıkartmak. fışırdatma * Fışırdatmak işi. fışırdatmak * Fışır fışır ses çıkartmak. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 5
farklılaştırmak * Farklıduruma getirmek. farklılık * Farklı olma durumu, ayrımlılık, başkalık.
* Doğal, toplumsal ve bilince dayanan her olay ve olguyu bütün ötekilerden ayıran özellik.farksız * Farkı olmayan. farksızlaşma * Farksızlaşmak işi. farksızlaşmak * Farksız duruma gelmek. farksızlık * Farksız olma durumu, ayrımsızlık. farmakodinami * Hasta veya normal organizmalar üzerinde, ilâçların etkisini deneysel olarak inceleyen veya araştıran bilim. farmakodinamik * İlâçların etki gücü.
* Hasta veya normal organizmalar üzerinde ilâçların etkisini inceleyen eczacılık dalı.farmakognozi * İlâçların doğada bulunduklarıdurumda incelenmesi. farmakolog * Farmakoloji ile uğraşan, farmakoloji uzmanı. farmakoloji * İlâçların etkisini ve kullanılışını inceleyen bilim dalı. farmason * Mason.
* Dinsiz, imansız.farmasonluk * Masonluk. Fars * İran’ın güneybatısında yaşayan halk veya bu halkın soyundan olan kimse. fars * İlkel, yalın güldürme ögelerinden yararlanan, bazen inanırlığın sınırınıaşan, güldürmeyi amaç edinen oyun. Farsça * İran devletinin resmî dili. fart furt * Anlamsız, boşsözlerle böbürlenerek. fart furt, farta furta etmek * anlamsız, boşsözlerle böbürlenmek. farta furta * Bkz. fart furt. fartasıfurtası olmamak * patavatsızca konuşmak. farz * Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılmasızorunlu, yapılmaması günah sayılan.
* Yapmak zorunda kalınan şey, boyun borcu.farz etmek * öyle kabul etmek, var saymak. farz olunmak * var sayılmak. farzımuhal * Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir şeyi olacakmış, gerçekleşecekmişgibi düşünerek, sayarak, tutalım ki,
sayalım ki.fasa fiso * Değer ve önemi olmayan, boş(şey veya söz). fasarya * Boş, anlamsız (söz).
* İşe yaramaz, yeteneksiz.faset * Baskı işlerinde harf ve satırlarıformada tutmak ve sıkmak için kullanılan kama.
* Dişin ön yüzüne estetik amaçla yapılan kaplama.faseta * Bkz. façeta. fasıl * Bölüm, kısım, devre.
* Orta oyununa başlamadan önce saz takımının çaldığıköçek havasıve curcuna.
* Peşrev, nakış, şarkı, saz semaisi gibi parçaların belli bir sıraya göre çalınıp söylenmesi.
* Osmanlıve Arap tiyatrosunda oyunun perde bölümü.
* Belli bir sürede yapılan iş, karşılaşılan durum veya olay.fasıl heyeti * Gerekli sazlarla tam olarak bir fasıl yapabilecek durumdaki alaturka saz topluluğu. fasıla * Aralık, ara, kesinti. fasıla vermek * ara vermek, kesmek. fasılalı * Aralı, aralıklı, kesintili. fasılasız * Arasız, aralıksız, durmadan, ara vermeden, kesintisiz, biteviye. fasih * (anlatışiçin) Açık ve düzgün.
* Açık ve düzgün konuşma yeteneği olan.fasikül * Cüz. fasile * Familya. fasit * Kötü, bozuk.
* Ara bozucu, fesat çıkaran, müfsit.fasit daire * Kısır döngü. fasit olmak * (namaz, oruç, aptes gibi şeyler için) bozulmak. faska * Kundak çocuklarının beline, zı bının üzerinden sarılan genişsargı. fasla fasla * Yer yer. fasletme * Fasletmek işi. fasletmek * Ayırmak, bölmek.
* Çözmek, sonuçlandırmak.Faslı * Fas halkından olan kimse. fason * Kesim. fasone * Çözgü veya atkının kumaşyüzeyi üzerinde, kendiliğinden bir desen oluşturduğu her tür kumaş.
* Bu tür kumaşları oluşturan desen örneği.fassal * İftira atan, gerçek olmayan isnatlarda bulunan (kimse). fassallık * Fassal olma durumu. fast food * 343 festfut. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 6
fasulye * Fasulyegillerden, barbunya, çalı, Ayşe kadın, horoz gibi birçok türleri bulunan bitki (Phaseolus vulgaris).
* Bu bitkinin sebze olarak yararlanılan yeşil ürünü ve kuru tohumları.fasulye gibi kendini nimetten saymak * kendine çok değer vermek. fasulye pilâkisi * Kuru fasulyenin pişirilmesi ile yapılan pilâki. fasulye piyazı * Haşlanmışkuru fasulye ile katıyumurta ve kuru soğan karışımıpiyaz. fasulye sırığı gibi * zayıf, sıska ve çok uzun boylu. fasulyegiller * Kapalıtohumlu, iki çenekli, ayrıtaç yapraklıçiçekli bitkiler familyası. faş * Açığa vurulmuş, ortaya dökülmüş. faşetmek * (gizliyi) açığa vurmak, duyurmak, ortaya dökmek, dile vermek. faşolmak * belli olmak, açıklanmak, ortaya çıkmak. faşır faşır * Su veya başka sıvıların bol ve çok akmasınıanlatır. faşing * Hristiyanlarda büyük perhizden önce düzenlenen şenlik ve eğlenceler, karnaval. faşist * Faşizm yanlısı olan (kimse, görüşvb.). faşistleşme * Faşistleşmek durumu. faşistleşmek * Faşist duruma gelmek. faşistleştirme * Faşistleştirmek işi. faşistleştirmek * Faşistleşmesini sağlamak. faşistlik * Faşizm. faşizan * Faşist eğilimli. faşizm * İtalya’da 1922-1943 yıllarıarasında etkinliğini sürdüren, meslek kuruluşlarına dayanan, devlet sınırlarını
genişletmeyi amaçlayan, yetkinin, tek partinin elinde toplandığı düzen.
* Demokratik düzenin yerine aşırı bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayıamaçlayan öğreti.fatalist * Yazgıcı, kaderci. fatalite * Alın yazısı, yazgı, kader.
* Uğursuzluk.fatalizm * Yazgıcılık, kadercilik, cebriye. fatih * Zafer kazanan, fetheden (kimse).
* İslâm devletlerinde bir ülkeyi veya bir şehri savaşarak alan hükümdar ve komutanlara verilen unvan.
* Büyük ve önemli bir iş bitiren kimse.fatiha * Ölülere Tanrı’nın rahmetini dilemek için dua olarak okunan Kur’an’ın ilk suresi. fatiha okumak * o şeyden umudunu kesmek. fatihane * Fatih gibi, fatihe benzercesine. fatura * Satılan bir malın cinsini, miktarınıve fiyatını bildirmek için satıcının alıcıya verdiği hesap pusulası. faturalama * Faturalamak işi. faturalamak * Bir malın faturasını düzenlemek. faturalı * Faturası olan. faturalıyaşam * Yapılan alışverişte fatura alma alışkanlığı. faturasını(birine) çıkarmak (veya ödetmek) * sorumluluğu birine yüklemek. faturasız * Faturası olmayan. faul * Maç ve karşılaşmalarda bir sporcunun hareketini önlemek için yapılan kural dışı hareket. faullü * Faulü olan, faul yapan. faulsüz * Faulü olmayan, faul yapmayan. fauna * Belli bir bölgede yetişen hayvanların tümü, direy.
* Bu hayvanların tanımınıyapan eser.fava * Bakla tanelerinin kabuğu soyulduktan sonra yapılan zeytin yağlıyemek. favori * Herhangi bir işveya yarışmada üstünlük kazanacağına inanılan (kimse, takım vb.).
* Yarışıkazanacağıdüşünülen at.
* Yüzün iki yanında bırakılan sakal demeti.
* En çok beğenilen.
* Bir maçta, yarışmada veya karşılaşmada kazanması beklenilen taraf.fay * Kırık (III). fayans * Duvarlarıkaplayıp süslemek için kullanılan, bir yüzü sırlıve genellikle çiçek resimleriyle bezenmiş, pişmiş
balçıktan levha.fayans döşemek * bir yeri fayansla kaplamak. fayansçı * Fayans döşeyen veya satan kimse. fayansçılık * Fayansçının işi veya mesleği. fayda * Yarar, kâr. fayda etmemek * etkisi olmamak, işe yaramamak, yararlı olmamak. fayda vermemek * yararlı olmamak. faydacı * Faydası olan, fayda sağlayan, fayda, yarar gözeten kimse. faydacıl * Yararcıl. faydacılık * Yararcılık.