Kategori: I

  • Türkçe Sözlük I Sayfa 9

    ıtır * Güzel koku.
    * Itır çiçeği.
    ıtır çiçeği * Sardunyagillerden, yaprakları güzel kokulu, çiçekleri türlü renklerde bir süs bitkisi (Pelargonium radicula).
    ıtır yaprağı * Süsleme sanatında ıtır yaprağı biçiminde oluşturulan ve kullanılan motif.
    ıtırlı * Güzel kokulu, muattar, ıtrî.
    ıtlak * Salıverme, koyuverme.
    ıtlak olunmak * ad verilmek, adı olmak.
    ıtlak üzre * genel olarak.
    ıtnap * Sözü boşyere uzatma.
    ıtrah * Dışarıçıkarma, dışarıatma.
    ıtrah etmek * vücuttan dışarıatmak.
    ıtrışahî * Sultanlara özgü güzel koku.
    ıtrî * Itırlı, kokulu.
    ıtriyat * (sürünülecek) Güzel kokular.
    ıtriyatçı * Güzel kokular, makyaj malzemesi satan kimse veya yer.
    ıtriyatçılık * Itriyatçı olma durumu.
    ıttıla * Bilgi edinme, öğrenme.
    ıttırat * Birbirini izleme, birbiri arkasından gelme, düzenli sıralanma.
    ıvır zıvır * Küçük, önemsiz (şey).
    ıydiye * Bayram kutlaması.
    * Bayramlarda din ve devlet büyüklerine sunulan kaside.
    -ız * Bkz. -z (I).
    -ız * Fiilden sıfat türeten ek: tık-ız vb.
    -ız / -iz, -uz / -üz * İsim soyundan yüklemlere, fiillerin türlü kip ve zamanlarına eklenen çokluk 1. kişi eki: iyiy-iz, yorgun-uz,
    üzgünüz, al-ır-ız, bil-ir-iz, gid-iyor-uz, görür-üz, al-acağ-ız, gör-eceğ-iz, çalış-malı-y-ız vb.
    ızbandut * Görünüşü ve davranışı ile korku veren (iri yarıadam).
    * Rum korsanlarına verilen ad.
    ızbandut gibi * çok iri, cüsseli (erkek).
    ızgara * Metal çubukların, ağaç dallarının aralıklısıralanmasıyla yapılan parmaklık veya kafes biçiminde araç.
    * Et, balık, köfte gibi yiyecekleri pişirmekte kullanılan araç.
    * Bu araç üstünde pişmiş.
    * Pisliklerin su yollarınıtıkamasınıönlemek veya havalandırmak amacıyla su yollarının veya havalandırma
    çıkışlarıüzerine konulan kafesli veya parmaklıklıdemir.
    * Futbol ayakkabısıaltında bulunan iri başlıkabara.
    ızgara demiri * Kazan ızgarasınımeydana getiren demir çubuklardan her biri.
    ızgara köfte * Kıyma ve özel baharatların karıştırılarak ve yoğurularak hazırlanan, ızgarada pişirilen bir tür köfte.
    ızgara parmaklığı * Yüzen cisimleri ve yapraklarıtutmak için, bir barajda, yükleme odasında basınçlı boru ağzının önüne eğik
    olarak yerleştirilen demir parmaklık.
    ızgara yatağı * Katıyakıtlımadenî bir ocağın, içine ızgaranın yerleştirildiği kısmı.
    ızgaralı * Izgarası olan.
    ızgaralık * Izgara yapmaya elverişli (et).
    ızgarasız * Izgarası olmayan.
    ızgın * Tohumlarından yağçıkarılan bir bitki (Eruca cappadocica).
    ızrar * Zarar verme, zarara sokma.
    ıztırap * Bkz. ıstırap.
    ıztırar * Çaresizlik, ihtiyaç.
  • Türkçe Sözlük I Sayfa 5

    ıska geçmek * hedefe rast getirememek.
    * üzerinde durmamak, önem vermemek, atlamak.
    ıskaça * Yelkenli gemilerde direklerin alt uçlarının içine oturtulduğu yuva.
    ıskala * Bir bestede kullanılabilecek aynıtürden sesler kümesi.
    * Genellikle ölçü aletlerinde gösterge çizelgesi.
    * Gam.
    ıskala yapmak * çalgıperdelerine parmak alıştırmak.
    ıskalama * Iskalamak işi.
    ıskalamak * Hedefe rast getirememek.
    ıskara * Bkz. ızgara.
    ıskaralık * Bkz. ızgaralık.
    ıskarça * Bir limanın gemi kalabalığı içindeki durumu.
    * Bir şeyi tıka basa doldurma.
    ıskarmoz * Gemilerin kaburgalarını oluşturan eğri ağaçların adı.
    * Kürek takmak için kayık ve sandalın yan kenarına dikine yerleştirilmişağaç çubuk.
    ıskarmoz * Vücudu yuvarlak, uzunca, pullu, burnu sivri, küçük palamut boyunda bir balık (Sphyraena sphyraena).
    ıskarpelâ * Bkz. iskarpelâ.
    ıskarta * Bazı iskambil oyunlarında kullanılması gerekmediğinden bir yana bırakılan kâğıtlar.
    * Herhangi bir sebep dolayısıyla değerini kaybetmiş(mal).
    ıskartaya çıkarmak (veya ayırmak) * değersiz bularak bir yana atmak, işe yaramadığı için ayırıp bir yana koymak.
    ıskartaya çıkmak * değersiz sayılarak bir yana atılmak.
    ıskat * Düşürme, aşağıatma.
    * Düşürülme.
    * Ölenlerin kılınmamışnamazlarıve tutulmamışoruçları için verilen sadaka.
    ıskatçı * Iskat verilen kimse.
    * Mezarlık dilencisi.
    ıskonto * İndirim, tenzilât.
    * Süresi dolmamış bir senedin, faiz ve komisyonu düşürülerek karşılığından eksiğine alınması, kırdırma.
    * Senedin saymaca değeri üzerinden yapılan indirim.
    * (söz için) Bir bölümünü söylenmemişsayma.
    ıskonto etmek * indirim yapmak.
    * (söz için) bir bölümünü söylenmemişsaymak.
    ıskontolu * İndirimli, tenzilâtlı.
    * Bir bölümü söylenmemişsayılan.
    ıskontosuz * İndirimsiz, tenzilâtsız.
    ıskota * Büyük yelkenleri yönetmek için kullanılan ip.
    ıskuna * Brikten küçük, iki direkli bir çeşit yelkenli gemi.
    ıslah * Düzeltme, iyileştirme.
    * Bir hayvan veya bitki türünden daha iyi verim alabilmek amacıyla yapılan işlem.
    ıslah etmek * iyi bir duruma getirmek, iyileştirmek, düzeltmek.
    * yola getirmek.
    ıslah evi * Suç işleyen çocuklarııslah etmek ve eğitmek amacıyla ceza yasasına göre işleyen kurum, ıslahhane.
    ıslah olmaz * düzelmez, iyileşmez.
    ıslahat * Daha iyi duruma getirmek için yapılan değişiklik, düzeltme veya iyileştirme, reform.
    ıslahatçı * Reformcu.
    ıslahatçılık * Reformculuk.
    ıslahhane * Islah evi.
    ıslak * Suya batırılmışveya üzerine su dökülmüşolan.
    ıslak karga * Çok ıslanmış, sırılsıklam olmuş.
    * Çok korkan, çekingen, ürkek.
    ıslak sıçan * Islak karga.
    ıslak zemin * İnşaat sektöründe mutfak, banyo, tuvalet gibi suyla teması olan bölümlerin yüzeyi.
    ıslaklık * Islak olma durumu.
    ıslama * Islamak işi.
    ıslamak * Islatmak.
    ıslanış * Islanmak işi veya biçimi.
    ıslanma * Islanmak işi veya durumu.
    ıslanmak * Islak duruma gelmek.
    ıslatıcı * Yapıştırmadan önce pulları, zarfları, etiketleri ıslatmaya yarayan araç.
    ıslatılma * Islatılmak işi.
    ıslatılmak * Islatmak işi yapılmak, ıslak duruma getirilmek.
    ıslatış * Islatmak işi veya biçimi.
    ıslatma * Islatmak işi.
    ıslatma suyu * Bazımaddelerin çeşitli amaçlarla işlenmesinde kullanıldıktan sonra değişik yöntemlerle ayrılan ve
    çözünmüş besin maddeleri içeren sıvı.
    ıslatmak * Islak duruma getirmek.
    * Dayak atmak veya ağır hakarette bulunmak.
    * Mutlu bir olayı içki ile kutlamak.
    ıslık * Dudakların büzülerek veya parmağın dil üzerine getirilmesiyle çıkarılan ince ve tiz ses.
    * İnce ve tiz ses.
    ıslık çalmak * ıslık sesi çıkarmak.
  • Türkçe Sözlük I Sayfa 6

    ıslıklama * Islıklamak işi.
    ıslıklamak * Birine karşııslık çalarak sevilmediğini, istenmediğini veya beğenilmediğini belli etmek.
    ıslıklanış * Islıklanmak işi veya biçimi.
    ıslıklanma * Islıklanmak işi.
    ıslıklanmak * Islıklamak işi yapılmak veya ıslıklamak işine konu olmak.
    ıslıklı * Islık çıkaran.
    * Islık gibi çıkan.
    ıslıklıünsüz * Dilin ön orta bölümünün bir tür oluk biçimini almasıyla oluşan ünsüz: s, z, ş, j.
    ısmarlama * Ismarlamak işi, sipariş.
    * Ismarlanarak yaptırılan.
    * İçten olmayan, baştan savma.
    ısmarlamak * Bir şeyin yapılmasınıveya getirilmesini, bu işlerle uğraşan birine söylemek, siparişetmek.
    * Parasınıkendi ödeyerek başkaları için yiyecek veya içecek getirilmesini söylemek.
    * Kendi için bir şey alınmasını başkasına söylemek.
    * Bir şeyin, bir kimsenin bakılmasını, korunmasını birine veya birinin gözetilmesine bırakmak, emanet
    etmek.
    * Bir işin yapılmasını, bırakılmasınıveya o işten vazgeçilmesini söylemek.
    ısmarlanma * Ismarlanmak işi.
    ısmarlanmak * Bir şeyin yapılmasıveya getirilmesi birine söylenmek.
    ısmarlatma * Ismarlatmak işi.
    ısmarlatmak * Ismarlamak işini yaptırmak.
    ıspanak * Ispanakgillerden, yapraklarından sebze olarak yararlanılan bir bitki (Spinacia oleracea).
    ıspanakgiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi ıspanak olan, pazı, pancar gibi başka türleri de içine alan bir familya.
    ıspanaklar * Şekerci boyası giller, horoz ibiğigiller, ıspanakgiller familyalarını içine alan iki çenekli bitki takımı.
    ıspanaklı * İçinde ıspanak bulunan (yiyecek).
    ıspanaklı börek * Haşlanan ıspanağın suyu süzüldükten sonra süzülmesi, yağ, soğan ve salçayla karıştırılıp hamurun içine
    konulmasıyla yapılan ve pişirilen börek.
    ıspanaklıyumurta * Haşlanmışve yağda hafif kavrulmuşıspanağın içine yumurta kırılması ile hazırlanan yemek.
    ısparmaça * Deniz içinde birkaç zincirin birbirine dolaşması.
    Isparta gülü * Isparta yöresinde yetişen kendine özgü kokusu ve değişik renkleri ile tanınan bir tür gül.
    Isparta halısı * Isparta yöresinde el tezgâhlarında dokunan ve çok tutulan bir tür halı.
    ıspatula * Cerrahîde, ev işlerinde, duvarcılıkta vb.de kullanılan, bir maddeyi kazımaya, yaymaya yarayan küçük bir
    kürek veya ucu keskin olmayan bükülen bir bıçak biçiminde metal, ağaç, kemik vb. maddelerden yapılmış araç.
    ıspavli * Gemilerde kullanılan bir çeşit kalın sicim.
    ıspazmoz * Aşırıtitreme, kasılma.
    ıspazmoza tutulmak * aşırıderecede titremeye başlamak.
    ısrar * Direnme, ayak direme, üsteleme, üstünde durma.
    ısrar etmek * bir konuda, bir düşüncede sürekli direnmek, ayak diremek.
    * çok istemek.
    ısrarla * ısrarlı bir biçimde.
    ısrarlı * Üstünde durulan, çok istenen.
    ıssız * Kimse bulunmayan veya az kimse bulunan, tenha.
    * Yalnız, kimsesi olmayan.
    ıssız kalmak * ıssızlaşmak, tenhalaşmak.
    ıssızlaşma * Issızlaşmak işi.
    ıssızlaşmak * Issız duruma gelmek, tenhalaşmak.
    ıssızlık * Issız olma durumu, yalnızlık, tenhalık.
    ıssızlık çökmek * ıssız, tenha duruma gelmek, tenhalaşmak.
    ıstaka * Bkz. isteka.
    ıstakoz * Istakozlardan, suda yaşayan, birinci ayak çifti güçlü iki kıskaç durumunda gelişmiş bulunan, sevilen beyaz
    eti için avlanan, iri bir böcek (Homarus vulgaris).
    ıstakoz ağı * Kabuklu deniz hayvanlarınıavlamakta kullanılan küçük ağ.
    ıstakoz gibi * çok kırmızı.
    ıstakozlar * On ayaklılar takımına giren, örnek hayvanııstakoz olan bir familya.
    ıstakozluk * Istakozlarısaklamak için deniz kıyısında yapılan özel bölüm veya havuz.
    ıstampa * Ağaç, metal vb.üzerine oyulduktan sonra bir yere basılan biçim.
    * Bu tür biçim veya resimleri basmaya yarayan kalıp, damga, mühür.
    * İçinde, mühür veya damga gibi şeyleri mürekkeplemeye yarayan mürekkepli çuha bulunan kutu.
    ıstampa resim * Ağaç, bakır gibi yüzeylere oyulan ve tuvale basılan resim sanatı.
    ıstampacı * Istampa yapan veya satan kimse.
    ıstampacılık * Istampacının işi veya mesleği.
    ıstampalama * Istampalamak işi.
    ıstampalamak * Ham madeni sıcakta veya soğukta istenilen kalı ba sokarak şekillendirmek.
    ıstanbulin * Bkz. istanbulin.
    ıstar * Halı, kilim dokunan tezgâh.
  • Türkçe Sözlük I Sayfa 7

    ıstavroz * Bkz. istavroz.
    ıstıfa * Ayıklanma.
    ıstılah * Terim.
    * Herkesin anlamadığıözel anlamda kullanılan söz.
    ıstılah paralamak * herkesin anlamadığı ağdalı bir biçimde konuşmak.
    ıstırap * Acı.
    * Üzüntü, sıkıntı, keder.
    ıstırap çekmek * ağrıve acı içinde kıvranmak, aşırıderecede üzülmek.
    ıstıraplı * Istırap veren, acılı, sıkıntılı.
    ıstırapsız * Istırabı olmayan, acıveya üzüntü vermeyen.
    ıstırar * Çaresizlik, mecburiyet, zorunluk.
    ıstırarî * Mecburî, zorunlu.
    -ış/ -iş, -uş/ -üş * Fiillerden isim türeten ek: al-ış, gel-iş, bul-uş, gör-üş, anla-y-ış, bekle-y-iş, solu-y-uş, yürü-y-üşvb.
    -ış/ -iş, -uş/ -üş * Bkz. -ş-.
    ışığa doğrulum * Işık etkisiyle bir bitkinin büyüme hareketi, fototropizm (Işığa doğrulum bazen ışığa göçüm, fototaktizm
    yerine kullanılır).
    ışığa göçüm * Bir hücrelilerde birdenbire aydınlanma sonucu görülen tepkime, fototaktizm, fototaksi.
    ışığı altında * bir durum veya düşüncenin konuyu aydınlatmasından yararlanarak, onu göz önünde tutarak.
    ışık * Cisimleri görmeyi, renkleri ayırt etmeyi sağlayan fiziksel enerji, erke, ziya, nur, şavk.
    * Yüksek derecede ısıtılan cisimlerin (akkorluk) veya çeşitli enerji biçimleriyle uyarılan cisimlerin (gaz ışı)
    yaydığı gözle görülen ışıma.
    * Bir yeri aydınlatmaya yarayan araç.
    * Mutluluk, sevinç veya zekâdan doğan, özellikle yüzde ve gözlerde beliren parıltı.
    * Yol gösteren, aydınlatan kimse, düşünce, eser vb.
    * (resim sanatında) Işıklı, parlak yer.
    ışık akısı * Birim yüzeyinden, birim zamanda geçen ışık enerjisi.
    ışık aylası * Herhangi bir gök cismini çevreleyen ışıklıhalka.
    ışık aynası * (fotoğrafçılıkta) Işığıyansıtmak için ışık kaynağının önüne konulan nesne.
    ışık bacası * Yapıların içine ışığın iyi girebilmesi için bırakılan baca.
    ışık çanağı * Sahneyi aydınlatmak için değişik açılardan ışığın gelmesini sağlayan çukur madenî yansıtıcı.
    ışık eğrisi * Değişken bir yıldızın parlaklığının görünmesini veren grafik.
    ışık göçüm * Bitkilerde protoplâzmanın ışığa gösterdiği tepki.
    ışık gölge * (resimde) Işıklıve gölgeli bölümlerin birbirine göre dağılımını gösteren kısımlar.
    ışık hızı * Işığın bir saniyede aldığıyol.
    ışık ışını * Yayılan ışığın izlediği doğru.
    ışık korkusu * Bazıcanlıların ışıktan korkma duygusu.
    ışık küre * Bkz. ışık yuvarı.
    ışık ölçümü * Fiziğin, ışık miktarının ölçülmesini ve cisimlerin ışığı iletme, yansıtma, dağıtma gibi özelliklerini inceleyen
    bölümü, fotometri.
    ışık tutmak * bir yeri ışıkla aydınlatmak.
    * düşüncesiyle kılavuzluk etmek, konuyu aydınlatıcıdüşünceler söylemek, tutacağıyolu göstermek.
    ışık yılı * Işığın bir yılda aldığıyol.
    ışık yuvarı * Güneşte, dışarıya ışık veren katman, ışık küre, fotosfer.
    ışıkçı * Sinema filmlerinin çekiminde veya tiyatro, opera, bale gibi gösteri sanatlarında sahnenin aydınlatılması için
    gerekli ışık ve elektrik işlemini düzenleyip yapan kimse.
    ışıkçılık * Işıkçının işi veya mesleği.
    ışıkkesen * Karanlık odalara girip çıkarken bu yerlere ışık sızmasınıönleyen düzen.
    ışıklama * Çevirim sırasında, aydınlatılmışolan konunun görüntüsünün duyar kat üzerine belirli bir süre düşerek
    etkilemesi.
    ışıklandırılma * Işıklandırılmak işi.
    ışıklandırılmak * Işıklandırılmak işi yapılmak veya ışıklanmasısağlanmak.
    ışıklandırma * Işıklandırmak işi, aydınlatma.
    ışıklandırmak * Işıklıduruma getirmek, aydınlatmak.
    ışıklanma * Işıklanmak işi.
    ışıklanmak * Işıklıduruma gelmek, aydınlanmak, ışımak.
    ışıklı * Işığı olan, aydınlık, ışıklandırılmış, nurlu, nuranî.
    * Neşe veren, sevinç yaratan, mutlu.
    ışıklılık * Bir optik cihazda, cisme çıplak gözle veya cihazla bakıldığında, ağtabakadaki birim yüzeyi etkileyen ışık
    miktarlarıarasındaki oran.
    ışıkölçer * Işık şiddetini veya enerjisini ölçen araç, fotometre.
    * Bir ışık kaynağının, belli uzaklıkta oluşturduğu aydınlığıölçme işinde kullanılan araç, fotometre.
    ışıksız * Işığı olmayan, karanlık.
    ışıksızlık * Işıksız,ışıktan yoksun olma durumu.
    ışıl * Işıklı.
    ışıl ışıl * Titrek ve parlak bir ışık saçarak.
    * Parıltılı, ışıltılı.
    ışıl ışıl bakmak * sevinçten gözleri parıl parıl olmak.
  • Türkçe Sözlük I Sayfa 8

    ışıl küf * Sığır, domuz ve insanlarda ışıl küflüce hastalığına yol açan, ışıl küflerin örnek türü olan asalak mantar
    (Actinomyces bovis).
    ışıl küfler * Çeşitli türleri, insan ve hayvanlarda asalak yaşayan tallı bitkiler takımı.
    ışıl küflüce * Evcil hayvanlarda, özellikle sığırlarda, ışıl küflerden ileri gelen ve insanlara da bulaşabilen ilkel mantar
    hastalığı.
    ışılak * Parıltı.
    ışılama * Işılamak durumu veya biçimi.
    ışılamak * Işıldamak, parlamak.
    ışılatma * Işılatmak işi veya biçimi.
    ışılatmak * Parıldatmak.
    ışıldak * Karanlıkta bir hedefi aydınlatmak için kullanılan dar, uzun bir ışın demeti çıkaran ışık kaynağı, projektör.
    * Parlayan, ışıltılı.
    ışıldama * Işıldamak işi.
    ışıldamak * Titrek, parlak bir ışık saçmak, parıldamak.
    ışıldatma * Işıldatmak işi.
    ışıldatmak * Işıldamasını sağlamak, ışıl ışıl parlatmak, parıldatmak.
    ışıltı * Hafif ışık.
    * Bir şeyin ışıldarken saçtığıışık.
    ışıltılı * Işıltısı olan, ışıltıyapan.
    ışıma * Işımak işi, ışıklanma, aydınlanma.
    * Işınım.
    ışımak * Işıklanmak, aydınlanmak.
    * Işık saçmak.
    ışın * Bir ışık kaynağından çıkarak her yöne yayılıp giden ışık demeti, şua.
    * Işın etkin özdeklerin saçtıklarıalfa, beta, gama ışınlarından her biri.
    * Bir noktadan çıkıp sonsuza giden yarım doğrulardan her biri.
    ışın bilimci * Işın bilimi uzmanı, radyolog.
    ışın bilimi * Işık, elektrik ve ısıışınlarının uygulama alanlarını inceleyen bilim dalı, radyoloji.
    ışın etkin * Işın etkinliği olan, radyoaktif.
    ışın etkinlik * Alfa, beta veya gama ışınlarınıyayma özelliği, radyoaktivite.
    ışınım * Işın veya tanecik yayımı, radyasyon.
    * Uzayda yayılan bir dalgayı oluşturan öğelerin bütünü, radyasyon.
    * Bir enerjinin ışık demeti durumunda yayılması, radyasyon.
    * Isının, bir kaynaktan ışın ve dalga hareketi yoluyla yayılması, radyasyon.
    ışınım akısı * Birim düzeyden birim zamana geçen ışınım.
    ışınım alıcısı * Işınıma karşıhassas araç veya gereç.
    ışınım basıncı * Işınımın birim düzeye birim zamanda yüklediği itme gücü.
    ışınım dengesi * Bir yüzeyde oluşan ışınımın denkliği.
    ışınımölçer * Bir kaynağın bütün dalga boylarındaki toplam ışınımınıölçen araç, bolometre.
    ışınlama * Işınlamak işi.
    ışınlamak * Işın (bilim kurguya göre) gücüyle bir varlığı, atomlara ayırarak görünmez duruma getirmek veya atomlarını
    birleştirerek bir varlığıyeniden yaratmak.
    * Virüslerden başka mikroorganizmaların, özellikle mikropların bulaşmasınıazaltmak amacıyla yiyecek
    maddelerini hafif iyonlaştırıcıışınlara tutmak.
    ışınlandırma * Işınlandırmak işi.
    ışınlandırmak * İnsan, hayvan veya herhangi bir materyalin röntgen, gamma veya nötron gibi ışınlarının etkisinde kalmak.
    ışınlanma * Işınlanmak işi.
    ışınlanmak * Işınlamak işine konu olmak veya ışınlamak işi yapılmak.
    ışınlayıcı * Yapısında bir ışıma kaynağı bulunan ve bir maddeyi ışınlamaya yarayan (araç).
    ışınlı * Işın veren, ışın saçan.
    ışınlılar * Bir hücreli hayvanların, kök bacaklılar sınıfına giren, protoplazmalarından, hareket ve duyu organı olarak
    yalancıayak salan takım.
    ışınölçer * Işınların enerjiye dönüşmesini gösteren araç, radyometre.
    ışıntı * Işıklı, ışıltı.
    ışıntılâmbası * Işık saçan lâmba.
    ışıtım * İçine yağkonularak ucundaki fitil sayesinde ışık elde edilen kandil.
    ışıtma * Işıtmak işi.
    ışıtmak * Işık saçmak, ışıklandırmak.
    ışkı * Deri, tahta kazımakta kullanılan, iki ucu saplıeğri bıçak.
    ışkın * Bir ravent türü.
    ışkırlak * Karagöz’ün başlığı.
    ıştır * Ispanakgillerden, saplarıetli bir ot, yaban pazısı(Blitum capitatum).
    -ıt- * Bkz. -t- (III).
    -ıt / -it, -ut / -üt * İsimlerden sıfat türeten ek: yaş-ıt, eş-it vb.
    -ıt / -it, -ut / -üt * Fiillerden isim türeten ek: an-ıt, geç-it, um-ut, göm-üt vb.
  • Türkçe Sözlük I Sayfa 1

    ı, I * Türk alfabesinin on birinci harfi. I adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından kalın, düz, dar ünlüyü
    gösterir.
    * Majüskülü Romen rakamlarında 1 sayısını gösterir.
    -ıcı/ -ici, -ucu / -ücü * Fiilden “yapan, eden” anlamında sıfat türeten sıfat-fiil eki: yap-ıcı, gid-ici, uç-ucu, böl-ücü. Bu ekle yapılmış
    isimler de vardır: gör-ücü, sat-ıcıvb.
    ıcığıcıcığı * İçi dışı, hepsi.
    ıcığınıcıcığınıçıkarmak * incelenmemiş, elden geçirilmemişhiçbir yerini bırakmamak, didik didik etmek.
    * bir konuyu en küçük ayrıntılarına kadar incelemek, eleştirmek.
    ıcığınıcıcığınısormak * (bir kimsenin) soyunu sopunu, huyunu suyunu iyice öğrenmek için araştırmak.
    ığıl * Belli olmayacak kadar yavaşakan su.
    ığıl ığıl * Ağır ağır, yavaşyavaş.
    ığrıp * Bir tür delikli balık ağı, ırıp.
    * Yalan, düzen.
    ığrıp çekmek * balık yakalamak için atılmışığrı bıyukarıçıkarmak.
    ığrıp çevirmek * yalan dolanla bir şeyden yararlanmak.
    ığrıp kayığı * Beşçifte kürekli balıkçıkayığı.
    ıh * Deveyi çöktürmek için çıkarılan ses.
    ıhı * İşte.
    ıhlama * Ihlamak işi.
    ıhlamak * Hastalıktan veya yorgunluktan inler gibi ıh sesi çıkarmak.
    ıhlamur * Ihlamurgillerden, kerestesi beğenilen, büyük bir gölge ağacı(Tilia).
    * Bu ağacın kurutularak çay gibi içilen güzel kokulu çiçeği.
    ıhlamurgiller * İki çeneklilerden, örneği ıhlamur ağacı olan bir bitki familyası.
    ıhma * Ihmak işi.
    ıhmak * (deve) Çöküp oturmak.
    ıhtırılma * (deve) Ihtırılmak işi.
    ıhtırılmak * (deve) Çöktürülerek oturtulmak.
    ıhtırma * (deveyi) Ihtırmak işi.
    ıhtırmak * (deveyi) Çöktürüp oturtmak.
    -ık / -ik, -uk / -ük * Fiillerden sıfat türeten ek.
    ıkıl ıkıl * Boğulur gibi, sıkıntı ile soluyarak.
    * Güçlükle, zorla.
    ıkına sıkına * Büyük güç harcayarak, kendini zorlayarak.
    * Çekinerek, sıkılarak.
    ıkına tıkına * Sıkılarak, zorluk çekerek.
    ıkındırma * Ikındırmak işi.
    ıkındırmak * Ikınmasına yol açmak.
    ıkınıp sıkınmak * bir işyapabilmek için kendini çok zorlamak.
    ıkınma * Ikınmak işi.
    ıkınmak * Herhangi bir sebeple soluğunu içinde tutarak kendini zorlamak.
    * Peklikte veya doğum sırasında kaslarızorlayarak soluğunu tutmak.
    ıkıntı * Ikınmak işi.
    -ıkla- / -ikle-, -ukla- / -ükle- * Bazıfiillerden sıklık çatısıtüreten ek: say-ıkla-, did-ikle-, sür-ükle- vb.
    ıklama * Iklamak işi.
    ıklamak * Yük altında güçlükle solumak.
    * Ağlarken bunalır ve soluğu kesilir gibi iç çekmek.
    ıklaya sıklaya * büyük çaba harcayarak, kendini elden geldiği kadar zorlayarak.
    ıklım tıklım * Alabildiğinden de çok, ağzına kadar dolu, çok kalabalık.
    -ıl * Bkz. -I (I).
    -ıl * Bkz. -I- (II).
    ılgama * Ilgamak işi veya durumu.
    ılgamak * Atıdört nala sürmek.
    ılgar * Dizginleri koyuverilmişatın dört nala koşması.
    * Atla ansızın yapılan dolu dizgin saldırı.
    ılgar etmek * ılgarlamak.
    ılgarcı * Ilgarla düşman toprağına saldıran kimse.
    ılgarlama * Ilgarlamak işi.
    ılgarlamak * (bir ülkeye) Ilgarla saldırmak.
    ılgım * Çölde, uzaktan su gibi görünen ışık yanıltmacı, yalgın, pusarık, serap.
    ılgım salgım * Belli belirsiz.
  • Türkçe Sözlük I Sayfa 2

    ılgın * Ilgıngillerden, Akdeniz bölgesinde yetişen bir ağaç veya ağaççık cinsi (Tamarix).
    ılgıncar * Kuşkirazı.
    ılgıngiller * Örnek bitkisi ılgın olan, ayrıtaç yapraklı iki çenekli bitkiler familyası.
    ılgıt ılgıt * (esinti ve akışiçin) Yavaşyavaş.
    -ılı/ -ili, -ulu / -ülü * Fillden sıfat türeten ek: sar-ılı, ser-ili, kur-ulu, ört-ülü vb.
    ılıca * Suyu sıcak olarak yerden çıkan hamam, kaplıca, çermik, kudret hamamı.
    ılıcak * Az ılık, ılıkça.
    ılık * Soğukla sıcak arası, ne soğuk ne de sıcak.
    ılık ılık * Ilık olarak.
    ılıkça * Biraz ılık.
    ılıklaşma * Ilıklaşmak işi.
    ılıklaşmak * Ilık duruma gelmek.
    ılıklaştırma * Ilıklaştırmak işi.
    ılıklaştırmak * Ilık duruma getirmek, ılıtmak.
    ılıklık * Ilık olma durumu.
    ılım * İstek ve tutkularda ölçülü davranma erdemi, ölçülülük, itidal.
    ılıma * Ilımak işi veya durumu.
    ılımak * Ilınmak.
    ılıman * Sıcaklığıçok yüksek veya çok düşük olmayan (yer), mutedil.
    ılımlı * Aşırılığa kaçmayan, ölçülü, mutedil.
    * Siyasette aşırı görüşler arasında ortalama bir görüşü savunan.
    ılımlılık * Ilımlı olma durumu, mutedillik.
    ılındırma * Ilındırmak işi.
    ılındırmak * Ilık duruma getirmek.
    ılınma * Ilınmak durumu.
    ılınmak * Ilık duruma gelmek, ılımak.
    ılıştırma * Ilıştırmak işi.
    ılıştırmak * Sıcak suya soğuk veya soğuğa sıcak su katarak ılık duruma getirmek.
    ılıtma * Ilıtmak işi.
    ılıtmak * Ilık duruma getirmek.
    ılkı * Bkz. yılkı.
    ıltar * Çoban köpeklerinin boğazına takılan çivili demir.
    -ım * Bkz. -m (I).
    -ım * Bkz. -m (II).
    -ım * Bkz. -m (III).
    ımızganma * Imızganmak işi.
    ımızganmak * Uyku ile uyanıklık arası bir durumda bulunmak, uyuklamak.
    * Kararıp söner gibi olmak.
    -ımtırak * Bkz. -mtırak.
    -ın- * Bkz. -n-.
    -ın / -in, -un / -ün * Fiillerden isim ve sıfat türeten ek: yığ-ın, ek-in, dol-un, sök-ün vb.
    -ın / -in, -un / -ün * Belirtili isim tamlamasıkuran ek.
    -ınca / -ince, -unca / -ünce * Fiillerden zarf-fiil türeten ek: yap-ınca, gel-ince, ol-unca, gör-ünce vb.
    ıncalız * Turşusu yapılan bir tür küçük yaban soğanı.
    -ıncı/ -inci * Bkz. -ncı/ -nci.
    -ınç / -inç, -unç / -ünç * Bkz. -nç.
    -ıntı * Bkz. -ntı/ -nti, -ntu / -ntü.
    -ıp / -ip, -up / -üp * Fiillerden bağlama zarf-fiili türeten ek: yaz-ıp, gel-ip, otur-up, gül-üp, oy-na-yıp, bekle-yip vb.
    ıpıl ıpıl * Pırıl pırıl.
    ıpıslak * Çok ıslak, her yanııslak.
    ıpıssız * Çok ıssız, ıssız.
    ır * Bkz. yır.
  • Türkçe Sözlük I Sayfa 3

    -ır / -ir, -ur / -ür * Ünsüzle biten birçok fiile eklenen genişzaman eki: al-ır, ver-ir, ol-ur, gör-ür vb.
    ıra * Seciye, karakter.
    ırak * Uzak.
    ırak * Klâsik Türk müziğinde, aynıadla anılan ve kalın fa diyez notasınıandıran perdedeki makamlardan biri.
    ırakça * Biraz uzak, uzak gibi.
    ırakgörür * Dürbün.
    * Teleskop.
    ıraklaşma * Iraklaşmak işi.
    Iraklaşmak * Uzaklaşmak.
    Iraklı * Irak halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    ıraklık * Uzaklık.
    ıraksak * Birbirinden gittikçe uzaklaşan (ışınlar, çizgiler).
    ıraksak mercek * Üzerine düşen birbirine paralel ışınlarıyanlara doğru kırarak birbirinden uzaklaştıran mercek.
    ıraksama * Iraksamak işi, istibat.
    * Iraksak olma durumu.
    ıraksamak * Bir şeyin gerçekleşmesini uzak görmek, olacağına pek inanmamak, istibat etmek.
    ıraksınma * Iraksınmak işi veya durumu.
    ıraksınmak * Uzak bulmak.
    ıralama * Iralamak işi.
    ıralamak * Belirli bir ıra ile belirtmek, karakterize etmek.
    ırama * Iramak işi.
    ıramak * Uzaklaşmak, uzamak, ara açılmak.
    ırgalama * Irgalamak işi.
    ırgalamak * Yerinden oynatıp, sallamak, sarsmak.
    * İlgilendirmek.
    ırgalanma * Irgalanmak işi veya durumu.
    ırgalanmak * Irgalamak işi yapılmak, sarsılmak, sallanmak.
    ırgama * Irgamak işi.
    ırgamak * Çabuk olmak, davranmak.
    * Oynatmak, kımıldatmak.
    ırganma * Irganmak işi veya durumu.
    ırganmak * Sallanmak, kıpırdanmak.
    ırgat * Tarım işçisi, rençber.
    * Yapı işçisi.
    * Gemilerde ve yapılarda yatay kollarla ve birkaç kişi tarafından çevrilen bocurgat.
    ırgat gibi çalışmak * çok ağır bir işte çalışmak.
    ırgat pazarına döndürmek * karışık ve dağınık bir duruma getirmek.
    ırgatbaşı * Irgatlardan sorumlu kimse.
    ırgatlık * Irgat olma durumu, rençberlik.
    ırıp * Bkz. ığrıp.
    ırk * Kalıtımsal olarak, ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğu.
    * Bir canlıtüründe aynıkarakteri taşıyan canlıların oluşturduğu alt bölüm.
    * Soy.
    ırk ayrımı * Bireylerin, toplumsal kümelerin veya toplumların ırk özelliklerinden dolayıeşit olmayan işlemler karşısında
    bırakılmaları, ayrıtutulmaları, dışlanmaları, sınırlandırılmalarıveya üstün tutulmaları.
    ırk bilimi * Etnoloji, ırkiyat.
    ırk birliği * Irk esasına dayalı birlik.
    ırkçı * Irkçılık yanlısı olan (kimse).
    ırkçılık * İnsanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün
    olduğunu öne süren öğreti.
    ırkî * Irkla ilgili.
    ırkiyat * Etnoloji.
    ırksal * Bkz. ırkî.
    ırktaş * Aynıırktan olan kimse.
    ırlamak * Bkz. yırlamak.
    ırmak * Çoğunlukla denize dökülen, özellikle genişliği ve taşıdığısu niceliği bakımından en büyük akarsu, nehir.
    ırmak roman * Bir olayın, geniş bir zaman diliminde geçtiği bir çağı, bir toplumun geniş bir görünümünü veren çok uzun
    roman, nehir roman.
    ırmaklaşma * Irmaklaşmak işi veya durumu.
    ırmaklaşmak * Irmak durumuna gelmek, ırmak gibi akmak.
    ırz * Bir kimsenin, başkalarıtarafından dokunulmamasıve saygı gösterilmesi gereken iffeti.
  • Türkçe Sözlük I Sayfa 4

    ırz düşmanı * Cinsel zevki için her türlü yasa ve töreleri çiğnemekten çekinmeyen kimse.
    ırz ehli * Namuslu, iffetli, temiz kimse.
    ırzına geçmek * zor kullanarak bir kimseyi cinsel zevkine alet etmek, tecavüz etmek.
    ırzını bozmak * ırzına geçmek.
    ısfahan * Klâsik Türk müziğinde dügâh perdesindeki makamlardan biri.
    ısı * Bir cismin uzamasına, genleşmesine, buharlaşmasına, erimesine, sıcaklığının artmasına, bir işyapmasına
    sebep olan fiziksel enerji, hararet.
    * Doğal vücut sıcaklığı, hararet: İnsan vücudunun doğal ısısı36,5° C dir.
    * Hastalığın etkisiyle ortaya çıkan vücut sıcaklığı.
    * Sıcaklık.
    ısıcam * İki cam plâkanın çevresel olarak metal bir ara çıtasıyardımıyla birbirine bağlanmasıtemeline dayanan bir
    madde.
    ısıdam * Hamam.
    ısıkuşak * Sıcak kuşak.
    ısıölçümü * Çeşitli olaylar sırasında açığa çıkan, ısımiktarının ölçülmesini konu alan fizik dalı, kalorimetri.
    ısıyayımı * Hareket eden nesnelerle belli nicelikte ısının taşınması olayı, iletim, konveksiyon.
    ısıyuvarı * Sıcaklığın gittikçe yükseldiği 100-300 km yükseklikler arasındaki hava yuvarıkatmanı, termosfer.
    ısıalan * Oluşumu sırasında ısıalan (birleşme, tepkime), endotermik.
    ısıcak * Sıcak.
    * Hamam.
    ısıdenetir * Bir yer veya nesnenin ısısınıkendiliğinden düzenleyen, aynıderecede olmasınısağlayan cihaz, termostat.
    ısıl * Isı ile ilgili, termik.
    ısın * Bir kilogram suyun sıcaklığını bir derece yükseltmek için gereken ısımiktarı, kalori.
    ısındırma * Isındırmak işi.
    ısındırmak * Isınmasını sağlamak, sıcaklık kazandırmak.
    * Birinin bir şeye alışmasını, ilgi duymasını sağlamak.
    ısınış * Isınmak işi veya biçimi.
    ısınma * Isınmak işi.
    ısınma ısısı * Bir cismin bir gramının sıcaklığını bir santigrat derece yükselten ısımiktarı.
    ısınma koşusu * Özellikle serin havalarda, vücut çalışmalarına başlamadan önce kaslarıısıtmak, böylece kas kopmalarını
    önlemek için yapılan hazırlayıcıhafif koşu.
    ısınmak * Sıcak duruma gelmek.
    * Üşümesini gidermek.
    * Yadırgamaz olmak, hoşlanır olmak, alışmak.
    ısı ot * Bkz. isot.
    ısıölçer * Cisimlerin ısınma ısısınıöİçmeye yarayan âlet, kalorimetre.
    ısıracak it dişini göstermez * kötülük edecek kimse önceden haber vermez.
    ısırgan * Isırgangillerden, her tarafısert tüylerle kaplı, tüyleri kırılınca karınca asidi denilen çok kaşındırıcı bir madde
    çıkartan bir ot (Urtica).
    ısırgangiller * İki çeneklilerden, örneği ısırgan otu olan, yapışkan otu, rami gibi birtakım türleri içine alan bitki familyası.
    ısırgın * İsilik.
    ısırıcı * Isıran, dişlerini batıran.
    * (kumaş, yün için) Dalayan, kaşındıran.
    * (rüzgâr için) Sert, soğuk.
    ısırık * Isırılan yerde kalan iz.
    * Bir kezde ısırılan.
    ısırılma * Isırılmak işi.
    ısırılmak * Dişleri arasında sıkılmak veya koparılmak.
    ısırımlık * Bir kezde ısırılacak miktar.
    ısırma * Isırmak işi.
    ısırmak * Dişleri arasına alıp sıkmak.
    * Dişleriyle koparmak.
    * (rüzgâr, soğuk için) Sert esmek, keskin bir biçimde etkilemek.
    * (kumaşiçin) Dalamak, kaşındırmak.
    ısırtma * Isırtmak işi.
    ısırtmak * Isırmasına sebep olmak.
    ısıtıcı * Bir nesnenin, daha çok bir akışkanın sıcaklığını, kullanmadan önce arttırmaya yarayan alet.
    ısıtılma * Isıtılmak işi.
    ısıtılmak * Isıtmak işi yapılmak.
    ısıtıp ısıtıp önüne koymak * daha önce geçmiş bir olayı, bir işi, ileri sürülmüş bir düşünceyi sık sık tekrarlamak.
    ısıtış * Isıtmak işi veya biçimi.
    ısıtma * Isıtma işi, teshin.
    * Sıtma.
    ısıtmak * Sıcak duruma getirmek.
    * Çekici, olumlu, hoş bir duruma getirmek.
    ısıveren * Isıaçığa çıkaran, çevresine ısısalan (birleşme, tepkime), ekzotermik.
    ısıyayar * Bir akışkanda ısıyıher tarafa eşit olarak yaymaya yarayan alet, konvektör.
    ıska * Boşa çıkarma, rast getirememe.
    ıska geçilmek * gözden kaçırmak, atlamak, değerini ve önemini anlamamak.