izdüşüren | * Bir biçimin bir düzlem üzerindeki iz düşümünde, biçimin her noktasını iz düşümüyle birleştiren (doğru). |
izhar | * Belirtme, gösterme, açığa vurma. |
izhar etmek | * açığa vurmak, belirtmek, göstermek. |
izi belirsiz olmak | * iz bırakmadan ortadan çekilmek. |
izi silinmek | * ortadan yok olmak, kaybolmak. |
izin | * Bir şey yapmak için verilen veya alınan özgürlük, müsaade, ruhsat, icazet, mezuniyet. * Bir kimseye çalıştığıyerce verilen tatil. |
izin almak | * bir şey yapmak için onay sağlamak. |
izin çıkmak | * bir şey yapmada serbest bırakılmak. |
izin istemek | * bir şeyi gerçekleştirmek amacı ile onay almaya kalkmak. |
izin koparmak | * üst makamdan güçlükle izin almak. |
izin vermek | * birini bir şey yapmada serbest bırakmak. * işine son vermek, hizmetinden çıkarmak. |
izinden yürümek | * birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynıanlayışla sürdürmek. |
izine basmak | * gözden uzaklaştırmayarak ne yaptığını gözetlemek. |
izine dönmek | * bir karar veya yargıdan geri dönmek, bir karardan vazgeçmek, rücu etmek. |
izine düşmek | * av hayvanlarının, gittiği yolu izleyerek arkalarından gitmek. |
izine uymak | * düşünce ve davranışlarını benimsemek. |
izini düşürmek | * iz düşümünü çıkarmak. |
izini kaybetmek | * bir kimse hakkında bilgi alamamak. |
izinli | * İzin alarak belli bir süre için bir yerden ayrılmış, mezun. |
izinname | * Bırakma veya çıkarma kâğıdı. * Bir nikâhın kıyılması için kadıtarafından verilen izin kâğıdı. |
izinsiz | * Ceza olarak hafta sonu veya tatil günü çıkmasına izin verilmeyen (asker veya yatılıöğrenci). * Bu cezanın adı. * İzin almadan. |
izinsizlik | * İzinsiz olma durumu. |
izlek | * Keçi yolu, patika. |
izlem | * İzlemek işi, izleme, takip. |
izleme | * İzlemek işi, takip. |
izlemek | * Birinin veya bir şeyin arkasından gitmek, takip etmek. * (zaman, süre, sıra vb. için) Sonra gelmek, arkasından gelmek; olmak. * Bir olayın gelişimini gözden geçirmek. * Eğlenmek, görmek, öğrenmek için bakmak, seyretmek. * Belirli bir yönde gitmek. * Gözlemek, incelemek. * Belirli bir tutum, davranışveya düşünceyi benimsemek. * Bir şeye uymak, bağlı olmak. * Herhangi bir olayla ilgilenmek. |
izlence | * Program. |
izlenim | * Bir durum veya olayın duyular yolu ile insan üzerinde bıraktığıetki, intiba. * Uyaranların, duyu organlarıve ilişkili sinirler üzerindeki etkileri veya belirli bir durumun kişi üzerindeki çözümlenmemiş bütün etkisi, intiba. |
izlenim vermek | * etki bırakmak. |
izlenimci | * İzlenimcilik yanlısı olan (sanat veya sanatçı), empresyonist. * Kesin bir doğruluğu olmayıp duyumlara, izlenime dayanan. |
izlenimcilik | * Doğayı, gerçekte olduğu gibi bütün ayrıntılarına bağlıkalarak değil, ondan edinilen izlenimin ölçüsüne göre anlatan; doğrudan doğruya gerçeği, nesneyi değil de, onun sanatçıda uyandırdığıduyumlarıveren sanat akımı, empresyonizm. * Sanatta, dışetkilerin içe yansıması, içte izler bırakmasıve bu izlere dayanarak sanat eserlerini yaratması. |
izleniş | * İzlenmek işi veya biçimi. |
izlenme | * İzlenmek işi. |
izlenmek | * İzlemek işi yapılmak, takip edilmek. |
izletilme | * İzletilmek işi. |
izletilmek | * İzlenmesi sağlanmak. |
izletme | * İzletmek işi. |
izletmek | * İzlemek işini yaptırmak. |
izleyici | * İzlemek işini yapan (kimse). |
izleyiş | * İzlemek işi veya biçimi. |
izmarit | * İzmaritgillerden, pullu ve kılçıklı bir çeşit ufak balık (Maena smraris). Küçük boy olanlarına koncur, irilerine kanal izmariti denir. * İçilmişsigara artığı. |
izmaritgiller | * Örnek hayvanı izmarit olan kemikli balıklar familyası. |
izmihlâl | * Yıkılma, çökme. |
İzmir köfte | * Kıyma, soğan, maydanoz, ıslatılmışekmek içi, yumurta, domates, yeşil biber, sarımsak ve yağ kullanılmasıyla hazırlanan ve kısık ateşte pişirilen bir yemek türü. |
İzmir köftesi | * İzmir köfte. |
izobar | * Eş basınç. |
izobar eğrisi | * Bkz. eş basınç eğrisi. |
izohips | * Eşyükselti. |
izohips eğrisi | * Bkz. eşyükselti eğrisi. |
izolâsyon | * Yalıtım, tecrit. |
Kategori: İ
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 63
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 64
izolâtor * Yalıtkan. izole * Yalıtılmış, tecrit edilmiş. izole bant * Akım geçirilecek çıplak elektrik tellerini, birbirlerinden veya başka iletkenlerden yalıtmak için kullanılan
sargı.izole etmek * yalıtmak.
* yalnız bırakmak.izomer * Aynı oranlarda birleşmişaynıelementlerden oluşan, fakat moleküllerinde atom gruplaşmalarıdeğişik
olduğu için birbirlerinden farklıözellikler gösteren (maddeler).izomeri * Cisimlerin niteliği. izomerik * İzomeri ile ilgili olan. izomerleşme * Bir maddenin bunun izomeri olan başka bir maddeye doğrudan doğruya veya kimyasal bir etkiyle geçme. izometri * Eşölçüm. izomorf * Eş biçim. izomorfik * Eş biçimli. izomorfizm * Eş biçimlilik. izomori * Eş biçim. izomorlik * Eş biçimli. izoterm * Eşsıcak. izoterm eğrisi * Bkz. eşsıcak eğrisi. izotop * Yalnız atomlarının kitleleri yönünden birbirinden farklı olan (aynıkimyasal element). izzet * Büyüklük, yücelik, ululuk. izzetinefis * Onur, öz saygı. izzetinefse dokunmak * onuruna dokunmak; gücüne gitmek. izzetinefsine yedirememek * onursuz kalmayıkabul edememek, düşkünlüğü veya zavallılığıreddetmek. izzetüikbal * Saygınlık. izzetüikram * Ağırlama. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 61
iyi kalpli * Başkaları için hep iyilik düşünen. iyi ki * güzel bir rastlantı olarak, ne mutlu. iyi kötü * Ne çok uygun, ne de çok aykırı, şöyle böyle. iyi niyet * Herhangi bir kimse veya konuda hiçbir kötü düşünce beslememe, hüsnüniyet. iyi olmak * hastalıktan kurtulmak, iyileşmek.
* yerinde olmak.
* uygun gelmek.iyi saatte olsunlar * cin ve perilerden söz edilirken kullanılır. iyi söylemek * övmek. iyi yürekli * Bkz. iyi kalpli. iyice * İyiye yakın.
* Çok, gereği gibi, nerdeyse tamamen.iyicene * Tam olarak, adamakıllı. iyicil * İyilik etmeyi seven, hayırhah.
* (hastalık için) Sonu iyi, tehlikesiz, kötücül olmayan.iyiden iyiye * Adam akıllı, çok iyi, gereği gibi. iyileşme * İyileşmek işi. iyileşmek * İyi duruma gelmek.
* Hastalıktan kurtulmak, sağlığıyerine gelmek, salâh bulmak.iyileştirme * İyileştirmek işi, ıslah. iyileştirmek * İyileşmesini sağlamak, sağlığına kavuşturmak, tedavi etmek.
* Eksikliğini, bozukluğunu gidermek, ıslah etmek.iyiliği dokunmak * yararlı olmak, yararını görmek. iyilik * İyi olma durumu, salâh.
* Karşılık beklenilmeden yapılan yardım, kayra, lütuf, kerem, ihsan, inaye.
* Sağlığıyerinde olma durumu, esenlik.
* Yarar veya elverişlilik, nimet.iyilik bilmek * kendisine yapılan iyiliği unutmamak. iyilik etmek (veya yapmak) * yararlı işler yapmak, yardımcı olmak. iyilik görmek * maddî, manevî yardım görmek. iyilik güzellik * Sağlıklı olma durumu, iyilik sağlık. iyilik perisi * Maddî, manevî yardımda bulunan (kimse). iyilik sağlık * Nasılsınız sorusuna karşılık olarak sağlıklıve iyi durumda olunduğunu anlatır. iyilikbilir * Değerbilir, kadirşinas. iyilikbilirlik * Değerbilirlik, kadirşinaslık. iyilikçi * Herkesin iyiliğini isteyen, herkese iyilik etmesini seven, hayırhah, hayırsever. iyilikçilik * İyilikçi olma durumu. iyilikle * Tatlıdille, iyi davranışla. iyiliksever * İyilikçi, hayırsever. iyilikseverlik * İyiliksever olma durumu, hayırseverlik. iyimser * Genel olarak her düşünce ve işi iyi olarak değerlendiren, kötümser karşıtı, nikbin, optimist. iyimserlik * Genel olarak her düşünce ve işi iyi olarak değerlendiren bir tutum veya kişilik özelliği, nikbinlik, optimizm.
* Her şeyi en iyi yanından gören, her durumda iyi bir çıkışyolu uman dünya görüşü, nikbinlik, optimizm.
* İnsanlığın ilerlemesine, bütün durum veşartların iyiye gideceğine inanan öğretilerin genel adı.iyisi * en doğru olanı. iyisi mi * yapılacak en doğru, en uygun olan iş. iyiye çekmek * bir düşünce veya olayı olumlu yönüyle değerlendirmek. iyiye iyi, kötüye kötü demek * hatır için söz söylememek, dürüst olmak. iyodür * İyodun bir element veya bir birleşikle verdiği birleşim. iyon * Bir veya daha çok elektron kazanmışveya yitirmiş bir atom veya bir atom grubundan oluşmuşelektrik
yüklü parçacık, yükün.iyon yuvarı * Yer atmosferindeki atom ve moleküllerin güneş ışınlarıyla iyonlaştığı80-400 km yükseklikler arasındaki
katman.iyonik * İyonlardan oluşan, iyonlarla ilgili. iyonlanma * İyonlaşma. iyonlaşma * Moleküllerin parçalanmasıyla veya atomlara, moleküllere, molekül gruplarına elektron katılmasıveya
çıkarılmasıyla iyonların oluşması.iyonlaştırma * İyonlaştırmak işi. iyonlaştırmak * Bir ortamda iyonlar oluşturmak. iyot * Atom numarası53, atom ağırlığı126,92 olan, tabiatta, deniz suyunda sodyum iyodür durumunda
rastlanılan, bazıdeniz bitkilerinde de çokça birikmişolarak bulunan, mavimtırak esmer renkte katı bir element.
Kısaltması i.iyotlama * İçme sularındaki mikropların iyot etkisiyle giderilmesi.
* Organik bir birleşikte hidrojenin iyotla yer değiştirmesi.iyotlu tuz * Homojen karıştırılmışen az % 0,007 iyot içeren yemek tuzu (NaCl). iz * Bir şeyin geçtiği veya önce bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, alâmet.
* Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti.
* Bir olay veya bir durumdan geride kalan belirti, ip ucu, emare.
* Bir olay, bir durum veya yaşayıştan geride kalan belirti, eser.
* Bir düzlemin başka bir düzlemle veya bir doğru ile kesişmesinden doğan ara kesit.-iz * Bkz. -z (I). -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 62
-iz * 343 -z (II). -iz * 343 -ız (III). iz bırakmak * etkisini kalıcıduruma getirmek. iz düşümlü * İz düşümü olan. iz düşümsel * Bir düzlem üzerine iz düşürülen biçimlerin bozulmasından kalan (özellikler). iz düşümü * Bir ışık kaynağından çıkan ışınlarla ekran üzerinde görüntü oluşturma, projeksiyon.
* Bu biçimde oluşturulan görüntü, projeksiyon.
* İz düşümü düzlemi denilen bir düzlem üzerinde, bazı geometri kurallarına uygularak bir cismin
gösterilmesi, irtisam, mürtesem.iz sürmek * izlemek, arkasından gitmek, takip etmek.
* av sırasında hayvanın ayak izlerine bakarak gittiği yeri bulmaya çalışmak.izabe * Madenleri ergitme, sıvıdurumuna getirme. izabe fırını * Maden ergitme ocağı. izabe noktası * Madenin sıvıduruma getirildiği derece. iz’aç * Bunaltma, tedirgin etme, başağrıtma, can sıkma. iz’aç etmek * bunaltmak, tedirgin etmek, başağrıtmak. izafe * (bir şeye veya bir kimseye) Bağlama, mal etme, yakıştırma.
* Katma, ekleme, ilâve etme.izafe etmek * bağlamak, yüklemek, mal etmek.
* katmak, eklemek, ilâve etmek.izafet * Bağıntı, görelik. izafeten * (bir şeye veya kimseye) Bağlanarak, dayanarak, ilişik olarak, mal edilerek.
* (bir kimsenin adına) Saygı göstermek amacıyla.izafî * Bağıl, bağıntılı, göreli, göreceli, nispî rölâtif. izafîlik * Bağıl olma durumu, bağıntılı olma durumu, görelik, görecelik. izafiye * Bağıntıcılık, görecilik, rölâtivizm. izafiyet * Bağıntılılık, görelilik, bağıllık, görelik, rölâtivite. izah * Açıklama. izah etmek * açıklamak, ayrıntılı bilgi vermek. izahat * Açıklamalar. izahat vermek (veya izahatta bulunmak) * açıklamalarda bulunmak, ayrıntılı bilgi vermek. izahlı * Açıklamalı. izale * Yok etme, giderme. izale etmek * yok etmek, gidermek. izaleişüyu * Bir mülk üzerindeki ortaklığı giderme. izam * (bir kimseyi) Gönderme, yollama. izam * Olduğundan büyük gösterme, büyütme, abartma. izam etmek * büyütmek, abartmak. izamik * Bağıl olma durumu, bağıntılı olma durumu, görelik, görecelik. iz’an * Anlayış, anlama yeteneği. iz’an etmek * anlayışlıdavranmak, düşünmek. iz’anıyok * anlayışsız, kavrama yeteneği zayıf. iz’anlı * Anlayışlı, düşünceli. iz’ansız * Anlayışsız, düşüncesiz. iz’ansızca * Anlayışsız (bir biçimde); akılsızca, düşüncesizce. iz’ansızlık * Anlayışsızlık, düşüncesizlik. izaz * Ağırlama. izaz etmek * ağırlamak. izazüikram * Saygı gösterme ve ağırlama. izbe * Basık, loş, nemli, kuytu (yer).
* Sapa.izbelik * İzbe yer. izbiro * Çeşitli yükleri yukarıçekmek için halattan yapılmışsapan. izci * İz güderek aradığını bulabilen kimse, keşşaf.
* Dayanışma ve yardımlaşma duygularını geliştirmek, ruhça ve bedence güçlendirilmek için kamplarda ve
okullarda eğitilen genç.izcilik * İzci olma durumu veya izcinin yaptığı iş.
* Gençleri ruh ve bedence sağlam ve yararlı bir biçimde yetiştirmeyi amaçlayan dünya çapındaki spor ve
eğitim örgütü.izdiham * Aşırıkalabalıkta sıkışma, yığılma. izdivaç * Evlenme. izdivaç etmek * evlenmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 59
itimatname * Güven mektubu, itimat mektubu. itimatsız * Başkalarına güveni olmayan, güvensiz.
* Güven vermeyen.itimatsızlık * Güvensizlik. itin götüne (veya kıçına) sokmak * rezil etmek. itin kuyruğunda * pek çok, pek bol. itina * Özen, ihtimam. itina etmek * özenmek, özen göstermek. itinalı * Özenli. itinasız * Özensiz. itinasızlık * Özensizlik. itiraf * Başkalarınca bilinmesi sakıncalı görülen bir gerçeği saklamaktan vazgeçip açıklama, söyleme, bildirme. itiraf etmek * başkalarınca bilinmesi kendi için sakıncalı görülen bir gerçeği saklamaktan vazgeçip açıklamak, söylemek,
bildirmek.
* kabul etmek.itirafçı * İtiraf eden (kimse). itiraz * Bir düşünce veya kararı benimsemeyerek karşıçıkma.
* Söylenecek söz, karşısöyleme.itiraz etmek * bir düşünce veya kararın karşıtını ileri sürmek, karşıçıkmak. itirazcı * Her şeye karşıçıkan, muteriz. itirazsız * İtiraz etmeden, karşıçıkmadan, olduğu gibi. itiş * İtmek işi veya biçimi. itişkakış * İterek. itişip kakışmak * birbirini itmek.
* birbirini iterek şakalaşmak.itişme * İtişmek işi. itişmek * Birbirini itmek.
* Birbirini iterek şakalaşmak.itiştirme * İtiştirmek işi. itiştirmek * İtişmek işini yaptırmak.
* Kımıldatarak itmek.itiyat * Alışkanlık, huy. itiyat etmek (veya edinmek) * alışkanlık hâline getirmek. itizar * Özür dileme. itizar etmek * özür dilemek. itki * Tepi. itlâf * Öldürme, yok etme, telef etme. itlâf etmek * öldürmek, yok etmek, telef etmek. itlenme * İtlenmek işi. itlenmek * Terbiyesizce davranmak. itleşme * İtleşmek işi. itleşmek * İtlenmek. itlik * İt olma durumu veya itçe davranış. itmam * Bitirme, tamamlama. itmam etmek * bitirmek, tamamlamak. itme * İtmek işi. itmek * Bir şeyi güç uygulayarak ileri götürmek.
* (kapı, pencere vb. için) Güç uygulayarak açmak veya kapamak.
* Bulunduğu yerden aşağıdüşürmek.
* Sürüklemek, sevk etmek.
* Bir cisim, belli bir yakınlıktaki başka bir cismi kendisinden uzaklaşmaya zorlamak, çekmek karşıtı.itminan * İnanma, güvenme. itriyum * Atom numarası39, atom ağırlığı88,92 olan, seryum filizlerinde bulunan, gri renkli, 4,6 yoğunluğunda
değerli element. KısaltmasıY.itriyumlu * Özünde itriyum bulunduran. ittırat * Tekdüze olma durumu, düzenlilik. ittifak * Anlaşma, uyuşma, bağlaşma.
* Oy birliği.ittifak etmek * anlaşmak, uyuşmak, bağlaşmak. ittifakla * Oy birliği ile. ittihat * Birleşme, birlik kurma, bir olma. ittihat etmek * birleşmek. ittihatçı * Birleşme, birlik oluşturma yanlısı olan (kimse).
* Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi veya yanlısı olan (kimse). -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 60
ittihatçılık * İttihatçı olma durumu. ittihaz * Sayma, tutma.
* Alma.ittihaz etmek * saymak, tutmak, … olarak görmek.
* almak, gerekeni yapmak.ittirme * İttirmek işi veya durumu. ittirmek * İtmek işini yaptırmak. ittisal * Bitişme.
* Dokunma, değme, temas etme.ivaz * Ödün.
* Karşılık.ivazlı * Ödünlü.
* Karşılığı olan.ivazsız * Ödünsüz.
* Karşılıksız.
* Edim.ivdirme * İvdirmek işi. ivdirmek * (hareket durumunda olan bir nesnenin hareketini) Çabuklaştırmak. ivecen * Çabuk davranma alışkanlığında olan, iveğen, evecen, aceleci, acul. ivecenlik * İvecen olma durumu, acele, acelecilik. ivedi * Çabuk davranma zorunluluğu, acele.
* Çabuk yapılan, ivedili, acil, müstacel.ivedilenme * İvedilenmek işi. ivedilenmek * Tez canlılık etmek, acele etmek, istical etmek. ivedileşme * İvedileşmek işi. ivedileşmek * İvedi duruma gelmek. ivedileştirme * İvedileştirmek işi. ivedileştirmek * İvedi duruma getirmek. ivedili * Çabuk, hemen yapılması gereken, evgin, müstacel. ivedilik * Çabuk, hemen yapılma gerekliği, müstaceliyet, istical. ivedilikle * Tez elden, çabuk yapılma gerekliliğiyle, müstacelen. iveğen * İvecen.
* Çabuk ilerleyen, hâd, akut.ivesi * Beyaz vücutlu, kahverengi, kirli sarıveya siyah başlı, tek parçalıyuvarlak ve yağsız bir uçla son bulan yağlı
kuyruklu, kaba karışık yapağılı, yaygın olarak Güney Doğu Anadolu bölgesinde yetiştirilen, süt verimi yüksek bir
koyun türü.ivgi * Ağaç oymaya yarar kesici araç. ivinti * Çabukluk, hız, sür’at. ivinti yeri * Akarsuların, yataklarındaki çok eğimli bölgelerde köpürerek, kaya döküntüleri arasından hızla aktıklarıyer. ivme * İvmek işi.
* Hareket eden nesnenin küçük bir zaman içinde hızında oluşan değişmenin bu zamana oranı.ivmek * Çabuk davranmak, acele etmek. ivmeölçer * Bir hareketin ivme niceliğini belirten, taşıtın hızlanmasından doğan sarsıntıları, titreşimleri gösteren araç,
hızölçer, akselerometre.ivmeyazar * Bir hareketin ivmesini çizerek belirleyen araç, akselerograf. iye * Kendisinin olan bir şeyi, yasaya uygun olarak dilediği gibi kullanabilen kimse, sahip. iyelik * Kendisinin olan bir şeyi yasa çerçevesi içinde istediği gibi kullanabilme hakkınıtaşıma durumu, sahiplik,
mülkiyet.iyelik eki * İsim soylu kelimeye eklenerek kime veya neye ait olduğunu bildiren ek, mülkiyet eki. iyelikli tamlama * İyelik eklerinden birini almıştamlama. iyesi olmak * bir şeyi elinde bulundurmak, yasaya uygun olarak dilediğince kullanabilmek, sahip olmak. iyi * İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı.
* Bol, yararlı, kazançlı.
* Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren.
* Esen, sağlıklı.
* Yerinde, uygun.
* Yeterli, yetecek miktarda olan.
* İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde.iyi (veya temiz) işaltıayda çıkar * doğru dürüst yapılması istenen işuzun zaman ister. iyi etmek * iyileştirmek, hastalıktan kurtarmak.
* uygun, yerinde bir davranışta bulunmak.
* soymak, parasını, malınıalmak.iyi gelmek * yaramak.
* (giyecek için) üstüne olmak, uygun olmak.
* uğurlu gelmek.iyi gitmek * (bir iş) yolunda olmak.
* yakışmak.iyi gözle bakmamak * hakkında iyi düşünmemek. iyi gün * Refah ve huzur içinde geçen zaman. iyi gün dostu * Dostlarının sıkıntılızamanlarında onlardan kaçan kimse. iyi gün dostu olmak * sadece iyi günlerde görünmek. iyi hâl * Bir kimsenin yaşayışında kötü ve sakıncalı bir durum olmama hâli, hüsnühâl. iyi hâl belgesi * Bir kimsenin yaşayışında kötü bir şey bulunmadığınıveya sabıkasız olduğunu gösteren, resmî kuruluşlarca
verilen belge, hüsnühâl kâğıdı.iyi hoş(ama) * bir görüşe karşıt bir düşünceyi söylerken kullanılır. iyi iş(doğrusu) * beğenilmeyen bir olay, bir durum karşısında şaşkınlığı anlatır. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 52
işaretçi * İşaret veren kimse. işareti saymak * belirti ve gösterge olarak kabul etmek. işaretleme * İşaretlemek işi. işaretlemek * Bir şeye işaret koymak, bir şeyi işaretle belirtmek.
* Belirtecek biçimde hareket etmek.işaretlenme * İşaretlenmek işi. işaretlenmek * Bir şeye işaret konulmak. işaretleşme * İşaretleşmek işi. işaretleşmek * Birbirine işaret etmek.
* Uzak bir yerden, bilgi vermek için özel bir düzene göre türlü işaretler kullanmak.işaretli * İşareti olan, işaretle belirlenmişolan. işaretsiz * İşareti olmayan. iş’arî * İşaretle ilgili.
* Bilgi olarak.iş’arî oy * Parmak veya el kaldırarak verilen oy. iş ba * Doyurma.
* Doyma.iş bu * Bu, özellikle bu. işçi * Başkasının yararına bedenini, kafa gücünü veya el uzluğunu kullanarak ücretle çalışan kimse.
* Toplu olarak yaşayan böceklerde üreme yeteneğinde olmayan, topluluğun işlerini gören dişi veya erkek.işçi sigortası * Bkz. sosyal sigorta. işçilik * İşçi olma, işçi niteliğinde olma durumu.
* Yaptığı işkarşılığı işçiye verilen ücret.
* İşçi emeği, yapılış, işleme niteliği.işe bak! * şaşırılacak bir durum karşısında kullanılır. işe girmek * göreve başlamak. işe karışmak * herhangi bir konuda katkıda bulunmak, görev almak. işe koşmak * birine işyaptırmak. işe uygun * Yapılan işe elverişli, işe yarar. işe yaramak (veya yaramamak) * elverişli olmak. işe yarar * Becerikli, elverişli, işe uygun. işeme * İşemek işi. işemek * İdrar torbasında biriken idrarıdışarıatmak, çişyapmak. işenmek * İdrar torbasında biriken idrar dışarıatılmak. işetme * İşetmek işi. işetmek * İşemesini sağlamak, işemesine yol açmak, çişyaptırmak. işgal * Bir yeri ele geçirme.
* (bir kimseyi) İşten alıkoyma, engelleme, oyalama.
* Uğraştırma.işgal etmek * bir yeri ele geçirmek.
* işten alıkoymak, oyalamak.
* Uğraştırmak.işgalci * İşgal eden, ele geçiren. işgalcilik * İşgal etme işi. işgaliye * İşgal edilen yere ödenen ücret veya vergi. işgaliye resmi * Pazar yerlerinde veya toplu ticarî işyerlerinde satıcının işgal ettiği yer için ödediği ücret veya kira bedeli. işgüder * Maslahatgüzar. işgüderlik * Maslahatgüzarlık. işgüzar * Eli işe yatkın, becerikli.
* Gereği yokken, daha çok kendini göstermek için işe karışan.işgüzarca * İşgüzar bir biçimde, işgüzara yakışır durumda olarak. işgüzarlık * İşgüzar olma durumu. işgüzarlık etmek * işgüzarca davranmak. işi (bir şeye) vurmak * işi değiştirmek. işi …e dökmek * işi değiştirip bir başka biçime çevirmek. işi …e vurmak * gerekenden başka biçimde davranmak, … gibi görünmek. işi aksi gitmek * istenilen sonucu elde edememek. işi Allah’a kalmak * güç şartlar altında, kimseden yardım umudunun kalmadığı bir durumda bulunmak. işi anlamak * gizli bir şeyi, bir sorunu anlamak. işi azıtmak * yanlışve aşırıyollara sapmak. işi başından aşmak (veya aşkın olmak) * pek çok işi olmak. işi bitmek * işi sona ermek.
* hâli, gücü kalmamak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 53
işi bozmak * yapılan anlaşmayı, verilen sözü tutmamak. işi bozulmak * yapmakta olduğu işten gereği kadar kazanç sağlayamaz olmak. işi ciddîye almak * soruna önem vermek. işi çıkmak * başka bir işle meşgul olmak. işi duman * İşi ve durumu kötü. işi düşmek * birinin yardımına ihtiyaç duymak. işi gücü bırakmak * yaptığı işten uzaklaşmak. işi ileri götürmek * beklenenden daha aşırıdavranışlar içine girmek. işi işolmak * işi yolunda olmak. işi ne? * ne işi var?. işi olmak * yapacak bir şeyi bulunmak.
* işi istediği gibi bitirmek.
* uğraşma zorunda olmak.işi oluruna bırakmak * işi belli bir amaca göre değil de, kendi akışı içinde yürütmek. işi pişirmek * aralarında gizlice anlaşmak. işi rast gitmek * şans yardımıyla işi iyi, istediği gibi olmak. işi resmiyete dökmek * (bir işveya durum için) resmî bir yola sokmak, resmî bir nitelik vermek. işi savsaklamak * işi yavaşlatmak, gereken önemi göstermemek. işi tatlıya bağlamak * sorunlu bir işi, iyi bir biçimde çözmek. işi temizlemek * sorunu çözmek. işi tıkırında * İşi çok uygun, çok iyi. işi uzatmak * bir işi sonuçlandırmamak. işi üç nalla bir ata kaldı * eline önemsiz bir imkân geçince büyük işlerin düşüne kapılanlar için söylenir. işi(m) işkaşığı(m) gümüş * işi tam istediği yolda. işin alayında olmak * bir işe gereken önemi vermemek, dalga geçmek. işin başı * bir işin en önemli noktası. işin içinde işvar * (bir işin) iç yüzü başka. işin içinden çıkamamak * başaramamak, sorunu çözümleyememek. işin içinden çıkmak (veya sıyrılmak) * bir şeyi anlamak, bir sorunu çözümlemek.
* güç bir sorunu çözemeyince kestirip atmak.
* bir konudan veya işten uzak durmak, kaçmak.işin kolayına kaçmak * derinliğine araştırmadan basit olarak düşünmek, yüzeyde kalmak, tembellik etmek. işin kötüsü (veya fenası) * üst üste gelen tersliklerde kullanılır. işin mi yok * “önemli değil, boşver” anlamında kullanılır. işin rengi değişmek * konu başka biçimde gelişmek, öncekinden farklıdavranmaya başlamak. işin tuhafı * “Anlaşılamayan, garip olan” anlamında kullanılır. işin ucu * bir işin kökeni. işin ucu birine dokunmak * o işten dolaylı olarak zarar görmek. işin üstesinden gelmek * güç bir işi başarmak, sonuçlandırmak. işinden olmak * görevini yitirmek; görevinden atılmak. işine bak! * görevini, işini sürdür.
* sen karışma.işine gelmek (veya gelmemek) * çıkarına, amacına, düşüncesine uygun olmak (veya olmamak). işine göre * çıkarına uygun. işine koyulmak * işini yapmayısürdürmek. işini bilmek * nereden, nasıl yararlanacağını bilmek, çıkarını bilmek. işini bitirmek * öldürmek. işini görmek * görevini yapmak.
* dövmek.
* öldürmek.işini uydurmak * kurnaz, açık göz davranarak işine istediği gibi biçim vermek. işini yoluna koymak * işi veya görevi olumlu olarak yürütmek, sıkıntıçekmeden gerçekleştirmek. işinin adamı * çalıştığı işte başarısağlayan, işinin gerektirdiği nitelikleri taşıyan kimse. işitilme * İşitilmek işi. işitilmek * Duyulmak. işitilmemiş * O güne değin duyulmamış, şaşılacak, olağan dışı(şey). işitim * İşitme duyusu, işitme yetisi. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 54
işitiş * İşitmek işi veya biçimi. işitme * İşitmek işi.
* Duyma, sema (II).işitme kesesi * Suda yaşayan bazı omurgasız hayvanlardan, işitme taşını içinde bulunduran akışkan sıvılı organ, otosist. işitme taşı * Omurgalılarda ve bazı omurgasızlarda denge organı olan, iç kulakta bulunan kalker parçacıkları, otolit. işitmek * Kulakla algılamak, duymak.
* Haber almak.
* Kendisine söylenilmek.işitmemezlik * İşitmezlik. işitmezliğe getirmek (veya işitmezlikten gelmek) * işitmemiş, duymamışgibi davranmak, aldırmamak. işitmezlik * İşitmemiş, duymamışgibi davranmak. işitsel * İşitimle ilgili. işittirme * İşittirmek işi. işittirmek * İşitmesini sağlamak, duyurmak. işkâl * Güçleştirme, zorlaştırma, çetinleştirme. işkâl etmek * güçleştirmek, zorlaştırmak, çetinleştirmek. işkembe * Gevişgetirenlerin ilk ve en büyük mide bölümü.
* Kasaplık hayvanlarda mideyi oluşturan bölümlerin bütünü.
* İşkembeden yapılan.
* Mide.işkembe çorbası * Temizlenmişve önceden haşlanmışişkembenin tavla zarı büyüklüğünde doğranmasından sonra un, sirke,
sarımsak karıştırılarak hazırlanan bir çorba türü.işkembe suratlı * Çopur. işkembeci * İşkembe veya işkembe çorbasısatan kimse. işkembecilik * İşkembeci olma durumu veya işkembecinin işi. işkembeden atmak (veya söylemek) * uydurarak söylemek. işkembeli * İşkembesi olan.
* (çorba, yemek için) İçinde işkembe bulunan.işkembesi geniş * Hoşgörülmeyecek şeyi de hoşgören, hazımlı. işkembesini düşünmek * Öncelikle karın doyurmayıdüşünmek. işkembesini şişirmek * oburca yemek yemek. işkembesiz * İşkembesi olmayan.
* Beğenilmeyecek nitelikteki şeyleri de beğenen (kimse).işkence * Bir kimseye maddî veya manevî olarak yapılan aşırıeziyet.
* Düşüncelerini öğrenmek amacıyla birine uygulanan eziyet.
* Aşırı gerginlik, sıkıntılıdurum, azap.
* Vidalı bir tür sıkıştırma aracı.işkence etmek (veya yapmak) * maddî veya manevî eziyet çektirmek. işkenceci * İşkence yapan. işkenceye sokmak * maddî veya manevî sıkıntıvermek, zora sokmak. işkil * Kötü bir durumla karşılaşma sanısı, kuşku, kuruntu, vesvese. işkillendirme * İşkillendirmek işi. işkillendirmek * İşkillenmesine yol açmak. işkillenme * İşkilli duruma gelme, pirelenme. işkillenmek * İşkilli duruma gelmek, pirelenmek. işkilli * İşkil içinde bulunan, kuşkulu, kuruntucu, vesveseli, müvesvis. işkilli büzük dingilder * gizli bir ayı bı olanların herhangi bir sözden alınarak kendilerini ele verdiklerini anlatır. işkilli olmak * işkil duymak, tedirgin durumda olmak. işkillilik * İşkilli olma durumu, vesveselilik. işkilsiz * İşkil içinde bulunmayan, kuşkusu olmayan, vesvesesiz. işkilsizlik * İşkilsiz olma durumu. işkine * Gölge balığı gillerden, Akdeniz’de yaşayan, vücudu yassı, pullu, eti lezzetli bir balık (Sciaena umbra). işlek * Çok işleyen, canlı, hareketli.
* Özenmeden, çabuk yazıldığıhâlde okunaklıve güzel olan (yazı).işlek ek * Kelime türetmede sık kullanılan yapım eki. işleklik * İşlek olma durumu. işlem * Bir işi sonuçlandırmak için yapılan işveya uygulamaların hepsi, muamele.
* Sayılarıkarşıkarşıya getirip belirli birtakım kurallara uygun olarak, birbiri üzerine etkilendirme yöntemi.
* Madde üzerinde her türlü değişim yapma işi, muamele.
* Ham veya ara mallarıve maddeleri fiziksel, kimyasal değişikliklerle daha uygun, kullanılır duruma getirme,
muamele.işlem hacmi * Borsada gerçekleştirilen alım satımların toplam tutarı. işlemci * Bilgisayar programlarının herhangi bir dilinde yazılmışprogramı, bilgisayarda işletmeyi sağlayan programlar
topluluğu.
* Bir bilgisayarda verilen komutlarıyorumlayan ve yürüten birim.işleme * İşlemek işi.
* İnce ve süslü el işi, nakış.
* Herhangi bir konuyu ele alarak inceleme.
* İnce ve süslü işlenmiş.
* Bir filmdeki gizli görüntüyü ortaya çıkarmak için, gümüş bromürlü tabakanın lâboratuvarda çeşitli kimyasal
işlemlerden geçirilmesi.işlemeci * Elle oyma, nakışvb. yapan kimse. işlemecilik * İşlemecinin işi. işlemek * Bir şeye emek vererek onu daha elverişli bir duruma getirmek.
* (ince ve süslü şeyler için) Yapmak, nakışlamak.
* İçine girmek, etkilemek, nüfuz etmek.
* İyi çalışmak, müşterisi bol olmak.
* Durağan durumdan hareketli duruma geçmek, çalışmak.
* Herhangi bir konuyu ele alarak incelemek, öğretmek.
* Düşüncelerini herhangi birine etki yaparak benimsetmek.
* İşlek, etkin durumda olmak.
* (çı ban) Olgunlaşma yolunda olmak.
* (yara) Kapanmak.
* Gidip gelmek.
* Hesaplarıveya kayıtları düzenli olarak tutmak veya gereken yere aktarmak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 55
işlemeli * Üstünde işlemeler bulunan. işleniş * İşlenmek işi veya biçimi. işlenme * İşlenmek işi. işlenmek * İşlemek işi yapılmak. işlenti * İşleme yöntemi. işler açılmak * piyasa canlanmak. işler becermek * zararlı, gizli işler yapmak. işlerlik * Gereken sonucu verecek nitelikte çalışma durumu. işletilme * İşletilmek işi. işletilmek * İşletmek işi yapılmak. işletiş * İşletmek işi veya biçimi. işletme * İşletmek işi.
* Tarım, sanayi, ticaret, bankacılık gibi işalanlarında, kâr amacıyla bir sermaye yatırılarak kurulan kurum.
* Bu kuruluşu verimli bir duruma getirip kazanç sağlama yöntemi.
* İşyeri.işletme defteri * Yalnız gelir ve giderlerin yazıldığıdefter. işletme şirketi * Gaz, su, elektrik vb. hattınıveya dağıtım hattıve donanımını işleten, şahıs, firma, halk şirketi veya kuruluş. işletmeci * Bir fabrikayıveya gelir getiren bir kuruluşu yöneten kimse.
* Yapımcıdan işletme hakkınıalarak, filmleri oynatanlara kiralayıp dağıtan kimse.işletmecilik * Bir işletmeyi yönetme.
* Bağımsız bir bütçe ile yönetilen devlet işletmesi.işletmek * İşlemesini sağlamak, çalıştırmak.
* Bir şeyi, bir kimseyi, bir yeri kullanarak veya çalıştırarak yarar sağlamak.
* Şaka ve birtakım yalanlarla sezdirmeden birini kandırmak veya onunla eğlenmek.işletmen * Operatör. işletmenlik * Operatörlük. işlev * Bir nesne veya bir kimsenin gördüğü iş, işgörme yetisi, görev, fonksiyon.
* Bir yapının gerçekleştirilebileceği ve onu başka yapılardan ayırt etme imkânıveren eylem türü, fonksiyon.işlev yitimi * El, kol vb. düzenli hareketleri yapma yetersizliği, apraksi. işlevci * İşlevi yerine getiren (kimse veya nesne).
* Bir işletmede yapılacak işlerin kararlarının alındığı bölüm.işlevcilik * Toplumu, her bir öğesi belli bir işlev yapan karşılıklı bağlılıklar ve etkileşmeler düzeni olarak gören,
toplumu tek başına belirleyen herhangi bir temelin bulunmadığınısavunan akım, görevcilik, fonksiyonalizm.
* Algının öncelikle ihtiyaçlar ve coşkulara dayalıetkinliklerin sonucu olduğunu savunan görüş, görevcilik,
fonksiyonalizm.işlevsel * İşlevle ilgili. işlevsiz * İşlevi olmayan. işlevsizlik * İşlevsiz olma durumu. işleyim * Sanayi, endüstri. işleyiş * İşlemek işi veya biçimi. işli * Üzeri nakışlı. işlik * Atölye.
* Gömlek.işlik orun * İşadamlarına özgü yer, busines klâs. işmar * El, göz veya başile yapılan işaret. işmar etmek (veya geçmek) * el, göz veya başile işaret etmek. işporta * Gezici satıcıların mallarınıkoymaya yarayan yayvan sepet veya bu işi gören, ona benzer araç, sergi.
* Açıkta yapılan satış.işporta malı * Değersiz, niteliksiz mal. işportacı * İşporta ile mal satan satıcı. işportacılık * İşportada mal satma işi. işportaya düşmek * değerini yitirmek, herkes tarafından kullanılmak. işret * İçki. işsiz * İşi olmayan. işsiz güçsüz * Yapacak hiçbir işi olmayan veya iştutmayan. işsiz güçsüz kalmak * bulunduğu işyerinden ayrılarak geçimini sağlayacak durumda bulunmamak. işsizlik * İşsiz kalma, iş bulamama durumu.
* Bir işyeri için durgunluk dönemi.iştah * Yemek yeme isteği.
* İstek, arzu.iştah açmak * yemek isteğini artırmak. iştah kapamak (veya kesmek) * yemek isteğini azaltmak. iştaha gelmek * arzulamak. iştahıaçılmak * yemek isteği artmak. iştahıkabarmak * isteği çoğalmak, heveslenmek. iştahıkapanmak (veya kesilmek) * yemek isteği yok olmak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 56
iştahı olmak * yemek isteği fazla olmak. iştahlandırma * İştahlandırmak işi. iştahlandırmak * İştahınıuyandırmak, iştahlanmasını sağlamak. iştahlanma * İştahlanmak işi. iştahlanmak * İştahıuyanmak veya artmak.
* İsteği, arzusu artmak.iştahlı * İştahı olan, boğazlı.
* İstekli, arzulu.
* İsteyerek.iştahlılık * İştahlı olma durumu. iştahsız * Yemek yeme isteği olmayan, boğazsız.
* İsteksiz.iştahsızlık * İştahsız olma durumu. işte * Gösterilirken veya bir şeye işaret edilirken söylenir.
* Anlatılan bir sözün sonucuna gelindiğini gösterir.
* Anlatılan şeye dikkat çekmek için kullanılır.işten (bile) değil * çok kolay. işten el çektirmek (veya çektirilmek) * görevden uzaklaştırmak (veya uzaklaştırılmak). işten güçten kalmak * herhangi bir sebeple çalışmamak, çalışamamak. işteş * Fiilde ortak olan. işteşçatı * Bir fiilin birden çok özne tarafından karşılıklı, ortaklaşa yapıldığını belirten çatı, müşareket. Türkçede bu
çatış- ekiyle kurulur.işteşfiil * Bir isim birden çok özne tarafından karşılıklı, ortaklaşa yapıldığını belirten fiil, müşareket fiili. işteşlik * İşteşolma durumu. iştial * Tutuşma, parlama, alevlenme. iştial etmek * tutuşmak, parlamak, alevlenmek. iştigal * Uğraşma, ilgilenme, meşgul olma. iştigal etmek * uğraşmak, ilgilenmek, meşgul olmak. iştiha * İştah.
* Cinsel istek veya arzu.iştihar * Ün salma, tanınma. iştihasıyerinde olmak * yemesi, içmesi ve yaşaması düzenli olmak. iştikak * Yarılmış bir şeyin bir bölümünü alma.
* Aynıkökten çıkma, türeme.
* Aynıkökten gelen kelimeleri bir arada kullanma sanatı.iştira * Satın alma. iştira etmek * satın almak. iştirak * Ortaklık, ortak olma, ortaklaşma, paydaşlık.
* (bir işte) Yer alma, paydaşlık etme.
* (bir işe, bir düşünceye) Katılma.iştirak etmek * katılmak.
* ortak olmak.iştirakçi * Ortaklık eden, ortak olan, katılan kimse.
* Sosyal güvenlik bakımdan bir sandığa veya benzeri bir kuruma bağlı olan memur işçi.iştiyak * Göreceği gelme, özleme.
* Güçlü istek, arzu.iştiyak duymak * göreceği gelmek, özlemek. iştiyaklı * İştiyakı olan. işve * Kadınların ilgi çekmek, gönül çelmek için takındıklarıhoş, aldatıcıtavır, kırıtma, naz, cilve, eda. işveli * Nazlı, cilveli, edalı. işveren * İşçileri ücretle çalıştıran gerçek veya tüzel kişi, patron. işyar * Bir işle görevli olan kimse, görevli, memur. it * Köpek.
* Değersiz, terbiyesiz kimse.-it * Bkz. -ıt / -it (I). -it * Bkz. -ıt / -it (II). -it * Bkz. -t-. -it * 343 -ıt / -it (I). it canlı * Zora, sıkıntıya dayanan, dayanıklı. it dişi domuz derisi * sevilmeyen iki kişi arasındaki anlaşmazlıktan duyulan hoşnutluğu anlatır. it elli * Ayaklarıdışarıya dönük (hayvan). it gibi çalışmak * çok çalışmak, yorulmak. it hıyarı * Acıelma, acıhıyar, ebucehil karpuzu. it ite (buyurur), it de kuyruğuna * yüksünülen bir işondan ona bırakıldığında söylenir. it izi, at izine karışmak * Bkz. at izi it izine karışmak. it kopuk * Değersiz, terbiyesiz, aşağılık (kimse). -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 57
it kuyruğu * Kenarlarıdüz şerit gibi yapraklıve saplarının ucu koçanıandıran, başak çiçekli, otsu bir bitki (Phleum). it sürüsü kadar * gereğinden çok, oldukça kalabalık. it ürür, kervan yürür * gerçekleşmesi doğal olan işlere, durumlara karşıçıkılsa da engellenemez. it üzümü * Patlıcangillerden, 20-50 cm yüksekliğinde, bazı ilâçların yapımında kullanılan bir yıllık otsu bir bitki, köpek
üzümü, tilki üzümü.
* Böğürtlen (Solanum nigrum).ita * Verme, ödeme. ita âmiri * Ödemeye yetkili kimse. ita emri * Hükûmetçe verilen ödeme emri, verile buyruğu. itaat * Söz dinleme, boyun eğme, buyruğa uymak. itaat etmek * söz dinlemek, boyun eğmek, verilen buyruğa uymak. itaatkâr * Söz dinler, itaat eder, itaatli. itaatli * Söz dinler, buyruğa uyar, itaatkâr. itaatsiz * Söz dinlemez, buyruk dinlemez, kendi başına buyruk olan (kimse). itaatsizlik * İtaatsiz olma durumu veya itaatsizce davranış. itaatsizlik etmek * söz dinlememek, boyun eğmemek, buyruğa uymamak. italik * Üstten sağa doğru eğik olan (basım harfi). İtalyan * İtalya halkından veya bu halkın soyundan olan (kimse).
* İtalyan halkına özgü olan.İtalyanca * Hint-Avrupa dil ailesinden İtalya’da konuşulan dil. itap * Paylama, azarlama. itap etmek * paylamak, azarlamak. itboğan * Kaplanboğan. itburnu * Yaban gülünün meyvesi. itçe * İt gibi, terbiyesiz bir biçimde, ite benzer. itdirseği * Arpacık. ite atsan yemez * çok kötü, berbat. ite kaka * (kaba ve hoyrat bir biçimde) İterek; zorla.
* Güçlük(ler)le.ite ot, ata et vermek * Bkz. ata et, ite ot vermek. iteği * Un elerken dökülmemesi için yere serilen örtü. itekleme * İteklemek işi. iteklemek * Sürekli itmek, kakmak. iteleme * İtelemek işi. itelemek * Sürekli itmek, arka arkaya itmek. itelenme * İtelenmek işi. itelenmek * İtelemek işi yapılmak. itenek * Piston. iterbiyum * Atom numarası70, atom ağırlığı173,04 olan, değerli bir element. KısaltmasıYb. itfa * Söndürme.
* Sönüm.
* Bir borcu azar azar ödeyerek kapatma, sönüm.itfa etmek * söndürmek.
* ödemek, sönümlemek.
* sönümlemek.itfaiye * Yangın söndürme kuruluşu.
* İtfaiye aracı.itfaiye aracı * Yangın söndürmek üzere özel olarak donatılmışmotorlu araçlar. itfaiyeci * Yangın söndürme kuruluşunda görevli kimse, yangın söndürücü. itfaiyecilik * İtfaiyecinin işi. ithaf * (birinin) Adına sunma, armağan etme. ithaf etmek * (birinin) adına sunmak, armağan etmek. ithaf yazısı * Bir kitabın veya eserin bir kimseye sunulduğunu belirten yazı, ithafname. ithafname * İthaf yazısı. ithal * İçine alma.
* Bir ülkeye başka ülkelerden mal getirme veya satın alma.ithal etmek * içine almak.
* bir ülkeye başka ülkelerden mal getirmek.ithal malı * Yurt dışından getirilen mal. ithalât * Bir ülkeye başka bir ülkeden mal getirme veya satın alma.
* Bir ülkeye başka bir ülkeden alınan malların bütünü.ithalâtçı * İthalât yapan kimse.