Kategori: M

  • Türkçe Sözlük M Sayfa 85

    mütehevvir * Öfkeli, kızgın.
    müteheyyiç * Heyecana kapılmış, heyecanlı.
    mütekabil * Karşılıklı.
    mütekabiliyet * Karşılıklı olma durumu.
    mütekabiliyet esasıüzerine * karşılıklı olarak.
    mütekait * Emekli.
    mütekâmil * Olgunlaşmış, gelişmiş, gelişkin.
    mütekâsif * Yoğunlaşmış, koyulaşmış, derişik.
    mütekebbir * Kibirli, kendini beğenmiş.
    mütekellim * Söyleyen, konuşan.
    * Teklik birinci kişi.
    mütelezziz * Lezzet bulan, tat alan, mutlu olan, hoşlanan.
    mütelezziz olmak * lezzet duymak, tat almak, mutlu olmak.
    mütemadi * Sürekli, aralıksız.
    mütemadiyen * Ara vermeden, sürekli olarak, biteviye.
    mütemayil * İstekli görünen, eğilimi olan.
    mütemayiz * Kendini gösteren, sivrilen.
    mütemekkin * Yerleşmişolan, yerleşik.
    mütemerkiz * Derişik, mütekâsif.
    mütemmim * Tamamlayan, bütünleyen, bitiren.
    * Bütünler.
    * Tümleç.
    mütenakıs * Azalan, eksilen.
    mütenakız * Çelişkili, çatışık, çelişik.
    mütenasip * Orantı, oranlı, uygun.
    mütenavip * Almaşık.
    mütenazır * Bakışımlı, simetrik.
    mütenebbih * Aklını başına toplamış, akıllanmış, uslanmış.
    müteneffir * İğrenmiş, tiksinmiş.
    mütenekkir * Kılık değiştiren, takma ad kullanan, kendini tanıtmak istemeyen.
    mütenekkiren * Kılık değiştirerek, takma ad kullanarak, kendini tanıtmadan.
    mütenevvi * Türlü, çeşitli.
    müteradif * Eşanlamlı, anlamdaş, sinonim.
    müterakim * Birikmiş, toplanmış, yığılmış.
    müterakki * İleri, ilerlemiş.
    mütercem * Çevrilmiş, tercüme edilmiş.
    mütercim * Çevirmen.
    mütercimlik * Çevirmenlik.
    mütereddi * Soysuzlaşmış.
    mütereddit * Tereddüt eden, çekingen, kararsız, ikircimli kimse.
    mütesanit * Dayanışma içinde olan kimse.
    müteselli * Avunan.
    müteselli olmak * avunmak.
    müteselsil * Arasıkesilmeden birbirini izleyen, zincirleme.
    müteşebbis * Girişken, girişimci.
    müteşekkil * Oluşmuş, meydana gelmiş.
    müteşekkir * Teşekkür eden, teşekkür borcu olan.
    mütetebbi * Bir konuyu dikkatle araştıran, irdeleyici, araştırıcı.
    mütevakkıf * (gerçekleşmesi) Bir şeye bağlı bulunan.
    mütevali * Art arda gelen, üst üste olan, ardışık.
    mütevazı * Alçak gönüllü.
    * Gösterişsiz, iddiasız.
    mütevazi * Birbirine paralel olan.
    mütevazin * Birbirine uyan, oranlı.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 86

    müteveccih * Bir yere gitmeye, bir şeyi yapmaya karar veren.
    * Yönelmiş.
    müteveccihen * Bir yere doğru gitmek üzere.
    * Bir şeyi yapmaya yönelmişolarak.
    müteveffa * (insan için) Ölmüş, ölü.
    mütevehhim * Kuruntulu, evhamlı.
    * Korkak, ödlek.
    mütevekkil * Her işini Tanrı’ya veya oluruna bırakmış, kadere boyun eğmiş.
    mütevelli * Bir vakfın yönetimi kendisine verilmişolan kimse.
    mütevelli heyeti * Bir vakfın veya bir kuruluşun yönetim işlerinin doğrudan bağlı bulunduğu kurul.
    mütevellit * Doğmuş, dünyaya gelmiş.
    * Meydana gelmiş, ileri gelmiş.
    müteverrim * Veremli.
    müteyakkız * Uyanık, tetikte, sak.
    mütezayit * Artan, çoğalan.
    müthiş * Korkuya düşüren, korkunç, dehşetli.
    * Çok rahatsız eden, dayanılmaz.
    * Şaşılacak kadar değişik.
    * “Ne şaşılacak şey” anlamında kullanılır.
    müttefik * Bağlaşık.
    müttefikan * El birliğiyle, hep birlikte.
    * Oy birliğiyle.
    müttehiden * Birlikte, birlik olarak.
    müttehit * Birlik durumuna gelmiş, birleşik, birlik olmuş.
    * Birleşik.
    müvekkil * Birini kendine vekil olarak seçen kimse.
    müvellidülhumuza * Oksijen.
    müvellidülma * Hidrojen.
    müverrih * Tarih yazan kimse, tarihçi.
    müvesvis * İşkilli, kuruntulu, vesveseli.
    müvezzi * Dağıtıcı.
    müvezzilik * Müvezzi olma durumu.
    müyesser * Kolaylıkla ortaya çıkan.
    müyesser olmak * kolaylıkla ortaya çıkmak, kolaylıkla elde edilmek.
    * nasip olmak.
    -müz * Bkz. -mız / -miz.
    müzaheret * Yardım etme, arkalama, destekleme, arka çıkma.
    müzaheret etmek * yardım etmek, arkalamak, arka çıkmak.
    müzahir * Arkalayan, destekleyici, arka çıkan, yardımcı.
    müzahrefat * Süprüntüler, pislik.
    * Yalanlar, saptırmalar.
    müzakerat * Bir konuyla ilgili konuşmalar, danışmalar, müzakereler.
    müzakere * Bir konuyla ilgili görüşme, danışma.
    * Sözlü sınav.
    * Etüt, mütalâa.
    müzakere etmek (veya yapmak) * bir konuyu görüşmek, konuşmak.
    * sözlü sınav yapmak.
    müzakereci * Öğrencileri çalıştıran kimse.
    müzayaka * Sıkıntı, darlık, parasızlık.
    müzayede * Artırma.
    müze * Sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için
    sergilendiği yer veya yapı.
    müze gibi * eski ve değerli eşyaları olan (yer).
    müzebzep * (yönetim için) Bozuk.
    * Çok karışık, karmakarışık.
    müzeci * Müze kuran veya müzede çalışan kimse.
    müzecilik * Müze kurma veya işletme işi.
    müzehhep * Altın suyuna batırılmışolan.
    * Yaldızla süslenmiş, yaldızlanmış.
    müzekker * Eril.
    müzekkere * Bir işiçin, herhangi bir üst makama yazılan yazı.
    * Yargılama makamının, bir kararın yerine getirilmesi konusunda belli bir makama yazdığıyazı.
    müzelik * Müzeye konulacak değerde veya eskilikte olan.
    * Eski, köhne.
    müzevir * Söz götürüp getiren, arabozan.
    müzevirleme * Müzevirlemek işi.
    müzevirlemek * Birinin başkasıaleyhine yaptıklarıveya söylediklerini karşıtarafa iletmek, ara bozmak.
    müzevirlik * Müzevir olma durumu.
    müzevirlik etmek * söz getirip götürmek, ara bozmak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 87

    müzeyyen * Süslenmiş, bezenmiş.
    müziç * Bunaltıcı, tedirgin edici, sıkıcı.
    müzik * Duygu, düşünce ve tek sesli veya çok sesli olarak anlatma sanatı, musiki.
    * Bu biçimde düzenlenmişseslerden oluşan eserlerin okunmasıveya çalınması.
    müzik bilimci * Müzik bilimi alanında araştırmalar yapan bilgin veya uzman, müzikolog.
    müzik bilimi * Müzik konularını, bilimsel yöntemlerle inceleyen bilim, müzikoloji.
    müzik corner * Bkz. müzik köşesi.
    müzik dolabı * Radyo, televizyon, teyp, pikap, video ve benzeri ses cihaz ve aksesuarlarıkoymaya yarayan mobilya.
    müzik köşesi * Değişik müzik türlerinin bir mağazanın belli bir bölümünde veya köşesinde, plâk, kaset, uzunçalar vb.
    olarak satışa sunulduğu yer.
    müzik market * Değişik müzik türlerinin plâk, kaset, uzunçalar vb. yollarla halka pazarlandığıyer.
    müzik odası * Müzik dinlemeye ayrılmışyer.
    müzik salonu * Müzik dinlenen genişsalon.
    müzikal * Müzikle ilgili.
    * Müzik eşliğinde sergilenen film veya tiyatro oyunu.
    müzikalite * Ahenkli, uyumlu olma.
    müzikçi * Müzik eserleri yaratan, besteleyen veya besteleri çalan kimse, müzisyen.
    * Müzik öğretmeni.
    müzikçilik * Müzikçi olma durumu.
    müzikhol * Fon müziğinden yararlanılarak eğlenceli, fantezi oyunların oynandığıyer.
    müziklendirmek * Müzik ile çeşitlemek, süslemek.
    müzikli * (film ve oyun için) Bazı bölümlerinde müzikten de yararlanılan.
    müzikolog * Müzik bilimci.
    müzikoloji * Müzik bilimi.
    müziksever * Müzik tutkusu olan, müziği seven (kimse).
    müziksiz * Müziği olmayan.
    * Herhangi bir müzik parçasıçalınmayan.
    müzisyen * Müzikçi, müzik sanatçısı.
    müzmin * Uzun süreli, süreğen, kronik.
    * Ne kadar süreceği belli olmayan, uzun süreli olan, sürekli.
    müzminleşme * Müzminleşmek işi, süreğenleşme.
    müzminleşmek * Süreğenleşmek.
    müzminleştirme * Müzminleştirmek işi veya durumu.
    müzminleştirmek * Müzmin duruma getirmek.
    müzminlik * Müzmin olma durumu.
    Mv * Mendelevyum’un kısaltması.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 81

    müsabakaya girmek * yarışmak, yarışmaya katılmak.
    müsabık * Yarışmacı, yarışçı.
    müsademe * Silâhlı iki grup arasındaki kısa çatışma, çarpışma.
    * Uğraşma.
    müsadere * İşlenen bir suç karşılığı olarak, suçlunun malının bütünü veya bir bölümü üstündeki sahipliğine son
    verilmesi ve bu sahipliğin bir başka kuruluşa devredilmesi.
    * Tanzimat’tan önce herhangi bir kişiye ait mallara, padişah adına el konulması.
    müsadere etmek * bir şeye kanunî olarak el koymak.
    müsadif * Rastlayan.
    müsait * Uygun, elverişli.
    * Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın).
    müsakkafat * Üzeri damla örtülmüşolan yapılar.
    müsamaha * Hoşgörü, tolerans.
    * Görmezlikten gelme, göz yumma.
    müsamahakâr * Hoşgörülü davranan, toleranslı.
    müsamahakârlık * Hoşgörülük.
    müsamahalı * Hoşgörülü, toleranslı.
    müsamahasız * Hoşgörüsü olmayan.
    müsamahasızlık * Hoşgörüsüzlük, toleranssızlık.
    müsamere * Okullarda öğrencilerin sunduğu, programında koşuk, oyun, gibi gösterilenlerin yer aldığıeğlence.
    * Çoğunlukla akşam toplantısı, akşam eğlencesi.
    müsavat * Eşitlik, denklik.
    müsavatçılık * Eşitçilik.
    müsavatsız * Eşit olmayan.
    müsavatsızlık * Eşitsizlik.
    müsavi * Eşit, denk.
    müsbet ilimler * Pozitif bilimler.
    müsebbip * Bir şeyin olmasına, yapılmasına sebep olan, yol açan (kimse veya şey).
    müseccel * Kütüğe geçirilmiş, tescil edilmiş, sicilli.
    müseddes * Altı gen.
    * Divan edebiyatında her bendi altımısradan oluşmuşnazım biçimi.
    müsekkin * Yatıştırıcı.
    müsellem * İnkâr edilemeyen, karşıçıkılamayan, söz götürmez.
    müselles * Üçgen.
    * Üç bölümden oluşan, üçlü.
    * Kokteyl türünden karışık bir içki.
    * Üç kere damıtılarak yapılmışözel bir şarap.
    müsellesat * Trigonometri.
    müsellim * OsmanlıDevletinde eyalet ve sancakta yönetimi elinde bulunduran kişilere verilen ad.
    müselsel * Birbirine bağlı olan, art arda zincirleme olarak gelen.
    müsemma * Ad verilmiş, adı olan.
    müsemmen * Sekiz bölümden oluşan, sekizli.
    * Sekizer mısralı bentlerden oluşan şiir.
    müsevvit * Müsvedde yapan kimse, kâtip.
    * Taslak yapan kimse.
    müshil * Bağırsaklarıçalıştırıp temizleyen, dışkının kolaylıkla dışarıatılmasınısağlayan ilâç.
    müskirat * Sarhoşeden şeyler, alkollü içkiler.
    Müslim * Müslüman.
    Müslüman * İslâm dininden olan kimse.
    * Dine bağlı, dindar.
    * Doğru, haktan ayrılmaz kimse.
    Müslüman adam * Doğruluktan ayrılmaz, dürüst, hakyemez adam.
    Müslüman mahallesinde salyangoz satmak * Bkz. körler mahallesinde ayna satmak.
    Müslümanlaştırma * Muslümanlaştırmak işi, İslâmlaştırma.
    Müslümanlaştırmak * Bir topluluğu veya bir kimseyi İslâm dinine sokmak, İslâmlaştırmak.
    Müslümanlık * Hz.Muhammed’in yaydığıdin, İslâm dini, İslâmlık, İslâmiyet.
    * Müslüman olma durumu.
    * Müslüman topluluğu.
    müsmir * Yararlı, verimli.
    * Sonuç veren.
    müspet * Olumlu.
    * Pozitif.
    müspet ilimler * Pozitif bilimler.
    müsrif * Tutumsuz, savurgan.
    müsriflik * Tutumsuzluk, savurganlık, israf.
    müstacel * Acele yapılması gereken, ivedi, evgin.
    müstacelen * Çabuk olarak, ivedilikle.
    müstaceliyet * İvedilik.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 82

    müstafi * Kendi isteğiyle işinden çekilmiş, istifa etmiş.
    müstağni * Elinde olanla yetinen, doygun.
    * Nazlıdavranan.
    müstahak * Hak etmiş, hak kazanmış, lâyık.
    * Bir kimsenin lâyık olduğu ödül veya ceza.
    müstahak olmak * hak kazanmak, lâyık olmak.
    müstahdem * Hizmette bulundurulan (kimse), hizmetli, odacı, hademe.
    müstahkem * Belirtilmiş, tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış.
    müstahkem mevki * Türlü savunma tesislerini kapsayan bölge.
    müstahsil * Üretici, yetiştirici.
    müstahzar * Kullanıma hazır duruma getirilmiş, hazırlanmış.
    * Önceden hazırlanarak eczahanede bulundurulan hazır ilâç.
    müstahzarat * Eczahanelerde hazır olarak bulundurulan ilâçlar.
    müstait * Doğuştan yetenekli, kabiliyetli olan.
    müstakar * İstikrar bulmuş, durulmuş.
    * Karar kılınan, yerleşilen yer.
    müstakbel * İleri bir tarihte beklenen, gelecek.
    * Gelecek (zaman), istikbal.
    müstakil * Bağımsız.
    * Kullanışyönünden başka bir yapı ile bağlantısı olmayan.
    * Kullanışyönünden belli kişi veya kişiler için ayrılmışolan.
    müstakim * Doğru, doğruluktan şaşmayan.
    * Doğrulu.
    müstamel * Kullanılmışolan.
    * Yeni olmayan, eski.
    müstantik * Sorgu yargıcı.
    müstantiklik * Sorgu yargıçlığı.
    müstear * Eğreti olarak alınmış, takma.
    * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    müstebat * Olacağısanılmayan, uzak görülen.
    müstebit * Hükmü altında bulunanlara söz hakkıve davranışözgürlüğü tanımayan, zorba, despot.
    müstebitlik * Müstebit olma durumu veya müstebitçe davranış, zorbalık, despotluk.
    müstecir * Kira karşılığında bir yeri tutan kimse, kiracı.
    müstefit * Yararlanma.
    müstefit etmek * yararlandırmak.
    müstefit olmak * yararlanmak, faydalanmak.
    müstehase * Fosil, taşıl.
    müstehcen * Açık saçık, edebe aykırı, yakışıksız.
    müstehcenleşme * Müstehcenleşmek işi veya durumu.
    müstehcenleşmek * Müstehcen duruma gelmek.
    müstehcenlik * Müstehcen olma durumu.
    müstehlik * Tüketici.
    müstehzi * Alaycı.
    müstekreh * İğrenç.
    müstelzim * Gerektiren.
    * Gerekli olan, gereken.
    müstemirren * Ara vermeden, sürekli olarak.
    müstemleke * Sömürge.
    müstemlekeci * Sömürgeci.
    müstemlekecilik * Sömürgecilik.
    müsteniden * Dayanarak.
    müstenit * Dayanan, yaslanan.
    müstenkif * Oy vermekten veya bir karara katılmaktan çekinen, çekimser.
    müstensih * İstinsah eden, suret çıkaran kimse.
    * (yazıları) Çoğaltma makinesi, teksir makinesi.
    müsterih * Bütün kaygılardan kurtulup gönlü rahata kavuşan, içi rahat olan.
    müsterih olmak * içi rahat olmak, kaygıdan kurtulmak.
    müstesna * Bir bütünün veya kuralın dışında olan, kural dışı, şaz.
    * Benzerlerinden üstün olan, benzerleri az bulunan.
    * Ayrıcalı, ayrıtutulan, ayrık.
    * Dışındaki, ayrıtutularak, hariç.
    müsteşar * Kendisinden bilgi alınan, kendisine danışılan kimse.
    * Bakanlıklarda, elçiliklerde bakan veya büyük elçiden sonra gelen en büyük yönetici.
    müsteşarlık * Müsteşar olma durumu.
    * Müsteşarın görevi veya makamı.
    müsteşrik * Doğu bilimci, şarkiyatçı, oryantalist.
    müstevi * Her yeri aynıdüzeyde olan, düz.
    * Düzlem.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 83

    müstevli * Bir yeri istilâ eden, yönetimi altına alan (kimse, devlet, ordu vb.).
    * Salgın.
    müstezat * Çoğalması istenilen, artmış.
    * Her dizesine bir küçük dize eklenmişdivan edebiyatınazım türü.
    müsvedde * Yazıtaslağı, karalama.
    * Bir şeyin kötü benzeri.
    müsvedde defteri * Karalama defteri.
    müsveddelik * Müsvedde yapmaya elverişli.
    müsveddelik kâğıt * Karalama için kullanılan kâğıt.
    -müş * Bkz. -mış/ miş.
    müşabehet * İki şey arasında benzerlik, benzeşlik.
    müşabih * Aralarında benzerlik olan, benzer, benzeş.
    müşahede * Görme.
    * Gözlem.
    müşahede etmek * gözlemlemek.
    müşahhas * Somut, konkre.
    müşahit * Bir şeyi gören, gözleyici.
    * Gözlemci.
    müşareket * Ortaklık, ortaklaşma.
    müşareket etmek * ortaklaşa çalışmak.
    müşareket fiili * İşteşfiili.
    müşarünileyh * (bir kimse için) Adı geçen, adıanılan kişi.
    müşavere * Danışma, danış.
    müşavir * Danışman.
    müşavirlik * Danışmanlık.
    müşebbeh * Bir şeyle arasında benzerlik bulunan, benzetilen.
    müşekkel * Biçim verilmiş.
    * İri, gösterişli.
    müşerref * Onur verilerek yüceltilmiş.
    müşerref olmak * onurlanmak, onur kazanmak, şereflenmek.
    müşevveş * Belirsiz, karışık, düzensiz.
    müşevvik * Arzusunu çoğaltan, isteğini artıran.
    * Ayartan, kışkırtan, önayak olan.
    müşfik * Sevecen, şefkatli.
    müşir * Mareşal.
    müşir * Yazı ile bildiren, haber veren.
    * Gösterge.
    müşirlik * Mareşallik.
    müşkilât çıkarmak * yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak.
    müşkül * Güç, zor, çetin.
    * Engel, güçlük, zorluk.
    müşkülât * Güçlük, güçlükler, zorluklar.
    müşkülât çekmek * zorluk, güçlük içinde kalmak.
    müşkülâtlı * Güçlüğü olan, zorluk içinde olan.
    müşküle * Bağbozumuna yakın bir zamanda yetişen, kalınca kabuklu, iri ve uzun taneli bir üzüm.
    müşkülleşme * Müşkülleşmek işi veya durumu.
    müşkülleşmek * Müşkül duruma girmek, güçleşmek, zorlaşmak.
    müşkülpesent * Güç beğenen, titiz.
    müşrik * Tanrı’ya ortak koşan.
    müştak * Başka bir kelime veya kökten türemiş, çıkmış.
    * Türev.
    müştak * Özleyen, göreceği gelen.
    müştehi * Bir şey için çok istek gösteren, istekli.
    * İştahlı.
    müşteki * Yakınan, sızlanan, şikâyetçi.
    müşteki olmak * yakınmak, şikâyetçi olmak.
    müştemilât * Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölüm veya yapı, eklentiler.
    müşterek * Ortak.
    * Birlik.
    * Ortaklaşa, el birliğiyle yapılan veya hazırlanan.
    müşterek bahis * At yarışlarında, en az iki koşuda yarışan hayvanlardan birinin kazanmasına bağlanan talih oyunu.
    müştereken * Ortaklaşa, birlikte, el birliğiyle.
    Müşteri * Erendiz, Jüpiter.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 84

    müşteri * Alıcı, hizmet gören ve karşılığında ücret ödeyen kimse.
    müşteri hizmeti * Müşteriye verilen hizmet.
    müt’a * Geçici kazanç.
    * Geçici olarak yapılan nikâh.
    müt’a nikâhı * Bazıyerlerde kadına verilen para karşılığında yapılan geçici nikâh, evlenme.
    mütalâa * Okuma, ders çalışma.
    * İrdeleme, müzakere, görüş, etüt.
    * Düşünce, oy.
    mütalâa etmek * okumak.
    * üzerinde düşünmek, iyice incelemek.
    mütalâada bulunmak * görüşveya düşünce ileri sürmek.
    mütareke * Savaşan tarafların ateşi belli bir süre için kesmesi, ateşkes, bırakışma.
    müteaddit * Çok, birçok.
    müteaffin * Kokuşuk, pis kokulu.
    müteahhit * Başkasıyla ilgili bir işi yapmayıüzerine alan kimse, üstenci.
    müteahhitlik * Üstencilik.
    müteakiben * Sonra, arkadan, ardısıra.
    müteakip * Arkadan gelen, ardısonra gelen.
    * Sonra.
    mütealiye * Deneyüstücülük, transandantalizm.
    müteallik * İlişkin, ilgili.
    müteammim * Yaygın duruma gelmiş, genelleşmiş.
    mütearife * Aksiyom, belit.
    mütebahhir * Geniş, derin bilgisi olan.
    mütebaki * Geri kalan, kalan.
    mütebasbıs * Yaltak, yaltaklanan, yaltakçı.
    mütebeddil * Değişen.
    * Kararsız.
    mütebessim * Gülümseyen, güleç.
    mütecanis * Bağdaşık, homojen.
    mütecasir * Yeltenen, cüret eden.
    mütecaviz * Saldırgan, saldırıcı, sataşkan.
    * …-den çok…. -i aşan.
    mütecessis * Gizliyi arayan, gizliyi gözetleyen.
    mütedair * Ait, için, dolayı, üzerine, … ile ilgili.
    mütedavil * Tedavülde bulunan, elden ele gezen.
    mütedavil sermaye * Bkz. döner sermaye.
    mütedeyyin * Dindar.
    * Belli bir dini kabul etmiş.
    müteessif * Üzülen, acınan, yerinen, esef eden.
    müteessif olmak * üzülmek, acınmak, yerinmek, esef etmek.
    müteessir * Üzülmüş, üzüntülü.
    * Etkilenmiş.
    müteessir olmak * üzülmek.
    * etkilenmek.
    mütefekkir * Düşünür.
    mütefennin * Fen bilgini.
    müteferrik * Ayrılmış, dağınık.
    müteferrika * Küçük giderler için ayrılan para.
    * Güvenlik kuruluşlarında şüpheli kimselerin ilgili yerlere gönderilmek için geçici olarak barındırıldıkları
    bölüm.
    * Padişah, vezir ve daha başka devlet büyüklerinin yanında, türlü hizmetlerde çalışan kimse.
    mütegallibe * Zorba, zorba takımı.
    mütehakkim * Hâkim olan, hükmeden.
    * Zorbalık eden, hükmünü zorla yürüten.
    mütehammil * Dayanıklı görünümlü.
    müteharrik * Yer değiştirebilen, oynar, devingen, hareketli.
    * İşleyen, çalışan.
    mütehassıs * Uzman.
    mütehassıslık * Uzmanlık.
    mütehassis * Duygulanmış.
    mütehassis etmek * bir kimseyi duygulandırmak.
    mütehassis olmak * herhangi bir sebeple duygulanmak.
    mütehavvil * Değişken, kararsız.
    mütehayyir * Şaşmış, şaşırmışolan.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 77

    mükemmel * Eksiksiz, kusursuz, tam yetkin.
    mükemmelen * Eksiksiz, kusursuz olarak.
    mükemmeliyet * Mükemmellik.
    mükemmellik * Eksiksiz, kusursuz, tam, yetkin olma.
    mükerrer * Tekrarlanmış, yenilenmiş.
    mükerreren * Tekrarlanarak, tekrar edilmişolarak.
    mükevvenat * Yaratıkların bütünü.
    mükeyyifat * Keyif verici, uyuşturucu maddeler.
    mükrim * İkram eden, konuksever, ikramcı, ağırlayan.
    müktesebat * Edinilen, kazanılan bilgiler.
    müktesep * Kazanılmış, edinilmiş.
    mülâhaza * Düşünce.
    mülâhaza yapmak * düşünmek.
    mülâhazat * Düşünceler.
    mülâhazat hanesi * Bir şey hakkındaki düşüncelerin yazıldığıyer.
    mülâhazat hanesini açık bırakmak * bir kimse hakkında kesin bir kanıya varamayarak zamanla ortaya çıkacak gelişmeleri beklemek.
    mülâhham * Şişman.
    mülâkat * Buluşma, görüşme.
    * Röportaj.
    * Bir işe alınacak kişiler arasından seçim yapabilmek amacıyla kendileriyle karşılıklıkonuşma, görüşme.
    mülâkat vermek * (belli bir konuda) konuşmak, demeç vermek.
    mülâkat yapmak * bir kimsenin bir konu veya sorunla ilgili görüşlerini almak.
    mülâki * Buluşan, kavuşan, görüşen.
    mülâki olmak * buluşmak, kavuşmak, görüşmek.
    mülâyemet * Yumuşak huyluluk, uysallık.
    * Bağırsakların yumuşaklığı.
    mülâyim * Uygun, hoşgörülebilir.
    * Yumuşak huylu.
    * Pekliği olmayan.
    mülâyimlik * Mülâyim olma durumu.
    mülâzım * Bir işe girmek için bir süre parasız olarak o işe devam eden.
    * Teğmen.
    mülemma * Alaca renkli, renk renk.
    * Mısralarından her biri başka dille yazılmışşiir.
    * Bulaşmış, sıvanmış.
    mülevven * Renk renk, renkli.
    mülevves * Kirli, pis.
    * Karışık, düzensiz.
    müleyyin * Yumuşaklık veren, yumuşatıcı.
    * Bağırsakları boşaltan, dışkının dışarıçıkmasınıkolaylaştıran ilâç.
    mülga * Varlığıkaldırılan, kapatılan.
    mülhak * Bir bütüne sonradan katılmışolan, eklenmiş.
    * Bir asker karargâhında subay yardımcısı.
    mülhak bütçe * Bkz. katma bütçesi.
    mülhakat * Bir bütüne katılanlar, ekler.
    * Bir merkeze bağlı olan yerler.
    mülhem * İçe doğmuş, birinin içine doğmuş, esinlenmiş.
    mülhem olmak * esinlenmek.
    mülhit * Tanrısız.
    * Doğru yoldan çıkmış.
    mülk * Ev, dükkân, arazi gibi taşınmaz mal.
    * Devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke.
    * Vakıf olmayıp doğrudan doğruya birinin malı olan yer veya yapı.
    mülkî * Bir ülkeyle ilgili olan.
    * Ülke yönetimine ilişkin.
    * Asker sınıfıdışında kalan.
    mülkî idare * Yerel yönetim.
    mülkî idare amiri * Yerel yönetimlerde en yüksek devlet memuru.
    mülkiye * Asker olmayanlar sınıfı.
    * Siyasal bilgiler okulu.
    mülkiye idadîsi * İdarecilik öğrenimi yapılan okul, lise.
    mülkiye mektebi * Siyasal Bilgiler Fakültesinin eski adı.
    mülkiye memuru * Sivil devlet görevlisi.
    mülkiye müfettişi * Sivil devlet müfettişi.
    mülkiyeli * Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi veya bu fakülteyi bitirmişkişi.
    mülkiyet * İyelik.
    mülteci * Başka bir ülkeye veya yere sığınmışolan kimse, sığınık.
    mültefit * Güler yüz gösteren, hoşdavranan.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 78

    mültezim * Kesenekçi, kesimci.
    mültipleks * Aynızamanda, aynıhat üzerinde birçok iletişim sağlayan veya bu özellikte olan (alet).
    mümanaat * Engel olmak, karşıkoymak.
    mümanaat etmek * karşıkoymak, engel olmak.
    mümarese * Alışma, yatkınlık, el yatkınlığı.
    mümas * Dokunan, temas eden.
    * Teğet.
    mümasil * Benzeyen, andıran.
    mümbit * Verimli, bitek.
    mümessil * Temsilci.
    mümessillik * Temsilcilik.
    mümeyyiz * İyiyi, kötüyü, doğru ve yanlışıayıran, seçen.
    * Ayırtman.
    * Yazıları beyaz kâğıda temize çeken kimse.
    mümeyyizlik * Ayırtmanlık.
    * Mümeyyizin görevi.
    mümin * İnanan, inançlı, imanlı, mutekit.
    * Müslüman.
    müminlik * Mümin olma durumu.
    mümkün * Muhtemel, olabilir, olası.
    mümkün mertebe * Olabildiğince, yapabildiği kadar.
    mümkün olmak * imkân bulunmak.
    mümtaz * Seçkin.
    mümteni * Bir şeyi yapmaktan çekinen, kaçınan.
    * Olamaz, olmayacak.
    münacat * Tanrı’ya yakarma, yakarış.
    * Divan edebiyatında Tanrı’yıöven şiir türü veya şiirin bir bölümü.
    münadi * Kamuya duyurulmak istenilen şeyleri yüksek sesle haber vermeyi işedinmişolan kimse.
    münafık * Arabozan, bölücü, karıştırıcı, fesatçı, müfsit.
    münafıklık * Arabozanlık.
    münakalât * Ulaştırma.
    münakale * Ulaşım.
    * Bir şeyi bir yerden bir yere aktarma.
    münakasa * Eksiltme.
    münakaşa * Tartışma.
    münakaşa etmek * tartışmak.
    münakaşa götürmemek * tartışmaya yer vermeyecek biçimde kesin olmak.
    münakaşalı * Münakaşası olan, içinde veya üzerinde münakaşa edilen.
    münasebat * İlgiler, ilişkiler.
    münasebet * İlişik, ilişki, ilinti.
    * İki şey arasındaki uygunluk.
    * Sebep, vesile, gerekçe, neden.
    münasebet almak (veya almamak) * uygun düşmek (veya uygun olmamak, yakışıksız olmak).
    münasebet düşmek * uygun bir durum ortaya çıkmak.
    münasebet kurmak * iki şey arasında ilişki bulmak, yakınlık görmek.
    münasebete girmek * tanışma yolu açmak, ilişki kurmak.
    * cinsel yaklaşımda bulunmak.
    münasebeti düşmek * sırası gelmek.
    münasebetini getirmek * sırasını getirmek.
    münasebetiyle * Dolayısıyla, sebebiyle, itibarıyla, ilgisinden dolayı.
    münasebetli * İlişiği olan, ilişkili.
    * Uygun, yakışık alan.
    münasebetli münasebetsiz * Yakışık alsın almasın, yerli yersiz.
    münasebetsiz * Uygun olmayan, yakışıksız, çirkin.
    * Ters, aksi.
    * Yakışıksız işgören, sıra, saygı gözetmeyen (kimse).
    münasebetsizlik * Münasebetsiz olma durumu veya münasebetsiz davranış, saygısızlık.
    münasebette bulunmak * ilişkisi olmak.
    * ilişki kurmak.
    * cinsel ilişkiyi gerçekleştirmek.
    münasip * Uygun, yerinde.
    * Beğenilen, hoşa giden, uygun.
    münasip bulmak * uygun olduğunu, yerinde görüldüğünü kabul etmek.
    münasip görmek * uygun ve yerinde bulmak.
    münavebe * Nöbetleşme, keşikleme.
    münavebe ile * nöbetleşe, nöbetle, sıra ile.
    münazaa * Ağız kavgası, çekişme, münakaşa.
    * İki taraf arasındaki kavga, düşmanlık.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 79

    münazara * Bir konu üzerinde, belli kural ve yöntemlere uyularak yapılan tartışma.
    * Divan edebiyatında zıt varlıklar ve kavramlar arasındaki karşıtlığı anlatan yazıtürü.
    müncer * Bir yana doğru çekilip sürüklenen.
    müncer olmak * …-e dökülmek, -e varmak.
    mündemiç * Bir şeyin içinde var olan, bulunan, saklı olan.
    * İçkin.
    mündericat * İçindekiler.
    münderiç * Bir şeyin içinde yer almış.
    münebbih * Uyarıcı.
    müneccim * Yıldızların durum ve hareketlerinden anlam çıkaran kimse, yıldız falcısı, astrolog.
    * Gök bilimci, astronom.
    müneccimbaşı * Saray hizmetinde bulunan bilginlerden gök bilimiyle uğraşanlara verilen unvan.
    müneccimlik * Yıldız falcılığı, astroloji.
    * Müneccimin makamı.
    münekkit * Eleştirmen, eleştirici, eleştirmeci.
    münekkitlik * Eleştirmenlik, eleştirmecilik.
    münevver * Aydın.
    * Aydınlatılmış.
    münezzeh * Temiz, arı; uzak.
    münfail * Gücenmiş, alınmış, kırgın.
    * Edilgin.
    münferiden * Tek başına, yalnız olarak.
    münferit * Tek, ayrı, kendi başına olan şey.
    münfesih * Bozulmuş, dağılmış, feshedilmiş.
    münhal * Boşolan, açık bulunan (memuriyet vb.), boş, açık.
    * Erir, eriyebilen, çözülen.
    münhani * Eğri.
    münharif * Bir tarafa sapmış, doğruluğunu yitirmiş.
    münhasır * Bir kimse veya bir şey için ayrılmış, mahsus.
    * Sınırlanmış, sınırlı.
    münhasıran * Yalnız, özellikle.
    münhat * İngin, alçak.
    münhezim * Bozguna uğramış, bozulmuş, yenilmiş.
    münkesir * Kırılmış, kırık.
    * Kırgın, gücenmiş.
    münkir * İnkâr eden, kabul etmeyen.
    * Tanrı’nın varlığına inanmayan.
    münşeat * Sanatlıdüz yazıveya mektupların toplandığıdergi.
    * Kaleme alınmış, yazılmışşeyler.
    münşi * Mektup türünde usta ve başarılı olan, inşası güçlü (kimse).
    müntahabat * Seçmeler.
    müntahap * Seçilmiş, seçme.
    müntahip * Seçmen.
    münteha * Son.
    * Sona ermiş, bitmiş.
    müntehir * Kendini öldüren, intihar eden.
    müntesip * Bir yere, birine bağlanmış, kapılanmış, intisap etmişolan.
    * İlgisi bulunan, ilgili.
    münteşir * Yaygın, yayılmış.
    * (gazete, dergi vb. için) Yayımlanan, yayımlanmışolan.
    münzevi * Topluluktan kaçan, yalnız başına kalmayıseven.
    müphem * Belirsiz.
    * Açık ve seçik olmadan.
    müphemiyet * Belirsizlik.
    müphemlik * Belirsiz olma durumu.
    müptedi * Bir şey öğrenmeye yeni başlayan, başlayıcı.
    müptelâ * Kötü alışkanlıkları olan, düşkün; meraklı.
    * Tutulmuş.
    * Âşık, vurgun.
    müptelâ olmak * alışmak, düşkün olmak, tutulmak.
    müptezel * Saygınlığınıyitirmiş.
    * Çokluğundan dolayıdeğerini yitiren, değersiz.
    müracaat * Başvuru.
    * Danışma.
    * Herhangi bir eserden yararlanma.
    müracaat etmek (veya müracatta bulunmak) * başvurmak.
    müracaatçı * Başvurucu.
    müradif * Anlamdaş, eşanlamlı.
    mürai * İkiyüzlü.
    mürailik * İkiyüzlülük.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 80

    mürdesenk * Doğal kurşun oksit, PbO.
    mürdüm * Mürdüm eriği.
    mürdüm eriği * Reçeli veya hoşafıyapılan bir cins küçük ve kara erik.
    mürdümük * Baklagillerden, yazın ekilen bir yıllık otsu bir bitki (Hyrus sativus).
    mürebbi * Eğitici.
    mürebbiye * Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımıverilmişolan kadın.
    mürebbiyelik * Mürebbiye olma durumu.
    * Mürebbiyenin görevi.
    müreccah * Bir başkasından daha çok beğenilip tercih edilen, üstün görülen, yeğ, yeğrek.
    müreffeh * Refah ve varlık içinde yaşayan, gönençli.
    müreffehen * Gönençle, sıkıntısız bir biçimde, bolluk içinde.
    mürekkebi kurumadan bozmak * karar, sözleşme, anlaşmayıyazılmasından çok kısa süre sonra bozmak.
    mürekkep * Yazıyazmak, desen çizmek veya basmak için kullanılan, türlü renklerde sıvımadde.
    mürekkep * Birleşmiş, birleşik.
    * -den oluşmuş, -den olma.
    mürekkep balığı * Kafadan bacaklılardan, ılıman ve sıcak denizlerde yaşayan, eti yenen, kendini korumak için siyah renkli bir
    sıvısalarak suyu bulandıran bir yumuşakça, supya (Sepia officinalis).
    mürekkep olmak * …den oluşmak.
    mürekkep yalamak * öğrenim görmek.
    mürekkep yalamış * öğrenim görmüş, kültürlü.
    mürekkepçi * Mürekkep (I) yapan veya satan kimse.
    mürekkepleme * Mürekkeplemek işi.
    mürekkeplemek * Mürekkep sürmek, mürekkep dökerek veya damlatarak bir yüzeyi lekelemek.
    mürekkeplenme * Mürekkeplenmek işi.
    mürekkeplenmek * Mürekkep sürülmek, dökülmek veya damlatılmak.
    mürekkepli * Mürekkep sürülmüş, dökülmüşveya damlatılmışolan.
    * İçine mürekkep konularak kullanılan.
    mürettebat * Gemi, uçak gibi taşıtlarda iş başındaki görevli olan kişiler.
    mürettep * Dizilmiş, dizili.
    * Gizli bir amaçla düzenlenmiş, yapılmış(iş).
    * Sonradan düzenlenmiş, derlenmiş.
    mürettip * Düzenleyen, hazırlayan, sıraya koyan.
    * (basım evinde) Dizgici.
    mürettiphane * Bir basım evinde dizgicilerin çalıştığı bölüm.
    mürettiplik * Dizgicilik.
    mürevviç * Bir düşüncenin taraftarıveya yayıcısı.
    mürit * Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarınıöğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse.
    müritlik * Mürit olma durumu.
    mürşit * Doğru yolu gösteren, kılavuz.
    * Müritlerine tasavvufu öğreten, sırlarıve gerçekleri gösteren tarikat şeyhi.
    mürt * Ölmüş, gebermiş(hayvan).
    mürt olmak * ölmek, gebermek.
    mürteci * Yeni düzene karşıdirenen gerici.
    mürtefi * Yükselen, yüksek bir yere çıkmışolan.
    * Yüksek, yüce.
    mürtekip * (para, kazanç karşılığı olarak) Kötü, uygunsuz işler çeviren.
    * Rüşvet yiyen, yiyici.
    mürtesem * İz düşüm, projeksiyon.
    mürtet * Müslümanlığı bırakıp başka bir dine geçmişolan (kimse).
    mürur * Geçme, bir taraftan girip diğer taraftan çıkma.
    * Geçip gitme, sona erme.
    müruriye * Geçmelik.
    müruruzaman * Süre aşımı, zaman aşımı.
    mürüvvet * Bir ailede çocukların doğumu, sünneti, evliliği, iyi bir göreve geçmeleri gibi olaylardan duyulan mutluluk,
    sevinç.
    * Yiğitlik, mertlik.
    * İyilikseverlik, cömertlik.
    mürüvvetini görmek * (anne, baba için) çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak.
    mürüvvetli * İnsanlığı olan, iyiliksever, insaniyetli.
    mürüvvetsiz * İnsanlığı olmayan, insaniyetsiz.
    mürver * Hanımeligillerden, yapraklarıkarşılıklı, demet durumundaki beyaz çiçeklerinden hekimlikte yararlanılan,
    meyvesi zeytine benzer bir ağaççık (Sambucus nigra).
    müsaade * İzin, icazet, ruhsat.
    * Elverişli, uygun olma durumu.
    müsaade etmek (veya buyurmak) * izin vermek.
    * geçişiçin yol vermek, yol açmak.
    * elverişli, uygun olmak.
    müsabaka * Yarış, yarışma, karşılaşma.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 72

    muvaffakiyetsiz * Başarısız.
    muvaffakiyetsizlik * Başarısızlık.
    muvafık * Uygun.
    muvafık bulma(ma)k * uygun görme(me)k, kabul etme(me)k.
    muvafık olmak * uygun düşmek, kabul edilebilir olmak.
    muvahhit * Tanrı’nın birliğine inanan.
    muvakkat * Belirli bir zaman süren, sürekli olmayan, geçici, palyatif.
    muvakkaten * Az bir zaman süresince, geçici olarak, eğreti olarak.
    muvakkit * Güneşe bakarak namaz vakitlerini bildiren kimse.
    muvakkithane * Genellikle büyük camilerin yanında bulunan ve zamanıayarlayan oda.
    muvasala * Gidip gelme imkânı, ulaşım, erişim.
    muvasalat * Bir yere ulaşma, varma.
    muvasalat etmek * varmak, ulaşmak.
    muvaşşah * Akrostiş.
    muvazaa * Danışık, danışıklık.
    muvazaalı * Danışıklı.
    muvazat * Koşutluk, paralellik.
    muvazene * Denge.
    * Dengelemek.
    muvazeneli * Dengeli, ölçülü.
    * Davranışlarıölçülü olan.
    muvazenesiz * Dengesiz, ölsüsüz.
    * Ne yaptığını bilmeyen, bir sözü bir sözünü, bir davranışı bir başka davranışınıtutmayan.
    muvazenesizlik * Dengesizlik, ölçüsüzlük.
    muvazi * Koşut, paralel.
    muvazzaf * Bir görev ve hizmetle yükümlü olan (kimse).
    * SilâhlıKuvvetlerde çalışan meslekten subay ve astsubaylarla askerlik hizmetini yapan erler.
    muvazzaf hizmet * Askerlik çağına girince erkeklerin yapmakla yükümlü bulunduklarıaskerlik görevi.
    muvazzaf subay * Mesleği askerlik olan subay.
    muvazzaflık * Muvazzaf olma durumu.
    muylu * Başka bir parça için dönme ekseni görevini yapan, silindir biçiminde parça.
    * Bir milin yatağında dönmesini sağlayan bölüm.
    * Bir top namlusunun iki yanına tutturulan millere verilen ad.
    muylu yatağı * Top kundağının yanlarında bulunan, silâh muyluların geçmesi için açılmışdelikli bölüm.
    muymul * Atmaca ve doğana benzeyen bir tür yırtıcıkuş.
    muz * Muzgillerden, sıcak bölgelerde yetişen, bir çenekli, çok yıllık bir bitki (Musa sapientum).
    * Bu bitkinin kendine özgü hoşkokulu, tatlı, besleyici, kalın kabuklu, uzun meyvesi.
    -muz * -mız / -miz.
    muzaffer * Üstünlük elde etmiş, zafer kazanmış, yenmiş, utkulu.
    * Zafer kazanmış, üstünlük elde etmişkimse veya ulus.
    muzaffer olmak * üstün gelmek, yenmek, zafer kazanmak.
    muzafferane * Üstün bir biçimde, zafer kazanmışa yaraşır biçimde.
    muzafferiyet * Üstün gelme, üstünlük, zafer kazanma.
    muzaheret * Destekleme, yardım etme, arka çıkma.
    muzahir * Destekleyen, yardım eden, arka çıkan.
    muzgiller * Sıcak bölgelerde yetişen, özellikle muzları içine alan bir çenekliler familyası.
    muzır * Sağlığı bozan, zararıdokunan, zararlı.
    * Yaramaz, cinsel gelişmeye zararlı.
    * (çocuk için) Her şeyi bozan, karıştıran.
    muzırlaşma * Muzırlaşmak işi veya durumu.
    muzırlaşmak * Muzır duruma gelmek.
    muzırlık * Zararlı olma, zararlı işveya davranışlarda bulunma durumu.
    * (çocuk için) Zarar verici yaramazlıklar.
    muzip * Şaka etmekten hoşlanan, takılgan.
    muzipçe * Muzibe yakışır biçimde, muzip gibi.
    muzipleşme * Muzipleşmek işi.
    muzipleşmek * Takılgan davranışta bulunmak.
    muzipliğine uğramak * aldatılmak, şakaya hedef olmak.
    muziplik * Takılganlık, yaramazlık.
    muziplik etmek * bir kimseye şaka yollu sözler söylemek.
    muzlim * Karanlık.
    * Gizli, belirsiz.